#aslında ses dediğim his
Explore tagged Tumblr posts
0303g · 2 months ago
Text
ömrümde hiç yaşamadığım bir his ortaya çıkmaya başladı ne zaman arabayla yolculuk yapsam araba hareket halindeyken içimden bir ses kapıyı aç aşağı atla diyo…… baya tüm yol boyunca bu dürtüyü bastırıyorum, benim psikoloji ya da ruh sağlığı iyice nanay galiba
9 notes · View notes
mezardakicicekk · 1 year ago
Text
KÜÇÜK İTİRAFLAR
30/10/2023
Geçen gece bir ağlama krizinin tam ortasındaydım. Birini arayıp konuşmaya ihtiyacım vardı fakat kimse telefonlarıma cevap vermedi. Çok dolmuştum ve birine çok ihtiyacım vardı. Kime anlatabilirim diye çok düşündüm ve aklıma Onsra geldi.
Ona ses kayıtları attım ve göreceğine dair bir umudum yoktu. Son günlerde attığım hikayeleri görmediğinden hesabına girmediğini düşünmüştüm. Sabah uyandığımda görmemiş olursa mesajları silecektim ve ne şanstır ki mesajlarımı görmüştü. Cevap olarak ise şunları yazdı: ''Benim anlamadığım muhabbet şu; bana yazıyorsun, aradan 2-3 hafta geçiyor. Hiçbir yerde görmüyorum, yazmıyorsun ve hayat devam ediyor. Ondan sonra tekrar yazıyorsun. His değişikliklerin biraz hızlı git gelli mi yoksa ne?''
Okuduklarımdan gram bir şey anlamadım. Bir konu hakkında hesap sorduğu belliydi ama ne konuda hesap sorduğundan emin değildim. Bir şeyleri açıklamaya çalıştım ama neyi açıklamaya çalıştığımı ben bile bilmiyordum. Bunun böyle olmayacağına karar verdim ve müsait olduğunda bunu konuşmayı teklif ettim. Böylelikle bu güne ait yazacak bir konum olmuş oldu.
Sabah Onsrayla konuşmak için erken kalktım ve uyandığımı belli etmek adına mesaj attım. Yaklaşık 1 saat aramasını bekledim. Beklerken günlüğüme yazı yazıyordum ve o esnada telefonum çaldı. Derin bir nefes alıp telefonu açtım. Alışık olduğum o ses her zamanki gibi yine iyi hissetmemi sağlamıştı. Çok yorgun olmasına rağmen benimle konuşabilmek için uyumayı reddetmişti. Size saat farkımızı yazdığımda ne demek istediğimi daha net anlarsınız. Bizde saat 08:15 iken orada saat 02:15'ti.
Kısaca detaya girmeden ağlama sebebimden bahsettim. Çok dolduğumu ve birine ihtiyaç duyduğumu söyledim. Görmeseydi hepsini sileceğimi de ekledim. Daha sonra mesajlarda bana ne demek istediğini anlamadığımı belirterek açıklamasını istedim.
''Öncedende konuşmamızın ardından araya zaman giriyordu ama sen yine de benim görebileceğim, benim görmem için bir şeyler paylaşıyordun hikayende. Son konuşmamızdan sonra hiç öyle şeyler paylaşmadın. Sonra aniden bana mesaj attın. Bahsetmek istediğim buydu.'' dedi. Gözlerimi kapatıp buruk bir tebessümle konuştum. ''Sen görmedin çünkü ben senden gizledim. Yani aslında sana yönelik bir şeyler yaptım ve bunu görmene engel oldum.'' dedim. Haliyle bunların ne olduğunu sordu. Ona sizden ve buradan bahsettim. Onun için yazdığım yazılardan ve onun için çevirdiğim şarkıdan bahsettim. Neden sık sık mesaj atmak yerine araya zaman soktuğumdan da bahsettim.
''Açıkçası sürekli yazıp seni rahatsız etmek istemiyorum. Orada yoğun bir programın var ve kendine bile zar zor vakit ayırabiliyorsun. Böyle bir durumda senin vaktini almak istemiyorum.'' dedim. Onu rahatsız etmediğimi söyledi. Ayrıca ''Bu kadar ince düşünceli olduğun için teşekkür ederim. Daha önce kimse beni böyle düşünmemişti.'' dedi. Tebessüm ettim ve ''Ben düşünürüm.'' dedim. Aslında bu cümlemin altında saklı çok fazla anlam var. Sizce anlamış mıdır?
Sonra aniden ona karşı dürüst olmak istedim. Onsra'dan kolay kolay bir şeyler saklayan biri olmadığımdan sanırım... ya da duygularım söz konusuysa ona her zaman dürüst olduğumdan.. bilmiyorum. ''Onsra, sana karşı dürüst olayım mı? Şuan dürüst olmazsam hiçbir zaman dürüst olamam.'' dedim. Beni dinlemeye başladığında derin bir nefes alıp yutkundum ve konuşmaya başladım.
''Sana yazmama sebebim o, evet ama başka bir sebep daha var. Asıl mesele şu ki seninle konuşurken kendimi tutmam, dizginlemem lazım.'' dedim ve haliyle nedenini sordu. ''Çünkü biz ne zaman konuşmaya başlasak içimde saklı kalan tüm duygular gün yüzüne çıkıyor. Araya zaman koymazsam bu tekrar olucak ve ben bunun olmasını istemiyorum. Seni sevmeye başladığımda neler olduğunu hepimiz biliyoruz, psikopat gibi her an yazıyorum ve cevap bekliyorum. Bu durumda seni sıkmış olurum ve dediğim gibi zaten yoğun bir hayatın varken benim aptal duygularımla uğraşmanı istemem. Bu şeylerin tekrar yaşanmasını istemiyorum.'' dedim. Aslında ben onu sevmekten de korkuyorum. Geçmişte bazı söylenen cümlelere çok bağlı kalıp bir şeyler beklemiştim ve olmayınca canım çok yanmıştı. Tekrar üzülmekten korkuyorum ki son 2 yılımı düşünürsek yüzüm hiç gülmedi.
''Duygularını önemsemiyormuşum gibi görünmek istemem ama bu konudaki fikrimi biliyorsun.'' dedi. Zaten bu yüzden kendimi geri çekiyordum ya. ''Biz hiç görüşmedik. Anılarımız yok yani var ama bunların hepsi yazışmalardan ibaret.'' dedi. Haklıydı, anılarımız yazışmalardan ibaretti. ''Biz hiçbir zaman önümüze çıkan fırsatları değerlendiremedik. Yine söylüyorum, bence ve çevremdekilere göre birbirimiz için doğru kişiyiz ama hep yanlış zamanlara denk geldik.'' dedim. Türkiye'ye geldiğinde benimle mutlaka görüşeceğini söyledi. Hatta ''Yemin ederim kapına özel jetle bile gelirim seni görmek için.'' dedi. İnanmış gibi yaptım ama inanmadım. Daha önce de beni görmek istediğini söylüyordu ama bir sonuç yoktu. Bu yüzden gerçekten onu görene kadar buna inanmamakta ısrarcıyım. Tekrar kırılmak istemiyorum.
Bu arada konuşmalarımızı tamamen sırasıyla anlatmıyorum çünkü çok şey konuşsakta bir şekilde önceki konuya tekrar dönüyorduk. Ben birbiriyle bağlantılı olan konuşmaları sıraya koyuyorum sadece. Her neyse, devam edeyim. Oradaki hayatından bahsetti biraz. Kuzeninde kalsa bile rahat edemediğini söyledi. Düşmandan farkları yokmuş ve her günü çok gergin geçiyormuş. Üstüne iş stresi de var tabi. Annesine de bir şey belli etmiyormuş. Zaten kimseye bir şey belli eden birisi değil. ''Bir sana anlattım işte ilk kez, sen de biliyorsun. Zamanında bana bir şeyler anlattığın için ben de sana bir şeyler anlatmak istedim.'' dedi. Bu cidden özel hissettirdi. Bana anlatabiliyor olması çok güzel hissettiriyor. ''Bu kadar stresli günler geçirirken biri gelip olumsuz şeyler söylerse tabi ki rahatsız olurum. İyi şeyler duymaya ihtiyacım var ve biri iyi ve olumlu şeyler söylüyorsa bundan rahatsız olmam. Daha önce söylediğim gibi bana beklediğim desteği gösteren birisi yok. Rahatsız edeceğini düşünme bu yüzden.'' dedi. Yani beklediği desteği benden mi görüyordu? ''Yani benimle konuşmak sana iyi geliyor, doğru mu anladım?'' dedim ve ''Evet, iyi hissettiriyor.'' dedi.
Bir süre ailesinden ve nasıl yetiştirildiğinden bahsetti. Arkadaşlarından ve en ihtiyaç duyduğu zamanda onu fark etmeyişlerinden... ''Ben gözlerinin içine baksam anında nasıl olduğunu anlardım ama onlar beni o dönem anlayamadı. Yanımda olması gerekenler yanımda değildi.'' dedi. ''Ben olsam fark ederdim.'' dedim ve ''Evet, bundan bahsediyorum işte. Yanımda olması gereken insanlar yanımda değildi. Bir de şunu anladım, iyi yetiştirilmiş çocuklara göre değilmiş sokak. Orası çok bambaşka bir dünya.'' dedi. O an gerçekten çok üzüldüm. Onu dinledikçe birbirimize ne kadar benzediğimizi daha net anladım. Onu dinlerken cidden sımsıkı sarılmak istedim. Sarılmaya ihtiyacı varmış gibi geldi. Sarılırsam ruhunda açılmış yaraları da sarmış olur muydum?
Zamanın ne kadar hızlı geçtiğinden bahsetti. ''Facebook zamanlarım en stressiz zamanlarımdı. Senin kedili mi köpekli mi ne bir profil fotoğrafın vardı. O dönem tek derdim sizle konuşmaktı. Facebookta sağdan chat aç; Lara, Paulo, sen ve ben, arkada farm ville açık...'' dedi. Sesinden o zamanları ne kadar özlediğini anlayabiliyordum. Gülümseyip ''Güzel zamanlardı. Şeyi çok net hatırlıyorum; sen çok çekingen olduğun için ne fotoğraf ne video atardın, Paulo en son dayanamayıp zorla fotoğrafını ve videonu çekip atmıştı.'' dedim. Hatırladığını söyledi, bende hatırladığım tüm detayları sıraladım. ''Vay be, o zamanlara dönemez miyiz?'' dedi. Dönmeyi isterdim açıkçası... ''Larayla görüşüyor musunuz hâlâ?'' dedi ve ''Ay tövbe. Şeytan görsün onun yüzünü, görüşmüyoruz.'' dedim ve sebebini sordu. ''Hatırlamıyor musun? Biz onun yüzünden ayrıldık seninle.'' dedim ve olayı anlattım. Saçmaydı ama çocuktuk işte, sadece güldük bu olaya.
Bu arada laf arası benden 1 yaş küçük olduğunu öğrendim. Yaşadığım şokun etkisiyle bunun nasıl mümkün olduğunu sorguladım. "Bana tanıştığımızda yaşıt olduğumuzu söylemiştin." dedim. "Çocukluk aklı işte, o zamanlar hep yaşımı büyük söylerdim." dedi. "Tamam o çocukluk aklıydı diyelim. Motor cezası yediğinde bana faturayı atmıştın. Doğum yılını gördüğümde benden küçük müsün diye sorduğumda atar gider yapıp sana bir şey kanıtlamak zorunda değilim demiştin." dedim. Gülmeye başladı. Ya tepkilerime güldü ya da yaptıklarına güldü emin değilim ama yüz ifademi görseydi konuşamayacak kadar çok güleceğine adım kadar emindim. Şaşkınlık içinde bir açıklama bekliyordum sadece. "Yapmışım işte, sorgulamamak lazım." dedi. "Ulan bende öyle çıkıştın diye herhalde dedim kimliğine yanlış yazdılar." dedim ve daha çok gülmeye başladı. Böyle düşündüğüm için güldüğü besbelliydi. Yaşadığım şoku saatler sonra anca atabilmiştim.
Telefonu kapamadan önce yine bana ''İyi geceler.'' dedi. ''Sana iyi geceler.'' diyip güldüm ve telefonu kapattıktan sonra onun için çevirdiğim şarkıyı ve yazdığım yazıları attım. Bu yazıyı da ona atacağım. Okuduğunda bir şey hisseder mi ve hissederse ne hisseder merak ediyorum aslında. Her neyse, böyle tatlı bir konuşmaydı işte.
1 note · View note
elfubarov · 6 years ago
Text
arap atı veya hakiki bir yazar olma aruzusu
bölüm 1 - orospular ve zenginler -
"bu yazdıklarını kimse okumaz" dedi, elindeki kağıda göz ucuyla bakarken. "bunları okuyup ne yapacaklar hem? orospuları, kaplumbağaları, yararsız aileleri, terk eden sevgilileri.. kaldır şunları gözümün önünden." diye devam etti.
haklıydı. kimse bir orospunun can çekişine şahit olmak istemezdi. neden bilmiyorum ama ergenlik zamanlarımdan bu yana ilgimi çeken kadın motiflerinden en başıydı orospular. farklı bir desenleri, ilgi çekici renkleri vardı. belki fahiş fiyatlara tezgahlarda duruyorlardı ama olsun, o zamanlar, onlara ulaşamamanın verdiği zevkle yazıyordum bunları.
mesela ilk gittiğim o gürcü kadını hiç unutmam. sarı saçları, küçük göğüsleri ve etli vücudu ile öylece karşımda dikilirken, "hadi soyun" demişti yarım türkçesi ile. o gün şahit olmuştum orospuların, özellikle yabancı orospuların yarım türkçeye neden sahip olduklarını. gelen müşterilerin talimatlarını kafalarında tutup, diğer müşterilere aktarıyordu. yani o pozisyondayken, neden "hadi soyun" desin ki? "üzerini çıkar" diyebilir mesela. ama dediğim gibi, sanırım gelen müşterilerin çoğunluğu benim gibi olmadıkları içindir belki de bu kabalık.
"ayrıca yazdıklarının hepsi birbirine benziyor. neden tek düze şeyler yazıyorsun? ufkunu genişletip, daha fantastik şeyler yazamaz mısın? orospu da orospu.. geçin oğlum bu kafadan. halk uyandı, fantezi istiyor."
çağ dışı kalmış kafamı sorguladım bir an. bir adamın uçtuğunu, ağ attığını, gözleriyle evleri yaktığını düşündüm sonra. "haklısınız, ben sanırım çok geride kalmışım" dedim. güldü, "sen bayağı geride kalmışsın aslanım, değiştir artık bu kafayı" dedi.
babamla aramızda hep uçurumlar vardı. biliyordum, onunla aksi istikametlere doğru ilerlerdik hayatımız boyunca. mesela o çabuk kızardı, bense ses etmez zamanı beklerdim. yani, babamla bile ayrıyken, bu insanlar ile aynı olmaya çalışmak ister istemez canımı sıkmaya yetiyordu.
bir süre sessiz kaldık. daha sonra telefonu çaldı. "he, he, evet, tamam, sonra? anladım, akşam için haber ver. tamam. tamam. ben dönüş yapacağım o zaman" deyip sinirle telefonu kapattı. "siktiğimin çocuğu. ödeyecek paran yoksa kimseden borç para almayacaksın o zaman. ben de bu modelleri anlamıyorum işte ekrem kardeşim" dedi gözleri kıpkırmızı kesilmiş bir vaziyette. "doğru, kimseye borç vermemeli bu zamanda" dedim ben de. amacım fazla uzatmadan konumuza dönmekti. ama onun amacı benimle aynı değildi. içindeki sıkıntıyı bana boşaltmak istiyordu anladığım kadarıyla. "bu lavuk benim hanımın arkadaşının kocası. güvendik, verdik. elimiz para görüyor ya, herkes çökme peşinde tabii. eee biz de kimse için kötü düşünmüyoruz, trink veriyoruz. sonra da uğraş dur."
ses etmedim. sadece başımla onaylayarak onu anladığımı ima etmek istedim. yine güldü, "senin gibi olmak vardı ekrem kardeş" dedi. "hayırdır? neden benim gibi olmak istiyorsunuz?" dedim, anlamıştım bu sefer demek istediğini. üstü kapalı sefil olarak görüyordu beni. onun gözünde lağım faresinden ileri değildim. "sen para için buraya geliyorsun, ben elimdeki parayı sağa sola dağıtıyorum. ne kadar saçma değil mi?" dedi.
masanın sağ kısmında bulunan çekmeceden bir puro çıkardı. hakiki puroya benziyordu bu. jelatini olmayan, italyan purosu. "grey hawk" yazan zipposunu da çıkarıp, puronun ucunu kestikten sonra ateşe verdi. ağzı doldu, sol kenarından çıkıyordu duman hafif hafif. daha doğrusu bunu "kaçmak" olarak nitelendirmek daha mantıklı olur. çünkü böyle adamların ağızları hep çirkin kokar. ben de olsam kaçmak isterdim tabii.
"neden böyle düşünüyorsunuz ki?" dedim, ortaya attığım lafa karşılık bir cevap vermesini bekledim. yine güldü. "işin doğrusu ekrem kardeş, olmayan bir şeyi kiminle paylaşabilirsin ki?" dedi. "ben para kazanmak için yazmıyorum bunları" dedim. "her şeyin başı paradır, senin de amacın bundan para kazanmak" dedi.
ucuzdu düşünme yapısı. her şeyden para kazanmak isteyeceğimiz doğrudur ama benim derdim insanlara el uzatmak, bir ışık olmak. hem bir kitaba 50 lira vermeyi kim ister? zaten aynı fikirde olan insanların birbiri ile sohbet etmesi gibi bir şey bu, kitap okumak dediğimiz şey. yapılan eylem sadece "acaba bu sefer ne anlatmış" merakını gidermek. yoksa bu zamana kadar hiç demedim "50 lira vereyim de emrah serbes kendisine viski alsın".
bir şeyler üzerime geldiğinde hep boğulurum. bu his belki de kaçmak için yeterli oluyor. evet, şuan oturduğum sandalye bile sıkmaya başladı bedenimi. bir el gibi kavradığını hayal edip ondan kurtulmak istiyorum.
"izniniz olursa ben müsaade istiyorum" dedim, gayet kibar bir şekilde. "izin senin ekrem kardeş. ama dediklerimi sakın unutma. bunları cidden kimse okumaz" dedi. "edeceğim efendim, teşekkür ederim." "hoşça kal ekrem kardeş" dedi. "hoşça kalın" dedim.
dışarı çıktım. kafamı geri çevirip "yenici baskı - edebiyat" tabelasına baktım. bu da fiyaskoyla sonuçlanmıştı. oysaki elimde bulunan yazılarla çoğu yazara kafa tutabileceğimi söylemişti uğur ağbi. belki de küçük bir şakaydı. bu şekil ikilemlerin ortasında kalınca canım sıkılır. "tamam, bu sefer olmayacaksa bir sonraki sefer belki olabilir" diye geçirdim içimden. kabanımın yakasını düzelttim, adımlarımı hoşgören'e doğru atmaya başladım.
bölüm 2 - hoşgören'de bir şişe bira -
kapıda fedai ağbi bekliyordu. bazı zamanlar buradan içeri girince, bu adamın burası için dünyaya geldiğini düşünüyorum. bar kapısında bekleyen ve adı fedai olan birisinin hayatta olma olasılığı ancak bu kadar yüksek olabilir çünkü.
"selam fedai ağbi. kolay gelsin." "aleyküm selam kardeşim, hoş geldin." -ufak bir kafa hareketi ile nazikçe karşılık vererek içeri geçtim.-
"evet kardeşim, dün gece burada içti. evet. ya ben sana ne diyorum? her akşam farklı kadınları getirip burada içiyor. ağbi babama söyle, o ödeyecek deyip gidiyor sonra. tamam, anladım. tamam tamam. hadi görüşmek üzere."
"neyin var feridun ağbi? yine öfkelisin bakıyorum" diyerek yaklaştım feri ağbiye. ona feri dememin sebebi, adının feridun olmasından kaynaklı tabii. ama feridun pek sıkça rastlanmadığı ve yorucu bir isim olduğu için feri deyip kestiriyorum. sağ olsun o da bozuntuya vermiyor bu durumu.
"ne olsun be ekremcim. lavuğun birisi her gece gelip hatun eğlendiriyor sonra da babam ödeyecek deyip gidiyor. babası da lak lak yapıyor aradığım zaman. meslekten soğuyorum bunlar yüzünden" diyerek elini omzuma attı. "sen ne yapıyorsun? yazma işleri devam mı?"
"devam ağbi, bugün baskı-edebiyata gittim. olmadı. ne yalan söyleyeyim ben de soğuyor gibi oluyorum artık."
"aman sen soğuma kardeşim. sen soğursan dünyanın dengesi şaşar. yaz sen, bir gün çıkacak aradığın şey karşına."
"çıkar değil mi ağbi?"
"çıkar tabii, ben inanıyorum."
"sağ olasın ağbi" deyip ayrıldım yanından.
yazdığım hikayelerdeki gibi hep arka masalara yoğunlaşırım. çünkü inancıma göre, arka masada olan insanlara pek bela bulaşmaz. kadınlar bile tırsak buldukları için birkaç seçenek sonraya atıp, gelir yanınıza. bana göre kadınlar hep beladır böyle yerlerde. yani aklı başında bir adamı veya kadını neden burada bulasın ki?
sürekli içimi kemiriyor baskı-edebiyatçı. bir şeyler anlatmak için neden birilerinin ilgisini çekmek zorunda olayım? bu ağlamak gibi bir şey aslında. köşene çekilip ağladığında sadece samimiyetine inanan insanlar gelip "ne oldu" derler. ve sen de o zaman içinde biriken tüm şeyleri anlatıp rahatlamaya çalışırsın. ama seni anlamayan insanların içinde ağladığında, işte o zaman kendini de oyuncu olarak düşünüp, eziklemeye başlarsın. bu, bir insanın başına gelecek en berbat olaylardan birisi. insan kendi cenazesini sırtlayamaz. aynı şekilde içinde bulunduğu rezilliği de kabul edemez. eğer buna göz yumacak olursa, bilir ki tamam, şuan bitmiştir.
"merhaba, hoş geldiniz." "merhaba. teşekkür ederim." "menünüzü vereyim, tercihinizi yapınca seslenirsiniz." "menüye gerek yok. bir tane filtresiz versen yeterli." "fıstık da ister misiniz?" "iyi olur." "tamam, hemen getiriyorum." "teşekkürler."
elimi çantama atıp kağıtları çıkarıyorum. teker teker okuyorum paragrafları. kötü olduğunu düşündürecek bir şeye rastlamıyorum tekrar. gerçekten çağ dışı mıyım yoksa?
sayfa 9 - üçüncü ayakta geri kalan lüpen'in şerefine isimli hikayeye bakıyorum. "bazı şeylerin 'niye'si yoktur gürsel. yaşanır ve biter. yoğun bakımda yatan bir adama 'niye burada yatıyorsun' demezsin. çünkü kimse yoğun bakım ünitesinde yatmak istemez. ya da kalp spazmı geçiren bir kadına 'niye göğsünü tutuyorsun' diyemezsin. çünkü kalbi duracakmış gibi olan bir kadının yapacağı tek şey elini göğsüne koymak olur. yani gürsel, bizim de ayrılık sebebimiz böyle işte. yaşandı ve bitti. niye demeye gerek yok, her şeyin bir neticesi vardır. neticenin de anlamı sondur. ama mutlu, ama sıkıntılı. sorgulayamayız, bilemeyiz." demişim. ölümü ve ayrılığı daha nasıl anlatabilirim ki? yani, bunu anlatırken, kahramanın su üzerinde yürümesi mi gerek? işin içinden çıkamıyorum.
"buyurun, filtresiz biranız. bu da fıstık tabağınız. afiyet olsun." "mersi. kolay gelsin."
imkanım olsa şu bira şişesine bile bir şeyler yazmak isterim. birayla alakalı olacak tabii ki. mesela biranın çıkış tarihini acıklı bir serüvenle dile getirip, o zamanlar insanların sıkıntı çekerek ortaya koydukları şeyi, şimdilerde keyif için içen insanlara anlatmak gibi. sonu yok, koca bir deniz gibi.
feri ağbi yine sinirli. bu sefer bir adamı ensesinden tutmuş, "fedai fedai" diye bağırıyor. fedai ağbi de tüm gücüyle adamı kucaklayıp dışarı çıkarıyor. güzel bir aksiyon malzemesi.
zaman ilerledikçe içerisi kalabalıklaşıyor. her tipten, ırktan, yaştan ve yaşam tarzından insanlar doluşuyor. bir adam fötr şapkasıyla gelmiş, bir kız baş örtüsüyle. böyle bir farklılığı göz önüne alıp, içlerinde yaşadıkları kültürleri de ortaya çıkarabilirim. ama bunun sonunda kültürüyle tezat olup, burada olduğunu gördüğüm insanlara sinir olurum hep. herkesin her türlü ortama ait olacağını düşünmüyorum. zaten kaos dediğimiz şeyler de bu yüzden çıkmıyor mu?
"bakar mısın?" "buyurun" diyor garson meraklı bakışlarla. "bana bir kağıt ve kalem getirebilir misin?" "tabii, hemen getiriyorum."
..
"buyurun, kağıt ve kaleminiz." "teşekkür ederim."
bu kadar farklı insanın içinde değişen fikirlerime devam etmem için birkaç satır şiir yazmam gerektiğini düşünüyorum. filtresizden bir yudum alıp, kaleme bürünüyorum.
"ardıma takıp kaçtığım bir dünya var dışarıda ne içine girebilirim ne dışında durabilirim"
evet, dışında durulmayacak kadar soğuk, içinde kalınmayacak kadar sıcaktı burası. belli bir tipin yoksa eğer, bazı insanların gözünde hedef oluyorsun. seni sevecek bir topluma girince de cılkını çıkarana kadar sarılıyorlar(sevgi gösterisine atıf olarak). ben sıcak ve soğuğun tam ortasında kalıp, aralıklı zamanlarda giriş çıkış yapmayı tercih ediyorum.
"şu bitmek bilmeyen kalabalık ve ucu bucağı görünmeyen yalnızlık ne acı bir tesir aslında"
kalabalığın içinde olmak her zaman bir sıkıntının arifesidir kimine göre. bolca arkadaş, bir dolu mekan ve sahte, yabancı insanlar. aslında her insan biraz arkadaştır karşısındakine göre. aradaki tek engel "merhaba" diyememek.
yoldan geçen bir insana "merhaba" dediğimizde arkadaş oluruz. dertlerimizi anlattığımızda da sırdaş veya dost oluruz. yatağa girdiğimizde sevgili olur çıkarız. bir müddet sonra yabancılaşır. yani o da sana dönüt olarak "merhaba" derse ya da derdini dinledikten sonra kalkıp giderse ya da yataktan çıkıp giderse.. sonu hep aynı biten şeyler. bir filmi çok sevdiğinizde onunla bütünleştiğinizi düşünürsünüz. bittiğinde ise derin bir boşluk sarar bedeninizi. artık bir anlık da olsa bakışlarınız seğirir. göz kapaklarınız kapanır. bir nevi ani depresyon belirtisi. özlersiniz, bir daha izlersiniz. iyi gelir ama sona gelince tekrar aynı şeyler. bir daha ve bir daha.. insanlar da aynı şekildedir. sonu geldiğinde depresyona mahal verse de, arzuların doruğuna geldiğinde tekrar ararsınız. bir ihtiyaç sebebidir hepsi. bencilliğin içinde boğmak istediğinizden. olmasa da olur ama olmadığı zamanlarda ölecekmiş hissi verdiği için elde etmek uğruna tüm kepazeliklere göz yumarsınız.
"merhaba, oturabilir miyim acaba?" diye girdi, adını ve hikayesini bilmediğim bir kadın. görünüşüne bakacak olursak, pek birbirimize hitap etmiyorduk aslında. ama büyük bir heyecanla "tabii, oturabilirsiniz" dedim. bir süre bakıştık, kadına olan açlığımdan değildi bu ama geçen her saniyede biraz daha dibe çakıyordu gözlerini. sanki hz isa'yı çarmıha gererken ellerine çaktıkları gibi, bu kadın da gözlerini bana doğru silah olarak kullanıyordu.
"ben, şey.. feridun ağbi söyledi." "anlamadım, ne söyledi?" "yazarmışsınız. yani yazılarınız varmış." "evet. kimsenin okumadığı, okumaktan keyif almadığı yazılarım var."
gülümsedi.
"okuyabilir miyim?" "tabii ki."
masanın altından çantamı alıp, içinden kısa bir hikaye çıkardım.
"buyur, bu en kısası" diyerek önüne uzattım.
...
"aslında o kadar da berbat değiller. insanlar bunu neden anlamıyor ki?" deyince içimde bir şeyler yoğunlaştı. bu sefer gülümseyen taraf bendim. "hatta birkaç alıntı bile yapılır bunlardan" diyerek daha bir derine sapladı bu sefer gözlerini. kendimi alamadığımı hissedince dur demenin vakti geldiğini düşündüm. biliyorum bu gibi durumlarda dışarıda kalacak taraf hep ben oluyordum. ama bir tarafım sürekli "dışarıda dur, soğuğu hisset" diye ısrar ediyordu.
kendimi tutamadım ve "ben kalksam iyi olacak" deyip müsaade istedim. gözlerinde garip bir buğulukla, "tabii, nasıl istersen" dedi. teşekkür edip kalktım masadan.
"ağbi benim hesap nedir?" diyerek feri ağbiye seslendim. "15 lira. tanıştın mı arkadaşla" dedi. cebimden 20 lira çıkarıp para üstünü beklerken "evet, tanıştık" dedim. "iyi iyi" deyip gülümsedi. "hadi allaha ısmarladık."
neden bilmiyorum ama içimde sürekli bir kaçma isteği oluşuyordu. kaçmak ve izini kaybetmek. çünkü bir gün yakalanırsam, geride bıraktığım sonsuzluk için pişman olacağımı düşünüyordum. kendimden kaçmanın verdiği acıyı, belki de ömrüm boyunca hep "keşke"ler ile süsleyecektim.
bölüm 3 - hızlı koşan atlar da bir gün sendeler -
o sabah uyanınca aklımın bir köşesinde sürekli o kızın varlığını hissettim. varlığı ve ne yazık ki yokluğu. içinden çıkılmayacak dar bir geçit gibiydi, gülümserken. derin yüz hatları ve inci gibi beliren dişlerini unutmak için belki de intiharı bile tercih edebilirdim.
yataktan kalkıp tuvalete gittim. elimi, yüzümü yıkayıp mutfağa gittim. yumurta, peynir, zeytin ve dünden kalma yarım ekmeği yedim. bulaşıkları yıkayıp pencerenin önüne, annemin "sarı zeytin" dediği ��içeğin yanına gittim. "bu gün biraz canı sıkkın galiba sarı zeytin. su ister misin?" diyerek mutfağa yöneldim ve pet şişeye doldurduğum suyu, dallarının üzerinden köküne akıttım. iyi geliyordu çiçek beslemek. belki de ileride büyük bir eve sahip olursam yapacağım ilk iş bir odayı sadece çiçeklere tahsis etmek olacak.
televizyonun başına geçip, ganyan tv'yi açtım. şu hayatta çiçekler kadar mutlu edecek bir şey varsa o da atlardır. belki de dünyaya gelecek olursam, eğer bir seçenek sunarlarsa, yapacağım ilk seçenek arap atı olmak olurdu. benim için farklı bir tutku bu. hayatım boyunca koşabilirdim. hiçbir şeye sahip ve ait olmadan. sadece koşar, yorulunca bulduğum ilk yalaktan su içer ve otlanırdım. sonrasında tekrar koşardım. ve tekrar koşardım.
içinden çıkılmayan şeylerin içinde kalıp, orada öylece durmak acı veriyor. bir süre sonra çıkmak için zorlayınca, çıktığım kadarından tekrar aşağı düşmeyi göz önüne alamadığım için, işte kaldığım yerde devam ediyorum yaşamıma. bir sonu yok. bir at gibi değilim. insan olmak dışında her şeyi kabul edebilirdim oysaki. bir domuz, bir kuş, bir timsah, bir fil.. insan olmanın, ben olmanın verdiği acıdan kurtulmak adına her şey olabilirdim. dağlık bir arazide yetişen çiçek bile olabilirdim.
hayatın tüm fiyaskolarını üzerine çeken bir yazar olmayı kim ister ki? ama olsun, içinden çıkamadığımı bilsem de, yine de boğulmadığımın farkında olmak mutlu ediyor. zaten insan sıkışınca değil, boğulunca ölürmüş.
3 notes · View notes
seyyaheninfilmarsivi · 5 years ago
Photo
Tumblr media
Serkan: Film hakkında ne yazacağım cidden bilmiyorum. Ufak bir konu yakalasam sanki ipin arkası gelecekmiş gibi geliyor. Neden bu kadar zor? Neyse film hakkında konuşmaya başlayalım artık. Hani önceki filmlerde hep bir şeyler eksik diyordum, anımsıyor musun acaba hiç? Mesela bir Flashback olsun, bir daha derine inilmesi gereken konu olsun. Mesela Sybil filmindeki Sybil'in babası ile kilise arasındaki ilişki konusu eksikti aydınlatılması lazım dediğim yorumlar gibi yorumları bu filmde yapamıyorum. Çünkü açıklanması gereken her şey filmde açıklanıyor ve sadece kafalarda soru işareti bırakmak için konuların kapısı açık bırakılıyor. Ki film hakkında konuşmaya devam edebilelim. Film yaşamaya devam etsin. Yani giriş bölümünü nasıl toplasam... Sanki matematik biliyormuş gibi filmi formülize etmek istiyorum. Çünkü filmde her şey en ince ayrıntısına kadar düşünülmüş hesaplanmış. Normal standart filmler ilkokulda öğrendiğimiz kompozisyonlar gibidir. Giriş, gelişme ve sonuçtur. Biz bu filmin matematiğinde filmi izlemeye başladığımızda aslında sonuç aşamasında oluyoruz. Film ilerledikçe olaylar gelişiyor diye düşünüyoruz ama aslında ortada bir gelişim yok. Daha çok çözülme var. Yani parçaları birleştirerek tüme ulaşmamız lazımken, film tümü bizim için parçalıyor. Ve filmin ortasına geldiğimde aslında filmin giriş bölümünde olduğumuzu görüyoruz. İşte bu matematiktir. Keşke biraz matematik bilseydim de bunu daha net açıklasaydım. Anlatmaya çalıştığım ama anlatamadığım şekilde kısaca filmin konusu/senaryosu mükemmel! Seyir zevkinden bahsetmek istiyorum. Filmin seyir zevki de 4/4'lük! Minimal diyeceğim. Tartışılacak bir konu ama bana kalırsa filmde vintage bir minimallik var. İzlediğimiz film dram, bilim kurgu türü bir film. Bu tarz filmler her zaman yüksek detaylı efektler, tanımlanamayacak grafikler ve ekstra materyaller ile tasarlanır. Çünkü bilim kurgudur. Yenilikçi olması gerekir, fark yaratması gerekir. Fakat izlediğimiz film bunun yanı sıra tamamen çağına ve zamanına uygun materyal ve efektler kullanıyor. En büyük görsel kurgu zamanda sıçrama yapmak. Bu eylem bile o kadar minimilize edilmiş ve ekstra görsellikten kaçılmış ki sanki çok doğal her gün karşılaştığımız bir eylem gibi geliyor. Kostümler ve mekanlar tam olarak filmin seyirliğini basitleştiriyor. Bu basitlik filmin daha başarılı olmasını sağlıyor. Mekanlar ve kostümler çok güzel seçilmiş. Karakterlerden konuşmak istiyorum ama karakterler dediğimiz kişi sadece bir karakter olması ne yönden konuşmam gerektiği hakkında kafamda hiç bir soru işareti uyandırmıyor. Az bir şey uyandırsa yazacağım, ki konuşulacak bir şey olsun. Onun yerine filmin konusunda karakterlerin işlenmesi ve olgunlaşması o kadar güzel ve eksiksiz anlatılmış ki seyir keyfini düşürecek hiç bir etken barındırmıyor. Bunun yerine bırakılan açık kapılar film hakkında farklı şeyler düşünmemize sebep oluyor. Filmi ilk izlediğimde uyumak için film izlediğim dönemlerdi. Bu yüzden filmin yarısına geldiğimde uyumuştum. Pek sonunu hatırlamıyorum bu yüzden. Şimdi filmin sonuyla karşılaşmak güzel bir tatmin duygusu yaşattı. İlk başlarda da dediğim gibi film ortalarına geldiğinde yani klasik filmlerde gelişme sonucuna geldiğinde benim için sonuç bölümüne gelmişti zaten. Bu yüzden filmin sonunda yaşananlar beni pek şaşırtmadı. Ama seyir zevkinin çok güzel olması, konusu çok ilginç olması dolayısıyla büyük bir zevkle son düdüğe kadar keyifle izledim. Mesela baş rolümüz, emeklilik zamanında daktilo karşısında yazarken ayağa kalkıyor ve ameliyat izleri görünüyor. Bu sahne açık bir şekilde onun aynı kişi olduğunu doğrulayıp seyirci üzerinde şok yaratması bekleniyormuş gibi bir hisse kapıldım ama bende şok yaratmadı. Kızla erkeğin bankta otururken barmeni görüp yanına gitmesi ve oradaki konuştuklarını izledikten sonra tüm karakterlerin tek kişi olduğuna inancım tamamlanmıştı. Sadece görevleri veren kişininde bu adam/kadın çıkmasını az bir şey istedim ama oda çok uç bir nokta olurdu açıkçası. Fakat zamanda yaratılmış bir paralel evrenden, yada alternatif gerçeklikten doğmuş bir karakter bile olabilir aslında. Artık daha ne yazacağım bilemiyorum. Az evvel yazıma bir telefon konuşması ile ara verdim ve tüm enerjimde düştü bu yüzden affına sığınıyorum son bir düşüncem ile maili sonlandıracağım. Bu son düşüncem benim için filmdeki en büyük soru işareti. İlk hareket nasıl oldu? Zaman sürekli ilerleyen ve filme bakacak olursak sürekli kendini tekrarlayan bir eylem. Bir başlangıcı var. Ve sürekli bu başlangıç kendini tekrar ediyor. Ama bu başlangıç nasıl başladı? Bu döngünün ilk noktası neydi, nasıl oldu bunu merak ediyorum. Görüyoruz ki karakter ses kayıtları ile kendine sürekli ipucu bırakıyor ve yaşaması gereken şeyleri yaşaması için elinden gelen her şeyi yapıyor. Kendini, kendine aşık etmek, kendini kaçırıp yetimhaneye bırakmak vs. sürekli bir döngü içerisinde. Ama bu döngüye ilk hareketi kim, nasıl ve hangi amaçla verdi?
Büşra: İşin açığı hala aklımda ne yazacağıma dair pek bir şey yok. Biliyorsun bu filmi ikinci izleyişim ilkinde de ikincisinde de aynı his evet güzel hoş da niye böyle bi film yapma ihtiyacı hissettiler vermek istedikleri mesaj ne? Neredeyse tüm yazdıklarınla hem fikirim bu kolaycılık belki ama cidden filmle ilgi kendi kafamın içine dahi yorumda bulunamıyorum. Sorun ben de mi diye yorumlara baktım ve şöyle bir bilgyyle karşılaştım buna da katıldım yani en azından kendi bakış açılarından bunu anlatmaya çalışmış olabilirler dedlm:  Kendi kuyruğunu ısıran yılan, değişik inançlarda yeniden doğuşu, dengeyi, sonsuzdöngüyü kısırdöngü simgeler. Simyacılar için “başlangıcım sonumda, sonum başlangıcımda”yı anlatır. İnsanlığın en eski inançlarında bir karşılığı vardır: tasavvuf dahil.Taşıdığı sır şudur: “aynı hayatı sonsuz kez yaşıyoruz ve hatırlamıyoruz.”
Ama Robertson’ın da o çıkmasını ben de beklemedim değil.
1-6 Ekim 2019
0 notes
bertha-h · 5 years ago
Text
Karantina bilmem kaçıncı gün
Karantina bilmem kaçıncı gün. Uzun zaman oldu yazmayalı. Alışkın olduğum bu müzik, karanlık, yumuşak ses tonu. Güvende hissettim. Uzun zaman sonra ilk kez. Bu şarkıyı normal zamanlarda-yazı yazmazken dinlemiyorum, büyüsü bozulmasın diye. Tanrım ne çok şey tuttum içimde/tutuyorum.
Kısmen de minnettarım, tekrar yazacak gücü eforu sağlayabildiği için bu eve kapanmaya. Halbuki ne çok şey var içimde anlaşılmayı bekleyen. Hayır benim değil, başkalarının anlamasını istediğim. İntihar etsem ne yazardım diye düşündüm sıkça. Kitaplarda altını çizdiğim satırların beni benden daha iyi anlattığını düşündüm sonra. Onlardan kopya çekerdim muhtemelen dedim. Sonra hepsini yazmaktansa beni en iyi ifade eden kitabı-kırk oda- boynuma asıp gitmenin daha kolay olacağını düşündüm. Ama altını çizdiklerimi demek istediğimin bile anlaşılamayabileceği ihtimali ürküttü. O derece anlaşılmaktan uzak hissediyorum.
Anlaşılmak isteyip de bu kadar kapalı olmam iki yüzlülük gibi geliyor kulağıma. Nevin tam tersi saydam dışa dönük olduğumu söylemişti. Şaşırdım sonra tüm herşeyi/kırılganlıklarımı karşımdakine söyleyip beni buralardan vurma dediğimi ama tam olarak gösterdiğim noktalardan vurulduğumu hatırladım. Onu kastediyor olmalı. En yakınım dediğim insan bile benim kapalı kutu olduğumu düşünüyor olmalı. Kriz anları olmadıkça ona bile içimi açmıyorum. Haksız sayılmaz.
Doğru ne yanlış ne bunun üzerine çok düşündüm. Bunun göreceli, baktığın yere göre değişiklik göseriyor olması beni daha da kaygılandı. Doğruyu yapmak için okadar çabalıyorum ki, bu sırada doğru olan ne onu bile bilmiyorken okadar zor ki bu. Dünyayı yüklenmişim omuzlarıma da kaldırmaya gücüm yetmiyormuş gibi bir his bu. Yer altı edebiyatında okuduğumda çok hoşuma gitmişti. Kaldırabileceğini sanıp atlasın altına yatan kızların bunun altında eziliyor olduğuyla ilgili bir cümleydi. Kalmadı öyle dergiler-bok kültürü fanzin. Belki de sürekli onları okuyup durduğum için böyleyimdir. Hayır daha doğrusu böyle olduğum için onları okuyordum. Yalnız hissetmemek için. Hatta yaNlız hissetmemek için. Bu daha doğru bir kelime oldu.
Kırk odada şöyle der murathan mungan:
Denedim. Her şeyi denedim. Yalnızlığımdan kurtulmak için. Daha anlamlı daha doğru bir yaşam için. İyi değilim doktor. İçimdekileri herkese dökeceğim diye ödüm kopuyor.
Ya da böyle bir şey.
Ben kendimi daha iyi ifade edemezdim. Bazen diyorum keşke aklımın iplerini tamamen koparsam da kurtulsam. Ama bunun sanıldığından daha zor olduğunu yaşayarak deneyimledim. Hiç kolay değil. O ipleri tutmak da bırakmak da. Özellikle ne yapacağını bilmiyorsan. Sanırım ben de sadece sürükleniyorum. Kontrol bende değil. Buna gücüm olduğunu sanmıyorum. Kendi hayatımın gücü bende değil. Hayır konu para değil. Konu ilişki. Aşk ne kadar iddialı bir kelime öyle. Bugünlerde bunu kullanmak bayağı tehlikeli. Bir insanın isteyeceği şeylere sahip olup aslında hiç bir şeye sahip olamaması kelimelerle ifade edildiğinde anlaşıldığından daha çok anlam içeriyor.
İyi bir insanım. Anlayışlıyım. Uyumluyum. İyi bir işim var(insanlara iyi olduğunu düşünüyor) Zekiyim(bence). Ama bunların hiç bir bok etmediğini anlamam-kabullenmem zor oldu. İçimde o direnç gösteren yeri gösterin de ben de iki yumruk çakayım. İçim soğur belki.
Göremediğinizi ve bu körlüğün psikolojik olduğunu düşünsenize bir. Görmek sizin elinizde ama nasıl yapacağını bilmiyorsunuz ve bu birisinden/bir şeyden kopya çekebileceğiniz bir konu değil. Görmek sizin elinizde ve bu yüzden imkansız/çok zor. Ve bunu her başaramayışınızda karşınızda ezilmiş korkudan titreyen benliğinize daha çok kızdığınızı. Ve o benlik karşınızda ezilip büzüldükçe görme ihtimalinizin daha da düştüğünü-zorlaştığını. Güzel bir paradox. Ama bu döngüyü nasıl kıracağıızı da bilmediğinizi. Ve bu öğrenilecek bir şey değil, en azından dışarıdan. Kendin çözmen gereken bir şey. Bilim insanlarının yeni formül icat ederken yaşadıkları doğum sancılarını çok iyi anlıyorum. Ama en azından onların yanında beyinleri var, benim beynim bu konuda pek bir işe yaramıyor. Hoş bunu o da çözemez. Zavallıcık bildiği mühendislik bilgileriyle mantık kurmaya uc uca ekleyip açıklamalarda bulunmaya yardımcı olmaya çalışıyor ama bu konuda çok bakir. Hep yanlış hesaplamalarda bulunuyor.
“Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz”
Ama laflar da hiç uymuyor be yaptıklarına. Bu yazıyı bir an birisine göndermeyi düşündüm. (Hooop anlaşılma kaygısı) sonra da dedim ki ne fark eder? (bu şarkıyı severim)Sorun da bu zaten. Ben de genelde herkeste olduğu gibi belirli kişi/kişilerin beni anlaması için diretiyorum. Ama ben istediğimi vereyim. Karşıdaki almak isterse almak istediği kadarını alacak. Kıçını yırt Hilal, bu konuda yapabbileceğin bir şey yok. Kabullendim bunu diyip de küsüp oyundan çıkıyorsun. Yaşlı bir çocuksun. Hem yaşlısın ama aynı zamanda çocuksun. Yani her halükarda 27 yaşında bir kadın değilsin. Belki sadece içimdeki çocukla yaşlının yaşlarını toplayı bi rakama bölmüşlerdir.
Beni mutlu eden şeyden canımı yaktığı-yakacağı için vazgeçmem gerekiyor. Beni ne mutlu eder hiç bir fikrim yok. Önemsenmek hoşuma gider ama bunu başkası yapınca hoşuma gitmiyor. Bu hep böyle mi olacak. Mutluluğum başkalarının keyfine mi kalacak. Kendi kendini mutlu etmeyi öğrenmelisin. Tamam. Peki. Nasıl? Dene diyorlar yeni şeyler dene, tecrübe et. Tanrım! Ben yeni şeyler deneme fikrine kedimi bile ikna edemiyorken yapmam nasıl beklenir? çok mantıksız. Her şeyi yapacak güce içimde bir yerlerde sahip olduğumu biliyorum. Ama bu gücü kullanmaya çalışacak gücüm yok. Motor çalışsa 129738468237 beygir gücünde ama mars motoru çalışmıyor. Napayım ben bu 21080128392834392 beygiri? Münasip bir yerlerime sokmayı deneyebilirim ancak. Başka ne işe yarar ki? Motor mars almadığı için orada öylece durup paslanacak.Ben de kendi kendimi yiyeceğim içerde öyle şeyler olduğunu ve kullanamadığımı bildiğim için. Görmezden gel inkar et. İnanmıyorsun bu inkara ne faydası var.
Güzel bir başlangıçtı. Yüklenmeyelim ilk günden. Aferin benim kızıma. Güzel başlangıçtı.
 21.03.2020’yi 22.03.2020 ye bağlayan gece. Vaka sayısı 947.
0 notes
sevinecem · 6 years ago
Text
9.
Mekanda yürümeye başla. Dış ses değil de kafanın içinde bir sesmişim gibi. mekanı iyice hissettikten sonra gözlerini kapat ,sabitle kendini. Kokuyu bir içine çek, her şey bir film şeridi gibi kalbinden geçsin. Her duygudan sonra miniminnacık da olsa bir nefes,bir yenilenme anı,duyguyu temize çekme anı tanıyarak devam edeceğiz.Müthiş yemekler var hepsini aynı anda tıkıştırırsan hiçbirinin tadını hissedemezsin,tane tane tatlarını hissederek boğazımıza dizmeden. Anadan doğma çırılçıplaktan sonra Allahtan ölüyken delirmek biraz zor daha farklı olsun.
Babam gelmeyecek.Gelecek olsa bu zamana kadar gelmez miydi’den sonra
Anne daha farklı olsun.
Tane tane oralara kadar geldik.
Ben böyle de mutluyum.
Kendinize dikkat edin dikkatte o tecavüz sırasında acıyan yerin acıdı,.
Kolyenin boğazında olmadığını fark ettin,baktın,yerden bir şey görür gibi oldun. Eğildin aldın ay tozmuş.
Ben böyle de mutluyum.Mutluluktsn deliriyoruz.Tarlakuşu gibi oo oh
Sonra hayalet gibi kız kardeşin
Canım benim küçücüksün. Burda kuyruğunu dik tutuyorsun. Sanki böyle büyük bir kıyafet giymişsin,ayakkabıların sana büyük gelmiş gibi yapacağız bunu.
Parasını verdiler düzdüler temiz
Küçükken yaptığımız gibi ayağımızda kocaman anne ayakkabıları , anne giysisi, belki fularla şalla bir saç mı yapmışsın ne yapmışsın,böyle kadın kılığında kız çocuğu gibi. Ben büyüdüm artık sen de büyü der gibi. Derken aslında hiç de büyümediğinin görüntüsünü “ben büyüdüm sen de çocukluğu bırak”
Sonra ayağındaki o 20 numara büyük ayakkabıyı da hissederek Ayaklarıma kara sular indi diyip yere bebek gibi fırlayacaksın. Pıt baban geldiiii ba-ba hoş geldin. Yok yok ruj değil ruj değil dudaklarım çatladı krem sürdüm diyip peşinden gidip odadan çıkacaksın.
Hiç acele etme, aralarda unutabilirsin,atlayabilirsin. Hareketle laf birbirine girebilir. Özgür olan özgür bölge.Provanın provasını yapıyoruz.
Kendini sınavlarda da çıkacağın bir noktada sabitle.
Gözleri açalım,mekanda yürüyelim. Hazır hissettiğinde başlayabilirsin canım diyecekler. Nazik tatlı olmalarını umuyoruz ama ayı gibi de olabilirler. Fark etmez.
Kendine güzel,güvenli bir bölge bul. Artık 4sn mi hazırlanmak için bir şans.
**Tam başlamadan gerçekten ben bunu Alman bir palyaçoyla çalıştım, balerin,palyaço, yaşlı bir adam. Şşehhh sahneye tam çıkmadan önce en ağlak sahnede bile bu benim işime yaramış bir şey. Bunu yapmanın bir fırsatını bul.Tamam mı? Veee sahne!
-Baba ruj değil ruj değil krem sürdüm de babanın peşinden gideceksin. Bir başı sonu olsun diye. Tamam mı? Güzel. Bir büyük nefes büyük ses.
Nasıl hissediyorsun? Var mı söylemek istediğin, sormak istediğin?
Bu hikayeler o anlar gerçekten çok önemli.
İyice baktım babamı bulamadım bunu bir saatiniz var mı? Pardon, burdan iskeleye nasıl gidebilirim diye bir sorar mısın? Pardon iskeleye gidebilir miyim?
Bu komedinin arasında zank diye babamı gördünüz mü filmde?
Hani mesela gerçekten Allah korusun, babasını kaybetmiş biriyle film seyrediyorsun.Ya babam var mıdır acaba filan filmde dese yani canım ya dersin. Ama Ecem ya babamı gördüm mü filmde dese altına sıçarsın yani orda. Altına sıçtırmak istiyoruz biz insanları, tamam mı? Altı sıçırtma hissi bu hikaye için daha uygun gibi geliyor bana. Ve senin malzemende de onu hissediyorum yani. Bir de bu başta Annene seslendiğin yerde bazen gözmüzü ayırmayız ama Anne! Gözünü ayırmasan bile o köpek o hıyarlık, kadına doğru bir hıyarlık olduğu anlaşılsın. Yüzünü sabitleme.
*Gözlerle ilgili özel bir durumumuz da olduğundan ne kadar fark olsa da gözü çok uzun sabitlememeye özen gösterelim.
Bu kadar anlattık anlattık anlattık. Şimdi bir doğaçlamasını yapacağız. Bunu ödev gibi vermeyeceğiz. Bir çıkalım.
Gözler kapalı. Herhangibir yerdesin. Önceden okulun olan, belki bir yerde gizli gizli sigara içtiğin bir yer, ne biliyim en büyük suçun ne olabilir, belki de ot içtiğin en fazla lisedeyken, biriyle öpüştüğün, yani her yerin hayaleti kalmış ,baban da yok.Yani bütün bir süre boyunca babanın eksikliğini o kadar çok hissettin ki.. yani gelmesi o yüzden senin için çok önemli.
-Dön arkanı.Gecenin bir yarısı evden çıktın. O çok sevdiğin,belki arkadaşlarınla hep geldiğiniz bir yer var. Oraya bir gelmek iste bir. Yani hiçbir şey eskisi gibi değil diye hayatın sana bağırdığı bir görüntü kalmış orda. Gittin oturdun orda. Çardak mı bank mı? Gecenin bir yarsı kalkıp evden çıktın, o mekan neyse yüzünü seyirciye döndüğünde. Uzaktan bakıp gidip taşın üstüne oturacaksın.Bir hisset aradaki farkı,oturduktan sonra ağlamak mı geliyor içinden ne oluyor, o yalnızlığı bir hisset. Bir çıtırtı duyacaksın parmağımı şıklattığımda, babam olduğunu göreceksin, sadece baba diyeceksin. O ilk gördüğün anı bir yaratmalıyız.
Hazır hissettiğinde dön,acele etme.
-Giremedim.
-Acele etme.Biraz uzun uzun bak.İlk kez geliyorsun buraya. Yani düşünsene gece yatağından çıkmış buraya gelmiş bir kız.Bu kadae kopuk hissettiğinde hemen
Ayak tabanlarını hisset,yalınayak gelmişsin evden, o bile hayatını değiştirecek bir his.
Çok korkmuyorum,belki de korkman gerekmiyor bombalar patladı,neler oldu yani, sadece çıtırtı dikkatini de çekebilir.
Şundan hemen kurtuluyoruz, bir şeye reaksiyon nasıl vereceğimin bir kuralı, bir zorunluluğu yok. Sen öyle verirsin.Belki korksan bile öyle korkarsın.
Bu tabiki sinema,dizi,tiyatro seyirlik bir şey yaptığımızda duygumuz birilerine ulaşsın. Ama sen gerçekten kendin gibi yaptığında ulaşmayacak bir şey yokki. Hem hissetmiş deneyimlemiş hem de bunu hayranlıkla seyretmiş bir seyirci olarak söylüyorum,oyuncu olarak söylemiyorum. **gerçekten sen onu kendi tarzında bir şey olarak yaptığında o kadar seyrek bir şey oluyor ki.
Yormayacağım şimdi.Tekrar bir deneyelim.
Bir doğaçlama ödevi verelim. Bunu önden beraber yapmamızın nedeni, gerçekten böyle bazı konularda ,tabiki seni hep sana emanet ediyorum ,bazı konularda güvenli bölge yaratarak hareket etme durumundayım. Ne olursa olsun komedi parçası için de geçerli bu. Şu an derinliği olan bir hikaye oynadığımız için değil sadece.
Duygu ve düşünceyi o yüzden senin de kendine zarar vermemen, burdan hemen kendi kendine çıkman uyarısının sebebi de o. Gerçekten duyguyla,düşünceyle, hassasiyetle yapılan şeyler olduğu için bunlar güvenli bölgelerde yapılması gerekiyor.
Prova için aksımız güzel ama bu doğaçlama şimdi provayı az önce yaptığımız şekilde sonuna kadar yapacağız bu parçayı i. Sadece bir soluk arası, dedim ya burda bir sürü güzel yemek vAr, hepsini birden değil, tek tek tane tane, onları birbirinden ayırt ederek, zaten böldük, ben burda da böleceğim şimdi.
Bir de evin ilk yıkıldıktan sonra baban yok. Bomba mı düştü artık bilmiyorum, evin üstü çöktü,kimler sağ? Zaten baban yoktu da. Hani onun eksikliğini hissettiğin çok trajik anlardan biri olduğu için bunu seçiyorum. Tam öyle bir anda ,puuy o tozların anında babanı görmeni istiyorum. O ilk karşılaşma anı önemli. Onu bir yaratıp sonra bunu kuvvetlendireceğiz.
“Baba, hoşgeldin”. O yok yere ,öylesine çıkacak bir şey değil bu , nasıl çıkacağına çok merak ediyorum.
-Ben önceden heyecanlı babamı bekliyormuşum gibi hissediyordum, oyunu okuduktan sonra babası da kıza dokunduğu için herhalde sonucundan etkilendim ve babasının gelmesi onu çok da iplemiyor.
-Yani yine de heyecanlı bekliyor olabilirsin şu da çok kırıcı bir şey o duygun çok sıcaksa onu bozmaya gerek yok. Şu da çok kırıcı bir şey yani düşünsene babanı yine de heyecanla bekliyorum,yine de ona ihtiyaç duyuyorum.
-çünkü anne babanız geldi hoşgeldiniz deyin diyor, söylemeye niyeti yok. O kadar alışmışlar ki babasız yaşamaya.
-Evet, yani alışsalar da o ,o yüzden şu anın içinde bunun provasını yapmamızın sebebi zate bu.Bu anın içinde babaaa diye bir şey değil. Onu bir anı gibi anı yaratıp sonra bunu yaşayacağız ,buna rağmen şu bile çıkacaksa ruj degil ruj degil krem sürdüm saaa mı sorucam geliyorsa o da olabilir. Sadece bu anıyı be bu bilgiyi Benina’yı bir hafıza oluşturmamız için yapmamız gerekiyor.Çünkü bu hikaye içinde dediğin gibi boynuna atılacak bir şey yok ama şöyle bir gerçeklik de var “belki de şöyle olmuştur böyle olmuştur” bizim için güzel bir baba değildi, ama ya birileri için güzel bir babaysa?
Şöyle bir gerçeklik var mesela çiftler için de öyledir aileler için de. Çok yakın ilişkilerde (bunun psikolojide tanımı muhakkak vardır) uzaktayken daha birbirlerini sevme, çünkü kendi düşüncesinde yarattığı karakterle daha yakınlaşma. Anlatabiliyor muyum? Hani Kafasında yarattığı bir baba bile olabilir. Sadece anı hafızası yaratmamız gerekiyor. Bu ayrımları yaparak.
-Niye kara kara düşünüyorsun, ne oldu?
-yoo çalışırız yani
-çalışıyozz
Şimdi dario fo ile sandalyeye alayım seni.
Başka enerjide bir parça olmasını isterim. Ama bağın çok kuvvetliyse tabiki vazgeçmeyeceğim.
-Vazgeçebilirim.ama çok sarıldığım bir parça yok. Moliere okudum
-Komedide (zaten bunu konuşmuştuk) kriter komik olması filan değil
1.si senle aranızda bağ olması,bu bağı hissettiysen burdan da muhakkak zengin bir şey çıkacaktır. Sadece farklı enerjide bir şey olsun. Komedi tamam ,dediğim gibi komedide böyle çok komik bir sahne olsun demiyoruz ama bu da çok kasvetli. Hani Dario Fo zaten tamam karakomedi yapar. Protesto etme şeyidir, komedi zaten bir protestodur yani. Hani ,o yüzden mesela yılına göre,ülkesine göre ,her şeye göre değişkenliği çok olan bir şeydir. O yüzden kriteri belirli yerlerde tutmak lazım.
Hani hoş enerjisi olsun yani, iyi bir enerjisi olsun ve bağ kur,komik olmak zorunda değil. O ana kadarki hazırlık sayesinde gerçekleşen bir şeydir.
Ne zaman sen belirleyeceksin, önümüzdeki hafta mı? Önümüzdeki hafta yeni parçana başlamamızı istiyorum.
Bunla vazgeçilmez bir bağın varsa başlarım, sadece dediğin gibi Moliere’de
Dikkat ettiysen ben Shakespeare çalışalım Moliere çalışalım gibi bir şey söylemiyorum. Ben gerçek bir Shakespeare hayranıyım aşığıyım ama çok emin ellerde, profesyonelce dikkat edilmesi gereken bölgeler..
-Neil simon filan da olabilir.2010 yılından sonra yazılmış yeni bir şeyler olabilir.
Orda çıplak ayak diye bir şey vardı??
Burda senin dişi olman gerekiyor.
***Maskülen enerjin var, dişi bir parça istiyorum. Dişi derken kadınsı,kızsı,
Senin için ksdınsı enerji harcayacağız.
Parça bulmak o kadar kolay bir şey değil. Savaş o yüzden büyük bir hediye yani. Ben her zaman parça sizden gelsin motivasyonundayım. Bağ kurman önemli, dişi bir şey olsun. Güncel şeylere de bak, çok uzun olmasın, kısaltırız zaten. Komedi diyince kriteri (o yüzden altını çizerek söylüyorum) sen dişi bir şey arıyorsun . Güncel komedi bulamadım.
Yani onun için de seyretmek lazım.
0 notes
giriftardergi-blog · 8 years ago
Text
DAĞINIK SOKAK
Tumblr media
‘’Bu sokaklar içimin Hüzünle kıvrılan sokaklarına çıkıyor. Acının rengini çalıyorum Huzur mayasından Yüreğime. Yüreğimin en tenha göbeğinde inleyen Bir ses   Gibi oluyor Bu sokakların toprağının bağrına döşenmiş taşları. Neler görmedi ki şötede terbiye edilmiş taşlarla tıpkı bir dantel gibi örülmüş şu Duvarlar. Neler işitmedi ki az ötede duran Çanlı minare. Nice yüzler, simalar aktı göğsüne mabedin. Nice alınlar değdi özlem aynası sinesine Nice sesler, nice renkler aksetti yüzüne Zamandan…’’
Ben, nicelerin binlercesinden biriyim sadece. Benim diğerlerinden ne geri kalır ne de ileri durur bir yanım yok. Ben de hepsinden biri gibiyim. Sıradan ve varlığı koca kâinat içinde hatta kâinattan bir zerre şu dünya içinde paha namına bir değeri olmayan sıradan biri.  Tek farkım belki de, görüp duyup hissettiklerimi resmedebilmem; sonra onlara ruhumdan kelime üfleyebilmem. Bu zamanda bunu artık birçok kişi yapabiliyor. Bu zamanda çoğukes şair, çoğukes yazar… Belki tarihte hiç olmadığı kadar çok şair ve yazar var bugün yeryüzünde. Belki de bu yüzden hiç yazar ve şair olmayı istemedim, hala da istemiyorum. Benim ilerde bir kitap çıkarma hayalim hiç olmadı. Bunun tek istisnası Zarifoğlu okuduktan sonra bir şiir kitabımın olabileceği fikriydi. Aslında o da yarım sayılır. Çünkü kendi adımla bir şiir kitabı çıkarmayı içime asla sindirememiştim. Bakmayın böyle dediğime, aslında benden ne yazar ne de şair çıkar. Nedeni açık, aynı zamanda çok…  Bir yazar ve şair gibi yazmayı beceremediğimden. Bunu da şuna dayanarak söylüyorum. Evvela ne yazacağım? Niçin yazacağım? Nasıl yazacağım? Bunların yanı sıra velev ki bunlar içimde belli bir suret almış olsa da yazdıklarımın konu bütünlüğünden, konu birliğinden; anlatımımın da belli bir tasnif ve sıralamadan yoksun olması ve dağınık bir çehresinin olması bile yazmam için bir engel. Böyle düşünüyorum. Çok dağıtıyorum. Bazen satır aralarında yazının dar dolambaçlarında kaybolduğumu görüyorum. Çıkışı olmayan bir dolambacın sonuna gelmişim gibi oluyorum bazen. Bazen de kanaatimce ne anlattığımın farkında değilim. Dün bir yazı yazdım. Ne yazacağımı zihnimde tasarlamıştım. Neredeyse iki aydan uzun bir süredir bu konu üzerinde zihin egzersizi yapıyordum. Burada parantez açarak şunu ifade etmek istiyorum. Eğer bir yazı yazacaksam oturup yazmadan önce bunun üzerinde belli bir zaman düşünürüm. Bu düşünmelerimi her an her yerde yaparım. Bazen okulda, bazen çarşıda, bir alışveriş ya da bir iş sırasında, bazen bir kitabın sayfalarına derince açıldığım ve daldığım bir esnada ya da yolda yürürken. Bir şeye bakarken, dokunurken… Ya da hiçbir şey yapmazken öylece dalıp gitmişken… Dünyanın hareketsiz ve sessiz bir anında… Hatta bazen en ummadık bir yerde, en ummadık bir esnada bir gürültü ve insan kalabalığının ortasında hapsolmuşken… Hâsılı bu düşünmelerim günün, gecenin herhangi bir vaktinde herhangi bir saatinde her hangi bir sebeple yapmam mümkün. Buna ‘’kurgu egzersizi’’ diyorum kendim. Bu sürecin sonunda kendi içime çekiliyorum ve sadece birkaç saat içinde o süreç zarfında yapmış olduğum kurgu egzersizlerini mütemmim bir şekilde yazarım. Sonra sadece harf, kelime, anlatım bozukluğu ve noktalama işaretlerini düzeltirim.Yazımın kâmil olduğunu varsayarak yazıklarımın ilk okuyucusu gibi heyecan ve aşkla yazımı dikkatle okurum. Bu okumadan sonra kusur ve noksan çarpmışsa gözüme, buna fazla müdahale etmeyi pek hoş bulmam. Bu hiç müdahale etmediğim, düzeltme yapmadığım anlamına gelmemeli.  Bazen yazımın kusurlu kalması tuhaf bir hoşluk veriyor bana. Neden bilmiyorum. Dedim ya tuhaf. Tam da şimdi ne hikmetse aklıma Hızır (as) ile Musa (as)  kıssasında geçen gemi meselesi geldi. Sanırım siz de ne demek istediğimi anladınız. Kim bilir belki de bu hoşluğun sebebi hikmeti budur. Her neyse. Parantezi fazla kuzatmadan kapatalım. Ne diyordum? Konum ve temam belliydi. Temanın zihnimde net bir belirginliği vardı.  Nasıl anlatacağımı ve nasıl bir üslup kullanacağımı da belirlemiştim. Oturdum, yazdım. Yazmaktan öte savuşturdum desem daha doğru olacak. Çünkü bundan da yoksunum; yani sebat. Bir yazarın fikirden sonra en önemli katığı sebattır. Yazar kararlı olmak zorunda. Misal Orhan Pamuk iyi bir yazar. Kırmızı Saçlı Kadın iyi bir roman ve ne yazarın ne de kitabının benim bu övgüme ihtiyacı yok! Anlatmak istediği fikri ve okuyucunun his dünyasında yaşatmak istediği duyguyu verme, okuyucuya aktarma konusunda gayretli ve sabırlı. Yazmak kolay iş mi? Değil! Oturup saatlerce yazmak… Sonra yazdıklarını bir çırpıda silebilmek… Çöp kutusunu yazdıklarının müsveddelerine boğabilmek büyük bir sabır ve fedakârlık ister. Hâsılı dün yazının yaklaşık yarısını yazdım. İyi de gidiyordu. Ama sanırım fazla uykusuzluktan yazacaklarım yarıda kaldı. Üstüme bir eringenlik sindi. Bugüne kaldı yazacaklarım. Ama az evvel yazıyı tekrar okuyunca yazma eyleminde kararsız olduğumu gördüm. Kararsızlıkla birlikte yukarda yazdığım eksiklerin ve zaafların varlığını hissettim. Belki yoktu ama ben öyle hissetim. (Bunu söylemişken, yazdığım bir yazıyı içime tam sindirmeden onu bir başkasına okutmam. Okutmuşsam da yanl��şlıkla okutmuşumdur ya da aşırı duygusal bir anıma denk gelmiştir. Vesselam. ) Sonra yazdıklarımı bir çırpıda sildim. Bilgisayar hafızasının geri dönüşümsüz çöp kutusuna atıverdim! Ve kurtuldum! Yazının ağırlığından. Şöyle düşündüm. Eğer yazdıklarımı bir daha yazamayacaksam ve daha iyisini ortaya koyamayacaksam bu çırpınışımın anlamı ne? Ve tekrar yazmak için yeni bir kâğıt (Word) edindim. Aynı konuyu yazmak için giriş niyetine birkaç cümle yazayım istedim. Ki yazdım. Konu hala canlı ve taze duruyor zihnimde. Ancak siz değerli okuyucumun da fark ettiği gibi konu bir anda tek bir cümleyle dağılınca aynı konuyu en azından şimdilik yazmaktan vazgeçtim. Bundan sonra düzenli olarak Giriftar’a yazacağımdan dolayı ilk başta yazıyla savaşımı anlatmak istedim. Aslında çok bir şey anlattığım da sayılmaz. Sadece birkaç tablo çizdim okuyucuma o kadar. Henüz çizmediğim nice tablonun ağırlığını taşıyorum içimde. Bunların her biri tıpkı kanlı bıçaklı bir kavga gibi yazmaya yahut yazmayı tasarlamaya başladığım andan itibaren yani süreç başlar başlamaz patlıyor içimde. Bir kâbus gibi… Belki de daha öte. Yazmak! Bloğumda ‘’ Girizgâh’’ başlığıyla bir yazı yazdım. Bloğum için bir giriş yazısı olsun istedim. Orada da yazı hakkında içimden geçen birçok şeyi paylaştım. Esasen yazmak eylemi üzerine çok şey yazmak istiyorum. Yazmanın felsefesini yapmak istiyorum daha çok. Yani yazı nedir? Neden yazmak? Niçin yazmak? Ne yazmak? Gibi soruları kendi zihin süzgecimden arakladığım kelimelerimle derli toplu, belli bir dizimde cevaplamayı şiddetle arzuluyorum. Yani yazıyı araştırmak istiyorum. Hatta yazının ilk icadından bugüne yazının hikâyesini yazmak istiyorum. Biliyorum bunu yapabilmek için evvela yazmayı öğrenmek gerek. Evvela da yazının belli bir düzen ve konu bütünlüğünde yazılması gerektiğini… Saat sıfır sekiz on yedi.
M.Ata Yüksel
0 notes
dunebuguneyarinabakabaka · 8 years ago
Text
sanki yoğun bakımdayım. yavaş yavaş düzeliyorum. bi ara bi iğne hissettim. o his artık düzelebileceğimi işaret ediyor. tekrar kötüye giderken bi anda elektroşok ile kendime geldim gibi hissediyorum. 
önceleri kendimi geliştirirdim. hiçbi kültür programını kaçırmazdım, not defterimi karalar dururdum. şimdiyse hiçbir şey yapmıyorum.
çok sevdiğim bi kız var. ondan etkilenmemin nedenleri arasında aslında benim olduğum gibi birisi olması, yani bir kaç sene evvel olduğum zamanki gibi olması, da olabilir. tanıdığım kadarıyla okuyan, araştıran, sorgulayan bi tip. ben 6.5 ayda bu kadar tanıdım. aslına bakarsan ben de öyleyim. o yüzden etkilenmiş de olabilirim. ama tek etken bu değil.. konumuz bu etkenler de değil.
onu tanımama neden olan akademik şahıs biraz önce canlı yayındaydı. adamın yüzüne bakınca aklıma geldi ve kendime dedim ki, benim sevdiğim insan bu adamın kitaplarını okuyor, onu dinliyor. sadece bu değil diğer kişileri de. kendini geliştiriyor. sonra kendime baktım, yaptığım tek şey öfkelenmek sinirlenmek. eski benden eser yok. programın tamamını izledim. bundan sonra eskisi gibi hiçbi kültür programını kaçırmamayı düşünüyorum, izleyince eski halimi çok özlediğimi hatırladım çünkü. ve içimde bi heves doğdu. ( gene o müziği açtım. ilk yazılarımdan birinde bahsettiğim, ondan bulduğum müziği:) )
kendimi geliştirmeye devam etmeliyim. her konuda. nasıl desem bilemedim, ona layık birisi olmalıyım mı desem, gelecekte bana layık olacak birisi de bu şekilde olur diye mi düşünüyorum kararsızım.
bide bu konu vardı içimde. ya hep aşka geliyor mevzu nasıl oluyor bilmiyorum. güvenimi çok sarstı. daha önce de yaşamıştım bunu. hiç iyi olmamıştı sonuçları. kendimi bi an acaba onu taşıyabilir miyim diye sorarken buldum. ve utandım.  onun isteklerini yerine getirebilir miyim ona layık birisi olabilir miyim onu kaldırabilir miyim acaba. bunu düşündüm evet. düşünmekte de zannımca haklıyım, dedim ya güvenimi kırdı. 
çok kötü sözler söylüyordu. çok kötü davranıyordu 
pekala seviyorum katlanıyorum ama sonuçta bi insanım duygularım var. o duygularla hareket ediyorum. hoş bir şey değildi yaptığı ve eminim gene yapacakta. allaha şükür sorun olmuyor şimdilik. güvenimin kırılmasını saymazsak. kalp kırılmasını falan zaten geçtim, mahvolmayı zaten geçtim de...
neyse işte eskisi gibi okuma hevesi doğdu içime. araştırma hevesi. belki o zaman etkilenir benden bilemiyorum. bu heves şeyma için doğmadı ama onu biliyorum. etkilenmezse de yapabilecek bir şeyim yok. sıkılmak değil de artık önemsiz gibi. o kadar şey yapıyorum ama hala bi etki yoksa artık ne yapabilirim ki, kolay değil vazgeçmek vazgeçmeyeceğim de. ama kendimi de mahvetmeyeceğim. 
neyse aşk meşk konusuna girelim
kendimi değersiz hissediyorum. sanki it yerine koymuyor gibi. gibisi yok öyle aslında. ondaki beni düşündükçe gözlerim doluyor şimdi olduğu gibi. yanaklarımdan sakallarımın üzerine doğru gözyaşı süzülüyor:) ne çok ağlar oldum. ben bu kadar duygusal bi insan mıydım:)
karşımda oturduğu zaman aklımdan hiç çıkmıyor. belki o buluşma benim için daha kötü oldu. aklımdan çıkmasını onu unutmamı zorlaştıracak. ama olsun. en azından görmüş oldum ve kim olduğunu bilmiş oldum. internettekinden çok farklı olduğunu gördüm. iyikide gördüm. bi insanı yanlış tanıyıp ilişkimi keseceğime doğru tanıyıp acı çekmeyi yeğlerim. 
değer diyorduk. evet değersiz hissediyorum. beni seven insanlar var biliyorum. arkadaşlarım ailem vs. ama insan için önemli olan duygusal olarak değer verdiği kişinin değerini görmesi değil midir. yoksa herkes değerlidir. herkes size değer verebilir. 
sanırım olmayacak bu ilişki. uyuşmadığımızdan değil yanlış tanımlamalardan dolayı. cemal süreyanın olsa gerek; “keşke şöyle yapsaydım belki severdi deme, o ne yaptı da sevdin sanki, akıl işi değil gönül sevdi mi gerisi bahane” diye bi dizesi. çok hatalarım var. hala yapmaya devam ediyorum. hata olduğunu biliyorum, yanlış olduğunu biliyorum ama yapıyorum. suç bende yani. ama şeymada da var. 
bilmiyorum kız-erkek beyin farklılığından dolayı mıdır anlam veremediğim davranışlar sergiliyor. bunda devam da ediyor. en başında kim olursa olsun konuşmak istemediğin bi insanla ne şartta olursa olsun konuşmazsın. ama gel gör ki şeyma benimle konuşuyor. ne zaman yazsam bana cevap veriyor. şimdi gelmiş günde kaç sigara içtiğimi soruyor. peki neden? sen benden kurtulmanın yollarını aramıyor musun, bana öyle diyorsun ama gelip bana kaç sigara içtiğimi soruyorsun. çok iyi bi insan olduğun için mi ? beni gratise yolluyorsun krem sormak için, çok yakın arkadaşın fotoğrafımı çekiyor, seni görüntülü arayıp beni izletiyor. neden? madem önemim yok bunları neden yapıyorsun? neden senin hakkında bir şeye sinirlendiğimde düzeltme ihtiyacı hissediyorsun? neden beni sakinleştirmeye çalışıyorsun? önemsiz bi insan için bu yaptıkların nedir? neden bana yiğitcik diye hitap ediyorsun? bilmiyor musun seni seviyorum. bunları akıl edemiyor musun? neden benimle saatlerce sohbet ediyorsun? sabahlara kadar konuşuyorsun? senin yanına zorla geldim belki zorla buluştuk ama neden buluştun? gelmek istemesen mesajlarıma cevap vermezdin aramalarıma cevap vermezdin, gelip karşıma oturmazdın. bunu neden yaptın? bak bunu arkadaşım bile söylüyor sadece benim düşüncem değil. “gelmek istemese gene gelmezdi sonuçta gelip oturdu.” 
acaba deniyor musun sevebilir miyim diye? bunu demiştin. denemişsin, gelip okuldaki arkadaşlarımı soruyorsun bana o kim bu kim diye. ben bu davranışından nerden bilebilirim sahiplenmeye çalıştığını? eğer bilseydim kendim olamaz mıyım sanıyorsun. zaten kaybetmişim bari 10 saniye de olsa mutlu olayım diye kendimi tatmin ediyorum konuşmalarımızda tabi sevemezsin. bilmediğim tanımadığım benim için önemsiz bi kıza yazdığım şeyi önüme getirip “sini tirkin şiriyi binzitin ildimi” gibi şirin bir davranışta bulunuyorsun. bunu neden yapıyorsun? senin bunu söylemen beni mutlu ediyor. bunu normal bi insana söylemezsin ki. madem önemsizim neden bunu önüme koyuyorsun. ? sen bana umut veriyorsun. sana karşı kendimi açamadım hiç bi zaman. yani nasıl birisi olduğumu tanımana fırsat vermedim. sen de bu fırsatı yaratmama izin vermedin. o yüzden beni sevmen zor çünkü tanımıyorsun belki ben de tanımıyorum ama bende sana karşı bi his var heves var. senin her şeyine ama her şeyine dikkat ediyorum. aylardır. konuşmamızın ilk ayından beri. şimdi de bahanen hazırdır eminim. tanımak istedim biraz tanıdım da çabaladım ama olmuyo sen o kişi değilsin vs. hayır tam tersi sen beni hiç tanımadın sana kendimi açamadım. çünkü ne hissetiğini bilmiyorum. bunu bana söylemiyorsun. sana sorsam diyeceksin ki öylesine, bir şey çıkarma sakın, olmayacak, önemsizsin. E ben de doğal olarak sana o şekilde davranacağım. gerçek kimliğimi asla bilemeyeceksin. ama gelip bana desen yiğit böyle böyle seni tanıyabilirim olabilir en azından deneyeceğim, gel nasıl biriyim tanıtayım kendimi. sırf sana olan sevgim için de şunu be... yapmacıksız. kendim olacağım ama dediğim gibi zaten kaybetmişim deyip sadece zevkimi düşünüyorum. geçen zamandan keyif almaya bakıyorum. umut veriyorsun dedim ya evet öyle. ama artık davranışlarından ne hissetmem gerektiğini anlayamıyorum. bana seni seviyorum desen bile belki üzerime alınamam bile. ne düşünmem gerektiğini anlayamıyorum artık.
tabi bu da büyük bi hata. benim yaptığım. ne olursa olsun sana kendim olmalıydım.
ben hep inandım hala inanıyorum ki eğer beni tanısaydı, aynı ortamda olsaydık muhabbetimiz olsaydı muhakkak beni severdi. internet ortamından bir şey konuşulmuyor. dediklerimi anlatamıyorum. mimikler ses tonu önemli şeyler. bir sürü yanlış anlaşılma. ama olsun ben gene bunun üstesinden gelebilirdim kendimi iyi bir şekilde tanıtabilirdim. bunu yapabilirdim. yapamadım. hatalıyım. o yüzden de olmayacak işte. 
0 notes