Tumgik
#Tatlı krizi
huysuzlukabidesi24 · 1 year
Text
Benim her ay içim kanamak zorunda mı ?
16 notes · View notes
pandorababa · 18 days
Text
GÖRÜCÜ USULÜ // BXB
21 | Alışveriş
Önceki Bölüm <- // -> Sonraki Bölüm
Bölüm Listesi
Tumblr media
Medya: Melih Şarkı: Tarkan - Başına Bela Olurum
Tumblr media
youtube
"Gitgide alışıyorum sana. Hiçbir alışkanlık bu kadar güzel olamaz..." 
-Ümit Yaşar Oğuzcan. 
* * *
Atakan onu gördüğü ilk gün başına bunların geleceğini hiç tahmin etmemişti. Kalbinin birine tekrar atacağını, yine bir ergen gibi elinin ayağına dolanacağını, yeniden aşık olacağını... Ama olanlar olmuştu işte. Her geçen gün Melih'e biraz daha alışmış, alıştıkça da aşkın büyüsüne daha kolay kapılmıştı. Ve bu, alışkanlıkların en güzeliydi.
Aytaç'la yaptıkları telefon konuşmasından sonra Melih'e takım elbise almak amacıyla yola koyulmuş, tatlı tatlı sohbet ede ede on beş dakika sonra caddede bir AVM'de almışlardı soluğu. Hızlıca -Atakan'ın da ısrarıyla- birer lahmacun gömdükten sonra da sıra sıra dizilmiş erkek giyim mağazalarının olduğu kata çıkmışlardı vakit kaybetmeden. 
"Bitti yani her şey kesin olarak?"
Mağazalardan birine girerken teyit etmek ister gibi bir kez daha sordu Atakan. Melih'in kız kardeşiyle romantik bir ilişkisinin olmadığını zaten biliyordu ama yine de bu güzel haberin gerçek olduğuna inanası gelmiyordu bir türlü. O yüzden tekrar sorma gereği duymuştu.
"Bitti de... Biraz tek taraflı bitti sanki."
Atakan'ın kalbi sıkıştı. 
"Nasıl yani?"
Melih onun yüzünün aldığı şekle anlam veremeyerek güldü. Cana yakın bir gülüştü bu.
"Demek istediğim... Biz yalandan ilişkimizi bitirdik ama annelerimiz yalandan dünürlüğü bitiremedi."
Atakan rahat bir nefes aldıysa da hemen sonra garip bir açıyla kaşlarını kaldırmıştı.
"Bi' dakika bi' dakika! Benim annem ve senin annen... ilişkinizi bitirmenizi istemiyor? Öyle mi?"
Melih de bir mânâ veremiyordu buna:
"İlginç ama evet. Ne kadar 'Biz artık konuşmak istemiyoruz.' dediysek de vazgeçiremedik. 'Az daha tanıyın birbirinizi, hemen kestirip atmayın.' deyip durdular. Bizi çok yakıştırdılar herhalde..."
Yakıştıracağım ben şimdi birini birine... Zorla güzellik mi olur ya? diye geçirdi içinden Atakan. Siniri bozulmuştu bu emrivakiye.
"El mahkum, bir süre daha rol kesip işler ciddiye binmeden 'Denedik olmadı.' diyeceğiz herhalde. Ama bunu benim tek başıma demem de bir şey ifade etmez. Şebnem'le danışıklı dövüş yapıp aynı zamanlarda, iki tarafı da işkillendirmeden söylememiz lazım. Gerçi... kafedeki olaydan sonra Şebnem'le aramız limoni. Anlaşmayı açığa döktüm ya. Sen öğrendin falan... Sinirli bana. Yüz yüze oturup konuşma şansımız olmadı o yüzden. Telefondan da en fazla bu kadar yönetebildik krizi. Annelerimize boyun eğerek..."
Atakan, Melih'in bu durumdan epey rahatsız olduğunu konunun bahsi geçince bile neşesinin kaçmasından, suratının iki karış olmasından anlamıştı. Onun asık yüzünü görünce sanki içinden bir şeyler kopuyormuş gibi hissetmesi de cabası... Bu yüzden tüm kalbiyle onu teselli etmek için aralamıştı biraz sonra dudaklarını:
"Aldırma. Sen doğru olanı yaptın Melih. Sakın bunun için kendini kötü hissetme. Ben o gün kafede sizi basıp olay çıkartmasaydım, kim bilir daha ne kadar onun elinde oyuncak olacaktın? Daha hangi mekânlarda, hangi konulara manken olacaktın?"
Başını yana eğip vakur bir duruşla devam etti konuşmasına.
"Tamam... Bahsi geçen kişi benim kız kardeşim. Ama eğri oturup doğru konuşalım. Burada utanıp mahcup olması gereken biri varsa o sen değilsin, Şebnem. Yüz vermişsin, astarını istemiş Küçük Hanım (!) Bir de güya ailemizin gözünde kendini aklayacakmış. Karga bok yemekten vazgeçer mi? Ne demek ya elin oğluyla evcilik oyunu oynamak? Adım gibi biliyorum ben onun sırf o Caner puştunu kıskandırmak için böyle bir işe kalkıştığını ama... Neyse daha konuşmayayım şimdi senin yanında. Aile meselemiz."
Sen 'aile meselemiz' deyip susarsın ama kız kardeşin senin nişan atma olayını elin oğluna ballandıra ballandıra anlatır. Ah be Atakan... Bazen harbiden üzülüyorum senin için.
Melih iç sesini susturmaya çalışarak onayladı Atakan'ı başını sallayarak. Her ne kadar sonlara doğru biraz atarlanmışsa da güzel bir teselli sayılırdı bu dedikleri. 
"Ya, orası öyle de..."
Reyonlara göz gezdirirken hâlâ içine sinmeyen bir şeyler vardı:
"Ne bileyim? Keşke en başta ben kabul etmeseydim. Şimdi işler buralara gelmezdi."
O zaman seni tanıyamazdım ki? diye geçirdi içinden Atakan. Ama aklından geçeni ona olduğu gibi söyleyemeyeceği için Melih'in mahcup ifadesine karşılık sırtını sıvazlayarak "Boş ver, takma kafana. Olan oldu bir kere." diyebildi sadece.
"...Her şey zamanla hallolur, sen bana güven."
Ama Melih yine de tedirgindi:
"Bilmiyorum Atakan. İki günden aileler tanışıp kaynaşmak ister diye ödüm kopuyor. Ama neyse... şimdi bunu düşünmeyeceğim. Doğru diyorsun, bize biraz zaman lazım. En azından annemlerin hevesinin geçmesi için..."
Birazdan bir görevli gülümseyerek yanlarına geldiğinde konuşmaları yarıda kesilmişti.
"Buyurun efendim, ne aramıştınız?"
Atakan ve Melih bir an birbirlerine baktılarsa da ilk konuşan Atakan olmuştu.
"Abicim bizim yarına bi' düğünümüz var. Şöyle güzel, sofistike bir şeyler arıyoruz. Rahat olsun ama... Anahtar kelimemiz: Rahatlık." 
Son anda tekrar Melih'e bakarak eklemişti bu detayı. Çünkü Melih'in gündelik hayatında da içinde rahat edeceği parçaları seçtiğini çok iyi biliyordu. Takım elbise de giyse tabi ki rahatlığından ödün vermek istemeyecekti.
"Hay hay efendim, beni takip edin lütfen. Size yeni koleksiyonumuzdan parçalar göstereyim."
Takım elbiseli, yakışıklı, janti mağaza görevlisinin peşine takılıp kocaman mağazanın derinliklerine doğru yolculuğa çıktıklarında Melih'in telefonu cebinde titremeye başladı. Delikanlı durup ekranına bakarken, Atakan çoktan görevlinin peşinden arka taraflara ilerlemişti. Melih için bulacağı güzel parçaların heyecanı vardı içinde.
(Şebnem Polat arıyor...)
Melih, arayanın o olduğunu görünce bir an şaşırdıysa da tereddüt etmeden açıp kulağına götürmüştü telefonu. 
"Efendim Şebnem?"
Dünkü tartışmadan sonra (İstemeden de olsa ona sesini yükseltmişti.) baya bir trip yiyeceğinden emindi. Şimdi ilk onun araması garip gelmişti hâliyle. Bir şey mi olmuştu?
"Hah, Melih... Sana bir şey söyleyeceğim ama panik yapma olur mu?"
İnsanlar "Panik yapma." dediklerinde aslında "Panik yap ama belli etme." demek isterlerdi. Melih bunu çok iyi biliyordu.
"Şebnem n'oldu? İyi misin?"
Şebnem'in sesi epey endişeli, hatta korkmuş geliyordu:
"Ya sorma... Sabah annen bizi Gelin Hamamı'na çağırdı. Senin bir arkadaşın mı ne evleniyormuş. Annen çok ısrar edince biz de gittik. Okey, başta her şey güzeldi. Yedik, içtik, eğlendik. Ama sonra şey oldu..."
"Ne oldu?"
"...Hatun teyze bayıldı."
"Ne?!" 
Melih bunu duymayı beklemiyordu. Endişelenmişti ister istemez.
"Nasıl oldu, bir düzgünce anlatır mısın olayı?"
Şebnem koşturmasına bir son vermiş olsa gerek, sakince anlattı olayı:
"Ya işte... Abla beni evire çevire keselerken, kazayla peştemalım kaydı. Annen de belimdeki dövmeyi gördü. 'Kızım o ne belindeki? Kına mı?' falan diye sorunca ben de 'Kalıcı.' dedim. Demez olaydım. Kadıncağız önce bir çığlık attı, sonra da göbek taşına yattı kalkamadı. Tansiyonu düşmüş galiba, bayıldı. Ay hayır yani... Bu ne drama queenlik anlamadım ki. Sanki ilk defa dövmeli kız gördü."
Melih elinde olmadan algıda seçicilik yapıp annesi hariç hiçbir detayı dinlememişti.
"Annem nasıl şimdi? İyi mi?"
"İyi iyi... Apar topar hamamın revirine getirdik. Serum falan bağladılar, kendine geldi. Ciddi bir şeyi yok yani. Gözünü açar açmaz 'Sıcaktan oldu herhalde. Melih'i aramayın, endişelenir çocuk.' falan dedi ama benim içim rahat etmedi. O yüzden aradım seni haberin olsun diye. Ayrıca bir şey diyeceğim... Sıcaktan falan bayılmadı annen. Gayet de keyfi yerindeydi keselenirken. N'olduysa, dövmemi görünce oldu. Hayır anlamadım, dövmeli kızdan gelin olmaz mı yani? Nedir?"
Ani gelen rahatlamayla o ana kadar tutmuş olduğu nefesi bir anda dışarı üfledi Melih. Annesinin iyi olduğu haberi içine su serpmişti. Olayın magazin kısmıyla pek ilgilenemeyecekti. Tam bir vakit kaybı olurdu çünkü.
"İyi yapmışsınız. Sağ ol, annemle ilgilendiğin için."
Şebnem uzun süre sessiz kaldı. Konuşmanın devamında ne diyeceğini bilemiyordu. Dün telefonda -çirkin bir şekilde- tartıştıklarından beri kendini kötü hissediyordu. Annelerinin inadı yüzünden Melih gibi iyi, saf, temiz kalpli birini üzmüş olmak canını sıkıyordu. Bütün plan ve sorumluluk kendine ait olmasına rağmen üste çıkmak ve Melih'i suçlamak bencilce bir hareket olmuştu. Farkındaydı.
"Melih... ben özür dilerim."
Melih afalladı.
"Ne için? Pardon?"
"Ya duydun işte. Uzatmasana. O kelimeleri bir araya getirip söylemek benim için ne kadar zor, sen biliyor musun?"
Şebnem uzun zaman sonra utanma duygusunu yeniden kazanmış gibiydi:
"Dün akşam... Biraz kabalık ettim sana telefonda. Gündüz kafede olanlardan dolayı hâlâ sinirliydim. Bir de sen üstüne 'Oyunu bitirelim artık.' deyince... Patladım birden kusura bakma. Halbuki her şeyi ben planlamıştım. Senin bir suçun yoktu..."
Melih elinde olmadan sırıttı. Şebnem'in hatasını kabul etmesi bir nebze yükünü hafifletmişti. Sonunda ortada buluşabilecekleri bir zemin oluşmuştu hiç değilse.
"Ha dertsiz başıma dert açtığını kabul ediyorsun yani? İyiymiş. Özeleştiri yapabilmene sevindim."
Şebnem o görmese de göz devirdi. Daha fazla ezik duruş sergilemeyecekti. Zira pişmanlık en nefret ettiği duyguydu. Hemen başından savdı bu özür muhabbetini:
"Neyse ne... Annenin durumu iyi. Endişelenecek bir şey yok. Benim annem yanında şimdi, ilgileniyor onunla. Akşama da kına varmış. Gelinin yanından ayrılmayacaklar yani anlayacağın. Ama bana afakanlar bastı Melih. Benim acilen buradan kaçmam lazım. Neredesin sen? Konum at da yanına geleyim, konuşuruz." 
Melih bir an durup uzakta görevlinin tuttuğu takımları inceleyen Atakan'a baktı. Yeniden konuştuğunda sesi biraz tereddütlüydü:
"Yanıma gelmek istediğinden emin misin?"
"Evet, niye?"
Melih dudaklarını dişledi biraz gergin. İki kardeşin yan yana nasıl hareket edeceklerini merak ediyordu. 'Kavga etmeden kaç dakika dayanabilirler acaba?' diye düşünmeden edememişti.
"Şey... Abin de burada. Bir sıkıntı çıkmasın? En son kavga etmiştiniz."
Şebnem'in sesi hiç de endişeli gelmiyordu:
"En son seninle de kavga etmiştik hatırlarsan? Bir şey olmaz. Ayrıca ben doğduğumdan beri o kıroyla aynı evde yaşıyorum. Sen kimin için endişeleniyorsun hayatım? Gönder hadi konumu, yarım saate oradayım."
O da abisi gibi inattı. Bu yüzden hiç vazgeçirmeye uğraşmadı Melih. Bir tanesi yetip artarken, iki Polat'la nasıl uğraşacağını düşünerek telefonu kapatıp konum yolladı Şebnem'e. O gelmeden burayı terk etmiş olmayı umuyordu ama... Atakan'ın kollarına dizdiği takımlara bakılırsa, buradan o kadar da çabuk çıkamayacaklardı anlaşılan. 
"Melih! Neredesin, Melih?! Gelsene buraya!"
Atakan'ın pazar esnafı gibi bağırarak kendisine seslendiğini duyunca adımlarını onun olduğu tarafa yöneltti vakit kaybetmeden.
"N'aptın? Bulabildin mi ✨sofistike✨ bir şeyler?" 
Melih'in takılmak için sorduğu bu soru Atakan'ı gülümsetmişti. 
"Buldum gibi... Bir sabit dur bakayım."
Atakan koluna dizdiği askılıklarda duran gömlek-ceket kombinlerini -ona yakışıp yakışmayacağını gözüyle ölçmek için- sırayla Melih'in üstüne tutup 'Bu değil, bu da değil, bu hiç değil...' dercesine değiştiriyor; dakika başı görevlinin elinden -kumaşı farklı- başka bir siyah takım elbise alıp onun üstüne tutuyordu.
"Merak etme Melih, seni jilet gibi yapacağım." dediğinde, Melih gülmemek için dudaklarını birbirine bastırmıştı kuvvetle. 
Daha düne kadar 'Bacımla ilgili hayaller kuramazsın. Zeytin dalını bir tarafına sokarım. Bıdı bıdı...' diyen adamın şimdi ona karşı bu ilgili hallerini komik bulmuştu. Ama yine de sesini çıkartmadan bir süre kurbanlık koyun gibi hareketsiz kalmaya razı oldu. Bir yandan da karşıdaki kocaman aynada kendini, üzerine tutulan hilkat garibesi kara kara takım elbiseleri ve adeta kendinden Junior bir Atakan çıkartma hevesiyle yanıp tutuşan Atakan'ı inceliyordu. Fakat bu manzaraya en fazla beş dakika dayanabilmişti.
"Ohooo! Oğlum bunlar ne ya? Bırak, bırak..."
Üzerine tuttulan takımları itekleyerek kendinden uzaklaştırdı Melih. 
"Hayret bi' şeysin ya! N'apacağız? Buradan çıkınca Karadenizli mafyaların dizisine figüran mı olacağız? Ulan bir insan ne diye gömleğine kadar siyah giyer? Onu da anlamıyorum ya, neyse..."
Bu hafif sitemli, hafif alaylı eleştiri karşısında görevli bıyık altından gülerken, Atakan'ın ciddiyet saçan gözleri onunkilerle buluştuysa da Melih sululuğundan asla taviz vermedi. Aksine, Atakan'ın gücenmiş suratıyla daha bi' keyiflendi.
"Ne bakıyorsun lan öyle kötü kötü? Bir de 'Az buçuk tanıdım artık seni.' falan diyordun arabada gelirken. Bu mu lan beni tanımış hâlin? Dolabımı da gördün üstelik. Ben bu kadar siyah giymiyorum ki oğlum. Kendine mi seçtin bu takımları? Kaldır hepsini kaldır, gözüm görmesin."
Melih yarım ağız gülerek konuşmuştu ama Atakan buna epey bozulmuş gibiydi. O kadar uzun zamandır siyah giyiyordu ki, farkında olmadan eli önce siyah takımlara gitmişti. Ne yapsın? 
Ama yine de her zaman olduğu gibi kuyruğu dik tutacaktı.
"Allah Allah! Aslanlar gibi siyah takım işte, nesi var? Akarı yok kokarı yok. İstediğin beyaz gömlek olsun, içine gene giyerdin. Ama yoook... Beyefendi ille bizi mafya dizisine figüran yapacak. Nankörsün lan sen! Pis nankör!"
"Nankör mü? Ben?"
Melih sinirleri bozularak başını eğip burun kemerini sıktı kısa bir anlığına. Atakan'la makul bir zeminde buluşacaklarına olan inancı giderek azalıyordu. Her an alışverişi siktir edip düğüne eşofman takımıyla gitmeye karar verebilirdi. Ama neden pes eden o olsundu ki?
Derin bir nefes alarak zihninin içinden çıktığı gibi ortama geri döndü Melih. Birlikte geçirdikleri bu kadar zamandan sonra elbette şirret bir Atakan Polat ile nasıl baş edileceğini öğrenmişti. Sonuna kadar sakinliğini koruyacak ve makaraya devam edecekti.
"Dün akıllıydım, sanayide tulum giyiyordum. Bugün ise bilgeyim, siyah takımı reddediyorum."
"Ne?"
Atakan'ın yüzünde beliren alık ifadeye 'Zınk Erenköy!' diyemeyeceği için kahkaha atmakla yetindi Melih. Deminden beri gülmemek için kendini sıktığı için yanakları kızarmıştı şimdi.
Tumblr media
Atakan onun kahkaha atarkenki doğallığını ve yer çekimine yenilerek alnına düşen sarı tutamları seyretti bir süre hayranlıkla. Neredeyse hiç çaba harcamadan almıştı bütün gerginliğini yine. Bu çocukta farklı bir şeyler vardı.
"N-Ne? Neye güldün bu kadar?"
Dilini yanaklarının içinde gezdirerek bundan rahatsız olmuş gibi görünmeye çalıştı ama bıraksalar dikildiği yerde saatlerce onu izleyebilir, hatta biraz cesareti olsa tutup öpebilirdi de.
"Ulan Atakan..."
Melih ufak kıkırtılarla kendini toparlarken 'Acaba derdimi anlatabildim mi?' diye düşünüyordu. Aytaç'ın düğününe Atakan'ın ucuz bir kopyası olarak değil, kendi gibi gitmek istiyordu. Mümkünse renkli...
"Hiç güleceğim yoktu var ya. Allah da seni güldürsün."
Amin, dedi Atakan içinden. 
Duam belli, duyan belli.
Melih gülmekten yaşaran gözlerini elinin tersiyle sildikten sonra muzip bir tonda "Tartışmaya nokta koymak için 'Zevkler ve renkler.' diyeceğim ama sen şimdi onun için de kavga edersin benle." dediğinde görevli de güldü onunla beraber. Atakan anında kurulmuştu:
"Şşş... N'oluyor birader? Sen niye gülüyo'n bizim aramızdaki mevzuya? Komik mi?" 
"P-Pardon, kusura bakmayın."
Atakan'ın atarlı çıkışına ve sert bakışlarına maruz kalınca bir tatsızlık çıkmasın diye elindeki askılıklarla beraber ufak ufak uzaklaştı görevli ama ilgili bakışları hâlâ Melih'in üzerindeydi. Her ne kadar Melih fark etmemiş olsa da Atakan bunun gayet farkındaydı. Ve Melih bunu gay olmadığı için (ya da gay radarı olmadığı için) değil, tamamen saf olduğu ve herkesi kendi gibi iyi niyetli sandığı için göremiyordu. 
Her güzelin bir kusuru vardır, diye iç geçirdi delikanlı. Melih'in süt gibi temiz olması ona aşık olma nedenlerinden biriydi zaten. Kaldı ki, küfür ederken bile (sinkaflı küfürleri bir kenara bırakırsak) "lan" ve "anasını satayım" dan ileri gidemeyen biri için çok da elzem bir özellik değildi bu gay radarı. Pekâlâ Atakan onun yerine yapabilirdi bunu. Ve diğer tüm pis işleri...
Yeter ki Melih yanında ve güvende olsun.
"Ulan Atakan ne kasıntısın ya... Niye tersliyorsun adamı? Gülemez mi?"
Sırıttı elinde olmadan: 
"Komikti ayrıca. Sen de güldün, gördüm."
Atakan onu duymamış gibi yüzünü buruşturup bakışlarını etrafındaki diğer raflara ve askılıklarda gezdirmeye başladığında "İlle herkes tek tip mi olacak?" diye sordu Melih düz bir sesle.
"...Bırak kim neye gülerse gülsün. Kim ne renk giyerse giysin. Düğüne gidiyoruz, mahkemeye değil. Sal kendini biraz. Neşelen ya!" diye isyan etti sonunda delikanlı. Atakan'la ikinci boktan kavgalarını ettiklerine inanamıyordu.
"Hee... Bırakayım da Cizreli Aziz Amca gibi git düğüne. Çorabına kadar turuncu, kırmızı falan..? Kafana da sim dökeriz?"
"Ulan..."
Melih alt dudağının içini dişleyerek sert sert baktı bir süre. Hem ona 'Neyin var lan senin?! İstediğimi giyerim. Sana ne?!' diye çıkışmak istiyor; hem de bu kadar küçük, siktiri boktan meseleden olay çıkartmak istemiyordu. Bu yüzden derin nefesler alarak kendini sakinleştirmeye çalıştı.
Öte yandan, Atakan onu kızdırdığının gayet farkında fakat geri adım atmayan bir pozisyonda durmaya devam ediyordu. Giyim kuşam, hassas olduğu birkaç noktadan biriydi. Karşısında kim olursa olsun, moda anlayışını sorgulanmasını asla olgun karşılayamıyordu. Bu yüzden Melih'in ısrarla onun tarzını eleştirmesi hoşuna gitmemişti. O da çareyi onun "renk" muhabbetine takılmakta bulmuştu. Ama bu çocukça bir kayıkçı kavgasından başka bir şey değildi tabi. Melih de zaten ciddiye almamış, gülüp geçmişti. Sinirlenince de susmuştu. Ciddiye alsa kavga çıkardı. Ne gerek vardı? 
"Tamam ulan, tamam... Ağlama."
Elini uzattı ona doğru.
"Hadi ver hangisini beğendiysen de giyeyim, üstümde gör. Gönlün olsun."
Atakan'ın gözleri parladı birden. Mağazaya girdiklerinden beri istemsizce Melih'in onun gibi göründüğü bir senaryo çiziyordu kafasında. Çocuksu bir heyecanla 'Baştan aşağı siyah giymiş bir Melih nasıl görünür?' diyordu içinden. Ve birazdan görecekti. Ayrıca... Melih'in hiç istememesine rağmen sırf onun gönlü olsun diye siyah giymeyi kabul etmesi de onu gözünde bir üst konuma yükseltmişti farkında olmadan. Atakan bu fedakârlığı en son tabağındaki karnıyarığı kendi tabağına koyup yediğinde görmüştü. Bir de şimdi görüyordu. Ve Melih'in gözlerindeki merhamet timsali yumuşak ifadeye bakılırsa... Daha da görecekti. 
Melih gerçekten merhametli bir insandı. Ve Atakan'ın onu sevme sebeplerinden biri de kesinlikle buydu.
Emin olmak için sordu:
"Harbi mi?!"
Atakan'ın ona uzattığı takımı alırken güldü Melih pes ettiğini belli eder biçimde, muzip.
"Harbi." 
'Ne takımmış arkadaş, giyeyim de bitsin şu tantana.' diyordu içinden de. Asla bir mağazada bu kadar oyalandığını hatırlamıyordu. Takımı aldığı gibi kabinlere doğru ilerledi. Yaklaşık on dakika sonra daracık kabinde cebelleşe cebelleşe eteklerini siyah kumaş pantolonun içine soktuğu, jilet gibi ütülü siyah gömleğin yakalarını düzelterek kabinden çıktığında Atakan da görevli de bakakalmıştı ona.
"Al sana siyah takım!"
Melih bir eliyle saçlarını geriye atarken diğer elinin parmak uçlarına astığı siyah ceketi omzuna atıp özgüven dolu bir edayla karşısındaki dev aynaya doğru birkaç adım yürüdü. Bu takım onu olduğundan daha geniş omuzlu, daha uzun boylu göstermişti sanki. Ve... Tam da olmaktan korktuğu kişilere, o bayat mafya dizilerindeki façalı elemanlara benzemişti. Üstelik, bu kadar sarı bir mafya da görmemişti hiç. Kendisi ilk oluyordu. Gülesi geldi.
"Nasıl olmuş?"
Atakan gözünü kırpmadan onu seyrediyor; sanki ayaklarına beton dökülmüş gibi olduğu yerden bir milim oynamıyordu. Tahmininden daha çok yakışmıştı siyah Melih'e. Belki beyaz giyse bu kadar dikkat çekmezdi, diye düşündü Atakan.
Melih bu takımın içinde muhteşem görünüyordu. Hafif güneşten kızarmış buğday teni, ara ara altın ışıltılarla parıldayan sarı saçları, aralık pembe dudaklarının altında köşeli çenesi ve boynunun iki yanında uzanan siyah yakalar... Ölüm gibi bir şeydi onu seyretmek ama ölmüyordu.
"G-Güzel... Çok güzel olmuş. Tam oturmuş üstüne. Potluk falan da yok..." diye geveledi Atakan, gözlerini bir an olsun ondan ayırmadan.
"Hakkaten hee... Tam bedenimi bulmuşsun, aferin."
Olduğu yerde sağa sola dönüp poz vererek aynada kendini inceledi Melih. Uzun zaman sonra ilk defa üstüne bu kadar oturan bir şey giyiyordu. Genelde kıyafetleri ya bol ya uzun ya da dar olurdu. Bolsa salaş giyer, uzunsa paçasını kıvırır, darsa kışın içine giyer ya da en kötü ihtimalle temizlik bezi yapsın diye annesine verirdi. O da babası gibi 'Ne gerek var kıyafete çok para harcamaya?' derdi. Hatta okula giderken babasının gençliğinde giydiği hırkaları, gömlekleri, ceketleri kombinler; soran olursa "Vintage bunlar." deyip devam ederdi. Sevmezdi alışverişe çıkmayı. Hem buna ayıracak bütçesi yoktu hem de AVM'ler başını döndürüyordu. Ayrıca günlük kıyafetlerin marka ya da çok şık olması gerekmediğini biliyordu. Melih'e göre eski de olsa temiz giyinmek yeterliydi. Tabi bu da Melih'i başkalarının karşısında ✨pespaye✨ gösteren birkaç nedenden biriydi. Hele ki her giydiği marka olan bir ağır abinin karşısında...
"Dur bir dakika, ceketi de giyeyim."
İki parmağıyla omzuna astığı ceketi düzgünce kollarından geçirip sırtına giyerken "...Bir de böyle bak." dediğinde, Atakan heyecanını gizleyemeyerek gülümsedi kocaman. Bu da laf mıydı? Zaten kabinden çıktığından beri gözlerini ondan alamıyordu ki.
"Nasılım?"
Melih cilveli bir edayla kendi etrafında dönüp -kendince- havalı bir bakış attı ona. Farkında olmadan kalbini tam 12'den vurmuştu yine.
"Eee tabi..."
Atakan onu baştan aşağı süzerken kalp atışlarını dizginlemeye çalışarak  "...Bütüne baktığımızda çok klas göründüğünü söyleyebilirim." diye devam etti futbol yorumcusu gibi. Sakinliğini korumakta zorlanıyordu. 
"Şaptın şeker oldun!" diye ekledi gergince gülerek. Saçmalamıştı ama elinde değildi. Bakmalara doyamadığı Melih, onun için seçtiği takımın içinde parıl parıl parlarken dilinin tutulmadığına şükrediyordu.
"Ne diyorsun oğlum? Olmuş mu olmamış mı?"
"Ehe, eee... Olmuş olmuş! Çok güzel olmuş."
"Ay inanmıyoruuum!" 
Tam Melih başını çevirmişken ve eline onu doya doya izleme fırsatı geçmişken, arkalarından gelen cırtlak sesle yerinden sıçradı Atakan birden. Panikten eli ayağına dolanmıştı.
"...Melih!! Bu sen misiiin?"
Melih ve Atakan aynı anda birbirlerine bakıp gözlerini mağazanın kapısına çevirdiler hemen. Bu tiz sesi nerede duysalar tanırlardı.
"Ş-Şebnem?"
Şebnem abisinin -sanki iş üstüne yakalanmış gibi- şaşkın bakışlarına ve bocalayan hareketlerine aldırmadan yanlarına gelirken, bir yandan da tepelerine eleştiri yağdırıyordu:
"Hayatım kim giydirdi ya seni böyle kara böcek gibi?"
Melih bir an istemsizce dudaklarının arasından bir kıkırtı kaçırdıysa da Atakan'ın demir gibi sert bakışlarıyla karşılaşınca tuttu kendini.
"Eee... Şey..."
İki kardeş arasındaki negatif elektrikten o da nasibini alacak gibiydi. Bu yüzden her ikisinin de ne lehine ne aleyhine bir şey söyleyip de okları kendine çekme riskini göze alamamıştı.
Tumblr media
Sonunda dilinin bağı çözüldüğünde "H-Hoş geldin Şebnem." diyebilmişti sadece. 
"Pek hoş bulmadım! Ama neyse..."
Şebnem hafif iğneli bir sitemle elleri belinde ikisine tepeden bakarken, yutkunup en iyisi susmak, diye geçirdi içinden Melih. 
En iyisi susmak ve olacakları izlemek...
"...Altın gibi çocuğun ışığını söndürmüşler ya resmen! Kim yaptı bu kötülüğü sana Melih? Ay dilim varmıyor ama... Abime benzemişsin. Tövbe tövbe..."
Atakan yüzünü buruşturdu kardeşine dönerken:
"Senin ne işin var burada lan?! Nereden öğrendin burada olduğumuzu? Ayrıca ne olmuş Melih bana benzediyse? Bununla bir sorunun mu var?"
Onunla göz teması bile kurmadan direkt laf sokmaya girişti Şebnem. Abisiyle uğraşmak için her zaman formundaydı:
"Yooo benim ne sorunum olacak? Ama görünüşe bakılırsa senin bizimle epey bir sorunun var. İlk buluşmada çocuğa 'Bacımla yanınızda ben olmadan buluşamazsınız. Bensiz bir yere gidemezsiniz car curt.' diye esip gürledikten sonra, ilk fırsatta beni ekip gizli gizli buluşmak ne oluyor abicim? Bir de bana 'Ne işin var burada?' diye soruyorsun. Asıl senin ne işin var burada pardon? Hani hiç haz etmiyordun sen Melih'ten?'İtici ana kuzusu.' diyordun.'Bir tokatlık canı var diyordun.' N'olduu? Başına saksı falan düştü herhalde? Pek bi' kaynaşmış gördüm sizi."
Şebnem'in taramalı tüfek gibi ardı ardına soluksuz konuşmaları Atakan'ın içini şişirmişti. Derin nefes alarak, bıkkınlıkla cevapladı bütün soruları delikanlı:
"Ya bi kes kızım ya! Amma tatava yaptın. Erkek erkeğe buluşmada ne var? Sen yalnız buluşamazsın dedim, o kadar. Adamı kontak ediyorsun iki dakkada ya, Allah Allah... Hem biz Melih'le ✨kanka✨ olduk. Kankamla da buluşamayacaksam kimle buluşacağım anasını satayım? Sen de bi' alemsin."
Kanka mı? 
"Ne?"
Melih garip bir açıyla büktüğü kaşlarıyla gülmeye başladı içine içine. Atakan'la samimiyeti bu kadar ilerlettiklerini kendi de bilmiyordu. Komiğine gitmişti. Sonuçta esip gürleyip azarlama faslından bağırmadan konuşma, insanca muamele etme faslına yeni geçmişlerdi. Kanka olduklarını pek sanmıyordu Melih. 
Öte yandan Atakan da bu söylediği lafa gülmek istemişti ama yüzünü ifadesiz tutmaya o kadar alışmıştı ki artık, mimik oynatmamıştı.
Şebnem ise sadece kıskançlıkla karışık bir şoka girmiş gibiydi. 
"Hah! Kankasınız demek? Ne yani sevap olsun diye müstakbel kankana (pardon eniştene) damatlık bakmaya geldin buraya?"
Müstakbel enişte derken? 
"Ne damatlığı salak? Melih'in arkadaşı ev-"
"Benim yerime sen mi evleneceksin yoksa Melih'le?" Şebnem nefes almadan konuşuyordu. 
"...Eğer öyle bir niyetin varsa abicim baştan söyle, aradan çekileyim."
Hassiktir...
Melih duydukları karşısında kahkahalarla gülmemek için dudaklarını dişleyerek -herhangi bir şiddet içerikli eyleme karşılık- Şebnem'i korumak için aralarına girmiş beklerken; Atakan nutku tutulmuş vaziyette, öylece kalakalmıştı. 
"...Bilirsin, aşka saygım vardır benim." 
Şebnem hiçbir şey bilmeden her şeyi bilmesiyle soğuk duş etkisi yapmıştı abisine. 
"N-ne diyorsun kızım sen?..."
Delikanlı bir an diyecek kelime bulamayıp bocaladıysa da, ilk şaşkınlığı attıktan sonra gözlerinden ateşler saçarak "NE ALAKASI VAR LAN?!" diye çıkışmıştı öfkeyle. Sesinin bu kadar gür çıkması genç kızı olduğu yerde titretirken, Melih'e yüzünü dirseğine gömdürerek güldürmüştü. 
"Ahahhaha!"
"Off! Kulak zarımı patlattın be! Ne böğürüyorsun ayı gibi?"
Atakan hızını alamayıp Şebnem'in üzerine yürüdü bir an. Yanakları kıpkırmızı olmuştu.
"Aradan çekilecekmişmiş... Ayarsıza bak!" 
Melih'in arkasından uzanıp Şebnem'in kafasını itti işaret parmağıyla sertçe. Kızın kafası araba konsolundaki oyuncak köpeğin kafası gibi bir ileri bir geri sallandı iki saniyeliğine. Melih bu görüntüye kahkahayla gülmek istese de insanlık vazifesini yapmalıydı.
"Hey hey! Sakin. Atakan..."
Melih anında gülmeyi kesip kollarını açarak iki kardeşin arasında etten bir duvar oluşturduysa da Atakan şu an onu görmüyordu.
"Kızım sen kuaförde fön çektire çektire yaktırdın galiba en sonunda o fındık beynini! Kafada kurup kurup sarıyorsun millete. Hatırlat da bi' ara doktora götüreyim seni, kalıcı hasar var mıymış bi' baksınlar kafanın içine. Saçma sapan konuşuyorsun!"
Şebnem alnını ovalayarak göz devirdi abisine:
"Off... Şaka yaptık herhalde! Abartmaz mısın?"
Kız kardeşi elbette onun yönelimini bilmiyordu ama az önceki ima Atakan'ın tüylerini diken diken etmeye yetmişti. Çünkü Şebnem bu durumunu "EN" bilmemesi gereken kişiydi. 
Çünkü Şebnem bilirse, herkes bilirdi.
"Neyse... Güleyim de boşa gitmesin bari bu acınası laf sokma çaban. Hayır, nereden bulursun bu lafları da bilmem ki? Hakkını yemeyeyim ama son kalan iki beyin hücrenle iyi iş çıkarıyorsun. Tebrik ederim."
"Kes lan!"
Şebnem abisini tiye alarak, sanki onu hiç duymamış gibi yargılayıcı bakışlarını Melih'e çevirdi bu sefer:
"Sana da teessüf ederim Melih. Gerçekten... Ben bu oyunu iki kişilik sanıyordum. Üçe çıkartmışsın, şoktayım."
Melih ne diyeceğini bilemedi. Ama az çok tahmin edebiliyordu şimdi maruz kaldıkları bu tavrın asıl sebebini. Şebnem şımarık yetişmiş (bir evin bir kızı) bir çocuktu. Ayrıca da eski sevgilisini hâlâ unutabilmiş değildi. Tabi ki Melih'i çok sevdiği için (!) abisinden kıskanmıyordu. Melih onun için bir oyuncaktı ve her çocuk oyuncağı elinden alındığında yaygara koparırdı. 
"Biliyorsun ki, annelerimiz bizim konuşmaya devam etmemizi istiyor. Bir süre daha oyunumuza devam edeceğiz. Yani, teknik olarak benimle buluşman lazımdı şekerim, abimle değil. Hem ayrıca... Sen n'apıyorsun burada pardon?"
Sonlara doğru çatılan sarı kaşlarının altına gizlenen kısık, yargılayıcı bakışları yeniden abisine mıhlandığında, havalanan topu göğsünde yumuşatmak maksadıyla öne atıldı hemen Melih.
"Ee şimdi Şebnemciğim... Biliyorsun ki yarın benim çok yakın bir arkadaşımın düğünü var. Aysu'yla tanışmışsındır?"
Şebnem başını salladı. 
"Hah işte... Aysu ve Aytaç'ın düğününe giyecek takım elbisem yoktu benim. Çok da anlamıyorum bu işlerden. O yüzden abine ricada bulundum. Sağ olsun o da kırmadı beni. Birlikte takım elbise bakıyorduk bana." 
Melih araya girince ortam biraz yumuşadıysa da iki kardeş hâlâ çatık kaşlarla bakıyordu birbirine. Şebnem buraya güdümlü bomba gibi abisinin üzerine patlamaya gelmişti belli ki ama konu moda olunca dikkati biraz dağılmışa benziyordu.
"Hah! Abim mi giydirecek seni? Benim abim?"
Duyduklarına inanamamış gibi gözlerini ardına kadar açıp bir süre öyle kaldıktan sonra bir kahkaha patlattı Şebnem. Öyle içten öyle dalga geçerek gülüyordu ki, kasada duran görevli ve mağazada gezinen birkaç müşteri hususi dönüp onlara bakmıştı.
"Ağzının üstüne bi' tane patlatacağım şimdi. Ne gülüyorsun kızım? Komik mi? Bak hâlâ..."
Atakan ya sabır çekerek gözlerini mağazanın tavanına mıhlarken, Melih ikinci bir saldırıya karşı gayet temkinli, iki kardeşin arasında etten duvar örmeye devam ediyordu.
"K-Kusra bakma Melihciğim... Sinirlerim bozuldu da bir an."
Melihciğim lafını duyan Atakan'ın öldürücü bakışları anında Şebnem'i bulmuştu.
"Şebnemciğim, bozulan sinirlerini de al terk et burayı canım! Hadi... Saçını başını yoldurtma bana."
Atakan böyle diyordu demesine ama hayatında kardeşlerine bir fiske vurmuş adam değildi. Şiddet söylemleri sadece dilindeydi. Ama bu sefer hakikaten biraz ileri gitmişti Şebnem. Sevdiği çocuğun yanında onu küçümsemesi Atakan'ın canını çok sıkmıştı. 
"Ayh sen olmayan moda zevkinle Melih'e takım elbise mi bakıyorsun? Bir de kapkara giydirmişsin çocuğu veba doktoru gibi. Bu mu moda? Tek renk, tek tip mi giyinmek moda? Bırak Allah aşkına..."
Atakan tabi ki altta kalacak değildi:
"Haspama bak... Ekoseli etek üstüne fiyonklu bluz giyince Ivana Sert mi oldun başımıza? Sen ne anlarsın lan modadan? Bi' kere bu işin doğayeni benim. Bak seçtiğim takıma..."
Tuzluk şekline getirdiği parmaklarının ucunu öptü abartıyla. "...Kutu gibi oturdu çocuğun üstüne şerefsizim."
Üzerinde malını öven esnaf özgüveni vardı. 
"Şu duruşa, şu kaliteye bakar mısın? Dön bakayım Melih, endamını görsün bu Şebnem şıllığı."
Atakan biraz sonra aynı Recep İvedik'in terzisi gibi ayıla bayıla (onu ve takımı överek) onu kendi etrafında döndürmeye başladığında Melih gülmemek için tutmadı kendini daha fazla. Gözlerine yaşlar dolmuştu artık. İki kardeşin bu -Hacivat&Karagöz misali- atışmaları ilginç (ve aşırı komik) bir hâl almaya başlamıştı. Çekirdeği olsa kenara oturur çitleyerek izlerdi. O derece. Ayrıca... Atakan'ı hiç bu kadar heyecanla bir şeyleri savunurken görmediği içindi herhalde, bu tartışma her açıdan ilgisini çekmişti Melih'in.
"Sen de iyice saçmaladın hee! Burada yılların moda bloggerı Şebnem Queen dururken, sana mı kaldı bu işler ya? Hadi kes şovunu, çekil kenara off!!"
Şebnem abisini gram iplemeden uzun, protez tırnaklı elleriyle "kış kış" hareketi yapıp Melih'i kolundan tutup kendinden tarafa çekmeye kalkınca... Atakan adeta önünden kemiği alınan pitbull misali gerildi. Dişlerini sıkarken kirli sakallı çenesinin ucundaki kesik izi bile gerilmişti. Hatta iki dakika öncesine kadar teninin altında usulca akıp yolunu bulan kanı bile daha deli atmaya, içten içe fokur fokur kaynamaya başlamıştı. 
"Hoop hoop!! Orada dur küçük hanım..."
Hissettiği bu şey, bu kıskançlık... Ona her şeyi yaptıracak cinsten bir kuvvet doğurmuştu içinde.
Kendi kendine 'Hayır, kardeş katili falan olmayacaksın. Sakin ol lan!' dese de bakışları hâlâ öldürücülüğünü koruyordu.
"Bana kaldı bu işler var mı? Bana kaldı!"
"Eyvah..."
İki kardeş arasında 'paylaşılamayan' olmak başta komik olsa da gittikçe tehlike arz etmeye başlamıştı. Adım adım tırmanan gerilimin sıcak nefesini yüzünde hissediyordu artık Melih.
"Mis gibi siyah takım işte lan! Nesi var? Gayet de güzel yakıştı Melih'ime. Ayrıca benim zevkim iyidir."
Melih'ime mi?
Hitap şeklindeki ✨sahiplenici tutuş✨ Melih'in kaşlarını değişik bir açıyla kaldırmasına sebep olurken, Şebnem konuşmanın (savunmanın) geneline kusacakmış gibi bir hareket yapıp göz devirmişti.
"Zevkine tükürsünler senin! Bulgur pilavına yoğurt katıp yiyen bi' adamsın sen. Neyi tartışıyorsun benle ya?"
"Şebneeem!"
"Hey hey! Gençler bi' sakin olun ya... Tamam. Alt tarafı bir takım elbise alıp çıkacağız. Sizce de çok abartmadınız mı?"
Zavallı Melih'i takan yoktu tabi. Ortamdaki konumu sivri sinekten halliceydi.
"Ne Şebnem? Ne?! Hanımefendi çizgimden kaydırttın beni en sonunda. Sana inat ben giydireceğim Melih'i. Var mı?!"
Atakan göz açıp kapamalık bir anda Melih'i kolundan tutuğu gibi kendine çekerken aşırı korumacı davrandığının farkında değildi. Bir anda sırtı onun göğsüne çarpınca neye uğradığını şaşırmıştı Melih:
"Yavaşş..."
"Hadi bi' dene! Hadi... Pabucumun hanımefendisi seni!"
Şebnem geri adım atacak gibi değildi.
"Yaa... Demek öyle? Tamam, ben de küçükken nasıl giyindiğini anlatırım o zaman Melih'e."
"Ne?"
Şebnem'in neden bahsettiğini çakozlayınca anında iri iri açılmıştı gözleri.
"Sakın!" 
"N'oldu? Korktun mu? O çok önemsediğin karizman boydan boya çizilsin istemiyorsun herhalde?" 
Melih hiçbir şey anlamadan güldü bu tehdide. Atakan'ın küçükken de (patron bebek gibi) simsiyah, mafya tarzında giyindiğini hayal edemiyordu. Ya da o masum çocuk yüzüyle, sümüklerini çeke çeke, elinde horoz şekeri, bakkal önünde arkadaşlarıyla top koşturduğunu... Atakan'ı genel olarak "çocuk" formunda hayal edemiyordu ya neyse.
Şebnem konudan gayet zevk alarak "Bu var ya bu... Bir keresinde annemin odasına girip dol-" diye başladığı sırada Atakan şimşek gibi fırlayıp yaba misali kocaman eliyle ağzını kapattığında cümlenin devamı boğuk bir serzenişten ibaret kalmıştı.
"Şebnem!.. Sen Melih'e takım bakmayacak mıydın kardeşim? Çok çene çaldın, çok eleştirdin beni. Hadi git bi' de senin bulduğuna bakalım? Hadi abicim, hadi abisinin gülü... Git bak oradaymış yeni gelenler. Koş, koş..."
Şebnem'i beyaz ağırlıklı (kır düğünü konseptli) takımların olduğu tarafa iteklerken kan ter içinde kalmıştı Atakan. Kız resmen abisini rezil etmeye şerefi üzerine yemin etmiş de gelmişti buraya. Ve (kısmen) başarmıştı da. Cümlesini tamamlamasa da Melih az çok tahmin edebiliyordu yaşanan hadiseyi.
"İyi peki, madem bu kadar ısrar ediyorsun... Bi' bakayım o zaman. Ben gidince sakın arkamdan dedikodumu yapmayın ha! Kulağımı burada bıraktım ona göre..."
Şebnem ikisine de tembihleyen bakışlar atıp yüzüne yerleştirdiği zafer gülüşüyle çeşit çeşit kumaşların arasında kaybolurken, Atakan 'moda' ile ilgili katı tutumundan ciddi taviz vermek zorunda kalmış olsa da onu son anda susturduğuna memnundu. Melih'in yanına döndü biraz mahcup. Az kalsın kestaneyi çizdiriyordu. Çocukluğunda en hatırlamak istemediği anıyı ulu orta hoşlandığı çocuğun önünde anlatmak gibi bir acımasızlığı ancak Şebnem gibi empati yoksunu bir şımarık yapabilirdi zaten.
"Sen Şebnem'i boş ver. İstediği olsun diye her yolu mübah sayar o kendine. Ben alışkınım. Sen de alış."
Atakan eli ayağına dolaşmış vaziyette sakallarını kaşıyor, faydasız bir çabayla kızarık yanaklarını gizlemeye çalışıyordu fakat Melih her şeyin fakındaydı. Atakan çok utanmıştı. Konunun bahsinden bile... Bu yüzden -her ne kadar merak etse de- üstüne gidip soru sormaktan vazgeçti. Onun yerine "Başka çarem yok zaten." dedi gülümseyerek. "...Bir süre daha böyle sürecek durumumuz."
Atakan onun konuyu değiştirmedeki isteğini ve yüzündeki anlayışlı ifadeyi görünce biraz olsun rahatlamıştı. Hem zaten (tahmin ettiği gibi) Melih insanların zaaflarıyla oynayacak, onların çekindikleri şeyleri dalga konusu yapacak tıyniyette biri değildi. Ve... Atakan böyle anlayışlı birini sevmekle ne kadar doğru bir iş yaptığını şimdi fark ediyordu.
Melih onun sevgisini sonun kadar hak ediyordu.
"Ee... Ne diyorsun? Üstündekini alalım mı?"
✩ ✩ ✩ 
Bölümü iki parta böldüm (daha doğrusu bir gün içinde geçecek olan olayları) diğerini tamamlar tamamlamaz atacağım. Aklınızda bulunsun baya sıcak 🔥bir bölüm olacak 😉 terleteceğim sizii eheheh güneş kremlerinizi sürün öyle gelin 😆🤭
Bundan sonra hız kesmeden devam edelim. Yeteri kadar durakladık.
Bölüm hakkında size soracağım birkaç soru var:
✯ Şebnem kötü karakter olmak için çok müsait ama iyi olmasını ister misiniz? 
✯ Şebnem'in bu bölümde Melih ve Atakan'la şaka yollu atışmasını sevdiniz mi? Melih'i (oyuncak gibi) sahiplenip kıskanması falan... Ne düşünüyorsunuz bu konuda?
✯ Atakan Melih'e açıldığında Melih'in tepkisi nasıl olur sizce?
Sorularım bu kadar :)
Yeni bölümde görüşmek üzere... 
Kendinize iyi bakın, hoşça kalın efenim. <3
Önceki Bölüm <- // -> Sonraki Bölüm
Bölüm Listesi
10 notes · View notes
aykoza · 1 year
Text
ben çok agresif ve gergin biriyim özellikle şimdi erkek kardeşim de geldi kahvaltıda sinir krizi geçirip çikolatayı kafama vurdum sinirden..sebebini de buldum,buldum ve huzura erdim..hani kardeşim öylece duruyor ve annem onu seviyor yemek yemesi bile tatlı sevimli geliyor ya ama benim sevilmem için hep bi şeylerimin olması gerek hep müteyakkız olmam gerek dik oturmam hızlı hareket etmem güler yüzlü olmam her şeye bir cevabımın olmaması gerek..benim ol gerginliğimin sebebi olduğum gibi sevilmediğimdenmiş yani :,, hep merak ediyordum bu gerginliğimin sinirimin sebebini de hiçbir şey tam uymuyordu rahatladım şimdi
27 notes · View notes
eksikaldim · 1 year
Text
Tumblr media Tumblr media
Bebeğimin küçüklüğü, siz de paylaşın da tatlı krizi geçirelim biraaz
15 notes · View notes
venusunruhu · 2 years
Text
"Bir daha asla böyle sevilmeyeceksin.
Bitmek bilmeyen dokunma, fiziksel temas ihtiyacı sona erdi.
Sürekli çağrı, her şeyi paylaşmak istemek, en basit, en küçük şeyleri: "Bak ne yapabiliyorum anne! "Bitti.
Bir daha asla bu şekilde sevilmeyeceksin.
Her gece uyumadan önce üstünü örtmek, banyodan sonra ıslak öpücükler. Bitir.
Bir daha asla bu şekilde sevilmeyeceksin.
Yatağındaki zıplamalar, araba pistine dönüşen vücudun, oda halısını bozan dans piruetleri, ıslak saç stili. Bitir.
Bir daha asla bu şekilde sevilmeyeceksin.
Pazar sabahı 7'de atıştırmalar, çarşafların altındaki resimler, kabus sonrası sabahın köründe sarılma, masal anlatma. Bitir.
Bir daha asla bu şekilde sevilmeyeceksin.
Bu aşk, o kadar yakın olma arzusu ki bazen bizi boğuyor. Bitir.
Bir daha asla bu şekilde sevilmeyeceksin.
Gerçek şu ki, çocuklar küçükken, yaşamın ibadetimizin neredeyse karşılıklı olduğu dönemdir. Ama oluyor. Diğer hikayeleri, başka insanlar, başka hayalleri yaşama ihtiyacı büyüyor. Bu hayatın kanunu ve sağlıklı. Ama yine de kanat yapmanın anneliğin en güzel eylemlerinden biri olduğunu bilsem de uçmasını izlemek acı tatlı. Her zaman bilinen en tuhaf neşe olacak. Farklı bir mutluluk, vardığında delikler oluşturur. Görev tamamlanmış hissi ile boşluk karışımı.
Uçuşu izlemek her başarıyı alkışlamaktır ama bacaklarını tutan küçük elleri hissetmeye devam etmektir. Gururlu olmak, desteklemek ama sonsuz özlem tadıyla.
Geçmiş zamanı özlüyorum. Çocukların her zaman göz önünde olmasını özlüyorum. Ve hepsinden öte, o dönemi özlüyorum. Bu aşktan. Şu anda sahip olduğun, çok yakın, tam yanında.
Yani onu aradığında, dokunduğunda, sorduğunda, her şey seni sinir krizi geçirmenin eşiğine getirdiğinde unutma: bir daha asla bu şekilde sevilmeyeceksin."
Metin: Rafaela Carvalho
Tumblr media
14 notes · View notes
lunaxzfan · 10 months
Text
Hayattan tat almadığım için tatlı ihtiyacımı karşılamak için gece gece künefe ve çikolatalı katmer yedim tamamıyla ihtiyaç karşılanması yanii ASLA bir tatlı krizi değil.
3 notes · View notes
e-elif · 1 year
Note
Ay cevabını yeni gördüm ve onu okumuştum ama o üçüncü çiyan ne kadar sinirimi bozmuştuuu
cidden ya bende sinir krizi geçirmiştim ulan ikisi zaten çok tatlı niye sen giriyorsun diye telefona bağırmıştım....
3 notes · View notes
wuwuggukie · 1 year
Text
Kilo vermek ve zayıflamak!
Tumblr media
Öncelikli olarak kendimizi aç bırakmak ve de bir öğünde çok yediğimiz için diğer öğünü atlamak hiç sağlıklı değildir dostlarım. Bunlar kendi yaptığım hatalardı ilk başlarda fakat hep bir tatlı veya açlık krizi geçirip önüme geleni yerdim. Zira kan şekerimiz fazla açlık durumunda düşüp beynimiz doğal olarak bizi önümüze gelen her şeyi yemeye ve öncelikli enerji kaynağımız olan glikoz (karbonhidrat) yapılı maddelere yönlendirir. Işte bunu yaşamamak ve hedefimizde başarılı olmak için öncelikle kaç öğün yediğimize göz atalım, ardından da ne sıklıkla fast food, paket gıda tükettiğimize bakalım ve en sonunda hayatımızdaki rafine şeker oranına göz atalım.
- Öğünler
Öğünler arası saat farkı ve yenilen yemek farkı arttıkça metabolizma hızımızda düşüşler gerçekleşebilir bu yüzden tek öğün yerine çift veyahut da 2 öğün yerine 3 öğün yemek daha avantajlıdır. Ayriyetten de bu ana öğün dediğimiz 3 öğün dışında 2 ara öğün yapmamız da en iyi verimi sağlayabilir.
- Fast food & paket gıda!
Fast food veya paketli gıdalar herkesçe bilinirler ve de yemekten pek vazgeçilesi değillerdir çoğu kişiye göre ve yine bunların zararları hemen hemen herkesçe bilinmektedir: kimisi çok yağlı kimisi çok tuzlu veya şekerlidir. Bu yüzden çok tüketimi insanlarda bazı sorunlara sebep olur, bunun başında metabolik bozulmalar, yağlanma ve peşi sıra gelen kilo alma durumu söz konusudur. Işte bu yüzden en az şekilde tüketmek daha sağlıklıdır. Elbette bunu sıfırlamayacağız ama azaltacağız: örneğin haftada 3 kere yiyorsak 2 sefere ve de alıştıkça canınızın hiç istemediğine kadar varacak bu tutumunuz.
- Gelelim başımızın çakma "tatlı belasına" !
Rafine şeker hayatımızın her yerinde bulunuyor, yediğimiz hamur işlerinde, bazı yemeklerde, paket gıdalarda ve de içtiğimiz içeceklerde gerek kendi isteğimizle gerek de o içeceğin içerisinde bulunur: işte bu yüzden şeker hayatımızın "vazgeçilmez" bir parçası gibi gelebilir sizlere. Fakat bu yanlış! Rafine şeker günümüzde ve ülkemizde genellikle pancar yerine kamıştan elde edilir, bu da tatlandırıcı ve katkı maddelerinin fazla olması demektir. "Bu yüzden rafine şekeri tüketmemeliyiz" gibisinden bir söylemim olmayacak ama bunu da azaltmanızı isteyeceğim zira öğünlerimdeki ve hayatımdaki rafine şekeri azaltmak benim için çok faydalı oldu. Tabii bir anda sıfırlayamayız bunu o yüzden yavaştan, azar azar yapacağız bunu.
En önemlisi de kendinizi acele kilo vermeye itmeyin. Acele etmek benlik algınıza zarar verebilir, işte bu yüzden sakince ve de nazikçe sonuçları bekleyin. Başarılı olacağınıza inanıyorum ve inanıyoruz!!
3 notes · View notes
monnaarsa · 1 year
Text
Ayda bir gelen tatlı krizi tutmuş bulunmakta. Kapıya elinde bolca çikolatayla gelen sevgili ister bu gönül gelmese bile düşünüp göndermesini bekler. Ama bekler iştee😑
2 notes · View notes
bademlidondurma · 1 year
Text
Kadın olmak o kadar zor ki hayat zor kadın olmak bir o kadar zor regl olacak on gün öncesi ağlama krizi olunca ağrısı tatlı krizi duygusallık gerginlik
5 notes · View notes
kalemineiyibak · 2 years
Text
Makamlarca
Muhayyer Kürdi bir ayrılıştı bu. Ruhumun derinliklerinden kopup hicaz hiçişine sofistik damgalar basıp rast makamlarına darbe vuran...
Nihavend yok oluşlarına bir tren rayı muamelesi gördürmüştü aşk; ray tatlı tatlı çıkarken kendinden, suçu hep trene atmıştı sevmeyi bilmeyen. Ferahfeza makamların SuziDilara'ya imrenen ve yazarın adının bile makamlarca tutuklanarak bir kalbe hapsedildiği zamanlardı, çığırtkan bir ayrılıştı bu.
Tek kendisinden sözleşmeli, tek kendisine evladiyelik bir altın çağın bitiş saba makamlı gidişi vurmuştu kalbi. Buna da 'aşk krizi' demişti yanağını kendine döndürüp tek kendinden makas alan yalnızın biri.
O bendim işte. O yalnız bendim. Şehnaz'ın dügah perdesinden savrulan acem yolcusuydum. Kırık kalbimin nota veren halinden sıyrılırcasına parçalara ayırmıştım kendimi. Bir rüzgarın şiddetiyle savrulmuş, bir de giden adamın garip yokluğuyla kendimden bile uçmuştum.
Şimdi ses veriyorum acemaşiran makamımdan gönül haddimce kıymetli şen yollara; neveser hallerimden örtük suzidil'e yollanmış hasretimden bihaber çıkıyorum.
O yalnız bendim. Makamlarca tutuklanarak yola kendini katıp içer gibi sanrılara bir adamı sığdıran.
Çargah aşkta yok oluş sebebi var kılarken ben ismi kazınan bir adamın yalnızca yokluğuydum. Bestenigar hasret koşusunda bekleneni vururken hep yalnız bendim. Yalınlığını kendinde kaybeden; bu yüzden bir adama mektup yazarak çile döşemesi, dizayn keşkesinden bağrıyanık aşk acısı kovalayamam. O zaman ben hep aynıydım, ayrılışımın sualsiz bağışlanan kayıtsız organlarında... Beni bul, bahane ödemesini karşılarım; gözlerinde közlerin beni yakmazsa.
Bir adam biliyorum, hep yalnızlığımla kendimi övdüğüm. O bana gelecek diye bütün ayrılıklarımı dövdüğüm... İsmi bereketsiz toprakların kıyım cehaletinde gizlendi, yok sayılıyorum...
Dilara AKSOY
5 notes · View notes
aynodndr · 2 years
Text
Tumblr media
Annem evliliklerinin ilk günlerinde akşam yemeği için babama pirinç çorbası, biber dolması ve pilav yapıyor. Yemeklerin hepsi pirinçten anlayacağınız. acemi kadın, bu işleri daha pek bilmiyor ve babam bol pirinçli sofrayı görünce şaşırıyor ama yine de kalbi kırılır, o kadar uğraşmış kadın diye hiç sesini çıkarmadan çorbasını içiyor, dolmayı yiyor, pilavdı derken '' eline sağlık hatun'' deyip sofradan kalkmak istiyor. tam kalkarken valide '' dur dur, tatlı da yaptım kocacım'' deyip dolaptan bir kase getiriyor. Babam kaseyi görünce artık dayanamayıp muhahaha diye gülmeye başlıyor. Kasede sütlaç var. Annem anlam veremiyor gülüşüne, hayırdır noldu bey diyor. Babam puhahaha halen gülünce annem de ona bakıp gülmeye başlıyor. Fakat acemi annem daha neye güldüğünü bile bilmiyor. Babam bir yandan, annem bir yandan böyle ahahaha hihihihi diye gülüp duruyorlar.
Bu gülme seslerine babaannem geliyor ''noluyo size be'' diyor. Babam da ''yok bir şey ana, sen bak işine'' diye cevap veriyor. Babaannem de '' gelin kısmı öyle ağzını sonuna kadar açıp gülmez, ayıp ayıp'' deyip odasına geçiyor.
O odasına geçince annem de kendi odasına geçip ağlıyor. gururuna dokunuyor kadının ama babam yanına gelip ''üzme sen kendini, sana gülmek yakışıyor, ben seni şu gamzen için sevdim, o gamzeni sakın benden gizleme'' diyor. Avucuna aldığı bir tutam pirinci anneme gösteriyor. Sıkıyor pirinçleri. Kaderimiz bizim bu taneler diyor , baya kızıyor ve günün sabahında annemi kolundan tutup o evden çok uzaklara (doğduğumuz yere) taşınıyorlar.
Ablam doğuyor evleniyor çoluk çocuğa karışıyor, ağabeyim de evleniyor o da çoluk çocuğa karışıyor, özetle hepimiz büyüyoruz ve biz büyürken de bizi büyütenler haliyle yaşlanıyor ve babam akciğer kanserine yakalanıyor, aynı zamanda damarlarının çoğu tıkalı olduğundan bir akşam üstü yoğun bakımlık oluyor. Gözlerini ilk açtığında karşısında annemi görüyor. Annem ağlayarak gülümsüyor.
Sonra anjiyo ameliyatları, kemoterapi derken o çok sevdiği bıyıkları dahil, saçı-sakalı her şeyini kaybediyor. Günden güne eriyip acı içerisinde zayıflıyor. Ağrıdan uyuyamıyor, geceleri yerlere çömelip halıları yoluyor, bir sürü kalp krizi ve yine yoğun bakımdan kurtulunca elinde yine annemin ellerini görüyor, annem ağlayarak gülümsüyor.
Ölmek istiyorum hanım diyor. Sana yük oluyorum...
Annem babamın olmayan saçlarını seviyor, zayıflamaktan çenesinin altında oluşan derilerini okşuyor '' o nasıl laf öyle bey, sen güçlü adamsın, pes etmek sana yakışmaz, hem dağ gibi oğulların var burada bak'' diyor.
Onlar konuşurken doktor kolumuzdan çekiyor '' son günlerini evde geçirsin, böylesi daha iyi'' diyor.
Ne de rahat söylüyor. Anneme anlatıyoruz kadın yıkılıyor. Hastanenin o son günü tekrar kocasının yanına gidip ellerini okşuyor, dişlerini sıka sıka '' iyi olacaksın merak etme sen'' diyor, babam da ağlıyor, ilk kez ağlıyor. Annem gözyaşlarını avucuyla silip'' canın bir şey istiyor mu? Ne yapim eve gidince hıh? Söyle bana'' diyor.
Yoğurtlu pirinç çorbası yap diyor. Böyle küçük çocukların hasta olunca annesinden çikolata, jelibon, pasta istemesi gibi hafif ağlamaklı, hafif tebessüm eşliğinde ''çorba'' diyor. O an çocukluğum aklıma geliyor, lapa lapa dışarıda kar yağarken uzun paltosuyla işten eve gelip sobanın karşısında dikilen o dağ gibi adamın omzundan kar alıp sobaya damlattığım günler aklıma geliyor. Sırtına binip denizde yüzdürdüğü gün aklıma geliyor, omuzunda maça gittiğimiz günler geliyor ama şimdi 3-5 merdiven çıkarken bile nefes nefese yoruluyor ve elleriyle yoğurup tırnaklarıyla yaptığı evine şimdi ölmek için gidiyor ve işin acı yanı bunu bildiği halde bilmezliğe veriyor.
Gülerek taburcu oluyor...
Artık şarjörün son mermisi, kalp krizinde son hak, gelince öleceğini biliyor ve kaza kurşununa gitmemek için '' tuvalete giderken beni bekleyin, orada olsun istemem'' diye oğullarına son ricasını yapıyor.
Üç gün geçiyor. İstediği o son çorbadan 2-3 kaşık zorla da olsa içip son kurşun sıkılıyor, yine mavi ışıklar altında hastaneye koşuluyor, orada hayatını kaybediyor.
komşular cenaze evi için tavuklu pilav yapmış. mahalle kalabalık. Bir sürü tencere... Annem pilava bakarken birden ağlamaya başlıyor, mutfakta sigara içen evlatlarına da ilk kez o yukarıdaki pirinç hikayesini anlatıyor. Yeni evliydik diyor, babanızın en mutlu olduğu gündü o gün diyor. O sessiz sakin adam yerleri yumruklamıştı gülerken diyor. Çok mutluydu diyor.
O an şok oluyorum. böyle nefesim kesiliyor. Ablam '' iyi misin?'' diye beni dürtüyor, ben saçlarımı yoluyorum.
babam o son kalp krizinde apar topar ambulansla hastaneye yattığı an aklıma geliyor, tüm müdahalelere rağmen kurtarılamadığı ve naaşını da morga götürdükleri akılıma geliyor. Ölüm evraklarını imzalarken cüzdanını bana teslim ediyorlar.
Elimde babamın cüzdanı hastane bankına oturmuş merak ve sıkıntıdan içini açıyorum. Babamın siyah beyaz fotoğrafını görüyorum. Hıçkıra hıçkıra öpüyorum. Sonra ufak gözünü açıyorum, orada küçük bir poşet gözüme çarpıyor, içine bakıyorum bir tutam pirinç. '' bu pirinç de ne ki?'' diyorum. Anlamıyorum.
Ertesi gün annem mutfakta bu hikayeyi anlatınca hemen babamın çekmecesinden cüzdanı alıp geliyorum. Ablam halen ''iyi misin?'' diyor. Ellerim titreye titreye cüzdanı açıyorum. Küçük pirinçli poşeti masaya koyuyorum. Belli ki babam yıllardır o pirinç tanelerini cüzdanında saklamış. O anki mutluluğunu hep yanında taşımış. annem görünce iyice yıkılıyor, herkes ağlıyor, biz öylece masadaki pirinçlere bakıyoruz, konuşamıyoruz ve o pirinç tanelerini mezarının dört bir yanına döküyoruz.
Huzur içinde yat sessiz sakin suskun adam.
4 notes · View notes
avalonunezgisi · 2 years
Text
yarın kızlar gelecek, pandispanyalı sahte pasta yapacağım. veeee şak diye nebinin imkanını anlatacağım cmt günü. aynen. ew krizi bitmez, taşınamam. taşınmak ne bilmiyorum. bir ara silindi hafızamdan. dinleyemediğim müzikleri tatlı bir hülya gibi. yok, hatırlayamıyorum da. bir dakika önce sürahiden döktüğüm suyu tekrar arkamı dönüp görünce nazeninde inanamıyorum. ahde vefa dostlar, karşılıklı işte.
1 note · View note
welt-guncesi · 1 month
Text
24.08.2024 ~ 15.20
Öyle şeyler yaşadım ki buraya gelip yazacak mecalim bile yoktu. Bu süreçten geçiyor olmaya ancak dayanabildim. Ne yazmaya ne de konuşmaya halim yoktu. Şimdiyse ilk alabildiğim nefeste geri geldim.
Çoğunlukla yük gibi gördüğüm çift olma meselesi geldi az önce aklıma. Son zamanlarımda görüşmeye çalıştığım birkaç kişiden en düzenlisi Karikatüristi düşündüm. Onla çift olarak hayal edebiliyorum ikimizi, aslında en başından beri. Ama onun aynı düşüncede olmadığını hissettiğimden beri bu yönde bir çaba göstermiyorum. Erkeğin isteğini en azından gösteribilecek düzeyde eril olmasından yanayım artık, diğer türlüsü tüm yükü kadının sırtına bindiriyor, Seyit Onbaşı olup çıkıyoruz. Ona bir dahaki bir araya geldiğimizde (yine İzmire dönünce benim ona yazmamla olacak bir durum, bkz. onun buluşlamak için hiç yazmaması) sormak istiyorum. Ama Welt-Karikatürist ilişkisinden de dışarda anket yaparmış gibi bşr amaçla aslında, "neden istemiyorsun? benim tarafından gerekçelerin neler ben enden partner olmaya uygun değilim? ve senin kendi gerekçelerin neler?" Ama sonrasında pişman olmayacağım şekilde konforlu bir ortamı yakalarsam sorabilirim ancak. Yoksa sonrasında insanlara fazla içsel sorular sorduğum veya konuştuğum için pişman oluyorum. Kimse içini göstermek istemiyor.
Neyse bu düşünce akışından sonra tarihe notlar atayım biraz:
Anne babamın boşanma sürecinde durulma var. Ayrılık devam ediyor, edecek de. Annem tüm yaptığı saldırıları son buldurmuşa benziyor. Babamdan anlaşmalı boşanma koşullarını duymak istedi. En son annemin babamın dükkanını basmasında beni kesinlikle dinlememesi üstüne yaşadığım hayal kırıklığı ve sinir krizi sonrasında dahil olmıycam kesinlikle dediktem sonra arabulucu oldum! skjdfh Annem koşulları kabul ediyor gibi, (babamın evleri ve arsayı anneme bırakması, annemin dükkanının devir parasındaki payından feragat etmesi, kendi dükkanı ve arabasını istemesi ve evin alt katındaki 1+1'de yaşamak istemesi) ama sonradan annem nafaka istedi babamsa çok kötü bir durumda olduğunu nafakayı karşılayamayacağını söyledi. İsterse ben evde kalmayayım orayı kiraya verip ekstra gelir elde etsin dedi. Şu an bu süreçteyiz, henüz resmiyete taşınmış bir şey yok. Ama sanırım anlaşmalı boşanma süreci başlayacak adli tatil bitince. Bu konuda daha fazla yazmak istemiyorum içim daralıyor.
Eski terapistimle seans yaptık ve ben devam etmek istemediğimden emin oldum. Hem şu ana kadarki her terapistimde olduğu gibi onların benim üstümdeki etkisini yetersiz buluyorum, -geçirgen değilim sanırım- hem de bu kadının ilgisizliğini hissediyorum, sanki benden hiç hazetmiyor, gelip gelmemem pek de umrunda değil. Dolayısıyla iyi hissetmediğim bir uygulamaya neden para verip kendimi kandırayım, gerek yok. Uzunca bir süre bu terapi işlerini salmaya karar verdim, çok farklı bir yöntem olmadığı sürece bir daha başlayacağımı da düşünmüyorum.
Kardeşimle aramız iyi. O da en az benim kadar yıpranıyor farkındayım OSB olduğundan sürecin onun üstünde daha yıpratıcı olmasından çekiniyorum ama sanırım ikimiz de aynı düzeyde zarar görüyoruz. Üstelik daha düz ve daha mantık çerçevesinde bakmasına sebep olan özel durumu bazen faydasına oluyor. Çift saatler gördüğüm bir dönemdeydim, o da öyleymiş. Hep mesajı ne diye düşünürdüm şimdi gördükçe birbirimize mesaj atıyoruz. Buna vesile oldu, "aklımdasın, seni düşünüyorum, seni seviyorum" demenin bir yolu gibi, çok tatlı bence.
Diğer bir güncelleme; birkaç gün önce ev sahibim iletişime geçti, eve alıcı çıkmış ama iki ay içinde boşaltmamızı istiyorlarmış. Dedim maalesef ben 2 aya dönmüş bile olmayacağım daha. Durumumdan da bahsettim. O da kendi durumunu açıkladı sanırım oğlunu evlendirdiği için paraya ihtiyacı mı varmış ne? (saçma) Bir-iki gündür bu konuda nasıl bir yol izlememin iyi olacağını düşünüyorum. Çünkü şu an ev taşıyacak ne maddi ne manevi durumum yok. Özellikle İzmire dönünce ne yapacağım konusu büyük bir muamma olduğu için iş iyice çıkmaza giriyor. Bunu bir alt paragrafta açıklayayım.
Yine geçtiğimiz günlerde Corner işini kaybettim. Sosyal medyayı big boss başkasının yönetmesi istediğine karar vermiş, çünkü dükkan pek kazanmıyormuş. Benim iş verenimle alakalı bir derdimiz yok, İ.Abi zaten çok tatlı bir insandır, hellaleşerek ayrıldık. Eylülden itibaren Corner geliri olmayacak.
Fakat ertesi gün de dükkanda dümdüz otururken gelen bir telefonla Oz sosyal medyasını yönetme teklidi aldım. Aracı olan kişiyle yapılacakları konuştuk ben de kendi kabiliyet ve tecrübelerimi anlattım. İş tam istediğim gibi. Haftanın her günü orda olmamı istemiyorlar, ama ekipten biri olacağım, maaşlı ve sigortalı çalışan olarak görüneceğim. Konser olan günlerde orda bulunmam şart tabi. Etkinliklerin afişi, duyrulması, anlık story paylaşımı, gelen mesajların cevaplanması vs. tüm görsel medya sorumluluğu bende olacak. Profesyonel makine kullanımı vs istenmiyor, zaten o şekilde yönetmiyorlar yıllardır ama benim içim rahat etmez illa makinemi işin içine dahil ederim diye düşünüyorum. Neyse big boss ile telefonda konuştuk kısaca yüz yüze görüşelim dedi, İzmirde olmadığımı söyledim. İşten asıl anlayan kişilerle bir araya gelince detaylı konuşalım yarın dedik, yarın dediğimiz de dündü. Bugün de aradım ama bir meşgule attı. Tadilat süreci ve sezon açılışı ile meşgul odluğundan dolayı atladığı söylüyor aracı arkadaşlar. Bakalım dönüş yapmazsa yarın hatırlatacak arkadaş. Bir başkası olduğunu ve benden daha uygun biri olduğunu düşünmüyorum. Şansıma da bu işi 7 yıldır yapan çocuğun (çocukla çekime gittiğim konserde tanışmıştık) ailesinin yanına taşınması gerektiği için bu pozisyon boşa çıkıyor ve arayışa geçiyorlar. Zaten Oz'un ne kadar köklü ve big boss'un da ne kadar taşaklı olduğundan bahsetmeme gerek yok. Mekanın eski formu yok diğer psm'den ötürü ama hala daha beni heyecanlandıracak isimleri sahneye çıkarmaya devam ediyor önümüzdeki konser takvimine bakılırsa.
İlk konser 13 Eylülde. O zamanda kadar burdaki iş akışının sakinleşeceğini düşünüyorum ve ilk birkaç hafta buraya git-gel yaparım diye düşündüm. (Ben düşünemedim aslında Gözdemin tavsiyesi, sağolsun. O hariç başka kimseye bir şey söylemedim. Bu sefer totem yapıyorum, nazar totemi, bakalım..) Eğer maaş da düzgün olursa bu iş beni çok mutlu edecek gibi duruyor.
Bu arada Yıldız Tilbe çekmeye gittim 1 günlüğüne Bodrumda. Kuzenlerim ve halamla görüştüm. Evinde kaldığım küçük kuzenimle bağımız güçlendi. Bizim jenarasyonun kadınları ne kadar genç olursa olsun hep daha güzel olgunlaşıyor ve bilinçleniyor gerçekten, gurur duydum ailede düzgün düşünebilen nadir insanlardan biriymiş.
Bodrum'dan dönüşte klimasız dolmuşta annem yüzünden, olanlar yüzünden ağlarken çok canım yandığı o anda bir an sakinleşmeye çalışıp tüm kalbimle yaratıcıya sığındım içimden kaç defe "Allahım sen büyüksün, sen yolu gösterirsin" dediğimi bilmiyorum. Aynı gündü zaten Cornerın gitmesi falan da. Ertesi gün Oz teklifi geldi ama. İşte böyle şeyler oluyor şu anda.
0 notes
medikalhaberler · 1 month
Text
Yapay Tatlandırıcı Eritritol ve Kalp Krizi Riski Arasındaki İlişki
Tumblr media
  Eritritol: Kalp Sağlığı İçin Potansiyel Riskler ve Alternatif Tatlandırıcılar
Son yıllarda popülerlik kazanan düşük kalorili tatlandırıcılar, özellikle diyabet hastaları ve kilo kontrolü yapmak isteyenler için cazip bir seçenek olarak görülüyor. Ancak, Cleveland Clinic'ten gelen yeni bir araştırma, yaygın olarak kullanılan bir tatlandırıcı olan eritritolün kalp sağlığı üzerinde beklenmedik etkileri olabileceğini ortaya koydu.
Eritritol Nedir ve Neden Kullanılır?
Eritritol, şeker alkolü olarak bilinen bir grup tatlandırıcıya ait olup, doğal olarak bazı meyvelerde bulunur. Ancak gıda endüstrisinde kullanılan eritritol genellikle laboratuvar ortamında üretilir. Düşük kalorili olması ve kan şekerini çok az etkilemesi nedeniyle özellikle diyabet hastaları ve kilo kontrolü yapanlar tarafından tercih edilir. "Eritritol kullanmaya başladığımdan beri tatlı ihtiyacımı karşılayabiliyorum ve kan şekerim daha stabil. Ancak bu yeni araştırma beni endişelendirdi." - Ayşe K.
Yeni Araştırmanın Bulguları
Cleveland Clinic'in kardiyovasküler araştırma ekibi tarafından yürütülen çalışma, eritritolün beklenmedik bir şekilde kan pıhtılaşmasını artırabileceğini gösterdi. Bu bulgu, özellikle kalp hastalığı riski yüksek olan kişiler için önemli bir uyarı niteliğinde. Tatlandırıcı Kalori (100g başına) Glisemik İndeks Potansiyel Riskler Eritritol 20 0 Kan pıhtılaşması riskinde artış Şeker (Sukroz) 387 65 Obezite, diyabet riski Stevia 0 0 Minimal risk
Alternatif Tatlandırıcılar ve Sağlık Etkileri
Eritritol dışında birçok alternatif tatlandırıcı bulunmaktadır. Bunların her birinin kendine özgü özellikleri ve potansiyel sağlık etkileri vardır: - Stevia: Bitkisel kaynaklı, sıfır kalorili - Aspartam: Düşük kalorili, ancak tartışmalı - Sukraloz: Sıfır kalorili, ısıya dayanıklı - Ksilitol: Diş sağlığına faydalı "Tatlandırıcılar konusunda kafa karışıklığı yaşıyorum. Hangisinin daha sağlıklı olduğuna karar vermek zor." - Mehmet S.
Sık Sorulan Sorular
Eritritol tamamen güvensiz mi? Eritritolün tamamen güvensiz olduğunu söylemek doğru olmaz. Ancak yeni araştırmalar, özellikle kalp hastalığı riski taşıyan kişilerin dikkatli olması gerektiğini gösteriyor. Hangi alternatif tatlandırıcı en güvenli? Her tatlandırıcının kendine özgü özellikleri vardır. Stevia gibi doğal kaynaklı tatlandırıcılar genellikle daha güvenli kabul edilir, ancak kişisel sağlık durumunuza göre bir sağlık profesyoneline danışmanız önemlidir. Tatlandırıcılar kilo vermeye yardımcı olur mu? Tatlandırıcılar kalori alımını azaltabilir, ancak tek başına kilo verme garantisi vermez. Dengeli beslenme ve egzersiz, kilo kontrolü için hala en etkili yöntemlerdir.
İstatistiksel Veriler
Yapay tatlandırıcıların kullanımı son yıllarda artış göstermiştir: - 2020 yılında global yapay tatlandırıcı pazarı 7.2 milyar dolar değerindeydi. - 2025 yılına kadar bu pazarın 9.7 milyar dolara ulaşması bekleniyor. - ABD'de yetişkinlerin yaklaşık 'i düzenli olarak yapay tatlandırıcı kullanıyor. Eritritol Kullanımı Hakkında Uzman Görüşü (İngilizce) Sonuç olarak, eritritol ve diğer yapay tatlandırıcıların kullanımı konusunda dikkatli olmak gerekiyor. Sağlık durumunuza uygun en iyi seçeneği belirlemek için bir beslenme uzmanı veya doktorunuza danışmanız önemlidir. Kaynak: CNET Health Read the full article
0 notes
aykutiltertr · 2 months
Video
youtube
Bir Demet Yasemen - Muazzez Ersoy ✩ Ritim Karaoke (Nihavend Minör 8/8 Dü...  ⭐ Video'yu beğenmeyi ve Abone olmayı unutmayın  👍 Zile basarak bildirimleri açabilirsiniz 🔔 ✩ KATIL'dan Ritim Karaoke Ekibine Destek Olun (Join this channel to enjoy privileges.) ✩ ╰┈➤ https://www.youtube.com/channel/UCqm-5vmc2L6oFZ1vo2Fz3JQ/join ✩ ORİJİNAL VERSİYONU 🢃 Linkten Dinleyip Canlı Enstrüman Çalıp Söyleyerek Çalışabilirsiniz. ⭐ 🎧 ╰┈➤ https://youtu.be/rt4FOWGtv4M ✩ (MAKE A LIVE INSTRUMENT ACCOMPANIMENT ON RHYTHM IN EVERY TONE) ✩ Aykut ilter Ritim Karaoke Ekibini Sosyal Medya Kanallarından Takip Edebilirsiniz. ✩ İNSTAGRAM https://www.instagram.com/rhythmkaraoke/ ✩ TİK TOK https://www.tiktok.com/@rhythmkaraoke ✩ DAILYMOTION https://www.dailymotion.com/RhythmKaraoke ⭐ Bir Demet Yasemen - Muazzez Ersoy ✩ Ritim Karaoke (Nihavend Minör 8/8 Düyek Beste Zeki Müren) @RitimKaraoke Müzisyenlerin Buluşma Noktası.... ESER ADI           :  BİR DEMET YASEMEN SÖZ GÜFTE       :  ZEKİ MÜREN BESTE - MÜZİK:  ZEKİ MÜREN USÜL                 :  8/8 DÜYEK MAKAM - DİZİ :  NİHAVEND - MİNÖR Bm            F#        Bm Bir demet yasemen Bm          F#         Bm Aşkımın tek hatırası Bm             Em Bitmiyor ayrılık Em                   Bm Dinmiyor gönlümün Em         Bm         F#           Bm Hicran   hicran   hicran yarası Bm Ağlasam inlesem F#            G         Em     Bm Silinmez bahtın karası Bm             Em Bitmiyor ayrilik Em                  Bm Dinmiyor gönlümün Em          Bm       F#         Bm Hicran   hicran   hicran yarası Zeki Müren Doğum 2 Ocak 1931[1] Bursa, Türkiye Ölüm 24 Eylül 1996 (65 yaşında) İzmir, Türkiye Ölüm sebebi Kalp krizi Defin yeri Emir Sultan Mezarlığı, Bursa Diğer ad(lar)ı Sanat Güneşi · Paşa Eğitim Boğaziçi Lisesi Mezun olduğu okul(lar) İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Müzikal kariyeri Tarzlar Klasik Türk müziği Meslekler Şarkıcı · besteci · söz yazarı · oyuncu · şair Çalgılar Vokaller Etkin yıllar 1951-1996 İmza Zeki Müren (2 Ocak 1931, Bursa[1] - 24 Eylül 1996, İzmir), Türk şarkıcı, besteci, söz yazarı, oyuncu ve şair. "Sanat Güneşi"[2] ve "Paşa"[3] olarak anılan Müren, klasik Türk müziğinin en büyük isimlerinden biri olarak kabul edilir. Sanata olan katkılarından dolayı 1991 yılında "Devlet Sanatçısı" unvanıyla[4] ödüllendirilmiştir. Türkiye'de verilmeye başlanan Altın Plak Ödülü'nün de ilk sahibi olan sanatçı, müzik yaşantısı boyunca altı yüzü aşkın plak ve kaset doldurmuş, üç yüzü aşkın şarkı bestelemiştir. Diskografi Ana madde: Zeki Müren diskografisi Stüdyo albümleri 1951: Bir Tatlı Tebessüm 1966: Senede Bir Gün 1973: Pırlanta 1 1973: Pırlanta 2 1973: Pırlanta 3 1974: Pırlanta 4 1974: Anılarım 1974: Hayat Kumarı 1975: Mücevher 1976: Güneşin Oğlu 1977: Nazar Boncuğu 1978: Sükse 1980: Kahır Mektubu 1980: Sarmaşık Gülleri 1982: Eskimeyen Dost 1983: Unuttumu Dudakların Adımı 1984: Hayat Öpücüğü 1986: Masal 1986: Aşk Kurbanı 1987: Helal Olsun 1988: Gözlerin Doğuyor Gecelerime 1988: Karanlıklar Güneşi 1989: Ayrıldık İşte 1989: Zirvedeki Şarkılar 1989: Sev Beni 1990: Dilek Çeşmesi 1991: Dünden Bugüne 5 1991: Dünden Bugüne 6 1991: Doruktaki Nağmeler 1992: Sorma * Zeki Müren, yukarıda belirtilenler dışında, 1968-1974 yılları arasında Grafson Plak'tan kendi adıyla anılan 12 farklı albüm daha yayınlamıştır. Filmografisi Ana madde: Zeki Müren filmografisi Kazandığı ve aday gösterildiği ödüller Yıl Aday gösterilen çalışma Ödül Sonuç 1955 Altın Plak Ödülü Müyap Kazandı 1973 En İyi Erkek Solisti[31] Altın Kelebek Ödülleri Kazandı 1991  Türkiye Cumhuriyeti Devlet Sanatçısı unvanı Kazandı 1997 Yekta Okur Özel Ödülü Kral TV Video Müzik Ödülleri Kazandı Ayrıca bakınız Zeki Müren Sanat Müzesi Kaynakça ^ a b "Zeki Müren'in hayatındaki bilinmeyen ayrıntı". 13 Ağustos 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi. ^ a b c Sultan Uçar (15 Eylül 2013). "Gizli kasadaki Zeki Müren". HABERTÜRK. 1 Ocak 2014 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 31 Aralık 2013. ^ "Hangi Zeki Müren şarkısı duygularınızı en iyi ifade ediyor?". CNNTÜRK TV. 4 Mart 2016 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 18 Nisan 2013. ^ "Devlet sanatçılığına iptal". NTVMSNBC. 1 Ocak 2014 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 31 Aralık 2013. ^ Ismet Göksel Berber (26 Eylül 1996). "Zeki Müren Kimdir?". bilgiustam.com. 1 Haziran 2016 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 16 Ocak 2016. "Eserleri hakkında". Türkiye Gazetesi. 26 Eylül 1996. ve İnternet ^ "Türk Sanat Müziği'nin Güneşi: Zeki Müren". 1 Ocak 2014 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 31 Aralık 2013. ^ a b c d e f g h "Batmayan Güneş Zeki Müren" belgeseli. Yapımcı: Kürşat Özkök. TRT. Yayımlanma tarihi: 10-12 Eylül 1996. ^ "Maksim Gazinosu sahnelerinde aralıksız 11 yıl Behiye Aksoy ile dönüşümlü olarak sahne almış olan TSM.mizin unutulmaz sanat güneşi kimdir?". Mynet. 4 Şubat 2015 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 31 Aralık 2013. ^ ARŞİV ODASI: Zeki Müren, 1976 - BBC TÜRKÇE. BBC Türkçe. YouTube. 1 Ocak 2016 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 4 Şubat 2015.
0 notes