#Osmanlı viyana
Explore tagged Tumblr posts
rayhaber · 2 months ago
Text
El Turco: Osmanlı İmparatorluğu'nun Viyana Kuşatması'nı Anlatan Dizi
El Turco: Osmanlı’nın İzinde Bir Dizi Ay Yapım’ın yapımcılığını üstlendiği “El Turco” dizisi, Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihteki en kritik dönemlerinden birine, 1683 yılında Viyana Kuşatması’na odaklanıyor. Dizi, Yeniçeri askeri Hasan Balaban’ın ağır yaralı bir halde İtalya’nın Moena kasabasına sığınmasıyla başlıyor ve bu olay etrafında dönen sürükleyici bir hikaye sunuyor. Başrolünde ünlü ve…
0 notes
ottomanladies · 2 months ago
Note
hello! i keep seeing times from times the claim of "alexias hatun" daughter of david of trebizond as consort of mehmed ii but i have yet to find her in any credible places (though i will admit i have not read much on the ladies) is she maybe a confusion with anna hatun/maria gattilusio? thank you <3
Hi! As I had never heard about her before, I searched her on google and found that the source of this claim is this "essay" (it's three pages)
(By the way, creating a Wikipedia page sustained only by that source, which is dubious, is against the rules of the website and it should be taken down. Wikipedia usually doesn't accept such weak sources but I understand that moderating that website is a huuuuge task)
Now, I don't want to discredit the author but this is not the first time I have encountered her and her claims are quite creative. Also, I appreciate the sources at the bottom but they're so vague you'd have to spend weeks verifying every single claim she made in those two pages. Like, she just listed archives? Not even which part of those archives or which papers.
Arşivler: - Başbakanlık Osmanlı Arşivi, İstanbul - Topkapı Sarayı Arşivi, İstanbul - Venedik Arşivi, Venedik - İtalya Devlet Arşivi, Roma - Avusturya Devlet Arşivi, Viyana - Sırbistan Devlet Arşivi, Belgrad - Macaristan Devlet Arşivi, Budapeşte - İspanya Devlet Arşivi, Madrid - Hırvatistan Devlet Arşivi, Rijek
This paper wouldn't get past peer reviews. Hell, it wouldn't even be accepted as homework. If I listed my sources like this, my supervisor would burn me alive.
So... yeah...
I'd stay dubious if I were you.
6 notes · View notes
turuncusaglikci · 3 months ago
Text
Tumblr media Tumblr media
Avusturya’lıların, 1. ve 2. Viyana Kuşatması’nda, Osmanlı askerlerinden saklandıkları katedral.
📍Aziz Stefan Katedrali || Avusturya
3 notes · View notes
haytaogluyunus · 11 months ago
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
ANMA:
BUGÜN 06 OCAK (1693)
OSMANLI TÜRK DEVLETİNİN
HAKANI/HÜKÜMDARI
IV. MEHMET (AVCI MEHMET) ‘İN
 ÖLÜM YIL DÖNÜMÜ.
RAHMETLE ANIYORUM.
Mehmed /Avcı Mehmed (2 Ocak 1642, İstanbul - 6 Ocak 1693, Edirne), 19. Osmanlı padişahı ve 98. İslam halifesidir. Sultan İbrahim'in Hatice Turhan Sultan'dan olan oğludur. Babasının tahttan indirilmesinin ardından 1648'de 6 yaşında tahta çıkan en genç padişah oldu. Ava düşkünlüğünden dolayı "avcı" lakabıyla anılmıştır. 39 yıllık saltanatıyla Kanuni Sultan Süleyman'dan sonra en uzun süre hükümdarlık yapan Osmanlı padişahıdır. Saltanatında Batı'da en geniş sınırlara ulaşılmıştır.
Döneminde mimari alanda birçok faaliyet gerçekleştirildi. İnşaatı 60 yılda bitirilemeyen Yeni Cami ve Külliyesi tamamlandı. 1658-1680 yılları arasında Rumeli ve Anadolu hisarları tamir edildi. Mısır Çarşısı, Hünkar Kasrı, Köprülü Külliyesi, Safranbolu Köprülü Mehmed Paşa Camii, Vezirköprü Fazıl Ahmed Paşa Külliyesi, İncesu Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Camii ve Kervansarayı inşa edildi.
Yönetimi
1652 yılında malî durumu düzeltmesi için Tarhuncu Ahmet Paşa'yı sadrazam yaptı. Gereksiz giderleri azaltan ve tüm görevlilere vergi koyan sadrazam devletin gelirini artırdı. Ancak rakipleri tarafından padişahın gözünden düşürüldü ve öldürtüldü. Ardından gelen sadrazamlar devlet işlerinin daha da bozulmasına neden oldular. Askerin bir bölümüne ayarı bozuk para verilmesinden ve bir bölümüne ise hiç aylık verilmemesinden ötürü İstanbul'da ayaklanma çıktı. Ayaklananların padişaha verdikleri bir listedeki 30 devlet adamı ve saray ağası öldürtüldü ve cesetleri Sultanahmet Meydanı'nda bir çınar ağacına asıldı. Bu olaya Vaka-i Vakvakiye (Çınar olayı) denir.
1656 yılında Çanakkale boğazı önlerinde Venedik donanmasıyla yapılan savaşta Osmanlı donanması ağır bir yenilgi aldı ve Bozcaada ile Limni Venediklilerin eline geçti, ayrıca Çanakkale Boğazı kontrol altına alındı. Bu durum İstanbul'da büyük paniğe yol açtı. Aynı yıl iç ve dış sorunlara çözüm bulmak üzere Turhan Sultan tarafından sadrazamlığa Köprülü Mehmet Paşa getirildi.
Köprülüler dönemi
Bucaş Antlaşması sonucu Osmanlı sınırları
IV. Mehmed ve Hatice Turhan Sultan'dan tam yetki alan Köprülü, İstanbul ve Anadolu'da güvenliği sağladı. Venediklileri yenilgiye uğratarak Bozcaada ve Limni'yi geri aldı. Ölümünden sonra yerine Fazıl Ahmet Paşa geldi. Fazıl Ahmet Paşa Avusturya'dan Uyvar Kalesini alıp Vasvar Antlaşması'nı imzaladı. Venediklilerden de Girit'teki Kandiye kalesini aldı ve 24 yıl süren Girit savaşına son verdi. IV. Mehmed sadrazam ile birlikte ‎Lehistan seferine çıktı ve 1672 yılında Bucaş Antlaşması'nı imzaladıktan sonra Edirne'ye döndü. Lehistan'ın antlaşma şartlarına uymaması yüzünden ertesi yıl yeniden sefere çıkıldı ve savaş 1676 yılında son buldu. Aynı yıl Fazıl Ahmet Paşa ölünce IV. Mehmed sadrazamlığa Köprülü ailesinin yetiştirdiği Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'yı getirdi. IV. Mehmed sadrazamla birlikte Rusya'nın ele geçirdiği Çehrin kalesini geri almak için sefere çıktı. Kalenin alınmasının ardından 1678'de Edirne'ye döndü. 1681 yılında Ruslarla yirmi yıl süreli bir barış antlaşması yapıldı.
Yine bu dönemde Eylül 1675'te İngiltere ile imzalanan bir antlaşmayla, I. Elizabeth döneminden beri bu ülkeye tanınmış olan imtiyazlar sistemli bir şekilde özetlendi ve söz konusu imtiyazlar ve kapitülasyonların yürürlükte olduğu belirtildi.
İkinci Viyana kuşatması
Ana madde: İkinci Viyana Kuşatması
İkinci Viyana Kuşatması öncesi Osmanlı sınırları
IV. Mehmed döneminin en önemli olayıdır. IV. Mehmed'in sadrazamı Merzifonlu Kara Mustafa Paşa ordu ile birlikte Viyana'ya kadar gitmiştir, kuşatma esnasında Belgrad'ta bulunan padişah kuşatmanın başarısızlıkla sonuçlanmasından sonra İstanbul'a dönmüştür. 1683 yılında gerçekleşen kuşatma iki ay sürmüş, Tuna Nehri'nin kuzeyinden gelen düşman kuvvetleri yüzünden Osmanlı Ordusu iki ateş arasında kalıp, ağır kayıplar vererek Belgrad'a çekilmiştir. Yenilginin sorumlusu olarak görülen Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'nın Belgrad'ta idam edilmesi sonrasında Sadrazamlığa Kara İbrahim Paşa getirilmiştir.
Kuşatma sonrası
Ana madde: Osmanlı-Kutsal İttifak Savaşları
Kuşatmanın ardından Avusturya, Lehistan ve Venedikliler birleşerek karşı saldırıya geçtiler. Bu dönemde Estergon, Peşte ve Budin kaybedildi. Venedikliler Ayamavra, Preveze, Mora ve Atina'yı ele geçirdiler. Ordu Mohaç Savaşı'nda ağır bir yenilgiye uğradı. Tüm bu gelişmeler IV. Mehmed'e karşı bir güvensizlik yarattı. Ordu ayaklanarak padişahın tahttan indirilmesini ve yerine kardeşi Şehzade Süleyman'ın geçmesini talep etti. Bu talep kabul gördü ve IV. Mehmed 1687'de tahttan inmek zorunda kaldı.
IV. Mehmed tahttan indirildikten sonra iki oğluyla birlikte Edirne Sarayı'na kapatıldı ve 10 Ocak 1693'de orada hayatını kaybetti. Cenazesi İstanbul'a getirilerek Eminönü'nde Yeni Cami Turhan Valide Türbesi'nde annesi Turhan Validenin yanına defnedildi.
2 notes · View notes
edebiyat-hayat · 1 year ago
Text
…SEVGİLİM İHANET…
Kelimelerin hastalıkları varsa eğer,”ihanet” mutlaka cüzzamlı olmakla suçlanmıştır.Oysa, soluğumuz kadar yakındır da biz onu bambaşka yerlerde ve kendimizden çok uzakta bilmeyi yeğleriz.İhanet hayatımızın ta kendisidir,dikkatli bakın, göreceksiniz.
İhanet daima iki uçlu.Gerçekleşmesi için bir muhatap gerekli ve bu yanıyla aşka benziyor.Bu yüzden değil mi ki ihaneti yaşayanlar,büyük aşkları yaşayanlar kadar ünlü ve daima çift isimle anılıyor bu öyküler.Habil ile Kabil söz gelimi.Leylâ ile Mecnun .En trajik olanı galiba İsa’nın son akşam yemeği ve İşte insan. Hıristiyan batıda her şey bu çok eski ihanetin etrafında döner ve çarmıhlar artık daima omuzlardadır.Sezar’ı asıl öldüren yediği hançerden daha çok Brütüs’ün,olmaması gerektiğine inandığı bir yerdeki mevcudiyetini görmesidir.Genç Osman için de öyle. Evvelâ sarayının kapısını emanet ettiği bostancılar ardına kadar açarlar bâb-ı hümayunu ihtilâlcilere,ardından o kadar güvenerek sığındığı Yeniçeriler emanete ihanet ederek alıverirler “Osman Çelebi”nin canını.Gerçi Yeniçeriler çok çaba sarf etmişlerdir ama artık kaldırılmış bulunan 28.ortanın adı yoklamalarda her okunuşunda yeri göğü inleterek yok olsun diye bağırmaları bile alınlarındaki bu ihanet lekesini temizlemeye yetmez. Esasen Genç Osman’a ihanet edenler arasında kısacık saltanatında tutulan güneş ve yüzlerce yıldan beri ilk kez donan Boğaz sularının da kendine özgü bir yeri olması gerek.Halk, ölümüne o kadar çok ağlayacağı padişahın ,sağlığında uğursuzluğuna inanmıştır.
Osmanlı’yı kuşkusuz çok az şey Kırım Hanı Murad Giray’ın Viyana kapılarındaki ihaneti kadar yaralamıştır.Üstelik Giray, bilerek yapmaktadır:Bilirim,dine sığmaz,ihanettir cümlesini sarf etmiş olması bile tutmakla yükümlü bulunduğu köprüyü müttefik kuvvetlere hoyratça açmasına mani olamaz.
Osmanlı’yı çokça meşgul eden eşine az rastlanır bir başka ihanet de Abdülmecid’in dördüncü ikbali Serefraz’ın yarattığı ve neredeyse bir milli gaileye dönüşen “aile faciası”dır. Fazlasıyla kıskanan ve kıskanılan bir kadın olan Serefraz, Dolmabahçe’den ayrılarak Yıldız Kasrı’na yerleşmiştir. Sık sık kasra gelen Abdülmecid’i içeri almakta çok cömert davranmayan dördüncü ikbal üstelik Küçük Fesli lâkabıyla tanınan bir Ermeni delikanlısının aşkına karşılık vermektedir.Hanedana mensup bir kadının açık ihaneti özellikle sarayı çok rahatsız eder.Ailesi tarafından Adalar’a kaçırılan delikanlının Sultan’a duyduğu aşk yüzünden tekrar İstanbul’a dönmesi ise saray mensupları tarafından öldürülmesinden başkaca bir sonuç vermez.Ailesi delikanlının İngiliz,Fransız ve Rus sefaretlerine baş vurarak takibat açılmasını isterler ve mesele İstanbul’u uzun zaman meşgul eder.Bazı kaynaklarda rastlamamıza rağmen bu hikâye oldukça inanılmaz.Asıl inanılmaz olansa bunca hadiseden sonra Serefraz’ın hâlâ padişah nezdindeki kıymetini muhafaza edebilmiş olması.
İhanet Osmanlı hanedanından hiç uzak değil.Bütün saraylar kadar Osmanlı sarayının da içinde.Yavuz’un kızı Fatma Sultan, bir kişiye düştüm ki beni kelb hesabına saymaz…bir hil‘atini görmedim,bir kaftanını giymedim.Dul avret gibi dirilürüm cümleleriyle evliliğinin ve düşlerinin ihanetine uğradığını ,çok sade bir lisanla ve döneminde her hangi bir genç kadının yapabileceği tek şeyi yaparak babasına aktarır.
Fakat muhteşem ihanetleriyle Kanuni yine -bir Osmanlı trajedisi varsa- baş roldedir.İlki elbet Şehzade Mustafa etrafında biçimlenir.Nizam-ı âlem uğruna şehzade katline izin veren kanunname bir yana,Mustafa’nın katli esnasında Kanuni’nin başını çadır aralığından uzattığı rivayeti ve bunu böyle de gösteren minyatür asıl ihaneti vurgulamakta.Ve ihanete tepkiyi.Az rastlanır bir düğünle Kanuni’nin resmi eşi olmayı çok kolay başaran ve vak’anüvislere bakılırsa nikâhtan sonra muhteşem kocasının ihanetine hiç uğramayan Hürrem’in Kanuni’yi bu ihanete hazırlaması çok kolay olmamış olmalı.Ama aynı şey sadece ecel celâlilerinin aldığı Mustafa Han ile sınırlı kalmayacak ve Hürrem, isminin başındaki makbul sıfatı kısa zamanda maktul’e dönüveren İbrahim Paşa’nın öyküsüne de girecektir. Makbul İbrahim Paşa , damatların başka kadınlarla düşüp kalkması katiyen yasaklandığı halde ;Yavuz’un kızı,Kanuni’nin kardeşi gibi bir sultan olan eşine ,Muhsine adlı bir kadınla ihanet etmektedir.Kuşku yok ki,İbrahim’in sonunun hazırlanmasında bu ihanetin payı hiçti.O, seher semasında çokça ışık saçmaya başlayan bir yıldızcıktı ve muhteşem bir güneşin kaçınılmaz ihanetine uğradı.Her türlü ihtimale açık bir ikbal yolunu ayakları dibine sererken daha başlangıçta Kanuni , İbrahim Paşa’ya , kendi sağlığında bir zarar gelmeyeceğine dair yemin etmişti.Bu yüzden katline karar vermesi çok kolay olmadı.Kanuni hakkında bir eser sahibi bulunan Fairfax Downey’e bakılırsa, uyuyan kimse hayatta değildir,uyku ölüme benzer ve insan o esnada hayatla kendisini bağlayan her hangi bir bağdan müberra bulunur mealindeki ayetden hareketle İbrahim
Paşa, Kanuni uyuduğu bir esnada maktul edildi.Fakat Paşa kim bilir kendisini ölmeden önce öldüren bu ihanete uğradığı esnada,Kanuni’nin uyumakta olduğu yan taraftaki odasında aniden uyandığı ve onu Hürrem Sultan’ın teskin ettiği rivayet olunur.
Edebiyatımız,tümüyle sanat ve edebiyat ihanet güzellemeleriyle doludur.En masumları Suat ve Necip’tir kuşkusuz ve Eylül bir ihanetin öyküsü. Duygularda da kalsa ihanetin kirinin mutlak temizlenmesi gereği Mehmed Rauf’u da etkiler.Romanın sonu Mehmed Rauf’un yapabileceği en uygun şekilde gelirken ve o kadar acıdığımız ve anladığımız dahası masumiyetine tanıklık edebileceğimiz Suat ve Necib’in günahını bu dünyada ateş temizlerken ,biz galiba hangisinin daha az dürüst olduğunu düşünmek zorunda kalırız : Romanın kuralarının mı,yaşamın kuralarının mı?
İhanetin ism-i faili sabıkalı bir kelime:Hain.Ama ihanetin ism-i faili hain ise eğer bütün o Lady Makbetler,Fintenler,Therese Raquınler, Bihterler’le birlikte bizzat yazarına göre göre içindeki mücadele herhangi bir meydan savaşında bir komutanın verdiği mücadeleden daha az olmayan Vadideki Zambak’ın Henriette’i ,Halide Edib’in Seviye Talip’i,Suat ve Necip ,oyunu toplumun kurallarına göre değil de kendi vicdanının ve erdeminin kurallarına göre oynamaya kalktığı için kaybeden Anna hep hainlerdir.Bu iki grubu ayıran ve onları gözümüzde bayağı veya masum kılan şeyse,yazarın bakış açısından başka bir şey değildir çoğu kez.Çünkü yazar,bütün düşüncelerimizi yönlendirebilecek bir büyücüdür.
Anna Karenina romanı karlı bir günde ve bir tren istasyonunda başlar.Bir başka karlı günde ve bir başka tren istasyonunda biter.İlkinde Anna,toplumun saygıdeğer bulduğu sadık bir eş,iyi bir annedir.Ve çok güzel bir kadın.Sonunda ise, aristokrat Rus toplumunun gizlice yaşanmasını rahatlıkla onayladığı yasak aşkını, meşru zemine çekemediği noktada , gizlice yaşamayı onuruna yediremeyerek açıkça yaşadığı için dışlanmış bir kadın.Artık iyi bir eş ve iyi bir anne değildir.Ama yine çok güzel bir kadın.Kendi güzelliğinin ihanetine uğrayacağı yılların hızla yaklaştığının farkında,usulca bırakır kendisini bir trenin tekerlekleri altına.Çünkü güzellik ihanet eder ve doğrudur kadının iki kez öldüğü.
Tolstoy,Anna Karenina’yı içindeki Anna Karenina’nın aynı olarak anlatabilmiş midir,bilinmez ama kaç yazar,kaç şair dil’in kendisine ihanetinden müşteki değildir?Kuşkusuz hiç. Hamid’in yakalayamadığı,ancak susmak veya pek karanlık bir şey söylemek olarak tanımladığı bir şiir,dilin ihanetine karşı geliştirilmiş bir müdafaa maskesi değil midir?Akif,ağlarım ağlatamam hissederim söyleyemem /dili yok kalbimin ondan ne kadar bizarım mısralarını ağlarken , Orhan Veli anlatamıyorum çığlığıyla anlatmaya çalışırken hep bu ihanetten müşteki değil midirler?Haşim şiiri anlaşılmaktan ziyade duyulmak zeminine çekerken,Ahmet Cemil şiir lisanını baştan ayağa bir insan,adeta konuşan bir ruh olarak tanımlarken aynı şeyi söylemiyorlar mı?Şiire kadar uzanmaya gerek yok.Derdimiz hep anlatamamak ve anlaşılamamak değil mi?Ben öyle demek istemedim cümlesi ile başlayan boğucu koridorların aşılması ne kadar zordur.Ardından gelen böyle demek istedimler de daha fazla ifadeye muktedir değildir. Üstelik bize hep ihanet eden dile rağmen bizi en iyi anlayacak olanı beklemiyor muyuz sürekli?Ve bizi en iyi anlayacak olanı bulduğumuzu zannettiğimiz her defasında yeni bir ihanete hoş geldin demiyor muyuz?Ve o her defasında yanlış kişi çıkmıyor mu?
Gerçek şu ki ,kalplerin dili olsaydı,dilin ihanetine uğramadan birbirlerine daha çok şey anlatabilirlerdi.Belki Cocteau’nün bahsettiği gibi bir şairi yanlış anladığımız için sevmekten vazgeçebilmemiz için de, Paul Eluard’ın görüşünün gerçek olması ve bizim artık kelimelere ihtiyaç kalmadan şiiri kafa ile okuyabileceğimiz günlerin gelmesi gerekli.Ama galiba o zaman da ne şiir kalır,ne nesir.
Sevgilim dil’in ihaneti,sevgilim şiir çünkü.
Ve sevgilim ihanet.
Sevgilim ihanet,çünkü hayatın kendisi bir ihanete dönüşür yüzümüzde ter damlaları belirdiğinde ve ayaklarımız suya değdiğinde.Bir de bakarız ki birileri,bizimle hiç ilgisi olmayan birileri bizim için enine boyuna ölçerek hem de, bir oyun hazırlamışlar ve al demişler,yaşa,işte senin hayatın.Sesleri ne kadar ılık ve inandırıcıdır oysa.Ne kadar güven verici.Ve biz ayaklarımız suya değecek kadar kısa geçen bir zaman içinde,hayatımızın ihanetine uğradığımızı fark ederek çığlıklar atmaya başlarız.Bu çığlıklarımızı pek de ciddiye almayarak ,yaşıyor ve tahammül edebiliyorsan senindir biçimindeki imalarını dostun ciddiye ne kadar alsak da,içimizdeki fotoğrafın dışımızdakinden farklı olduğu gerçeği hiç bir zaman değişmez.
Önce anılarımız ihanet eder bize,teker teker bırakıp giderler.Her ihanet bir terk ediştir çünkü.Üstelik ne kadar kendisi olarak kalacağını vaad etse de ne dönen aynı kalır,ne bekleyen.Öyleyse her gidiş bir ihanettir,her ihanet bir gidiş.
Baharla yorumlamaya kalkarız hayatı kimileri.Baharın kendisi de bütün ihtişamına rağmen koskoca bir ihanete dönüşür.Beşir Ayvazoğlu,her ne kadar çiçeklerin faniliği onların bizi mutlu eden güzelliklerinin garantisidir derse de,felsefi boyutta sağlam duran bu görüş, saltanatını ilân eden duygu olunca,o kadar ikna edici değildir.Çok kısa bir zamana sığdırılmış bir gül fırtınası,siz her ne kadar bir güle dönüşebilmeyi mantıksızca ve çılgınca bekleseniz de geçer gider.Mehtabı ve yıldızı da terkisine alarak.Kent git gide küçülür,yok olur.Geriye ne bahar kalır,ne gül,ne şiir.
Hafızamızın ihaneti de hiç zor değildir.En gerektiği anda dilimizin ucuna geliveren bir iki mısraın sislendiği veya tümüyle silindiği anlar ne acıdır.Veya her anını ve görüntüsünü hıfzetmeye,zihnimize kazımaya çalışsak da çok sevgili bir beraberlikten geriye kopuk cümleler ve görüntülerle salt bir duygu yumağından başka bir şey kalmaz.Üstelik o duygu yumağı da yeteri kadar açık değildir ve bir gün,ve bir gün silikleşen bir hayali de beraberine alarak sessiz sedasız çekip gider.
Hayret bile edemeyiz.
Yüzümüzün ve bedenimizin ihaneti hiç gecikmez.Her gün aynada gördüğümüz o çehrenin on yıl önceki biz olduğuna kimi inandırabiliriz?Dahası on yıl sonraki biz de bu değilizdir.Hiç gecikmez yüzümüzün ve bedenimizin ihaneti. Cemil Meriç’i gözleri terkeder,Beethoven’i kulakları. Son ihaneti kalbimiz yapar.Bir gün,hiç nedeni yokken bir gün usulca duruverir.Oysa kul yapısı bir cihaz hâlâ ses vermektedir veya şairin dediği gibi kolumuzdaki saat hâlâ işlemektedir .
Üstelik sevgilimiz de ihanet eder bize.Aniden,belki sebepsiz ve ne kolayca başka ve tanınmayacak bir şeye dönüşür.Artık o gitmiştir ve yok olmuştur.Padişahlar cariye çıkar , cariyeler halayık.Oysa biz ona gelebilmek için ne çok şey terk etmişizdir.Bir başka deyişle ne çok ihanet etmişizdir.
Sonra aşkın kendisi .Uğrunda karşılıklı ihanetlere kalkıştığımız ve katlandığımız aşkın kendisi.Hiç zor değildir ihaneti.Hiç bitmeyeceğini sandığımız,bizi var ettiğine inandığımız,Cemil Meriç’in ifadesiyle gizlideki dörtte üçümüzü görünür kılan aşk hiç sebepsiz,hiç ölmeyeceğini sandığımız bir yerde bizi arkamızdan bıçaklar ve usulca çekip gider. Birden gözümüzdeki perde kalkar,bütün çirkinlikler ve çıplaklıklar görünür,cennetten kovuluruz.Utanç kalır geriye,pişmanlık.Oysa aşk pişman olmamak diye tanımlanır.Şarkılar ihanet eder,eskisi kadar güzel değildirler.Şiirler yere yığılır birden,kanatları kopar gecenin.
Rüzgâr küçülür,yağmur fazlalık gelir bize.
Ve ışık söner.Geride kalan her şey sarıya boyanır .
Ama ihanetin bir rengi varsa mutlak gri olmalıdır.
Dostların ihaneti kadar hiç bir şey acı değildir.Ve nedense hep de böyle olur ve biz ,bize en son ihanet edeceğini sandığımız kişinin ihanetine uğrarız ansızın.Artık bir parça Sezar olmuşuzdur.Bir yıldızlar kalır geriye,onlar da gözyaşlarının sıcaklığını duyamayacağımız kadar uzaktadırlar.Oturup hem kendimiz hem yıldızlar için ağlarız,göz yaşlarımız tükenir.Dostların ihaneti kadar hiç bir şey acı değildir çünkü.Hocam Kaya Bilgegil’in kim bilir sigarasına hitaben söyleyebilmek için kaç dostunun ihanetine uğraması gerektiği şu mısrada olduğu gibi:
Zehir de olsan insanların ihaneti kadar acı değilsin.
Fakat en korkuncu,en dayanılmazı kendi kendimize ihanetimizdir.Kendi kendimizi hiç terk etmeyeceğimizi sanırken bir gün bakarız ki tükenmiş,yok olmuşuz.Eski doğrular terk edilen doğrulardır.Yerine koyulacak yeni doğrularımız varsa bir hainizdir,o da yoksa sadece bir hiç.Oysa yanı başımızda hiç dönmeyenler,dönse de tükenmeyenler bahar goncaları gibi boy vermektedirler ve kentin sokakları sabahın saat sıfır dörtlerinde yeni şarkılara ve şiirlere gebedir.Uyku bizi kollarına çeker.
Uyku.
Sevgilim uyku.
CÜMLE KAPISI - NAZAN BEKİROĞLU
Tumblr media
2 notes · View notes
endlessloveforeversworld · 1 year ago
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Kanuni Sultan Süleyman
Türklerin Heilbronn'a göçü ancak 1960'larda, "ekonomik mucize" dönemlerinde bölgedeki iş gücünün kıtlaştığı dönemde başladı. Ancak bu, Heilbronn ile Türkler arasındaki temasların başlangıcı değildir. Aksine, 500 yılı aşkın bir süredir Türkiye ve kültürüyle ilgilenmek, önce savaş kehanetleriyle, ardından ekonomik ve nihayet siyasi kehanetlerle yerel gündemde yer aldı.
Osmanlı'nın Balkanlar'ı fethi ve ilk Viyana kuşatması ile konu Heilbronn'da da patlayıcılık ve önem kazandı. Heilbronn'da bir Türk'ün bilinen ilk resimli temsilinin 1520'lere tarihlenmesi tesadüf değildir: Kilianskirche kulesinin inşaatçısı Hans Schweiner, bir madalyonda türbanlı ve bıyıklı bir Türk erkeğinin profil görüntüsünü yakalamıştır. . 1520'den 1566'ya kadar hüküm süren Kanuni Sultan Süleyman'ın Hans Schweiner tarafından çağdaş bir portreden yola çıkılarak yapılmış portresidir.
Süleyman, Osmanlı İmparatorluğu'nun en önemli hükümdarlarından biri olarak kabul edilir; bu nedenle ona "büyük" ve "yasa koyucu" da denir. Çağdaşları tarafından hoşgörülü bir yönetici olarak görülüyordu ve bu, örneğin Martin Luther'in kendisi hakkındaki hükmüne yansıyan, "bazı insanlar alayını övüyor / herkesin inandığını okuduğu / istedikleri / sadece istediği dünyevi efendi ol". Hans Schweiner'in mesajı muhtemelen burada yatıyor: Kilian Kulesi'nde karikatürize edilmeyen tek portre Süleyman'ın portresi.
Bir Türk'ün ilk Heilbronn portresi - Kilianskirche kulesinden Sultan I. Süleyman'ın portresinin bulunduğu bir madalyon (1529'dan önce; solda). Model olarak kullanılan Sultan I. Süleyman'ın bir portresi, örneğin Hieronymus Hopfer'in bu gravürü (sağda).
(Şehir Arşivi Heilbronn)
Süleyman I. der Prächtige
Die Zuwanderung von Türken nach Heilbronn begann erst in den 1960er Jahren, als in Zeiten des „Wirtschaftswunders“ die Arbeitskräfte auch in der Region knapp wurden. Aber das ist keineswegs der Beginn von Kontakten zwischen Heilbronnern und Türken. Im Gegenteil – schon seit mehr als 500 Jahren steht die Auseinandersetzung mit der Türkei und ihrer Kultur auch auf der lokalen Agenda, zunächst unter kriegerischen Vorzeichen, dann unter wirtschaftlichen und schließlich auch unter politischen.
Durch die osmanische Eroberung des Balkans und die erste Belagerung von Wien gewann das Thema auch in Heilbronn an Brisanz und Bedeutung. Und so ist es auch kein Zufall, dass die erste bekannte bildliche Darstellung eines Türken in Heilbronn aus den 1520er Jahren stammt: Hans Schweiner, der Baumeister des Turms der Kilianskirche, hat in einem Medaillon die Profilansicht eines türkischen Mannes mit Turban und Schnurrbart festgehalten. Es handelt sich um ein Bildnis des Sultans Süleyman I. des Prächtigen, der von 1520 bis 1566 regierte, das Hans Schweiner nach einem zeitgenössischen Bildnis geschaffen hat.
Süleyman gilt als einer der bedeutendsten Herrscher des Osmanischen Reichs; er heißt deshalb auch „der Große“ und „der Gesetzgeber“. Er galt den Zeitgenossen als toleranter Herrscher, was etwa im Urteil von Martin Luther über ihn anklingt, dass „etlich sein Regiment darin loben / das er jederman lest gleuben / was man will / allein das er weltlich Herr sein will“. Darin liegt wohl auch die Botschaft Hans Schweiners: Das Porträt Süleymans ist das einzige am Kiliansturm, das nicht karikierend gestaltet ist.
Das erste Heilbronner Bildnis eines Türken – ein Medaillon mit dem Porträt des Sultans Süleyman I. vom Turm der Kilianskirche (vor 1529; links). Als Vorbild diente wohl ein Porträt des Sultans Süleyman I. wie diese Radierung von Hieronymus Hopfer (rechts).
(Stadtarchiv Heilbronn)
3 notes · View notes
nefretim-kazand · 1 year ago
Text
Tumblr media
OKU !!!
BU EKİBE IYI BAKIN !
33 SENELIK ABDULHAMİD DEVRINİN EKİBİ
Sonrada devlet batınca vay efendim Türkçülük başlamışta devlet çökmüşmüş.
Peki bu ekonomik iflas tablosunda Türkler nerede ?
Halife-i Müslümin 2. Abdülhamit’in nazırlarından (bakanlarından) ve bürokratlarına bakalim buyrun:
Hariciye Nazırları; Aleksandros Karateodori Paşa (1878-1879)Gabriel Pasha ve Sava Paşa (1879-1880)
Hazine-i Hassa Nazırları: Agop Ohanes Kazazyan (1876-1891), Mikail Portakalyan Efendi (1891-1897), Ohanes Sakız Efendi (1897-1908)
Maliye Nazırı: Agop Ohanes Kazasyan Paşa (28-30 Ağustos 1885), (Aralık 1886 - Mart 1887) (1888-1891)
Nafia Nazırları: Ohanes Çamiç Efendi (1877-1878), Aleksandr Karateodori Paşa (1878) Sava Paşa (1878-1879)
Orman ve Maadin Nazırları; Mavrokordato Efendi (1908-1909), Aristidi Paşa ( 1909)
Ticaret ve Ziraat Nazırları: Bedros Kuyumcuyan Efendi (1880) Gabriel Noradonkyan Efendi (1908-1909)
Ayan Üyeleri(1876); Antopolos Efendii Aristarki Bey, Daviçon Karmona Efendi, Musurus Paşa, Serviçen Efendi, Stoyanoviç Efendi, Dr. De Kastro Bey, Mavroyeni Paşa, Karatodri Paşa, Abraham Karakahya Paşa
Ayan Üyeleri(1908) Azaryan Efendi, Basarya Efendi ,Bohor Efendi, Fethi Franko Bey, Gabriyel Noradonkyan Efendi, Mavrokordato Efendi, Mavroyeni Bey, Oksanti Efendi, Yorgiyadis Efendi, Aram Efendi, Popoviç Temko Efendi,
Babıali Hukuk Müşaviri Gabriel Efendi Abdülhamit zamanında sürekli el üstünde tutulan bu Gabriel Efendi 2. Dünya savaşı sonrası düzenlenen Paris Konferansında Ermeniler için toprak talep etmiş, Lozan Konferansına da Ermeniler adına katılmıştır…
Elçilere göz attığımızda;
Y. Fotiades Bey ve Gobdan Efendi’nin Atina, Azaryan Efendi’nin Belgrad, E. Karatodri Efendi’nin Brüksel, Blak Bey’in Bükreş, Yanko Karaca, Misak Efendi ve Aritraki Efendi’nin Lahey, K. Musurus Paşa, Alfred Rüstem Paşa ve Antopulo Paşa’nın Londra, Naum Paşa’nın Paris, S. Musurus Bey ve Y. Fotiades Bey’in Roma, Nikola Gobdan Efendi’nin Sofya, A. Vogorides Paşa’nın Viyana, L. Aristarki Bey ve A. Mavroyeni Bey’in Washington’da Büyükelçi-Elçi olarak görev yaptıklarını görüyoruz.
Konsolos ve kâtipliklerde de Türk unsurundan ziyade Ermeni ve bilhassa Rum memurlar kullanılmakta idi.
Valilik koltuklarının çoğunda da gayrimüslimler oturuyordu.
Mesela;
Şarkî Rumeli Valileri Sava Paşa, Aleko Vogorides Paşa, Gavril Paşa Hristoiç, Alexandre de Battenberg, Ferdinand de Saxe-Cobourg et Gotha,
Sisam Beyleri; Mişel Gregoriyadis Bey, Aleksander Mavroyeni Bey, Yanko Vitinos Bey, Kostaki Karateodori Paşa, Yorgi Yorgiadis Efendi, Andrea Kopasis Efendi,
Cebelilübnan Sancağı Mutasarrıfları Vasa Paşa, Naum Paşa, Yusuf Franko Paşa
Maliyesini, hariciyesini, tarımını, madenlerini ve de mülkiyesini gayrimüslimlere bırakmış devletin başında bir İslam Halifesi (!) vardır…
ŞİMDİ ANLADINIMIZMI ATATÜRKÜN KİMİN TEKERİNE ÇOMAK SOKTUĞUNU ?
Türk dil KURUMUNA 1 ermeni dilbilgisi uzmanini oda sadece Genel sekreter olarak atadı diye, ki adam osmanlı memuru zaten, 100 senedir Atatürke demediğini bırakmayanlara soralım, insafiniz varmi ?
Kaynak kitap:
KUNERALP, Sinan, Son Dönem Osmanlı Erkan ve Ricali, Prosopografik Rehber, İstanbul: İsis Yayınları, 1999.
(Zkr. Oktay Polat)
Erhan Gürel sayfasından
4 notes · View notes
gundemarsivi · 13 days ago
Text
Tumblr media
FÖCÖ’nün İcadı: CİMER ve Özel Sektöre Yönlendirme
✍🏻 Sinan Kemal
Dedikodu Cihadı: Cemaatler, Tarikatlar ve Haysiyet Cellatlığı
Sıradan insanların FETÖ (sansürden kaçınmak için FÖCÖ olarak anıyorum) ve benzeri tarikatların kumpas operasyonlarını küçümsediğini görüyorum. Çoğu kişi sadece Kutlu Doğum Haftası’nı kutlayan şeyhlerin cemaatini ve onların Harbiyelilere, subaylara, üst düzey bürokratlara yönelik kumpaslarını biliyor. Ancak bu yapıların kumpasları sadece yüksek rütbeli askerlerle sınırlı değildir. Tarikatlar, uzman çavuşlardan astsubaylık okulu öğrencilerine kadar herkesi hedef alabilir. Bu sadece bir tarikatın değil, tüm tarikat-cemaat yapılaşmalarının ortak bir yöntemidir.
Dedikodunun Gücü: Kumpasın Temel Aracı
Tarikat ve cemaatler, bir yere önce kalabalık gruplar halinde sızar. Bu süreçte en büyük silahları dedikodudur. Dedikodularını yaymak için sizi evlerine, dergâhlarına davet ederler. Kuran ya da şeyhlerinin risalelerini okuma bahanesiyle, hedef aldıkları kişiler hakkında dedikodular üretirler. Eğer dedikodu yaptıkları kişi bir devlet memuruysa ve hakkında soruşturma açılmışsa, bu dedikodular soruşturmayı yürüten müfettişlerin dikkatini çeker. Hatta bazı müfettişler doğrudan dedikodu üzerinden hareket ederek, hedef kişiyi harcamaya çalışır. Gizli tanıkların ifadeleri de genellikle duydukları dedikodulardan ibarettir. “Kimden duydun?” sorusuna ise standart cevap bellidir: “Herkesten…”
Bu kadar sistematik ve planlı dedikodu üretimine ben “Dedikodu Cihadı” diyorum.
Medya ve Sosyal Medya: Kumpasın Modern Yüzü
Dedikoduların yayılmasında medya ve sosyal medyanın etkisi büyüktür. Eskiden, meşhur Zaman Gazetesi bu işin başını çekiyordu. Memurlar hakkında isim vermeden, ima yoluyla dedikodu yapar; kişiyi tarif ederek hedef gösterirlerdi. İnternet yaygınlaşınca gazetenin bu alandaki rolü azaldı, ama yerine sosyal medya araçları geçti. İlk başlarda MIRC ve MSN gibi platformlarda aktiflerdi. “Hocayı pek sevmem AMA…” gibi cümlelerle insanları tavlamaya çalışır, hocayı eleştirenleri ise platformlardan atarlardı.
Bu örgüt, teknolojiyi yakından takip etmesiyle ünlüdür. Zaman Gazetesi, Türkiye’de internet sitesi kuran ilk basın kuruluşuydu. Bugün sosyal medyada gördüğümüz trollük faaliyetlerinin temeli, o yıllarda atılmıştır. Trollükte en dikkat çekici özelliklerden biri, karşı taraftan gibi görünerek ortalığı karıştırmaktır. Bu trollerin dilini ele veren kelimeler ise genellikle “ama”, “fakat”, “lakin” gibi bağlaçlardır. Bu kelimelerle başlayan cümleler, çoğu zaman iki yüzlülüğü işaret eder.
Dedikodu ve Haysiyet Cellatlığı: Tarihin Gölgesinde
Dedikodu yoluyla haysiyet cellatlığı, sadece bugünün değil tarihin de bir gerçeğidir. Osmanlı kroniklerinde, 2. Viyana Kuşatması sırasında Tatar Hanı Murat Giray’a yönelik suçlamalar, Avusturya kayıtlarında bile daha insaflı değerlendirilir. Piri Reis’in idamına neden olan suçlamalar da benzer şekildedir. Dedikodularla liyakat sahibi insanlar gözden düşürülür, hukuk işletilmez ve toplumda güven duygusu zayıflatılır.
Bugün cemaatler ve tarikatlar, kendilerine engel olarak gördükleri kişileri sistematik dedikodularla saf dışı bırakmaktadır. Tek adam rejimlerinde dedikoduların etkisi daha yıkıcıdır, çünkü liderler sürekli bir tahtan indirilme korkusuyla yaşar ve bu korku, dedikodulara inanmalarına yol açar.
CİMER ve BİMER: Modern Kumpas Araçları
FETÖ, iktidarla ilişkilerinin son günlerinde, memurlara kumpas kurma araçlarını diğer tarikatlara miras bıraktı: BİMER ve CİMER. Özellikle CİMER, şikayet merkezi gibi görünse de, keyfi kullanıma açık bir yapı. Şikayetlerin işleme alınması, ilgili makamların insafına kalmış durumda. Devlet memurlarına yönelik şikayetler hızla işleme alınırken, özel sektöre yönelik şikayetler genellikle görmezden gelinir.
Son yıllarda doktorlara, öğretmenlere ve diğer kamu çalışanlarına yönelik saldırılar artış gösterdi. Kamu çalışanlarına yapılan bu saldırıların amacı, halkı özel sektör hizmetlerine yönlendirmektir. Özellikle sağlık ve eğitim gibi temel alanlarda, kamu hizmetlerinin itibarsızlaştırılması dikkat çekicidir.
Kamu Çalışanlarına Yönelik Sistematik Saldırılar
Ekşi Sözlük gibi platformlarda kamu çalışanlarını hedef alan başlıklar bunun en bariz örneklerindendir:
Doktorların hastalarına şefkat göstermemesi
Öğretmenliği herkesin yapabileceği gerçeği
Doktorların dayağı hak etmesi
Bu tür başlıklar, kamu çalışanlarını itibarsızlaştırmak ve kamu hizmetlerinden uzaklaştırmak için sistematik bir çalışmanın ürünüdür. Sosyal medyada dolaşan troller, bir yandan iktidar yanlısı gibi görünürken, bir yandan da muhalefet karşıtı propaganda yaparak halkı manipüle etmektedir.
Sonuç
Dedikodu, haysiyet cellatlığı ve sistematik kumpaslar, sadece bireyleri değil, toplumun tüm yapısını etkiler. Tarikat ve cemaatlerin bu yöntemleri, devlet mekanizmasındaki çürümeyi hızlandırır. Özellikle memurlar, sağlıkçılar ve öğretmenler gibi kamu hizmeti veren kesimler, bu sistematik saldırılardan en çok zarar görenlerdir.
Bugün, geçmişte olduğu gibi, liyakat ve hukuk sisteminin öncelikli hale gelmesi, toplumu bu kumpas düzeninden kurtarmanın en temel yoludur.
0 notes
denizinnokyanusuu · 16 days ago
Text
O halen Viyana.. ben halen Osmanlı..
Hep kapısından döndük vesselam..
Ne gördü ne duydu..
İnadımız baki.
Fakat eskisi kadar güçlü değiliz..
1 note · View note
aykutiltertr · 3 months ago
Video
youtube
Pencere Açıldı Bilal Oğlan - Candan Erçetin ✩ Ritim Karaoke (Rumeli İsta...  ⭐ Video'yu beğenmeyi ve Abone olmayı unutmayın  👍 Zile basarak bildirimleri açabilirsiniz 🔔 ⭐ KATIL'dan Ritim Karaoke Ekibine Destek Olun (Join this channel to enjoy privileges.) ✩ ╰┈➤ https://www.youtube.com/channel/UCqm-5vmc2L6oFZ1vo2Fz3JQ/join ✩ ORİJİNAL VERSİYONU 🢃 Linkten Dinleyip Canlı Enstrüman Çalıp Söyleyerek Çalışabilirsiniz. ⭐ 🎧 ╰┈➤ https://youtu.be/hDNEjNiiIWY ✩ (MAKE A LIVE INSTRUMENT ACCOMPANIMENT ON RHYTHM IN EVERY TONE) ✩ Aykut ilter Ritim Karaoke Ekibini Sosyal Medya Kanallarından Takip Edebilirsiniz. ✩ İNSTAGRAM https://www.instagram.com/rhythmkaraoke/ ✩ TİK TOK https://www.tiktok.com/@rhythmkaraoke ✩ DAILYMOTION https://www.dailymotion.com/RhythmKaraoke ⭐ Pencere Açıldı Bilal Oğlan - Candan Erçetin ✩ Ritim Karaoke (Rumeli İstanbul Hicaz Majör 9/8 Anonim) ❤ @RitimKaraoke Müzisyenlerin Buluşma Noktası.... ESER ADI              : PENCERE AÇILDI BİLAL OĞLAN PİŞTOV PATLADI SÖZ GÜFTE          : ANONİM BESTE - MÜZİK    : ANONİM USÜL                      : 9/8 AKSAK MAKAM - DİZİ      : HİCAZ YÖRESİ İL İLÇE     : RUMELİ - İSTANBUL KAYNAK KİŞİ        : TRT RKİBİ ARANJÖR             : ? ENSTRÜMANLAR:   PENCERE AÇILDI BİLAL OĞLAN Repertuar No Yöresi- İli RUMELİ   İlçesi- Köyü -   Kaynak Kişi  YÖRE EKİBİ Derleyen TRT MÜZİK DAİ. BŞK. THM. MD. Notaya Alan TRT THM REPERTUAR KURULU İcra Eden Makamsal Dizi HİCAZ Konusu - Türü Aşk Sevda Karar Sesi La Bitiş Sesi La Usül 9/8 En Pes Ses Fa # En Tiz Ses Sol Ses Genişliği 9 Ses                             ŞARKI SÖZÜ ve AKORU Am             E           Am          Dm(Am) Pencere açıldı Bilal Oğlan piştov patladı E           F              Dm             F Varın bakın kanlı da Bilal yine kimi hakladı E           F              Dm     F       E Varın bakın kanlı da Bilal yine kimi hakladı Allı yemeni Bilal Oğlan pullu yemeni Bir bahçeden bir bahçeye salla yemeni Ben sana varmam Bilal Oğlan ben sana varmam Yedi yıl karşımda dursan yine sana yalvarmam Allı yemeni Bilal Oğlan pullu yemeni Bir bahçeden bir bahçeye salla yemeni TÜRKÜNÜN SÖZLERİ PENCERE AÇILDI BİLAL OĞLAN PİŞTOV PATLADI VARIN BAKIN KANLI DA BİLAL YİNE KİMİ HAKLADI BEN SANA VARMAM BİLAL OĞLAN BEN SANA VARMAM YEDİ YIL KARŞIMDA DURSAN YİNE SANA YALVARMAM ALLI YEMENİ BİLAL OĞLAN PULLU YEMENİ BİR BAHÇEDEN BİR BAHÇEYE SALLA YEMENİ PİŞTOV : Kısa namlusuna özel bir araçla önce barut doldurulan ve bu barutun üzerine bir paçavra konularak sıkıştırılan, ateşleme düzeneğinin horozunda çakmak taşı bulunan bir mekanizmaya sahip olan, tabancanın atası da denilebilecek bir tür silah.. Değişik türleri bulunan bu silah Osmanlı Ordusu'nda da bir süre kullanılmıştır. AÇIKLAMA : Bu türkü, Mustafa Kemal ATATÜRK tarafından Türk Müziği Repertuarı'na kazandırılmıştır. Garaj Stüdyo'ya göz atın: http://smarturl.it/garajstudyo Pasaj Müzik Facebook:  / pasajmuzik   Pasaj Müzik Twitter:  / pasajmuzik   Pasaj Müzik Instagram:  / pasajmuzik   Albümü iTunes'tan Satın Almak İçin: https://goo.gl/yWVrlT Albümü Ttnet Müzik'ten Dinlemek İçin : https://goo.gl/MHURKh Albümü Turkcell Müzik'ten Dinlemek İçin : http://goo.gl/Z7Gbqh Albümü Fiziksel Olarak Satın Almak İçin : http://goo.gl/ES0WBp Candan Erçetin Erçetin, 2015'teki Türkiye'yi Büyüten Kadınlar Buluşması'nda. Doğum Candan Erçetin 10 Şubat 1963 (61 yaşında) Kırklareli, Türkiye İkamet Lüleburgaz, Türkiye Eğitim Galatasaray Lisesi İstanbul Üniversitesi Viyana Üniversitesi Meslek Şarkıcı-şarkı yazarı · öğretmen · oyuncu Partner(ler) Hakan Karahan Resmî site candanercetin.com.tr Müzikal kariyeri Tarzlar Pop folk Etkin yıllar 1986-günümüz Müzik şirketi Topkapı · Pasaj · DMC İlişkili hareketler Klips ve Onlar Candan Erçetin (d. 10 Şubat 1963), Türk şarkıcı-şarkı yazarı ve müzik öğretmeni. 25 yılı aşkın şarkıcılık kariyeri boyunca, insan hayatını konu alan şarkılar hazırlayıp seslendirmesiyle tanındı. Albümlerini pek fazla tanıtım yapmadan çıkarmasına rağmen yine de çalışmalarını çok satarak dinleyici tarafından çok benimsenmesiyle birçok kez takdir edildi. Müziğini ön planda tutarak basında özel hayatıyla yer almaması sayesinde övüldü. Bazen farklı bulunan video klipleriyle ilgi çekti. Diskografi Ana madde: Candan Erçetin diskografisi Hazırım (1995) Çapkın (1997) Elbette (2000) Neden (2002) Melek (2004) Kırık Kalpler Durağında (2009) Milyonlarca Kuştuk (2013) Ah Bu Şarkıların Gözü Kör Olsun (2015) Filmografi Yıl Film Rol, Notlar 1993 Gece Melek ve Bizim Çocuklar film, Aylin 1998 Anlat Şehrazat müzikal 2003 Hayat Bilgisi (1. bölüm) dizi, Canan Öğretmen 2005 Yıldızların Altında müzikal 2006 Yabancı Damat dizi, Candan Erçetin 2009 Gölgesizler film, Yazarın Eşi (Yönetmen: Ümit Ünal) 2019 Annem film (Yönetmen: Mustafa Kotan) Televizyon programları Candan Erçetin'le Beraber ve Solo Şarkılar (7 Mart 2007 - 16 Haziran 2008)
0 notes
rayhaber · 2 months ago
Text
Tarihte Bugün: Varşova Gettosu Nazi SS Birlikleri Tarafından Kuruldu
16 Ekim, Miladi takvime göre yılın 289. (artık yıllarda 290.) günüdür. Yıl sonuna kadar kalan 76 gün vardır. Demiryolu 16 Ekim 1830 Osmanlı Devleti’nde ilk demiryolu inşasına dair projeler hazırlandı. Olaylar 1529 – I. Süleyman’ın komuta ettiği Osmanlı Ordusu, Viyana Kuşatması’nı kaldırdı. 1793 – Fransız Devriminde vatan hainliği ile suçlanan Marie Antoinette giyotinle idam edildi. 1730 –…
0 notes
bernamegeh · 4 months ago
Text
Paul Wittek Kimdir Hayatı
Paul Wittek, 1916 yılında Avusturya’nın Viyana şehrinde doğdu. Genç yaşta tarih ve sosyal bilimlere olan ilgisi, onu akademik bir kariyere yönlendirdi. Wittek, 1937 yılında Viyana Üniversitesi’nde tarih bölümünden mezun olduktan sonra, çeşitli Avrupa üniversitelerinde Osmanlı tarihine yönelik çalışmalar yaptı. II. Dünya Savaşı sırasında yaşadığı zorluklar nedeniyle, 1945’te Türkiye’ye göç etti ve…
0 notes
birpaylass · 4 years ago
Text
Avusturya'da Gezilecek En Güzel 5 Yer
BirPaylaş Paylaşım Platformu https://birpaylas.com/avusturyada-gezilecek-en-guzel-5-yer.html
Avusturya'da Gezilecek En Güzel 5 Yer
Avusturya’da Gezilecek En Güzel 5 Yer
Habsburg hanedanlığı döneminde ortaya çıkan Avusturya daha Roma ve german imparatorluğu tarafından yönetilmekte idi. Avusturya’da Gezilecek En Güzel 5 Yer Ancak daha sonra 1806 yılında Napoleon tarafından bu imparatorluklar yıkıldı ve yerine Avusturya imparatorluğu kuruldu. Avusturya tarihi bir geçmişi olan bir ülke. Bu nedenle kültürel olarak çok fazla gezilecek ve görülecek yerler mevcut. Tarihi gezintilerin yanı sıra coğrafi olarakta mükemmel bir şehir. Avusturya’nın alp dağları belki de dünyadaki en güzel iklime sahip yerlerden biri diyebiliriz. Dört mevsim ayrı bir doğa atmosferi yaşatıyor. Ülkenin % 50’ si ormanlardan oluşuyor. Avusturya’ da gezilecek en güzel yerleri daha iyi anlayabilmek ve rehber olabilmek için sizler için yazdık.
Reklam ( Avrupada Gezilicek Yerler )
Beyaz Lahana Mucizesi
Suyun Önemi 
Yemek Yeme Sanatı
Kahve ve Çaya Dikkat
Uyku Hafıza ve Ruh
Belçika’da Gezilecek En Güzel 5 Yer
Graz Merkez
Graz şehri tarih ve doğanın buluştuğu bor şehirdir. Geçmişi Roma dönemine kadar dayanan Graz, Mora nehrinin iki yakasına kuruludur. Gezi için en önemli nokta değişik mimarilerle oluşan bir kent olmasıdır. 529 ile 1530 yıllarında Osmanlı Devleti buraya sefer düzenliyor. Tarihte yer alan 1. Viyana kuşatmasıyla Osmanlı Avusturya’ya ayak basmış oluyor. Graz’ın merkezi bölgesi 1999 yılında UNESCO dünya mirasında yerini almaya başlamış. Graz’ da en çok göze çarpan semtler arasında beyefendiler caddesi geliyor. Burası aslında tramvayında bulunduğu bir cadde ancak onu farklı kılan bozulmamış mimarileridir. Her bir sokağında yüzyıllar öncesine ait binaları görmeniz mümkündür. Âdeta sanatçıların yoğurduğu binalar birçok turistinde dikkatini çekiyor. Avrupa’nın ortasında ve Avrupa’nın en iyi korunmuş tarihi mekânları Graz’da. Şehirde 600 bin kişi bulunuyor, 5 adet üniversite, 20’ yi aşkın müze ve yüzlerce antik bina yer alıyor. Şehirde yüksek sesle konuşan ve ya tramvayda telefonla konuşan insanlar göremezsiniz. Çünkü yasak. Bunun için sakin bir semt diyebiliriz.
Avustralyada Gezilecek 5 Güzel Yer
Graz Köyleri
Graz şehrinin kenarlarında kalan köyler tıpkı bir Karadeniz havasını andırır. Konaklamak için otel ve evler bulunan köyde, bir sabah kalktığınızda karşıda alp dağlarını görürsünüz. Onun hemen eteklerinde yeşil kilim gibi çim üstüne sarı inekler ve diğer hayvanlar karşılar. Masalsı bir görünüme sahip bu yerde yaşama hissinin ne demek olduğunu bir kez daha anlayacaksınız. Burada yaşayanlar oldukça şanslılar. Tatil için tercih edilmesi gereken nadir yerlerdendir. Avusturya’da Gezilecek En Güzel 5 Yer Özellikle çocuklarınızla sağlıklı bir kaç gün geçirmek istiyorsanız alp dağlarının eteklerindeki bu köylere mutlaka gelmelisiniz. Huzuru aramak ve tatili tatil gibi dinlenerek geçirmek isteyenler için ideal bir yer.
Alp Dağları
Köylerinde baharı yaşadığınız bu yerden bir kaç saatlik yoldan sonra alp dağlarına geliyoruz. Bir kaç saat önce baharı yaşarken burada kış ile karşı karşıya kalırız. Çünkü burası her mevsim karlı kaplı alp dağlarıdır. Özellikle kayak severler için gelinmesi gereken yerlerdedir. Burada hem dağlara tırmanma zevkini yaşarken, hem de kayak yaparak bu harika yerin keyfini çıkarabilirsiniz. Alp dağları orta Avrupa’da yer alan İsviçre, İtalya ve Fransa’ya doğru uzanan bir dağdır. Buraya güneş az geldiği için Ağustos ayında bile karlar erimiyor. Bundan dolayı kış sporları anlamında oldukça gelişmiş durumda. Teleferikle muhteşem bir manzara eşliğinde dağların zirvesine çıkabilir ve buradan kayak yaparak aşağı inebilirsiniz. Yine burada seyir teraslarına çıkıp gökyüzüne en yakın olduğunuz bir tepeden etrafı seyredebilirsiniz.
Riegersburg Kalesi
Tabiat harikası bir yerde, turistlerin mutlaka uğradığı riegersburg kalesi. Avusturya’da genel olarak tarihi yapılar hiç bozulmamış ve gerçekten iyi koruyabilmişler. Riegersburg kalesi de güzel bir şekilde, bozulmadan koruna bilen bir tarihi eser. Kalenin içerisine girdiğinizde yöresel kıyafet giyen demirci ustalarının demirleri döverken görürsünüz. Burada her türlü bıçak çeşitleri yapılıyor. Buraya gelip bizzat nasıl yapıldığını gördükten sonra bıçak satın alabiliyorsunuz. Kalenin geçmişi 900 yıl öncesine kadar dayanıyor. Osmanlıdan korunmak amacıyla yapılan kale, askeri bir kale olmasına rağmen içinde işlemeli duvarlarla bir sanatla karşılaşıyorsunuz. Yaklaşık 100 yıldır müze olarak faaliyetini sürdüren kalenin içinde 3 tane müze bulunuyor. Müzelerde o dönemde kullanılan eşyalar ve resimler yer alıyor.
Riegersburg Kalesi
Bodensee Gölü
Yaratılışın en güzel yerlerinden biri daha. Muhteşem bir iklime sahip bodensee gölü. Burası alp dağlarının eteklerinde bir yer olmasının yanı sıra güney cephede kalıyor. Bu nedenle daha yeşillik ve daha ılık bir iklime sahip. Alp dağlarında eriyen karlar gölleri oluşturuyor bu nedenle burada çok fazla göl meydana geliyor. Bu dağlarda bilinen 300 tane dağ gölü, 100 den fazla da şelale bulunmaktadır. Dinlendirici havasında yürüyerek şelaler gezebilirsiniz.
Zaten Avusturya’nın en meşhur özelliği şelaleleridir. Bu enfes atmosferde yürüyerek köy evlerine gidebilirsiniz. Avusturya’da Gezilecek En Güzel 5 Yer Köy evlerinde de muhteşem mimari örnekleri var. Avusturya’nın yarısı orman olduğundan evleri de odunla yapılmıştır. Burası herkesin hayalini kurduğu köylerden biri. Tamamen doğanın hâkim olduğu, havasıyla birlikte sokaklarıyla da temiz bir köy. Bir evin içine girdiğinizde yine enfes bahçe atmosferi ve meyve ağaçlarıyla karşılaşabilirsiniz. Hayalinizdeki köy havasını almak istiyorsanız buraya gelip konaklamalısınız.
0 notes
cagdasyatirim · 1 year ago
Text
Tumblr media
♦️Soldaki adam Abdülhamit:
Türkiye'nin topraklarının iki katı toprak verdi savaşmadan, donanmayı Haliçte çürüttü, şahsi serveti şu an torunları açıklıyor millet açlık çekerken o şahsi servetine servet kattı, yurt dışı bankalarında Osmanlı bütçesinden fazla serveti olduğunu torunları bile söylüyor...
Filistin'de yahudilere 500 bin dönüm toprak onun döneminde satıldı. Savaş yüzü görmedi, saraydan dışarı çıkmadı.
Yönetim kadrosu Ermeni Rum, Kürt ve Arap idi, Türk yoktu kadroda.
♦️Sağdaki adam Atatürk, yani anti emperyalist Türklerin Atası.
Osmanlının 2. Viyana yenilgisinden beri geri çekilişini Sakarya'da durdurdu.
Şahsi serveti yok, olanda ülke bütçesine hibe edildi. Savaştı gazi oldu.
Yönetim kadrosu Türk idi, Türk tarih tezini yazdırdı. Türklerin ulusal kimlik ve benliklerini tekrar uyandırdı.
O halde kim bu Atatürk düşmanları?
0 notes
antikobjeler · 1 year ago
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Çok Nadir... Şark DEMIRYOLLARI Osmanlının Göz Bebeği 1870 yılında kurulan Demiryolu Saati
TANIYALIM:
(Doğu) Demiryolları İstanbul - Viyana Demiryolu, 1870-1937 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu ve daha sonra Türkiye'nin Rumeli ve Doğu Trakya topraklarında faaliyet gösteren bir demiryolu şirketidir. Şirketin inşa ettiği ve işlettiği demiryolu hattı, Osmanlı İmparatorluğu sınırlarındaki beş ana demiryolundan birisi olup Balkanlar'daki ana demiryolu hattıdır. 1889-1937 yılları arasında da ünlü Şark Ekspresi'ne de ev sahipliği yapmıştır.
Eşine benzerine benzerine her zaman denk gelinmez.
Tüm kapak ve mekanizma numaraları eşleşiyor. Yani baştan aşağı orjnal.
Longines markasının çok nadir bulunabilecek saatidir.
Çil durumda kasa Çil durumda hatasız mekanizma Porselen kadran Kasa bağlantıları işlem, kaynak vs. görmemiş Zaman tutuşu mükemme Alttan akar saniyeli 52.5mm kasa çapı (tepe hariç) Kasa seri numaraları tutarlı tam orijinal Kondisyonu çok yüksek 9/10
!! Bir daha bu temizlikte zor çıkacak nadide bir üründür.
Elit koleksiyonluk ve her zaman göremeyeceğiniz çok nadir bir Longines
LOT: A2084
Video linkde mevcut
#antika #antik #esi #eskici #koleksiyon #koleksiyoner #sarkdemiryollari #sarkdemiryollarisaat
0 notes
onderkaracay · 2 years ago
Text
Tumblr media
🗣️ Kayırmacı Yönetim Anlayışı Devlet Yıktırır
104 yıl önce biz Anadolu ve Türk ulusunun kaderini değiştirmek için Samsun'a neden çıktık?
Tarihi her zaman kazananlar yazmıştır.
Kötüler de iyiler gibi kazanabilir ve tarih yazarlar.
Napolyon Bonapart’a göre: “Tarih, üzerinde anlaşmaya varılan bir masaldan başka nedir ki?” Gerçekten de yeryüzünde devletlerin resmi tarihi, kendi halklarına coşku verecek biçimde yanlıdır ve o eksende tarih okuması yapmak, tarihin öğretebileceği önemli dersleri kaçırmamıza sebep olur.
Mustafa Kemal'i Samsun’a yönelten sürecin arka planına bakmak gerekir.
Çünkü o arka plan, nesnel gerçekler olarak gözümüzün önünde kavranmayı ve aynı hatalara yeniden düşmememiz için bize yol göstermeyi bekliyor.
Bu amaçla Osmanlı İmparatorluğu'nun neden başarısız olup işgale uğradığı ve çöktüğünün nedenlerini anlamlı ve yansız bir bakış açısıyla irdelemek gerekir.
Osmanlı İmparatorluğu, tarihteki en uzun ömürlü imparatorluklardan biridir.
Devrinin emperyalist devleti demekte mümkündür.
Yok olma sebebi de budur. Karşı emperyalizm tarafından yutulmak istendi.
Türkiye Cumhuriyeti emperyalist bir devlet olmayı bu sebeple tercih etmedi.
Bugün ki emperyalist devletlerin yok olma sebepleri de aynı olacaktır.
Osmanlı imparatorluğu zamanla saç örgüsü gibi birbirine dolanan iç ve dış etkenlerin birleşimiyle çöküşe sürüklendi.
Bu çöküşün en önemli nedenlerinden biri, 17. ve 18. yüzyıllarda yaşanan önemli askeri yenilgilerdir.
Viyana Kuşatması ve Rus-Osmanlı Savaşları gibi büyük savaşlardaki mağlubiyetler, imparatorluğun askeri gücünü zayıflamaya yönelik bilinçli bir niyetin oyuncunun bir parçasıdır.
Savaş ve borç. Emperyalizmin en önemli iki silahıdır.
Osmanlı imparatorluğu kayırmacı akıl ile yönetildiği için savaş ve borç tuzağına düşürmüştür.
Elbette bu yenilgilerin de nedenleri vardı. Osmanlı İmparatorluğu, Avrupa’daki hızlı ekonomik gelişmelere ayak uydurmakta zorlanıyor, tarıma dayalı ekonomisi ve endüstrileşme eksikliği, küresel ölçekte rekabet edememesine yol açıyordu.
İmparatorluğun yönetim ve idare alanında karşılaştığı zorlukların temelinde ise, yolsuzluk ve sıkı bürokratik sistem nedeniyle büyük bir coğrafyada çok çeşitli nüfusu yönetme zorluğu vardı. Osmanlıda nepotizm çok yaygın bir sorundu. Nepotizm, akrabalık ilişkilerine dayalı kayırmacılık veya torpil anlamına gelir.
Bugün Türkiye Cumhuriyeti'nin en büyük sorunu kayırmacılık ilişkilerinin devlet yönetme yetkisi almış olmasıdır.
Borç ve savaş süreci birlikte tamamlanır ise devletin sonunu da Osmanlı imparatorluğu hayranlığı aynı kaderi yaşatanlar olarak tarihe geçecekler.
19. yüzyılda yükselen milliyetçilik akımlarının etkisiyle, imparatorluk içindeki farklı etnik grupların arasındaki gerilimler artarken, Yunanlar, Ermeniler, Araplar gibi farklı etnik ve dini grupların daha fazla özerklik veya bağımsızlık talep edişi, milliyetçi hareketlere ve isyanlara yol açıyordu.
Hem kötü yönetim, hem savaş yenilgileri ve isyanlar sonucu toprak kaybedilirken, farklı etnik gruplar yabancıların etkisi altına giriyor, bu güçler, imparatorluğun zayıflıklarından faydalanarak toprakları üzerinde etki/yetki sahibi olmak istiyorlardı.
Bugünde Kürt kardeşlerimizi ve ithal yurttaş ile getirip demografik yapı değişikliği sonrası isyanlar ile ulus bütünlüğünü aynı Osmanlı İmparatorluğu'nda olduğu gibi bozmaya yönelik çabalar olarak görmek gerekir.
Osmanlı İmparatorluğunun, modern çağda gerçekleşen teknolojik ve askeri taktiklerdeki hızlı değişime uyum sağlamakta zorlanmasında rol oynayan temel faktör, muhafazakâr ve gelenekçi yaklaşımın, gerekli reformları ve modernleşme çabalarını engellemesiydi. Eğitim sistemi, bilimsel araştırma ve eğitim için gerekli altyapıyı sağlamakta yetersizdi. Eğitim kurumlarında daha çok dini eğitim ve klasik bilimlere odaklanılıyor, deneysel ve modern bilimlere gereken önem verilmiyordu. Askeri ve idari konuların yanı sıra ticaret daha öncelikli olarak görülürken, bilimsel araştırmalara yeterli destek sağlanmıyordu.
Seksen beş yıldır köy Enstitülerini kapatan zihniyet iman hatip okulları ile bize ne dayatıyorlar?
Napolyon'u hiç sevmem yalnız doğru söylediklerine de kulak vermeyi yeğlerim. Bir sözünde yine diyor ki;
"Dünyada iki güç vardır, kılıç ve akıl. Uzun vadede akıl her zaman kılıcı yener."
Umarım tarihten gerekli dersleri alır aklın kılıcı yendiğini unutmaz ve bir daha Samsun’a çıkmak ihtiyacı duymayız.
Çıkmak zorunda kalacağımız gerçeğinin çok daha ağır bastığı gerçeği ile yüzleşmek zorundayız.
Çünkü bizi borç ve savaş sürecine sürükleyen zihniyete ülkenin ve toplumun geleceğini teslim etmek için ikiye bölünmüş bir kötülüğün pençesinde kıvranıyoruz.
] Önder KARAÇAY [
1 note · View note