#ateşten doğan evren
Explore tagged Tumblr posts
cilginfizikcilervbi · 1 year ago
Text
Ekpirotik Teori: Zümrüdüanka Evren
Ekpirotik Teori: Zümrüdüanka Evren Ekpirotik Yunanca “ateşten doğan”. anlamına gelir. Bir nevi “Zümrüdüanka Evren”, her seferinde küllerinden tekrar meydana geliyor. Bu fikre göre, içinde bulunduğumuz evren 3 boyutlu 2 evrenden biridir. Bu 2 even arasında 5. boyutta çok küçük (bir atomun çapından daha küçük) bir mesafe bulunur. Bu aslında, uzayın 4. boyutudur fakat zaman, “4. boyut” adını daha…
Tumblr media
View On WordPress
3 notes · View notes
kronosfilium-blog · 8 years ago
Text
YUNANİSTAN DİNİ VE DIONYSOS
1.BÖLÜM YUNANİSTAN DİNİ VE DIONYSOS
A Eski Yunanistan Dininin Genel Özellikleri
A.1 ESKİ YUNANİSTAN DİNİ
 Yunanistan dini diğer dinlerden soyut olarak kutsal bir kitabın öncü olmadığı ve zorla kabul ettirilen bir dogmanın söz konusu olmadığı bir dindir. [1]
Yunanlılardan günümüze kadar ulaşan tek belge Homeros’un İliada’sıdır. Bu belgeye dayanarak Yunan mitologyasının İsa’dan 1000 yıl kadar önce Homeros ile başladığını söyleyebiliriz. Ayrıca Yunan halk dinini incelediğimizde ilkel totemizmin çok derin izlerinin taşıdığını söyleyebiliriz. Bu halk dini ile birlikte insanoğlu evrenin en önemli varlığı haline gelmiştir. Mezopotamya ve Mısırdan farklı olarak, Yunanların yarattığı Tanrıları insan biçiminde tasvir etmelerine dayandırabiliriz. [2]
Yunan halk dinini incelediğimizde kutsal bitki ve hayvanların önemli bir yere sahip olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin Dodona’daki meşe ağacının hışırtılarını dinleyen kâhinler gelecekten haber verirlerken, kartal baykuş gibi hayvanlar da Tanrıların dostu olarak kabul görmüşlerdir. Mesela Zeus’un kartalı Athena’nın baykuşu gibi.
Yunan halk dininin tapınma yöntemlerinin köklerinde kutsal bir hayvanın kurban edilmesi ve etinin şölenlerde hep birlikte yenilmesi âdeti vardı. Kimi maskeli danslarda aynı köklerden gelmekteydi. Örneğin Atina’da, dişi ayı kılığına giren genç kızlar dans ederek bir ayı adını alırlardı. Ayrıca sonradan kavim haline gelen birçok Yunan klanları da Myrmidon (karınca), Arkadia (ayı) gibi hayvan adlarını taşımaktaydı. [3]
Yunanlıların inanışına göre bütün doğa ruhlarla doluydu. Yunancadaki psykhe sözcüğü hem kelebek hem de ruh anlamına gelmekteydi.[4] Eski Yunanlılar ölümden sonraki yaşam hakkında birbirilerine karşıt düşüncelere sahiptiler, ama bunları ortak bir inanç haline getirmek için herhangi bir çaba sarf etmediklerini söyleyebiliriz. Bazılarının inanışlarına göre ölüler yerin altında yaşamayı sürdürüyorlardı ve bu ölülerin yakınları onlara kutsal armağanlar sunarak, onların diğer hayatlarında rahat olmalarını istiyorlardı. Bir başka grubun inanışına göre de; ruh bedenden ayrıldıktan sonra yeraltında olduğuna inanılan Sytkü ırmağını aşarak cehenneme giderlerdi. [5]
Yunanlılar halk dinlerini geliştirerek; efsane ve hikâyelerle Yunan teogonisini ve mitlerini meydana getirmişlerdir. Ancak bunları oluştururken Mısır, Asur ve Finike gibi ülkelerin efsane ve masallarını kendi efsaneleriyle birleştirmişlerdir. Ortaya çıkan inancın da edebi eserler ve tiyatro ile günümüze kadar ulaştığını söyleyebiliriz.
    A.2. YUNAN MİTOLOJİSİ
               Mitoloji; Yunaca; masal ve hikâye anlamına gelen “mythos” ile söz anlamına gelen “logos” kelimelerinden oluşmuştur. Yunan mitolojisi eski yunanların inandıkları tanrılara ve kahramanlara ait mitlerin ve masalların hepsini kapsar.[6]
Mitlerin doğuşunu; eski insanların büyük doğa olaylarını çözemeyip, bu olayların etkisiyle hayaller sonucu oluştuğunu söylememiz mümkündür. Mitolojiyi anlayıp tanımlayabilmek için eski insan yaşamını incelememiz gerekmektedir. Eski insanlar da günümüz insanları gibi bilme güdüsünü taşımaktaydılar. Doğa olaylarının nedenlerini, kendilerinin nasıl ortaya çıktığını ve ölümün gizemini öğrenmek istemişlerdir. Bu soruların cevabını mantıksal olarak açıklayamamışlar ve bu olayları doğaüstü varlıkların yaptığına inanmışlardır. Doğaüstü varlıkların özelliklerini insani özelliklerden uyarlamışlar ve bunlara ek olarak üstün kuvvet ve meziyetleri, erdemleri, kötülükleri ve ölümsüzlüğü bu varlıklara has kılmışlardır. İnsan şeklindeki bu tanrılar bulunduktan sonra bunlar hakkında çeşitli efsaneler uydurulmuş ve bu şekilde mitoloji meydana getirilmiştir.[7]
A.3. YUNAN TEOGONİSİ
Yunan mitolojisinin en eski kaynaklarından olan M:Ö: 8. Yüzyılda yaşamış olan Hesoidos’un teogonisidir. Bu kaynakta evrenin nasıl oluştuğundan, tanrıların nereden çıktığından ve onların başından geçen maceralardan söz edilmektedir. Hesoidos’a göre evren şu şekilde oluşmuştur:
Uçsuz bucaksız karanlığı ve boşluğu içeren “Khaos”dan her şeyin dayanağı olan “Gaia” –yer- ortaya çıktı. Sonra sevginin temeli ve çoğalmanın “Eros” –aşk- doğdu. Khaos ‘tan aynı zamanda, yerin üst tabakasının ışığı olan ‘aither’ ve yeryüzünün ışığı olan “Hemera”yı doğuran “Erebos” –gece- doğdu. Gaia kendini kaplaması için ölmezlerin yeri olan yıldızlarla bezeli “Uranüs” ü doğurdu ve “Panthos”u –deniz- i meydana getirdi. Gaia kendi oğlu olan Uranüs İle birleşerek atışı erkek altısı dişi 12 titanı meydana getirdi. Titanlardan Kronos kendi babasını yeni Uranüs’ü Hades, Poseidon, Zeus adlarında üç erkek meydana getirdi.
Zeus babası Kronos’u tahtından indirip Titanları da yenilgiye uğrattıktan sonra evrenin hakimi oldu. Diğer Tanrı ve Tanrıçaları yanına alarak Makedonya ve Teselya arasındaki sıradağların en yüksek zirvesi olan Olympos’a yerleşti. Burada altısı erkek altısı dişi büyük tanrı yaşamaya başladı. Bu tanrılar baş tanrı Zeus, güzel sanatlar tanrısı Apollon, savaş tanrısı Ares, sanayi tanrısı Hephaistos, tanrıların habercisi Hermes, deniz tanrısı Poseidon, zekâ tanrıçası Athena, aşk ve güzellik tanrıçası Aphrodite, ocak ve aile tanrıçası Hestia, avcılar ve iffet tanrıçası Artemis, çoğalma ve bereket tanrıçası Demeter’dir. Bu tanrı ve tanrıçalardan başka karanlık ve cehennemin tanrısı olan Hades, Olympos’a sonradan alınan şarap ve tiyatro tanrısı Dionysos da bulunmaktaydı.
B.                 DIONYSOS’UN DOĞUŞU
Dionysos, Thebai kralı Kadmos’un güzel kızı Semele ile tanrıların tanrısı Zeus’un oğludur. Zeus kardeşi Hera ile evli iken Semele’nin güzelliğine kapılıp âşık olur. Hera kocasının çapkınlıklarından usanmıştır ve kocasını kıskandığı için Semele’nin Zeus’tan olacak çocuğunun doğmasına engel olmak ister. Hera Semele’nin annesi kılığına girerek kıza bazı tavsiyelerde bulunur. Olympos’un en ulu tanrısı olan Zeus’un gönlünü çaldığına göre ondan kendi karısına göründüğü gibi kendisine de görünmesini istemesini öğütler. İyi niyetli Semele bu öğütlere inanır. Styks ırmağı üstünde ırmağı üzerinde Zeus Semele’nin tüm dileklerini yerine getireceğine yemin etmişti ve bu yeminden dönemezdi. Semele öğütleri hatırlar ve Zeus’a onu tüm parlaklığıyla görmek istediğini söyler. Zeus bu durumun Semele için tehlikeli olacağını bilir ancak Styks ırmağı üzerinde yemin ettiği için yeminden dönemez. Bunun üzerine altın tekerlekli bir şara binerek Olympos’tan indi ve Semele’nin karşısına çıktı. Semele onun yakıcı ışığına dayanamayarak öldü. Zeus hemen doğmak üzere olan çocuğunu Semele’nin karnından alarak kendi baldırına sapladı. Günü doluncaya dek orada kalacak ve onu Hera’dan saklayacaktı. Birinci defa annesinin rahminden doğan Dionysos ikinci defa babasının baldırından dünyaya geldi ve ona Dionysos adını verdiler.
Kanatlı sandalları bulunan Hermes Dionysos’u yeryüzüne götürdü. Kimsenin yerini bilmediği ama güzelliğini herkesin anlattığı Nysa vadisine götürerek ona bakmaları için Nympheler’e verdi. Nympheler duvarı asma ile örülmüş mağarada yaşıyorlardı. Hermes mağaraya Dionysos’u getirdiğinde her yer aydınlandı ve bu ışıkla uyanan Nympheler Dionysos’u alarak yaldızlı bir beşiğe yatırdılar. Ona tüm sevgi ve şefkatlerini verdiler. Çocuk büyüdükçe mağarayı örten asmalar da büyüyordu. Bazıları bu Nympheler ’in Hyadlar olduğunu Zeus’un daha sonra onları yıldız göğe yerleştirdiğini söylerler. Söylenenlere göre Hyadlar’ın en büyük özelliği yağmur yağdırmalarıydı. Asma tanrısı böylece ateşten doğmuş yağmur tarafından yetiştirilmişti. Bunu da üzümleri olgunlaştıran yakıcı sıcaklık ve asmalara can veren su ile bağdaştırabiliriz.
Dionysos ergin hale geldiğinde mağaradaki tüm üzüm tanelerini toplayıp bir altın kupa içerisinde bunları sıktı ve üzümün suyunu çıkarttı. Böylelikle şarap doğmuş oldu. Bu çıkarttığı içeceği tatmaları için Nympheler’i ve diğer perileri yanına çağırdı. Şarabın doğuşunu kutlamak için Satirler ve Silenoslar da katıldı. Daha sonra bu buluşunu tüm dünyaya tanıtmak için yolculuğa çıktı. Gittiği yerlerde sevdiği insanlara bağların kurulmasını, asmaların yetiştirilmesini, şarabın nasıl elde edileceğini ve ölçü ile nasıl şarap içileceğini, şarabın insanlara vereceği gizli neşeyi tarif etmiştir. Ancak sevmediği insanlara da şarabın kaba sarhoşluğunu fazla içenlere verdiği hayvanlık huylarını, aşırı kızgınlık ve hiddeti tattırıyordu.
C.                 DİONYSOS’UN KAYNAĞI VE NİTELİKLERİ
C.1. DİONYSOS’UN KAYNAĞI
Araştırmacılara göre Dionysos’u Semele ve Thebai hanedanlığından doğduğu bir amaç doğrultusunda uydurulmuştur. Thebai hanedanlığında doğan bu tanrının Hindistan ve Arabistan’a gelişini de bu efsaneye uyduranlar tarafından şekilde açıklanmaktadır. Yunanistan’da doğup daha sonra doğuya (Asya) bir gezi yapmıştır. Gezi sonucunda şarap, asma kütüğü ve kendine inanlarla birlikte yurduna geri dönmüştür.[8]
Ancak araştırmacılar Dionysos’u gerçek kaynağının Euripides’in tragedyasında açık olarak anlatıldığı söylemektedirler. Bu tragedya anlatıcılarına göre Lidya ve Frigya tanrısıdır, Homeros’un destanlarında da Dionysos Asya denilen bölgeden gelmektedir. Bakkhalar korosunun ilk sözü de bunu desteklemektedir. Bu söz ‘Asia topraklarından geliyorum ve Tmolos’u aştım’dır.[9]  Dionysos ayrıca teyzesinin oğlu Pentheus ile konuşurken şöyle der ‘vatanım Lidya’dır.[10]  Dionysos ’un kullandığı çalgılar da davul, dümbelek, tef ve flüt Asya denilen bölgenin geleneksel çalgılarıdır.
Dionysos ‘un çıkış kaynağı ile ilgili ikilemler bulunmaktadır. Fakat eldeki kaynaklara göre ve Anadolu’da bulunan kabartmalar ışığında Dionysos ’un Asya kökenli olduğunu söyleyebiliriz.
 C.2. DİONYSOSUN NİTELİKLERİ
Dionysos türlü özellikleri kendinde birleştirir ki bu özellikler küçük asya çıkışlı kültlerin, özelliklerinin bir araya toplanıp özümsenmesinden oluşur.[11] Dionysos iki büyük alan ve akımı kapsamaktadır. Öncelikle bir doğa tanrısıdır, bitkileri ve bunlardan insanlığın hayatına yön verenleri temsil etmektedir.  Asya çıkışlı bir başka tanrıça olan Kibele ile de ortak bir özelliği bulunmaktadır. Dionysos da Kibele gibi doğanın yansımaları olan dağlarda, ormanlarda, yabani hayvanlar ve yaratıklarla yaşar ve coşar gösterilmiştir. Osiris, Adonis, Attis gibi doğanın mevsim değişmelerini de kişiliğinde simgelemektedir. Dionysos’un simgelediği büyük güç doğanın kendisi değil, doğayla insan ilişkisi ve insanın yüzyıllar boyu çözmeye çalıştığı tabii güçlerin ve sırların cevabına ulaştıran büyülü bir güçtür.[12] Yunan dili bu güze eren insanın durumunu iki sözcükle yansıtmıştır “mainmai” ve “enthousiasmos”.
Dionysos bu güce varmanın yolunu şarap ve sarhoşlukla açmıştır. Asma kütüğünü yeryüzüne yaymasıyla insanoğlu için büyük bir çığır açmış ve insanın değişim yapma gücünü ortaya çıkarmıştır. [13]
Dionysos birçok isme sahiptir. Bunlar Dionysos, Bakkhos, Bromios, Euhios, Dithyrambos, Lakkos ve İobakkhos’tur. Dionysos ’un adlarının çeşitliliğinden de anladığımız kadarıyla bir değil bütün insanlık halidir. Bu nedenle durağan değil hareketli ve değişim halindedir. İnsanın beden ve ruh aracılığıyla yansımasından oluşmaktadır.
Dionysos hem tanrı hem insandır. Bakkhaların yerine ve zamanına göre kadın kişiliğinden vahşi bir hayvana dönüşmesi gerçeğin gerçek üstüne ulaşmasını ve hayatın dalgalarını yansıtmaktadır. Hayatın dalgalanmalarının insanlık hayatına açtığı yaralar, dramlar, facialar, afetler, kaynağı Dionysos’a dayanan tragedyanın doğmasına neden olmuştur. Böylelikle insanoğlunun bilinç üstü ve bilinçaltına erişebilmesi de Dionysos sayesinde gerçekleştiğini söyleyebiliriz.
Bakkhalar korosu şöyle söyler:
Bromios, mutlu tanrıların en mutlusu,
Güzel çelenkli şölenlerin baş tacı!
Odur koroların başında koşan,
Kaval sesleriyle sevinip coşan;
Odur tanrı sofralarında,
Kederleri dağıtan,
Akınca şarap testilerinden
Pırıl pırıl özü salkımın,
Dağılınca insanlara uyku
Sarmaşıklarla bezenmiş şölenlerde.
Zeusun oğlu Dionysos
Düşkündür sevincine şölenlerin!
Sever Dionysos Barış’ı,
İnsanları rahata kavuşturan,
Çocukları besleyip büyüten tanrıçayı,
Odur veren zengine de, fakire de
Keder dağıtan şarabın ferahlığını.
Sevmez Dionysos,
Cömert günlerin, gecelerin
Sevincine varamayan insanı.
Uy aklın dediklerine, kapılma gurura ve derin düşüncelere;
İnan en basit halkın inandığına
Onun yaşadığı gibi yaşa.[14]
Bu sözlerden Dionysos dininin, Euripides’in bu son tragedyasını yazdığı İÖ. V. Yüzyılın sonlarında Yunanistan’da ne kadar yaygın ve tutunmuş olduğunu gösterir. Bütün insanlara seslenen Dionysos tapınımı bir halk dini olmuştur ki Meryem ana, Artemis v Kibele’nin özelliklerini benimseyip tutunabilmişse İsa da Dionysos dinine sırtını dayayarak geniş halk kitlelerine ulaşabilmiştir.
 II. BÖLÜM: DİONYSOS’UN ANADOLU KÜLTÜRÜ İLE İLİŞKİSİ
 Anadolu’da demir çağda elinde belirteci ile betimlenmiş şarap ve şarap kültü ile ilişkilendirilmiş tanrı figürü sayıca azımsanamayacak kadar çoktur. Bu figürlerden ilki dağların üstünde elinde üzüm salkımı tutarken betimlenmiş, çıplak tanrı figürüdür[15]. Eğer bu figür bir kült eşyası ise ki öyle tanımlanmaktadır, şarap kültü ile ilişkili olmalıdır ve bu durumda bu kült Anadolu’da ya bir geleneğin devamı olarak demir çağına geçmiştir ya da Mezopotamya aracılığı ile Anadolu kültürüne girmiştir.
Asmanın ve şarabın Tanrıçalarla ilişkilendirilmesi Anadolu’da Hitit imparatorluk çağı ritüel metinlerinden takip edilmektedir. Bu metinlerden biri cenaze merasiminin anlatıldığı “asma ana” ritüel metnidir; Ritüelin 12. Günü tanışabilir bir asma, ölü için hazırlanan tören alanına getiriliyor. Bu asmaya verilen ad “Asma Ana’dır. Asma, alana getirilir, tabii ve suni üzümlerle süslendikten sonra ölünün masası üzerine, çadırın önüne bırakılıyor. Düzenlenen büyük yemekten sonra çeşitli eşyalar üzerine yağ dökülüyor, şarap ve bira kapları kırıldıktan sonra, asma önce ocağa konuluyor ve daha sonra ölünün bir yakını tarafından balta ile parçalanıyor.[16]
Başka bir ritüel metni, şarap ve onun ilişkili olduğu tanrısal kişilik için önem taşımaktadır;
“eğer tanrılar bir kişiye rüyasında olacakları haber verirlerse; o kişi şu ritüeli geçekleştirir: kalın bir ekmek ve bir kap şarap alınır. Ekmek sağda ve yerde durur şarap ise solda. Güneş tanrısı için bir masa oluşturulur üç dilim kalın ekmek masanın üstüne konur. Güneş tanrısı için bir koyun kesilir. Koyunun etleri masaya konur ve şu sözler tekrar edilir ‘kesildi taze etler konuldu. Taze etler masanın üstünde’ tüm bunlar bittikten sonra şarap sunulan kap yere atılarak kırılıyor ve ritüel bu şekilde son buluyor.[17]
Şarabın solda ekmeğin ise sağda duruşu, Yazılıkaya’daki tören alayında ve tanrı ile tanrıçanın resmedildiği bütün alanlarda tanrının sağda ve tanrıçanın solda işlenişi ile birliktelik göstermektedir. Keza aşağıdaki ritüel metni de üstteki metin ile birlikte aynı nokta da birleşmektedir.
“Dört ölçü ahşap derin kâseden bir ölçüsü Manusia Teşup’unun önüne konulur. Üç ölçülük derin kâse ocağa doğru sağdan erkek tanrılara ve üç ölçülük derin kâse soldan tanrıçalara sunulur…”[18]
Gerek şarabın solda duruşu ve bunun tanrıçaya ilişkin olması gerekse Asma Ana’nın bir temsilinin yapılarak tören alanına getirilişi, plaka üzerindeki tanrıçanın Bronz çağı geleneğinin bir devamı olabileceğini göstermektedir. Tören bir cenaze kültünün yer altı ile ilişkisini göstermekle birlikte şarabın bu şekilde kullanılışı geç antik dönem içinde de devam etmiştir.
Tanrıça Kubaba’nın elinde tuttuğu belirtecin nar olduğu düşüncesi narın kadın ve bereketin sembolü olduğu düşüncesi ile de birleşmektedir.[19] Benzer bir anlatım başka bir resimde de görülmektedir Hitit dünyasında Haşhaş doğum ve bereketle birlikte başka anlamlarda taşımaktadır. Her iki kabartmada da tanrıçanın bitkiyi sapından tuttuğuna dikkat edilecek olursa bu bitkinin nar anlatımından çok haşhaşa uygun düştüğü görülecektir. Haşhaş ya da dilindeki ası ile Hassika metinlerde birkaç fiil ile birlikte kullanılmaktadır,  bunlar; doyuncaya, sızıncaya, kadar içmek, bununla birlikte –ses- uyumak ve uars, teskin olmak ile de yakından ilişkili olarak görülmektedir.[20]
Görüldüğü gibi haşhaş Hitit dünyasında sadece ekmek yapımında ve tohumları nedeniyle bereket içeriğinde kullanılmamakta, bununla birlikte, kendinden geçirici ve teskin edici niteliğiyle de bilinmektedir.  Keza haşhaşın şarap ile karıştırılarak Halita adında bir içki elde edilmesi de bunu kanıtlamaktadır.[21]
Nitekim bütün anlatımlar Pessinus’da Kibele için kutlanan orgystik törenlerde müritlerin Tanrıça için nasıl kendilerinden geçip bir taş ya da seramik parçasıyla cinsel organlarını kestiklerini[22] göstermesi açısından da önem taşımaktadır. Frigya’daki bu törenler ki Barnett bu törenlerin Hatti çağına kadar gittiğini savunmaktaydı ve Dionysos’un bu törenleri kutlamayı öğrenmek için Kibele anayı ziyaret etmesi bu noktada önem taşımaktadır.
Orgysm’in bir tanrıça ile ilişklendirilmesi Lidya inancının en alt katmanında (Hipta Meter) ve Zeus Sabasios, ki bu beraberlik Tanrı ile semele arasındali beraberliği de tanımlamaktadır[23], adına yazılmış yazıtlarda görülmektedir.[24] Bu ad tanrıça içinalışılmış bir anlatımdır ve isim Hitit Tanrıçasi Hepat’ın adı ile ilişkilidir. [25] Hepat, Hitit pantheonuna III. Hattuşili ve eşi Puduhepa dönemi ile girmiş ve hatti gelenindeki Arinna’nın Güneş Tanrıçası’nın yerini almıştır. Adı geçen her iki tanrıça da Anadolunun Neolitik dönemden beri süre gelen karakteristik ana tanrıça inancının bir devamı olarak kabul edilmektedir. Keza Sabasios hakkında çok bilgi olmamakla birlikte Frigya’da eski çağlardan beri tapınım gören bir tanrı olarak anılmaktadır. Bu tanrı, kimi metinlerde Dionysos’un babası olarak anolmasına karşın onun Dionysos’un oğlu olduğunu anlatan metinlerde vardır.[26] Bununla birlikte bir çok kaynak Dionysos’un bu çiftten kök saldığını bugün için kabul etmektedir.[27]
Üzüm salkımı tutan be dağlara basan tanrıça, tüm bu anlatımlar doğrultusunda demir çağında dağlarda algılanan ve Attis törenleri ile tanınan Kibele ya da başka bir deyişle Hitit dünyasında kimi zaman asma ana, kimi zaman Arinna’nın Güneş tanrıçası ya da Hepat olarak anılan ve Lidya’da Hipta Meter ki bu tanrıça yer tanrıçası olarak adlandırılan Semelo ile eştir ve Anadolu’da kökünü Bronz Çağından alan bir geleneğin devamı olmalıdır.
Elinde üzüm salkımı tutar şekilde betimlenmiş tanrı figürleri Geç Hitit Çağında sıklıkla görülmektedir.
İvriz Kabartması ve Kleşik Steli’nde anlatım birbirine koşut görünmektedir. Her iki resimde de tanrı bir elinde ayağında kök bulunan üzüm salkımını ve diğerinde buğday demeti tutmaktadır.
Gökbez anıtını incelediğimizde görmekteyiz ki; burada da temel anlatım aynıdır, ancak anrı elinde bir savaş baltası ve diğerinde yıldırım tutuyor olması ile diğer resimlerden ayrılsa da ayağında kök bulunan üzüm salkımları ile betimlenişi diğer örneklerle aynıdır.[28]
Her üç betimleme de Geç Hitit Çağı önemli bir siyasi ve dini merkez olan Tabal sınırları içerisinde yer almaktadır ve Tuwanuva kralı Wapalavaş ve ailesi döneminde (İÖ. 8-7 yy.) tarihlenmektedir.  İÖ. /. Yüzyıla tarihlenen bir başka stelde elinde üzüm salkımı tutarak betimlenmiş görünmektedir. Birbirine sarılır durumda, oturmuş erkek ve kadın ellerinde üzüm ve ayna tutarken resmedilmiştir. Stelin, mezar taşı mı yoksa kült steli mi olduğu henüz tartışılmaktadır. Giysilerinden ve yüz ifadelerinden dolayı ölümlü insanlar olduğu önerilmekteyse de; ellerinde taşıdıkları belirteçlerden dolayı kadın ve erkeği tanrı tanrıça çifti olarak kabul edenler de vardır. Ancak her iki önerme doğrultusunda da bir belirteç olarak üzümün kutsallığı ortak görünmektedir. Eğer bir mezar steli ise üzüm burada yer altı ile ilişkilidir, keza aynada ve bir kült steli ise üzüm tanrının sembolü olarak kullanılmıştır ve külte yönelik bir anlam taşımaktadır.  
Üzümün dolayısıyla şarabın bir belirteç olarak kullanıldığı bu betimlemeler, yalnızca geç hitit çağına ait bir anlayış mı temsil etmektedir?
Koloni çağına ait Anadolu grubuna dahil edilmiş Kültepe Mühür baskıları bu konuda fikir vermektedir. Bu kabartmalarda bir tapınma sahnesi izlenmektedir.[29] Burada tanrı, bir elinde içki kadehi, diğerinde ise omza atmış olduğu savaş baltası ile betimlenmiştir ve Gökbez’de tanrının ayağından fışkıran üzüm salkımları burada kadeh olarak tanrının elinde durmaktadır.
Bir başka mühürde aynı tanrı bir boğanın üstünde, bir eliyle boğanın yularını ve diğeri ile ise kadeh tutmaktadır.
   [1] E. Hamilton, Mitologya (çev. Ülkü Tamer), Varlık Yayınları, İstanbul, 1994, 5.
[2] Hamilton, Mitologya, 6.
[3] Hamilton, Mitologya, 7.
[4] Bieber, M., The History Of The Greek and Roman Theater, Princeton, New Jersey, 1962, 2.
[5] Bierber, a.g.e., 6.
[6] Bieber, a.g.e., 7.
[7] Can, Ş., Klasik Yunan Mitolojisi, Varlık Yayınları, İstanbul, 1990, 2.
[8] Can, Yunan, 5.
[9] Hamilton, Mitologya, 35.
[10] Erhat, A., Mitoloji sözlüğü, Remsi
[11] Erhat, Mitoloji, 102.
[12] Erhat, Mitoloji, 102.
[13] Erhat, a.g.e., 103.
[14] Erhat, Mitoloji, 104.
[15]
[16]
[17]
[18]
[19]
[20]
[21]
[22]
[23]
[24]
[25]
[26]
[27]
[28]
[29]
Eksik dipnot bilgileri ve yazının devamı gelecektekti. Keyifli okumalar! =)
0 notes