Tumgik
#Patrondan
seyymasensei · 2 months
Text
Bugün işe geç kaldın Aynı zamanda Allah seni araba kazasından kurtardı İstediğin işi alamadın Aynı zamanda Allah seni kötü bir patrondan korudu İstediğin kişiyle evlenemedin Ama Allah birkaç yıl sonra boşanacağını biliyordu Hayalindeki üniversiteye giremedin Ama Allah o üniversitenin sana iyi gelmeyeceğini biliyordu. Oluyorsa nasip, olmuyorsa imtihandır. Olmayan eylemleri, yoksunluk olarak değil Allah'ın seni muhafaza ettiğini düşünürsen kalbin huzur bulur.
35 notes · View notes
bilmece · 3 months
Text
Az önce çok gülüyoruz diye patrondan uyarı aldık oops 🤭 yakıştı mı hocam sana kaç yaşında insansın?
18 notes · View notes
zarifee · 1 month
Text
Kafam karışık.
Kpss puanımı H ye gönderdim, işe yarar mı diye. 2026 da çalış dedi. Ales puanımın süresi doldu mu diye merak ettim, mayısta bitmiş. Yüksek bir puanım vardı zaten benim ve hiçbir işe yaramadı. Bu acıklı sonlar beni üzüyor.
Velhasıl zam isteyeceğim patrondan. Ama bu konular çok sıkıcı, kıvrandırıcı. Fakat bu benim en tabii hakkım değil mi? Neden hakkımı istemekte çekiniyorum ki. Üstelik bu ofisi idare edenin ben olduğumu düşünürsek.
Ah zarife..güzel kalpli kız, seni seviyorum, yaralarını seviyorum, çekinmeni, düşünmeni seviyorum. Fakat unuttun mu çok sıkıştığın bir anda bu kapıyı açıvermişti Allah. Unutma zarife. Unutma.
2 notes · View notes
pazaryerigundem · 1 month
Text
İşçileri kovmakla tehdit eden patrondan bu kez Gemlik kıyımı!
https://pazaryerigundem.com/haber/186315/iscileri-kovmakla-tehdit-eden-patrondan-bu-kez-gemlik-kiyimi/
İşçileri kovmakla tehdit eden patrondan bu kez Gemlik kıyımı!
Tumblr media
Bursa’nın Gemlik İlçesinde DİSK’e bağlı Lastik-İş Sendikası’na üye oldukları gerekçesiyle 8 işçinin işten çıkarılması sendikalı işçiler ve sendika yöneticileri tarafından geniş çaplı protestolarla karşılandı.
BURSA (İGFA) – Daha önce Eti Krom’da işçileri kovmakla tehdit ederek gündeme gelen ve özellikle CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in de büyük tepki gösterdiği Gemlik Gübre Fabrikası ve YILPORT gibi limanların sahibi Yıldırımlar Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ali Rıza Yıldırım, DİSK’e bağlı Lastik-İş Sendikası’na üye oldukları gerekçesiyle Bursa’nın Gemlik ilçesinde 8 işçiyi işten çıkardı.
Söz konusu işçilerin işten çıkarmaların sonrasında sendika üyeleri Gemlik Serbest Bölge girişinde eylemler düzenlemeye başladı. Eylemlere, Gemlik Belediye Başkanı Şükrü Deviren ve CHP Gemlik İlçe Örgütü de destek verdi.
Tumblr media
Gemlik Belediye Başkanı Şükrü Deviren, işten çıkarılan işçileri ziyaret ederek, “Bugün Gemlik Gübre’de sürdürülen sendikal faaliyetler dolayısıyla iş akdi feshedilen emekçilerimizi ziyaret ettim. Mücadelelerini destekliyor, sürdürülecek diyaloglarla tekrar işlerine döneceklerine inanıyorum” dedi.
Olay, sendikal hakların korunması ve işçi hakları konusundaki tartışmaları yeniden gündeme getirirken, sendikalı işçilerin ve destekçilerinin talepleri doğrultusunda sürecin nasıl gelişeceği merakla bekleniyor.
Tumblr media
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
personeld · 1 year
Text
Ne Müşteriyi Memnun Edebiliyorsun , Ne de Patronu !!!
Personelin dünyasında en çok sıkıntı yaşanan sektör açık ara farkla hizmet sektörüdür. Öyleki sabahtan akşama kadar çalışırsın hizmet ettiğin müşterinin gözünde parasının karşılığını alamamış , patronunun gözünde ise verememiş olursun 🤷‍♂️ Bu sektör çok acımasızdır … Yeri gelir 3 kuruş para üstü için müşteri nezdinde hırsız muamelesi görür , yeri gelir açığınız çıktı diye patrondan azar…
View On WordPress
0 notes
netbilge · 2 years
Text
Bosurt Ne Demek? Bosurt Kelime kökeni? Bosurt nedir?
Bosurt Ne Demek? Bosurt Kelime kökeni? Bosurt nedir?
Bosurt Ne Demek? Bosurt Kelime kökeni? Bosurt nedir? Bosurt Hintçe bir kelime olup patron demektir. Kelimenin kökeni boss yani patrondan geliyor diye bilinmekle beraber Türkiye’de kullanılan bir kelime olmaması hasebiyle TDK ya geçmiş bir kelime değildi, bu kelimeye yakın bir kelime yoktur.
View On WordPress
0 notes
1kitapindir · 4 years
Link
Yabancı - Albert Camus - Epub İndirYabancı - Albert Camus - Pdf İndir Yabancı - Albert Camus - Epub İndirYabancı - Albert Camus - Pdf İndirAdı: Yabancı Dünya KlasikleriYazar: Albert Camus Sayfa sayısı: 112 Kitabın türü: Dünya Klasikleri, Edebiyat, Roman Dil: Türkçe Bugün annem öldü. Belki de dün,
0 notes
gggmedya · 4 years
Photo
Tumblr media
"Patrondan alacaklı olan işçi, istifa etse bile tazminat alacak" https://gggmedya.com/ekonomi/patrondan-alacakli-olan-isci-istifa-etse-bile-tazminat-alacak/
0 notes
bungoustraydogs-tr · 3 years
Text
Bungou Stray Dogs: Dazai, Chuuya, 15 Yaş -Sonuç
Tumblr media
Bu bölümün çevirisinde payı olan @laumma​ ‘a çok teşekkür ederim.
Wattpad Linki
Dazai mafya karargahındaki bir yeraltı geçidinde yürüyordu.
Uzun, beyaz ve kasvetli bir koridordu. Bu koridoru dekore eden tek şey aralıklı sıralanmış yangın söndürücüler ve floresan lambalardı. Geçit, eskiden düşman saldırılarına karşı acil tahliye geçidi olarak kullanılıyordu.
Dazai sol bacağını yaralamıştı ve koltuk değnekleri kullanıyordu. Hemen yanında beyaz ceketiyle Mori ve elinde oyuncak bebek taşıyan küçük bir çocuk vardı.
“—Ve bir sonraki işin bu.” Dedi Mori.
“Hmm. Demek bu çocuk yetenekli... Hey —bize birazcık yeteneğini göstersen problem etmeyiz hani.”
Dazai yanında yürüyen çocukla konuştu. Çocuk beş-altı yaşlarında görünüyordu. Dazai’nin seslenmelerine tepki vermedi, elinde bebeğiyle yoluna baktı.
“Demedim mi? Bu çocuk yeteneğini kendi iradesiyle kullanamıyor. Bu yüzden yeteneği nedir tam anlamıyla bilemiyorum.” Mori bunları söylerken elini çocuğun kafasına koydu. “İlgilendiğim bir hastanede çocuğun, odasındaki başka bir çocuğu yaraladığını duyduğumdan gözetimim altına aldım. Söylentilere göre çocuk, arkadaşlarını parmağını bile kıpırdatmadan ciddi şekilde yaralayabiliyormuş. Bir şey yaşanırsa tehlikeli olabilir. İşte bu yüzden, çocuğun yeteneğinin asıl halini görebilmemiz için senin etkisizleştirme yeteneğini kullanmanı istiyorum.”
Dazai kabaca küçük çocuğa baktı.
“Kyuusaku!” Çocuk bir anda hevesli sesiyle konuştu. “Hehe, ben Kyuusaku. Hey, oynayalım mı? Oynayalım mı?” dedi.
Dazai aldırış etmeden yanıtladı.
“Evet, büyüdüğün zaman oynarız tabi.”
***
Aynı koridorda, iki farklı kişinin ayak sesleri yankılanıyordu.
“Toplantının özeti burada.”dedi uzun boylu, geleneksel Japon kıyafeti giymiş bir kadın. Tokayla tutturulmuş ateş kızılı saçları vardı. “Sormak istediğin bir şey var mı çocuk?”
“Bana çocuk demeyi keser misin?” dedi Chuuya. “Yine de bir sorum olacak. Beni bu toplantıya niye getiriyorsun Ane-san(1)?”
“Bana ‘Ane-san’ deme. Daha o kadar yaşlanmadım.” Geleneksel Japon kıyafetleri giymiş kadın Chuuya’ya baktı. “Tecrübe edin diye seni toplantıya yanımda getiriyorum. Toplantı bir mafyanın paravan şirketiyle (2) yapılacak. Mori-dono’nun son eklemesine göre, bir ticaret şirketinin başkanıymış. Görüşmenin ortasında çay ikram edilmesinin anlaşmanın kabul edilip edilmeyeceğinde etkisi vardır. Mafyaya katılmadan önceki dönemindeki gibi her şeyi ortaklarımızın kafasını kırarak çözüme ulaştıramayacağımızı şimdiden anlamalısın.”
“Anlıyorum...” Chuuya anlayışlı bir bakışla başını kaşıdı. “Ama ya benim gibi birisi o adamlarla otururken saygısız davranırsa... ya sinirlenirlerse ne yapmalıyım?”
“Öyle bir şey olursa biz hallederiz.” Japon kıyafetli kadın kibarca elbisesinin koluyla ağzını örterek kahkahasını gizledi. “Hem bu kadar kolay etkileneceklerse erkenden öldürülmeleri daha iyi olur.”
“...Şaka mı yaptın şimdi?” Chuuya rahatsız bir yüzle sordu.
***
Ve koridorda sesler daha da yakından duyuluyordu.
“Hey, Mori-san, bu çocuk kız mı erkek mi?”
“Hazır konusunu açmışken... sormadım. Sonra belgelere bakarım.”
Ve koridorda sesler daha da yakından duyuluyordu.
“Bu arada çocuk, kafandaki siyah şapkayı dün takmıyordun. Nerden buldun?”
“Oh, bu mu? Şey...”
***
Bir gün, bir zamanlar, bir koridorda…
İki çocuk aynı anda konuştu.
Ne tarihe geçmiş ne de insanların akıllarına kazınmış, sıradan bir olaydı…
“...Ah!!”
“Ahh! Sensin!”
İki oğlanın bağırışları koridoru doldurdu.
Yetişkinler ise şaşkın bakışlarla ikisini izliyordu.
“Chuuya! Bu organizasyona niçin katıldığını zannediyorsun?” Dazai kızgın bir tonla Chuuya’ya çıkışıyordu. “Sen benim köpeğimsin, anladın mı?! Eğer ayağım kaşınıyor dersem kaşıyacaksın! Eğer soba(3) yemek istersem soba dükkanı sahibini ayağıma getireceksin! Eğer tiyatro izlemek istersem bana tek kişilik gösteri yapacaksın! İşin bu! Neden doğrudan Kouyou-san’dan emir alıyorsun?! Hiç zorluk çekmeden rütbeni mi yükselteceksin? Daha çok gençsin, git biraz köle işleriyle uğraş!”
“Neyden bahsettiğini bilmiyorum entrikacı piç! Mafyaya kendi irademle katıldım, ne senin ne astınım ne de köpeğin! Hilelerini bilmiyor muyum sanıyorsun?!” Chuuya kaybettiği oyundan bahsediyordu. “Daha sonrasında makineye baktım, birisi konsola su sızdırmış. Bu yüzden oynamam daha zordu! O maç geçerli sayılmaz!”
“Huh? Kaybetmeyi kaldıramıyor musun Chuuya? Hile yaptığımın kanıtları nerede? Hakkındaki son gelişmeleri hiç beklemeden tüm organizasyona ‘ Chuuya’nın yenilgisini inkar etmesinde bu hafta’ başlıklı makalede paylaştığımı biliyor muydun?”
“Seninle kim işbirliği yapar çok merak ediyorum... Bekle bi’dakka! Giriş yaptığımda tüm organizasyonun beni kıkırdayarak karşılamasının sebebi senin yüzünden miydi?!”
İki oğlan bağrışıyor ve birbirlerine küfrediyorlardı.
Yetişkinler ise çaresizce izliyorlardı.
“Bu ikisinin aynı organizasyona katılmasına izin vermek iyi bir fikir miydi gerçekten?” Geleneksel kıyafetli kadın Mori’ye sordu.
“Sorun yok, Kouyou-san.” Dedi Mori gülümseyerek. “Aynı organizasyonda oldukları için sorun yok zaten.”
Mori, Chuuya’nın tuttuğu şapkaya bakıyordu.
Chuuya’ya resmi olarak mafyaya katıldığı gün verdiği siyah bir şapkaydı.
***
“Bu şapkanın olayı ne?”
Birkaç gün öncesinde, mafya karargâhının en üst katında, Chuuya bir şapkaya bakmaktaydı.
“İşe alımının sembolü.” Mori karşındaki Chuuya’ya gülümsedi. “Normalde mafyada, seni mafyaya kim aldıysa sorumluluğunu üstlenir ve seninle ilgilenir. Bunun sembolü olarak, mafyaya alan kişinin yeni gelen üyeye bir giysi alıp vermesi gelenektir. Dazai-kun’a siyah ceketi vermiştim ve bu da senin için.”
“Verdiğiniz şapka eski.” Chuuya şapkayı çevirip inceledi. “Kötü değil ama... Dazai’nin giydiği ceket gayet yeniydi. Neden ikinci el dükkanından bir şey alan ben oluyorum? Bütçe sorununuz mu var?”
“Onu ikinci elciden almadım.” Mori alaycı bir gülümsemeyle konuştu. “Bu şapka, Randou-kun’a aitti.”
Chuuya aniden anladığını gösteren bir bakış attı. Sonra, şapkayı sıkıca tuttu ve ona bir kez daha baktı.
“Randou-kun’un tüm eşyalarını atıp yakmadan önce her şeyin üzerinden geçtim.” Dedi Mori ofis masasında otururken. “Ölümünden iki ay öncesine kadar, ajan olarak gittiği son görevi araştırıyormuş. Muhtemelen hafızası yavaştan geri gelmeye başlıyordu. Araştırmasının bir kaydını bırakmış: Nasıl bir gizli tesise sızdığı, ortaklarının nerelerde oldukları ve ordunun ‘Arahabaki’ denilen yaşam formunun tuttuğu araştırma raporları elimde.”
Chuuya, yalnızca yüzüne bakarak gerçek niyetlerini anlayabiliyormuşçasına Mori’ye baktı. Ama Mori, sanki ormanın derinliklerinde dağılamayan bir sis gibi yüzündeki gülümsemeyle konuşmaya devam etti.
“Tüm gerçekleri öğrenemedi ama birkaç yeni bilgi toplayabilmiş. Anlaşılan gizlice girdiği askeri araştırma tesisinde yaşayan formlarla yetenekleri birleştiriyorlarmış. Tabiri caizse insan eliyle yetenekli yaratma deneyleri yapılıyormuş.”
“Ordunun... İnsan yapımı yeteneklileri mi?”
“Ve bir şey daha var. ‘Arahabaki’ ismini sekiz yıl önce patlamaya tanık olmuş insanlar vermiş. Normalde Arahabaki tesiste başka bir isimle anılıyormuş: 258-A numaralı prototip.”
Chuuya’nın gözlerini fal taşı gibi açtı.
Chuuya’nın tepkisini ölçtükten biraz sonra, Mori, belgelerin olduğu zarfı ofis masasından çıkardı.
“Randou-kun topladığı veriler.” Mori, Chuuya’ya dosyayı gösterdi. “Ayrıca içinde başka pek çok ilgi çekici bilgi de yazılı tabi.”
“Bu dosyada... Gerçek mi...” Chuuya farkında olmadan elini uzattı. “Arahabaki... Benim gerçek kimliğim...”
Ama Chuuya zarfı tutamadan Mori hızlıca geri çekti.
Chuuya, şüpheyle Mori’ye baktı.
“Özür dilerim ama bu dosya organizasyona ihanet eden bir çalışanın gizli eşyası.” Mori her zamanki gülümsemesiyle konuştu. “Normalde yakılması gerekiyordu bu yüzden her isteyen okuyamaz. Sadece yöneticiler ve daha üst kademedekilerin görme hakkı var.”
Chuuya hafifçe kımıldadı, sessizce Mori’ye baktı.
Aralarında gergin birkaç saniye geçti.
“Demek yönetici olana kadar belgeyi okuyamayacağım, huh? Bu tedbirleri organizasyona ihanet etmemden endişelendiğin için mi aldın?”
“Hiçbir şeyden endişelenmedim.” Mori bir öğretmen gibi gülümsedi. “Endişelenmesi gereken sensin.”
“Ne?”
“Dazai-kun hakkında endişelen demek istiyorum. Bana göre ikiniz de göze çarpıyorsunuz ve ne kadar yararlı olduğunuza bakarsak eşit sayılırsınız. Ancak, direkt patrondan emir alan Dazai-kun’un daha çabuk yönetici olmasını beklemez misin? Eğer bu belgelere senden önce erişirse ne yapar hiç düşündün mü? Sence de bakman için sana vermek yerine onları okuyup yakmaz mı?”
Chuuya’nın yüzü aniden bembeyaz kesildi.
Eğer böyle bir şey olursa- Chuuya şimdiden Dazai’den belgeler hakkında bilgi almak için ne tür acılara katlanacağını tahmin edebiliyordu.
“Bir elması yalnızca başka bir elmas parlatabilir.” Dedi Mori memnuniyet dolu bir gülümsemeyle. “Eğer ikiniz de mafyaya çok çalışıp hizmet ederseniz organizasyon güvende kalacaktır. Önceki patronu, korku ve şiddete güvenmeden de geçebileceğimizi kanıtlamak istiyorum.”
Chuuya, Mori’nin konuşmasını dile getirilmemiş bir hatırayla dinledi.
“Ben...” Chuuya bir çocuğun sesine benzer kelimeleri zar zor söyledi. Yavaşça sırtındaki yaraya dokundu. “Koyunların lideri olmam karşılığında aldığım tek şey, arkadaşlarımın endişeleri ve grubun bana olan bağlılığıydı. Bu saatten sonra organizasyonuna katılmak ve emirlerine itaat etmekten üzülmüyorum. Ama bana tek bir şeyi söyleyebilir misin? Lider olmak ne demektir?”
Çocuğun ciddi bakışlarından sonra Mori’nin gülümsemesi aniden kayboldu.
Gözlerini kapadı, sonra yeniden açtı. Daha önce kimsenin görmediği samimi bir duruşla soruyu cevapladı.
“Lider, organizasyonun başındaki kişidir ama aynı zamanda organizasyonun kölesidir. Organizasyonun çıkarları ve ayakta kalması için her türlüğü çirkinliği memnuniyetle yaparım. Çalışanlarımı yetiştiririm, onlara pozisyonlar veririm ve gerekirse onları kullanıp bir kenara atarım. Organizasyonuma fayda sağlayacaksa insanlık dışı her davranışı yapmayı göze alırım. Lider olmanın anlamı budur.”
Mori, şehir manzarasına bakmak için bakışlarını pencereye çevirdi.
“Hepsi bu değerli şehri korumak için.”
Chuuya pür dikkat dinledi. Yüzünde sanki yeni doğmuş gibi masum bir ifade vardı.
“Bu... benim kaçırdığım noktaydı.”
Chuuya başını eğdi, dizini kırdı. Bir askerin keskin, itaatkar sesiyle konuştu.
“Öyleyse bütün bu kanı size adıyorum patron. Desteklediğiniz bu organizasyonu köleniz olarak koruyacağım, bütün düşmanlarınızı köleniz olarak öldüreceğim ve Liman Mafyasını hafife alan kim varsa yerçekimiyle ezeceğim.”
Mori yerde diz çökmüş çocuğu sakince izledi.
Yüzündeki gülümseme daha önceki gülümsemelerinden farklıydı- genelde insanların mutluyken yüzünde beliren biraz gizemli, derin bir gülümsemeydi. Ve tek bir şey söyledi.
“Sabırsızlıkla bekliyorum.”
Tumblr media
***
Nakahara Chuuya ve eski mafya Dazai Osamu’nun organizasyona nasıl katıldıklarının hikayesi bu kadardı.
Sonrasında yeni patron Mori liderliğinde Liman Mafyası şehirdeki etkisini büyük ölçüde genişletti. Ekonomik temellerini attılar, hükümetle marifet gerektiren bir ilişki kurdular ve yargının karışması zor bir sistem yarattılar.
Bir yıl sonra bu olaydan daha büyük bir felaket- Yokohama’nın tüm suç organizasyonlarının karıştığı, “Ejderha Başı Çatışması” olarak bilinen büyük çaplı bir çatışma yaşandı. Liman Mafyası, Yokohama tarihindeki en kötü yeraltı çatışması denilen bu çatışmadan ufak zararlarla sağ çıkabildi. Yorgun yeraltı toplumunda mafya, eskisine oranla çok daha geniş bölgelerde hüküm sağlayabildi.
Ayrıca o sıralarda hatırı sayılır miktarda organizasyona hizmet eden Chuuya’nın sözü geçen yönetici pozisyonuna gelemeden Randou’nun ardında bıraktığı belgelere ulaşma şansı oldu.
Gerçek kimliği, araştırma tesisi için yapılan plan ve Dazai ile Chuuya’nın bu planları örtbas etme eylemleriyle ilişkin ayrı bir rapor tutulacaktır.
Yukarıda bahsedilenler “Arahabaki Felaketi” ile alakalı tüm hikayedir.
Bu rapor İç İşleri Bakanlığı ve Dokuzuncu Gizli Kaynak Hizmetlerinin yetkisi altındadır. Raporu okunması ya da yetkisi olmayan personellerin teslim alması katiyen yasaktır.
Rapor bitmiştir.
Kayıt No. I-41-90-3
<Arahabaki Olayı sırasında Liman Mafyası yeteneklilerinin detaylı eylemleri>
Yazan:
İçişleri Bakanlığı, Özel Yetenekler Departmanı asistan üyesi Sakaguchi Ango.
***
<Ek Belge>
Kayıt No. I-41-93-1
Yazan:
-------
Dosya: Çok Gizli
***
Gece ne kadar karanlık olursa olsun Liman Mafyası asla uyumaz.
Yokohama’nın dipsiz karanlığındaki şeytanların şehri, Liman Mafyası merkez üssünün üst katındaydı.
Mafyanın sayısız milis kuvvetleri arasından yalnızca seçkin sadakatleri ve yetenekleriyle öne çıkanlar bu katın bekçiliğini yapabiliyordu. Üst kat, patronun ofisinin bulunduğu mafya bölgelerinde ‘özel’ sayılan kattı. Değersiz bakışların, önemsiz insanların mafya istemediği sürece içeri girmesi yasaktı.
İki mafya bekçisi kapıyı koruyordu.
Patron ofisinde olmadığından boş odayı koruyan yalnızca ikisiydi. Yine de yüzlerinde tedbirli bir ifade vardı. Nerede olurlarsa olsunlar ya da ne yaparlarsa yapsınlar uyanır uyanmaz istikrarsız duygulara görevlerini yaparlarken yer yoktu.
Durgun gecede bir kere bile konuşmamış ya da boğazlarını temizlememişlerdi.
Bekçiler kısık bir ses duydu.
Güm sesiydi. Sivrisinek sesinden daha kısıktı, o kadar kısıktı ki kendi nefes alış veriş sesleriyle karıştırabilirlerdi. Bekçiler sesin nereden çıktığını bilmiyordu ama saatlerce sessizlikte durup da böylesine sıra dışı bir sesi duymamaları mümkün değildi.
Refleks olarak silahını kaldırdı, kulaklarıyla dikkatle dinledi.
“Neydi o?”
“Duymadın mı?”
Kısaca iş arkadaşını bilgilendirdikten sonra bekçiler tüm duyularıyla çevrelerine odaklandı.
Çok geçmeden güm sesini yine duydular. Sonra kağıt sayfasının çevrilmesi sesi duyuldu. Bu sefer sesi kesin duyduklarından emindiler.
İş arkadaşı silahına tutundu.
Üst kat mafya bekçileri dışında tamamen tenhaydı. En ufak meltemin bile giremeyeceği şeklinde tasarlanmıştı bu yüzden ses duyulması pek mümkün değildi.
Önlerinde bir koridor ve arkalarında ofis vardı. Koridor boştu yani…
“Ofisten mi geliyor…?”
Bekçilerin bedenleri sesin duyulmasıyla gerildi.
Tek bir el hareketi ve işaret ettiği bakışıyla iş arkadaşı kapıyı açmasını söyledi. İş arkadaşı bileğinden ofisin anahtarını çıkardı ve üç farklı anahtar deliğine anahtarı yerleştirerek tek tek açtı.
Sonra kapıyı tekmeleyerek açtı.
Odanın içinde uzun boylu birisi vardı. Uzun bacaklı genç adam, ay ışığının tam ortasında duruyordu. Elinde birkaç belgeyi tutuyordu. Genç adam bakışlarını yavaşça tuttuğu belgelerden adamlara çevirdi.
“Geciktiniz.” Dedi.
“Kıpırdama! Kimsin ve nasıl içeri girdin?!”
Bekçi elinde silahıyla bağırdı.
“Nasıl mı? Ne garip soru. Normal birisi gibi arkanızdaki kapıdan geçerek girdim baylar.”
Bekçinin yüzü sinirle gerildi.
Böyle bir şeyin olması mümkün değildi.
Kapıyı korumaya odaklanmışlardı. Bir saniyelerini bile kaçırmamışlardı. İnsanı bırak yanlarından karınca bile geçse fark ederlerdi.
Genç adam sakince gülümsedi.
Solgun ay ışığında gölgede kalan adam uzun, heykel kadar zarifti ve yaptığı her hareket sihir gibiydi. Giydiği gecenin denizi rengi yüksek kalite takımda en ufak bir kırışıklık yoktu. Filmden çıkmış bir aktöre ya da antik Avrupa’dan gösterişli bir tanrıya benziyordu.
“Belgeleri okumaya geldim, o kadar.” Dedi genç adam elindeki kağıtları kaldırırken. Belgeler Mori’nin Chuuya’ya gösterdiği belgeler –Randou’nun ‘Arahabaki’ hakkında topladığı araştırma raporlarıydı. “Oldukça ilginçti. Özellikle şu kısım: Randou’nun eski ortağı, istihbarat ajanı Paul Verlaine, ölmeden önde Randou’ya ihanet etti. Düşündüğüm gibi çoğu şeyi unutmuş. Ne de olsa hayattayım.”
“Belgeleri yerine koy! Karşı koyarsan ateş ederiz!”
Bekçi, silahını dikkatle doğrulturken konuştu.
Sonra giysisinin astarından güvenlik odasına içeri giren birisinin olduğunu haber veren düğmeye bastı.
Normalde koca binayı alarm sesi kaplardı ve tüm geçitlere giden yolları silahlı adamlar kuşatırdı.
Ama hiçbir şey olmadı.
“Ahh, özür dilerim. Bir şeylerin olacağını beklediğini biliyorum ancak hiçbir şey olmayacak. Gözetim odasındaki tüm görevliler az önce tatile çıktı. Oldukça uzun bir tatile hem de.”
Her katın kapılarını açıp kapatan elektronik anahtarların bulunduğu anahtarlık, genç adamın ayaklarına düştü. Anahtarlığın üzerindeki kanı gördükten sonra bekçiler aniden farkına vardı.
Gardiyanlar çoktan öldürülmüştü.
“Aslında olay çıkartmadan gelip gitmek istemiştim. Hiçbir şekilde kavgaya karışmak istemiyordum. Yalnızca en yakın arkadaşımın hayatının kaydı yazan bu belgelere bakmaya ve soyunma odasındaki bu şapkayı almaya geldim.
Göz açıp kapayıncaya kadar genç adamın ellerinde siyah bir şapka belirdi.
Mori’nin Chuuya’ya verdiği siyah şapkaydı.
“Son uyarımdır, teslim ol. Yoksa beş saniye içinde ateş edeceğiz.”
Bekçi bunları söylemesine rağmen bu konuşmada birisini öldürmek için çoktan hazırdı.
Normalde işgalciyi öldürmek son çareydi. Mafyanın yöntemi, mümkünse işgalcinin hayatta yakalanması ve amaçlarının ne olduğunu, elebaşının kim olduğunu konuşturulmasıydı. Ancak şu an karşılarında duran kişi farklıydı. Mafyanın karanlığından bile canlı çıkmış, karanlıktan daha dipsiz, seçkin birisiydi. Muhtemelen yetenek kullanıcısıydı yani sıradan savaş kuramları ona karşı işe yaramazdı.
Ne yapacaklarını tahmin edebilen tek yetenekli ölecekti.
Bu yüzden “Beş saniye içinde ateş edeceğiz” diye uyardı. Bu uyarı mafya arasında gizli bir iletişim şekliydi. Birisi “Beş saniye içinde ateş edeceğim” derse bir saniyenin geçmesini bile beklemeden hemen vururlardı.
Silahı ateş et.
Bekçi iş arkadaşının ateş etmesi için sessizce dua etti.
Ama kimse kimseyi vurmadı.
Bekçi ne halt yediğini merak ederek iş arkadaşına baktı.
Mafya elinde silahıyla titreyerek duruyordu.
Silahı boynundan yukarıya kaldıramamıştı.
“Ne…?”
Bekçi şaşkınlıkla ağzını açtı.
Kafasında tehlike çanları çalmaya başlayınca silahının tetiğini çekmeye çalıştı.
Tetiği çekemedi.
Tetikteki parmağı kesildi ve yere düştü.
Ardından silahın namlusu ve takım elbisesi…
Bilekleri ve omuzları kesilip yere düşmüştü. Gövdeleri, sırtları, çeneleri ve kafaları parçalara ayrılarak yere düştü. Yalnızca uyluklarındaki bacakları hiçbir şey olmamış gibi ayakta durmaya devam etti.
Çığlık atacak zamanları bile olmadan aniden öldüler.
“Sonunda. Ay ışığında böylesine sessiz bir geceye silah sesleri yakışmıyordu.”
Genç adam rahatlamışçasına gülümsedi.
Belge yığınını masaya geri koydu ve odanın ortasından pencereye yürümeye başladı.
Pencerenin dışındaki solgun aya baktı.
“Acaba bu şehirde hangi deliklere girdin Arahabaki –Nakahara Chuuya.” Dedi genç adam pencereden dışarısını seyrederken. “Ortağımı, daha doğrusu eski ortağımı, benim adıma öldürdüğün için teşekkür ederim. Güçlenmiş gibisin. Buluşma vaktimiz geldi sayılır.”
Elini pencereye bastırdı.
Pencere, güçlendirilmiş lamine camdan yapılmıştı. Isıya ve şok dalgalarına dirençli cam yalnızca bir keskin nişancının mermilerine değil, tanksavar silahlara karşı bile patronu korumak uğruna dirençliydi.
“Arahabaki, her nefesinde afetlere sebep olan felaketin kalbi. Yapayalnızsın. Bu dünyada seni anlayabilecek kimse yok. Ne tanrı ne de insansın bu yüzden arada bir yerlerde bana gelmediğin sürece kendi kollarında ölene dek sürüneceksin.”
Genç adam bacaklarından birisini hafifçe kıvırdı ve dışarıya itti.
Teknik olarak tekme atmıştı. Ancak bacağını bir tekme olamayacak kadar yavaş itmişti ve tüy döken kuş kadar sessizdi. Sanki ayaklarıyla havaya bir çizgi çekmiş gibiydi.
Tekmesi güçlendirilmiş camı ufak parçalara ayırdı.
Birkaç santimetre kalınlığındaki güçlendirilmiş cam kırılarak yere yağmur gibi döküldü.
“Uzun zamandır bekliyordum. Ama en azından…” Genç adamın gözleri ayın sönük ışığında titredi. “…tanışma vaktimiz geldi, Nakahara Chuuya –kardeşim.”
Konuşmasını bitirir bitirmez genç adam kafasında siyah şapkayla gizlice camdan atladı.
Bedeni dünyanın karanlığına karıştı ve gözden kayboldu.
Geride yalnızca gece melteminin sesi duyuluyordu.
Gecenin perdesi, toplanan kalabalığın gölgeleri… Yokohama geceleri uzun ve derindi ve kimse dibi göremezdi.
Storm Bringer’da devam edecek.
Çevirmen Notları:
Ane-san: Abla
Paravan Şirket: Yasa dışı bir iş yapılmak istenildiği zaman kurulmakta olan bir şirket türüdür.
Soba: Noodle’a benzer Japonya’da popüler bir tür erişte
74 notes · View notes
bugunbirazleylayim · 3 years
Text
Sizce ben az önce arkadaşımı ikna eder etmez 8-9-10 Ekim adana lezzet festivali için ulaşım konaklama vb herşeyi ayarlayıp ödeme yapıp patrondan izin almadigimi fark etmiş miyimdir?
10 notes · View notes
Text
MADENCİ #1
Yerin yüzlerce metre altında karanlık bir altın madeniydi burası. Yani en azından patron böyle söylüyordu. Karanlık öylesine baskındı ki sanki titrek lamba madeni aydınlatmaya değil karanlık onu söndürmeye çalışıyordu.
Tek başına bir madenci vardı koskoca madende, mesai arkadaşları çoktan yanından gitmişti .Aslında çoğu izin almıştı. Kendisi kalmıştı bu sonu gelmez tünelde. Çünkü patron eğer biraz altın bulabilirlerse mesai ücretlerini ödeyebileceğini söylüyordu. Ama kimse patrondan borcunu tahsil edebilmiş değildi.
8 notes · View notes
kecaperi · 4 years
Photo
Tumblr media
sabah patrondan gelen çiçekli bir tesekkür ve yüzümde büsürü tebessüm 🌷🌷🌷🥰 https://www.instagram.com/p/CFyw3pnAFf0amct7PlgIRoZkiztU4zLeujY5tY0/?igshid=fukb6vsxwb7h
62 notes · View notes
aygultopal35 · 3 years
Text
1
Süleyman'a karısı telefon etti :
- Konuşan ben,
ben, Fahire.
Tanımadın mı sesimden?
Demek çok bağırdım birdenbire.
Çığlık mı?
Belki...
Hayır,
çocuklar hasta değil.
Dinle beni :
İşini bırak da gel,
çabuk ol ama.
Telefonda anlatamam,
olmaz.
Daha kıyamet kadar vakit var akşama.
Saatlar, saatlar,
kıyamet kadar.
Sorma.
Dinle beni...
Hemen vapur bulamazsan
Üsküdar'a kayıkla geç.
Bir taksiye atla.
Paran yoksa
patrondan avans al.
Yolda hiçbir şey düşünme,
mümkün mertebe yalansız gelmeye çalış.
Yalan kuvvetliye söylenir
ben kuvvetsizim.
Alay etme kuzum.
Evet kar yağacak,
evet
hava güzel.
Koynuna girdiğim adam gibi
kocam gibi değil,
büyüğüm, akıllım,
babam gibi gel...
2
Geldi Süleyman,
Fahire, kocası Süleyman'a sordu :
- Doğru mu?
- Evet.
- Teşekkür ederim Süleyman.
Bak işte rahatladım.
Bak işte ağlamıyorum artık.
Nerde buluşuyordunuz?
- Bir otelde.
- Beyoğlu tarafında mı?
- Evet.
- Kaç defa?
- Ya üç, ya dört.
- Üç mü, dört mü?
- Bilmiyorum.
- Bunu hatırlamak bu kadar mı güç Süleyman?
- Bilmiyorum.
- Demek ki bir otel odasında.
Kim bilir çarşaflar nasıl kirliydi.
Bir İngiliz romanında okudum,
bu işlere yarayan otellerde
kırık küvetler varmış.
Sizinkinde de var mıydı Süleyman?
- Bilmiyorum.
- Hele düşün,
toz pembe çiçekli, kırık bir küvet?
- Evet.
- Hiç hediye verdin mi?
- Hayır.
- Çukulata, filân?
- Bir defa.
- Çok mu seviyordun?
- Sevmek mi?
Hayır...
- Başkaları da var mı Süleyman?
- Yok.
- Olmadı mı?
- Hayır.
- Bunu sevdin demek...
Başkaları da olsaydı
daha rahat ederdim...
Çok mu güzel yatıyordu?
- Hayır.
- Doğru söyle, bak ne kadar cesurum...
- Doğru söylüyorum...
- Zaten gösterdiler bana.
İnek gibi karı.
Belimden kalın bacakları...
Fakat zevk meselesi bu...
Bir sual daha, Süleyman :
Niçin?
- Bilmiyorum...
Karanlıkta pencerenin hizasında
karlı, ağır bir çam dalı.
Bir hayli zaman oldu
sofada asma saat on ikiyi çalalı.
3
Süleyman'ın karısı Fahire
şunları anlattı kocasına ertesi gün :
- ... Dayanılmaz bir acı halindeydi
kendime karşı duyduğum merhamet,
ölmeye karar verdimdi, Süleyman...
Annem, çocuklarım ve en önde sen
bulacaktınız karda ayak izlerimi.
Bekçi, polisler, bir tahta merdiven
ve bir kadın ölüsü çıkaracaktınız
arka arsada bostan kuyusundan.
Kolay mı?
Gece bostan kuyusuna doğru yürümek,
sonra kenarına çıkıp durarak
baş aşağı atlamak karanlığına?
Fakat bulmadınızsa eğer
karda ayak izlerimi
sade korktuğumdan değil.
Bekçi, merdiven, polisler,
dedikodu, kepazelik,
aldatılmış bir zevcenin intiharı :
komik.
Niçin öldüğümü anlatmak müşkül.
Kime? Herkese, sana meselâ.
İnsan, ölmeye karar verirken bile
insanları düşünüyor...
Sen yatakta uyuyordun
yüzün rahat,
her zaman nasıl uyursan
ondan evvel ve o varken.
Dışarda kar yağmaya başladı.
Bir tek gecelikle çıkmak balkona :
Zatürree ertesi gün,
nümayişsiz ölüvermek.
Hayır,
hiç aklıma gelmedi nezle olmak ihtimali.
Yaktım sobamızı.
İyice ısınmak lâzım ilkönce.
Ciğer bir çay bardağı gibi çatlarmış.
Pencereye, kara bakıyorum :
«Eşini gaip eyleyen bir kuş
gibi kar
geçen eyyamı nev baharı arar...»
Babam bu şiiri çok severdi.
Sen beğenmezsin.
«Sağdan sola, soldan sağa lerzânı girizan...»
Lambayı söndürmeden balkona çıktım.
« ... gibi kar
düşer düşer ağlar...»
Oturdum balkonda iskemleye.
Havada çıt yok.
Karanlık bembeyaz.
Uykudayım sanki.
Sanki çok sevdiğim bir insan
korkarak beni uyandırmaktan
yumuşacık dolaşıyor etrafımda.
Üşümüyordum.
Kederim duruluyor
berraklaşıyor.
Odanın camlı kapısından balkona vuran ışık
sıcak bir kumaş gibiydi üstünde dizlerimin.
Ben rehavetli bir mahzunluk içinde
acayip şeyler düşünüyordum :
Feneryolu'ndaki çınar
150 yaşındaymış.
Ömrü bir gün süren böcekler.
Gün gelecek
insanlar çok uzun
çok bahtiyar yaşayacaklar.
İnsanın yüreği ve kafası var...
İnsanın elleri...
İnsan?
Ne zamanki,
nerdeki,
hangi sınıftan?
Onların insanları,
bizim insanlarımız.
Ve her şeye rağmen
yeni bir dünya için yapılan kavga.
Sonra sen
ben
bir kırık küvet
ve benim
kendime karşı duyduğum merhamet...
Kar durdu.
Sökmek üzre şafak.
Utanarak
odaya döndüm.
O anda uyansaydın
sarılıp boynuna...
Uyanmadın.
Evet,
çok şükür nezle bile değilim.
Şimdi?
Zaman zaman hatırlayıp
zaman zaman unutacağım.
Yine yan yana yaşayacağız
beni sevdiğine emin olarak.
4
Altı ay kadar geçti aradan.
Bir gece karı koca denizden dönüyorlardı.
Gökte yıldızlar, ağaçlarda yaz meyveleri vardı.
Fahire birdenbire durdu
baktı muhabbetle kocasının gözlerine
ve suratına tükürür gibi bir tokat vurdu.
Nazım Hikmet
7 notes · View notes
Text
Bir şarkın olsun. Hayatında yer almaya değer insanlara" Bak , bu benim şarkım . " diye dinlet. Bir gün o kişi hayatından çıkarsa radyoda denk gelince seni hatırlasın.
Tek bir parfümün olsun . Özdeşleşmek iyidir. Dünya bu , illa tek sen kullanmayacaksın o parfümü . O parfüm sana öyle ait olsun ki bir başkasında duyulursa "Acaba o burada mı ? " diye seni aratsın.
Bir tane en yakın arkadaşın olsun . Sadece kötü günde değil , iyi günde de aradığın ilk kişi olsun . Birlikte düşün , birlikte kalkın , birbirinizi toparlayın , yaralarınızı sarın. Herkes gittiğinde şanssızlığınıza biraz gülün , biraz da ağlayın .
Bir tane büyük aşkın olsun , rakıya bahane olsun . Bir dönem çok sevmiş ol , bir dönem nefret etmiş. Her şey bittikten sonra tebessümle hatırla , bir yanın acıyarak " O olsaydı acaba nasıl olurdu hayatım ?" diye sorgula. Onun seni sevmediğini bilsen bile " Başına bir şey gelse hemen koşarım ." diyecek kadar sev . Unutma, masallar mutlu sonla , efsaneler kavuşamamakla biter.
Bir evlat edin . Bir kedi de olur köpek de . Kalbini aç , senden olmayan ama bakımına ,ilgine muhtaç bir canlının kalp atışlarını hisset avuçlarından . Birinin kahramanı olmak istersen bundan büyük fırsat olamaz . Sevmek çok güzel . Hele ki her koşulda sevmek.
Bol bol kitap oku , biri seni derinden etkileyene dek . Onu bulduğunda kimseyle paylaşma , o hikaye senin . Beğenmediğin sayfayı yırt, beğendiğini yıldızlarla donat. Baş ucunda dursun , belki bir gün biri o sayfaları gizlice keşfeder. Seni daha iyi tanıma imkanı bulur.
Salaş bir mekan edin. Patrondan tut, garsona kadar tanı. Kafan mı bozuk, mekan mı dolu , sana yer açacakları kadar müdavimi ol. Bir gün belki kapanır , belki yıkılır. Ama sen önünden her geçtiğinde " Eskiden burada bi yerim vardı ." dersin.
Bir hobin olsun. Her şeyden kaçabildiğin , kaçtığında hiçbir şey düşünmediğin , dünyadan uzaklaşabildiğin .Onunla övün , en iyi yaptığın şey o olsun , insanlar şaşırsın , senin için çocuk oyuncağı olsun .
Bir şey iste. İmkansız olsun , peşinden koş , yorul, defalarca vazgeç , defalarca dene. Susmanın da , bağırmanın da çaresizliğini yaşa. Uykuların kaçsın , düşündükçe saç diplerin uyuşsun . Her şeyi göz ardı et gerekirse . Yeter ki gece yatağa girdiğinde " Ben elimden geleni yaptım." de. Bazen kazanamamış olsan da , yapabileceklerinin ya da bir şeyi delilercesine istemenin limitini görmek de bir çeşit zaferdir.
Vakit ayırdığın bir ailen olsun . Ne kadar vakit ayırırsan ayır , kaybettiğin zaman "Keşke daha fazla vakit ayırsaydım ." diyeceğin. Pişmanlık kötüdür. Bir daha geri getirmeye gücünün yetmediği şeyler içinse işkence. Değer bil , yarın ne olacağı belli değil.
Sınırların olsun , aşılamayacak . Duvarların olsun , yıkılamayacak . Herkes bilsin , on göre davransın .
Bir alanın olsun , metrekaresi dert değil. Kapısını kapattığında gerçek sen olabildiğin , dört duvarından birinin dibine çöküp ağlayabildiğin , güçsüzlüğü yaşayabildiğin , sonra da daha güçlü kalkabildiğin , kaldığın yerden devam edebildiğin .
Ve kalbini temiz tut. Unutma, yaptığın her iyilik birgün sana döner . Tıpkı kötülüklerin döndüğü gibi.
1 note · View note
yolcuyolunda · 4 years
Text
İşe başladım stalk boş adam işiymiş cidden işe girdiğimden beri nefes almak icin bile patrondan izin alıyorum
4 notes · View notes
eskisehirasigi · 4 years
Text
Tumblr media
Bugün de büyük patrondan çikolata geldi. 🥺
2 notes · View notes