#Yeryüzüne Özgürlük
Explore tagged Tumblr posts
blackboardxyz · 2 years ago
Photo
Tumblr media
İstanbul’da 1 Mayıs
1 note · View note
paganizmturkiye · 4 months ago
Text
The Charge of the Goddess
Her ne zaman bir şeye ihtiyacınız olursa, ayda bir kez, ve daha iyisi dolunayda, o zaman gizli bir yerde toplanıp tüm cadıların kraliçesi olan O’nun ruhuna tapınacaksınız. Orada toplanacaksınız, tüm büyücülüğü öğrenmek isteyenler, ama en derin sırlarını henüz öğrenememiş olanlar; O, onlara henüz bilinmeyen şeyleri öğretecek. Ve kölelikten kurtulacaksınız; ve gerçekten özgür olduğunuzun bir işareti olarak, ayinlerinizde çıplak olacaksınız; ve dans edecek, şarkı söyleyecek, ziyafet çekecek, müzik yapacak ve sevişeceksiniz, hepsi O’nun övgüsü için. Çünkü O’nundur ruhun coşkusu ve O’nundur yeryüzündeki sevinç; çünkü O’nun yasası tüm varlıklara olan sevgidir. En yüksek idealinizi saf tutun; her zaman ona doğru çabalayın; hiçbir şeyin sizi durdurmasına veya sizi yoldan çıkarmasına izin vermeyin. Çünkü O’nundur gen��liğin diyarına açılan gizli kapı ve O’nundur hayatın şarap kadehi ve öl��msüzlüğün Kutsal Kasesi olan Cerridwen’in kazanı. O, insanın kalbine sevinç armağanını veren lütufkar Tanrıçadır. Yeryüzünde, ruhun sonsuz bilgisini verdi; ve ölümün ötesinde, barış ve özgürlük ve daha önce gitmiş olanlarla yeniden birleşmeyi verdi. Ayrıca O, kurban da talep etmez, çünkü işte, O tüm yaşayanların annesidir ve sevgisi yeryüzüne yağmıştır.
Yeşil toprağın güzelliği, yıldızlar arasındaki beyaz ay, suların gizemi ve insan kalbinin arzusu olan O, ruhunu çağırıyor. Ayağa kalk ve O’na gel. Çünkü O, evrene hayat veren doğanın ruhudur. Her şey Ondan gelir ve her şey Ona geri dönmelidir; ve Tanrılar ve insanlar tarafından sevilen O’nun yüzünün önünde, en içteki ilahi benliğinin sonsuzluğun coşkusuna sarılmasına izin ver. Onun ibadeti sevinç duyan kalbin içinde olsun; çünkü işte, tüm sevgi ve zevk eylemleri Onun ritüelleridir. Ve bu nedenle içinizde güzellik ve güç, kuvvet ve şefkat, onur ve alçakgönüllülük, neşe ve saygı olsun. Ve onu aramayı düşünen sen, gizemi bilmedikçe arayışının ve özleminin sana fayda sağlamayacağını bil; eğer aradığın şeyi kendi içinde bulamazsan, o zaman onu asla kendi dışında bulamazsın. Çünkü işte, O başlangıçtan beri seninleydi; ve O, arzunun sonunda elde edilen şeydir.
Doreen Valiente
Tumblr media
0 notes
gundemarsivi · 1 year ago
Text
Tumblr media
Tanrı, Din, Birey, Özgürlük
✍🏻 Anıl Güven
https://www.gundemarsivi.com/tanri-din-birey-ozgurluk/
Dinsel yaklaşımlara göre Tanrı, yeryüzüne ileteceği yönergeleri kulları içinde seçkin konuma erdirdiği kişiler aracılığıyla bildirimde bulundururmuş.
Onun çizdiği tartışmaya kapalı kurallara inananların, başka bir düşünce yapılanması kurgulaması, sorgulaması, ‘kutsal önermeleri’ irdelenmesi yasaklanmıştı!
Dağınık toplum yapısı içerisinde, iklim koşulları gereği başına buyruk yaşam biçimini kendilerine ilke edinmiş olanlar bu dayatmaya başkaldırdı. Karşılıklı kıyımlar yaşandı…
Kendilerini güvende görmeyenler boyun eğdi!
Önlerine konulan dini içlerine sinmemiş olsa da kabul ettiler!
Milyonlarca insan Tanrı’nın buyruğunu uygulayan inananlarca öldürüldü. İnsan öldürmek bir ticaretti. Köleliği sahneye sürdü. Güçlü bir bedene yapısına sahip olan erkekler tarlalarda, kadınlarsa ev işlerinde kullanılmak için alınır-satılır oldu.
Özgürlük ulu egemenler için geçerli kılınmıştı. Varlık birikimi yüce güç tarafından bir tek onlara verilmişti. Tanrı tekleşmişti ama kulları arasında eşitlik yoktu! Bu durumda yeni bir söylem üretildi; Cennet-Cehennem! Bu dünyada yoksulluk çekenler, öldükten sonra gidecekleri öteki dünyada ödüllendireceklerdi. İsyan etmeden, Yaratana buğzetmeden, sakince elde olanla yaşamayı ve ibadet etmeyi sürdürmeliydi. Bu önerme halkın gazını büyük oranda aldı!
Bilimsel gelişmeler o kadar uçkunlaştı ki; “Tanrı yok” dedirten buluşlar birçok kişi tarafından derinlemesine irdelenince dinler geleceğe yönelik değerleri yitirdi!
Çağdaş yaşamda kullar kişi-birey olunca düşüncede insan insan olmanın değerlerini gördü-öğrendi. Köle ticareti yasaklanmakla birlikte değişkenleştirilen emek kullanımı daha da acımasızlaştı… Çocukların kömür madenlerinde, tuz mağaralarında, dokuma atölyelerinde; olağanüstü kötü koşullarda, çok düşük ücret karşılığında çalıştırılması aile içinde, toplumsal yapıda ahlak kavramını yok etti. (Meraklısı için Emile Zola / Germinal romanını okumalarını öneririm).
Özgürlüğün rasyonel teorik çerçevesi Antik Yunan felsefesinde çizilmiştir. Platon ile birlikte insanın kendi yapısını seçme imkanı olarak felsefe sahnesinde yerini alan özgürlük, Aristoteles‘in bilginin tercih ettiği bulunma gücü olarak karşımıza çıkar. Ne var ki Modern felsefede Spinoza’nın itirazlarına maruz kalır. Hume’un ebeliğiyle yeniden doğan özgürlük, Kant felsefesinde reddedilemez, ama teorik olarak hakkında hüküm verilemez gizemli bir ahlaki koşul mertebesine çıkar. Marks ile tamamen toplumsal ilişkiler bağlamında siyasetin nihai amacı olarak felsefede yeni bir görünüm kazanır. Albert Camus felsefesiyle bir tür düşünce ve eylem belirleme gücü olarak bir kişi potansiyeli olarak belirir. Sartre tarafından kişinin varoluşunun temel ontolojik kategorisi olarak kaçınılmaz ilan edilir. *
Bireyselleşme eyleme dönüşünce özgürlükler genişledi. Tanrı, din ilişkisi önceki gibi kişileri sindiremiyor artık.
* Özgürlüğün Kısa Tarihi / Yavuz Adugit
Anıl Güven
Atina
0 notes
kanayan-kafesler · 3 years ago
Text
Tumblr media
Bahar gelmiş toprağıma; bu sabah odamın perdesiyle tatlı tatlı dans ediyor rüzgâr. İnsanın içini dolduran güneşler çıkıyor pencereme. Saçlarım dağılıyor odama ekilen tohumlar gibi dalga dalga yayılıyor yüzüme. Bir Kızıl Derili atasözü düşüyor sonra aklıma tam da o anda “ilkbaharda usul usul yürü, toprak ana hamiledir” ne muazzam. Yürüyüş deyince dingin bir hayal doluyor içime; uzun uzadıya yürüyorum sanki ıhlamur ağaçlarıyla dolu bir deniz kıyısında, kapatıyorum gözlerimi bırakıyorum kendimi rüzgâra, göz kapaklarımda bulut, kulağımda sasa, gülümsüyorum. Gülümse, her gülüşte bahar doluşsun gönlüne.
Her daim bahar kelebeğini gözlemek için beklemişken, bütün senenin manasını onun rengine yüklemeyi beklerken bahar kelebeğine yasaklanmak benimkisi. Bu bir yangın işte; bu dumansız, bu alevsiz, bu ateşsiz bir yangın içimde. Hoş benim artık hobi olarak yanmak, mütemadiyen yanmayı seviyorum ben.
Sahi ne mutluyduk dünyadan sıyrılmış küçücük hayatlarımızın telaşında kaybolup giderken… Geceleri yıldızlara bakarken, içimde hiç kazma vurulmamış, hiç yeşertilmemiş bir yerin varlığını hissediyorum. Keşke bir tek bunu çözebilseydim. En çok yolumuzun kesiştiği şarkıları sevdim.
Şimdilerde yeni bir hikâye başlattım kalbimde. Ah Muazzez ne çok acıların vardı ömründe. Adım adım yazacaktık bir öyküyü en baştan seninle. Peşimi bırakmayan arsız bir kedi gibi ayaklarımda dolaşan şu uyuşukluğum olmasa çoktan bitirmiştik birinci bölümü şimdiye. Ama sen üzülme, yazacaklarımın hepsi kafamın içinde. Bir başlasam coşkun ırmaklar, çığkan dereler gibi akacak kâğıda kaleme. Ama gel gör ki peşimi bırakmıyor bir türlü şu uyuşukluk, kör olası kan emici örümcek, bırakmıyor beni bana. Bir şeyleri yapmam gerekirken yapamıyor oluşumla yapamayışımın hengamesi arasında yuvarlanıp gidiyorum işte. Bunlar hep stres. Oturduğumda dans ediyor sanki harfler gözlerimin önünde. Ne çok dil vardı şu dünyada. Oysa hepsinin temeli, tüm insanlığın sevgi değil miydi? Koca bir hiç! Tamamen palavralar bütünü, ne kadar çok laf-ü güzaf.
Onca bugüne rağmen; daktilolara, klavyelere, dokunmatik samimiyetlere rağmen bir mektubu hala bir kâğıda karalamam lazım geliyor bana. Öyle olmalı sanki yazıyorsan şayet kalem kâğıda değmeli, aklın tüm odalarında koşuşturmalı yağız atlar, bir ceylan su içmeli göğsündeki pınardan. Sonra akmalı çılgın dereler gibi gönül mürekkebi dökülmeli kalemden kâğıda. Dökülmeli ki okuyan anlamalı kıymetini, bu da mektup mu deme şimdi; edebiyatta okuyucusuna yazılan her hece mektuptur biraz.
Neydi o meşhur söz; bir şiiri birkaç kalemle yazmak lazım gibi geliyor bana. Sahi değil mi? Bir yazıyı da birkaç kalemle yazmak lazım gibi geliyor bana, bütün renkleri katmalı içine; maviyle yazmalı bir bölümü mesela, özgürlük katmalı içine. Sonra bir bölümü kırmızıyla yazmalı aşkı dahil etmeli aşkın içine, yeşil ile karalamalı bir kısmı yaşamak ekmeli toprağına, sonra canlı bir sarı ile devam etmeli bahar serpiştirmeli aralara… Burayı da niye bunla yazmışım diye okurken renkler de manalarını akıtmalı kalemden satırlara.
Kuşlar terk etmiş beni, ben terk etmişim çok mu?
Şimdi çok toz kalkacak diye eski şeyleri düşünmüyorum. Heveslerimi tüketiyor bu kış demiştim geçenlere, bahar dallarına hasret kaldım. Şimdi beklenen bahar geldi işte, yavaş yavaş düşüyor yeryüzüne. Ağaçlar çiçek açtı, yeşeriyor çimenler. Ne büyük mucize! Kahverengi dallardan beyaz çiçekler açtıran Rab, illaki biliyordu içimizden geçen duaları; öyle değil mi? Kalbini denizden yap.
Hatice Aydoğdu 🌸
3 notes · View notes
kapganova · 3 years ago
Text
[100322]
Kar tanelerinin dansını gördünüz mü? Her bir tanesinin özenle yeryüzüne inmesi🤍Özgürlük bu olsa gerek… İçimden “keşke hep kar yağsa, yağsa ki mucizeleri kişilerde aramasak, göğe baktığımızda huzur bulsak” dediğim video kesitini buraya bırakıyorum. Çünkü keşke hep kar yağsa🥲 şu var ki bazı şeylerin kıymeti zamanında bilinmeli. Tıpkı tekrarının en az bir yıl sonra olacağını bildiğimiz ❄️🌨 gibi…
3 notes · View notes
hbkultursanat · 4 years ago
Photo
Tumblr media
Ağrı dağının eteğinde bulunan IĞDIR ovasının şu anki ismiyle melekli beldesi civarında yaşayan genç bir avcı günün birinde ovada ava çıkarken bir kuyuya düşer. Kuyuda bulunan yılanlar avcı gencin gözlerini bağlayıp genci yılanların şahı olan,şahları Şahmaranın bulunduğu büyük kuyuya götürüp Şahmaranın huzuruna çıkarırlar. Yine söylenenlere göre yılanların bulundukları o kuyuya düşüp Şahmaranın huzuruna çıkarılan hiç bir canlı sağ kalmazmış. Avcı gencin yakışıklılığını gören Şahmaran avcı gence aşık olur. KÜRT MİTOLOJİSİNDE KADIN BAŞLI YILAN ŞAHMARAN ziman Mitolojilerde tanrılar, tanrıçalar ve kralların yaratılış ve yaşayış öykülerini ölüler diyarı ve tufan mitlerinin tarihteki ilk bütünlüklü örneğini içinde barındırır. Bununla birlikte her şey maddi bir gerçekliğe dayandığından, maddi gerçekliği olmayan hiçbir şey yoktur. Mitolojide her ne kadar günümüzde söylence olarak tabir edilse de, esasında maddi gerçekliğin destansı, masalsı hali anlatımıdır. Köleci uygarlığa ve daha öncesine kökleri dayanmakla birlikte, daha çok köleci dönemde bir insan yaratımı olarak gerçeklik mitoloji ile bu dönemin egemen koşullarına uygun maskelenip insanlara bu tarz maskelenmiş bir yaşam sunulmuştur. Bununla mevcut yaşam koşulları, çoğu zaman meşrulaştırılmak istenmiştir. Maskenin arkasında dünyevi olan sosyal, siyasal çatışmalar ve iktidar olgusu vardır. Yunan mitolojisindeki evrenin ve insanın yaratılış öyküsü Sümer Mısır ve Babil mitolojilerinin bir versiyonudur. Yunan mitolojisinde olduğu gibi Batı mitleri çoğunlukla kaynağını Ortadoğu’dan alırlar. Kadın damgalı Neolitik Tanrıça kültünün kültürel yayılmayla Batıya kadar gitmesiyle, Sümer Rahiplerince oluşturulan Mitolojik erkek Tanrılarda köleci uygarlıkla birlikte buna eş bir yayılım gösterirler. Bunun için Yunan mitolojisindeki Tanrılar ve Tanrıçalar Sümer, Babil mitinin bir türevidir. Animizmin başat olduğu çok Tanrılıda diyebileceğimiz dinler döneminde Ana Tanrıçalar tarafından bir çok canlı varlık simgeleştirilip bunlara toplumsal değerler atfedilmiş ve anlamsal kılınmışlardır. Bunlardan genellikle Ana Tanrıçanın başında ve elinde taşıdığı yılan figürü anlamsal bazda “baştan çıkarmayı” simgelemektedir. Yine antın hilal kaynaklı Kürt mitolojisinde içerdiği dikkat çekici figürler ile birçok yeryüzüne yayılmış mitolojik figürün ana kaynağını teşkil eder niteliktedir. Örneğin Kürt mitolojisinde başında taç, kulağında küpe, gerdanına kolye takılı olan ve güzelliği ile göz kamaştıran kadın başlı yılan çağlardan bu yana tabletlere kazılmış bir figür olarak Şahmaranı simgelemektedir. Bu motif Mezopotamya’da yaygın olmakla birlikte Kürdistanda Şahmaranı simgeleyen bir tablo olarak hemen hemen her evde bulunur. Kürt halkının Şahmaranı bu denli sahiplenmesi de Anatanrıça kültürünün kendilerinde halen yaygın bir şekilde bulunmasından ötürüdür. O dönemden edindiği birçok toplumsal değeri-özelliği halen kendinde taşımaktadır. Kürt mitolojisi isimli kitabında yazar Cemşit Bender Toros-Zagros havzasına Tanrıçaların ellerinde taşıdığı yılan motifi,yılan mitosundaki iyilik-kötülük dualizminin bir zenginlik göstergesi olduğunu belirtir. Yılanın sürekli gömlek değiştirmesi, sürekli genç kalmayı işaret etmektedir inanca göre. Kürt toplumunda inanç ritüellerinde bile yılanın varlığı ve önemi bilinmektedir. Mesela Ezidi insanların merkezi olan Laleşteki Şeyh Adiy türbesinin duvarında bulunan yılan motifi hac döneminde öpülmektedir. Yine ayn şekilde Batmanın Beşiri/Qubînê ilçesine bağlı birçok Ezidi köylerinde ev kapılarının sağ kısmında siyah yılan figürü bulunmaktadır. Yine Ezidilikte yılan adeta bir şifa kaynağıdır. Kutsallığı bu yüzdendir. Özcesi Ararat (Ağrı) dağı eteklerinde medeniyete beşiklik eden Aras nehrinin (Çeme Erez) öte tarafı olan Ermenistanın Erivanı bu tarafında kalan Kars ile Iğdır ovasında Şahmaran efsanesi bu yörelerde bir semboldür. Şahmaranın önemi ve özelliği doğurganlık sembolü olmaktadır. Pek çok Kürt yerleşim merkezinde halen evlenecek genç kızlar el emekleriyle işleyip hazırladıkları Şahmaran resminin, bu mitolojik efsanenin bereket ve mutluluk getireceğine inanılır. Yine söylenenlere göre Ağrı dağının eteğinde bulunan IĞDIR ovasının şu anki ismiyle melekli beldesi civarında yaşayan genç bir avcı günün birinde ovada ava çıkarken bir kuyuya düşer. Kuyuda bulunan yılanlar avcı gencin gözlerini bağlayıp genci yılanların şahı olan,şahları Şahmaranın bulunduğu büyük kuyuya götürüp Şahmaranın huzuruna çıkarırlar. Yine söylenenlere göre yılanların bulundukları o kuyuya düşüp Şahmaranın huzuruna çıkarılan hiç bir canlı sağ kalmazmış. Avcı gencin yakışıklılığını gören Şahmaran avcı gence aşık olur. Genci öldürtmeye kıyamaz. Gence der bugüne kadar yerimizi gören, sırrımızı öğrenen kim olduysa hiç birinin canını bağışlamadık. Fakat senin canını bağışlayacağım ama seni bırakmayacağım da.Benim yanımda kalıp benimle birlikte yaşamanı istiyorum der.Bunun üzerine genç avcı,çaresiz Şahmaranın bu şartını kabul etmek zorunda kalır ve Şahmaranla birlikte yaşamaya başlarlar. Aradan uzunca bir zaman geçer. Aradan geçen zaman içinde genç avcı ailesini, dostlarını özlemeye başlar. Bu özlemi genç avcıyı hasta düşürür. Genç avcının her gün biraz daha mutsuz olduğunu fark eden Şahmaran genç avcını haline epeyce üzülür. Bu duruma dayanamayan Şahmaran bir gün gence der “seni bırakacağım, azad edeceğim fakat benim ve kabilemin yerini, sırrımızı başta bu yörenin gaddar ve acımasız beyi olan mirza beye ve başkalarına söylememen şartıyla. Sırrımızı ve yerimizi duyup öğrenirseler, bizleri bu topraklarda yaşatmazlar. Avcı genç bu duruma çok sevinir ve Şahmarana, Şahmaranın ona beslediği sevgi üzerine sırlarını kimselere söylemiyeceğine dair yemin eder. Şahmaran yılanlarına emreder gencin gözlerini tekrar bağlayıp ovaya bırakırlar. Gencin uzun bir zaman ortadan kaybolup tekrar ortaya çıktığını öğrenen acımasız mirza bey genç avcıyı yanına çağırır. Kayıp olmasını nedenini sorar, fakat ne kadar uğraşsada genç avcının ağzından tek bir laf alamaz. Durumdan şüphelenen mirza bey adamlarına genç avcının sürekli takip edilmesini emreder. Çünkü mirza bey yaşlı ve hasta biridir. Hastalığından kurtulmak ve tekrar genç olmak için mirza beyin Rahipleri Şahmaranın beynini kaynatıp yerse hastalığının iyileşeceğini ve ebediyen genç kalacağını söylemişler. Bu mirza bey Şahmaranı arayıp durmuş.Yine söylentilere göre Şahmaranı öldürüp yada beynini kaynatıp suyunu içen her kim olursa Şahmaranda bulunan güzelliğini, zenginliğini, aklını ve Şahmaranın zerafetine sahip olurmuş. Bir zaman sonra ovada ava çıkan avcı genç Şahmaranı ziyaret etmek için Şahmaranın bulunduğu kuyuya gider. Genç avcıyı gizlice takip eden mirza beyin adamları kuyunun etrafını sararlar ve yılanların hepsini öldürürler. Şahmaran ile genç avcıyı Mirza beyin huzuruna getirirler. Şahmaran mirza beye genç avcıyı öldürmeme şartıyla aklının, güzelliğinin ve zerafetinin ana kaynağının kafasında değilde kuyruğunda olduğunu https://t.co/YcEtLmllNV dönüp avcı gence ben seni çok sevdim canını bağışladım ama bu topraklarda sevgiyi, güzelliği yaşatmayacaklarını söylemiştim. Şahmaranın kafası kesilir Şahmaranın kuyruğunun suyunu mirza bey ‘Şahmarana ihanet ettiğini düşünen avcı genç te Şahmaranın kafasının suyunu içerler. Zehirli kuyruğun suyunu içen mirza bey oracıkta ölürken ölürken, Şahmaranın kafasının suyunu içen avcı genç te Şahmaranın aklına, ve zerafetine sahip olur. Hikaye her ne kadar Mitolojik olsa bile, insanlık tarihine bakıldığında egemenlerin ezilenlere uygulamış oldukları güce ve ihanete dayalı kar ve politik hırsı günümüze kadar dayanmaktadır. Şahmaranın şahsında Kadını bir yılan gibi görerek saldırmanın amacı doğal toplumsal düzene vurulan bir darbe ve ortaya çıkarmış olduğu toplumsal değerleri talan edilmesi, zenginliğine el konulmasıdır. Kadına aşt olan her şeyi, erkeğin zorbalığına dayanan gayri meşru yollarla tekelleştirilmesi gerçekleşiyor. Günümüzde Kadını hala bir yılan gibi gören gösteren anlayış ve yaklaşımlara fazlaca rastlamaktayız. Fakat günümüzde Kürt Özgürlük hareketi kadının toplumsal yaşam içindeki değerini tekrardan elde edebilmesinin yollarının zeminini ortaya çıkarmış ve egemen erkek zihniyetini, Kadına bakış açısını değiştirmiş özgür eş yaşam anlayışını ortaya çıkarmıştır. Ayrıca mitolojik anlayışın sosyolojik çözümlemesini gerçek anlamıyla ortaya koyarak hakikatin nasıl çarpıtılarak kadına yönetilmiş katliamcı bir silah olduğunu şimdi daha iyi görüyoruz… Erez Serhad
14 notes · View notes
aygultopal35 · 3 years ago
Text
Özgürlük Bestesi
Tüm cennetler ayaklansın şimdi.
Cehennem ve tebaası kaldırılmıştır zihin defterinden.
İnsanın binlerce yıllık esareti kaldırılmıştır.
Zincirler kaldırılmıştır.
Yepyeni bir yaşamak yaratılacaktır maddenin sonsuzluğundan.
Sesler, yüzler ve sokaklar güzeldir. İnsanlar güzeldir.
Kibir dağları terk edilecek, ateş ırmakları
ve yüksek sesle konuşulmayacaktır.
Çil çil altın yerine papatya verecektir seviler.
Soyunmalar da kutsanmıştır tüm.
Aşk da soyunacaktır kendi uykusundan.
Tüm çiçekler ayaklansın şimdi.
Yaşamak hakkı verilmiştir onlara.
Afacan güneşlere de verilmiştir bu hak.
Tüm güzel çocuklara da verilmiştir.
Doğa doğaya aittir. İnsan doğaya aittir.
Sen-ben kaldırılmıştır gök duvarlarından.
Duvarlar kaldırılmıştır.
Güneş, yıldızlar, yedi gün ve tanrı insan içindir.
Ve insan insanın Kâbe’si olacaktır.
Sevişmeler ay ışığından bir ayindir bu an.
Zamanlar ve ölümler kaldırılmış,
yaşam hediye edilmiştir yaşama.
İnsanın binlerce yıllık esareti kaldırılmıştır artık.
Ayrılıklar ve tüm ateş çağlayanları kaldırılmıştır.
Zincirler kaldırılmıştır.
Denizler, dağlar, ırmaklar verilmiştir insana.
Toz zerresi içinde güneşler verilmiştir.
Evrene soyunmuş bir yaşamaktır insan.
Ateşten, sudan, kandan varlığa giyinmiştir.
Affedilmiştir âşık çünkü sonsuzdan sonsuza
çığlık çığlığa sevmektedir.
Sesler, yüzler ve sokaklar güzeldir. Şiirler güzeldir.
Sevişmek iki karışmaz suda… Karışmak güzeldir.
Gökyüzünden yeryüzüne indirilmiştir imge.
Ateşten ve sudan arıtılmıştır. Sesten arıtılmıştır.
Yepyeni bir yaşamak yaratılacaktır maddenin sonsuzluğundan.
Aşktır âlem. Aşktır tanrı. Sen aşksın.
Ve ben, senden ibaret biz’im artık.....Ömer Danismend
5 notes · View notes
aynurant · 4 years ago
Text
Tumblr media
İSMAİL'İN BABAANNESİ...
Gözyaşlarıma hakim olamadan okuduğum bir yazı.
Bana, “sen de kimsin?” der gibi baktığınızı hissediyorum. Ben İsmail`in babannesiyim. Seksen yaşında, parkinson hastası bir kadınım. Sabah yediden gece yarısına kadar, belli saatlerde kullanmam gereken bir çok ilaç var. Alzheimerle karıştırılır hastalığım. Unutkan biri değilim fakat bakışlarım donuk olur bazen, ağzım sıkça kurur, sesim cılız çıkar ve ha deyince yürüyemem; bir durdum mu bir iki saat durduğum oluyor son zamanlarda!
Tam üç yıl oldu torunumu yitireli. Halsizlikten ve vücudundaki ağrılardan şikayet edip, tetkikler sonucunda kendisine kanser teşhisi konulduktan iki ay sonra mektuplarımı yollayamayacağım bir yere gitti…
Mektuplar yazıyorum İsmail`e; bazen uydurma da olsa iyi haberler veriyorum kendimle ilgili ve beraber çekildiğimiz fotoğrafın başucunda okuyorum mektuplarımı ona. İsmail`e yazdığım son mektubu okuyacağım size; onun da sizinle paylaşmamı isteyeceğinden emin olarak.
İsmail,Pır pır ediyor kalbim bu mektubu yazarken. Pikapta yine Zeki Müren plağı çalıyor tahmin edeceğin gibi. Sana teşekkür etmek istiyorum; odanda, kendi başına kaldığında rock dinleyen sen, benimle sanat müziği plakları dinledin ve bir kez olsun sitem bile etmedin bana.
Babannesiyle sanat müziği plakları dinleyen ve kış için kurutma hazırlayan yirmi üç yaşındaki gencecik bir adamın nefesi nasıl tükenir, gözü nasıl kapanıverir diye çok düşündüm ve küçük bir sebep buldum kendimce.Hatırlıyor musun İsmail, bir sabah, kahvaltıda, “Şimdi Uzaklardasın” şarkısını söylüyordu Zeki Müren. Sen bana demiştin ki, “babanne, bu akşam seni rock bara götüreyim mi?” “Deli deli konuşma, benim ne işim olur öyle yerlerde!” diye çıkışmıştım sana. Gülümsemiştin… “Çok isterim bana eşlik etmeni” demiştin de, yine azarlamıştım seni.Odanda, senden kalan hatıralara usulca dokunurken, gittiğin rock bara ait kartviziti gördüm geçen gün. Varlığında fark edemediğim önyargılarımı, tutuculuğumu yokluğunda fark edebilmek acıtıyor içimi… Evden zar zor çıkabilen ben, bayram günüymüş gibi giyinip kuşandım dün akşam, taksi çağırdım ve zemin katta oturmama rağmen, evin kapısından çıkıp da taksiye binene kadar sanırım on beş dakika geçti. Şöför bey de, kapıcımız da bana yardım etmek istedi fakat kabul etmedim bunu. Dün akşama dair sana anlatacağım her şeyi tek başıma becerdim!
Dilim dönmedi rock barın adına;Türkçe ve İngilizce karışımı bir adı vardı ve adresi de ezberleyemediğim için doğrudan kartviziti uzattım şöför beye, “kartvizitte yazılı yere gideceğiz” dedim. Şaşkınlıkla baktı adam, “ne yapacaksınız orada?” diye sordu. “Rock dinlemek istiyorum” dedim. Normal karşılamayacağını tahmin ediyordum zaten bu durumu! Neyse, başka bir şey demedi ve yol boyu Ferdi Tayfur dinleyerek ulaştık mekana. Zar zor indim taksiden yardım teklifini reddederek. Baston da işe yaramıyor artık; sanırım yürüteç kullanmalıyım. Birkaç basamak çıkmam gerekiyordu bardan içeri girmem için. Korktum İsmail; çok korktum basamakları ağır ağır çıkarken…İçeri girdiğimde loş bir ışık, beynimi delercesine bir elektro gitar sesi, başlarını bir o yana, bir bu yana sallayan gencecik insanlar ve bir çok bira şişesi…İlk hissettiğim, gözlemlediğim bunlardı. Kapıda kalakaldım… “İsmail,neredesin?”dedim…”Babannen geldi İsmail” dedim…Bir anda bir çok bakış yöneldi üzerime. Gençlerden biri, “ohaa, gelene bak!” dedi. Bir başkası, “hanginizin ninesi lan bu?” dedi; gülüşmeler, alaylar, beni süzmeler…Bir barmen geldi yanıma, “teyze, yanlış geldin sen; koluna gireyim de çıkartayım seni” dedi. “Hayır” dedim, “doğru geldim, rock dinleyeceğim” Güldü, “yapma teyze, burası sana göre değil!” dedi. Kolumdan tuttu.”Bırak beni” dedim. Sesimi duyuramıyorum da; hem müzik, hem de biliyorsun, sesim bazen çok cılız çıkıyor hastalıktan ötürü. Anlamadı, birkaç kez dedim “bırak beni” diye. Bıraktı…Gözüm seni aradı İsmail… Yadırganacağımı biliyordum fakat içine girmeyince anlayamıyor insan. Öyle çok iğnelediler ki, öyle çok alay ettiler ki benimle… Ve birden müzik kesildi. Solist kadının bana doğru geldiğini gördüm. Hışımla geliyordu benden yana, korktum, elimle yüzümü kapadım…Öyle bir bağırdı ki, “insan mısınız be, ne istiyorsunuz teyzemden!” diye. O bağırdıkça, o kızdıkça nasıl rahatladım biliyor musun İsmail! Fakat elim yüzümdeydi hala ve gözlerimi kapamıştım…”Korkma teyzem” dedi kadın. Elimi çekti yüzümden. “Hadi aç gözlerini teyzem” dedi. Açtım…Kimseden çıt çıkmıyordu. “Hoş geldin, ben Pınar” dedi gülümseyerek. “Hoş buldum kızım” dedim. “Nereye oturmak istersin söyle, doluysa bile boşaltırız!” dedi. Baktım masalara öylece, bütün masalar doluydu ve herkes bana bakıyordu, “Boşver bu şerefsizleri, gel seni sahneye çıkartayım, yanımda otur” dedi. “Yok kızım, sağol, oturt beni bir köşeye” dedim. Duymadı beni. Tekrarladım yine birkaç kez. Bir genç adam çıkıştı Pınar`a, “sen kime şerefsiz diyorsun!” dedi. Bir masadan bira şişesi aldı Pınar, çarptı masaya, ikiye bölündü şişe, bira masaya döküldü olduğu gibi. “Pislik herif, fırlatayım mı bunu yüzüne !” dedi. “Sakin ol be, tamam, yok bir sorun “derken, bu sefer adam kapamıştı eliyle kendi yüzünü. Beraber sahneye çıktık Pınar`la. “Teyzem, seni zor duyuyorum, dur bir yaka mikrofonu takayım sana “ dedi. Yanımdan ayrılmasıyla gelmesi bir oldu sanki. Bluzumun üst kısmına küçük bir mikrofon taktı. “Herkes adına özür dilerim senden, misafirimizsin teyzem, rahat ol benim yanımda” dedi. “Teşekkür ederim kızım” dedim. Korkum geçti iyice. “Biliyorum beni yadırgadınız” dedim. “Seni kim yadırgadıysa, bir parça delikanlıysa söylesin yüzüme!” dedi Pınar. Kimseden ses seda yok! “İsmail çok gelirmiş buraya; hem kendim için, hem de onun için geldim” dedim. “İsmail kim?” diye sordu. “Torunum” dedim, “üç yıl önce vefat etti” dedim…”Başın sağolsun teyzem” dedi, “ben bir aydır sahne alıyorum burada” dedi. “Beni getirmek istemişti buraya da ben istememiştim” dedim. Helal olsun İsmail`e!” dedi. Sarıldı bana. “Helal olsun sana da teyzem, geldin işte” dedi. Elimi öptü…Birden alkış sesleri koptu kıyamet gibi! Benimle alay edenler bile alkışladı beni. “Soft rock sever misin?” diye sordu bana. “Sen söyle kızım, dinlerim ben” dedim. Yine gülüşmeler; ama kaba saba değil öyle. Gülümsedi Pınar. “İsmail için söylüyorum teyzem” dedi. Konuşur gibi, hatta mırıldanır gibi, sakin sakin söylemeye başladı şarkısını.
Karalara büründük
Kıyılara varmalı
Bizi mahvetti şehir
Artık mavilenmeli
Bir gemiye binelim
Derya deniz gezelim
Zaman,mekan silinsin
Kendimizden geçelim
Bir parça incelik beklediğimiz
Bir parça mutluluk dilediğimiz
Bir parça özgürlük istediğimiz
Bir parça da sevda düşlediğimiz
El yazımızla yazmalı artık…
Yıprandık be yıprandık
Buralardan göçmeli
Dünya üç günlük dünya
Artık yenilenmeli
Bir buluta girelim
Yağmur olup düşelim
Yeryüzüne değil de
Yar yüzüne değelim
Bir parça incelik beklediğimiz… diye süren bir güzelim şarkı…
“Sevdin mi teyzem?” dedi Pınar. “Ne rocktı bu?” dedim, “Soft rock teyzem” dedi. “Güftesi, bestesi kimin?” dedim. “Ben kendi şarkılarımı söylüyorum teyzem” dedi. “Aferin sana kızım” dedim. Orkestra, Pınar, gençler, barmenler, herkes beni sahiplenmişti; böyle hissettim bir anda. Birkaç şarkı daha söyledi Pınar. Hepsi çok güzeldi. Ah İsmail, hayatta olaydın bu kızla evlenmeni çok isterdim!
“Şimdi, benimki gibi bir mikrofon vereceğim sana teyzem” dedi Pınar. Şaşırdım. “Beraber bir şarkı söyleyeceğiz” dedi. “Ben söyleyemem kızım, sesim çıkmıyor zaten” dedim. Duymazlıktan geldi beni. Tutuşturdu elime bir mikrofon. “Söyle teyzem, ben eşlik ederim sana “ dedi. Utandım…”Ben sanat müziği severim “dedim. “Söyle be, sanat müziği söylesin teyzem “dedi. Seni düşündüm İsmail…Boğazım düğüm düğüm oldu… Birden alkış sesleri…Baktım gencecik canlara, her biri İsmail`di sanki, her birinde seni gördüm…
“Şimdi uzaklardasın, gönül hicranla doldu…”
Sesime Pınar`ın sesi eklendi, Pınar`ın sesine bardaki gençlerin sesi eklendi, onların sesine senin sesin eklendi İsmail…
“Hiç ayrılamam derken kavuşmak hayal oldu…”
Ağladım İsmail; ben ağladım, Pınar ağladı, gencecik çocuklar ağladı… Sarıldılar bana İsmail, öptüler elimi, saçımı okşadılar, babanneni çok sevdiler İsmail…Pınar, kendisi bıraktı beni eve dün gece. Bende kaldı, ona baktıkça seni yad ettim. Kahvaltımı hazırladı bu sabah; kahvaltıda soft rock şarkılar dinledik beraber… Bana “babanne” dedi… Çok mutlu oldum ben…
Babannesiyle sanat müziği plakları dinleyen ve kış için kurutma hazırlayan yirmi üç yaşındaki gencecik bir adamın nefesi nasıl tükenir, gözü nasıl kapanıverir diye çok düşündüm ve küçük bir sebep buldum kendimce.Senin ruhunda sanat müziğinden de, rocktan da,bütün müziklerden de çok ayrı bir müzik vardı; evrenin müziği vardı senin ruhunda. Ruhunda böyle bir müzik olanlar, ruhundaki müzikle yaşamı, doğayı, evreni hissedenler öyle nadir, öyle naif ki, senin gibi çekiliveriyor canları bu dünyadan.
Benim seçimlerime, yaşam tarzıma, dinlediğim müziğe hep saygılı oldun sen fakat ben beceremedim bunu. Senin ruhunda hissettiğin müzik öyle sarıp sarmalayıcı, öyle barışçıl ve evrensel ki, ben, müziği, duyduğum ve duyulabilen müziklerden ibaret sanmışım bunca yıldır.Senden özür diliyorum İsmail; ruhundaki müzikle, ruhundaki yaşamla, doğayla, evrenle yaşayan ve yaşamış bütün canlardan özür diliyorum. Beni affet sevgili torunum, beni affedin canlar…Bana, “sen de kimsin?” der gibi baktığınızı hissediyorum. Ben İsmail`in babannesiyim. Seksen yaşında, parkinson hastası bir kadınım. Kalan ömrümü ruhumda dirilen müzikle geçireceğim.
Seksen yaşında öğrendim müziğin evrensel olduğunu; bana ne mutlu ki, huzur içinde öleceğim…''ERGÜR ALTAN''
5 notes · View notes
Photo
Tumblr media
Dev bir çelişki. Dünyada herkes adaletsizlikten şikayetçi ama sömürüyü reddedip insana, hayvana, yeryüzüne adalet ve özgürlük yaklaşımını benimseyen veganizmi savunduğumuzda insanların çoğu yanımızda değil karşımızda. Hatta devrimci olduğunu iddia edenler bile değişmemek için direniyor. Akla ve bilime kulak verip etik gelişim göstermeyen, devrimci de olmaz. #devrim #değişim #vegan #vegandevrimi #hayvanözgürlüğü #animalliberation #adalet #özgürlük #veganizm https://www.instagram.com/p/CIgIKm7g7aQ/?igshid=192k89v7gf3rv
1 note · View note
aynurantt · 5 years ago
Text
Tumblr media
Seksen Yaşında Öğrendim Müziğin Evrensel Olduğunu
Bana, “sen de kimsin?” der gibi baktığınızı hissediyorum. Ben İsmail`in babannesiyim. Seksen yaşında, parkinson hastası bir kadınım. Sabah yediden gece yarısına kadar, belli saatlerde kullanmam gereken birçok ilaç var. Alzheimerle karıştırılır hastalığım. Unutkan biri değilim, fakat bakışlarım donuk olur bazen, ağzım sıkça kurur, sesim cılız çıkar ve ha deyince yürüyemem; bir durdum mu bir iki saat durduğum oluyor son zamanlarda!
Tam üç yıl oldu torunumu yitireli. Halsizlikten ve vücudundaki ağrılardan şikayet edip, tetkikler sonucunda kendisine kanser teşhisi konulduktan iki ay sonra mektuplarımı yollayamayacağım bir yere gitti…
Mektuplar yazıyorum İsmail`e; bazen uydurma da olsa iyi haberler veriyorum kendimle ilgili ve beraber çekildiğimiz fotoğrafın başucunda okuyorum mektuplarımı ona. İsmail`e yazdığım son mektubu okuyacağım size; onun da sizinle paylaşmamı isteyeceğinden emin olarak.
İsmail,
Pır pır ediyor kalbim bu mektubu yazarken. Pikapta yine Zeki Müren plağı çalıyor tahmin edeceğin gibi. Sana teşekkür etmek istiyorum; odanda, kendi başına kaldığında rock dinleyen sen, benimle sanat müziği plakları dinledin ve bir kez olsun sitem bile etmedin bana.
Babannesiyle sanat müziği plakları dinleyen ve kış için kurutma hazırlayan yirmi üç yaşındaki gencecik bir adamın nefesi nasıl tükenir, gözü nasıl kapanıverir diye çok düşündüm ve küçük bir sebep buldum kendimce.
Hatırlıyor musun İsmail, bir sabah, kahvaltıda, “Şimdi Uzaklardasın” şarkısını söylüyordu Zeki Müren. Sen bana demiştin ki, “babanne, bu akşam seni rock bara götüreyim mi?” “Deli deli konuşma, benim ne işim olur öyle yerlerde!” diye çıkışmıştım sana. Gülümsemiştin… “Çok isterim bana eşlik etmeni” demiştin de, yine azarlamıştım seni.
Odanda, senden kalan hatıralara usulca dokunurken, gittiğin rock bara ait kartviziti gördüm geçen gün. Varlığında fark edemediğim önyargılarımı, tutuculuğumu yokluğunda fark edebilmek acıtıyor içimi… Evden zar zor çıkabilen ben, bayram günüymüş gibi giyinip kuşandım dün akşam, taksi çağırdım ve zemin katta oturmama rağmen, evin kapısından çıkıp da taksiye binene kadar sanırım on beş dakika geçti. Şöför bey de, kapıcımız da bana yardım etmek istedi, fakat kabul etmedim bunu. Dün akşama dair sana anlatacağım her şeyi tek başıma becerdim!
Dilim dönmedi rock barın adına; Türkçe ve İngilizce karışımı bir adı vardı ve adresi de ezberleyemediğim için doğrudan kartviziti uzattım şöför beye, “kartvizitte yazılı yere gideceğiz” dedim. Şaşkınlıkla baktı adam, “ne yapacaksınız orada?” diye sordu. “Rock dinlemek istiyorum” dedim. Normal karşılamayacağını tahmin ediyordum zaten bu durumu! Neyse, başka bir şey demedi ve yol boyu Ferdi Tayfur dinleyerek ulaştık mekana. Zar zor indim taksiden yardım teklifini reddederek. Baston da işe yaramıyor artık; sanırım yürüteç kullanmalıyım. Birkaç basamak çıkmam gerekiyordu bardan içeri girmem için. Korktum İsmail, çok korktum basamakları ağır ağır çıkarken…
İçeri girdiğimde loş bir ışık, beynimi delercesine bir elektro gitar sesi, başlarını bir o yana, bir bu yana sallayan gencecik insanlar ve birçok bira şişesi…İlk hissettiğim, gözlemlediğim bunlardı. Kapıda kalakaldım… “İsmail, neredesin?”dedim…”Babannen geldi İsmail” dedim… Bir anda birçok bakış yöneldi üzerime. Gençlerden biri, “ohaa, gelene bak!” dedi. Bir başkası, “hanginizin ninesi lan bu?” dedi; gülüşmeler, alaylar, beni süzmeler…Bir barmen geldi yanıma, “teyze, yanlış geldin sen; koluna gireyim de çıkartayım seni” dedi. “Hayır” dedim, “doğru geldim, rock dinleyeceğim” Güldü, “yapma teyze, burası sana göre değil!” dedi. Kolumdan tuttu.”Bırak beni” dedim. Sesimi duyuramıyorum da; hem müzik, hem de biliyorsun, sesim bazen çok cılız çıkıyor hastalıktan ötürü. Anlamadı, birkaç kez dedim “bırak beni” diye. Bıraktı… Gözüm seni aradı İsmail… Yadırganacağımı biliyordum, fakat içine girmeyince anlayamıyor insan. Öyle çok iğnelediler ki, öyle çok alay ettiler ki benimle… Ve birden müzik kesildi. Solist kadının bana doğru geldiğini gördüm. Hışımla geliyordu benden yana, korktum, elimle yüzümü kapadım… Öyle bir bağırdı ki, “insan mısınız be, ne istiyorsunuz teyzemden!” diye. O bağırdıkça, o kızdıkça nasıl rahatladım biliyor musun İsmail! Fakat elim yüzümdeydi hâlâ ve gözlerimi kapamıştım…”Korkma teyzem” dedi kadın. Elimi çekti yüzümden. “Hadi aç gözlerini teyzem” dedi. Açtım… Kimseden çıt çıkmıyordu. “Hoş geldin, ben Pınar” dedi gülümseyerek. “Hoş buldum kızım” dedim. “Nereye oturmak istersin söyle, doluysa bile boşaltırız!” dedi. Baktım masalara öylece, bütün masalar doluydu ve herkes bana bakıyordu, “Boşver bu şerefsizleri, gel seni sahneye çıkartayım, yanımda otur” dedi. “Yok kızım, sağol, oturt beni bir köşeye” dedim. Duymadı beni. Tekrarladım yine birkaç kez. Bir genç adam çıkıştı Pınar`a, “sen kime şerefsiz diyorsun!” dedi. Bir masadan bira şişesi aldı Pınar, çarptı masaya, ikiye bölündü şişe, bira masaya döküldü olduğu gibi. “Pislik herif, fırlatayım mı bunu yüzüne !” dedi. “Sakin ol be, tamam, yok bir sorun “derken, bu sefer adam kapamıştı eliyle kendi yüzünü. Beraber sahneye çıktık Pınar`la. “Teyzem, seni zor duyuyorum, dur bir yaka mikrofonu takayım sana “ dedi. Yanımdan ayrılmasıyla gelmesi bir oldu sanki. Bluzumun üst kısmına küçük bir mikrofon taktı. “Herkes adına özür dilerim senden, misafirimizsin teyzem, rahat ol benim yanımda” dedi. “Teşekkür ederim kızım” dedim. Korkum geçti iyice. “Biliyorum beni yadırgadınız” dedim. “Seni kim yadırgadıysa, bir parça delikanlıysa söylesin yüzüme!” dedi Pınar. Kimseden ses seda yok! “İsmail çok gelirmiş buraya; hem kendim için, hem de onun için geldim” dedim. “İsmail kim?” diye sordu. “Torunum” dedim, “üç yıl önce vefat etti” dedim…”Başın sağolsun teyzem” dedi, “ben bir aydır sahne alıyorum burada” dedi. “Beni getirmek istemişti buraya da ben istememiştim” dedim. "Helal olsun İsmail`e!” dedi. Sarıldı bana. “Helal olsun sana da teyzem, geldin işte” dedi. Elimi öptü… Birden alkış sesleri koptu kıyamet gibi! Benimle alay edenler bile alkışladı beni. “Soft rock sever misin?” diye sordu bana. “Sen söyle kızım, dinlerim ben” dedim. Yine gülüşmeler; ama kaba saba değil öyle. Gülümsedi Pınar. “İsmail için söylüyorum teyzem” dedi. Konuşur gibi, hatta mırıldanır gibi, sakin sakin söylemeye başladı şarkısını.
Karalara büründük
Kıyılara varmalı
Bizi mahvetti şehir
Artık mavilenmeli
Bir gemiye binelim
Derya deniz gezelim
Zaman,mekan silinsin
Kendimizden geçelim
Bir parça incelik beklediğimiz
Bir parça mutluluk dilediğimiz
Bir parça özgürlük istediğimiz
Bir parça da sevda düşlediğimiz
El yazımızla yazmalı artık…
Yıprandık be yıprandık
Buralardan göçmeli
Dünya üç günlük dünya
Artık yenilenmeli
Bir buluta girelim
Yağmur olup düşelim
Yeryüzüne değil de
Yar yüzüne değelim
Bir parça incelik beklediğimiz… diye süren bir güzelim şarkı…
“Sevdin mi teyzem?” dedi Pınar. “Ne rocktı bu?” dedim, “Soft rock teyzem” dedi. “Güftesi, bestesi kimin?” dedim. “Ben kendi şarkılarımı söylüyorum teyzem” dedi. “Aferin sana kızım” dedim. Orkestra, Pınar, gençler, barmenler, herkes beni sahiplenmişti; böyle hissettim bir anda. Birkaç şarkı daha söyledi Pınar. Hepsi çok güzeldi. Ah İsmail, hayatta olaydın bu kızla evlenmeni çok isterdim!
“Şimdi, benimki gibi bir mikrofon vereceğim sana teyzem” dedi Pınar. Şaşırdım. “Beraber bir şarkı söyleyeceğiz” dedi. “Ben söyleyemem kızım, sesim çıkmıyor zaten” dedim. Duymazlıktan geldi beni. Tutuşturdu elime bir mikrofon. “Söyle teyzem, ben eşlik ederim sana “ dedi. Utandım…”Ben sanat müziği severim “dedim. “Söyle be, sanat müziği söylesin teyzem “dedi. Seni düşündüm İsmail… Boğazım düğüm düğüm oldu… Birden alkış sesleri…Baktım gencecik canlara, her biri İsmail`di sanki, her birinde seni gördüm…
“Şimdi uzaklardasın, gönül hicranla doldu…”
Sesime Pınar`ın sesi eklendi, Pınar`ın sesine bardaki gençlerin sesi eklendi, onların sesine senin sesin eklendi İsmail…
“Hiç ayrılamam derken kavuşmak hayal oldu…”
Ağladım İsmail; ben ağladım, Pınar ağladı, gencecik çocuklar ağladı… Sarıldılar bana İsmail, öptüler elimi, saçımı okşadılar, babanneni çok sevdiler İsmail…
Pınar, kendisi bıraktı beni eve dün gece. Bende kaldı, ona baktıkça seni yad ettim. Kahvaltımı hazırladı bu sabah; kahvaltıda soft rock şarkılar dinledik beraber… Bana “babanne” dedi… Çok mutlu oldum ben…
Babannesiyle sanat müziği plakları dinleyen ve kış için kurutma hazırlayan yirmi üç yaşındaki gencecik bir adamın nefesi nasıl tükenir, gözü nasıl kapanıverir diye çok düşündüm ve küçük bir sebep buldum kendimce.
Senin ruhunda sanat müziğinden de, rocktan da,bütün müziklerden de çok ayrı bir müzik vardı; evrenin müziği vardı senin ruhunda. Ruhunda böyle bir müzik olanlar, ruhundaki müzikle yaşamı, doğayı, evreni hissedenler öyle nadir, öyle naif ki, senin gibi çekiliveriyor canları bu dünyadan.
Benim seçimlerime, yaşam tarzıma, dinlediğim müziğe hep saygılı oldun sen, fakat ben beceremedim bunu. Senin ruhunda hissettiğin müzik öyle sarıp sarmalayıcı, öyle barışçıl ve evrensel ki, ben, müziği, duyduğum ve duyulabilen müziklerden ibaret sanmışım bunca yıldır.
Senden özür diliyorum İsmail; ruhundaki müzikle, ruhundaki yaşamla, doğayla, evrenle yaşayan ve yaşamış bütün canlardan özür diliyorum. Beni affet sevgili torunum, beni affedin canlar…
Bana, “sen de kimsin?” der gibi baktığınızı hissediyorum. Ben İsmail`in babannesiyim. Seksen yaşında, parkinson hastası bir kadınım. Kalan ömrümü ruhumda dirilen müzikle geçireceğim.
Seksen yaşında öğrendim müziğin evrensel olduğunu; bana ne mutlu ki, huzur içinde öleceğim…
Ergür Altan
4 notes · View notes
paganizmturkiye · 4 months ago
Text
Charge of the Goddess - Starhawk tarafından uyarlanmış versiyon
Eski zamanlarda Artemis, Astarte, Dione, Melusine, Afrodit, Cerridwen, Diana, Arionrhod, Brigid ve daha birçok isimle anılan Büyük Ana’nın sözlerini dinleyin:
Ne zaman bir şeye ihtiyacınız olursa, ayda bir, hatta daha iyisi dolunayda, gizli bir yerde toplanıp tüm Bilgelerin Kraliçesi olan Benim ruhuma tapınacaksınız.
Kölelikten kurtulacaksınız ve özgür olduğunuzun bir işareti olarak ayinlerinizde çıplak olacaksınız.
Şarkı söyleyin, ziyafet çekin, dans edin, müzik yapın ve sevin, hepsi Benim Huzurumda, çünkü Benim ruhun coşkusu ve Benim yeryüzündeki sevinç.
Çünkü Benim kanunum sevgidir, tüm varlıklara uzanan. Benimki gençliğin kapısını açan sırdır ve Benimki Cerridwen’in kazanı olan, ölümsüzlüğün kutsal kâsesi olan hayat şarabı kadehidir.
Ruhun ebedi bilgisini veriyorum ve ölümden sonra barış, özgürlük ve daha önce gitmiş olanlarla yeniden birleşmeyi veriyorum.
Hiçbir fedakarlık da talep etmiyorum, çünkü işte, ben her şeyin Annesiyim ve sevgim yeryüzüne yağıyor.
Ayaklarının tozu Cennet orduları olan, bedeni evreni çevreleyen Yıldız Tanrıçası’nın sözlerini duyun:
Ben, yeşil dünyanın güzelliği ve yıldızlar arasındaki beyaz ay ve suların gizemi olan,
Ruhunu ayağa kalkmaya ve bana gelmeye çağırıyorum.
Çünkü ben evrene hayat veren doğanın ruhuyum.
Her şey Benden gelir ve Bana geri dönmelidir.
İbadetim sevinen kalpte olsun, çünkü işte, tüm sevgi ve zevk eylemleri Benim ritüellerimdir.
İçinizde güzellik ve güç, kuvvet ve şefkat, onur ve alçakgönüllülük, neşe ve saygı olsun.
Ve Beni tanımaya çalışan sizler, Gizemi bilmedikçe, aramanın ve özlemin size fayda sağlamayacağını bilin: çünkü aradığınızı kendi içinizde bulamazsanız, onu dışarıda asla bulamazsınız.
Çünkü bakın, başlangıçtan beri sizinleyim ve Ben arzunun sonunda elde edilenim.
Tumblr media
0 notes
veganlogicdinamo · 5 years ago
Photo
Tumblr media
Hayvanlara ve doğaya yönelik yıkım zincirinin sunucudur Covid-19. İnsan türünün yüzyıllardır vicdanını körelterek, gözünü ve kulağını kapatarak sessiz kaldığı bir sömürü sisteminin eseridir. Böyle bir dönemde... “İnsana, hayvana, yeryüzüne özgürlük!” sloganı ile ortaya çıkan... her türlü sömürüye karşı duran... yaşam hakkını savunan veganizmin yükselişi ise tesadüf değildir. Ve elbette bu yükseliş sürecektir! (Bugünkü yazım. http://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/zulal-kalkandelen/gelecege-dair-ongoruler-1730390 Aktif bağlantı hikayelerde var.) #vegan #hayvancılık #antibiyotikdirenci #covid_19 #koronavirüs #virüs https://www.instagram.com/p/B-Y1cLeA0aj/?igshid=xuqcsf41m4ev
3 notes · View notes
haticeaydogdu · 5 years ago
Photo
Tumblr media
Sasa Uçmağı
Bahar gelmiş toprağıma; bu sabah odamın perdesiyle tatlı tatlı dans ediyor rüzgâr. İnsanın içini dolduran güneşler çıkıyor pencereme. Saçlarım dağılıyor odama ekilen tohumlar gibi dalga dalga yayılıyor yüzüme. Bir Kızıl Derili atasözü düşüyor sonra aklıma tam da o anda "ilkbaharda usul usul yürü, toprak ana hamiledir" ne muazzam. Yürüyüş deyince dingin bir hayal doluyor içime; uzun uzadıya yürüyorum sanki ıhlamur ağaçlarıyla dolu bir deniz kıyısında, kapatıyorum gözlerimi bırakıyorum kendimi rüzgâra, göz kapaklarımda bulut, kulağımda sasa, gülümsüyorum. Gülümse, her gülüşte bahar doluşsun gönlüne.
Her daim bahar kelebeğini gözlemek için beklemişken, bütün senenin manasını onun rengine yüklemeyi beklerken bahar kelebeğine yasaklanmak benimkisi. Bu bir yangın işte; bu dumansız, bu alevsiz, bu ateşsiz bir yangın içimde. Hoş benim artık hobi olarak yanmak, mütemadiyen yanmayı seviyorum ben.
Sahi ne mutluyduk dünyadan sıyrılmış küçücük hayatlarımızın telaşında kaybolup giderken... Geceleri yıldızlara bakarken, içimde hiç kazma vurulmamış, hiç yeşertilmemiş bir yerin varlığını hissediyorum. Keşke bir tek bunu çözebilseydim. En çok yolumuzun kesiştiği şarkıları sevdim.
Şimdilerde yeni bir hikâye başlattım kalbimde. Ah Muazzez ne çok acıların vardı ömründe. Adım adım yazacaktık bir öyküyü en baştan seninle. Peşimi bırakmayan arsız bir kedi gibi ayaklarımda dolaşan şu uyuşukluğum olmasa çoktan bitirmiştik birinci bölümü şimdiye. Ama sen üzülme, yazacaklarımın hepsi kafamın içinde. Bir başlasam coşkun ırmaklar, çığkan dereler gibi akacak kâğıda kaleme. Ama gel gör ki peşimi bırakmıyor bir türlü şu uyuşukluk, kör olası kan emici örümcek, bırakmıyor beni bana. Bir şeyleri yapmam gerekirken yapamıyor oluşumla yapamayışımın hengamesi arasında yuvarlanıp gidiyorum işte. Bunlar hep stres. Oturduğumda dans ediyor sanki harfler gözlerimin önünde. Ne çok dil vardı şu dünyada. Oysa hepsinin temeli, tüm insanlığın sevgi değil miydi? Koca bir hiç! Tamamen palavralar bütünü, ne kadar çok laf-ü güzaf.
Tumblr media
Onca bugüne rağmen; daktilolara, klavyelere, dokunmatik samimiyetlere rağmen bir mektubu hala bir kâğıda karalamam lazım geliyor bana. Öyle olmalı sanki yazıyorsan şayet kalem kâğıda değmeli, aklın tüm odalarında koşuşturmalı yağız atlar, bir ceylan su içmeli göğsündeki pınardan. Sonra akmalı çılgın dereler gibi gönül mürekkebi dökülmeli kalemden kâğıda.  Dökülmeli ki okuyan anlamalı kıymetini, bu da mektup mu deme şimdi; edebiyatta okuyucusuna yazılan her hece mektuptur biraz.
Neydi o meşhur söz; bir şiiri birkaç kalemle yazmak lazım gibi geliyor bana. Sahi değil mi? Bir yazıyı da birkaç kalemle yazmak lazım gibi geliyor bana, bütün renkleri katmalı içine; maviyle yazmalı bir bölümü mesela, özgürlük katmalı içine. Sonra bir bölümü kırmızıyla yazmalı aşkı dahil etmeli aşkın içine, yeşil ile karalamalı bir kısmı yaşamak ekmeli toprağına, sonra canlı bir sarı ile devam etmeli bahar serpiştirmeli aralara... Burayı da niye bunla yazmışım diye okurken renkler de manalarını akıtmalı kalemden satırlara.
Siz uyuyordunuz sevgili okur, tüm şehir uyuyordu; şiirdeki gibi, açlar toklar herkes uyuyordu. Bense oturmuş bir aşk masalı yazıyordum kulağımda bir sevda türküsü. Şimdi deniz karanlık gecede bir tutam buhar gibi titriyordur. Gemiler sessiz kuşlar uyuyordur. Oysa önceleri ne çok severdim bu saatleri. Sabahlara kadar titrek mum ışığına pervane ederdim gönlümü birkaç satır olsun karalayabilmek için kâğıtlara. Ne fırtınalar vardı gönlümde dışarıdaki sessizliğe inat. Bunca soğuğa rağmen en sevdiğim ağacın altında karalarken bi’şeyleri biraz olsun hafiflesin diye bekledim yalnızca gönül yüküm. Hani olur ya bazen hava sıcaktır, bir dere kenarında gezinirken önce suya ayaklarını sokmak istersin sonrası suyun serinliği içine çeker seni, gittikçe gitmek istersin; ama derenin suyu hızlı, ama dere güçlü, ama az daha gidersen bilirsin ki seni alıp götürecek ve çarpacak en sert kayalara. Vura vura kafanı öğretecek sana tüm bunları. Biliyorsun aslında ama yine de serinlik nasıl tatlı, nasıl çağırıyor şirin bir ezgi gibi kalbini büyülemiş. Benim hikayem de tam böyleydi işte.
Kuşlar terk etmiş beni, ben terk etmişim çok mu?
Tumblr media
Gözlerim yenik düşüyor en çok gözlerine, bir laf arasında takılı buluyorum sonra ikisini duvarlara. Ne menem şey şu gece dedikleri… Sanki ne vardıysa tüm gün susan gelip dökülüyordu yatağa uzanınca yanına, soğuk bir beden gibi. Zindanlarca tutulan mahkumlar gibi akın ediyorlardı aklımın bütün bahçelerine, hele bir de güzelse hava. Zindan deyince şu paradoks düşüyor üzerime; ya asıl mahkumlar bizsek dışarda? Öyle ya bizim de hayatlarımız belirli zorunluluklar üzerinde yaşanmaya mahkûm kılınmış yapılar değil mi?
Mesela ben; bıraksalar yine bin bir hesapla kitapla projeler mi çizerdim? Yoksa dört bir yana baharda dağılan çiçekler misali okul sıralarında açan çiçeklerime kavuşmayı mı seçerdim? Farkeder miydi mesela çokça yüksek katlı, zamazingosu bol plazalarda tıkır tıkır dolaşmakla; Anadolu’nun belki en ücra köşesinde, kışın ortasında, sobası cıngır cıngır yanan bir odacıkta şiirler okumak, türküler söylemek? Biri şûride, biri ruh-u revan.
Ne ağır şey değil mi şu hasret türküsü? Hepimizin dilinde… Herkesin bir hasreti var sevgili okur ve herkes muhakkak ki kendine iyi gelen suya sürüklenirdi; ya merhem olurdu o su eninde sonunda ya da kanlı bir dere. Yine de ne olursa olsun gitmek isterdim arkama bakmadan o uzaklara. Toplayıp nerde ne kadar kitabım varsa hepsini sere serpe açmak isterdim o kır çiçeklerine ki senelerce bunun için biriktirmemiş miydim koca bir duvarı? Karış karış gezerken toprağımı, tek tek su diye sunmayacak mıydım bütün çeyizimi o sıra güllerine?  Bir gün onlara kavuşabilme ümidiyle rengarenk o kitapları dizmemiş miydim koca duvarının raflarına? Olmadı… İşte bunlar hep algıda gececilik, nerden başladık nerelere geldik sevgili okur.
Tumblr media
Herkesin gizli kutusunda sarıp sakladığı yıkılan birtakım hayalleri vardır burdan devam ediyoruz. Şimdi çok toz kalkacak diye eski şeyleri düşünmüyorum. Heveslerimi tüketiyor bu kış demiştim geçenlere, bahar dallarına hasret kaldım. Şimdi beklenen bahar geldi işte, yavaş yavaş düşüyor yeryüzüne. Ağaçlar çiçek açtı, yeşeriyor çimenler. Ne büyük mucize! Kahverengi dallardan beyaz çiçekler açtıran Rab, illaki biliyordu içimizden geçen duaları; öyle değil mi Sevgili Okur? Kalbini denizden yap.
Bugünler geçtiğinde uzunca bir yola çıksak; ıhlamur ağaçları boyunca, mis kokuları tepemizde, sasalar kulağımızda...
“Sasa” ; “ilkbahar çimlerinin sesi” demektir Sevgili Okur.
Yeniden çimlerde gezeceğimiz günlere kavuşma temennisiyle.
https://www.youtube.com/watch?v=8astGDM3NOc
Tumblr media
6 notes · View notes
raperinagel · 4 years ago
Text
“Avzem’di o, Dağların tutkulu sevdasıyla yürek pimini çeken, kavgada yerini alan. Avzem’di o, düşüncelerini derin, gözlerini insan, kahkahalarını çocukça kılan. Benliğine, Bu kadar kimliği nasıl sığdırabildiğine anlam veremiyordu hiç kimse.”
Tüm zamanın, ellerimde durmaması ve avuçlarımın arasından su gibi akıp gitmemesi için, zamanı anlamlı ve varlıklı kılan oluş gerçekliğiyle, anıların aynası olmaya yola çıkıyorum… Biliyorum, Keşkesi olmayan bir zaman yolculuğudur bu. Zamanın tüm halkalarında; sadakat, sevgi ve özgürlüğün en güzel tonları birikmişti, ağız dolusu gülüşleri olan yoldaşlarımın yüz hatlarında. Her birinin gülüşlerini, yüreğimin heybesinde saklı tutup, anıya ayna olabilmenin yürüyüşünde; bir ağacın dibi ve bir kayalığın gölgesine sığınıp, unutamadıklarımı buğulanmış gözlerle anımsamak ve yoldaşlığı özlü sözlerle anlatacak bir türküyü seslendirmek ne kadar da, güzel olurdu.
Siyah zülüflerin dökmüş
Kızıl güllere güllere
Ala gözlerini dikmiş
Tozlu yollara
Gel yoldaşım dolaşalım
Çamlı bellere bellere/…
Bu türkünün her bir mısrası, ne de güzel anlatıyor,kavganın ütopyasındaki yoldaşların zarafetini. Sevdalarını bahara erteleyip, baharı getirmek için yaşamlarını katık edenleri… Bir de Bizim birbirimize olan duygularımızı…
Tanımı, tarifi yapılmayan öyle çok olgu ve gerçeklik var ki ülkemizin Medya’sında, aşkın, sevginin, toplumsallaşmanın en güzel ifadesi olan yoldaşlık ve ona atfedilen kutsallık, anlam arayışımıza büyük bir güç veriyor.
Bizdeki yoldaşlık kültürü, bağlılığın en güzel ifadesi olurken, toplumsallaşmanın da en güzel adıdır. Belki de bu toplumsallaşmanın en güzel adını, farklı tonlarda yansıtmak isteyen Avzem yoldaşın karakteri gibi ele almak gerekir. Soylu bağlılığını ve kavgaya olan inancını sonuna kadar koruyan, tüm yoldaşlarının alnını yıldızlara değdirme arayışında olan Avzem yoldaş gibi…
Armanc’ın genişleyen sevgi halkalarında bir anlam deryası olmaktı, tek gayesi. Tıpkı, ‘sevgi çemberlerini genişletmem için görevlerim var. Bütün yoldaşları, tüm ulusları, dünyaları, dağları, taşları ve suları, sevgi çemberlerinin ülkesine katıncaya kadar hücum’ diyen Armanc’ın idealini taşıyarak, kutsal bir kavgada yerini almıştı.
Avzem’di o, Dağların tutkulu sevdasıyla yürek pimini çeken, kavgada yerini alan. Avzem’di o, düşüncelerini derin, gözlerini insan, kahkahalarını çocukça kılan. Benliğine, Bu kadar kimliği nasıl sığdırabildiğine anlam veremiyordu hiç kimse. Yol arkadaşlarıyla, O kadar çok sevince, neşeye, kahkahaya, aşka, sevgiye tanık oldu ki, bunları ölümsüzleştirmek için sadece kalbinin sesini dinledi ve bu anları yüreğinde sakladı.
Şimdi, Çöllere düştüğün toprakta, kana kana su içmek isteyeceksin Awzem… Sonra yola koyulan yolcu olmaya devam edeceksin… Edule olmanın aşkıyla Dewreş’e kavuşmak gibi, yoldaşlarınla buluşmanın büyük umudu içerisindesin biliyorum.
Büyük buluşmaları sağlayacak, ateşe kesmiş büyük yürekler olduğunu bilircesine yol alıyorsun. Ateşi bedeninde hissetmen, bedenini kül eylemen gerektiğini biliyordun.Ateşin yalazlığı ne kadar yakıcıdır onu belki de ikarus kuşu olup öğrenmen gerekecekti.Yoksa Nasıl tekrardan yaratacaksın kendini Avzem. Sonra , Ateşin sırrına ermenin, kemale ermenin yolunda ilerlemenin ifadesi olacağını öğrenecektin.
Sen şimdi Ateşin sıcaklığıyla kutsuyorsun, yola koyulduğunda gördüğün herkesi. Güneşe yolcudur şimdi, ateşi küllerinden yeniden yarattığın bedenin. Güneşin varlığı ve saçtığı ışığı, karartmak isteyen tiranlara karşı bir yolculuktasın. Öyle ya Awzem; sende biliyordun, Güneşin karartılmasına hiç izin verirler mi? Güneşin kızları ve oğulları..
Şimdi yoluna yolcu olduğun ateşle ve güneşin sıcaklığıyla, evreni ve doğayı ısıtıyorsun.Gece ve gündüze misafir oluyor düşün, tüm yürek ve beyinlerimizde. Mezopotamya’ya ışık, aydınlık ve yaşam oluyor, utangaç bakışların.
Kürt’ün yeniden yaratılış yasası olan Güneşin, özgürlüğün ve özgürleşmenin yasası olduğunu anlatıyorsun herkese… Sonra, Yoldaşlarının yüreğinde açan bir Kardelen çiçeği oluyor sevgin.
Zaman avuçlarının içinden akan kum saati gibi kaçmamışsa, zamanın anlamlaştığı, mekânın kutsallaştığı, yoldaşlığın anlamına eriştiği bir an yaratacaksın, biliyorum.
Yarın doğacak günün uğruna!
Anımsa, unutamadıklarının arasında oluşturduğun yaşam çemberlerini. Kutsal bir yaşamın yaratıcısı ve koruyucusu olan Güneşin Medya ülkesinde, Munzur’un Çağlayan ırmaklarının kıyısında, bir Kardelen olmayı isterdin hep… Öyle ya Awzem; senin asil kişiliğin kutsallıklarla dolu bir yaşamın sahibi kılacaktır, ardında bıraktığın yoldaşları…
Senin asil kişiliğin kadının Özgür kadın olmasında cisimleşecek güzellikte olacaktır. Duruşu asil olanların, düşünceleri, konuşmaları ve davranışları da asil olur derler. Senin asil duruşun, yoldaşlarının ruhunda, ihtiyacı gideren sanatsal bir ezgidir şimdi…
Anımsıyorsun değil mi? Çocuk ruhlu yoldaşım. Sen Ülkemin semalarında dans eden yıldızları seyretmemizi istediğinde, bizimde aklımıza ayrılıklar gelirdi. Sonra direniş sokaklarını güzelleştiren avazın, ruhumuzu bir hayli ferahlatıyordu. Avazın, sevdasını bir kırlangıcın kanatlarına yükleyen savaşçı şövalyelerin mücadele azmini yükseltti..
Şimdi uzak zamanları düşlüyorum Awzem. Senin, incecik sarı otlarla yolları süslenmiş patikalarda yürüdüğün zamanları, gözlerinin iliştiği tüm ayrıntıları, yorgunluğun ardından vardığın çeşmede su yudumlarken, düşünü kurduğun dersimin Munzur’a bakan vadilerdeki meşe ağaçlarını, tüm yoldaşlarına yeten sevginin çıkarsızlığını hem anımsıyor, hem de özlüyorum…
Bak, hepimiz buradayız… Bir kez daha gülümseyişini bizden mahrum etme.
Haydi, can yoldaşım bırak inadı!
Gün ortasıdır, yola koyulalım yine… Duygularımız çoktan yola çıktı bile. Sen, en zor günlerde bile, çantanda sakladığın zulası kahkahaların, biz ise kahkahalarına cevap olacak tebessüm noktalarımızla peşindeyiz.
Bir sac ekmeğini umutlu çantalarına katık yapan ve yaşamı uğruna ölecek kadar seven savaşçı şövalyeler, bir sevdanın ve kavganın en demlenmiş zamanıyla karşılayacaklar bizi. Bereketli toprakların uykusunda bir kök, filizlenmeyi bekliyor bizi görmek için.Senin kahkahanla ve asil duruşunla, yağmur yağmadan yeşermeye çalışacak gibi.
Karlara karışalım hadi. Yüreği aşkla, özgürlükle, sevdayla yananların misafiri olalım sonra. Sonrada, Sur sokaklarında gülümseyen çocukların yüz hatlarında çıkan gamzelerine sığınalım.
Tüm bunlar senin istediğin temelde hazırlanmıştı.
Ama yine de gözlerindeki veda havası hepimizi ürkütmüş, gözlerimizden akan yaşlar yanaklarımızdan süzülerek, hüzün deryası oluşturuyordu sanki. Mutlu bir yolcu olduğunu hissettik.
Gideceksin… Biliyoruz..
Bil ki, bir yarın ve hep büyüyecek bir özlemin kalıyor bizde…
Kahkahalarını henüz emanet etmeyecek kadar, her zaman canlı tutacak yoldaşların. Çalışmanın, en temel özgürlük ifadesi olduğunu, cesaretin, fedakârlığın ve soğukkanlı duruşunla öğrettin, kendinden gördüğün yoldaşlarına.
Şairin dediği gibi, “Gitmekle, gitmiş olamazsın. Gönlün kalır, aklın kalır, anıların kalır…”
İşte görüyorsun, anılarının aynası olmaya çalışıyor, geride bıraktığın yoldaşlar. Beş bin yılın tüm egemenliği ve eril tahakkümü altında benliğini arayan kadınların çığlığı oluyorsun.Şimdi rahat uyu güzel yoldaş.
Yüreğin, semalarda bahar ve yağmur olacak.Güzellikler saçacak yeryüzüne yüreğin. Çünkü bir buket hoşçakal diyecek bir veda havasında değiliz. Senin yanındayız… Bizimlesin…Buradasın…
Hadi kutsa bizi,
Kutsa ki, senden olalım.
Kutsa ki, yoldaş olalım yoluna..
Meşe ağaçları sırdaşın olsun Awzem yoldaş…
Meşe ağaçları sırdaşın olsun Awzem yoldaş… – Faraşin SİDAR “Avzem’di o, Dağların tutkulu sevdasıyla yürek pimini çeken, kavgada yerini alan. Avzem’di o, düşüncelerini derin, gözlerini insan, kahkahalarını çocukça kılan.
1 note · View note
hbkultursanat · 4 years ago
Photo
Tumblr media
Abla, avukat, yoldaş...
Elif Tuncer, 2 Aralık 1953’te Maraş Göksun’da doğdu. Hukuk fakültesini bitiren Elif Tuncer, yaşamı boyunca insan hakları, demokrasi ve özgürlük mücadelesinin en ön saflarında yer aldı. Maraş olayları sırasında Elif Tuncer’in avukatlık bürosu da hedefler arasına konularak, yakıldı. Tehditlere ve baskılara rağmen Elif Tuncer çalışmalarından ödün vermedi, yılmadı. Adana’da devam ettiği mücadelesinde her gözaltı olayında karakollara ve emniyete koştu, işkence mağdurlarının davalarını üstlendi. Darbe döneminde birçok demokrasi ve insan hakları savunucusu gibi Elif Tuncer de cezaevine kondu. Serbest kaldıktan sonra İHD yöneticiliği yapmaya başladı. Elif Tuncer, 10 Temmuz 1991’de kontrgerilla tarafından kaçırılarak öldrülen Halkın Emek Partisi Diyarbakır İl Başkanı Vedat Aydın’ın cenazesine katılmak üzere dört insan hakları savunucusuyla birlikte Diyarbakır’a doğru yola çıktı. Siverek’te geçirdikleri, nedeni aydınlatılamayan trafik kazası sonucunda Elif Tuncer hayatını kaybetti. Elif Tuncer’in doğum günü vesilesiyle kardeşi Meltem Çakmak’ın yazdığı mektubu sizinle paylaşıyoruz.
*** Canım ablama Belki bir gün, Karanlıkları delerek geleceksin, Yeryüzüne. Belki bir gün, Sıcaklığınla ısıtacak, Parlaklığınla aydınlık katacaksın, Yaşamımıza. Mutlaka ama mutlaka bir gün diyorum. Dünyaya bir daha ablam gibi yüce bir insan gelmez biliyorum. Erken ayrıldı aramızdan. İnsanlık adına verdiği mücadeleden ayırmak isteyenler aslında amaçlarına ulaştıklarını sansalar da yanılgı onların. Geçmiş günler, geçmişe özlem büyüdükçe büyüyor yüreğimde. Hani çamaşırları elimizde yıkadığımız o günler var ya… Bizlere hissettirmeden gelişimimizde bir ışık oldu ablam. Her hafta sonu bir kardeşini yanına alarak günlük gazeteyi okuturdu bizlere. “Çamaşır yıkarken gazeteyi okuyamıyorum. Hanginiz okumak ister?” diyerek okumaya teşvik ederdi bizleri. “Ne iyi etmiş” Kişiliğimizi ve hayatı kavrayışımızdan büyük bir katkısı olmuş da o günlerde bunun farkına varamamışız. Yaşam karşısındaki devrimci duruşunun gölgesinde toplanmışız. Ya o çiçekleri ile ilgilenişi var ya. Öylesine zarif, öylesine duygulu. Her sabah günaydın diyerek yönelirdi çiçeklerine. Sanki çocuklarıydı çiçekleri. İşte o gün anlamıştım onların sevgiyle yeşerdiğini. Aramızdan ayrılışının o son günü. Hiç unutamadım yetiştirdiği o kırmızı karanfilleri dalından koparıp arkadaşlarına verdiğini. Tüm o sevgiyle büyüyen çiçekler saksılara sığmaz olup serpildikçe serpilir. Ve biz kardeşleri ile paylaşırdı bu güzel anları. Hele o güzel sesi ile gözlerini kapatarak türkü söylemesi yok mu? Bambaşka bir dünyaya alıp götürürdü bizleri. Arkadaşlarını yemeğe çağırdığı zamanlarda, yemeğe hazırlık aşamasında, yardımcı olalım ve yemek esnasında sohbete tanık olalım diye bizi yanından hiç ayırmazdı. Bizim için bir abla, bir öğretmen, bir yoldaştı. Ve onu kardeşleri, öğrencileri çok özlüyor. Dahası onu tanıyan herkes çok ama çok özlüyor. Evrensel.net
2 notes · View notes
caginmumineleri · 6 years ago
Text
Tumblr media
"Kadınlar hakkında Allah'tan korkun. Çünkü siz, onları Allah'ın emaneti olarak aldınız ve Allah'ın adıyla (nikah kıyıp) onları kendinize helal kıldınız."
(Müslim, Hac, 147)
Bugün ne yazık ki kapitalizmin esiri olan kadınlar İslam'ın kendilerine değer vermediğini hatta onları kısıtladığını düşünüyorlar. Oysa İslam kadınlara öyle çok değer verir ki cenneti annelerin ayakları altına koymuştur. Onları birer emanet olarak addetmiştir. Ümmeti kuşatan kapitalizm, laiklik ve demokrasi gibi fasid nizam sahiplerinin oynadığı oyunlar sayesinde İslam kadınları aşağılayan kapitalizm ise özgürleştiren sistem olarak lanse ediliyor. Halbuki özgürlük adı altında kadınları iffetten uzaklaştıran ve hayasızlaştıran, aile kavramının içini boşaltan kapitalist sistemden başkası değildir. Öyleyse bu bozuk ve kirli düzenden kurtulmanın, özümüz olan İslam’a dönmenin tam vakti değil midir? Allahu Teala İslam’ı yeryüzüne hakim kılacak olan Raşidi Hilafeti bizlere acilen ikram eylesin ve onun için çalışanlardan olmayı nasip etsin.
15 notes · View notes