#askeri teknik
Explore tagged Tumblr posts
rayhaber · 1 month ago
Text
Rusya'da Yabancı Ajan Suçlaması ve Hapis Cezası
Rusya’da Yabancı Ajan Suçlaması Rus haber ajansı İnterfax’ın aktardığına göre, başkent Moskova’daki Zamoskvoretskiy Mahkemesi’nde gerçekleştirilen duruşmada, İsviçre merkezli “İnsani Diyalog Merkezi” kuruluşunun çalışanı olan Vinatier, “Rusya’daki yabancı ajan yasasına uymadığı ve Rus ordusu hakkında bilgi topladığı” gerekçesiyle suçlu bulundu. 48 yaşındaki Vinatier, kendisine yöneltilen…
0 notes
baybaykus · 1 month ago
Text
Tumblr media
Değerli arkadaşımız TC Recep Yılmaz'ın okumaya değer güzel bir yazı...
Yahudi KRALLIĞINA giden yol!
Ben, bilgilerim ışığında derim ki; İsrail vaad edilmiş topraklar üzerinde KRALLIĞINI kuracaktır.
İsa Mesih'in dönüşü için KRALLIĞIN kurulması gereklidir.
Bu, Yahudiler için dinlerinin emri,imanlarının şartıdır.
Yuvarlak rakam ÜÇBİN Yıllık Yahudi Tarihi de buna (Tevrat) kaynaktır.
Bunu hiçbir güç engelleyemez! 2030'a kadar bunun siyasi ve coğrafi alt yapısı oluşturulacaktır.
Siyasi ve coğrafi alt yapının ilk aşaması kurulmuş olan ''KÜRTİSTAN'ın'' sınırları belirlenecek; bu sınırlar ''Lübnan,Süriye,Türkiye ve Irak topraklarının bir kısmını içine alacak şekilde belirlenecektir.
Sonra da Kürtlere '"At bizim,silah bizim,seninle işimiz bitti! Al avradını git'' denilecek,Kürtler Kuzey Irak'ta devlet olarak kalacak ama,diğer topraklar İsraile devredilecektir. Böylece TAŞORANLAR (ypg-pkk) devre dışı bırakılıp vaad edilmiş toprakalar üzerinde Yahudi KRALLIĞI ilan edilecektir.
*
Saha bu gerçekliğe uygun mu?!
1- Suriye bombalanarak boşaltıldı mı?
EVET!
Boşaltılan topraklar Kürtcü bir oluşumun (ypg) emrine verildi mi?
EVET!
2-Süriyede kaçanlar -kovalanıp sürülenler- Türkiye'ye geldiler mi?
Geldiler!
Süriye'de kovulanlar başta sınır şehirlerimiz olmak üzere bir çok şehrimizde etnik -demoğrafik yapıyı değiştirdiler mi?
Değiştirdiler!
- rte'nin cehaleti, gafleti,strateji körlüğü,inadı "ENSAR-MUHACİR" saçmalığı,iç siyaset şovu,BOP eş başkanlığı SİYONİZME hizmet olarak hayat bulmuştur. Bir gün "ALLAH BİZİ AFFETSİ " diyecek ama,İsrail AFFETMEYECEKTİR!...
Bedeli TÜRK MİLLETİ çok ağır ödeyecektir.
*
Gelenlerin ÜREME oranları dikkate alındığında; gelecek 10 yılda etnik-demoğrafik (Arap-Kürt) yapı Türklerin aleyine değişecek mi?
Hemde çok açık arayla değişecektir.
Bu durumda ZORA dahi gerek kalmadan GÜÇ merkezlerinin emriyle demokratik -hukuki yollarla dahi O TOPRAKLARA EL KONULACAKTIR.
Olmaz mı?
Bize soran olmayacak.
**
rte, ''BOP eş başkanıyım ve emir komuta merkezim PAPAZ elbisesi giy diyorsa,giyer görevimi yaparım'' dediği gün İsrailin hizmetine girmiştir.
TV'lerde şov yapan BOP-cu ve ortyağı TOP-cu görünürde Filistin için ağlıyor gibi yapsa da,aslında İsrail'in ''vaad edilmiş topraklarda'' Krallık kurması için elinde gelenin de fazlasını yapmışlardır.
**
2030-2050 arası ''vaad edilmiş topraklar üzerinde Yahudi Krallığı kurulacaktır.
Museviler,Hıristiyanlar ve de MÜSLÜMANLAR Hz.İsa Mesih'in gelmesini DUA ederek bekleyeceklerdir.Bunu hiçbir güç engelleyemeyecektir.Zaten de böyle bir güç yok!
İsrail siyasi,askeri,ekenomik,bilim ve teknik olarak da dünya'ya yön verendir.İsrail DÜNYA,dünya da İsrail demektir.
*
(Madam Hz.İsa'yı BEKLEME konusunda OTAK inanca sahipsiniz; İT dalaşı-kan ve göz yaşı niye?!Siz, siyasetciler kanda beslenen VAMPİRLERSİNİZ.Sanatınız ikiyüzlülük -TAKİYECİLİKTİR)
**
Bunların hiçbiri olmaz,olamaz mı?
İsrail başaramaz! Asar,keser,hepisini yok mu ederiz?
Hiçbir şey yapamazsınız!
Elinizde gelecek olan sadece '' EBABİL KUŞU ve MEHDİ'' çağırmak, bir de cenaze namazı kılmak gibi akılsızlıktan ve şovdan başka bir şey değildir...
***
Yüzyılın başında İmparatorluk kontrol coğrafyasını ''VATAN TOPRAKLARI'' sanmak gibi bir siyasi AHMAKLIĞIN ve STRATEJİK körlüğün bedelini VATAN topraklarının işgaliyle ödedik ve KURTULUŞ SAVAŞI vermek zorunda kaldı!
***
Sonuç olarak içinde bulunduğumuz Dünyanın ve İsrail gerçekliğinin bilinçli bir şekilde analizi yapılarak Türk Milli geleceği için -DUYGUSALLIKTAN-ŞOVDAN uzak- bir strataji belirlemek zorundayız!
*
Hangi Arap ülkesi Filistinin yanında yer aldı?!
İran tetikçisi,paramiliter terörist Hamas ve Hizbullah kendi soyunun -masum Filistin halkının- SOYKIRIMCISI ve ülkesinin yıkımında İsrail ve İran kadar da sorumludur.
*
TÜRK, iki kuzenin (Arap-Yahudi) kavgasına taraf olmamalıdır!
Sakalar iskitler den alntı
3 notes · View notes
azizhayri · 1 year ago
Text
FİŞEK
Ne kadar zamandır kendinden geçtiği belli olmayan adam yavaşça gözlerini açtı. Bir an önce nerede olduğunu anımsamaya çalıştı. Bulunduğu ortamda sessizlik vardı. Mutlak kelimesini tartışmasız anlamına geliyorsa burası ve bu durum en uygun koşulları gösteriyor demekti. Birkaç saniye süren bir geçiş döneminden sonra nerede olduğunu anımsadı. Sağını solunu yokladı. Güvenlik önlemleri sayesinde organlarında ciddi bir hasar yoktu. Şimdiden hafiflemeye başlayan bir göğüs ağrısı vardı yalnızca. Kafasını çevirip içerideki yolculara baktığında en son kendine gelen kişinin kendisi olduğunu gördü. Yarı şaşkınlık yarı mahcubiyetle selamladı onları. “Neler oldu” dedi. Sahi neler olmuştu.
           Kafasının içerisindeki sis bulutu dağıldıkça ve bilinci yerine geldikçe neden burada olduklarını iyice anımsamaya başladı. Hemen arkasındaki koltuklarda oturan üzerlerinde sivil kıyafetler olsa da asker oldukları belli olan gençlere baktı. Her birinin yüz hatları sertti. Sanki asker eğitimlerinin arasında kendilerine nasıl sert bakacakları ve nasıl gülmeden duracakları konusunda da eğitim verilmiş gibiydiler. Çatık kaşlar kapalı ve gergin dudaklar kıyafetlerini tamamlıyor gibiydi.
           Kendilerini nelerin beklediği konusunda gereği kadar bilgi verilmiş miydi ondan da emin değillerdi ama bu göreve bu seyahate gönüllü oldukları kesindi. Vadedilen para biraz milliyetçilik duyguları ve çokça merak duygusu macera isteği kendilerini buraya getirmişti. Sessizlik denizinin ortasında hiç kıpırdamadan duran bir teknenin içindeydiler sanki. Eğer bulundukları yerden tavana doğru tam dikine yol alabilselerdi dört yüz kilometre sonra güneş ışığını görebilirlerdi ancak.
           “Albay, sizlerde yaralanan var mı?” dedi. Hemen arkasındaki sırada oturan omuzu yıldızlı orta yaşlı adam yanıtları “Ciddi bir durum yok” diye yanıtladı. Genç mühendis Kendi vücudunu bir kere daha elleriyle yokladı. Kendisinde de bir kırık çıkık yoktu. Yerinden doğruldu. Uzun boylu birinin ayakta durmakta zorlanacağı ama kendisinin orta boyu sayesinde rahatlık durabildiği koridorda yürüdü. Yerlerinde oturan disiplinli gözler kendisini izliyordu sessizce. Aslında yolcu almak gibi bir niyetleri yoktu ama projenin sahibi olan savunma bakanlığı acil göreve gitmesi gereken bir gurup askeri yanlarına vermişti. Beş altı metre geride ayrı bir bölme olarak hazırlanan yere vardı. Arkadaki kalın cama burnunu dayadı. Depoda kendilerini bir zaman idare edecek yiyecek içecek vardı. Yavaş yavaş ağırlaşmaya başlayan hava kendilerini ne kadar idare edebilirdi onu bilmiyordu. Yedek tankları vardı ve birazdan yedek tankları da açardı. Ama tüm yolculuğun kırkbeş dakika olacağını tahmin ettikleri için kendilerini uzun süre idare edecek yedek havaları yoktu. Üstelik iki veya üç kişi ineceklerdi aşağıya, şimdi ise fazladan on ciğer daha vardı.
           Sorumlu birini aranacaksa o kişi projenin patronu sayılacak Savunma Bakanlığının temsilcisiydi. İş başlarda iyi başlamıştı ama orada yani varacakları yerde işler kötüye gitmeye başlayınca proje hızlandırılmış güvenlik önlemleri göz ardı edilmeye başlamıştı. Tekrar yönünü öne çevirdi. Otuz metre kare bir yerde kısılmışlardı. Yukarıdakilerin yerlerini tam olarak tespit ettiklerini ummaktan başka çareleri yoktu. Beş on adımdan sonra kafasını bir kere daha cama dayadı. Bu kere ön camdan karanlığa bakıyordu. Birkaç metre önlerini gösterecek kadar zayıf bir ışık gibi önlerinde kapkara uzuyordu. Alabildiğine geniş bir kemerden uzayıp giden karanlığa bakıyordunuz.  Arkada sessiz durmaya çalışan askerlerin arasında da kıpırdanmalar başlamıştı. Komutanları Albay
           “Sizce neler oldu mühendis bey” dedi.  Adam arka sıralarda oturan tüm askerlere baktı teker teker. Henüz olayları kavrayamamışlardı. Beş on dakika sonra durumun ciddiyetini anlayacaklarını düşünüyordu. “Bir teknik sorun yaşadık” dedi.  Sesi, soruyu geçiştirmek için yanıt verdiğini haykırıyordu adeta.  Düşünmeye başladı, gerçekten ne olmuştu… Koltuğuna tekrar oturdu gözlerini kapadı olanları baştan düşünmeye başladı.
           Her şey çok iyi başlamıştı, taa ki sonsuz karanlıkta sonsuz sessizliğe gömülünceye kadar. Yukarıdaydılar, önce karşılarında duran kocaman kapı aralanmıştı. Çift kanatlı kapı kendinden beklenmeyen bir sessizlikte açılmıştı. Karşılarında küçük bir otobüs büyüklüğünde bir araç duruyordu. Biraz ellili yılların otobüslerini birazda hala bazı ülkelerde kullanılmaya devam eden vagonları andırıyordu. Önü bombeli çenesi dışarı çıkmış yaşlı biri havasındaydı. Belli ki bu aracı dizayn eden o yılların arabalarını çok sevmişti. En belirgin farkıysa ön ve yan camlarının küçük olması ve tekerleklerinin eksen mesafesinin oldukça geniş tutulmasıydı. Bu sayede denge daha iyi sağlanmış oluyordu. Yerde vagonun hemen önünde başlayan bir kanal vardı ve kanalın içerisinde büyük bir helisel dişli bulunuyordu. Kapının önünde dikilen bir gurup adam şaşkınlıkları geçince vagona doğru yürümeye başladılar.
           Eğer basının haberi olsaydı proje yüzyılın buluşu ve kendileri de kahraman olarak ilan edileceklerdi. Nereden bile bilirlerdi ki Fransa’nın batısında Rouen bölgesindeki küçük bir sahil kentinin kurulduğu yamaçlarda devrim sayılabilecek bir buluşun denemesinin yapıldığını bilemezlerdi. Ama projeyi satın alanlar ve kağıt üzerinden gerçek hayata uygulayanlar gizlilik kuralına kesinlikle riayet ediyorlardı. Yıllardır üzerinde çalıştıkları projenin gerçekleşmesi olasılığının bu kadar yüksek olduğu bir anda en çok kalbi çarpan iki kişi vardı. İki genç mühendis, üniversite yıllarında başladıkları işin sağ salim sonuçlanmasını istiyorlardı.
           Fransız Mühendis Marcel ve Onun Türk arkadaşı Orkun. On bir yıl önce mezun oldukları üniversitede hazırladıkları proje beğenilmemişti. Evet, üniversite kurulu her şeyin tüm hesaplamaların doğru olduğunu ama uygulanabilirliğinin çok zor olduğunu söylemişti. Projeleri ulaştırma alanında bir devrim yapacak nitelikteydi ve bir basit kurala dayanıyordu “ İki nokta arasındaki en kısa yol doğru yoldur.”  İlk verilecek hareket için harcanan enerjinin dışında hiç enerji kullanmadan yol alabilir miyim? Hava direnci olmasa masraflarım azalır mı? Neden her türlü ulaşım aracında önce hava direncini göz önüne almak zorunda kalıyorum? Sorularına yanıt bulmuştu bu sistem.
            O yıl dekanın odasında tanıştıkları siyah takım elbiseli bir adam kendilerine reddedemeyecekleri bir öneri sunmuştu. Emirleri altında kocaman bir mühendis takımı olacaktı, istedikleri istemedikleri tüm teknolojik olanaklardan yararlanacaklardı, malzemenin en iyisini kullanacaklardı. Eğer çalışırsa buluşlarının patent ve isim haklarını alacaklardı. Ve İş bitesiye kadar çok iyi maaş alacaklardı. Karşılığındaysa istenilen işlerine dört elle sarılmaları ve çenelerini sıkı tutmalarıydı. Birkaç günlük düşünme süresinden sonra öneriyi kabul etmişlerdi. Artık Nato’nun Araştırma-Geliştirme birimi adı altında Amerikan savunma bakanlığına hizmet edeceklerdi. Biri Fransız diğeri Türk olan iki genç körfez krizinin başladığı yıllarda projelerine girişmişlerdi.
           Önce aceleleri olduğu söylenilen on kişi araca bindi. Üzerlerinde sivil kıyafetler olsa da asker oldukları, gerek saç kesimlerinden gerekse disiplinli davranışlarından belli olan kişilerdi bunlar. Özel birlikten oldukları söylenmişti ve orada kendilerine gidecekleri yerde şiddetle gereksinim vardı. Sessizce ama ne yapacaklarını bilen adımlarla yerlerine oturdular, kemerlerini taktılar. Arkalarından geriye dönüp kendilerini uğurlamaya gelen kişilere askerce selam verip içeri giren orta yaşlı bir adam vardı. Fizik Mühendisi Orkun ise vagona en son binen kişiydi. Belli etmese de dudakları kıpırdamıştı. Kapının eşiği sayılabilecek sarı çizginin ötesindeki bir gurup adamın arasındaki arkadaşına ortağına baktı. Saçları hafifçe kırarmaya başlayan mühendis de gözlüklerini çıkarıp arkadaşına göz attı. Önce vagonun kapısı, ardından büyük kapı kapandı. Yaklaşık kırk beş dakika sonra varmak istedikleri yerde Bağdat’ta olacaklardı.
           Uzun ince ve yarım daire kesitli bir vagondaydılar. Araç, belirgin hiç bir özelliği olmayan basit sayılabilecek şekilde düzenlenmişti. Ne de olsa bir prototipti ve askeri amaçlı dizayn edilmişti. Konfordan çok sadelik ve sağlamlık esas alınmıştı. Olması gerektiğinden çok daha kalın duvarları olan bir vagondaydılar. Lokomotifi veya motoru olmayan yalnızca tekerlekleri üzerinde yol alacak olan bir araçtı. Yerlerine oturup emniyet kemerlerini taktıktan sonra ortalığı belli belirsiz bir vınlama kapladı. Bir kompresör vagonun olduğu bölmenin havasını boşaltmaya başlamıştı. Mühendisin yanında oturan komutan neden böyle olduğunu anlamıştı. İçinde yol alacakları tünelin havası olabildiği ölçüde boşaltılmıştı. Vagon, atmosferin yukarısında havanın iyice seyreldiği ve uçaklara direnç göstermediği bir ortamda boşlukta gidecekti. Geçiş kapısıyla kendilerini büyük tünel için hazırlıyorlardı. Birkaç dakika sonrasındaysa ilk başta fark edilmeyen bir başka kapı açıldı. Ön koltukta oturan Mühendis Orkun yanı başındaki sivil subaya baktı. Parmağıyla önündeki az sayıdaki düğmeden birine bastı. Uzun erimli bir ışık önlerinde açılan ve sonu belli olmayan karanlık geçidi aydınlattı. Kapkara ağzını açmış bekleyen dev bir yılan kendilerini bekliyordu. Önce düz başlayan tünel yüz metre sonrasında neredeyse yüzde yirmi eğimle yerin içine dalıyordu.
           Bu öyle bir geçitti ki Atlantik sahilinden başlıyor,  çölün kumun içinden Bağdat’tan çıkıyordu. Özel lazer ölçme tekniğiyle planlanmış çelik ve betonun en kozmopolit birleşimiyle adeta sıvanarak yapılmıştı. Kesiti orta çağ mimarisinin gözde mimari şekli olan gotik tarzda yapılmış ve sonsuzluğa uzanan bir kemer şeklindeydi. Bu sayede yukarıdan gelecek yükü eşit oranda sağa sola dağıtacaktı. Malzemenin ana yapısı Beton ve çelik olsa da bu esnemeye müsait içindeki özel alaşımlarla güçlendirilmiş bir çelikti. İlk kez deneniyordu. Savunma Bakanlığı bu konuda bilimsel çevrelerde hazırlanmış en son gelişmeleri kullanmaktan çekinmemişti. Projenin en önemli özelliğiyse gizliliğiydi. Yıllar önce iki mühendis arkadaşa bu öneriyi getiren kişi şöyle demişti. “Düşünsenize bir anda kimseye görünmeden adeta yerden biter gibi kuvvetlerinizi çıkarıyorsunuz. Veya askerlerinizi geri çekebiliyorsunuz.” On bir yıllık bir çalışmadan sonra denemeye müsait duruma gelmişti.
           İşte en önemli an gelmişti. Orkun arkaya dönüp “Şimdi sıkı tutunun, bir Ferrari’deymiş gibi hissedeceğiz” dedi. Ve Zemindeki dişli dönmeye başladı. Devasa bir elektrik motorundan güç alan dişli harekete geçti. Dişli vagonun tabanındaki düz dişli yardımıyla vagonu hareket ettirmeye başladı. Lunaparktaki oyuncak trenleri hareket ettiren mekanizma birkaç saniyede aracı hızlandırdı ve adeta bir taş gibi ileri fırlattı. Yolcular bir yarış arabasındaymış gibi koltuklarına yapıştılar. İki üç saniyede düz ray bitmiş vagonları yokuş aşağı inmeye başlamışlardı. Mühendis Orkun, bir hostes gibi arkasını dönüp “İniş Başladı” dedi. Bu yokuş aşağı iniş yolun yarısına kadar hemen hemen Bulgaristan Türkiye sınırına kadar sürecekti. O noktada en üst hız düzeyine ulaşacak araç sesten çok daha hızlı yol alacaktı. Sonra hızlanmalarına yardım eden yerçekimi kendilerini yavaşlatmaya başlayacaktı. Irak sınırlarına yaklaştıklarında da hızları iyice düşmüş olacaktı. Buraya kadar her şeyi anımsamıştı ya sonra ne olmuştu, işte onu bilmiyordu.
           İki bin kilometreyi aşkın bir mesafe ötede olayların başladığı yerdeyse merak ve korku vardı. Her şeyin planlandığı gibi gideceğini işlerin aksamadan yürüyeceğini düşünmüşlerdi. Acaba ne olmuştu, işin en kötüsü müdahale etmeyi bırakın iletişim bile kuramıyorlardı. Ana kumanda odası sayılabilecek bir salonda bir gurup adam öylece bekliyorlardı. Odadaki gerginlik yüzlerde açıkça belli oluyordu.  Ama şimdi bütün bunları bir kenarı bırakmış aşağıda bir yerlerde duran bir gurup asker ve üniversiteden beri arkadaşı on bir yıllık ortağı Orkun için endişeleniyordu.
           Salondaki en geniş koltukta oturan ve ABD savunma Bakanlığının bu projeyle görevli tepe kişisi olan general rahattı. Oldum olası bu projenin yürüyeceğine inanmamıştı. Şimdiyse kendisinin haklı olduğunun ortaya çıkmasıyla yüzüne alaycı bir gülümseme yerleşmişti. Üstelik mesleği gereği kayıplara alışkın olduğu için aşağıdaki vagonu ve vagonun içinde bulunanları pek umursamıyordu. Rahat bir sesle mühendise seslendi “Mühendis bey, sizce ne oldu”
           Marcel, bir an düşündü. Ne olduğunu gerçekten bilmiyordu. Olasılıkları gözden geçiriyor ama bir tahmin yürütemiyordu. Acaba tünel mi çökmüştü. Sanmıyordu. Kendi geliştirdiği pahalı ama sağlam teknik sayesinde bir ip gibi dümdüz uzanan tünel çökmezdi. Gerek kesitinin yapısı gerekse kullandıkları kozmopolit sağlam ve esnek malzeme buna izin vermezdi. Son bir saat içerisinde erken uyarı sistemlerinden bir deprem uyarısı da gelmemişti. O zaman mekikte bir sorun olmalıydı. Yine de tedbir içim “İkinci Vagon’u hazırlayın” dedi. Başmühendisin cümlesinin ardından koşuşturma başladı.
           Aynı soruya arkadaşından iki bin kilometre ötesindeki yerin kilometrelerce altında duran Orkun’da yanıt arıyordu. İşlevsiz olacağını düşünseler de yaptıkları araca uygun olacağını düşündükleri için ekledikleri uzun huzmeli farları açtılar. Önlerindeki kemer şeklindeki kara delik uzayıp gidiyordu güçlü ışığın ulaştığı son noktalara kadar. Demek ki o çarpma havasını veren vagondaki tüm yolcuları etkileyen sert duruş tünelin çökmesi veya bozulmasından kaynaklanmıyordu. Bu çok iyi bir saptamaydı. Öyleyse kaza nedeni içinde bulundukları araçtan kaynaklanıyor olmalıydı. Arkalarda duran askerlerden biri diğerlerinin duyabileceği yüksek tonda
           “Geçen yıl bizim başımıza da gelmişti böyle bir durum” dedi. Tüm yüzlerin kendisine dönüp herkesin kendini dinlediğini anlayınca yüzü kızardı. Konuşmak istemese de artık sözlerini devam ettirmeliydi.
           “Otobanda seyrederken önümüzdeki araç kaza yapınca aniden durmak zorunda kalmıştık. İşte o zamanda aynen bu şekilde duvara çarpmış gibi olmuştuk” dedi. İşte o zaman Orkun’un aklı başına geldi. Camın önündeki kontrol paneline baktı. Küçük kırmızı ışığı fark etti. Otomatik frenler aniden devreye girmiş kilitlenmişlerdi. Tam orta yerde olmalıydılar. İlk fırlatma hızlarının yüksek olduğunu anımsadı. Projenin savunma Bakanlığı temsilcisi Marcel’in deyimiyle ‘patron’ bu yolculuğun bir deneme yolculuğu olduğunu unutmuş fırlatma hızını maksimuma yükseltmişti. Belli ki sisteme güvenip güvenemeyeceklerini tespit için sınırları zorlamak istemişti. Aşırı hıza ulaştıklarında otomatik olarak devreye girecek mekanik fren çalışmış aracın tekerleklerini kilitlemiş olmalıydı. Nedeni, Albaya söylediğinde az önce arkada konuşan er söze karıştı.
           “İyi ki takla atmadık” dedi. Evet, o hızda yapılacak ani fren düz yolda yani yeryüzünde olsalar belki takla atmalarına neden olacaktı. Ama tünelde olmaları ve aracın kesitinin tünelden az bir şey küçük olması bu takla atmayı olanaksız hale getirmişti. Bir an düşündü olacakları hesapladı. Ve kırmızı ışığın altındaki mekanik kolu çevirdi. Araç birkaç saniye sarsıldı ve ardından geriye doğru kıpırdadı. Birkaç milimlik hareket az sonra düzenli harekete dönüşmüştü gerisini geriye yol almaya başlamışlardı… Vagonun bu hareketi ölü nokta diyebileceğimiz orta noktaya kadar devam etti. Benzini biten arabadan çıkıp istasyon arayan talihsiz sürücülerden daha beter durumdaydılar. Çaresizlik içinde beklemeye başladılar…
2 notes · View notes
gundem7 · 4 days ago
Text
Büyük Önderimizi Saygı, Sevgi ve Özlemle Anıyoruz
Tumblr media
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk, ebediyete intikalinin 86’ncı yılında Aliağa’da düzenlenen tören ve programla anıldı. Cumhuriyet Meydanı’ndaki anma töreni Aliağa Kaymakamı Zekeriya Güney, Garnizon Komutanı Hava İstihkam Albay Mehmet Şahin, Aliağa Belediye Başkan Vekili Mesut Öztürk’ün Atatürk Anıtına çelenk sunumu ile başladı. Saatler 09.05’i gösterdiğinde siren sesleri eşliğinde gerçekleştirilen iki dakikalık saygı duruşunun ardından İstiklal Marşı okundu. Cumhuriyet Meydanı’ndaki törene; Aliağa Kaymakamı Zekeriya Güney, Garnizon Komutanı  Hava İstihkam Albay Mehmet Şahin, Aliağa Belediye Başkan Vekili Mesut Öztürk, Aliağa Cumhuriyet Başsavcısı Serkan Başaran, daire amirleri, kurum müdürleri, askeri erkan, gazi ve şehit yakınları, siyasi parti temsilcileri, öğretmenler, öğrenciler ve çok sayıda vatandaş katıldı. Aliağa İlçe Milli Eğitim Müdürü Dr. Erdoğan Akyüz, “Atatürk'ü sevmek demek O'nun izinde yılmadan yürümek demektir” 10 Kasım Atatürk’ü Anma programı Cumhuriyet Meydanı’nda gerçekleştirilen resmi törenin ardından Aliağa TÜPRAŞ Halk Eğitimi Merkezi’nde düzenlenen program ile devam etti. Program saygı duruşu bulunulması ve istiklal marşının okunmasıyla başladı. Programda günün anlam ve önemine ilişkin konuşmayı Aliağa İlçe Milli Eğitim Müdürü Dr. Erdoğan Akyüz yaptı. Akyüz, konuşmasında şunları söyledi: “10 Kasım Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk' ün aramızdan bedenen ayrılışının 86. Yıl dönümü. Evet, bedenen bir ayrılış bu. Zira O, idealleriyle, düşünceleriyle ve bize kazandırdıkları ile 86 yıldır aramızda. Ve nice 86 yıllarda aramızda olmaya devam edecek. Atatürk'ü sevmek demek O'nun izinde yılmadan yürümek demektir. Atatürk, hedefleri olan ve bu hedeflere emin adımlarla yürüyen genç nesiller inşa etmeyi arzulamıştır. Bu noktada siz öğrencilerimize düşen görev; O'nun hedeflediği gelişmiş, çağdaş ve güçlü Türkiye için, kurduğu Cumhuriyet'e sahip çıkarak, çalışkan, dürüst, ahlaklı ve vatanını seven birer birey olmaktır. Bu konuda bizim sizlere olan inancımız tamdır. Bu duygu ve düşüncelerle, Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk'ün şahsında, bu vatan uğruna canlarını seve seve feda eden aziz şehitlerimizi sevgi, saygı ve minnetle anıyorum” Öğrencilerden Duygulandıran Gösteri Akyüz’ün yaptığı konuşmanın ardından Aliağa Mesleki Teknik Anadolu Lisesi öğrencileri ve öğretmenleri tarafından hazırlanan ‘Atam İzindeyiz’ oratoryo gösterisi sergilendi. Oratoryo izleyenlere duygu dolu anlar yaşattı. Program, çekilen hatıra fotoğraflarıyla son bulurken fuaye alanında sergilenen, öğrencilerin tuval üzerine çizdiği, Atatürk fotoğrafları da büyük beğeni topladı. Read the full article
0 notes
sanatkafasi · 6 days ago
Text
Guernica: Pablo Picasso'nun Savaşın Yıkımına Çığlığı
Tumblr media
Sanat tarihinde, bazı eserler sadece estetik değer taşımaz; aynı zamanda tarihsel olayların, toplumsal travmaların ve insanlık durumunun güçlü bir yansımasıdır. Pablo Picasso'nun Guernica tablosu, hem sanatsal bir başyapıt hem de savaşın yıkıcı etkilerine karşı bir protesto olarak öne çıkmaktadır. 1937 yılında yaratılan bu eser, İspanya İç Savaşı'nın bir sembolü haline gelmiş ve sanatın politik bir ifade biçimi olabileceğini kanıtlamıştır. Bu makalede Guernica'nın tarihi bağlamı, yaratılış süreci, sembolizmi, teknik yönleri ve sanat dünyasındaki etkisi derinlemesine incelenecektir.
1. Tarihi Bağlam: İspanya İç Savaşı ve Guernica'nın Bombalanması
1936-1939 yılları arasında süren İspanya İç Savaşı, faşist General Francisco Franco'nun liderliğindeki Milliyetçiler ile Cumhuriyetçiler arasında patlak veren kanlı bir iç savaştı. İspanya'nın siyasi ve sosyal yapısını derinden sarsan bu savaş, birçok sanatçı, yazar ve entelektüel için ilham kaynağı olmuştu. Ancak Picasso'nun Guernica eserinin merkezinde yer alan olay, 26 Nisan 1937'de Bask bölgesindeki Guernica kasabasının Nazi Almanyası'na ait Luftwaffe uçakları tarafından bombalanmasıydı. Franco, bu bombardımanı, Cumhuriyetçilere karşı verilen savaşta stratejik bir hamle olarak kullanmıştı.
Guernica kasabası, bir askeri hedef olmaktan çok uzaktı; büyük ölçüde sivillerin yaşadığı küçük bir kasabaydı. Bu saldırı, sivil halka yönelik acımasız bir güç gösterisiydi ve savaşın vahşetini tüm dünyanın gözleri önüne sermişti. Picasso, bu olay karşısında derin bir üzüntü ve öfke duymuş ve Guernica adlı eserini Paris'te düzenlenecek 1937 Dünya Fuarı için yaratmaya karar vermiştir.
2. Picasso'nun Yaratım Süreci ve Motivasyonu
Pablo Picasso, yaratıcı süreçlerinde genellikle soyut imgeler ve figürlerle çalışan bir sanatçıydı, ancak Guernica ile doğrudan bir politik mesaj vermeyi amaçlamıştır. Franco'nun faşist rejimine ve savaşın getirdiği yıkıma karşı duyduğu derin öfke, bu eserde güçlü bir şekilde hissedilir. Guernica kasabasının bombalanmasının ardından Picasso, o dönemde sürgünde yaşadığı Paris'te bu eseri üretmeye başlar. Yaklaşık iki ay süren çalışma boyunca, Picasso defalarca taslaklar yapmış, sembolleri ve kompozisyonu şekillendirmiştir.
Picasso, bu tabloyla savaşın ne kadar anlamsız ve yıkıcı olduğunu göstermek istemiştir. İspanyol Hükümeti'nin Picasso'ya Dünya Fuarı'nda bir eser sunma davetiyle başlayan süreç, Guernica'nın bombalanmasıyla bir protesto eseri haline dönüşmüştür. Tablonun siyah-beyaz olması da Picasso'nun bilinçli bir tercihi olup, eserin gazetelerdeki savaş haberlerinin bir yansıması gibi algılanmasını sağlamıştır. Bu renk seçimi, savaşın soğukluğunu ve duygusuzluğunu daha da vurgulamaktadır.
3. Semboller ve Figürlerin Detaylı Analizi
Guernica tablosundaki figürler ve semboller, eserin merkezindeki temayı anlamak için kilit bir role sahiptir. Tablo, kaos içinde figürlerin parçalandığı, acının ve çaresizliğin hâkim olduğu bir kompozisyon sunar. Sembollerin her biri, savaşın getirdiği korku, yıkım ve ölümle ilişkilendirilebilir.
Boğa: Tablodaki boğa figürü, genellikle Picasso'nun İspanyol kimliğini simgeleyen bir unsur olarak kabul edilir. Bununla birlikte, boğa aynı zamanda faşist baskıyı ya da savaşın kör gücünü de temsil edebilir. Boğanın sert ve ifadesiz duruşu, savaşın duygusuz doğasına işaret eder.
At: At, eserin merkezinde, acı içinde kıvranan bir figür olarak karşımıza çıkar. Bu figür, hem Guernica'nın bombalanmasını hem de masum sivillerin yaşadığı trajediyi simgeleyebilir. Atın ağzından çıkan kesik dil şekli, çığlığı ve acıyı anlatır.
Lamba: Tablonun üst kısmında yer alan lamba, hem bir umut ışığı hem de savaşın vahşetini açığa çıkaran bir gözlemci olarak yorumlanabilir. Bu, modern savaş teknolojilerinin yıkıcı gücüne bir gönderme olabilir.
Ağıt Yakan Kadınlar: Kadın figürleri, savaşın sivillere olan etkisini en yoğun şekilde yansıtan unsurlardır. Kollarını çaresizlik içinde gökyüzüne kaldıran kadın, bir annenin evladını kaybettiği acıyı temsil ederken, diğer kadınlar ise kaosun ve ölümün ortasında kurtuluşu arayan masumları simgeler.
Ölü Asker: Yerde yatan ölü asker, savaşın nihai sonucu olan ölümü ve yıkımı temsil eder. Parçalanmış beden, savaşın insan bedenini nasıl yok ettiğinin bir sembolüdür.
4. Kompozisyon ve Teknikler
Guernica, Pablo Picasso'nun Kübist yaklaşımını kullanarak kaos ve yıkımı görsel bir şekilde ifade ettiği bir başyapıttır. Picasso, eserde figürleri parçalayarak ve onları farklı açılardan göstererek, savaşın düzensizliğini ve şiddetini soyut bir biçimde sunar. Tablo, keskin hatlar ve geometrik formlarla doludur; figürler birbirine karışmış, mekan kaybolmuş gibidir. Bu teknik, seyirciyi kaosun ortasına çekerek, savaşın karmaşasını ve yıkıcılığını hissettirmektedir.
Eserde siyah, beyaz ve gri tonlarının kullanılması, dramatik etkiyi artırır. Bu renk paleti, savaşın acımasızlığını daha da vurgular ve eseri daha etkili bir hale getirir. Picasso'nun kübist üslubu, figürleri farklı açılardan göstererek izleyicinin algısını zorlar ve duygusal bir tepki uyandırır.
5. Guernica'nın Sanat Dünyasındaki Etkisi ve Önemi
Guernica, sadece İspanya İç Savaşı'nın değil, savaşın evrensel bir eleştirisi olarak kabul edilir. Eser, sanat dünyasında derin bir etki yaratmış, savaş karşıtı hareketlerin sembolü haline gelmiştir. Picasso'nun bu çalışması, savaşın yıkıcı etkilerine karşı güçlü bir duruş sergileyen pek çok sanatçıyı etkilemiştir.
Tablo, politik sanatın en önemli örneklerinden biri olarak kabul edilir. Aynı zamanda Picasso'nun kariyerindeki en önemli eserlerden biri olarak kabul edilen Guernica, sanatın toplum üzerindeki dönüştürücü gücünü göstermiştir. 20. yüzyılın savaş ve çatışma dolu atmosferinde bu eser, savaşın korkunç yüzünü sanatsal bir dille gözler önüne sermektedir.
6. Guernica'nın Serüveni ve Günümüzdeki Durumu
Guernica, tamamlandığı günden itibaren büyük ilgi görmüş ve Dünya Fuarı'nda sergilenmiştir. Ancak eser, Franco'nun faşist rejiminin baskısı nedeniyle İspanya'ya geri dönmemiştir. Picasso, Franco'nun devrilmesinden sonra İspanya'ya dönmesini şart koşmuştur. Bu nedenle tablo, uzun yıllar boyunca New York'taki Modern Sanatlar Müzesi'nde (MoMA) sergilenmiştir.
Franco'nun ölümünden ve demokrasinin İspanya'ya dönüşünden sonra, Guernica, Picasso'nun vasiyeti gereği 1981 yılında Madrid'e getirilmiş ve şu anda Reina Sofia Müzesi'nde sergilenmektedir.
7. Az Bilinen Detaylar ve Anekdotlar
Guernica ilk sergilendiğinde, bazı eleştirmenler eserin karmaşıklığını eleştirmiş ve savaşın dehşetini yeterince açık bir şekilde yansıtmadığını öne sürmüştür. Ancak zamanla bu eser, savaş karşıtı sanatın en önemli sembollerinden biri haline gelmiştir.
Picasso'nun Paris'teki stüdyosunu Nazi subayları ziyaret ettiğinde, bir subay tablonun bir fotoğrafına bakıp "Bunu siz mi yaptınız?" diye sormuş, Picasso da ünlü bir şekilde "Hayır, siz yaptınız" diye yanıt vermiştir.
8. Sanat Eleştirmenlerinin Görüşleri
Guernica, sanat eleştirmenleri tarafından genellikle bir başyapıt olarak değerlendirilmiştir. Eserin çarpıcılığı, hem figüratif hem de soyut öğelerle dolu olmasından kaynaklanır. Savaşın acımasızlığı ve insanlığın çektiği acı, Picasso'nun bu çalışmasında evrensel bir dil kazanmıştır.
Sanat tarihçisi E.H. Gombrich, Guernica'nın modern savaşın duygusuzluğunu ve yıkıcılığını en iyi ifade eden eserlerden biri olduğunu belirtmiştir. Eleştirmenler, eserin yalnızca İspanya İç Savaşı'nı değil, aynı zamanda tüm savaşların anlamsızlığını temsil ettiğini vurgulamaktadırlar.
Pablo Picasso'nun Guernica'sı, sanatın sadece estetik bir araç olmadığını, aynı zamanda toplumsal bir tepkiyi ifade etmek için güçlü bir mecra olabileceğini kanıtlayan bir eserdir. İspanya İç Savaşı'nın dehşetini gözler önüne seren bu başyapıt, savaşın insanlık üzerindeki kalıcı etkisini dramatik bir şekilde yansıtır. Sembollerle dolu zengin içeriği, soyut kompozisyonu ve politik mesajı ile Guernica, sadece bir tablo değil, aynı zamanda bir direniş sembolü olarak dünya sanat tarihindeki yerini sağlamlaştırmıştır.
0 notes
nuri-koroglu · 23 days ago
Text
Tumblr media
HAARP Teknolojisi: Bilim, Komplo Teorileri ve Gerçekler
HAARP (High-Frequency Active Auroral Research Program), ABD’nin Alaska eyaletinde yer alan ve atmosferdeki iyonosfer tabakasını incelemek amacıyla kurulmuş bir bilimsel araştırma programıdır. 1993 yılında başlatılan bu proje, yüksek frekanslı radyo dalgaları kullanarak iyonosferdeki etkileşimleri gözlemlemeyi ve çeşitli jeofizik süreçler hakkında bilgi edinmeyi hedeflemektedir. Ancak, HAARP'ın bilimsel misyonu kadar, özellikle komplo teorilerine konu olması da projeyi ilgi odağı haline getirmiştir.
HAARP’ın Bilimsel Amacı
İyonosfer, yeryüzünden yaklaşık 60 ila 1.000 kilometre yukarıda yer alan, Dünya’nın atmosferinin en dış tabakalarından biridir ve burada yüksek yoğunlukta iyonlar ve serbest elektronlar bulunur. Bu bölge, radyo dalgalarının yansıtılması ve uzun mesafeli iletişimde kullanılması bakımından büyük önem taşır. HAARP’ın temel amacı, iyonosferin bu dinamik özelliklerini incelemek ve özellikle radyo iletişimini nasıl etkilediğini anlamaktır.
HAARP, iyonosfere yüksek güçlü radyo dalgaları göndererek bu tabakada yapay uyarımlar yaratır ve bu etkileşimlerin Dünya’ya geri dönen etkilerini analiz eder. Bu araştırmaların, uydu iletişimi, GPS sistemleri ve askeri radar teknolojilerinde iyileştirmeler sağlama potansiyeli vardır. Aynı zamanda HAARP, manyetik fırtınalar ve güneş patlamaları gibi doğal olayların iletişim sistemlerine olan etkilerini araştırarak, bu tür olaylar sırasında iletişim kaybı gibi sorunları önceden tahmin etmeye yardımcı olabilir.
Komplo Teorilerinin Yükselişi
HAARP’ın bilimsel misyonu ne kadar net olursa olsun, proje çevresinde sayısız komplo teorisi üretilmiştir. HAARP’ın doğal afetler, iklim değişiklikleri, zihin kontrolü ve hatta depremler gibi felaketleri tetiklemek amacıyla kullanıldığı iddiaları ortaya atılmıştır. Özellikle depremlerle ilgili komplo teorileri, HAARP'ın yer kabuğuna radyo dalgaları göndererek büyük sarsıntılara neden olabileceği düşüncesine dayanmaktadır.
Bunun yanı sıra, küresel ısınma veya hava olaylarını kontrol etmek gibi iddialar da zaman zaman gündeme gelir. Bu teorilerin çoğu, HAARP’ın teknik kapasitesini aşırı derecede abartmakta ve bilimsel gerçeklerle bağdaşmamaktadır. Örneğin, HAARP'ın gönderdiği radyo dalgalarının, iyonosferdeki sınırlı etkileşimlerin ötesinde Dünya'nın atmosferini ya da yer kabuğunu etkileme gücü olmadığı bilimsel çevrelerce defalarca vurgulanmıştır.
Bilimsel Gerçekler ve Teknik Kapasite
HAARP, 180 antenlik bir ağdan oluşan bir cihazdır ve her biri yaklaşık 3.6 megavat güçle çalışmaktadır. Yani toplamda, HAARP'ın anten dizisi saniyede 3.6 milyon watt’lık bir enerji yayar. Bu yüksek enerji iyonosfere gönderildiğinde, yalnızca çok küçük bir bölgeyi etkileme kapasitesine sahiptir ve bu etkileşimler tamamen geçicidir. Ayrıca HAARP, doğrudan Dünya'nın hava durumu üzerinde etkili olacak güce sahip değildir.
Deprem veya zihin kontrolü gibi teoriler, radyo frekanslarının bu tür etkiler yaratabileceği konusunda yanlış anlamalardan doğar. Radyo dalgalarının yer kabuğunu ya da insan beyin aktivitelerini değiştirebileceğine dair hiçbir bilimsel kanıt bulunmamaktadır. Dolayısıyla HAARP gibi bir sistemin bu tür etkilere neden olabileceği yönündeki iddialar spekülasyondan öteye geçmemektedir.
HAARP’ın Geleceği
2014 yılında HAARP’ın kontrolü, ABD ordusundan Alaska Fairbanks Üniversitesi’ne devredildi. Proje, artık askeri amaçlardan ziyade tamamen akademik araştırmalar için kullanılmaktadır. Bilim insanları, iyonosferin davranışlarını anlamaya devam etmekte ve bu bilgilerin gelecekte daha güvenilir iletişim sistemleri ve uydu teknolojilerinin geliştirilmesinde kullanılması amaçlanmaktadır.
Sonuç olarak, HAARP, karmaşık bilimsel bir araştırma projesi olmakla birlikte, ne yazık ki komplo teorileri tarafından karartılmıştır. Bu teoriler, HAARP’ın yeteneklerini aşırı derecede abartmakta ve çoğu zaman bilimsel gerçeklerle bağdaşmamaktadır. HAARP, insanlığın Dünya atmosferini daha iyi anlaması ve bu bilgileri iletişim teknolojilerinde kullanması amacıyla tasarlanmış bir projedir ve bilim dünyasında değerli bir yere sahiptir.
0 notes
pazaryerigundem · 2 months ago
Text
Sarsılmaz yerli ve milli üretim gücüyle öne çıkıyor
https://pazaryerigundem.com/haber/188002/sarsilmaz-yerli-ve-milli-uretim-gucuyle-one-cikiyor/
Sarsılmaz yerli ve milli üretim gücüyle öne çıkıyor
Tumblr media
Türkiye’nin ve Avrupa’nın lider silah üreticilerinden Sarsılmaz, savunma sanayi sektörünün önemli etkinliklerinden olan Azerbaycan Uluslararası Savunma Fuarı’na katılarak “yerli ve milli” teknolojiyle geniş bir yelpazede ürettiği silahlarını tanıtacak.
ANKARA (İGFA) –Sarsılmaz, ADEX’in hemen ardından ise dördüncüsü 2022 yılında gerçekleşen ve 63 ülkeden 10 bin 355 profesyonelin ziyaret ettiği Asya Savunma, Güvenlik ve Kriz Yönetimi Fuar ve Konferansı’nda (ADAS) 150 yıla yaklaşan tecrübesiyle ürettiği silahları tanıtacak. Filipinler’in başkenti Manila’da düzenlenecek olan ADAS 2024, 25-27 Eylül tarihleri arasında kapılarını açacak.
Sarsılmaz, ADEX ve ADAS 2024’te SAR 127 MT (12.7×99 mm), SAR 762 MT (7.62×51 mm), SAR 56 ULMG (5.56×45 mm) ve SAR 556’nın (5.56×45 mm) yanı sıra piyade tüfekleri, çelik tabancalar ve revolverleri ürünlerini de sergileyecek. Polimer gövdeli tabancalar arasında SAR9 serisinin en yeni ve ileri teknoloji jenerasyonu olan Gen3 ailesi, her türlü ihtiyaca cevap verecek şekilde dört farklı boy ile stanttaki yerini alacak.
Tumblr media
ADEX ve ADAS fuarlarında Türkiye’nin makinalı tüfek ihtiyacını yerli ve milli teknolojiyle karşılama amacıyla üretilen ve askeri araçlara entegre edilebilen 5 farklı modeli aynı anda kalifiye edilmiş makinalı tüfek SAR 762 MT ve tüm teknik veri paketi Türkiye’de yalnızca SARSILMAZ tarafından sağlanan ağır makineli tüfek SAR 127 MT fuarda profesyonellerin beğenisine sunulacak. Ayrıca SARSILMAZ’ın Uzaktan Komutalı Silah Sistemleri (UKSS) hakkında da detaylı bilgi ziyaretçilere Sarsılmaz Silah uzmanlarınca verilecek.
ÖZPAMUKÇU: YENİLİKÇİ ÜRÜNLERİMİZİ KATILIMCILARLA BULUŞTURACAĞIZ
Sarsılmaz Genel Müdürü Alp Önder Özpamukçu, her iki fuarla ilgili düşüncelerini “Sarsılmaz, ADEX 2024 ve ADAS 2024 fuarlarında sadece silah üretimindeki geniş deneyimini değil, aynı zamanda yenilikçi teknolojilerini de gözler önüne serecek. Her iki fuarda da en dikkat çekici stantlarından biri olmaya hazırız. Etkinlikler boyunca, hem sektördeki son gelişmeleri takip eden profesyonellerle bir araya geleceğiz hem de savunma sanayii alanındaki inovatif çözümlerimizi katılımcılarla paylaşma fırsatı yakalayacağız’’ sözleriyle paylaştı.
Tumblr media
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
edebiyatiturk · 2 months ago
Text
Güdümlü Ne Demek
Güdümlü Ne Demek? – Detaylı Açıklama ve Kullanım Alanları 1. Güdümlü Teriminin Tanımı “Güdümlü” kelimesi, Türkçede “bir şeyin belirli bir yön ve amaca yönlendirilmesi” anlamına gelir. Genellikle, bir nesne veya sistemin belirli bir hedefe ulaşması için yönlendirilmiş olduğunu ifade eder. Bu terim, teknik, askeri ve günlük kullanım alanlarında farklı anlamlar taşıyabilir. Örneğin, bir güdümlü…
0 notes
bilgisayarkorsani · 3 months ago
Link
0 notes
rayhaber · 1 month ago
Text
Yekaterinburg'da Vatana İhanet Suçlaması: 12,5 Yıl Hapis Cezası
Yekaterinburg’da Vatana İhanet Suçlaması Rusya’nın Ural bölgesinde yer alan Yekaterinburg’da bir mahkeme, bir makine imalat şirketinde çalışan Viktoria Mukhametova’yı Ukrayna’ya “askeri ve teknik verileri aktarmak” suçlamasıyla “vatana ihanet” suçundan 12,5 yıl hapis cezasına mahkum etti. Mukhametova, merkezi Rusya’nın Sverdlovsk bölgesindeki Nizhny Tagil şehrinde faaliyet gösteren ve dünyanın en…
0 notes
baybaykus · 4 months ago
Text
ABD SOPAYI MİCROSOTF İLE GÖSTERDİ
Dün akşamdan itibaren ABD’li teknoloji şirketi Microsoft 365’in sisteminde yaşanan kesinti sıradan bir arıza açıklamasıyla geçiştirilemeyecek kadar önemlidir. Hatta Üçüncü Dünya Savaşının siber işaret fişeğidir.
Havacılık, bankacılık ve hastaneler, fabrikalar başta olmak üzere tüm dünya bir günde kaos yaşadı, hala kısmen yaşamaya devam ediyor.
Açıklamaya göre Microsoft’a siber güvenlik hizmeti veren Crowdstrike’nin sistemindeki arıza bir anda küresel yazılım krizine dönüştü.
Komplo teorisi üretmiyorum. Emperyalizmin ciğerini bilen biri olarak sadece öngörüde bulunuyorum. Bu olay resmen ABD’nin dünyaya gösterdiği bir sopadır.
Özellikle Trump’ın da dile getirdiği üçüncü dünya savaşı söylemlerinin arttığı son günlerde bu olay teknik bir arıza olarak geçiştirilemez.
ABD üçüncü dünya savaşını siber saldırıyla başlatacağını resmen ilan etmiş oldu. Bugünden itibaren tüm ülkeler bu tehdide karşı önlemlerini almalıdırlar.
Tarafını seçmeyen, Amerikaya veya siyonizme bağlılığını beyan etmeyen, kısaca küresel emperyalizme boyun eğmeyen ülkelere Microsoft aracılığı ile okkalı bir ayar çekilmiş oldu. Ben böyle bir siber saldırıyı bekliyordum aslında. Çünkü bunlarda savaş ahlakı ve insanlık olmadığı için en kolayından başlamak üzere her yolu deneyeceklerdir.
Kafamızda şöyle bir senaryo canlandıralım. Allah korusun, üçüncü dünya savaşı başlamış olsun ve farzedelim ki siz ABD’nin safında değilsiniz.
Bir anda tim bankacılık sisteminiz çökecek; bankadan bir kuruş bile çekemeyeceğiniz gibi kredi kartı ile bir ekmek bile alamayacaksınız.Hastaneleriniz felç olacak, tüm ameliyatlar yapılamayacak, doktor sistemden bir aspirin bile yazamayacak.
Yetmedi, sivil veya askeri bir uçak bile kaldıramayacaksınız. Tüm kara, hava ve deniz savunma sistemleriniz çökecek ve bir anda çöp olacak.
Daha neler neler… İşte size Microsoft eliyle üçüncü dünya savaşının birinci hamlesi.
Elin oğlu bunu denedi, kimi ne kadar zamanda dize getirebileceğini test etti.
Bu işin şakası yok, ABD küçük bir arıza(!) ile Çin’e, Rusya’ya bile ayar çekti. Göreceksiniz ülkeler kısa süre sonra tesbih tanesi gibi dizilip Siyonizmle tekrar nikah tazeleme kuyruğuna girecekler. İri kıyımlar da bir yolunu bulup bir şekilde anlaşmaya zorlanacaklar. Dolayısıyla şimdilik üçüncü dünya savaşı riski bu arızayla ötelenmiş oldu.
Hepimiz göreceğiz, bu öngörülerimi zaman içinde bestseller popüler kitaplardan okuyacağız.
Umarım Türkiye de Microsoftun bu ayarından dersini almış olsun.
Acilen uydusuyla birlikte tamamen yerli ve milli yazılım sistemine geçmeliyiz. Bu bizim için ölüm kalım meselesi kadar önemlidir. Bağımsızlığımız bir tuşun altında saklı.
İç siyasi ve ideolojik çekişmeleri, kutuplaşmaları bir yana bırakıp işgal güçleri kapıya dayanmadan hem fiziki, hem teknolojik, hemde siber/ yazılım güvenliğimizi sağlamalıyız.
Bu işten tasarruf olmaz. Bu millet aç kalmaya razı olur ama vatanını ve devletini koruma konusunda hiçbir fedakarlıktan kaçınmaz.
Mikrosoftun arıza komedisini bir de bu açıdan değerlendirin istedim.
Hoşçakalın
Ahmet Karataş
2 notes · View notes
teknolojihaber · 5 months ago
Text
Ukrayna, Rus ordusu üniformalarını tanıyan yapay zeka destekli drone kullanacak
Tumblr media
İsimsiz bir Ukraynalı teknoloji girişiminin, belirli bir üniforma gibi görsel tetikleyicilere dayalı olarak hedefleri tanıyabilen ve saldırabilen yeni bir yapay zeka (AI) özellikli drone geliştirdiği bildiriliyor. Dronelar sürü halinde çalışabiliyor ve birbirleriyle iletişim kurabiliyor. Girişim, bunun drone'ların bağımsız olarak hızlı kararlar almasına olanak sağladığını iddia ediyor. Ancak kazaları önlemek için (potansiyel dost ateşi gibi), dronlar yalnızca komuta eden bir insanın yetkisiyle devreye girebiliyor. Potansiyel olarak ölümcül eylemlerde bulunmanın yanı sıra, yeni dronlar aynı zamanda keşif ve istihbarat toplama gibi daha geleneksel roller için de kullanılabiliyor. Tüm bu eylemlerin "bir insandan daha hızlı" gerçekleştirilebileceği iddia ediliyor. Yeni insansız hava araçlarının Ukrayna'ya savaş alanında Rus kuvvetlerine karşı önemli bir avantaj sağlaması bekleniyor. Katil Ukraynalı drone sürüsü Girişimin kurucusu Serhii Kuprienko, bunu buhar makinesinin fabrikalara tanıtılmasının devrim niteliğindeki etkisiyle karşılaştırdı. Kuprienko, "Bu, buhar motorunu yıllar önce fabrikaya getirmeye eşdeğer" dedi. “Temel misyonumuz, savaşı insanların değil robotların yapmasını sağlamak.” Bu felsefe, Ukrayna'nın daha fazla askeri zayiatı önlerken Moskova'ya karşı üstünlük sağlayacağını umduğu otonom platformlara artan yatırımının altını çiziyor. The Times'ın yakın tarihli bir raporu , Şubat 2022'deki işgalden önce Kiev'de yalnızca 20 kadar askeri teknoloji şirketinin bulunduğunu ortaya çıkardı. Şu anda savunma teknolojisine, özellikle de otonom sistemlere odaklanan 200'ün üzerinde kuruluş bulunuyor . “Onlar (Ruslar) savaşıyorlar, ölüyorlar, daha fazla insan gönderiyorlar, umursamıyorlar. Ancak biz savaşı böyle görmüyoruz” dedi Dijital Dönüşüm Bakan Yardımcısı Alex Bornyakov. Bornyakov, Ukrayna'nın şu anda Krupiienko'nun dışında en az bir şirketle sürü teknolojisini test ettiğini belirtti . Drone'lar otonom olarak çalışabilse de, etik ve güvenlik standartlarına uygunluğu sağlamak amacıyla hedefleme için insan doğrulamasının gerekli olduğunu açıkladı. "Teknik olarak onlar (drone'lar) bunu kendi başlarına yapabilirler" diye ekledi. Kuprienko, drone'larının üniformalara göre tanıyıp ateş edecek şekilde programlanabileceğini belirtti. Ancak, "Etik olarak ve güvenlik açısından buna izin vermiyoruz" diye vurguladı. "Singer" adlı Amerikalı drone uzmanı, Ukrayna'nın hedefleri özerk bir şekilde ortadan kaldırmak için zaten yapay zekayı kullanmış olabileceğini öne sürüyor. Kamuflajlı olsa bile düşman araçlarını tespit edebilen ve otomatik saldırıları koordine edebilen gelişmiş bir Amerikan drone sisteminin de mevcut olduğunu ekledi. Geri dönüşü olmayan bir nokta mı? Ayrıca The Times'a politikacıların kendisine bu çizgiyi asla geçmeyeceklerine dair güvence verdiklerini hatırladığını söyledi . Ancak, bunun artık çok az tartışmayla aşıldığını da sözlerine ekledi. Otonom silahlarla ilgili etik tartışma askeri uzmanlar, avukatlar ve etik uzmanları arasında devam ediyor. Bazı komutanların sürünün etkinliğini en üst düzeye çıkarmak için tam özerkliği tercih edebileceğini kabul ediyor ve şunu ekliyor: "Burada bir savaş veriyoruz ve kazanmak istiyoruz." Bornyakov gibi o da yalnızca düşman hedeflerini içeren ve bir sürünün bağımsız olarak hareket edebileceği bir "öldürme kutusu" tasavvur ediyor. Read the full article
0 notes
neyimvar · 5 months ago
Text
Saat Tutkunları için Lüks Seçimler: Franck Muller, Breguet ve Panerai
Lüks saat dünyası, zarafet ve prestij arayanlar için sayısız seçenek sunar. Bu alanda öne çıkan markalardan üçü Franck Muller, Breguet ve Panerai olarak dikkat çeker. Her biri, kendine özgü tarzı ve yüksek kaliteli işçiliği ile saat tutkunlarının favorileri arasında yer alır.
Franck Muller, saat yapımcılığına getirdiği yenilikçi yaklaşımla tanınır. Markanın kurucusu Franck Muller, karmaşık saat mekanizmalarıyla ünlüdür ve bu nedenle Master of Complications olarak anılır. Franck Muller saatleri, cesur ve özgün tasarımlarıyla dikkat çekerken, aynı zamanda üstün teknik özellikler sunar. Markanın en bilinen modellerinden biri olan Crazy Hours, saat kadranındaki rakamların sıradışı dizilimi ile fark yaratır.
Breguet, saatçilik tarihinde köklü bir geçmişe sahiptir ve saat dünyasında sofistike tasarımları ile tanınır. 1775 yılında Abraham-Louis Breguet tarafından kurulan marka, birçok yeniliğe imza atmıştır. Özellikle tourbillon mekanizmasının mucidi olarak bilinen Breguet, bu sayede saatlerdeki yerçekimi etkisini minimize ederek daha hassas zaman ölçümleri yapılmasını sağlamıştır. Breguet saatleri, zarif tasarımları ve tarihi mirasıyla saat severlerin gözdesi olmayı sürdürmektedir.
Panerai, denizcilik mirası ve askeri kökenleri ile öne çıkar. İtalyan donanması için saat üretmeye başlayan Panerai, robust ve işlevsel tasarımları ile bilinir. Markanın en ikonik modellerinden biri olan Luminor, büyük kadranı ve kolay okunabilirliği ile tanınır. Panerai, aynı zamanda su geçirmezlik özellikleri ve dayanıklılığı ile de dalgıçlar arasında popülerdir.
Bu üç marka, saat dünyasında farklı zevklere hitap eden benzersiz seçenekler sunar. Greenwich, bu prestijli saatleri sunarak saat tutkunlarına lüks ve kaliteli zaman ölçümleri sağlar. Franck Muller'ın yenilikçi tasarımları, Breguet'in tarihi zarafeti ve Panerai'nin robust fonksiyonelliği, her saat severin koleksiyonunda bulunmayı hak eder.
0 notes
gelmeyin · 5 months ago
Text
Lüks Saatlerin Büyüleyici Dünyası: Franck Muller, Breguet ve Panerai
Greenwich gibi prestijli saat satıcıları, saat tutkunlarına dünyanın en seçkin saat markalarını sunuyor. Bu markalar arasında Franck Muller, Breguet ve Panerai öne çıkan isimlerdir. Her biri, saatçiliğin farklı bir yönünü temsil eder ve kendine özgü tasarım ve teknik özellikleriyle dikkat çeker.
Franck Muller, saatçilik dünyasında cesur ve yenilikçi tasarımlarıyla tanınır. 1992 yılında kurulan marka, kısa sürede lüks saat piyasasında kendine sağlam bir yer edinmiştir. Franck Muller'in saatleri, karmaşık mekanizmaları ve eşsiz kadran tasarımlarıyla ünlüdür. Bu saatler, estetik ve mühendisliğin mükemmel bir birleşimini sunarak saat tutkunlarının beğenisini kazanmıştır.
Öte yandan, Breguet markası saatçilik tarihinin en köklü isimlerinden biridir. 1775 yılında Abraham-Louis Breguet tarafından kurulan marka, saatçiliğe birçok yenilik getirmiştir. Tourbillon mekanizmasının mucidi olan Breguet, aynı zamanda zarif ve klasik tasarımlarıyla da tanınır. Breguet saatleri, tarih ve teknolojinin muhteşem uyumunu yansıtarak asırlık bir mirası günümüze taşımaktadır.
Panerai ise İtalyan saatçiliğinin gururu olarak kabul edilir. 1860 yılında Giovanni Panerai tarafından kurulan marka, başlangıçta askeri kullanım için dayanıklı ve su geçirmez saatler üretmiştir. Panerai saatleri, büyük ve okunaklı kadranları, sağlam yapıları ve sportif tasarımlarıyla bilinir. Marka, özellikle dalış saatleriyle tanınmış ve su altı maceracıları için vazgeçilmez bir seçenek haline gelmiştir.
Greenwich, bu üç markanın en seçkin modellerini saat tutkunlarına sunarak, müşterilerine lüks saatlerin büyüleyici dünyasını keşfetme fırsatı tanıyor. Franck Muller, Breguet ve Panerai'nin her biri, saatçilik sanatının farklı bir yüzünü temsil ederken, ortak noktaları ise mükemmeliyet ve yenilikçilik üzerinedir. Bu saatler, sadece zamanı göstermekle kalmaz, aynı zamanda kullanıcılarına prestij ve zarafeti de taşır.
0 notes
birpaylass · 2 years ago
Text
Büyük Elçi Nasıl Olunur? Ne iş Yapar Maaşları Ne Kadardır?
BirPaylaş Paylaşım Platformu https://birpaylas.com/buyuk-elci-nasil-olunur-ne-is-yapar-maaslari-ne-kadardir.html
Büyük Elçi Nasıl Olunur? Ne iş Yapar Maaşları Ne Kadardır?
Tumblr media
Büyük Elçi Nasıl Olunur? Ne iş Yapar Maaşları Ne Kadardır? Büyük elçi olmak için belirli bir eğitim veya meslek gereksinimi yoktur, ancak belirli niteliklere ve yeteneklere sahip olmak gerekir. İşte büyük elçi olmak için gereken bazı özellikler:
İletişim Becerileri: Büyük elçilerin iletişim becerileri çok yüksek olmalıdır. Dil bilmeleri ve iletişim kurarken etkili olmaları gereklidir.
Diplomatik Yetenekler: Büyük elçiler, diplomatik yetenekleri yüksek olan kişilerdir. Kendilerini ifade etme, müzakere yapma, anlaşma sağlama gibi konularda becerikli olmalıdırlar.
Kültürel Farkındalık: Büyük elçiler, farklı kültürleri anlama ve bunlarla etkili bir şekilde çalışabilme becerilerine sahip olmalıdırlar.
Liderlik Yetenekleri: Büyük elçiler, liderlik yetenekleri gelişmiş olan kişilerdir. İnsanları yönetme, motive etme ve hedefler belirleme gibi konularda başarılı olmalıdırlar.
Bilgi ve Yetkinlik: Büyük elçiler, belirli bir konuda bilgi sahibi olmalı ve konularında yetkin olmalıdırlar.
Sabır ve Hoşgörü: Büyük elçiler, sabırlı ve hoşgörülü olmalıdırlar. Zorlu durumlarda soğukkanlılıklarını koruyabilmeli ve farklı düşüncelere saygı göstermelidirler.
Reklam
Büyük Elçi Nasıl Olunur? Ne iş Yapar Maaşları Ne Kadardır?
Onur Belgesi Nasıl Alınır
İncir Nasıl Oluşur Faydaları Nelerdir
Rüzgar Türbini Teknik Servisi Nasıl Olunur
Sağlıklı bir insan nasıl olur?
Büyük elçi olmak için bu özellikleri geliştirmek ve pratik yapmak gereklidir. Ayrıca, ülke dışında farklı kültürleri öğrenmek ve farklı insanlarla etkileşimde bulunmak, büyük elçilerin başarısı için çok önemlidir.
Büyük Elçiler Ne iş Yapar?
Büyükelçiler, bir ülkenin diğer ülkelerle olan ilişkilerini yürütmek ve temsil etmekle sorumludur. Büyükelçiler, görev yaptıkları ülkelerdeki diğer ülkelerin büyükelçileriyle, üst düzey hükümet yetkilileriyle, diplomatlarla ve yerel halkla etkileşim halindedir.
Büyükelçiler, ülkeleri arasındaki siyasi, ekonomik, kültürel ve askeri ilişkileri güçlendirmek ve geliştirmek için çalışırlar. Bu amaçla, diplomatik faaliyetler gerçekleştirirler, toplantılar düzenlerler, müzakereler yaparlar ve diğer ülkelerle işbirliği içinde çözüm odaklı çalışmalar yaparlar.
Büyükelçiler aynı zamanda, vatandaşlarının yurt dışında yaşadıkları sorunlara çözüm bulmak için çalışırlar. Vatandaşların yurt dışındaki güvenlikleri, sağlık sorunları ve benzeri konular gibi konularda, büyükelçilerin koordinasyonu ve yardımı gerekebilir.
Büyükelçiler ayrıca, ülkelerindeki siyasi, ekonomik ve kültürel gelişmeler hakkında bilgi toplar ve bu bilgileri ülkelerine ileterek, ülke politikalarını güncellemelerine yardımcı olurlar.
Sonuç olarak, büyükelçilerin temel görevi, ülkelerinin diğer ülkelerle olan ilişkilerini yürütmek ve temsil etmektir. Bu kapsamda, diplomatik faaliyetler gerçekleştirir, toplantılar düzenler, müzakereler yapar ve diğer ülkelerle işbirliği içinde çalışır.
Elçiler Ne Kadar Maaş Alır?
Büyük Elçi Nasıl Olunur? Ne iş Yapar Maaşları Ne Kadardır? yazı dizemize devam ediyoruz. Elçilerin maaşı ülkeden ülkeye ve görev yerlerine göre değişebilir. Ayrıca, elçilerin maaşları, genellikle diğer devlet memurlarına benzer şekilde, ülkelerindeki kamu sektöründe veya dışişleri bakanlıklarında çalışan diğer memurların maaşlarına benzer şekilde belirlenir.
Örneğin, ABD Dışişleri Bakanlığı’na göre, ABD büyükelçileri için belirlenen yıllık maaş aralığı 119.554 ile 171.900 dolar arasındadır. Ancak bu rakam, özellikle ülke ekonomisi, yaşam maliyetleri ve diğer faktörlere göre değişebilir. Ayrıca, elçilikte görev yapan personelin rütbesi, unvanı ve çalışma süresi gibi faktörler de maaşa etki edebilir.
Diğer ülkelerde, elçilerin maaşı benzer şekilde belirlenir ve ülkeden ülkeye değişiklik gösterir. Özetle, elçilerin maaşları, çalıştıkları ülkeye, unvanlarına, rütbelerine ve diğer faktörlere bağlı olarak değişiklik gösterebilir.
Türkiye’de Büyükelçiler Ne Kadar Maaş Alır
Türkiye’de büyükelçilerin maaşları, Dışişleri Bakanlığı personel yönetmeliğine göre belirlenmektedir. Bu yönetmelik, büyükelçilerin maaşlarının, görev yaptıkları ülkelerin yaşam standartlarına göre değişebileceğini belirtmektedir.
Türkiye’deki büyükelçilerin maaşlarına ilişkin net bir rakam vermek zordur, çünkü maaşlar, büyükelçinin rütbesine, deneyimine, görev yaptığı ülkeye ve diğer faktörlere bağlı olarak değişebilir. Ancak, genel olarak Türkiye’deki büyükelçilerin maaşları, diğer devlet memurlarının maaşlarına benzer şekilde belirlenir.
Türkiye’deki devlet memurlarının maaşları, memurun görev yaptığı kademeye ve dereceye göre belirlenir. Örneğin, bir büyükelçi için belirlenen kademelerden biri olan “Büyükelçi-1” kademesinde bir devlet memurunun maaşı 2022 yılı için brüt olarak 23.065,52 TL olarak belirlenmiştir. Ancak, bu rakamın net maaşa dönüştürülebilmesi için, vergi, kesinti ve diğer faktörlerin de dikkate alınması gerekmektedir.
0 notes
akilfikirgezegeni · 6 months ago
Text
Tumblr media
Termofil Muharebesi'ni duydunuz mu? Ya da şöyle söyleyim; 300 Spartalı filmini seyrettiniz mi? Hani Sparta komutanı Leonidas'ın Pers elçisini bir tekmeyle kuyuya ittiği sahneyle ünlü olan. MÖ. 492 yılında yaşanmış bu mitsel değerleri olan savaştan bahsetmiyeceğim sizlere 😉 Bu savaşta benim dikkatimi çeken kısmından bahsedeceğim ve bugün 105. yılında kutlanan 19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı ile ilintisini... Pers ordusu Yunan Şehir Devletleri'nin bir araya gelerek oluşturduğu yaklaşık 7000 askerle Termofil geçitinde karşı karşıya gelir. Yazılı kaynakların sıkıntılı olması sebebiyle Pers Ordusu'nun yaklaşık 70.000 olduğu söylenir. Pers Kral'ı Leonidas'a teslim olmaları için elçi gönderir. Fakat Leonidas ölene kadar ülkelerini savunacakları haberiyle elçiyi geri gönderir. Kral, bir kez daha elçi göndererek Leonidas'a, Pers Ordu'nun sadece attığı oklarla bile baş edemiyeceklerini, aynı okların güneşin ışığını bile saklayacak kadar çok olduğunu söyler. Leonidas elçiye dönerek; "Söyle Kralı'na, O vakit bizde gölgede savaşırız" der. Yüce Türk Ulusunun mimari Mustafa Kemal Atatürk'de yurdun her yeri işgal altında olsa da, sayıca ve teknik donanımla düşman askeri oldukça üstün olsa da, üstelik bu savaşı özellikle "Güneşin hiç batmadığı yer" olarak isim yapmış bir ülkeye karşı verdiğini düşünürsek, verilen bu kurtuluş mücadelesinin gölgede savaşılarak kazanıldığını söyleyebiliriz. Leonidas yanında savaşan 300 Spartalı ile birlikte bu savaşı kaybetti ama mücadelesi tarih boyunca anlatılarak bir destan haline geldi. Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları (ki bu necip Türk Milleti'dir) girdikleri bu savaşı kazandı ve daha yüzlerce yıl bu destan anlatılmaya devam edecek... Güneşin doğup özgürce kendini gösterdiği günler için gölgede savaşıp canını bu topraklara emanet eden tüm şehitlerimiz adına, çok yaşa Türkiye Cumhuriyeti, çok yaşa Türk'ün evlatları... Ne mutlu Türk'üm diyene.. İçaforiz
0 notes