#Sabah şekerleri
Explore tagged Tumblr posts
Link
Erkan Petekkaya, 1997 yılında birlikte 70 bölüm Sabah Şekerleri programını sunduğu Ceyda Düvenci ile bir araya geldi.Yeni filmiyle gündeme gelen Erkan Petekkaya,Bambaşka Sohbetler programına konuk oldu. İki eski dost geçmiş günleri andı.Düvenci, Erkan Petekkaya için; "Çok eski dost, güzellik yarışmasından çıktıktan sonra 'Sabah Şekeri' olduğumda yanımdaydı. Dağ gibi, yakışıklı, yağız bir delikanlı. Geldi, beraber canlı yayın program sunmaya başladık. Yüreği pamuk gibi ama, saman alevi gibi bir siniri var. Sonra üzülüyor sinirlendiği zaman. Sonra 'sunuculuk bana göre değilmiş ben oyunculuğuma geri dönüyorum' dedi, arkasına bakmadan gitti. Ne iyi yaptı giderek. Türk televizyonlarında, dizilerinde yeri doldurulamayacak jönlerden biri oldu. Mesleğine çok hakimdir, aslan gibi duruşu vardır ama, siz bilmezsiniz o çok heyecanlıdır. Eli ayağı titrer heyecandan" ifadelerini kullandı.Erkan Petekkaya da dostu Ceyda Düvenci'ye teşekkür edip şu açıklamayı yaptı: "Programa başlarken dans ettiriyorlardı ya bize, hiç yapamıyordum. Odun gibiyim ben, hala dans edemem. Çok saçma hareketler yaptım. 'Ben bu işi yapamayacağım' dedim, Diyarbakır'a tiyatroya geri döndüm. Ya tiyatroydu ya stüdyoydu, ben tiyatroyu seçtim. Benden şeker mi olur ya?"YILLAR SONRA AYNI POZLARI VERDİLERMagazin dünyasının ünlü isimleri, yıllar önce çekilen fotoğrafları bugüne uyarladı ve benzer pozları tekrar verdiler... İşte ortaya çıkan manzaralar...'Değişen sadece saç rengi' 21 yıl sonra aynı poz!Süheyl ve Behzat Uygur, bir dönem “Şahane Pazar” programını birlikte sundukları İpek Tanrıyar’la yıllar sonra yeniden bir araya geldi.Tanrıyar, oyunlarını izlemeye gittiği Uygur kardeşleri kuliste ziyaret etti ve ikiliyle 2002’de verdiği pozu tekrarladı.Behzat Uygur eski ve yeni fotoğraflarını Instagram’da “İpek oyunumuza geldi. Bir önce-sonra yapalım dedik” notuyla paylaştı.Tanrıyar da kendi sayfasına eklediği o karelerin altına şöyle yazdı: “Mazi kalbimde öyle güzel ki, en az şimdiki gibi.” Paylaşıma “O döneme ışınlandım”, “Değişen sadece saç rengi” şeklinde yorumlar geldi.23 YIL SONRA AYNI POZ1995 yılı Queen of Turkey yarışması birincisi Ebru Şallı ve aynı sene Türkiye Güzeli olan Demet Şener, ödül gecesinde bir araya geldi. Hasret gideren ikili 23 yıl sonra aynı pozu verdi.Türkiye'nin en güzel kadınları arasında yer alan Demet Şener ve Ebru Şallı'nın uzun yıllardır süren dostluğu devam ediyor. Zaman zaman bir araya gelen ikili önceki akşam ‘Azar Yıldızları’ ödül gecesine katıldı. Tescilli güzeller, birlikte çekilen fotoğraflarını takipçileriyle paylaştı.Şener, Şallı ile pozlarına; "Canım Ebru Şallı ile dün gece güzel bir davetten" notunu düştü. Şallı, yakın dostuna; "İstanbul'da yangın çıkmış" yorumunu yaptı.Ardından aynı kareleri kendi sosyal medya hesabından paylaşan ünlü isim, gönderisine; "Zamansız dostluk" notunu düştü.İkilinin pozlarına binlerce beğeni ve "Yıllara meydan okuyorsunuz" "zamanı durdurmuşsunuz" gibi yorumlar geldi.Ebru Şallı ve Demet Şener 2000'li yılların başında 'Dekolte' programını sunmuştu.KIZIYLA AYNI POZU VERDİAğustos 2020'de ilk çocuğunu dünyaya getiren Bengü, minik Zeynep ile bu fotoğrafını sosyal medya hesabında paylaştı. Kendi çocukluk fotoğrafını da sayfasında yayınlayan Bengü altına " Ben, kızım...Babam ve ben..." notunu düştü. İki fotoğraf arasındaki benzerlik dikkat çekti. 37 YIL SONRAOyuncu ve sunucu İbrahim Büyükak, ablaları Gamze Büyükak ve Gökben Büyükak Demirel ile 37 yıl önceki çocukluk fotoğrafındaki pozun aynısını verdi.Eski günleri yad eden oyuncu fotoğraflarını, "37 yıl önce ve şimdi ablamlarla ben" notuyla yayınladı.BU KEZ YALNIZKlarnet sanatçısı Hüsnü Şenlendirici, geçmiş günleri yad etti. Çocukken dayılarıyla enstrüman çaldığı sokağa yıllar sonra tek başına giden Şenlendirici, o günlere andı."Ayazköy-Bergama! Klarnetçiler: Ustam dayım Mansur Köfeci ve rahmetli dayım Üstat Kel Mesut... Davulcuda büyük ihtimalle Çilli Şerif amca’ mesajını düştü."EMANET CEKETTEN BUGÜNLERE... Nusret Gökçe, 51 milyon kişinin takip ettiği hesabında annesiyle fotoğrafını paylaştı.Altına "Fotoğraf 20 yıl önceden. Kardeşimin düğünü. Takım elbise emanet" notunu düştü.Yıllar içinde hatırı sayılır bir servetin sahibi olan ünlü işletmeci, annesiyle bir kez daha objektif karşısına geçti.
0 notes
Link
Erkan Petekkaya ve Ceyda Düvenci 26 yıl sonra bir araya geldi
0 notes
Text
Günaydın sabah şekerleri güne yarak gibi başladık hadi hayırlısı.
0 notes
Text
Sevim Gözay hayatını kaybetti (Özel Haber)
Sevim Gözay hayatını kaybetti (Özel Haber)
Gazeteci, yazar ve sunucu Sevim Gözay, 48 yaşında hayata veda etti. 1993 yılından beri yazılı ve görsel basında emek veren Sevim Gözay, bir süredir lenfoma tedavisi görüyordu. Sevim Gözay; Kanal D, TV8, CNN Türk, ATV, SHOW TV, Habertürk, SKY 360, TRT kanallarında yönetmenlik, sunuculuk ve moderatörlük yaptı. “Dr. Stress”, “Canlan Biraz��� (Asistan), “Sabah Şekerleri”, “Hi-Fi”, “Netiket” (Yardımcı…
View On WordPress
#Artist#atv#Bazıları Sıcak Sever#Canlan Biraz#CNN Türk#Cosmopolis#Dizikolik#Dr. Stress#Habertürk#Hi-Fi#İstanbulART#KANAL D#Kasetten Canlı#Merak Ediyorum#Netiket#Sabah Şekerleri#Şehrin Rengi#Sevim Gözay#SHOW TV#Sinemaskop Randevular#SKY 360#Stüdyo#Stüdyo: Sinematik Portakal#TRT#tv8
0 notes
Text
Bi şiiri bu kadar feminen yazmak zorunda değildin umay umay :/
Oruspu Kırmızı- Umay Umay
benim yüzüm yarım, kalbim iki tane..
artık özgürüm, öyle yalnızım ki..
arabamı sağa çekip dikiz aynasında makyaj yaptım.
sana ihanetlerin en büyüğünü hazırladım,
en kanlısını; bir gün beklediğin gibi benden..
bu uzaklıktan düşsem yakalayabilir misin beni?
ne kadar kalabalığım ve ne kadarsın içimde. gözlerime bakmak istemişti herkes; nah baktırırım..
ne kadar çok şey öğrendim senden ama ne kadar az yaşadım..
ağlama bebeğim, her şeyi nefret edecek kadar çok sevdim. artık beni terk edemezsin..
bir sen bağıracaksın, bir ben susacağım. bir sen, bir ben susacağım. bir sen kıracaksın, bir ben. benim savaşım bu işte..
beni çok seveceksin, kalbimdeki ağrıyı seveceksin, kavgayı vereceğim sana, kavgayı seveceksin..
Kırmızı, sana sadece kırmızı demeliyim.
ben başaramıyorum kırmızı
hatırlamak dışında bir mucizem yok.
birşeye inandım.
birşeye ve sadece bir kere ağlayarak dansettim.
oysa hayata bağlanmak için ayağa kalkmıştım.
Daha kolay yaşamalıyım.
Metruk evlerde yaşayan ’ tam işte o kelimeydi ’
dediğim insanların arasında..
Daha kolay ama nasıl,onu da bilmiyorum.
aşk iki de bir ellerimi tutmak istiyor.
’ bir gün sen de cezanı çekersin ’ diyor.
Boşuna,ellerimi verme…
Uyutmayacağım seni,ninniler büyütmüyor çünkü.
Bahçende sıçrayan ağustos böcekleri hala saçlarımın içinde..
bir tek ben kanadım,bir tek sen gördün beni.
artık özgürüm,öyle yalnızım ki…
Doğrum yok benim.
Her yarım şey gibi.
Ne kederli,ne de mutlu.
peki ya sen! hiç hikayen yok mu senin?
“ biraz daha uyu,biraz daha hayatta kal diye tutunduğum
rüyalar beynimden yollara fışkırıyor!”
“bir nefes daha…
geleceği gördüm.kayıp duruyordu avucumdan.
belirsizliği,iğrençligini örtmüyordu.
kırmızı bir senfoni yazmak istedim,yalnız ışıkta duyulan.
çünkü beni,sadece babamın aldığı pabuçlar sevindirdi,
bayram kıyafetleri,annemin saçlarıma dokunması sevindirdi.
ikimizin tanıştığı koltuğa oturdum.
sesini silmeyi beceremedim.
en iyisi aşktı…
onu bulduğum yerde beni götürecek bir ayna aradım.”
Herşey dönüyor ve kendi etrafindaki tüm masumiyeti yok ediyor.
cehennemi sevmekten başka elimde insanca kalan ne var ki…
cehennemi ruhu hala üşüyenler için istiyorum.
kendi kötülüğümü istiyorum,son bir defa ara istiyorum.
yine aramamışsın beni.
biraz daha geç kal ki, bir şey daha bulayım…
bir gerçek daha.
hayatımdaki o işaret kayıp gidiyor gökten;
gündüze karşıysa yapayalnızım.
parlak bir hediye paketine sığdı kalbim.
yanlış bu sözcükler,yanlış.
çok ağladım,çok erkek oldum çok da kadın.
kimseyle kendimle bile yaşayamazdım.
hep yarım kaldım hep!
bana muhallebiciden tavuk göğsü alırsın.
belki,bana bir adres bile satın alırsın,çok paran vardır senin.
belki ameliyat ettirirsin; gitsin diye yüzümün diger yarısı da.
nerem varsa insan kalan…
işte orası acıtıyor.
başını derenin kenarına koy.
atını yıldızlara bağla.
dinle ama korkma,çünkü vitamin aldım,iyiyim.
ama; ya bu soluk sonsa,ağlıyorum fren seslerinin ardından gelen hıza,
kaderimin oyuncağı oldum,
sokakta aşkı buluyorum diye ama şekerleri kazandım,
övüncü oldum sessiz uzlaşmacıların,
övüncü oldum tüm yaşayamamışların,
bir kurbanın onurunu diktiler yakama.
şimdi herşey hazır.
bir tek eksiğim var kırmızı
bir türlü tamamlanamayan tamamlandıkça eksik kalan kırmızı
pirinç işlemeli bir aynada kırıldı yüzümün diğer yarısı.
herkes uyuyordu.
yüzümün yarısı benim,
yüzümün yarısıyle hep yarım öyküler anlatırım.
peki sen,yarım dudaklı bir kadını öpmek ister misin?
bir dilenci gibi yalvarıyorum yine de yanıt vermiyor aynalar…
dur bir nefes alayım…
ve senin sevdiğin kadın olayım.
yanlış bu sözlükler,yanlış bu dokunuşlar,yanlış bu anlaşılma isteği.
bir sokaktan,kendiminkine nasıl geçmeliyim.
sınırlarımı böyle yitirmişken
inan bıktım bu sözcüklerden; karanlık,gece,çocukluğum,
korku,yeni sevgilim.
afrika,çilek tanrıçalar ve çalan zillerinden bıktım.
bir de kırmızı rujdan.
kendi fotoğrafına gülümseyen,kendi içkisinde boğulan,
kendi annesinin celladıyım.
buyum işte,başka türlü nefes alamam.
çocuk da doğuramam.
hadi nefes al!
vücudumla bütün duvarları yıkmak isterdim,
kamasındaki elmaslara vurgun bir bıçak gibi…
tutunmama izin ver ya da öldür dedim.
az öğrenmeliyim,az soru sormalı,hiç beklememeliydim.
ama,bir sabah bunları yaptım.
kazanılmış nefretlerin övüncü şimdi aynalara.
ve bir de utanç.
büyük kentlerin ortasında,bir işaret gibi bırakılan kırık aynaya dön.
ve ona borçlu olduğun güzelligi sor.
o , şimdi nerede…
unuttuğumuz şarkının içinde mi?..
köşe başlarında mı ?..
biriktirdiğimiz yıldızlardamı ?
niçin hepsi dört bacaklı?..
ben o’ymuşum kahretsin.
kim yaptı bunu? kaç yüz yıllık işkence bu?..
nerden bulaştım? bu büyü nereden sarıldı sırtımın ucuna ?
neresinden vurgular kırgın sessizliğimi ?
ah o zor veda…
boyun eğiyorum,bir de…
ağlama kalbim ağlama..
ben hep sokak o.r.o.s.p.ularına,ibnelere,travestilere….
aşık olacağım..
hep masumuz işte kalmadı gözyaşımız diye bağıracağım senin için akvaryumlar çalacağım.
sen büyük evler gibi yıkıldığımda sanma ki acımı öptüğünü unutacağım,
çünkü ne mucize,hep güzel bir kadın olacağım.
hayatım boyunca yağmura rastladım,hep yağmura…sana…
pis yağmur,pis yağmur.
bir,iki,üç,dört,beş…..altı değil!
hayat,benden gizlediğin ellerini hangi cebinde saklıyorsun?
her aşk bir o.r.o.s.p.u yaratıyor.
bense beyaz duvaklar,dokunduğumda irkilen sırtlar çiziyorum.
bende oluyorum senin o kendin için korktuğun yerde…..
5 notes
·
View notes
Text
Okumanız dileğiyle muhteşem 💙
“Derviş`in Kavalı Ve Felsefe Dersleri”
Bugün eşimin ellinci ölüm yıl dönümü.
Evliliğimizin üçüncü yılında, henüz yirmi yedisinde soluverdi canı bir tanemin.
Bir evlat emanet etti bana, oğlumu.
Ailem, dostlarım, komşularım birçok kez baskı yaptılar evlenmem için.
Evlenmedim.
Elli yıldır özlemimdeki sırlı güzelliktir eşim.
Can yoldaşımı çok özlüyorum ve ona bir mektup yazdım bugün.
Kendimden, oğlumdan, güzel günlerden, hoş hatıralardan bahsettiğim bir mektup.
O mektubu paylaşacağım sizinle ve mektubumun bitiminde kaval çalacağım eşimin o güpgüzel ruhuna doğru…
Can Yoldaşım,
Bir haftalığına oğlumuzun yanına gitmiştim İstanbul’a.
Bugün döndüm köye.
Yolda yazdım sana bu mektubu.
Şimdi mezarının başında okumak istiyorum.
Biliyorum ki, bütün zamanlardan ve bütün mekanlardan gören ve duyansın beni sen; evimizden, bahçemizden, oğlumuzun yanından, yeryüzünden ve gökyüzünden duyumsayansın ruhumu.
Oğlumuz profesör oldu geçen ay, felsefe profesörü.
Benim kadar sen de gurur duymuşsundur eminim.
“Babacığım seni her davet edişimde reddediyorsun; ama bu sefer beni kırma lütfen.
Üniversitede dersime girmeni çok isterim” dedi. “Peki” dedim, “otururum bir kenarda.”
“Hayır babacığım” dedi, “kürsümde sen oturacaksın ve sohbet edeceksin öğrencilerimle.
“Şaşırdım.”
“Oğlum, ne konuşabilirim ki öğrencilerinle?” dedim.
“Felsefe üzerine elbette” dedi, “onlar soracak, sen cevaplayacaksın.”
Kızdım.
Dedim, “senin gibi tahsilli değilim ben, aklım ermez senin ilmine.“
“Kıracak mısın yine oğlunu?” dedi sitemle.
Sana baktım, senin duvardaki fotoğraflarına, -hele kucağında oğlumuzun olduğu fotoğrafa-.
“Seslendin o fotoğraftan bana, “git Derviş’im” dedin, “benim hatırıma, oğlumuzun hatırına git canım benim.”
Yıllardır köyünden çıkıp ilçeye bile gitmeyen ben, oğlumuzun yolladığı biletle, on saatlik yola, İstanbul’a gittim.
Otogarda karşıladı beni oğlumuz.
Nasıl özlemişim bir bilsen.
Sımsıkı sarıldım ona.
Oğlum annesi koktu, sen koktun o anda.
Evinde ağırladı beni, -gelinimiz demeyeceğim kesinlikle- kızım ve torunlarımızla.
Daha evine giderken sordum arabada, “öğrencilerin biliyor mu dersine gireceğimi?”
“Evet babacığım” dedi.
“Nasıl anlattın onlara beni?” dedim.
Gülümsedi.
“Bir köylüm gelecek ve sizinle felsefe sohbetleri yapacak dedim”.
“Niye söylemedin baban olduğumu?” dedim.
“Sana torpil geçmelerini istemedim, çatır çatır sorular soracaklar sana!” dedi.
Aldı beni bir tedirginlik.
“Bilmez misin, cahilim senin yanında oğlum” dedim.
“Sen benim yalnızca babam değilsin, hocamsın” dedi oğlumuz.
Eve vardığımızda kızımız, torunlarımız hep moral vermeye çalıştı bana.
Kızımızı ve torunlarımızı da çok özlemişim.
Ah, o tedirginlik işte; gece uyuyamadım, gözlerimi bile yummadım neredeyse.
Oğlumuz kavalımla gelmeni söylemişti.
“Olur” demiştim, “kaval çalışımı özlemiştir.
“Ertesi sabah üniversiteye gitmek için hazırlanırken, “kavalını da al babacığım” dedi.
“Öğrencilerine kaval mı çalacağım?” dedim.
“Sen sustuklarını kavalında dillendirensin” dedi.
“Rezil olacağım bugün” dedim.
“Hayır, babacığım” dedi, “her şey çok güzel olacak…”
Vardık üniversiteye.
Beni arkadaşlarıyla tanıştırdı oğlumuz; profesör, doçent, asistan arkadaşlarıyla.
Öyle mahcup oldum ki el sıkışırken.
Bir şey dediklerinde, sesim titredi konuşurken.
Fısıldadı kulağıma oğlumuz, “benim hatırıma ve annemin hatırına” dedi, “lütfen rahat ol babacığım.”
Koluma girdi oğlumuz ve sınıfına geçtik.
Gülümseyerek karşıladı bizi gencecik çocuklar.
“Size bahsettiğim köylüm” dedi oğlumuz, “Derviş Amcanız bizimle olacak bugün.”
“Hoş geldiniz” dediler.
“Bugün aranızda oturacağım” dedi oğlumuz, “Derviş Amca kürsüde yer alacak.”
Yüzümün kızardığını, hatta yandığını hissettim kürsüye yönelirken.
“Önde bir yere otur bari” dedim usulca, “bir şey olursa yardım edersin bana”.
Gülümsedi, omzuma dokundu hafifçe ve en arkada bir yere oturdu hınzır!
Ön sıradan bir öğrenci dedi ki kürsüdeki bana, “sizinle felsefe üzerine konuşabileceğimizi, her şeyi sorabileceğimizi söyledi hocamız.”
Çekinerek dedim, “vakıf değilim felsefe ilmine, ama bildiğim bir şey olursa söylerim.”
Gülümsedi hepsi, içtenlikliydi gülümsemeleri.
“Köyde yaşıyormuşsunuz” dedi bir öğrenci, “anlatsanıza köyünüzü”.
“Bizim oralarda gökyüzü daha hür” dedim, “yıldızlar daha bol.”
“Eminim ki öyledir” dedi bir başka öğrenci, “İstanbul’da gökyüzü bile tutsak.”
Bir ferahlık süzüldü ruhuma.
“Buğday ekerim ben” dedim.
“Bir buğday tanesinde ne görüyorsunuz?” diye sordu biri.
“Emeği görürüm“ dedim.
“Emeği ekinde gördüm ömrüm boyunca; ekin ektikçe huzur buldum, ekmeğimi kazandım ve ektiğim buğdaylarla hem doydum, hem doyurdum.”
“Derviş Amca, sen ne güzel bir insansın” dedi bir başkası.
“Sağolasın” dedim, “hepimiz can’ız ve hepimiz güzeliz.”
Aynı öğrenci, “sana ironik bir soru sormak isterim” dedi.
İronik ne demek bilmiyorum.
Dedim içimden “başlıyor bilmediğim yerlerden sorular gelmeye!”
“Kaç sorusu olabilir bir kedinin?” dedi.
Torunlarım geldi gözümün önüne, “onlar sorsa bu soruyu, ne derdim acaba?” diye düşündüm.
Bütün gençler merakla bana bakıyor.
Göz gezdirdim sınıfa, dedim ki, “sokak kedisinin sorusu olmaz hiç, ev kedisinin de cevabı…”
“Derviş Amca, süpersiniz” dedi biri.
“Müthiş cevaptı” dediler.
“Ben de bir ironik soru soracağım” dedi bir genç.
O kadar tedirgin olmadım bu sefer!
“Bir balık mı yaşamımız kuş olmaya hüküm giymiş?” dedi.
Torunlarımızı düşündüm yine.
Onların her muzır sorusuna, aynı muzırlıkta cevap verişimi.
“Kuş olamayacağını anlayınca uçanbalık olmuş bir yaşamımız var belki de” dedim.
“Alkışlıyorum sizi” dedi soruyu soran öğrenci.
“Helal olsun Derviş Amcaya” diyenler, “harikasınız amcacığım” diyenler…
Felsefe akımlarından, düşünürlerden soru sormadılar bana.
Biri dedi, “çok güzel kaval çalıyormuşsunuz, bize kaval çalar mısınız?”
“Eşimi kaybettikten sonra öğrendim kaval çalmayı” dedim.
“Kaval ne ifade ediyor sizin için?” dediler.
“Sevgiyi ifade ediyor” dedim; “eşimin sesi, nefesi, ruhu kavalımın tınılarında dolaşıyor her üflediğimde.”
“Bize eşinizi anlatır mısınız kaval çalarak?” dedi bir genç.
“Demedim bir şey.
Çıkardım kavalımı kılıfından.
Yanı başımda seni gördüm sanki.
“Çal Derviş’im” dedin bana, “benim için üfle kavalına bir tanem…”
“Gel gör beni aşk neyledi”; ne çok severdik Yunus’un mısralarını değil mi…
Onu çalarken öğrenciler de eşlik etti bana…
Ben yürürüm yane yane
Aşk boyadı beni kane
Ne akilem ne divane
Gel gör beni aşk neyledi…
Bitiremeden ezgiyi, gözlerim doldu, nefesim ıslandı…
Baktım, çocukların da gözleri dolu dolu olmuş.
Yanıma geldiler, “eşini çok sevmişsin Derviş Amca” dediler.
“Seviyorum” dedim.
“Can olana ölüm yok ki; bedenimiz çürüse de sevgimiz taptaze dolaşacak yeryüzünü, doğayı, evreni…”
Sevgiden konuştuk, aşktan, umuttan…
“Aşkı tarif etsenize” dediler.
“Aşk” dedim, “zemheride bile kelebek olmaya heveslenmektir.”
“Kelebeğin ömrü üç günlük” dediler, “üç günlük dünyadayız zaten” dedim.
Hiçbiri sırasına dönmedi, hepsi yanımda yöremde. Oğlum geldi en arka sıradan.
“Müsaade eder misiniz?” dedi.
Çekildiler geçebilmesi için.
“Derviş Amcanız benim babamdır, ama babam olduğu kadar hocamdır da.“
Şaşırdılar.
“Elinizi öpmek isterim hocam” dedi oğlumuz.
“Estağfurullah oğlum” dedim, “ben senin elini öpmeliyim asıl.”
Kavradı elimi oğlumuz, öpüverdi saygıyla.
Sarıldık birbirimize.
“Sizin hocanız bizim de hocamızdır” dedi bir öğrenci.
Bir de baktım, hepsi sıraya girmiş elimi öpmek için.
Oğlumuz dedi ki, “felsefe, sevgiye ulaşmak için bir köprüdür; babam da bir köprü işte görüyorsunuz.”
“Derviş Hocanın üflediği kaval bana çok şeyi sorgulattı birkaç dakika içinde” dedi bir öğrenci.
Bana “hoca” denmesi, ah nasıl mutlu etti beni.
“Neyi sorguladın?” dedi oğlumuz.
“Doğadan ne çok uzak düştüğümüzü sorguladım” dedi, “ne çok hırsımızın, kibrimizin olduğunu sorguladım.”
“Derviş Hoca aşmış” dedi bir başkası, “annenizden bahsederken gözleri ışıl ışıl” dedi.
“Derviş Hocamın sayesinde profesörüm” dedi oğlumuz.
Duygulandım.
“Estağfurullah hocam” dedim.
“Ama ondan başka bir şey daha öğrendim” dedi.
“Karıncayı incitmeyenlerden değil, bir çay kaşığı şekeri karıncadan esirgemeyenlerden olmayı öğrendim.
İyi bir insan olmanın ötesinde, can olmayı, can’a kıymet vermeyi öğrendim.”
Yanıma sokuldu yine.
“Teşekkür ederim babacığım” dedi, “sana ve anneme çok teşekkür ederim…”
Bütün öğrenciler alkışladı bizi.
Oğlumuzla, çocukluğunda, karıncaları doyurmak için, karıncaların yollarına koyduğumuz toz şekerleri anımsadım…
“Karıncalar…” dedim.
Tutamadım kendimi, hıçkıra hıçkıra ağladım, dakikalarca hem de…
Sarıldı bana yine oğlumuz, o sıcacık gençler sarıldılar sımsıkı.
Korkarak girdiğim sınıftan sevinç gözyaşları içinde çıktım.
Hatıra fotoğrafları çekildik hep beraber.
Arabaya binene kadar, hatta araba hareket edip de gözden kayboluncaya kadar alkışladılar bizi ardımız sıra.
Beni çok sevdiler karıcığım…
“Sana bir hediye almak istiyorum” dedi oğlumuz.
“Üzerindeki montu ver” dedim.
“Sana yeni, daha kalın bir mont alayım babacığım” dedi.
“Hayır” dedim, “seni her kokladığımda annenin kokusunu da alıyorum ben.
Montunu giydikçe hem sen yanımda olacaksın, hem de annen.”
Demedi bir şey.
Üzerimde oğlunun montu var şimdi.
Bir giyside canımdan parçalar, kokular, dokular saklı…
Oğlumuz, yazdığı felsefe kitaplarını, tezlerini, makalelerini koydu çantama.
Onun yazdığı kitaplara, emeğinin olduğu dergilere dokunmak, sana dokunmak gibi bir tanem.
Oğlumuz bizim emeğimizdi, sevgimizdi, umudumuzdu.
Onun felsefeye serpilen emeğini, sevgisini, umudunu okuyacağım her gece ve aşk’ı ,-öz’ümdeki felsefeyi- yollayacağım kavalımın tınılarıyla sana…
Seni sevmek başlı başına bir felsefeymiş can özüm; seninle yan yana geçen zamanlarımız, bitmesini istemediğim felsefe derslerimmiş benim.
Ah, o dersler ki aşk’a erdirdi beni.
Ah güzel kadın, ah sevgili karıcığım, minnettarım varlığına…
Ergün Altan
8 notes
·
View notes
Text
Bugün eşimin ellinci ölüm yıl dönümü. Evliliğimizin üçüncü yılında, henüz yirmi yedisinde soluverdi canı bir tanemin. Bir evlat emanet etti bana, oğlumu. Ailem, dostlarım, komşularım birçok kez baskı yaptılar evlenmem için. Evlenmedim. Elli yıldır özlemimdeki sırlı güzelliktir eşim. Can yoldaşımı çok özlüyorum ve ona bir mektup yazdım bugün. Kendimden, oğlumdan, güzel günlerden, hoş hatıralardan bahsettiğim bir mektup. O mektubu paylaşacağım sizinle ve mektubumun bitiminde kaval çalacağım eşimin o güpgüzel ruhuna doğru…
Can Yoldaşım,
Bir haftalığına oğlumuzun yanına gitmiştim İstanbul`a. Bugün döndüm köye. Yolda yazdım sana bu mektubu. Şimdi mezarının başında okumak istiyorum. Biliyorum ki, bütün zamanlardan ve bütün mekanlardan gören ve duyansın beni sen; evimizden, bahçemizden, oğlumuzun yanından , yeryüzünden ve gökyüzünden duyumsayansın ruhumu.
Oğlumuz profesör oldu geçen ay, felsefe profesörü. Benim kadar sen de gurur duymuşsundur eminim. “Babacığım seni her davet edişimde reddediyorsun; ama bu sefer beni kırma lütfen. Üniversitede dersime girmeni çok isterim” dedi. “Peki” dedim, “otururum bir kenarda.” “Hayır babacığım” dedi, “kürsümde sen oturacaksın ve sohbet edeceksin öğrencilerimle. “ Şaşırdım. “Oğlum, ne konuşabilirim ki öğrencilerinle?” dedim. “Felsefe üzerine elbette” dedi, “onlar soracak, sen cevaplayacaksın.” Kızdım. Dedim, “senin gibi tahsilli değilim ben, aklım ermez senin ilmine. “ “Kıracak mısın yine oğlunu?” dedi sitemle. Sana baktım, senin duvardaki fotoğraflarına, -hele kucağında oğlumuzun olduğu fotoğrafa-. Seslendin o fotoğraftan bana, “git Derviş`im” dedin, “benim hatırıma, oğlumuzun hatırına git canım benim.” Yıllardır köyünden çıkıp ilçeye bile gitmeyen ben, oğlumuzun yolladığı biletle, on saatlik yola, İstanbul`a gittim.
Otogarda karşıladı beni oğlumuz. Nasıl özlemişim bir bilsen. Sımsıkı sarıldım ona. Oğlum annesi koktu, sen koktun o anda. Evinde ağırladı beni, -gelinimiz demeyeceğim kesinlikle- kızım ve torunlarımızla. Daha evine giderken sordum arabada, “öğrencilerin biliyor mu dersine gireceğimi?” “Evet babacığım” dedi. “Nasıl anlattın onlara beni?” dedim. Gülümsedi. “Bir köylüm gelecek ve sizinle felsefe sohbetleri yapacak dedim”. “Niye söylemedin baban olduğumu?” dedim. “Sana torpil geçmelerini istemedim, çatır çatır sorular soracaklar sana!” dedi. Aldı beni bir tedirginlik. “Bilmez misin, cahilim senin yanında oğlum” dedim. “Sen benim yalnızca babam değilsin, hocamsın” dedi oğlumuz. Eve vardığımızda kızımız, torunlarımız hep moral vermeye çalıştı bana. Kızımızı ve torunlarımızı da çok özlemişim. Ah, o tedirginlik işte; gece uyuyamadım, gözlerimi bile yummadım neredeyse.
Oğlumuz kavalımla gelmeni söylemişti. “Olur” demiştim, “kaval çalışımı özlemiştir. “ Ertesi sabah üniversiteye gitmek için hazırlanırken, “kavalını da al babacığım” dedi. “Öğrencilerine kaval mı çalacağım?” dedim. “Sen sustuklarını kavalında dillendirensin” dedi. “Rezil olacağım bugün” dedim. “Hayır babacığım” dedi, “her şey çok güzel olacak…”
Vardık üniversiteye. Beni arkadaşlarıyla tanıştırdı oğlumuz; profesör, doçent, asistan arkadaşlarıyla. Öyle mahcup oldum ki el sıkışırken. Bir şey dediklerinde, sesim titredi konuşurken. Fısıldadı kulağıma oğlumuz, “benim hatırıma ve annemin hatırına” dedi, “lütfen rahat ol babacığım.”
Koluma girdi oğlumuz ve sınıfına geçtik. Gülümseyerek karşıladı bizi gencecik çocuklar. “Size bahsettiğim köylüm” dedi oğlumuz, “Derviş Amcanız bizimle olacak bugün.” “Hoş geldiniz” dediler. “Bugün aranızda oturacağım” dedi oğlumuz, “Derviş Amca kürsüde yer alacak.” Yüzümün kızardığını, hatta yandığını hissettim kürsüye yönelirken. “Önde bir yere otur bari” dedim usulca, “bir şey olursa yardım edersin bana”. Gülümsedi, omzuma dokundu hafifçe ve en arkada bir yere oturdu hınzır!
Ön sıradan bir öğrenci dedi ki kürsüdeki bana, “sizinle felsefe üzerine konuşabileceğimizi, her şeyi sorabileceğimizi söyledi hocamız.” Çekinerek dedim, “vakıf değilim felsefe ilmine, ama bildiğim bir şey olursa söylerim.” Gülümsedi hepsi, içtenlikliydi gülümsemeleri. “Köyde yaşıyormuşsunuz” dedi bir öğrenci, “anlatsanıza köyünüzü”. “Bizim oralarda gökyüzü daha hür” dedim, “yıldızlar daha bol.” “Eminim ki öyledir” dedi bir başka öğrenci, “İstanbul`da gökyüzü bile tutsak.” Bir ferahlık süzüldü ruhuma. “Buğday ekerim ben” dedim. “Bir buğday tanesinde ne görüyorsunuz?” diye sordu biri. “Emeği görürüm “ dedim. “Emeği ekinde gördüm ömrüm boyunca; ekin ektikçe huzur buldum, ekmeğimi kazandım ve ektiğim buğdaylarla hem doydum, hem doyurdum.” “Derviş Amca, sen ne güzel bir insansın” dedi bir başkası. “Sağolasın” dedim, “hepimiz can`ız ve hepimiz güzeliz.” Aynı öğrenci,“sana ironik bir soru sormak isterim” dedi. İronik ne demek bilmiyorum. Dedim içimden “başlıyor bilmediğim yerlerden sorular gelmeye!” “Kaç sorusu olabilir bir kedinin?” dedi. Torunlarım geldi gözümün önüne, “onlar sorsa bu soruyu, ne derdim acaba?” diye düşündüm. Bütün gençler merakla bana bakıyor. Göz gezdirdim sınıfa, dedim ki, “sokak kedisinin sorusu olmaz hiç, ev kedisinin de cevabı...” “Derviş Amca, süpersiniz” dedi biri. “Müthiş cevaptı” dediler. “Ben de bir ironik soru soracağım” dedi bir genç. O kadar tedirgin olmadım bu sefer! “Bir balık mı yaşamımız kuş olmaya hüküm giymiş?” dedi. Torunlarımızı düşündüm yine. Onların her muzır sorusuna, aynı muzırlıkta cevap verişimi. “Kuş olamayacağını anlayınca uçanbalık olmuş bir yaşamımız var belki de” dedim. “Alkışlıyorum sizi” dedi soruyu soran öğrenci. “Helal olsun Derviş Amcaya” diyenler, “harikasınız amcacığım” diyenler… Felsefe akımlarından, düşünürlerden soru sormadılar bana. Biri dedi, “çok güzel kaval çalıyormuşsunuz, bize kaval çalar mısınız?” “Eşimi kaybettikten sonra öğrendim kaval çalmayı” dedim. “Kaval ne ifade ediyor sizin için?” dediler. “Sevgiyi ifade ediyor” dedim; “eşimin sesi, nefesi, ruhu kavalımın tınılarında dolaşıyor her üflediğimde.” “Bize eşinizi anlatır mısınız kaval çalarak?” dedi bir genç. Demedim bir şey. Çıkardım kavalımı kılıfından. Yanı başımda seni gördüm sanki. “Çal Derviş`im” dedin bana, “benim için üfle kavalına bir tanem…” “Gel gör beni aşk neyledi”; ne çok severdik Yunus`un mısralarını değil mi… Onu çalarken öğrenciler de eşlik etti bana…
Ben yürürüm yane yane
Aşk boyadı beni kane
Ne akilem ne divane
Gel gör beni aşk neyledi…
Bitiremeden ezgiyi, gözlerim doldu, nefesim ıslandı… Baktım, çocukların da gözleri dolu dolu olmuş. Yanıma geldiler, “eşini çok sevmişsin Derviş Amca” dediler. “Seviyorum” dedim. “Can olana ölüm yok ki; bedenimiz çürüse de sevgimiz taptaze dolaşacak yeryüzünü, doğayı, evreni…” Sevgiden konuştuk, aşktan, umuttan… “Aşkı tarif etsenize” dediler. “Aşk” dedim, “zemheride bile kelebek olmaya heveslenmektir.” “Kelebeğin ömrü üç günlük” dediler, “üç günlük dünyadayız zaten” dedim. Hiçbiri sırasına dönmedi, hepsi yanımda yöremde. Oğlum geldi en arka sıradan. “Müsaade eder misiniz?” dedi. Çekildiler geçebilmesi için. “Derviş Amcanız benim babamdır, ama babam olduğu kadar hocamdır da. “ Şaşırdılar. “Elinizi öpmek isterim hocam” dedi oğlumuz. “Estağfurullah oğlum” dedim, “ben senin elini öpmeliyim asıl.” Kavradı elimi oğlumuz, öpüverdi saygıyla. Sarıldık birbirimize. “Sizin hocanız bizim de hocamızdır” dedi bir öğrenci. Bir de baktım, hepsi sıraya girmiş elimi öpmek için. Oğlumuz dedi ki, “felsefe, sevgiye ulaşmak için bir köprüdür; babam da bir köprü işte görüyorsunuz.” “Derviş Hocanın üflediği kaval bana çok şeyi sorgulattı birkaç dakika içinde” dedi bir öğrenci. Bana “hoca” denmesi, ah nasıl mutlu etti beni. “Neyi sorguladın?” dedi oğlumuz. “Doğadan ne çok uzak düştüğümüzü sorguladım” dedi, “ne çok hırsımızın, kibrimizin olduğunu sorguladım.” “Derviş Hoca aşmış” dedi bir başkası, “annenizden bahsederken gözleri ışıl ışıl” dedi. “Derviş Hocamın sayesinde profesörüm” dedi oğlumuz. Duygulandım. “Estağfurullah hocam” dedim. “Ama ondan başka bir şey daha öğrendim” dedi. “Karıncayı incitmeyenlerden değil, bir çay kaşığı şekeri karıncadan esirgemeyenlerden olmayı öğrendim. İyi bir insan olmanın ötesinde, can olmayı, can`a kıymet vermeyi öğrendim.” Yanıma sokuldu yine. “Teşekkür ederim babacığım” dedi, “sana ve anneme çok teşekkür ederim…” Bütün öğrenciler alkışladı bizi. Oğlumuzla, çocukluğunda, karıncaları doyurmak için, karıncaların yollarına koyduğumuz toz şekerleri anımsadım… “Karıncalar…” dedim. Tutamadım kendimi, hıçkıra hıçkıra ağladım, dakikalarca hem de… Sarıldı bana yine oğlumuz, o sıcacık gençler sarıldılar sımsıkı. Korkarak girdiğim sınıftan sevinç gözyaşları içinde çıktım. Hatıra fotoğrafları çekildik hep beraber. Arabaya binene kadar, hatta araba hareket edip de gözden kayboluncaya kadar alkışladılar bizi ardımız sıra. Beni çok sevdiler karıcığım…
“Sana bir hediye almak istiyorum” dedi oğlumuz. “Üzerindeki montu ver” dedim. “Sana yeni, daha kalın bir mont alayım babacığım” dedi. “Hayır” dedim, “seni her kokladığımda annenin kokusunu da alıyorum ben. Montunu giydikçe hem sen yanımda olacaksın, hem de annen.” Demedi bir şey. Üzerimde oğlunun montu var şimdi. Bir giyside canımdan parçalar, kokular, dokular saklı…
Oğlumuz, yazdığı felsefe kitaplarını, tezlerini, makalelerini koydu çantama. Onun yazdığı kitaplara, emeğinin olduğu dergilere dokunmak, sana dokunmak gibi bir tanem. Oğlumuz bizim emeğimizdi, sevgimizdi, umudumuzdu. Onun felsefeye serpilen emeğini, sevgisini, umudunu okuyacağım her gece ve aşk`ı ,-öz`ümdeki felsefeyi- yollayacağım kavalımın tınılarıyla sana…
Seni sevmek başlı başına bir felsefeymiş can özüm; seninle yan yana geçen zamanlarımız, bitmesini istemediğim felsefe derslerimmiş benim. Ah, o dersler ki aşk`a erdirdi beni. Ah güzel kadın, ah sevgili karıcığım, minnettarım varlığına…
Yazan: Ergür Altan
(Müjdat Uluçam'dan İktibas)
12 notes
·
View notes
Text
Bugün çocuklarla oynarken aklıma annemle ablamın kavga edişleri geldi ve çocuklara onu anlattım Allah’ım. Annem beni okula götürmek istiyor ablamda beni okula götürmek istiyordu ikiside ben götüreceğim diye kavga ediyorlardı. Arkadaşlarım ablamı daha çok seviyorlar çünkü ablam arkadaşlarıma şeker veriyordu anneme gelme diyemiyorum ki üzülmesin diye. Ablama ağladım sen gelme sen gelince annemi sevmiyorlar dedim neden diye sordu sen şeker veriyorsun ama annemin şekeri yok o veremiyor istemiyorum seni dedim. Beni öptü iyi dersler benanım dedi. Okul çıkışı beni annem almaya gelmiş gözüm ablamı aradı ama o gelmedi. Anneme sordum ablam nerede diye. Konyaya gitti ömerle dedi. Çok üzüldüm. pazar akşamı geldi ablam ve bir poşet akide şekeri getirmiş bana dedi ki bak bunlar annenin benancım seni hergün okula annen götürecek ve bu şekerlerden arkadaşlarına annen verecek dedi nasıl sarıldım ablama o an anlatamam. Bana küsmedi bana kızmadı darılmadı. Allah’ım annemi çok sevecek arkadaşlarım diye diye sevinçle uyumuştum o gece. Ertesi sabah annem saçlarımı ördü sümbül kokusu sürdü saçlarıma sonra elimden tutup okula getirdi beni, bendeki neşeyi anlatmam namümkün çünkü annemde şeker var ve arkadaşlarım annemin etrafında olacaklardı. Annem şekerleri çıkarınca arkadaşlarıma verince içimde bir his belirdi annemi çok kıskandım bütün arkadaşlarım annemi öpmeye sarılmaya başladı bende ağlamaya başladım anne git buradan diye. Beni almaya gelme dedim. Annemi o kadar çok kıskanmıştım ki akşam eve gelir gelmez bütün şekerleri yemiştim sabaha annem yanına şeker alamadı ve arkadaşlarım anneme sarılmamıştı. Allah’ım yaptığım çocukluktu biliyorum ama annemi de çok seviyorum. Özür dilerim.
Nurubenan
50 notes
·
View notes
Text
İki ünlü sunucu, iki felaket:'Sabah şekerleri’ kâbusu!
İki ünlü sunucu, iki felaket:’Sabah şekerleri’ kâbusu!
Türkiye art arda iki ünlü sunucusunun başrolünde yer aldığı olaylarla sarsıldı. Daha birkaç hafta önce Murat Başoğlu’nun eşini kendi öz yeğeniyle aldatmasının şoku atlatılamamışken bir sarsıcı haber daha aldık. Vatan Şaşmaz’ın bir otel odasında ölü bulunduğu haberi hızla yayıldı. Peki, bu iki başarılı sunucuyu kesiştiren nokta neydi? Yıllar önce (90’ların ikinci yarısında) 2000 yılından itibaren…
View On WordPress
0 notes
Text
Her yerde bulabilirim seni
Güneş olabilirsin mesela
Düşebilirsin kirpiklerime bir sabah
Yürüdüğüm kaldırımda
İnadına açmış bir papatya
Ve naif bir tebessümle
İlişebilirsin dudağımın kenarına
Sonra bakarım gökyüzüne martılara
Oradasın işte
Mavide, bulutların en beyazında
Sevdasın sen
Balonlar, horoz şekerleri
Vapurlar, saat kuleleri
Çocukların neşesi
Anla işte
Neye baksam benziyor sana
7 notes
·
View notes
Video
youtube
Barış Manço’nun programına katılmıştım ve koskoca Barış Manço’nun yeni albüm yapmış genç bir adamın yeni çıkmış şarkısına nezaketen eşlik ettiğini görmüştüm. Aynı dönemlerde katıldığım sabah şekerleri programlarında şeker hanımlar, ��zdemir Asaf'ın Lavinia’sını “Kime yazdınız?” diye sorarken...
5 notes
·
View notes
Text
Her yerde bulabilirim seni
Güneş olabilirsin mesela
Düşebilirsin kirpiklerime bir sabah
Yürüdüğüm kaldırımda
İnadına açmış bir papatya
Ve naif bir tebessümle
İlişebilirsin dudağımın kenarına
Sonra bakarım gökyüzüne martılara
Oradasın işte
Mavide, bulutların en beyazında
Sevdasın sen
Balonlar, horoz şekerleri
Vapurlar, saat kuleleri
Çocukların neşesi
Anla işte
Neye baksam benziyor sana
Murat Ginlik
🌈💐🎶🌸💕
3 notes
·
View notes
Text
Endora ile Elmora
Yeni eve ilk geldiklerinde, paslı bir Alet çantasının içinde bulmuştu onları Kutunun kapağı açılınca gözlerini aralamış Ve çivilerin arasından kıza bakmışlardı Onun içine sevgi ve sıcaklık yolladılar Onun içine fırında pişirilen çikolatalı Kurabiyelerin sıcaklığını yolladılar Çünkü kızın buna ihtiyacı vardı Endora ile Elmora’ydı adları Yaklaşık on santimetre boyundaydılar Ve ikisinin de kırpıktı saçları Endora’nın tozpembe kanatları vardı Elmora’nın kanatlarıysa ateş kırmızısıydı Bazı geceler kızın gözlerine Peri tozu serperlerdi şefkatle Ve onun kirpiklerini okşarlardı Annesi evde yokken onun gitarını Tıngırdatırdı bazen kız Tek bir nota bile bilmeden Farkında değildi ama müziği saftı Ve başka biri oluyordu çalarken Annesi bir kere dinlemişti onu Gizlice, evin kapısının eşiğinden Ve artık saf değilim, diye geçirmişti içinden Bir sabah Endora ve Elmora kızın Küçük omuzlarına kondu Dışarısı sislerle kaplandı Çam kokulu bir rüzgâr evin içine doldu Vazoyu kır, diye fısıldadı Elmora Ateş kırmızısı kanatlarını oynatarak Vazoyu kır, vazoyu kır, kır onu... Hayır, yapma, dedi iyi kalpli Endora Bütün gün annesiyle temizlik yaptılar Ve bir sürü örümcek gördüler Yeni evimiz, dedi annesi... Ve özenle tozunu aldı kelebekli vazonun Endora suskundu, Elmora ise Bir şekerliğin içinden onları seyrediyordu Kız vazoyu sımsıkı kavradı Ve onu var gücüyle yere attı Parçalara ayrıldı vazo Orada öylece bıraktılar parçalarını Annesi kızı kollarından tuttu Neden yaptın bunu, diye sarstı onu Bilmiyorum, dedi kız, gözyaşları içinde Bilmiyorum, bilmiyorum anne Endora ağlamaya başladı Elmora ise kaşlarını çattı Yeni evdeki hayatları huzurluydu Bahçeye fasulye ve papatya ektiler Ve güzel havalarda mayolarını giyip Şezlongların üzerinde güneşlendiler Endora ve Elmora da küçücük Parlak bikinileri içinde Onlarla birlikte güneşlendi Ama annesi onları hiç görmedi Derken bir gün bir sirk geldi kasabaya Sarı akide şekerleri alıp bir külahta Koşa koşa gittiler sirk çadırına İki halterci adam bir sandık getirdi sahneye Ve davul sesleri eşliğinde, sandıktan Bir, iki, üç, dört, beş, altı, yedi... Sekiz, dokuz, on, on bir... Tam on iki akrobat çıktı Kız nefesini tutarken, akrobatlar Üst üste dizildiler sahnede Bir üçgen oluşturdular böylece Mayoları ışıl ışıldı mavi simle Kız göz göze geldi alt sıradaki bir tanesiyle Annesi gibi kızıl saçları vardı genç kadının Onu vur, dedi Elmora, onu vur, vur onu Yapma, dedi Endora, ne olursun yapma Kızın elleri adeta kendiliğinden Uzandı akide şekerine Ve akrobatı sol gözünden vurdu kız Ve hepsi birden yere devrildi sahnede Annesi kızı elinden tuttu Tek kelime bile etme, diye fısıldadı Ve kaçtılar sirk çadırından Ve annesi kaldırıma oturup ağladı Geceleri kiminle konuşuyorsun Bilmek istiyorum, dedi annesi ona Ve bu kötülükleri sana kimin yaptırdığını İşte o zaman, kız her şeyi anlattı ona İki periyle arkadaş olduğunu Oysa yoktu iyi kalpli Endora’nın bir suçu Annesi sabaha kadar düşündü Sabah olduğunda bir mektup uzattı kıza Kız okuma yazma bilmiyordu henüz Onun yerine mektubu annesi okudu ona Dediğine göre, Endora ile Elmora’nın Veda mektubuydu bu, kıza Seni çok sevdik, diyorlardı mektupta Ama deniz kenarına taşınıyoruz Bir daha dönmeyeceğiz bu şehre Kız mektubu defalarca okuttu annesine Endora ile Elmora’nın gerçekten Gitmiş olduğunu anladığında Bahçıvan kulübesinin içinde uyudu Fareler ve örümceklerle birlikte Annesiyle televizyon izledi günlerce Resimli kitaplara baktı ilgisizce Müziğin çağrısını yok saydı Ve bir daha asla elini sürmedi gitara Aradan yirmi yıl geçti, ama hâlâ Onları düşünürken buluyor kendini Deniz kenarında bir kulübede yaşadıklarını Ve minyatür tavalarda krepler yaptıklarını Tozpembe kanatlarıyla Endora’yı Ve ateş kırmızısı kanatlarıyla Elmora’yı Ve annesini de düşünüyor bazen Onun lavanta kokulu, kızıl saçlarını
0 notes