#Yandaş Seçmen
Explore tagged Tumblr posts
Text
Bu gece kafaya koydum silivriye atılmayı😨Demirtaş gerçek oyunu gördü!Erdoğana destek olanları sayarken tarikât-cemaât-aşiretleri unuttum onca şeye rağmen 4 puan çok az ben mahallenin 100/99 ile dargın olduğum halde kadriye/leyla/ayla/özlem/ayla/muazzez/esma/sibel/rus gelin/ayı polis/çoşkun/ahmet/serkan/haydar abi ile kavga ettiğimizde 100/97 destek gördüm demek sadat içişleri polis mit adaet (halkı hep tehdit edip seçimi vermeyiz dediler)partizan ordu (aşiret ağasından generallerin oy istemesi)yandaş belediyeler şirketler(Erdoğana oy vermeyen çalışanları işten atma tehditi) din adamları(cemaâti silahlandırmaya çağıran imam) şaşkın damat(eski kalaycıların maşa var kazan var demeleri gibi"iha var siha var"dedi hep)yaptıkları baskılara rağmen seçmeni yeterince korkutamadı yandaş medya empozeyi başaramadı 4 puan gülünç 1 rakam😂az önce Maya ile konuştum çok istiyordu Kılıçdaroğlu kazansın ağlıyor"Kemâl dede kazanamadı"diye çocuklar bile siyasetten konuşur oldu ben Kılıçdaroğlunun başarısız olduğunu kabûl etmiyorum eğer Merâl hanımın dediğini yapıp İmamoğlu-Yavaş aday olsalardı bu kadarını yapamazlardı çünkü Chp'li çoğu seçmen başka parti liderine kanıp parti içi kazan kaldıranlara oy vermezdi şimdi de İmamoğlu Chp başkanı olsun diyorlar hayır belediye seçimine kadar kayyum gelmezse yerinde kalsın yok illâki Merâl hanım;Çiller Ağar vs dinleyip İmamoğlu-Yavaş lider yapmak istiyorsa kendisi istifa edip onları aday göstersin😈ohal ilan edildiğinde seçimler en erken ağustos eylülde yapılırdı ama sözümü dinleyen olmadı acele ettiler şimdi 6'lı masa dağılsın Kılıçdaroğlu sadece ülkesini seven Atatürkçü seçmenlere güvenip girsin seçime engeller önünde kalktığından rahat kazanacak bir kere dinleyin beni sizin bilmediğiniz şeyler görüyorum kulaktan dolma değil durugörü sorunsalı yazamıyorum Türkiyede fikir özgürlüğü yok görün neler olacak biraz sab��r gine sakın aptallık yapıp minik Maya'yı ağlatmayın bu arada Siirt beni şaşırttı Kılıçdaroğlu dediler halbûki Erdoğan oranın seçilen milletvekilinin yerine geçip Deniz Baykal desteğiyle meclise girmişti kimsenin yaptığı kimsenin yanına kalmıyor hem Emine hanımın memleketi "eniştemiz" derler lâf söyletmezlerdi?😲
instagram
0 notes
Text
🇹🇷 Partisiz Parlamenter Sistem
Kendini yönetemeyeni yönetirler.
İnsanlık tarihi hiç bir zaman yozlaşmış temsil sistemleri ile olumlu değişime uğramamıştır.
Temsil mecliste partilerin parmak hesabı sayısı olmayıp millet çıkarına mücadeleyi temsile taşıyabilmektir.
Kendi özgürlüklerine kendi reyleri ile son vermek demokrasi değildir.
Bugünlere Atatürk'ün söylediklerinin tersini yaparak geldik. O zaman çarenin kendi yaptıklarımızın tersini yaparak yeniden Atatürk'ün istediği çizgiye gelerek yarım kalan devrimi tamamlayabiliriz.
Siyaset ile uğraşanlar milleti bölmeye o kadar eğilimliler ki neredeyse herkes kendi partisini açmanın peşine düşmüştür.
Artık bunca tecrübeden sonra anlaşılması gereken çok partili sistem bu ülkeye fayda yerine zarar vermektedir.
Atatürk'ün zamanında da çok partili sistem denendi bir faydası o gün görülmediği için kapatıldı. Bu tecrübe bile bize ders olmadı.
Demokrasi temsilde adalet demektir.
İktidar gücünü elinde bulunduran partinin çıkarlarına uygun kanun değişiklikleri temsilde adaleti ortadan kaldırmaktadır.
Partilerin yönetimleri temsilde adil bir yöntem ile seçilmiyor ki o partilerden kim kazanırsa kazansın bunu meclise taşıyabilsin. Bugün her bir siyasi parti kodlanmış bir kişiye teslim edilmiş durumdadır.
Bugün hala 12 Eylül askeri faşist darbenin yaptığı siyasi partiler yasası hüküm sürmektedir. Son yirmi yıldır ülkemizi yöneten partinin ilk sözü siyasi partiler yasasını değiştirme sözüdür. Yerine getirdi mi? Hayır. İktidar olunca o sözü unutup nimetlerinden faydalanmayı tercih etti. Bilinçli bir seçmene sahip olmadığımız için sözünü tutmayan bu partiye millet gereken cezayı sandıkta bugüne kadar vermedi.
Milli birlik ve beraberliği ideolojiler ve o ideolojileri sahiplenen siyasi partiler yok eder.
"Siyasi partiler sanıldığı gibi demokrasinin vazgeçilmez unsurları değildir. Demokrasi tüm yurttaşları kapsayan ve birleştiren örgütlenme ile mümkündür. Siyasi partiler halkın farklı kesimlerini kendi çatıları altında, kendi çıkarları için ayrıştıran, çatıştıran dolayısıyla bir kesimi diğer kesim için tehdit unsuru olarak gösteren tehlikeli örgütlerdir."
1919 tarihinde daha Cumhuriyeti ilan etmeden Amasya Genelgesi yayınlandığı zaman Mustafa Kemal bunu öngörerek 'Bizim partilere ihtiyacımız yok, milli birliğe muhtacız.' demiştir.
Her siyasi parti tek bir kişinin hakim olduğu örgütlerdir.
Bir kişinin niyetine ne bir siyasi parti ne devlet teslim edilemez.
Farklı fikirler milleti ayrıştırıyor ise bunu demokrasi ile açıklamak mümkün değildir.
Tek kişinin hakim olduğu yönetimlerin diktatörlüğe dönme ihtimali çok yüksektir.
Anadolu gibi çok stratejik bir toprak için bu çok tehlikelidir.
Emperyalizmin ve kapitalizmin amacı da sömürmek istediği ülkelerde yönetimin kontrol amacıyla tek bir kişide olmasını ister. Bu sebep bile tek başına bizim bu beladan kurtulmamız için yeterlidir.
Dünyada ne kadar sömürge altında ülke varsa hepsi ya kral, ya sultan, ya başkan türü tek kişiye teslim edilmiş yönetimlerdir.
Bizim için aslında en önemli örnek ülkenin kaderi Padişaha teslim edilmiş ve sonu hüsran ile bitmiş Osmanlı İmparatorluğudur.
Tarih en iyi laboratuvardır.
Atatürk sonrası devrimin yarım kalması ikinci dünya savaşı sırasında yaşanan sıkıntılar içeride ki işbirlikçileri harekete geçirmiş ve milleti çok partili sisteme geçerek demokrasinin yok olmasının önünü açmıştır.
Nitekim her darbe, her ekonomik kriz çok partili dönemin başlaması sonrasında yaşanmıştır.
Liberal kapitalist serbest piyasa ekonomisi işsizlik gibi bilinçli muhtaçlık üreterek bu muhtaçlığı sermaye lehine kullanan bir sömürü düzenidir.
Tüm siyasi partiler bu düzenin partileridir.
Kimsenin midesi kimseden büyük değildir. O zaman birileri paralarının hesabını bilemezken birileri çöpte ekmek arıyor, işsiz olduğu için intihar ederek yaşamına son veriyorsa bu sistemle devam edemeyiz.
Çünkü çok partili sistem sadece demokrasiyi değil sosyal hukuk devletinin zarar görmesine sebep olmuştur.
Yeter söz milletindir diye iktidar olan Demokrat Parti her mahallede bir milyoner üreteceğiz diyerek bugün bize en büyük tehdit olan işbirlikçi yerli kapitalist sermayenin sebebidir.
Ülke yetmiş yıldır bu zihniyetin elinden kurtulabilmiş değildir. Partiler değişmiş her gelen kendi zengin ve yandaş tayfasını üretmiştir.
O zaman çare nedir?
Kurtuluş kuruluş ayarlarına dönerek yarım kalan devrimi tamamlamaktır.
Bunun ilk şartı siyasi partilerin kapatılarak tamamından kurtulmakla mümkündür.
Partisiz Parlamenter Sistem nedir?
Her il ihtiyacı olan vekili seçerek meclise gönderir. Meclis içinden Cumhurbaşkanını vekil oylarıyla seçer. Başbakan ve Bakanlar vekil oylarıyla seçilir. Hükümet kurulur ve geriye kalan her vekil hükümete millet yararına muhalefet eder.
Hukuk hükümetin ve meclisin faaliyetlerini bağımsız bir güçle millet adına sürekli denetler.
Partisiz parlamenter sistem de milletvekili dokunulmazlığı yoktur.
Yasama, yürütme ve yargı bağımsızlığı vardır.
Bu sistemin faydaları saymakla bitmez.
📍 En önemli faydası milletin vekilini kendi seçecek olmasıdır. Bugün parti başkanları vekil adaylarını seçiyor, millet ise sandığa giderek onay vermek zorunda kalıyor. Burada bir kere demokrasi baştan yok ediliyor. Tek bir kişi bunları seçeceksiniz diye millete dayatmada bulunuyor.
📍 Siyasi partiler olmayacağı için hazine yardımı da olmayacaktır. Seçimler öncesi gereksiz reklam afiş ve gürültü kirliliği ortadan kalkacaktır.
📍 Millet her gün siyaset konuşmak zorunda kalmayacaktır. Senin partin benim partim ortadan kalkacak, bizim ülkemiz hakim olacaktır.
📍 Her insanımız kime oy verdiğini bilecek, bir sonraki seçimde oyunu geri alabilecektir. Bu sebeple yeniden
seçilebilmek için her vekil millete hizmet etmek zorunda kalacaktır.
📍 Başbakan'ın, bakanların birileri adına çalışması mümkün olmayacaktır.
📍 Parti başkanlarının gözüne girmek yerine vekiller milletin gönlünde yer etmek için gayret göstermek zorunda kalacaklardır.
📍 Darbelerin, krizlerin, vurgunların sonu gelecektir. Borç ve tüketim ekonomisi yerine kamulaştırma yaparak yeniden milli üretim ekonomisi inşa edilecektir.
Herkes için zengin olması gereken sermaye sahipleri değil devlettir.
Temsilde ve yasada eşitlik için partisiz parlamenter sistem şarttır.
Çoğulcu yönetimin gerçekleşmesi için partisiz ve aracısız milletin kendi kendini yönetmesine ihtiyaç vardır.
Aksi takdirde 'Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.' sözü bugün olduğu gibi anlamını yitirir.
Söz konusu vatanın ve milletin geleceğidir.
Önder KARAÇAY
#önderkaraçay#önder karaçay#mobbing bank#mobbingbank#atatürk#devrim#partisizparlamentersistem#siyasipartiler#siyaset#demokrasi
3 notes
·
View notes
Text
BELEDİYELER NİÇİN BU KADAR ÖNEMLİ?HÜKÜMET NEDEN MUHALİF BELEDİYELERİ DÜŞMAN GÖRÜYOR?
Sizlere yapılabilecek yolsuzluğu küçük bir örnekle anlatmaya çalışayım.
piyasada pastırma 100tl kg yumurta 1 tl olsun
ihale ilanı:900 gram pastırma, 10 adet yumurtayla toplam 1 kğ pastırmalı yumurta yapımı işi GÖTÜRÜ bedelle yaptırılacaktır.
bu işin maliyeti en az 100 tl dir değilmi?,(karsız işçiliksiz)
İhalede bir yandaş 95 tl fiyat verir ve iş ona kalır.
işi alan yandaş 900 gram yerine 300 gram kalitesi düşük (tahminen 70 tllik) pastırma, 10 adet yerine 30 adet yumurtayla pastırmalı yumurtayı yapar, İdare kabul eder. Götürü bedel olduğu için Yumurta ve pastırmanın toplamı tartılmıştır, iş kabul edilmiştir.
sonuçlar
1- Kurum 100 lira maliyetli işi 95 e yaptırıp kar etmiştir.
2-İş Yapılmış karın doyurulmuştur.
3- Yemek yendiği için Şikayet halinde müfettişin bişi bulması mümkün değildir. Çünkü tüketilmiştir artık kanalizasyondadır.
4- Yandaş yüklenici firma 49 tl kar etmiştir.
5-Bu işte yandaşa giden 49 tl aslında Bütçeden ödendiği için Millete Girmiştir.
Şimdi Türkiyede, Niye her yıl ortalama 2 Milyar tllik çiçek, Lale soğanı dikildiğini, Su şebekelerindeki sık sık oluşan arızaları, Çeşitli Kurumların zırt pırt niye yemekli toplantı vs düzenlediğini, İhtiyaç sahiplerine para değilde Gıda kolileri dağıtıldığını siz düşünün.Aynı yöntem Ticaret odaları Borsa birlikleri, Baro dernek vs kuruluşlarının bazılarında da muhtelemelen vardır.
Devleti yöneteninde her yerde bak istikrar geldi 100 liralık işi 95 e yaptırabiliyoruz, Şu kadar gıda kolisi dağıtıyoruz heyyt dediğini de yardım dağıttığı aileleride abonman kadrolu seçmen yaptığını unutmayın.
1 note
·
View note
Text
SİYASET
Siyaset antik Yunan dönemin de Erkin rol alarak başlayan bir serüven.
Antidemokratik ülkelerin popüler mesleği olarak görüyorum. Antidemokratik ülkelerin vaziyeti, düşünmeyen, sorgulamayan bir toplum mekanizması. Güçten, zorbalıktan beslenen seçmen sayıları oldukça fazladır. Bu fazlalık despot iktidarları ve pasif muhalefeti türetir. Ve iktidarı yönetenlerin politikaları; kutuplaştırma ve davalarına uygun politikalar üretmektir. (Muhalefetin de etkisi büyük olur.) Antidemokratik ülkeler de din ve milliyetçilik kavramları her alanda kullanan ve zor anında kurtarıcı olan olgulardır. Özellikle toplumun inançlara bakış açışı katı kurallar ve kesinlikle sorgulanamaz oluşu iktidarların polikalarını kolaylaştırır.
Bir dönem Avrupa’da görünen aşırı politikalar çıkmıştı. Hitlerden örnek verebiliriz. (Savunma ya da yüceltme değildir.) emperyalist devletlere bir başkaldırı olarakta bakabiliriz.
Çağımızın antidemokratik ülkelerin de politikacılar iktidar da olsun ya da olmasın bir dokunulmazlığı var. Önemli makamlar da görev süresince aldığı kararlar sorgulanmaz ve anayasaya karşı ya da ceza kanunlarına karşı bir suç gözetmeksizin özgürce hareket edebiliyorlar ve politika hayatı boyunca kararlarından ya da yanlış, suç teşkil eden kararlarına, yargı organı soruşturmaz ve yargılanmaz. Ve karşımıza temiz, doğru kararlar almış politikacı yığınları oluşur.
Bu sebeple, ülkenin yargı organı, basın ve yayıncılık organı, devlet sisteminin işleyen kurumları, yandaş şirketler, çığırından çıkmış seçmenler ve ekonomi, eğitim çökmüş, silahlı kuvvetleri güçsüzlesmiş ve iktidara bağımlı hale gelir. Bu sebeple siyaset mesleği değerli ve seçkin bir meslek olur. Sınırsız güç ve sınırsız özgürlük alanları oluşturur.
İşin sonu, sessiz kalan halk, kutuplaşmış ve kindarlaşmıştır. Ülkenin aydınları, sanatçıları, genç beyinler ve yatırımcılar bir kaçış yolu arar. Bulamayanlar ya sessiz kalır ya da sığ bir siyaset ortamı olan ülkede muhalefet tarafına geçer. Yani ülkesinin geleceğine hep beraber karanlığa teslim ederler.
0 notes
Photo
Yandaş gazete: 24 Haziran'da Erdoğan'a oy veren 430 bin seçmen 31 Mart'ta karar değiştirdi http://bit.ly/2JHGMOP
0 notes
Text
Gercekten "aydınlık"bir güne uyandığımıza inaniyor musunuz?????? ***Milli eğitim bakanlığı yeni müfredatı açıkladı. 15 Temmuz var, Atatürkçülük yok! * 15 Temmuz'dan beri sırasıyla… * Atatürk'ün mareşal üniformalı tablosunu depoya kaldıran TBMM başkanı, padişah Abdülhamid için anma töreni düzenledi. Anıtkabir'in avlusuna kargo şirketinin sponsorluğunda morlu pembeli plastikten oyun parkı koydular. Tayyip Erdoğan durup dururken Lozan tartışması başlattı, “birileri bize Lozan'ı zafer diye yutturmaya çalıştı, zafer mi bu?” dedi. İstanbul'un fethini kutlayıp, İstanbul'un kurtuluşunu kutlamadılar. Cumhuriyet gazetesinin yazarlarını çizerlerini hapse tıktılar. Meclis darbe komisyonunun başkanlığına, fetonun bir numaralı savunucusu Reşat Petek getirildi, feto için “son 1000 yılın en büyük Türk büyüğü, Shakespeare gibi evrensel” diyen Akp milletvekili, komisyon üyesi yapıldı, neticede, fetocu Akplilerin bu komisyonundan “CHP fetocudur” raporu çıktı. Seçmene “koyun” diyenlere dava açılırken, Tayyip Erdoğan “ben çobanım” dedi. 10 yaşındaki erkek çocuklarına tarikat yuvasında senelerce tecavüz edildiği ortaya çıktı, kadın aile bakanı “bi kerecik” dedi, 11 yaşındaki kız çocuklarını koynuna alan 70 yaşındaki sapıklara af çıkarmaya çalıştılar, başbakan Binali bey “bi kereliğine” dedi. Bizzat Akp'nin çıkardığı kanunla denetimsiz hale getirilen tarikat yurdunda, gariban kız çocukları diri diri yanarak can verdi. Rize'deki Atatürk heykelini söktüler, inşaat molozu gibi kamyon kasasında taşıdılar. Deve kestikleri THY apronunda Barbaros Şansal'ı linç ettiler. Akp'nin akil insanı Abdurrahman Dilipak “başkanlık sistemi gelince Tayyip Erdoğan halife olacak” dedi. İsmet İnönü'yü çok seven babası tarafından İsmet adı verilen milli eğitim bakanı İsmet Yılmaz, İsmet İnönü'yü müfredattan çıkardı. Akp'nin kadın milletvekili “100 yıllık prangadan kurtuluyoruz” dedi. Akp şakşakçısı Rıdvan Dilmen, Arda Turan, Burak Yılmaz ve şarkıcı Murat Boz “evet kampanyası” başlatıp, “adeta İstiklal Savaşı” dediler. Akp'nin referandumunu İstiklal Savaşı'na benzeten Rıdvan Dilmen “İzmir Marşı”ndan rahatsız oldu, “bu marş okunmasın” dedi. Abdülhamid'in torunu Nilhan Osmanoğlu, TBMM'nin lağvedilmesi için “evet” diyeceğini açıkladı, “parlamenter sistem benim değerlerime zarar verdi, parlamenter sistem canımıza yetti artık” dedi. Cumhuriyetimizin tek taş pırlantaları Ziraat Bankası, Halkbank, TPAO, THY, Botaş, PTT, Türksat, Milli Piyango, Çaykur… Katar'a filan peşkeş çekilmek üzere fona devredildi. Türkiye'de kurulan Suriyeli şirket sayısı, tee 1923'ten beri Türkiye'de yatırım yapan Alman şirketlerini bile sollamışken, Türkiye'deki Suriyelilerin doğum oranı, Türk vatandaşlarının doğum oranını geçmişken, Türkiye'de eli silah tutacak yaşta 425 bin Suriyeli yaşarken, bunlar bizim plajlarda nargile içerken, bizim evlatlarımız Suriye'de şehit ettirildi. Türkiye'nin vicdan adresi, çağdaş kuvayi milliyenin yayınevi Kırmızı Kedi, kar maskeli tetikçiler tarafından saldırıya uğradı. Darbeci Kenan Evren, darbe anayasasının referandumunda “hayır diyenler teröristtir” diyordu, 35 sene sonra, asrın liderimiz “hayır diyenler teröristtir” dedi. Akp il başkanı, “evet çıkmazsa iç savaşa hazırlanın” dedi. Akp gençlik kolları başkanı, “birisinin babasının ve kendisinin doğum yeri Selanik'se, Selaniklidir, kimse Türk, Atatürk demesin, orijinali Yunan, Türk'e benzemiyor, keşke Atatürk olmasaydı” dedi. Akp medyası iftirayla hedef gösterdi, tarikatçı yobazın biri elinde benzin bidonuyla geldi, varlığıyla onur duyduğumuz Müjdat Gezen'in Sanat Merkezi'ni kundakladı. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez, başkent Ankara'da, Kürdistan bayrağı göndere çekildi. Akp belediye başkanı, “içimize kanı bozuklar, sütü bozuklar sızdı, 1923'te koskoca 650 senelik çınara darbe yaptılar, cumhuriyet kuruldu” dedi. Tayyip Erdoğan'a “gazi” unvanı verilmesi için TBMM'ye başvuruldu. Akp Diyarbakır il başkanlığı imzasıyla “her evet Şeyh Sait'in ruhuna fatihadır” pankartı asıldı. Akp'nin fetvacısı Hayrettin Karaman lütfetti, “Yahudilere Hıristiyanlara yaşam hakkı tanıdığımız gibi, hayır diyenlere de yaşam hakkı tanıyacağız” dedi. Tayyip Erdoğan'ın şoförü olan Akp milletvekili, sanki 15 senedir CHP tek başına iktidardaymış gibi, “Almanya araba yapıyor, biz daha bir araba yapamadık, utanmıyor muyuz, sıkılmıyor muyuz, yazıklar olsun şu CHP'ye” dedi. Tayyip Erdoğan “Türk demiyoruz” dedi, Devlet Bahçeligillerin kendine gelmesi için daha nasıl izah edebilirdi! Akp'nin akil insanı ve Tayyip Erdoğan'ın başdanışmanı olan herif, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin tasfiye (!) edileceğini müjdeleyerek, “halk kendi devletini kurmak için adım atıyor” dedi. Tayyip Erdoğan kendi yaşadıklarını Hazreti Muhammed'in yaşadıklarına benzetti, “sevgili peygamberimiz, Ebubekir Sıddık ile orada ama, mağaranın kapısını örümcek örüyor, bakıyorlar, buraya kimse girip çıkmamış diyorlar ve müşrikler dönüp gidiyor, darbeciler de Dalaman'da bizim uçağa gelmişler, uçakta kimseyi görmeyince dönüp gitmişler” dedi. Referandumda alenen oy hırsızlığı yapıldı, Yüksek Seçim Kurulu suç işledi, saraydan alınıp halka verilen egemenlik, halktan alınıp saraya verildi. Mustafa Armağan denilen tescilli Atatürk düşmanı, Atatürk ve manevi kızı Afet İnan'a ahlaksızca saldırdı, “yatıp kalkıyorlardı” dedi. Nurcu meczup, yandaş ekrana çıktı, mübarek annemiz Zübeyde Hanım'ın genelevde çalıştığını söyledi. Arkadaşlarımız Gökmen Ulu ve Mediha Olgun iftirayla tutuklandı, Türkiye'nin en ünlü fetocuları Fehmi Koru ve Hüseyin Gülerce'nin iftiralarıyla Sözcü'nün sahibi Burak Akbay hakkında yakalama kararı çıkarıldı, Sözcü'ye el koymaya çalışıyorlar. Bizzat Atatürk'ün talimatıyla hazırlanan ve 1939'dan beri yürürlükte olan zeytin yasası'nı değiştirmek için, sekizinci defa hamle yaptılar. Akp'nin diyanet işleri başkanlığı “haram parayla hacca gidilir mi?” sorusuna “helaldir gidilir” diye fetva verdi. CHP milletvekili Enis Berberoğlu'nu hapse attılar. Türk basınına kelepçe takan Tayyip Erdoğan, Katarlı El Cezire televizyonuna ambargo uygulanınca isyan etti, “dünyadaki basın örgütlerine sesleniyorum, bir medya kuruluşunun basın özgürlüğü elinden alınıyor” dedi. İlkokullara mescit zorunluluğu getirildi. 15 Temmuz panelinde konuşan Celal Bayar Üniversitesi rektör yardımcısı, “Recep Tayyip Erdoğan bizim milletimiz tarafından Atatürk kadar sevilmektedir, belki daha da fazla” dedi. Maraş dondurmacıları gibi kafasında fesle dolaşan ve bilim kültür insanı diye ak saray sofrasına davet edilen tımarhanelik herif, Atatürk'e yine nefret kustu, “15 Temmuz, milli mücadeleyle kıyaslandığında katbekat üstün bir milli destandır, Kemalist inkılaplarla yapılan tahribata rağmen Müslüman Türk milletinin yıkılmadığının en mühim ispatı olmuştur” dedi. Ve dün, milli eğitim bakanlığı yeni müfredatı açıkladı, 15 Temmuz var, Atatürkçülük yok! * 15 Temmuz'dan 15 Temmuz'a… Bir yılın adım adım özeti her şeyi gayet net anlatıyor. * Fetoyla metoyla filan mücadele edilmiyor. Hedef açıkça Atatürk'tür. Yılmaz Özdil
1 note
·
View note
Text
kendi topraklarında kendi dilleri ve kültürleri ile yaşamak isteyen kürt halkına barışacağız deyip, istediği kürdü yaratamayınca, savaşı yeniden başlatmadılar mı?
evet
tecavüzcü işid çetelerine tırlar dolusu silah yardımını yollayıp, sırf kürtleri bitirsin diye kobanenin yıkılmasına alkış tutmadılar mı?
evet
kendinden başkasına yaşam hakkı tanımayıp, “afedersiniz ermeni”yi sırtından kurşunlamadılar mı?
evet
cemevi cümbüş evidir diye konuşanlar, aleviliği diyanete bağlayıp, dedeleri imamlaştırıp, cemevleri de camiye dönüştürülsün diye gece gündüz uğraşmıyor mu?
evet
kentsel dönüşüm adı altında sırf istanbulun rantı yüksek yerlerinde oturduğu için mazlum roman halkını tarih dışı ucube evlere hapsetmediler mi?
evet
mülteci suriyelileri işine gelince ucuz işçi, işine gelince genç kuma, işine gelince yandaş seçmen, işine gelince avrupaya karşı pazarlık malzemesi yapıp sonra da ege sularında boğan siyasetin sahibi bunlar değil mi?
evet
“halkımız eşcinselliği ahlaksızlık olarak kabul eder, yaptıkları “kabahat” yüz kızartıcı bir fiil olarak tiksinti ile karşılanır” diyerek şiddete ölüme nefrete davet çıkartmıyorlar mı?
evet
evet ırkçıdır
#hayır
22 notes
·
View notes
Text
Zihni medya tarafından teslim alınmış, bankalara borçlandırılmış, risklerle korkutulup güvenlik sektörüne yem edilmiş insanlar olarak edilgen hale geldik. Her ferdi, hatta cemiyeti hoşlandığı yemle avlarlar. Yoksulluk kadar yoksunluk da bir sosyal kontrol aracıdır geri kalmış ülkelerde. Kitleleri yoksullaştırmadıkça veya bazı yapay ayrımlarla hakları olandan mahrum etmedikçe kitle kontrolünü sağlayamazsınız. Çünkü itaat ancak ödüllendirilirse anlam kazanan ve şartlanma ile devamlılık kazandırılan, öğrenilebilen, insan doğasına aykırı bir durumdur. Yoksulluğu önlemek yolsuzluğu önlemek, kamu destekli üretimin teşviki ile sanayileşme, tarım sanayi işbirliği ile planlı kalkınma, adil bölüşme ile sermayenin tek elde toplanmasını önleyen düzenleme gerekir. Kapitalizm liberalizm özel sektör temelli yap işlet devret ile kayrılan yandaş sermayedar yaratıp gelir dağılımını bozuyor bizdeki hali ahbap çavuş ekonomisi..Sosyal devlet olmadan yoksulluğu bitmez...en karlı olan ise yoksulluğun yönetimidir.!!??? Yoksulluğu bitirmek yerine yoksula ulufe vermek, yardım dağıtmak sadık seçmen yaratmak sadakadan sadakat devşirmektir bu da yoksulluğu yönetmektir. Bilinç oluşmadan talep gelişmez. Toplumsal kalkınma için kolektif kalkınma yani toptan bir seferberlik ihtiyacı var. Az gelişmişlik kısır döngüsünü kırma zihinsel aydınlanma ile başlar, reform ve aydınlanma sonrası endüstri devrimi gelişmesi tesadüf olamaz.
0 notes
Text
Çarşambanın malumu, perşembeye de yansır! – Özkan Yıkıcı
https://wp.me/pXsHy-Kxl Çarşanba ikindini, gezmeğe gitiğin Gaziverandan Lefkoşaya geri döndüm. Aklımda yine bir yazı derlemek geçti. Aslında, konumu daha çok uluslar arası alandan seçmeği düşünüyordum. Yorgunluk ve sonra yemek yeme harcanan zamanla, gecenin de eşiğine geldim. Aklıma Suriye ve Lipya geçiş yapıyor haldeydi. Ama, haberleri de dinleyip gecenin de gelişiyle, Çarşanbanın malumunu perşenbeyle örtüşme geçti. Nede olsa, yazdıklarımı Murat alıp da internete koyma zamanı Perşenbenin belki de öğlenine dek uzayacaktı. Haberlere daldım. K. Kıbrıs klasikleriyle, yeni kurdurtulan “hükümet” açıklaması söyleniyordu. Peşinden, konuşturulmayanlarla, gündem yaratma algısı ikilemindeki uyduruk, abartılı ve kriz döngülü gündemleştirme medyacılığın ta kendisiyle tekrardan merhabalaştım. Madem habercilikle başladım, ozaman Türkiye haberlerini de dinlemeye karar verdim. Özellikle ençok izlediğim TELE 1 kanalını açtım. Haberler yayılırken, birden YSK kararı açıklanıverdi! Artık, Karşımda Türkiye gündemi de konuldu. Birden; Uluslar arası boyut kafamda ansızın Kuzey AKdenizin Kıbrıs Türkiye eksenine dek geriledi. Söylenecek öylesi çok konu birden gelişti ki yazımı yine buralard sınırlama dürtüsü de gelişti. Tam konuya başlayacak ken, televizyonu da tarayarak, izleyip dinleyerek konuyu da geliştirmeği düşündüm. Sudanın Dafur katliyamı filimi de karşıma dikildi. Film ve arada reklamlarla, Çarşanbanın malumu makelesi koşulları da artık oluşuverdi.***** Kıbrıs yeni bir “hükümete” kavuştu! Türkiyede ise bilinen rejim süresinin YSk gerçeğinin, seçim versyonunun “YSK İstanbul seçim yasağının” da gerekçesi açıklandı. Söylenecek bol söz veya konun özüyle özetlenerek tekrar tekrarlardan da kurtulma ikilemi de genişledi. Bilimselik ile Cihaletin veya kitlelerin balık havızalılaştırıp geçmiş yaşanmışlıkla koparma kuralları yeniden kafamda şeytanlaştı. Cihalet veya yandaş ezberleştirme ile gerçeklerden koparılma veya unutarak kolay kulanım koşuluna gelmenin sonuçlarıyla tekrardan yüzleşmeğe başladım. Öyle başladım ki geçen yazımdaki kısaca geçtiğim Türkiyedeki eğitimdeki düzenleme ile “Felsefe ve Tarih veya Matematik seçmeli yapılırken, din ve ahlak kültürünün zorunlu olma” aşamasının nedeniyle tekrardan yüzleşiyordum. Bilgi ile bilmeden algıyla bilgiçleme farkının kitleseleştirme sonuçlarını yukardaki örneklerde sıra sıra yaşamaya başladım. Öyle başladım ki yaratılan koşullarla siyasal kültürleşme kurumsalaşma sonunda, böylesi acayipliklerin de normal hale gelmesini de doğalaştırıldı. K. Kıbrısta, sanki iç dinamiklerle hükümetler oluşup bozulurmuş gibi, normal ülke gibi buradaki siyasal yerelik gerçekten yönetiyormuşcasına ki görünümle, konu kendi gerçeği ile yaşanıyordu. Öyle yaşanıyordu ki daha yeni koltukcular “şefaf olacaklarını, yolsuzluk ile rüşveti engeleyeceklerini” söylerken, sadece kendi isimleri ekranda dolaşırken, önemli kesimin kafasında tam tersi resimler dolaşıyordu. Önemli dönemde koltukta oturup yapılanlar sanki hiç yapılmamış olma davranışı ile dürüstlük ve doğruluk kelimeleri tam tersine algılanması da normaldi. “Etler, mukaveleler, yolsuzluklar, geçip giden Lonra uçakları, koyun veya kesilmiş etler, dün kapından geçmem diyenin bugün brakın geçmemeği, nesgafeli ziyafetli ortaklaşmalar” peşin peşin akıyordu. Hele kurulan vatandaşlıktan teşviklere veya yeni atanacak siyasi birokratlar, hepsi sıraya dizildi. Bol bol da nasihatlı prokramlar okunuyor. Bu arada ilk rauntda koltuk alamayanlar da pusuya yatıverdi…. Bir önemli farkmı istiyorsunuz: gerçekten, daha kısır ve içi boş kelimelerle, söyleyenin tam aksi resminin aynada olma durumunu söylesem her şeyi anlatır. Tabi koltuk vedacıları da giderken, sanki yaptıkları yine unutulmuş gibi de kendilerine övgüler yağdırarak başarı sayfası karalıyorlardı. Kimse, işin özündeki Türkiye hüklümet bozup kurma gerçeğinin etrafına dahi gelmiyordu. Göstere göstere göze sokulan görüşmelerle, verilen talimatlar ve dahası, Fuat beyin iftarında alınmayan belediyeciler olayı dahi, kimseleri gerçeklere yaklaştıramıyor! Kısır alanda, minder yokken, güreş yapıp kendi kendine konuşan misali gündem yaşatılıp haberlerde saatlerce doldurulmaktadır. Şu meşur paket ve içeriği konusunu da değil, imzayla akacak para ceneti söylenmektedir.Bu arada; Türkiyeleşme gerçeği sonucu, burada da sanki her şey normal ve tek sorun parlementoymuşcasına, Türkiye deneğimine karşın “başkanlık dalkavuklaşmalar daa” konuşturulma zorlaşmasına gelindi. Tek çare başkanlıkmış! Türkiye gayet güzel uyguluyormuş! Bunu bazı politikacı ve gazeteciler gayet yüksek sesle söyleyip, birilerine mesajları da vermekle meşkul. Tabi kimi makamcı da “elerinde tahta kılıçla, gaz atarak, ses yükselterek” gemilere saldırma sözleri de savurup, kendilerini Türkiyeye beyendirme ve içte kitlesel destek bulmaya çalışıyorlar. Tam da bu noktada, artık girilen seçim dönemini de düşünüldüğünde, Akıncı da aklına takılıp daha ilk temasla yeni koltukcularla kriz oynuna girdi. Tatarın desdeksiz atışlarla kendini kanıtlama ve öteki saray hesapcısı Kutret hazretleri de elde kılıç kükreyerek yeni gündem krizine de oturdular. Oysa, dünün Kutreti ayni ama Akıncı saray rüyasında bulunuyordu. Şimdi kendilerini beyendirme ile Türkiyeye ters düşmeme ikilemindeki çenberde oynamaya başladılar. Üstelik, belli ki Kıbrıs sorunu gündemde yok. Atış serbes. Hele de Türkiyenin de krize oynayıp adeta iç politika mavzemesinin de gerekliği ortadayken!*** Kıbrısta böylesi gerçeklerden uzak, fakat gündem oluşan olgularla sarsılırken, kimisi de hafta sonu AB parlemento seçimleri konuşmaya çalışırken, Türkiyedeki gerçekten derslerin de ötesinde, kurgularla anlatıldığı söylense çok reytink yapacak film boyutuna gelen İstanbul seçimleriyle çalkalanıyor. Seçimin ertelenme hem de ayni zarfta 4 pusuladan sadece birisi için erteleme karar alma gibi saçmayı hafifletecek uygulamayla, epey tehlikeli savrulmalar olmaktadır. Sonunda haftalardı beklenen YSK neden istanbulun belediye başkanlık seçim ertelemesi nedeni açıklandı. Normal şartlarda hiç dikate alınacak bulgular yok. Hele, Binalinin “çaldılar” dediği konunun yanından dahi geçilmedi. Dünyada böylesi erteleme de ilk olarak siyasi demokrasi tarihine yazıldı. Beklenen sorulara yanıt verilmezken, bol laf ile yandaşı da inancına sığınarak oynanma koşuluna dayatıldı.Aslında, rahat şekilde Kıbrıstan izlerken, dişe dokunur gerekçe yok. Hele, ayni zarftaki 4 pusula yerine 3 kabul 1 yeniden ikilemine yanıtın dahi yanından geçilmiyor. Zaten, konuyu hukuk teknikleriyle incelerken, hep tersinin veya anlamsızlıklarla örülü olduğunu yakalarsınız. Birkaç örnek verelim; madem kamu çalışanı dışından görevlendirmeler sözkonusu, ozaman neden tümü değil de sadece İstanbul için yapıldı? Devamına gelince, ayni zarf içinde il, ilçe ve muhtarlıklar varken, hangi farklılıklar oldu ki sadece il genelindeki iptal edildi? Geneline gidersek, daha önceleri ayni anlayışla seçimler yapılırken neden dikagte getirilmedi? Bu soruları daha da çoğaltmak mümkün. Örnek, denilen yanlış eyer yapıldıysa, tüm ülkede uygulanmazken, seçmen görevini yaptı* Peki, bu kararı defalarca uygulayan YSK neden suçluluk olarak eleştirilmekten kaçınıldı? Dahası, kulanılan oy olayında seçmen suçlu değilken, çalma veya öteki sayıları etikleyen koşullşar yokken YSK kendi yanlışına rağmen hem de defalrca yapılmasına rağmen, neden salt İstanbul denilip de haftalarca oyalanıldı! Aslında, herkesin birleştiği, neden belirtilen olgu ile açıklanan içerik hiç de birbirine uymuyor. Ama, şu gerçek vardır: biz Türkiye gerçeğini unutursak, ordaki rejim değişim sürecinden kopuk ele alırsak, böylesi koşullarla savrulmanın ötesine gidilemez halde kalırız. İki önemli noktayla şimdilik makalemi bağlıyorum. Türkiyedeki yaşananlar net.K. Kıbrısta bunları görmezden gelinerek hem de ayni dönüşümü resmi eksenli kesimlerimiz ne acıdır ki talep etmektedirler. Bu sık sık belirtiğim Türkiye kIbrıs oluşturulmuş eksen idolojik gerçekliğinin yeni eklentisidir. İkinci nokta: Hala batı dünyası Erdoğandan vazgeçmiş değildir. Aynen AKP yönetimi gibi. Bakın, ABD uyarısıyla irandan petrol alımı durduruldu! Suriyede Kuzey kesimi için ilişkiler derinleşiyor. ABD hala Zaraf olayını tamamlamıyor! Halk Bankın banka kararını açıklamıyor! Türkiye elbet Yeni Osmanlı hedefli fırsat hareketiyle Rus ABD farklılıklarını kulanmak istemektedir. Nitekim, Rusya yine idlip için ateşkes ilan yapıverdi. İngilterenin tutumu ise sesizce, hala Türkiyedir. Tüm bunlar, var olan içsel sınıfsal çelişkiler yanında Samsun olayındaki “tıpış tıpış “Kılıçtaroğlu gerçeği ile İstanbul sermayesinin rahatsızlık çıkışları dahi hala net mesajlar almaya ve Erdoğanın gideceği noktasının gelmediğinin sinyaleri ve kırılganlıklarıdır. Resmi bütün okumak gerekir. Krizlerle kontrolu oyun ile hegemonya değişken girişimler, iktidarların da kaybedip kazanma ikileminde savurmaktadır. Halk tepkisi ve örgütlü muhalefet eylimi de iktidarların gelecğini belirler. Şimdiye kadar beyenmesek de AKP gerçekten kendine has hamlelerle yön belirme elde tutma önceliğini korumaktadır. Hele de CHP hep teslim veya peşinden koşma zincirinden boşalamadı.
0 notes
Text
Sahte seçmen kaydı yaptığı iddia edilen Nüfus Müdürünün, AKP mitingindeki fotoğrafları ortaya çıktı
Sahte seçmen kaydı yaptığı iddia edilen Nüfus Müdürünün, AKP mitingindeki fotoğrafları ortaya çıktı
Büyükçekmece’de ‘sahte seçmen kaydı’ yaptığı iddia edilen Büyükçekmece Nüfus İl Müdürü Mehmet Mutlu’nun Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile fotoğrafı ortaya çıktı. Mutlu’nun AKP mitingindeki fotoğraflarını da eski CHP Milletvekili Barış Yarkadaş paylaştı.
Yarkadaş’ın kişisel Twitter hesabındaki paylaşımında, “Yandaş medya günlerdir Büyükçekmece Nüfus Müdürlüğü üzerinden anlamsız bir fırtına…
View On WordPress
0 notes
Text
Bomba iddia: 'Sürpriz aday Bilal Erdoğan mı?'
Detaylar için https://bagimsizweb.com/bomba-iddia-surpriz-aday-bilal-erdogan-mi/
Bomba iddia: 'Sürpriz aday Bilal Erdoğan mı?'
Yazar Mehmet Yılmaz son günlerde Bilal Erdoğan üzerinden yürütülen kampanyaya dikkat çekerek, “İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na göstereceği sürpriz aday Bilal Erdoğan mı?” diye sordu.
Yılmaz’ın köşesinden ilgili bölüm şöyle;
Bir arkadaşımın uyarısıyla kendime geldim:��AKP’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na göstereceği sürpriz aday Bilal Erdoğan mı? Son günlerde ciddi bir halkla ilişkiler kampanyası yürütüyor.
Radyoda İtalyanca şarkı söyledi. Yetmedi bir de Ala Turka şarkı patlattı. Best FM’de hayat hikâyesini anlatırken ‘acıların çocuğu Bilal’ izlenimi yaratacak anılar da paylaştı. Ne de olsa seçmen mazlum seviyor! Bu arada yandaş köşe yazılarında da daha görünür hale geldi. Bütün bunları bir arada düşününce sanki profilini yükseltmek için sürdürülen bir halkla ilişkiler kampanyası ile karşı karşıyayız gibi geliyor. Türkiye’de seçmenin bu durumdan çok hazzetmediğini biliyoruz. Rahmetli Aydın Menderes ve Ahmet Özal örnekleri hafızalarımızda hâlâ taze.Onun için Erdoğan da oğlunu bu yola sokar mı, yoksa şimdilik sadece damat ile mi idare eder, tahmin etmek kolay değil.
0 notes
Text
Ferdinand Marcos
1917’de doğdu,
hukuk fakültesini bitirdi.
Babasına rakip olacağını düşündüğü bir siyasetçiyi öldürdüğü iddiasıyla 1 yıl hapis yattı.
İşte bu onun dönüm noktası oldu.
Hayatı boyunca bu mağduriyeti kullanarak yükseldi.
Baktı ki mağdur edebiyatı kıyak iş, Japonlara esir düşüp sağ kurtulmayı başardığını anlattı bu kez.
Hem mağdur hem kahraman!
*
Bu yalanı sonra ortaya çıksa da işleri bozulmadı. Devlet başkanı oldu.
Etiketinin karizmasıyla güzellik kraliçesi seçilen bir kadınla evlendi.
İkisi de lükse düşkündü.
Halk yoksulluktan kırılırken O, kendine saray yapmakla meşguldü…
*
Oturduğu saray dışında bir de yazlık saray yaptırmıştı. Muhaliflerin “millet aç sen saray mı yaptırıyorsun?” eleştirilerinin gölgesinde seçime girdi.
Ezici çoğunlukla yine kazanınca bir saray daha yaptırdı kendine.
Çok sevdiği bir dağın sırf manzarasını seyretmek için üç katlı görkemli bir saray…
*
Eşi de en az onun kadar şatafat içindeydi.
Özellikle ayakkabı hastalığı vardı. Şimdi ülkede sergilenen 3 bin çift ayakkabısı ve mücevher tutkusundan dolayı hatırı sayılır bir koleksiyonu vardı.
Ülkenin ekonomisi çökmüş, halk evlerinden bile olup parklarda yatmaya başlamıştı ki bir seçim dönemi daha geldi.
Seçmen kitlesi fakirlerdi. Onlara sürekli ülkenin büyüdüğünden, yaptığı yollardan, çok yakında dünyaya hakim olacaklarından bahsetti.
Muhaliflerin, gazetecilerin ve aydınların seslerinin daha çok yükseldiği o dönemde yine kazandı.
*
Hemen sıkıyönetim ilan etti.
Uzun süre ülkeyi bu şekilde yönetirken Anayasayı değiştirip tüm güçleri kendisinde topladı.
En korktuğu şey orduydu. Önce çeşitli bahanelerle ordunun içini boşalttı, sonra da kendisini eleştiren kim varsa hapse tıktı.
Hapishaneler gazeteci, siyasetçi, öğrenci doldu…
*
Güzellik kraliçesi eşi zenginliğin nimetlerinden sıkılmış olacak ki çalışmaya karar verdi.
Kendisini önce başkent valiliğine, sonra da Çevre Bakanlığı'na atadı (!)
Bununla da yetinmedi, ülkenin en stratejik kademelerine kardeşlerini, amcalarını, yeğenlerini, kuzenlerini yerleştirdi.
Haliyle yolsuzluk mu rant mı iddia ediliyor?
Dümenden payını alan eş, dost, akraba olayların üstünü kapatıyor, yazacak gazete kalmadığı için de halkın ruhu bile duymuyordu!
*
Fakirliği canına tak edip de eyleme kalkışan olursa, anında yaka paça içeri atılıyor, sorgusuz sualsiz ülkede hain ilan ediliyordu.
O artık bir devlet başkanı değil, diktatördü!
Ve tüm yaşananları yazlık ya da dağ manzaralı sarayında izliyor, servetine servet katıyordu…
Dile kolay…
Tam 21 yıl böyle yönetti ülkeyi.
Ta ki muhalefet güçlenene kadar…
*
Geçirdiği son seçimde kaybetti ama yaptığı hilelerle yeniden başkanlığını ilan etti.
Güçlü muhalefetle başa çıkamayacağını anlayınca adeta kendisine yandaş yarattığı orduya sığındı.
Muhalif taraflarla ordu arasındaki iç çatışmalara son noktayı en güvendiği ülke koydu!
Amerika, kendisinden desteğini çekince seçimlerde hile yaptığı ortaya çıktı.
Hazırlıklıydı; özel uçağına atlayıp kaçmak zorunda kaldı.
Yanına saraylarını alamadı ama 24 çanta içinde külçe altın, elmas ve paraları ile İsviçre ve Amerika bankalarındaki milyon dolarlık hesap cüzdanlarını aldı.
O gittikten sonra Marcos ailesinin Filipinler ekonomisini milyarlarca dolar zarara uğrattığı, halkın varlık içinde yokluk çektiği anlaşıldı.
Öyle ki Filipinler, hala Ferdinand Marcos ve ailesinin borçlarını ödüyor, tarihi eser olan saraylara baktıkça sefalet günleri akıllarına geliyor.
Şimdi diyeceksiniz ki eee ne çıkartalım bundan?
Ee’ si şu;
Ana fikirlerle dolu gerçek bir hikaye bu.
Varın siz hangisini istiyorsanız onu çıkartın!
0 notes
Text
seçimler
Muharrem İnce cumhurbaşkanı adayı oldu, Chp'ye her türlü ağır hakareti yapan asrın liderimizi ziyarete gitti, “başarılar diledik, sohbet ettik, dertleştik” dedi.
Ziyaret etmesinde, sohbet etmesinde belki sorun yok gibi görünüyordu ama, “dertleşme” lafı tuhaftı.
Yumuşacık rekabetin uzlaşma ifadesiydi.
Hacivat-Karagöz kavgasının ittifakıydı.
Seçimin sonucuna dair “işaret fişeği”ydi.
Susup alkışlamak en kolayıydı.
Hatta desteklemek daha kolaydı.
Zor olanı tercih ettim, toplumu uyarmaya çalıştım.
“Tezek denmesini, cibilliyetsiz denmesini, din düşmanı denmesini, geçmişi lekeli denmesini, terörist denmesini dert etmiyorsan, daha neyi dertleştin birader, hakikaten merak ettim” diye yazdım.
“Siyasi ince'lik midir, pişk'ince midir?” diye sordum.
Testi kırıldıktan sonra manası yok.
Testi kırılmadan önce yazdım.
Hiç şaşmadığım sonuçları oldu…
Pişmiş aşa su kattığım için, rahmetli anama küfür edildi.
Muharrem İnce, Antalya ve Denizli mitinglerinde beni yuhalattı.
Oxford Üniversitesi'nin araştırmasına göre, dünyanın en çok yalan haber yayınlayan, dünyanın en çok iftira atan, dünyanın en ahlaksız medyası bizim medyamız… Muharrem İnce bu medyadan sadece beni yuhalattı.
Netice?
Ekmek için ekmeleddin'den bile sekiz puan daha az aldı.
Türkiye'nin rejimi değişti.
Hadi şimdi gelin “dertleşelim…”
Bütün anketler gösteriyordu ki, Akp seçmeni Akp'den şikayet etmeye başlamıştı. Özellikle, kendisini merkez sağ tabir eden ve ekonomik gerekçelerle oy kullanan seçmen uzaklaşıyordu.
İyi Parti çekim alanı haline geliyordu.
Saadet faktör haline geliyordu.
2019'a kadar dayanamayacaktı.
Kaybedilen puanları takviye etmesi için karşılıklı küfürleştikleri Mhp'yle ittifak yaptılar, apar topar acil seçim kararı aldılar.
O saniyeden itibaren asrın liderimizin ağzından bir kez bile olsun Meral Akşener veya Temel Karamollaoğlu kelimeleri çıkmadı.
Buna mukabil… Muharrem İnce'yi huzuruna kabul etti.
Böylece topluma gayet açık mesaj verdi, “benim rakibim bu” dedi.
O saniyeden itibaren sadece “bay Muharrem” dedi.
Başka rakibinin ismini söylemedi.
Yandaş medya sadece “bay Muharrem”i yazdı.
Yandaş kalemlerle ekrana çıkarıldı.
Öbürleri sansürlendi.
Sadece bir örnek vereyim, ortalama zekası olan herkes cevap versin lütfen… Muharrem İnce eşiyle birlikte markete gitti, sıradan yurttaşlar gibi alışveriş yaptı, güzel bir halkla ilişkiler faaliyetiydi.
O fotoğrafları eminim hatırlarsınız.
Muharrem İnce imajını güçlendiren fotoğraflardı.
Peki, o fotoğrafları kim çekti, basına kim servis etti biliyor musunuz?
Anadolu Ajansı!
Hem de öyle tek kare filan değildi.
24 kare fotoğraf servis edildi.
Adeta fotoroman gibiydi.
Ortalama zekası olan herkes cevap versin lütfen… Seçim sonuçlarını bile manipüle etmekten çekinmeyen Anadolu Ajansı, Muharrem İnce'yi sempatik gösteren bu fotoğrafları basına neden servis etti?
Anadolu Ajansı malum kişiye sormadan, izin almadan böyle bir fotoğrafı çeker mi? Servis edebilir mi?
Meral Akşener'e Temel Karamollaoğlu'na ambargo uygulayan Anadolu Ajansı, Muharrem İnce'ye bu desteği neden verdi?
Asrın liderimizin stratejisi gayet basitti…
Chp'yle yarışıyorum havası yarattı.
Seçimin Akp'yle Chp arasında geçtiğine inandırdı.
“Ya o, ya ben” noktasına taşıdı.
Kendisinin karşısına bilerek ve isteyerek “şeytanlaştırdığı Chp”yi koydu, öbürlerini gözden uzak tuttu, unutturdu.
Bu stratejiyle, Akp'den uzaklaşan merkez sağ ve milliyetçi seçmenin yeniden kendisine dönmesini sağladı.
“Aman Chp kazanmasın” diye düşünenler, telaşla geri döndü.
İyi Parti'ye Saadet'e giden oylar, kendisine geri aktı.
Akp'den kararlı şekilde ayrılan ve “ne olursa olsun artık Akp'ye oy vermeyeceğim” diyenler de, Mhp'de toplandı.
Bu hesap yapılmıştı.
Hesap cuk oturdu.
Ayrıca… Sekiz defa seçim kaybeden guguk kuşuyla, iki defa guguk kuşunu bile yenemeyen Muharrem İnce'nin, kendisine rakip makip olamayacağını gayet iyi biliyordu.
On defa mağluplardan bir galip çıkmayacağını bilmek için, siyasi deha olmaya gerek yoktu.
Sizin güvendiğiniz televizyon ve sizin güvendiğiniz gazete, asrın liderimiz tarafından kurgulanan bu zokayı yuttu.
Seçim kampanyasının ilk günlerinde öne çıkarılan İyi Parti ve Saadet gündemden düşürüldü, “Chp kazanıyor” hayali pompalandı.
Akp seçmeni bu abartılı pompalamayla iyice kenetlendi, safları daha da sıklaştırdı.
Netice?
Muharrem İnce, ekmek için ekmeleddin'den bile sekiz puan daha az oy aldı.
Türkiye'nin rejimi değişti.
Guguk kuşuna gelince…
Devrimleri koruyamadı.
Cumhuriyet'i koruyamadı.
Tbmm'yi koruyamadı.
Koltuğunu korudu!
Umut Oran yok, Profesör Süheyl Batum yok, Hüsnü Bozkurt yok, Haluk Pekşen yok, Musa Çam yok, Gülsün Bilgehan yok, Profesör Metin Feyzioğlu'yla Profesör Ümit Kocasakal kapıdan içeri sokulmuyor.
Sezgin Tanrıkulu mecliste, Mehmet Bekaroğlu mecliste, Bülent Kuşoğlu mecliste, Tekin Bingöl mecliste.
Testi kırılmadan önce duymak istemediğiniz gerçekler buydu.
Muharrem İnce tarafından miting meydanlarında yuhalatılan ahlaksız gazeteci (!) olarak size yalan söylemek isterdim ama…
Birbirimize daima gerçeği söyleyeceğiz, felaket veya mutluluk getirsin, iyi veya kötü olsun, daima gerçekten ayrılmayacağız” diyor Mustafa Kemal.
Gerekirse kariyerimizi, gerekirse kendimizi yakarız…
Daima Mustafa Kemal'in askeriyiz.
Kazananı tebrik ederiz ama, asla biat etmeyiz… Bunca felaketten sonra hâlâ maval okumak isteyen varsa, başka kapıya.
0 notes
Text
ZİLLET DEDİKÇE ERİYORLAR !
Siyaset giderek ısınıyor... Anketlerden Millet İttifakı çıktıkça Erdoğan ve Bahçeli gerginliği tırmandırıyor...
Geçmiş seçim dönemlerinde olduğu gibi bu seçim öncesinde de "dış güçler" ve "ABD tehditleri" gündeme gelecektir...
Hatta ABD'nin seçim öncesinde bir düşmanlık gösterisini izleyebiliriz... B
unu belirtirken ABD'nin dostumuz olduğunu iddia etmiyorum. Cumhur İttifakı'nın söylediğinin aksine, gösterdiğinin tersine ABD ve İsrail politikaları ile gayet uyumlu bir bölge politikası izlediğini düşünüyorum.
İzlediğimiz "dış güçler" zeminli tartışma ve atışmaların kayıkçı kavgası olduğunu daha önceki deneyimlerimizden öğrendik...Peki geriye ne kalıyor? İçerde oyları konsolide etmek....
Cumhur İttifakı içerde zillet diyerek, hakaret ederek, suçlayarak, ötekileştirerek kendisine oy vermeyecek kesimleri zaten kaybetmiş olmanın bilinci ile kendi tabanını "motive" etmek istiyor...Ancak görünen o ki tüm çabalar "metal yorgunluğu"' içindeki AKP seçmenini harekete geçiremiyor.
Can yakıcı yoksulluk sorunu yukardaki AKP elitleri ve seçkinleri dışındaki her partiden geniş halk kesimlerini etkiliyor...Toplum gerginlikten o kadar bunaldı ki, AKP Genel Başkanı Erdoğan'ın CHP ve İYİ Parti ile ilgili "yakıştırmalarını" artık duymuyor...
Yandaş ve besleme medya her gün yalan ve iftira kusuyor...
Türkiye'nin her alanda kaybettiği değerlerine karşılık bir sözü olmayanlar sözde milliyetçilik yaparak; açlığın, işsizliğin, üretimsizliğin, kötü yönetimin, yolsuzlukların, adaletsizliğin, hukuksuzluğun, gençlerin üzerine kabus gibi çöken umutsuzluğun üzerini örtmeye çalışıyor.
Ama yalan ve iftira örtüsü gerçeklerin üzerini kapatmaya yetmiyor...
"O kulak çekilecek"
İYİ Parti Lideri Meral Akşener söyledi...
"Ankara'da Mansur Yavaş, İstanbul'da Ekrem İmamoğlu... Bursa, Balıkesir, Antalya... hepsi gidiyor...
"Demirel'in "tencere her iktidarı sallar" sözünü hatırlatıyor...
Akşener, Erdoğan'ın yerelde kaybetmesi durumunda Türk Milleti'nin her ferdinin velinimet olacağını, emekliye zammın, esnafa teşviklerin, EYT mağdurlarına haklarının ancak kulak çekildiği zaman yerine getirileceğini söyledi Balıkesir ziyaretinde...Seçmene hemen geçen bir anlatım... Millet İttifakı'nın sahada "kulaç çekilmesi" meselesini Akşener gibi anlatması, ikna olmayan seçmenin düşünmesine yol açacaktır.
Tuncay MOLLAVEİSOĞLU
4 notes
·
View notes
Photo
⚓ Diyecek bir şey bulamıyorum... Sene 1999. Haziran ayıydı ama, kış gibiydi, bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu, deniz otobüsü saat tam 07.40'ta Mudanya'dan hareket etti, 108 yolcusu vardı, 26 müdahil, 38 izleyici, 12 şehit yakını, 12 yabancı izleyici, 12 gazeteci, 8 yabancı gazeteci… Kimse konuşmuyor, herkes dalgın dalgın denize bakıyor, dışardaki kapkara havayı seyrediyordu. Duruşmaların üçüncü günüydü, İmralı'ya gidiyorlardı. * Yanaştılar iskeleye, indiler, sessizce yürüdüler, 132 kişilik salona girdiler. Apo getirildi. Cam kafese oturtuldu. İşte oradaydı… Türkiye tarihinin en kanlı terör örgütünün elebaşı, süklüm püklüm karşılarındaydı. 12 müdahil avukat, 12 savunma avukatı yerini aldı. * En önce… Astsubay eşi gözlerinin önünde şehit edilen, hemşire Yıldız Namdar'a söz verildi. “Sadece hayat arkadaşımı değil, hayallerimi kaybettim” dedi. Avukatlar ağlıyordu. Mahkeme başkanı Turgut Okyay kürsünün altına eğildi, mendiliyle gözlerini sildi. Diğer müdahil şehit yakınları konuştu, sıra Mehmet Gencer'e geldi. * Şehit babasıydı. “Oğlumu kaybettim” dedi. “Serhatımı…” Apo'nun suratına bakarak sordu: “Benim ağabeyimin eşi, yengem Kürt kökenli, kız alıp vermişiz, iç içe geçmişiz, etle tırnak olmuşuz, ayrımız gayrımız olmamış, bu milletin Türk-Kürt ayrımı yoktur, bunu bize niye yaptınız?” * 21 yaşındaydı Serhat. Deniz piyade astsubayıydı. Foça'daki amfibi taburundaydı. Çatışmalar şiddetlendiği için takviye birlik olarak Şırnak'a Cudi dağına gönderilmişlerdi. Türkiye Kömür İşletmeleri'ne ait linyit sahalarını koruyan Maden Karakolu'nda görevliydi. 8 Ocak 1994 gecesi Miraç Kandili'ydi. Roket sağanağı başladı. Trok trok trok, kalleş kaleş saydırıyordu. İki saat aralıksız vurdular karakolu… Dokuz şehit verdik. Serhat'la birlikte Mustafa, Kemal, Uğur, Ahmet, Sadık, Ramazan, Ali, Abdullah hayatını kaybetti. Kırıkkale, Afyon, Sakarya, Isparta, Antalya, Muğla, Ankara ve İstanbul'a ateş düştü. * Serhat'ın babası, Apo'nun suratına bakarak işte bunu sormuştu İmralı'da… Bunu bize niye yaptınız? * Yargılama bir ay sürdü. Karar günü yine salondaydı. O tarihi an'a bizzat tanıklık etti. Elbette evladı geri gelmeyecekti ama, hiç olmazsa adaletin yerini bulduğunu düşünüyordu. Hem kendisinin, hem başkalarının acısını paylaşarak hafifletmek için, dayanışma için aktif çaba harcadı, Şehit Aileleri Federasyonu Başkanı oldu. * Gel zaman git zaman… Sayın hükümetimiz Pkk'yla masaya oturdu. Mücadele bırakıldı, İmralı'yla Kandil'le müzakere başladı. * Rezalet ayyuka çıkmıştı ama, hâlâ inkar ediliyordu. “Masaya oturduğumuzu iddia edenler şerefsizdir” filan deniyordu. Bir taraftan Pkk'yla pazarlık ediliyor, öbür taraftan vatan-bayrak edebiyatıyla milliyetçi seçmen kafalanıyordu. * Tam o günlerde… Asrın liderimiz TBMM'de kürsüye çıktı. Ağlamaklı ses tonuyla, şehit astsubay Serhat'ın mektubunu okudu. * “Bakınız, size şu olayı aktarmak istiyorum, çok enteresan… Serhat Gencer, astsubay çavuş, Şırnak'ta görev yapıyor. Bir akşam arkadaşına mektup uzatıyor, ben diyor, dedemi çok severdim, bugün rüyamda gördüm, beni yanına çağırıyor, eğer ben şehit olursam bu mektubu aileme gönder diyor. Aynı gece bir askerine de şunu söylüyor, bugün Miraç Kandili, sen sivilken imamdın, hadi beraber namaz kılıp Yasin okuyalım diyor. Serhat o gece şehit düşüyor.” * Cümlenin tam bu noktasında, canlı yayın yapan kameralar milletvekillerine dönüyor, en başta Bülent Arınç, Akp milletvekillerinin hepsi hıçkıra hıçkıra ağlıyor, Akp grup salonunun balkonunu dolduran goygoycu kalabalık “Türkiye seninle gurur duyuyor” diye tezahürat yapıyor, asrın liderimiz balkona el sallıyor, kederli ses tonuyla mektubu okumaya devam ediyordu. * “Bu mektup, ancak ben öldükten sonra elinize geçecektir, beni unutmayın, hep kalbinizin köşesinde saklayın. Allah'ın verdiği canı Allah'tan başkası alamaz, sakın üzülmeyin. Size söylemek istediğim bir şey var, Burcu'yu çok seviyorum, bu sevgimi de mezara götürüyorum. Ben burada öldümse, Allah yolunda, vatan, namus, millet yolunda öldüm. Gülün, asla ağlamayın, eğer ağlarsanız ben yattığım yerde rahat edemem, dedeme de hepinizin selamını söylerim, sizleri çok seviyorum, sizleri çok özledim, diyecek başka bir şey bulamıyorum, oğlunuz Serhat.” * Alkış tufanı koptu… Gözler ağlamaktan şişmişti. Asrın liderimiz lafı evirdi çevirdi, Chp'yle Mhp'ye getirdi, o zamanlar devlet bahçeli henüz evetçi olmamıştı, Chp'yle Mhp birlikte yuhalandı. “Serhat'ın mektubu” ertesi gün yandaş medyada komple manşetti, yandaş televizyonlarda defalarca, saatlerce gösterildi. * Bilahare… Gizlisi saklısı kalmadı. Apo'yla açık açık görüşülmeye başlandı. Hatta, neden görüşülüyor diye itiraz edenler linç edildi. “Analar ağlasın mı istiyorsun, ırkçı, faşist, vampir, iki cihanda lekeli” damgası vuruldu. Yetmedi… Asrın liderimiz, Barzani'yle birlikte Diyarbakır'da miting yaptı, ilk kez “Kürdistan” dedi. Şivan Perver'e düet yaptırdı, şampiyon olmuş boksör gibi elini havaya kaldırarak, ahaliyi selamlattı, beşir atalaygillerin oturduğu protokol gözyaşlarına boğuldu. * Türkiye gözlerine kulaklarına inanamıyordu. Şehit Serhat'ın babası Mehmet Gencer dayanamadı, Pkk'nın hamisi Barzani'yle kolkola girilmesini eleştirerek, “Türk milletini ayaklar altına alıyorlar” dedi. Sonra da eşiyle birlikte, yani şehit annesiyle birlikte Kırıkkale PTT'sine giderek, asrın liderimizin adresine bir kilo kına postaladı. * Şehit babası hacıydı, gönderdiği kınayı da Mekke'den getirmişti. “Bu kınayı bayram hediyesi olarak gönderiyorum, buyursun yaksın” dedi. * Vay sen misin kına gönderen… Şehit Serhat'ın babası hakkında, asrın liderimize hakaret ettiği iddiasıyla çifte dava açıldı. Pkk bayrağı taşımak serbest bırakılırken, şehit babasına hapis cezası isteniyordu. * Şehit Serhat'ın “sanık” babası, adliye kapısında konuştu, seneler evvel İmralı'da Apo'nun suratına sorduğu soruyu, bu defa gazetecilere sordu… “1994'te şehit düşen Serhat'ın babasıyım, 2008'de Bingöl'de şehit düşen üsteğmen Serkan Gencer'in amcasıyım, hem oğlunu hem yeğenini şehit vermiş biri olarak, Şivan Perver'le kucaklaşan başbakanı tenkit ettim, hepsi buydu. Bunu bize niye yapıyorlar?” * Şehit babası dört sene yargılandı, mahkeme mahkeme süründürüldü. Netice… “Kına” davasından beraat etti ama, “hakaret” davasından bir sene iki ay hapis cezasına çarptırıldı. Şehitlerin hakkını savunduğu için hapse mahkum edilen ilk şehit babası oldu. Lütfedip cezaevine atmadılar, yedi bin lira para cezasına çevirdiler, beş sene ertelediler. Beş sene boyunca çenesini kapatacak, gıkını çıkarırsa içeri tıkılacaktı! * Beş sene henüz dolmadı ama, şehit babasının eleştirilerinde ne kadar haklı olduğu ortaya çıktı. Pkk'yla masaya oturulduğu için, açılım ayaklarıyla teröristlere hoşgörüyle bakıldığı için, 2002'de neredeyse sıfıra inmiş olan şehit sayısında patlama yaşandı, Sur'da Cizre'de içsavaş manzaraları oluştu, sırf hendek operasyonlarında 249 şehit verdik, Türkiye Cumhuriyeti'nin 25 şehrini Kürdistan haritasında gösteren Barzani, Ankara'nın göbeğine Kürdistan bayrağı dikti. * Ve hal böyleyken… * Asrın liderimize “gazi” unvanı verilmesi için TBMM'ye başvuruldu. * Hissetmişti Serhat. Şöyle bitiriyordu mektubunu… “Diyecek bir şey bulamıyorum!” Yılmaz ÖZDİL
0 notes
Link
Seçmene rüşvet içerikli referandumla çakıştırılmış İktidarları icraatlarında dur durak bilinmiyor... Sabah gözlerimizin açıldığı saatlerden, gözlerimizi kapattığımız gecenin en geç saatlerine kadar... İsterseniz bir Cumhurbaşkanı, bir başbakan, bir yandaş görevlilerin ağzından hedef referandum, binbir çeşit gerekçeli etkinliklerin, açılışların, toplantıların canlı yayınları üzerinden günlük yayın saatlerini toplamaya kalkışın... Toplam 24 saatin yarısından azına düşebilir mi? “Şimdi hedef ilk etapta 16 Nisan oylarını halletmek...”
Dudak uçuklatan kamu harcamaları ile sadece oy verecek kuşakların değil, çocuklarının borç hanesine, vergilerine dayatılmış yatırımlarla, diktatoryal otoriterleşmeye oy istenen referandum gündemiyle nasıl doğrudan bir ilişkisi kurulabilir?
0 notes