#Patırtı
Explore tagged Tumblr posts
Text
Seni inciten şey ona dert olmuyorsa o insan da anlamlı bir his aramanın, onunla bir bağ kurmanın hiçbir manası yok. Bazı şeyler için 'bu kadarmış' deyip, Usulca, gürültü patırtı yapmadan yürüyüp geçeceksin.
305 notes
·
View notes
Text
"hayat bir masaldır aptalın biri tarafından anlatılan. gürültü, patırtı ve hiddetle dolu ancak anlamsız."
179 notes
·
View notes
Text
DİSMORFOBİK TEFEKKÜR
Kendimi bildim bileli kağıtlara bir şeyler yazar köşeye atarım. Düzenli ve disiplinle yazmalarımın dışındaki bu yazım metodu, denizin çöpünü sahile vurması gibi. Ne yazdığımla samimiyetle ilgilenmiyorum! Bazı düşünceler aklımda belirdiğinde, beynim kısa devre yapıyor ve bir patırtı ile çıkarıyorum onu ağzımdan. Sonra bunları bir araya getirdiğimde, birbirleri ile asla aynı sayfaya dizilemeyecek, kendi halinde mantıksız düşünceler olduğunu anlıyorum. Bunu gerçekten çok önemli buluyorum. İnsanın kendini mantıklı konuşabilecek kadar yontması ciddi bir süreçtir! Bakın çevrenize. Ne kadar mantıksız insanlar içinde debeleniyoruz. İki sözü ardı ardına koyabilenin peygamber ilan edilmesinin, mantıklı cümle enflasyonuna bağlı olduğuna inananlardanım. Geçenlerde dini bir sohbetin özetini dinlerken, şöyle bir cümle duydum; ‘’Örümcek mübarek bir hayvandır.’’ Anlayabiliyorum! Yakinen tanıdığım arkadaşın biri de semtimizdeki sokak lambası direklerine üstüne isim yazılmış sticker yapıştırıyor. Kendince isim veriyor sokak lambalarına. Örümcek mübarek görülür. Çünkü inanışa göre Hz. Muhammed ve Hz. Ebubekir, hicret yolculuğunda müşriklerin takibinden kurtulmak için sevr mağarasına girer. Akabinde bir örümceğin mağara kapısına ördüğü ağ, oraya kimsenin giremeyeceği düşüncesini yaratır. Bu düşünce, kurtulmalarını sağlar. Örümcekler ekseriyetle birbirlerini yiyerek beslenirler. Bizim gibi.. Birbirlerini yiyen bir kavim, sadece bu inanıştan dolayı mübarek olamaz. Yani bence… Aynı sokak lambalarını isimlendiren arkadaş gibi. Onun aklının laboratuvarında ne ile neyi karıştırıp, bir çeşit fikir tiranı yarattığını bilmiyoruz. Kişisel bir rüyayı, semtindeki direklere aksettirmiş olması onu iyi veya mübarek yapar mı? Bence örümcek kadar mübarek yapabilir. Meseleler çoğu zaman onları nasıl konumlandırdığımıza göre sonu��lanıyor. Eğer sonuçlar bunca oksijen deryası içinde biraz azotluysa, bunu aklımızdaki navigasyona borçlu olabiliriz. Bu girizgahı neden yaptım biliyor musunuz? Shakespeare döneminde genç hanımefendiler dansa kalkmadan önce, bir elma dilimini koltuklarının altına koyarlarmış. Dans bitiminde bu elma dilimini, beğendikleri beyefendiye takdim ederlermiş. Hareketli ve terletici bir dansın sonunda, o elma diliminin nasıl kokacağı ile ilgili kimsenin aklında soru işareti olduğunu düşünmüyorum. ‘’İnsan, düşünen bir hayvandır’’ cümlesinde ki ‘’hayvan’’ işte bu güdüsel yaklaşıma çok uygun bence. İnsanı, bendesinden kokusu ile talep etmek ya da sunmak.. Romantizm, bu tip bir detayda gizli kalabilmeliydi! Kurumsallaşmış bir romantizm, geleceğe güçlü şirketler bırakmaktan başka bir işe yaramıyor. Neyse. Bu kadar çer çöp yeter. Sağlıcakla..
13 notes
·
View notes
Text
Yeni yılın ilk fırçasıyla güne başlayalım.
Ülen eşek sıpaları, ülen hayvan oğlu hayvanlar ben dün demedim mi adam gibi için eğlenin diye? neydi o gece ki tantana? yarım saatten fazla havai fişekler silah sesleri bütün şehri ayağa kaldırdınız binlerce hayvanı ürküttünüz, korkuttunuz hele o kuşların ödü patladı kimbilir kaç tane kuş yüreği yarıldı öldü çoğu bin bir emekle yaptığı yuvayı terk etti.. Benim çatıda iki tane kumru vardı ne güzel yuva kurmuşlardı her sabah aşk şarkılarıyla beni uyandırırlardı bugün yoklar:( hep sizin yüzünüzden hayvan oğlu hayvanlar.. Olum siz gürültü patırtı yapmadan eğlenemiyormusunuz? Yeni yıla girdiniz de ne oldu lan mallar? siz değil yeni yıl size girdi haberiniz yok o kadar folofoş olmuşsunuz ki artık hissetmiyorsunuz! Ama dur yeni yılın daha başı girdi kökü girdiğinde ciyaklamaya başlarsınız yakında... Hadi bakalım mutlu ve kutlu olsun..
28 notes
·
View notes
Text
Bir zamanlar, hayatın içindeki karanlık köşelerde dolaşan, adeta bir patırtı çığlığı gibi yüzen bir kadın vardı. Gözleri, sabahın ilk ışıkları gibi donuk ve kaygılıydı, ama içinde her daim bir fırtına koptuğu belliydi. İki adımda bir, öfkenin kuytularından, kıskançlığın derinliklerinden fırlayıp karanlığa karışıyordu. Kendi içindeki kaos, tüm dünyayı saran bir ateş çemberine dönüşüyordu.
Bir an, sessizlikte bir mavi gökyüzü gibi görünüyordu. Diğer an, fırtınalı bir deniz gibi dalgalanıyordu. Kendi içindeki çatışma, her şeyin bir yıkım olduğunu göstermek için sanki sabırsızlanıyordu. Gözleri, bir patlama noktasına gelmiş bir volkan gibi, her an yükselebilirdi.
Bir kişiliği vardı ki, yavaş yavaş saran bir kıskançlıkla dolup taşıyordu. Her şeyin sahiplenilmesi gerektiğini düşünüyordu, kendi dünyasında herkesin yerini işgal etmeye çalışıyordu. Bir şeyleri veya birilerini yitirmekten korkuyordu. Kendi karmaşasında, kaybetmenin verdiği boşluk, öfkenin kinini körüklüyordu. Bu öfke, karşısındakileri ezmek ve tüm duvarları yıkmak için bir silah gibiydi.
Ama her şey öyle bir karmaşayla gidiyordu ki, bu kadın bazen derin bir sevgi de gösterebiliyordu. Sevgi, onun en karanlık köşelerinden çıkıp gelen, en saf ve en dürüst haliydi. O anlarda, kaosun içindeki tatlı bir melodi gibi, yürekleri yumuşatıyordu. Bir bakışında, bir gülüşünde, sevginin ışığını görüp etkilenmemek imkânsızdı. Kendi içindeki bu karmaşanın arasında, bir insanın kalbinde taşıyabileceği en derin, en saf duyguları da taşıyabiliyordu.
Kısacası, onun dünyası bir patırtı, bir karmaşa, bir aşk ve bir öfke fırtınasıydı. Her şey, onun içsel savaşının, kendi kendine verdiği mücadelelerin ve sevginin arasındaki ince çizgide dönüyordu. Her anı, her duygusu, her hareketi, hayatının içindeki bu çalkantılarla doluydu. Her şey, ona özgü bir kargaşanın ürünüydü, ama bu kargaşanın içinde bile, bazen bir damla huzur, bir tutam sevgi bulunabiliyordu.
7 notes
·
View notes
Text
KUTSAL OLAN NE?
-Bir Levhanın İlginç Hikayesi-
Resimde görmüş olduğunuz arap alfabesi ile yazılmış, ebru sanatıyla süslenmiş eski Türkçe(moda deyimiyle Osmanlıca) yazılı levhanın resmini,
Levhanın ilginç hikayesini öğrenince bilgisayarıma indirdim ve yazıcıdan çoğaltıp sokaklarda kendimce bir iki deneme yaptım…
Resmi bir caminin yakınında yere bıraktığımda, resmi gören hemen hemen herkesin resmi üç kez öpüp başına koyarak ya cebine koyduğunu ya da yüksek bir yere koyduğunu gördüm…
Daha sonra sokakta bazı kimselere(çoğunlukla yaşlı amca ve teyzelere) resimde ne yazdığını sordum, ezici çoğunluk anlamından bahsetmeden ayet dedi birkaç kişi ise eski Türkçe yazı dedi…
Bir caminin bahçesinde herkesin görebileceği şekilde resme bakıp buruşturup yere attığımda ise neredeyse dayak yiyecektim…
Bu denemeleri yaptıktan sonra bu yazıyı yazmaya karar verdim.
Önce bu levhada ne yazdığı ile daha doğrusu bu levhanın ilginç hikayesi ile başlayalım yazımıza…
Resimdeki ebru sanatıyla süslenmiş levhada arapça abecesiyle eski Türkçe “şimdi b.ku yedik” yazıyor…
Levhanın hikayesi ise şöyle…
“Bu levha Necmeddin Okyay’a ait ebruyla süslenmiş ve “celi sülüs” yazı çeşidiyle yazılmış olan ibaresi ile meşhur…
İkinci Dünya Savaşı öncesinde Bakırköylü Ermeniler’den Doktor Peştemalcıyan ailesiyle birlikte Türkiye’den Almanya’ya göç edip Berlin’de bir halı ve kilim mağazası açmıştı.
Savaş başlayıncaya kadar işleri yolunda gitmiş, baba Peştemalcıyan işleri oğlu Aram Peştemalcıyan’a bırakmıştı ama savaşla birlikte zorlu günler beraberinde gelmişti. Her geçen gün bir öncekini aratmaktaydı.
Savaş bütün hızıyla sürerken 1943’un sonuna doğru Almanlar için savaşın gidişatı belli olmuş, daha fazla savaşacak gücünün kalmadığı ortaya çıkmıştı.
Sovyet askerleri 1944 yılının Ocak ayında Oder Irmağı’nı geçerek önce Budapeşte’ye, Nisan başında ise Viyana’ya girerek Berlin’e doğru ilerlediler ve 25 Nisan’da Berlin’i kuşattılar.
Kentin merkezindeki bir yer altı sığınağında kalan Hitler ise, savaşın kaybedildiğini anlayarak 30 Nisan’da intihar etti.
Ruslar artık Berlin’deydiler.
Şehrin hemen her noktası Rus işgali altındaydı.
Yağma ve talan Almanya’da artık sıradan bir işti.
Taciz ve tecavüzün bininin bir para olduğu o günlerde asil mesele hayatta kalmak ve tatlı canını kurtarmaktı.
Bu zor şartların hüküm sürdüğü günlerde Rus İşgal Komutanlığı bir bildiri yayınlamıştı.
Bildirideki kesin emre göre her yer, Rus askerlerine açık tutulacaktı.
Savaşın acımasız yüzünü bütün çıplaklığıyla gören Peştemalcıyan ailesi de emre mecburen uymuştu.
Halı mağazalarının kapılarını açarak Rus askerlerinin yağmaya gelmesini endişe ile bekleyen ailenin bu bekleyişi fazla uzun sürmedi.
Peştemalcıyan Halı-Kilim Mağazası’ndan içeriye gürültü ve patırtı ile kılıksız, vahşi görünüşlü, Moğol tipli ve silahlı iki asker yüksek sesle bağıra çağıra konuşarak girdi.
Askerlerden biri halılarla ilgilenirken diğeri, genç kızlarını da aralarına alarak hareketsiz bir şekilde endişe ile olup biteni gözleri ile takip eden Peştemalcıyan ailesine yöneldi.
Etrafa şöyle bir göz atıyormuş gibi yaptıktan sonra genç kıza doğru yaklaştı ve elini uzattı.
Aram Peştemalcıyan gayrı ihtiyari ve seri bir hareketle askeri bileğinden sıkıca yakaladı. Çekik gözlü asker bu ani tepki üzerine tabancayı çekti ve Peştemalcıyan’ın şakağına dayadı.
Aram Peştemalcıyan, adeta taş kesilmiş karısına döndü ve ağzından,
– “Şimdi b.ku yedik” cümlesi döküldü.
Bu sözleri işitince irkilen asker silahını indirerek sordu:
– “Ne dedung? Ne dedung?…”
Baba Peştemalcıyan olayın şoku içerisinde, ister istemez söylediği sözleri tekrarlamak zorunda kaldı:
– “Simdi b.ku yedik”.
O anda sanki bir mucize oldu.
Asker ani bir hareketle silahını indirerek yıllar sonra bir dostunu görmüş biri gibi büyük bir sevinçle Peştemalcıyan’ın boynuna sarıldı.
Peştemalcıyan şok üstüne şok yaşıyordu.
Olayı kavramaya çalışıyor ve askerin Kırgız Türkçesi ağzıyla,
“Miz gan gardaşiz, min sinig gardaşmam” yani “Biz kan kardeşiyiz, ben senin kardeşinim” derken sevinçten çılgına dönmesini hayretler içinde seyrediyordu.
Mağazayı basanlar, Rus ordusundaki Kırgız askerlerdi ve karşılarında Türkçe konuşanları görünce büyük şaşkınlık yasamışlardı.
Olay anlaşılıp şok atlatılınca Peştemalcıyan ailesi rahat bir nefes aldı.
Askerler özür dilediler, çaylar içildi, konuşmalar uzadı ve iki asker sonraki günlerde mağazaya gönüllü bekçilik yaptılar.
Sovyet ordusunda farklı milletlerden askerler vardı.
Bu iki Kırgız asker de Sovyet ordusu ile Berlin’e kadar gelmişlerdi ve 1945’te Sovyetlerin Nazi Almanya’sına karşı zaferinin tescili anlamına gelen Sovyet bayrağını Almanya’nın başkenti Berlin’e diken üç Sovyet askerinden biri de, Dağıstanlı Abdülhakim İsmailov idi.
Savaş bitmiş, sıkıntılı günler geride kalmıştı.
Peştemalcıyan ailesi bir gün Berlin’deki mağazalarını gezen bir Türk gazeteciyle tanıştılar ve gazeteciyi evlerine davet ettiler.
Yaşadıkları olayı büyük bir heyecanla ve yeniden yaşıyormuşçasına tekrar tekrar anlattılar.
Hayatlarını kurtaran sihirli cümlenin Peştemalcıyan ailesi için neler ifade ettiğini, hayatta kalmalarına sebep olan bu sözleri bir hattata yazdırıp evlerinin en güzel yerine asmak istediklerini ve bu anı her zaman hatırlamak istediklerini söylediler.
Gazeteci, onlara bu konuda yardımcı olabileceğini söyledi ve Türkiye’ye dönüşünde verdiği sözü yerine getirmek üzere hattat ve mucellid Emin Barın’ın Çemberlitaş’taki atölyesine gitti.
Emin Barın kendisinden yazılması istenen cümleyi (şimdi b.ku yedik) duyunca şaşırdı.
Zira ilk defa böyle ilginç bir taleple karsılaşıyordu.
Hemen “Yazarım” diyemedi, düşünmek için zaman istedi ve kendisi de Almanya’da cilt eğitimi sırasında yaşadığı savaş günlerini hatırlayınca işi kabul etti.
Bir hafta sonra yeniden gelen gazeteciye ibareyi yazabileceğini söyleyerek bu fotoğrafını görmüş olduğunuz “celi sülüs” levhayı hazırladı.
Levhanın etrafı “Hatip ebrusu” ile süslendi ve Almanya’ya doğru yola çıktı.
Levhanın hikâyesi işte böyle…
Hayat kurtaran argo bir cümle ve bu argo cümlenin hattat elinde sanat eseri bir levhaya dönüşmesinin öyküsü…
Emin Barın, dostlarına daha sonraları “Hadise o kadar ilgi çekiciydi ki gazeteci dostumdan dinleyince teklifini kabul etmek zorunda kaldım” diyecekti.
Levha, Peştemalcıyan ailesinin artık dostu olan gazeteci tarafından Berlin’e götürüldü ve 17 Temmuz 1966 tarihli Yeni Gazete’ye de “Levhaya Bir Ailenin Hayatını Kurtaran Argo Cümle Yazıldı” başlığıyla haber oldu…
Şimdi levhada ne yazdığını, levhanın ilginç hikayesini ve bu levhanın yazılışından tam elli yıl sonra sokakta yaptığım denemeleri öğrenmiş oldunuz…
O zaman başlıktaki soruyu tekrar sorayım mı?
Bugün Müslüman Türk için kutsal olan ne?
Allah Kelâmı Kur’an ve anlamı mı yoksa @**r@@p abecesi mi?
Saygılarımla…
Murat Çalık 15.11.2019
21 notes
·
View notes
Text
birazdan hava aydınlanacak. bu işe en çok yanmayan o patlak sokak lambası sevinecek. kendini gereksiz hissetmenin nasıl bir his olduğunu bilirsin. ayakların üşümeyi bıraktığı zaman bahar gelmiş olacak. önce çiçek açıp, ardından kiraz verecek kapının önündeki ağaç. ve kimse toplamadığı için tek tek çürüyüp dökülecekler. zamanla çürümenin ne demek olduğunu da gayet iyi bilirsin. kötü ezan okuduğu için işinden olmayacak hiçbir müezzin. halkalı-sirkeci arası banliyö treninin yeri bir daha hiç doldurulamayacak. bu yıl da hiçbir yaprağını koparmayacaksın saatli maarif takviminin. ne kadar unutmaya çalışırsan çalış, yine de kaşıyacaksın en acıyan yerlerini. bu yüzden yaran hiç kapanmayacak. martılar gürültü patırtı etmeyi keserse uykuya dalacaksın.
'zamanla her şey düzelir' diyeceksin. kendi söylediğin yalana inanmasını da bileceksin. çünkü dengede kalmak bunu gerektirir.
25 notes
·
View notes
Text
ben seni usulca sevdim
gürültü patırtı etmeden
dedikoduya mahâl vermeden.
yüreğimde yer verdim,
Her gün seni düşünerek
5 notes
·
View notes
Text
Aslında sahip olduğun ya da olmaya çalıştığın
Hiç bir şey senin değil
Sahibi olduğunu sandığın şeyleri
Bir gün bırakmak zorundasın
Anneni, babanı, eşini, dostunu
Malını, ünvanını, bedenini
Hatta ADINI bile
Öyleyse
Bu sahip olma tutkusu,
Bu öfke,
Bu kavga, bu patırtı
Bu itiş, kakış
Bu nefret neden?
Unutma...!
Dünya yalnızca bir duraktır
Durakta karşılaştığın herkes
Bir YOLCUDUR
Kendi yolunun yolcusu
Otobüsü gelen yoluna devam eder..
Otobüsümüz gelmeden sarılalım
Bu durakta olmanın
Birbirimizi tanımanın tadını çıkaralım
Kimbilir belki bir daha
Herhangi bir DURAKTA karşılaşmayız...!
Alıntı...💕
2 notes
·
View notes
Text
Mesela bazı evler vardır, dışı güzeldir hatta içi bile güzeldir ama sıcak tutmaz ve hep gürültü, patırtı olur. Bunlar bazen dışarıdan; bazen ise evin içinden gelir. Ama bazı evlerin dışı kötüdür, çoğu insan sevmez, hatta herkes nefret eder ama sen tüm bunları bile bile o evde kalırsın. Önyargıların, şüphelerin ve kaygıların vardır belki de korkuların. Ama o eve girdikten sonra, içimin sıcak ve huzurlu olduğunu fark edersin. İnsanlar ne kadar konuşsa da, o evden nefret etse de sen tüm bunları bilerek o eve girersin ve kaygılarının, önyargılarının ve korkuların son bulur.
#book photography#kendine yazar#poetry#poster#textbooks#writers on tumblr#blog yazarı#kendi kalbine yazar#yazar#authors
2 notes
·
View notes
Text
Bir tek sey biliyorum: gürültü patırtı istemiyorum, karanlık olsun istiyorum. Bir yerlere gizleneyim diyorum. Bunu istiyorum işte, bunu arıyorum. Bunun ardından gideceğim, elimde değil.
#geceyağmurundakibirii#spotify#aşk#3391kilometre#yağmur#uzak mesafe#özlü sözler#ağlamak#sözler#herkes gider mi#666.gece
4 notes
·
View notes
Text
Her duydukları şey üzerinde inceden inceye fikir yürütürler, ama aslında hiçbir şeyle de candan ilgilendikleri yoktur. Ha böyle gürültü patırtı etmişler, ha uyumuşlar, hepsi bir. Konuştukları şeyler kiralanmış elbiseler gibi, kendi malları değildir. Yapacak işleri olmadığı için güçlerini öteye beriye harcarlar. Her şeye sarılan ilgileri, ruhlarının boşluğunu ve sevgi yoksulluklarını kapayan bir örtüdür. Ama orta halli bir yol seçmek ve orada derin bir iz bırakarak yürümek işlerine gelmez; çünkü böylesi can sıkar, göze çarpmaz; çok şey bilmek o zaman işe yaramaz, gösterişe yer kalmaz.
İvan Gonçarov- Oblomov
16 notes
·
View notes
Note
Başarılı olamamaktan korkuyorum
Başarılı olamamaktan korkma, kainatın sonu değil bu durum. Başarılı olmamanın nedenleri neler, düzgün çalışamıyor musun? Ev ortamı seni geriyor evde hep bi gürültü patırtı mı var? Neden başarılı olamıyorsun önce sebeplerini sunmalıydın. Kimse bişeyleri çalışmadan kazanamaz zaten. Eğer çok çalışıp kazanamıyorsan, çalışma sisteminde yanlışlar vardır. Kafanı kurcalayan her ne varsa hemen bi kenara bırakmalısın. Eğer gerçekten bişeyler olmasını istiyorsan korkularınla savaşmak zorundasın.. Savaş, çünkü bitane sen daha yok :)
6 notes
·
View notes
Text
cehennemin kapılarını kapatmak ne manaya gelir.
bunu bana p. soruyor. p. 8 yaşında. ülkedeki seçim halet-i ruhiyesinden travmatize olan küçük bir çocuk kendisi. cehennemin kapılarını kapatmak ne manaya gelir- şunu düşündüğünü anlayabiliyorum: cehennemin kapıları ardından bize ulaşmaya çalışan uzun tırnaklı eller ve pençeler, kana susamış zebaniler ve canavarlar. ve onların üzerine kapıyı kapatmaya çalışan temiz yürekli insanlar.
bu bir benzetme diyorum. cehennemdeki kötülüklerden bizi ayırmak istemekle ilgili.
.
jung bir konuşmasında bilinçdışının düzenlenmesi ile ilgili şöyle bir örnek veriyor: büyükçe bir salonda bir konuşma yaptığınızı düşünün. siz konuşurken dinleyiciler arasında birisi yüksek sesle bağırmaya ve söylediklerinize itiraz etmeye başlıyor. dinleyicilerin dikkati dağılıyor. siz konuşmaya devam ediyor ama bir yandan salondaki görevlilere işaret ediyorsunuz- huzursuzluk çıkaran şu gürültücü adamı dışarı atın diye. görevliler adamı dışarı atıyorlar. salonun içerisinde nizam sağlanıyor. fakat... bu gürültücü adam kapının dışında bağırmaya devam ediyor. belki kapıyı da yumrukluyor. dışarıda tüm bu gürültü patırtı olurken.. salondakiler sizi ne kadar eski dikkatleriyle dinleyebilirler?
(sanıyorum ki bu anlatımda salon bilinci, konuşmacı sizi, ve gürültücü adam unutmak istediğiniz, bilinçdışına ittiğiniz/bastırdığınız rahatsız edici bir düşünceyi ya da hatırayı temsil ediyor. onu salondan dışarı atabilirsiniz, ama varlığı devam eder, bilinciniz onun etkisinden kurtulamaz.)
.
p.'ye bu jung anlatımından bahsetmiyorum elbette.
çünkü cehennemin kapılarını kapatmak yetmez. orayı tümden yoketmek, o kapıyı havaya uçurmak, zebanileri ve canavarları varolduklarına pişman edecek derecede acılı bir yokoluşa göndermek gerekir.
diyemiyorum.
36 notes
·
View notes
Text
Bir tek şey biliyorum: Gürültü, patırtı istemiyorum, karanlık olsun istiyorum,bir yerlere gizleneyim diyorum,bunu istiyorum işte,bunu arıyorum bunun ardından gideceğim ,elimde değil.
15 notes
·
View notes
Text
Babam’a
Belki ben bir şeyler için geç kaldım belki de bir şeyler gerçekten erken geldi bilmiyorum. Bildiğim tek şey bugün yokluğunun derin sızısı altında ezileceğim. Seni özlüyor olmamın hiçbir şey için fayda etmediğini anladığımda büyüdüm ilk defa. Her şeyi ilk senden öğrendiğim gibi büyümeyi de ilk sen öğrettin bana. Bugün normalde biraz telaşlı bir gün olacaktı benim için pasta alıp gelecektim,sürpriz yapacaktım her zamanki gibi gülüş patırtı geçecekti gece.Ben yine geleceğim de gülebilecek miyim baba? Her neyse.. Dünyaya masmavi baktığın ilk gün bugün sen hayattayken çok söyleyememiş olsam da “seni,senin kızın olmayı,sana bu kadar çok benzemeyi fazlasıyla seviyorum” İyi ki vardın. İyi ki doğmuştun. Seni çok özlüyorum.
7 notes
·
View notes