#Ne okuyalım da bugün....
Explore tagged Tumblr posts
Photo
Ne okuyalım da bugün....
Oğuz Atay - Tehlikeli oyunlar
Hayatın farklı dönemlerinde tekrar okunabilecek ve her okuduğunuzda farklı etkilere neden olacak bir kitap.
Bana gerçekten çok şey katan bir kitap oldu. Okurken bazen kendi hayatımı yaşıyor gibi okudum. Bazende ben kitabın kahramanının hayatını yaşadım.
Hepimizin içinde var olan beklentilere, yorgunluklar tercüman olmuş. Oyun nerede bitiyor, gerçek nerede başlıyor, kim kime neyi nasıl yaşatıyor hepsine şahit olacaksınız.
Yani Oğuz Atay anlatıyor siz de karşısında onu dinliyorsunuz...
6 notes
·
View notes
Text
Ay bugün kokina aldık, annem almak istiyormuş. Sonra bir reels kaydetmiş bu kokinaların vazosunun altına bir kağıda başına sonuna rakam yazıp, dilekleri yazıp koyuyormuşsun. Yaptık sonra babam geldi ona da yaptırdık, hiç sorgulamadan uyuyor o da bize. Ama şey diyor ne zaman okuyacağız bunları cöslöfldlfld Dedim hiçbir zaman, 2024 biterken okuyalım bari diyor cşslöfldlf
2 notes
·
View notes
Text
Kürt Sorunu Mu Dediniz?
✍🏻 Yılmaz Dikbaş
1920 yılında Osmanlı’nın İngiliz, Fransız ve İtalyan temsilcileri ile imzaladığı Sevr Antlaşması’nda, Fırat’ın doğusunda bir Kürdistan devleti kurulacağından söz edilmiştir. Devrimci Mustafa Kemal’in liderliğindeki TBMM Hükümeti, bu antlaşmayı yırtıp tarihin çöplüğüne atmış ve antlaşmayı imzalayanları vatan haini olarak ilan etmiştir. 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin “tapu senedi” olan Lozan Antlaşması’nda, bir Kürt devleti kurulmasıyla ilgili bir madde yer almamıştır. Ancak, Amerika’nın sürekli kışkırtmasıyla Kürdistan fikri çeşitli adlar altında gündemden düşmemiştir.
Bundan yüz yıl önce, Büyük Devrimci Mustafa Kemal Atatürk’ün söylediklerini okuyalım:
“Hepimizi birbirimize kırdırmak suretiyle millet ve memlekete felaket getirmek isteyen düşmanlar, malum olduğu üzere ortaya bir Kürdistan meselesi çıkarmışlardı. Düşmanların bu ad altında parlak vaatlerle devam eden zehirli kışkırtmalarla bazı cahil insanları iğfal için bugün dahi çalışmakta oldukları görülmektedir. Nüfusumuzun geçerli olduğu bölgede, bütün memleketi mahvetmek maksadıyla meydana gelen bu tür kışkırtma ve etkinlikler iptal ile memleketin mutluluğu yolundaki yoğun çalışmalara devam edilmesini rica ederim. Buradan bazı arkadaşlar da aynı maksatla çalışmak üzere o bölgeye gönderilmişlerdir. Gözlerinizden öper ve başarılar dilerim.”
Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi
Mustafa KEMAL
Ankara, 4 Mart 1922
Değerli Dostlar,
“Kürt Sorunu” söylemi, yüz yıldır süren bir “Algı Operasyonu” ürünüdür. Bu martavalı, kendini aydın sayan bir avuç çok okumuş dışında, Türk halkının ezici çoğunluğu yememiştir! Yalnızca algı operasyonu ile bir sonuç alamadığını gören Amerika Birleşik Devletleri (ABD), 1980’lerin başında Türkiye’de eylem yapacak PKK TERÖR ÖRGÜTÜ’nü kurdurup sahaya salmıştır. ABD’nin silah, kurşun, mühimmat verdiği PKK, son kırk yılda asker ve sivil 40 bin kişiyi öldürmüştür. Bunların içinde sivil Kürtler de vardır. Daha sonra Avrupa Birliği (AB) de devreye girmiş, PKK’nın Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki siyasi ajanlarına, “hibe” adı altında milyonlarca avro vermiştir. AB bununla da yetinmemiş, hibe ile iğfal ettiklerinin listesini genişletmiş, Türkiye’deki meslek odalarına, işçi sendikalarına, işveren sendikalarına, vakıflara, derneklere, birliklere, üniversitelere, belediyelere MİLYONLARCA AVRO boca etmiştir. AB, hibe vererek Türkiye Cumhuriyeti Bakanlıklarını da iğfal etmiştir. AB’nin hibe adı altında milyonlarca avro vererek iğfal ettiği kurum, kuruluş ve kişiler, açıktan PKK yanlısı olmasalar da en azından papağan gibi “Kürt Sorunu, Kürt Açılımı, Kürt Sorunu” diye hiç susmadan ötmeye başlamışlardır.
Değerli Dostlar,
AB’nin Türkiye’de bir “Kürt Sorunu Var” algısını yaratabilmek için toplam 349 kurum, kuruluş ve kişilere ne kadar avro vererek iğfal etmiş olduğunu ayrıntılarıyla İLK KEZ VE TEK ben, Tabuta Çakılan Son Çivi kitabımda 2006 yılında yazdım. Şimdi, o kitabımdan sizlere sadece birkaç örnek sunacağım:
Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi. Başkan: Osman Baydemir. AB’den Aldığı Hibe: 40 Milyon 215 Bin Avro
Şanlıurfa Belediyesi. Başkan: Dr. Ahmet Eşref Fakıbaba. AB’den Aldığı Hibe: 21 Milyon 300 Bin Avro
İzmit Büyükşehir Belediyesi. Başkan: İbrahim Karaosmanoğlu. AB’den Aldığı Hibe: 11 Milyon 300 Bin Avro
Adana Büyükşehir Belediyesi. Başkan: Aytaç Durak. AB’den Aldığı Hibe: 10 Milyon 800 Bin Avro
Adalet Bakanlığı. Bakan Sadullah Ergin. AB’den Aldığı Hibe: 1 Milyon 825 Bin Avro
İçişleri Bakanlığı. Bakan Efkan Âlâ. AB’den Aldığı Hibe: 15 Milyon 982 Bin 700 Avro
Dışişleri Bakanlığı. Bakan Ali Babacan. AB’den Aldığı Hibe: 32 Milyon 176 Bin 780 Avro
Maliye Bakanlığı. Bakan Kemal Unakıtan. AB’den Aldığı Hibe: 5 Milyon 198 Bin 750 Avro
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı. Bakan Yaşar Okuyan. AB’den Aldığı Hibe: 4 Milyon 165 Bin Avro
Devlet Planlama Teşkilatı. Bakan Abdüllatif Şener. AB’den Aldığı Hibe: 78 Milyon Avro
Başbakanlık Gümrük Müsteşarlığı. Başbakan Abdullah Gül. AB’den Aldığı Hibe: 32 Milyon 532 Bin 100 Avro
Devrimci İşçi Sendikası (DİSK). Genel Başkan: Süleyman Çelebi. AB’den Aldığı Hibe: 779 Bin 267 Avro
Çağdaş Eğitim Vakfı (ÇEV). AB’den Aldığı Hibe: 571 Bin 161 Avro
Türkiye Ekonomik Sosyal Etüdler Vakfı (TESEV). AB’den Aldığı Hibe: 686 Bin 129 Avro
Türkiye İnsan Hakları Vakfı (THV). Başkan: Yavuz Önen. AB’den Aldığı Hibe: 790 Bin Avro
İletişim Vakfı (İPS). Başkan: Ertuğrul Kürkçü. AB’den Aldığı Hibe: 809 Bin 700 Avro
Sivil Toplum Geliştirme Merkezi. Başkan: C. Sunay Demircan. AB’den Aldığı Hibe: 1 Milyon 820 Bin Avro
Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği. Başkan: Türkan Saylan. AB’den Aldığı Hibe: 192 Bin 346 Avro
Türk Eczacılar Birliği. Başkan: Mehmet Domaç. AB’den Aldığı Hibe: 886 Bin 440 Avro
Türkiye Kalkınma Bankası. Başkan: Abdullah Çelik. AB’den Aldığı Hibe: 5 Milyon 400 Bin Avro
Boğaziçi Üniversitesi. Rektör: Prof. Dr. Ayşe Soysal. AB’den Aldığı Hibe: 1 Milyon 800 Bin Avro
Dünya Yerel Yönetim ve Demokrasi Akademisi. AB’den Aldığı Hibe: 1 Milyon 225 Bin 650 Avro
Değerli Dostlar,
21 Ekim 2024 günü TBMM Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) grup toplantısında konuşan genel başkan Devlet Bahçeli, kendi partililerini bile şaşırtan şu sözleri söyledi:
“Şayet terörist başının tecridi kaldırılırsa, gelsin TBMM’de DEM Parti grup toplantısında konuşsun. Terörün tamamen bittiğini ve örgütün lağvedildiğini açıklasın.”
Peki, şimdi biz bu Devlet Bahçeli’ye ne diyelim? En iyisi, bırakalım Başbuğ Alparslan Türkeş konuşsun:
MHP’nin kurucusu Başbuğ Alparslan Türkeş, yazılı olarak Devlet Bahçeli’yi şöyle tanımlamıştı:
“Bahçeli MİT’tendir, güvenmeyin. MİT, 2010’a kadar CIA ve MOSSAD kontrolü altındaydı. Bahçeli’nin MOSSAD ajanı Fethullah Gülen ile birlik olmasının sebebi budur.”
Değerli Dostlar,
En Büyük Bayramımız Cumhuriyet Bayramı kutlu olsun.
Yılmaz Dikbaş
0 notes
Text
🎯 Seçim Dönemi Değilse, Geçim Önemli Değildir 🎯
Siyasetin ahlakı bu.
Kodaman sermayeyi ayakta tutan ve seksen beş milyon insanı semiren milyarder sayısı yetmiş beş yılda 60,787 kişiye çıkmış. Eğer kamulaştırma olmazsa bu soygun bu gidiş devam ederse milyarder sayısı yaklaşık beş yıl sonra 87,000 kişiye ulaşacak.
Seksen beş milyon insan bu soygun düzeninin hakkından gelemiyor ise yazıklar olsun.
Seçim dönemi değilse geçim önemli değil ne anlama gelir?
Çok kolay bunun amacı iktidar eliyle muhtaç çoğaltmak ve tefeci sömürgecilere müşteri olacak insan sayısını arttırmaktır.
Enflasyona sadece sözle vatandaşı ezdirmediklerini söyleyerek herkesi aldatıyorlar.
Etiket kontrol ederek yaşam pahalılığı ile mücadele olmayacağını herkes çok iyi bilir.
Kamulaştırma olmadan, milli ve yerli üretim olmadan küresel şirk kurumlarının ürettiklerinin üzerine yerli ve milli yazarak toplumu aldatarak ve karşılıksız para ticareti yapanların kâr farkını alış satış faturaları, maliyet ve kazanç denetimi kontrolü olmadan serbest piyasa ile çözmek mümkün değildir.
Serbest piyasa serbest sömürü demektir.
12 Eylül faşist sistemin 24 Ocak kararları ile dayatılmasıdır.
Seçim yoksa geçim hakkı bir tek sömürgeci sermaye ve onların alt taşeronu olan 60,787 milyarderin aç gözünü doyurmak en önemli politikadır.
Oysa bu 60,787 milyarderin elinden üretim ve hizmet araçları alındığında seksen beş milyon insan huzur içinde yaşayacak.
Bunu istemiyorlar. İktidar ve muhalefet bu olmasın diye halka karşı sermaye yararına direniyorlar.
60,787 milyarder kimlerden oluşuyor? Sömürgeci sermayenin bayiliğini yapanlar, para biriktirip faiz, döviz kuru oyunları ile para çoklayanlar, karşılıksız para ile ticaret yaparak karşılığı olan maddi değerleri ele geçirenlerden oluşuyor.
Bunlar aynı zamanda vergi de ödemiyorlar. Her maliyet artışını bahane ederek istedikleri zaman zam yapıyorlar emeğe ise yılda bir kere o da bir kişinin insafına ve seçim zamanı pazarlığı zamanları toplumu aldatmak için zam yapıyormuş gibi aldatıyorlar.
Bugüne kadar bu tür bilgileri bu toplum neden bilmiyordu?
Karşılıksız basılan paranın maliyetini dünyada artık hiçbir ülke ödeyemez hale geldi.
Buna rağmen tefeciliğe zarar gelmesin diye halkları eziyorlar.
Her mahallede bir milyoner ile yola çıktılar kendi mahalleleri dışında kimsenin milyarder olmasına olanak tanımadıkları gibi insan gibi yaşama olanaklarını da yok ettiler.
Çalıştığım bankada patron ile sendika arasında ki yol yemek ücreti tartışmasını getirdi aklıma.
Sendika demiş ki patrona genel müdürlükte çalışanlara yol ve yemek veriyorsunuz şubede çalışanlarda bankanın çalışanı aynı yol ve yemek hakkına şube çalışanları da sahip olmalıdır.
Patronun yanıtı çok ilginç;
İyi diyorsunuz da yol ve yemek verirsek şube çalışanları maaşı nerede harcayacak?
Arka niyetini okuyalım!
✓ Maaşı harcamaz ise sermaye biriktirir bize hizmet etmez çalıştıracak insanı yüksek maliyet ile bulmak zorunda kalırız.
✓ Maaşı her ay zar zor yetmeli ki muhtaçlık devam etsin hatta ilave harcamaları için borçlansın ki bağımlı muhtaçlık artsın.
Her mahallede bir milyoner zihniyeti budur işte.
Yetmiş beş yılda bunu devlet politikası haline getirdiler.
Özelleştirme talanı ile bütün üretim ve hizmet araçlarını ele geçirdiler.
Bugünde devlet yok şirk var diyorlar.
Biz Türkler bunu kabul eder miyiz?
Adalet, gücü kötüye kullanmamak demektir.
Yetmiş beş yıldır seçim ile temsile seçilen her ziyniyet bu sömürü düzeni için çalıştı. Bu deniz artık bitti.
Önder Karaçay
#önderkaraçay#mobbingbank#önder karaçay#mobbing bank#insan#atatürk#devrim#mahşer tufanı#zulüm#türk fırtınası#seçim dönemi#geçim
0 notes
Text
Benim maddi durumum hiç iyi olmadı ama bir şekilde geçindik hep ama bu hiç problem olmadı ne bileyim evet kıyafet alamadık hiç oyuncağım olmadı istediğim çikolata alınmadı ama hep yemeğe ekmeğimiz vardı belki de o zamanlar çok küçüktüm bunun büyük bir dert olduğunun farkına varamamıştım. "Şimdi büyüdü dertlerimiz büyüdü" cümlesini kanıtlayacak hiçbir şey yaşamamıştım bu güne kadar o yüzden saçma sapan her şey için ağlıyordum. Ve bugün bir yıldır yurtta herkesin ağlarken başını yasladığı kişiydim ama ilk defa gerçekten hissettim galiba o kadar saçma bir andı ki çaresiz çaresiz üç kişi birbirimize baktık sonra da öylece kahkaha atmaya başladım herkesin ortasında hüngür hüngür ağladık ikimizde sanki Allah "siz çok güldünüz ciddiye almadınız ama bu ciddi bir konu" dedi. Arkadaşım parası olmadığı için yurttan atıldı yetmedi yemek yemek için gittiğimiz yemekhanede pişmemiş tavuk yapılabilecek en kötü makarna için 90 TL istediler hesabımda yüzlerce para var ama çıkartıp kıza bir tabak yemek yedirtemedim. Daha kötü günlerimiz oldu mu oldu ama o kızın karşısında öyle çaresiz durmak beni yerin dibine soktu bir haftadır biz hallederiz üstesinden geliriz dedik dedik ve halledemedik o kadar üzülüyorum o kadar sinirliyim ki gerçekten paran yoksa yatacak yerin yiyecek yemeğin olmuyormuş burada okuyalım da hayatımızı kurtaralım diye götümüzü yırtarken o kız bir de her akşam altı saat mesai yapıp üç kuruş kazanmaya çalışırken yapabilecek hiçbir şeyimiz yokmuş 18 yaşındaki kıza bir yatak verebilecek yerimiz yokmuş bir kap yemek vermeye paramız yokmuş. Ben böyle sistemin böyle düzenin içine tüküreyim. Elimden bir şey gelmiyor sinirlerim çok bozuk.
1 note
·
View note
Text
Ramazan Alışverişimizi Bildiğimiz Tanıdığımız Esnaftan Yapalım
Isparta Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birliği Başkanı Ahmet Tural, Ramazan ayında merdiven altı üretimden uzak durulması gerektiğini belirterek, “Bildiğimiz, tanıdığımız esnaftan alışveriş yapalım” çağrısında bulundu. Yaşanan deprem felaketi nedeniyle 11 ayın sultanı Ramazan Ayına ulaşmanın heyecanını buruk bir şekilde yaşadıklarını belirten Birlik Başkanı Ahmet Tural “Allah’a kulluk etmenin şuurunu derinden hissettiğimiz milli birlik ve beraberliğimizin zirveye çıktığı başı rahmet ortası mağfiret sonu ise cehennem azabından kurtuluş olan mübarek Ramazan ayına bir kez daha ulaşmanın heyecanının burukta olsa yaşıyoruz. Ramazan Ayı, dargınlıkların unutulduğu, küskünlüklerin sona erdiği, kardeşlik duygularının pekiştirildiği bir aydır. Ramazan Ayı bereket ayıdır. Toplum olarak yardımlaşma ve dayanışma duygularının güçlendiği mübarek Ramazan ayında, tüm dünya coğrafyasında yaşanan acıların son bulmasını, depremin hüzünlendirdiği gönüllerimize, aydınlık ve huzur vermesini diliyorum” dedi.
MERDİVENALTI ÜRÜNLERE DİKKAT
Ramazan ayının gelmesiyle birlikte merdiven altı gıda ürünlerinden uzak durmaları konusunda uyaran IESOB Başkanı Ahmet Tural, Mübarek Ramazan ayında, merdiven altında ucuz ve kalitesiz üretim yaparak insan sağlığını hiçe sayan fırsatçıların sayısının arttığına dikkat çekti. Başkan Tural, “Vatandaşlarımız fırsatçılara mahal vermemek için Ramazan alışverişlerini yaparken piyasanın altında satılan ürünlere şüpheyle yaklaşmalı. Bugün maliyetlere bakıldığında 5-10 liraya tatlı da pasta da olmaz. Ağzımız tatlasın diye yediğimiz gıdaların ağzımızın tadını kaçırmaması için alışverişlerde güvenilir kendi esnafımız tercih edilmeli. Çünkü bizim esnafımız kendi yemediği hiçbir ürünü müşterisine yedirmez. Ramazan sofraları kurulurken ve yardım paketleri hazırlanırken merdiven altı ürünlere dikkat edelim. Yol kenarında araç arkalarında satılan, köy ürünü diyerek pazarlanan birçok ürünün içinde ne olduğu bilinmiyor. Üç kuruşa tenezzül eden ve insan sağlığını hiçe sayan bu fırsatçılara mahal vermeyelim. Denetim çok önemli. Denetimler sıklaştırılarak halkın sağlığını tehdit eden fırsatçılara göz açtırılmamalı” diye konuştu.
ÜRÜNLERİN ETİKETİNİ İYİ OKUYALIM
Tatlısından bakliyatına kadar birçok ürünün en ucuzu ile en pahalısı arasında dağlar kadar fark olduğunu söyleyen Başkan Tural, “Ucuz diye alınan yiyecek ya aynı gün ya da ertesi gün çöpe gidiyor. Hem paramızı hem sağlığımızı çöpe atmamak için ucuzu değil kaliteli olan, bildiğimiz ve tanıdığımız esnaftan alışveriş yapalım. Ürünlerin üzerinde yazan özelliklerle, satılan ürünlerin içeriklerinin aynı olmasına, satılan yerin hijyen açısından uygun olup olmadığına dikkat edelim. Ürünlerin etiketini ve içindekileri çok iyi okuyalım. Bunu yanı sıra alışveriş yapacağımız yeri de özenle seçmeliyiz. Esnafımızda her yiyeceğin en tazesi ve kalitelisi var. Bizim bakkalımız, manavımız, kasabımız, kuruyemişçimiz kim olursa olsun kendi yemediği bir ürünü müşterisine satmaz. Bu düşüncelerle başta esnaf ve sanatkarımız olmak üzere halkımızın ve tüm İslam aleminin onbir ayın sultanı mübarek Ramazan ayını tebrik eder, Ramazan ayının birlik beraberliğimize, kardeşliğimize ve huzurumuza vesile olmasını dilerim” dedi. Read the full article
0 notes
Text
Seksen yaşındayım ve geçen yıl, yetmiş sekiz yaşında ölen eşim, son nefesini vermeye yakın, “var mı bir isteğin?” diye sorduğumda, kedilerden nefret eden bana dedi ki, “lütfen kedimize iyi bak…” Evimizdeki kedinin, eşimin değil, ikimizin de kedisi olduğunu, evladımız olduğunu daha yeni anlayabildim. Meğer bir kedide eşimin kokusunu, sevgisini, şefkatini duyumsayabiliyormuşum ben…
Bugün sekseninci doğum günüm ve eşime bir mektup yazdım. Bir özür, bir vefa, bir veda mektubu belki de. Eşim herkesi can bildiği için, yüreği herkese açık olduğu için, bu mektubu sizinle paylaşmamı isterdi diye düşünüyorum.
Canım,
Elli iki yıllık evliliğimizde beni hep çok sevdin, bana sabırlı ve incelikli davrandın. Sana çok teşekkür ediyorum bir tanem.
Düğünümüzü anımsıyorum. Davetliler arasında olmayan Çingene çocuklar, sahneye çıkıp bizimle bir dans ettiklerinde çok kızmıştım ve sen bana demiştin ki, “ah, ne güzel bir düğün bu; çocuklar ne güzel dans ediyorlar…”
İkimiz de Alevi değiliz ve sen birçok Aleviyle komşuluk ettin, dostluk kurdun. Seni çok incittim böyle yaptığın için. Geçen hafta ilk kez bir Alevi deyişi ezberledim. Ne kadar yaşarım daha bilmiyorum ama sana söz veriyorum, neyim varsa Alevi canlarla da paylaşacağım ; aşımı, suyumu, yüreğimi…
“Bana bisiklet alır mısın?” demiştin otuzuncu doğum gününde. “El alem ne der, hem ayıp bu yaşında bisiklete binmen!” diye bağırmıştım. Ağlamıştın ve ben gözyaşlarını görmezden gelmiştim. İki ay önce, ilk kez bisiklete bindim ve kapımızın önünde bir bisiklet var şimdi…
Çocuğumuz olmadı ve kontrollerde bununla ilgili sağlık sorununun benden kaynaklandığı anlaşıldı. Beni bir kez olsun incitmedin ve dedin ki, “yetiştirme yurdundan bir çocuğumuz olsun, o çocuk ikimizin de can`ı olsun…” Seninle günlerce konuşmamıştım…
Cumartesi Anneleri`yle ilgili her haberi gözlerin dolarak takip ederdin ve ben onların terörist anneleri olduğundan öyle emindim ki. “Devlet diliyle konuşman reva mıdır, can dilidir bize yaraşan” dediğinde, seni cahillikle suçlamıştım…
Ağrılı hastalıklarında bile gülümseyendin sen; bense nezle olduğumda bile suratını asan. Yorgan döşek yattığım zamanlarda, çorba pişirememeyi sana, hiç dert etmedim…
Kırklı yaşlardaydık, bir Anneler Günü`nde dedin ki bana, “annemi çok özlüyorum… “ Daha çocukken yitirmişsin anneni ve verdiğim cevaptan bu yaşımda utanabildim daha. “mekanı cennet olsun!” Sana sımsıkı sarılamamak öyle acıtıyor ki şimdi içimi…
“Canım, gökyüzü yıldız dolu, gelsene” diye beni balkona çağırmıştın ben futbol maçı seyrederken. “Asıl yıldızlar bizim takımda; vur lan, vursana be, puu şerefsiz!” diye bağrışımı ve “senin yüzünden golü kaçırdık!” deyişimi anımsadım şimdi. Seni çok yalnız bıraktım ben…
İşaret dili öğrenmek isteyişini yadırgadım, “ne konuşulur ki sağır biriyle” dediğimde bana ilk kez acıyarak baktığını duyumsadım. Saatlerce sohbet edebildiğin sağır-dilsiz bir arkadaşın olmuştu ve ben çok şaşırmıştım…
“Beraber bir kitap okuyalım mı?” demiştin bir gün; Sabahattin Ali`nin bir öykü kitabını göstermiştin “Bir öyküyü sen bana oku, bir öyküyü ben sana okuyayım” dediğinde gülümseyerek, “saçmalama, oku istediğin kitabı; sana karışıyor muyum hiç?” dedim ve bana ilk kez sitem ettin. “Çok şey mi istedim, bir öykü bile okumuyorsun bana…”
Canım,
Üç ay önce kanser hastası olduğumu öğrendim. Kanser hastası olduğumu öğrendiğim günden beri, şimdiye dek kanser hastası olanlara verdiğim tepkileri düşündüm. “Allah yardımcıları olsun” dedim en çok. Hiçbir kanser hastasıyla empati yapmadım; sen de dahil… Hiçbir kanser hastasının elini tutmadım; sen de dahil… Kemoterapi sonraları saçları dökülen sen, benden ıhlamurlu şampuan istemiştin saç dökülmesine iyi geliyor diye. İçimden, “boşuna para veriyorum kozmetikçiye” demiştim satın alırken. Ah, budala ben… Hayata bağlılığını ve hayata bağlı olmam gerektiğini anlamam için kanser tedavisi görmem gerekiyormuş illaki…
Masal kitapları aldım bugün ve öykü kitapları. Yetiştirme yurtlarına gideceğim, hastanelere ve huzurevlerine. Kimsesiz çocuklara masallar okuyacağım, ağrısı sızısı olanlara Sabahattin Ali öyküleri ve belki de son demlerini yaşayanlara Sait Faik pasajları…
Bugün sekseninci doğum günüm ve kocan olup da eşin olamayan beni bağışlaman en güzel hediye olacaktır bana bir tanem. İçini ferah tut olur mu; kedimize iyi bakıyorum ve ona senin şiir defterinden şiirler okuyorum gece yarıları…
300 notes
·
View notes
Text
Atam olmasaydı adınız yorgo olurdu diyenler bugün yorgocu oldu.. Kardeşlik türküleri okuyacak mışş İstanbul Şehir Tiyatroları başkanı Papandereu Ekrem.Biz türkü okuyalım onlar hendek kazsın,askeri teçhizat sevkiyatı ile adalara yığınaklar yapsın biz ise her seferinde türkü değiştirir olmadı iki göbek atarız ne olcak.. !! Güney sınırındaki Heval Kemal'in arkadaşları da Amerikancı bir özerklik ilan eder.Onlara karşı da alkış çalarız..Ne gerek var aksiyona falan..
36 notes
·
View notes
Text
Seksen yaşındayım ve geçen yıl, yetmiş sekiz yaşında ölen eşim, son nefesini vermeye yakın, “var mı bir isteğin?” diye sorduğumda, kedilerden nefret eden bana dedi ki, “lütfen kedimize iyi bak…” Evimizdeki kedinin, eşimin değil, ikimizin de kedisi olduğunu, evladımız olduğunu daha yeni anlayabildim. Meğer bir kedide eşimin kokusunu, sevgisini, şefkatini duyumsayabiliyormuşum ben…
Bugün sekseninci doğum günüm ve eşime bir mektup yazdım. Bir özür, bir vefa, bir veda mektubu belki de. Eşim herkesi can bildiği için, yüreği herkese açık olduğu için, bu mektubu sizinle paylaşmamı isterdi diye düşünüyorum.
Canım,
Elli iki yıllık evliliğimizde beni hep çok sevdin, bana sabırlı ve incelikli davrandın. Sana çok teşekkür ediyorum bir tanem.
Düğünümüzü anımsıyorum. Davetliler arasında olmayan Çingene çocuklar, sahneye çıkıp bizimle bir dans ettiklerinde çok kızmıştım ve sen bana demiştin ki, “ah, ne güzel bir düğün bu; çocuklar ne güzel dans ediyorlar…”
İkimiz de Alevi değiliz ve sen birçok Aleviyle komşuluk ettin, dostluk kurdun. Seni çok incittim böyle yaptığın için. Geçen hafta ilk kez bir Alevi deyişi ezberledim. Ne kadar yaşarım daha bilmiyorum ama sana söz veriyorum, neyim varsa Alevi canlarla da paylaşacağım ; aşımı, suyumu, yüreğimi…
“Bana bisiklet alır mısın?” demiştin otuzuncu doğum gününde. “El alem ne der, hem ayıp bu yaşında bisiklete binmen!” diye bağırmıştım. Ağlamıştın ve ben gözyaşlarını görmezden gelmiştim. İki ay önce, ilk kez bisiklete bindim ve kapımızın önünde bir bisiklet var şimdi…
Çocuğumuz olmadı ve kontrollerde bununla ilgili sağlık sorununun benden kaynaklandığı anlaşıldı. Beni bir kez olsun incitmedin ve dedin ki, “yetiştirme yurdundan bir çocuğumuz olsun, o çocuk ikimizin de can`ı olsun…” Seninle günlerce konuşmamıştım…
Cumartesi Anneleri`yle ilgili her haberi gözlerin dolarak takip ederdin ve ben onların terörist anneleri olduğundan öyle emindim ki. “Devlet diliyle konuşman reva mıdır, can dilidir bize yaraşan” dediğinde, seni cahillikle suçlamıştım…
Ağrılı hastalıklarında bile gülümseyendin sen; bense nezle olduğumda bile suratını asan. Yorgan döşek yattığım zamanlarda, çorba pişirememeyi sana, hiç dert etmedim…
Kırklı yaşlardaydık, bir Anneler Günü`nde dedin ki bana, “annemi çok özlüyorum… “ Daha çocukken yitirmişsin anneni ve verdiğim cevaptan bu yaşımda utanabildim daha. “mekanı cennet olsun!” Sana sımsıkı sarılamamak öyle acıtıyor ki şimdi içimi…
“Canım, gökyüzü yıldız dolu, gelsene” diye beni balkona çağırmıştın ben futbol maçı seyrederken. “Asıl yıldızlar bizim takımda; vur lan, vursana be, puu şerefsiz!” diye bağrışımı ve “senin yüzünden golü kaçırdık!” deyişimi anımsadım şimdi. Seni çok yalnız bıraktım ben…
İşaret dili öğrenmek isteyişini yadırgadım, “ne konuşulur ki sağır biriyle” dediğimde bana ilk kez acıyarak baktığını duyumsadım. Saatlerce sohbet edebildiğin sağır-dilsiz bir arkadaşın olmuştu ve ben çok şaşırmıştım…
“Beraber bir kitap okuyalım mı?” demiştin bir gün; Sabahattin Ali`nin bir öykü kitabını göstermiştin “Bir öyküyü sen bana oku, bir öyküyü ben sana okuyayım” dediğinde gülümseyerek, “saçmalama, oku istediğin kitabı; sana karışıyor muyum hiç?” dedim ve bana ilk kez sitem ettin. “Çok şey mi istedim, bir öykü bile okumuyorsun bana…”
Canım,
Üç ay önce kanser hastası olduğumu öğrendim. Kanser hastası olduğumu öğrendiğim günden beri, şimdiye dek kanser hastası olanlara verdiğim tepkileri düşündüm. “Allah yardımcıları olsun” dedim en çok. Hiçbir kanser hastasıyla empati yapmadım; sen de dahil… Hiçbir kanser hastasının elini tutmadım; sen de dahil… Kemoterapi sonraları saçları dökülen sen, benden ıhlamurlu şampuan istemiştin saç dökülmesine iyi geliyor diye. İçimden, “boşuna para veriyorum kozmetikçiye” demiştim satın alırken. Ah, budala ben… Hayata bağlılığını ve hayata bağlı olmam gerektiğini anlamam için kanser tedavisi görmem gerekiyormuş illaki…
Masal kitapları aldım bugün ve öykü kitapları. Yetiştirme yurtlarına gideceğim, hastanelere ve huzurevlerine. Kimsesiz çocuklara masallar okuyacağım, ağrısı sızısı olanlara Sabahattin Ali öyküleri ve belki de son demlerini yaşayanlara Sait Faik pasajları…
Bugün sekseninci doğum günüm ve kocan olup da eşin olamayan beni bağışlaman en güzel hediye olacaktır bana bir tanem. İçini ferah tut olur mu; kedimize iyi bakıyorum ve ona senin şiir defterinden şiirler okuyorum gece yarıları…
Ergür Altan...
Alıntı: Sefa Erdoğan
15 notes
·
View notes
Text
Abdurrahman Efendiyi 1950’ye kadar Beyazıt Camiinde herkes gibi hayranlıkla dinlerdik. Ara sıra görüştüğümüz olurdu ama aramızda yaş farkı vardı. 1954 yılında oğlu Adnan’ı ilim tahsili için Mısır’a getirdiği zaman samimiyetimiz oluştu. Mısır’da kendisini oranın meşhur huffazı ile görüştürdüm. Abdurrahman Hocaefendi ile Rabbimiz hamd olsun yirmiye yakın kez hacca birlikte gittik. Yol boyunca hocaefendinin hususiyetlerini, meziyetlerini çok yakından tanıma fırsatı buldum. Bir kere gönlü Kur’anı Kerim’e ihtiramla dolu bir kişi idi. Bütün gününü Kur’anı Kerim ile geçirirdi… Haremi Şerif’teki hal ve hareketleri hep edep üzereydi. Bu konuda çok hassastı… Arafat’tan dönüşlerimiz hep yürüyerek olurdu… Önceleri Haremi Şerif’te namazdan önce özellikle Mısır’dan gelen hafızlara Kur’anı Kerim okutturulurdu. Şimdilerde bu geleneği kaldırdılar. Mustafa İsmail, Huserî, Abdussamet gibi hafızlar umumi mikrofondan bütün huccaca Kur’an ziyafeti verirlerdi. “Ehlül Kur’an olan kimse Allah’ın has kullarıdır.” Hadisi Şerifi her hatırıma geldiğinde Abdurrahman Efendi gözümün önüne gelir. Çünkü bu Hadisi Şerif, hocaefendinin haline son derece mutabıktır. Abdurrahman Efendi’nin hacda gösterdiği tevazularından bir diğerine değinmeden geçemeyeceğim. Hocaefendi Hicaz’a gitti mi kendisini tamamen siliyordu. Orada hep sıradan, sade bir kul olmak isterdi. Bir gün meşhur zenginlerden İbrahim Şakir Bey’in ziyafetine davet edilmiştik. Bana “Emin Efendi siz davete icabet ediniz, ben gelemeyeceğim.” dedi. “Hayırdır Efendim, neden gelemeyeceksiniz.” deyince, oraya gidince kendisine haddinden fazla ilgi alâka gösterileceğini bundan da rahatsız olacağını söylemişti.
Yine bir gün dışarıda kalacağını söyledi. “Nereye gideceksiniz Efendim?” diye sorunca “Kendimi biraz hesaba çekeceğim, bu geceyi ‘Kademi Saadette’ geçireceğim.” dedi. Nitekim dediğini yaptı ve o geceyi dışarıda geçirdi. Ertesi gün baktım biraz üşütmüş. Ben de kendisine “Hocaefendi keşke bu azimeti yapmasaydınız da bu rahatsızlığa yakalanmasaydınız.” dedim. O da “Hangisinde hayır olduğunu biliyor musunuz?” diye karşılık vermişti.
Hocaefendinin oralardaki hususiyetlerinden bir başkası da Mekke’den Medine’ye gidişlerinde hep taksiyi tercih etmeleriydi. Taksiye binildiği zaman şoförler radyoyu açmak isterler, hocaefendi de “Biraz Kur’anı Kerim okuyalım da radyoyu öyle açarsınız.” der ve okumaya başlardı. Aşk ile okudukça şoför de memnun kalır “Şeyh ente tekrau cemil, ikra, ikra” (Şeyh efendi güzel okuyorsun, devam et) derdi. Hocaefendi belli etmezdi ama gözü çok yaşlı bir zattı. Medine’de kaldığımız süre boyunca gizli gizli çok yaş dökerdi. Ne denli ince düşünceli bir yapıya sahip olduğunu vurgulamak için bir başka hususiyetini daha arz etmek isterim. Hac için kendisine tahsis edilen paraların tamamını “Bu paralar buralarda harcanmak için tahsis edilmiştir.” diyerek kullanırdı. Malumunuz hac vazifesi yerine getirildikten sonra umre yapılır. Vekil olarak geldiğinde hac için alınan ihramı çıkarır. Haremi Şerif’in etrafındaki fakirlere verir, ondan sonra “Şimdiki amel kendimiz için” der ve kendi parası ile yeni bir ihram alır, umreyi de onunla yapardı.
Hocaefendi dünyaya rağbet etmeyen çok zahit bir kimse idi. “Her kim Kur’anı Kerim ehli olup da kendisini herkesten müstağni saymazsa o kimse Kur’anı Kerim’e hürmet etmemiş.” olur mealindeki hadise uygun hareket ederdi. Hiçbir zaman kimseye zengin diye iltifat etmemiştir… Hocaefendi “Kifafı nefs” ile yaşamıştır. Parasının ancak geçinecek kadarını tutar, gerisini hep infakta kullanırdı. Bizim yolumuzun şöhret hevesini kaldırmaz. Tevazu ve hizmet yoludur. O’nun, benim yok biz vardır. Hocaefendi o güzel misallerden biri idi.
Kendisi anlatırdı: Esad Efendi bizzat hocaefendiye “La talebe velâ redde velâ iddehare” yani “İstemek yok, geleni reddetmek yok, para yığmak ta yok.” diye nasihatte bulunmuş. Hocaefendi de ömrü boyunca bu nasihati unutmamış ve aynıyla tatbik etmiştir. Vefatından beşaltı sene önceydi. Bir hayırsever insanımız Mevlit kandilinde Abdurrahman Efendi’ye ulaştırılmak üzere bir zarf gönderdi. Ben de bu emaneti hocaefendiye münasip bir ortamda ilettim. Hocaefendi zarfı şöyle bir açıp kapattıktan sonra “Subhanallah… Subhanallah…” diye hayretini dile getirerek “Dün üç aylığımı almıştım. Eczaneye, manava olan borçlarımı ödedim. Fakat bakkala olan borcumu ödeyemedim, param yetişmemişti. Bu yüzden çok daralmıştım. Fakat bugün bu zarf imdadımıza yetişti. İşte bu ehlullahın amelidir, onların halleri böyledir. Allah onlara kullarının sıkıntılarını ilham eder.” dedi. Menemen hadisesini hiç unutamazdı, hemen her fırsatta öfkesine de hâkim olamayarak etrafında bulunanlara anlatırdı. O devirlerde o denli sıkıntı çekmiş ki “Otuz sene hüküm verseler bana müjde gelecekti.” derdi. Fakat bir sene hüküm vermişlerdi.
Bu bir senelik mahkûmiyetinin bir kısmını Manisa’da bir kısmını da Adapazarı’nda çekmiştir. Manisa’daki hapishane arkadaşlarından birisi de Şerafettin Efendi idi. Kendisi Nakşi olup Yalova eşrafından bir zatmış. O da Menemen hadisesi yüzünden içeri alınan yüzlerce din adamından birisiydi. Malumunuz Menemen hadisesi sonrası tüm ülke genelinde yapılan tutuklamalar neticesinde 500 tane hocaefendi hapse atılmıştı. Bunlardan 32 kişi idam edilmiştir. Hatta idam edilenler arasında babaoğul da bulunuyordu. Tutukluluk süresince ayrı ayrı tutulan babaoğuldan, oğul idam edileceği zaman yürümekten âciz yaşlı baba sürüklene sürüklene götürülmüş ve oğlunun idam edilişi seyrettirilmiştir. Abdurrahman Efendi bu hadiseyi sürekli anlatırdı… Esad Efendi’yi çok hürmetle anardı. “Şeyhim, Efendim” gibi içten ifadelerle muhabbetini sıklıkla izhar ederdi. Şu beyti sürekli söylerdi;
“Ne yerden kârbârı gam göçer olsa konar bende Belâ râhında şimdi bir muayyen menzil oldum ben”
Arkasından da “Ben eslafın yetimiyim, yetimiyim” derdi… Abdurrahman Efendi gibi ilim irfan sahibi insanlar gerçekten kolay yetişmiyor. Onların nasıl yetiştiklerini anlatmakta insan zorluk çekiyor. Başta da söylediğim gibi hocaefendi gönlü kırık yaşamıştır… Kur’anı Kerim’e hizmet babında yetiştirdiği talebeleri de şahittir, son nefesine kadar hizmete gayret etmiştir. - Emin Saraç Hocaefendi
21 notes
·
View notes
Text
"Ne okuyalım da bugün"
Nietzsche Ağladığında - Irvin Yalom
Baş ucu kitaplarınızdan biri olmaya aday bir kitapla bu kez karşınızdayım. Irvın Yalom’un en iyi kitabı diyebileceğim bu kitaptan hayli etkilendiğimi söyleyebilirim. Kitabı nasıl anlatacağıma bir türlü karar veremedim insanı böyle bir karmaşıklık içerisinde bırakıyor çünkü.. Yani başka bir deyişle ne yazsam yetmeyecek bir kitap bu.
Ama şunu söyleyebilrim ki hiçbir şeyi olmayan ama her şeyi olan bir adamın hikayesini okuyacaksınız bu eserde. Umutsuz ve yaşamındaki pek çok şeyi öldürmüş adamın yanlızlığını.
Ta ki odasına genç bir kadın girmesiyle birlikte değişen yazgısını. Ümitsizlikten beslenen bir fikir zenginliğinin yansımalarını…
Ayrıca kitapta Sigmund Freud, Wagner gibi çok büyük isimlere de rastlayacaksınız. Kendi yaşamları hakkında keyifli, düşündürücü ve bir o kadar da derin fikirler edineceksiniz.
Herkese hitap etmeyebilir, belki hissettiğim aynı şeyleri hissetmeyebilirsiniz de ama öyle vurucu cümleler var ki biraz da derin düşünmeyi seven biriyseniz bu eser sizi epey sarsacak…
8 notes
·
View notes
Text
DELİCE
Hep merak eder dururum. Edirne ilçelerinde, sahil boyunda, saros körfezinde neden zeytinlikler yok diye. Her yer çam ağacı! İlaç için bile bir zeytin ağacı yok. (Bugünlerde bazı meraklı yurtseverler çeşitli bölgelerde zeytin ağacı dikmeye başladı. Hatta bir yatırımcımız Yeniköy mahallesinde epey zeytin ağacı dikeceğini de duydum.) Hemen komşu ülke Yunanistan’da Enez ilçesi bitimi olan yerleşim bölgelerinde başlayan zeytinlikleri neredeyse Selanik’e kadar görebilirsiniz.
Peki Edirne’ye komşu olan Çanakkale ve Yunanistan’da olan zeytinlikler neden bizim bu bölgemizde yok. Tesadüfen bir araştırmacımızın bir yazısını gördüm ve sizinle paylaşmayı uygun gördüm.
Hadi birlikte neden “Delice” ağaçlarının neden sökülüp satıldığını, “Delice” ağacının neye yaradığını okuyalım…
“1951-1952 yıllarında İspanya Hükümeti, Türkiye’den çok yüksek miktarda odun kömürü satın almak istiyor.
O güne kadar İspanya’ya yapılan ihracat kalemleri arasında yer almayan bu talebin bir de özel şartı vardı:
Kömürler İskenderun’dan Saroz Körfezi’ne kadar Akdeniz ve Ege sahillerinde doğada kendiliğinden yetişen "delice" ağacından elde edilmesi isteniyordu!
İstek dönemin Hükümeti tarafından yüksek getirisinden sevinçle karşılanıyor, ülkemizde bol miktarda bulunan delice kömürü ihraç edilmeye başlanıyordu.
Görgü tanıklarının anlattıklarına göre, limanların üzeri gemi yüklemeleri sebebiyle kara bir bulut ile kaplanıyor göz gözü görmüyordu!
O yıllarda Ankara’da görev yapan ABD Ticaret Ataşesi, dönemin Dışişleri Bakanı’na ihraç edilen kömürün İspanya tarafından nasıl değerlendirildiği ya da nerelerde kullanıldığını araştırıp araştırmadıklarını soruyor.
Aldığı cevap, getirisinin önemli olduğu, nerede kullanıldığının Türkiye’yi ilgilendirmediği şeklinde oluyor. Bunun üzerine ataşe konuyu kendisi araştırıyor ve otoyollarda dolgu malzemesi olarak kullanıldığı bilgisine ulaşıyor. Bununla yetinmeyip ABD’de tanıdığı mühendislerden bilgi alıyor ve otoyolda kömür dolgunun bir yararı olmadığını öğreniyor.
Öğrendiklerini Bakan’a iletiyor, Türkiye’nin rahatsız olmadığını, gelirden dolayı memnun olduklarını söylüyor, konu kapanıyor...
“Delice ağacının zeytin aşılamak için en uygun ağaç olduğunu bilenler Türkiye’ye oyun oynamışlardı.”
Sonuç olarak İspanya dünyanın en büyük zeytinyağı ihracatçısıdır *ve ne tesadüf ki aynı yıllarda Türkiye margarinle tanışmıştır...*
NOT: Aşılanmamış zeytin ağacına "delice" denir.
Marshall yardımlarıyla Ege ve Akdeniz bölgemizdeki milyonlarca zeytin ağacımız kökünden sökülerek gemilerle Avrupa'ya götürüldü.
ABD bize bu ağaçların yerine milyonlarca kavak ve çam(çıra) fidanı verdi.
Kavak ağacı memlekette alerjik hastalıklar başlattı.
Çam ağacı ise bildiğimiz yağlı çıra idi. Dağlarımıza ovalarımıza her yere diktik.
Oksijenden başka hiç bir işe yaramayan bu ağaç, ülkemizin dağına bayırına dikilen saatli bomba oldular.
Bu ağaçlar yandığı zaman kozalakları patlayarak yanar halde 200 metre uzağa fırlamakta oradaki çam ağaçlarını da tutuşturmaktadır.
Bugüne kadar kimi gördüysem yetkili yetkisiz, beyinli beyinsiz herkese anlattım.
"ABD’liler bizim ormanlarımızı çam (ÇIRA) ağaçlarıyla dolduruyor, bir kibrit çakmasıyla 100 savaş uçağının verdiği zararı veriyorlar.
Şimdi soruyorum size devletimiz bu çam ağaçlarının yerine zeytin, ceviz, badem, incir, sakız ağacı dikse hem bu ağaçlar kolay kolay yanmaz hem de köylümüze bir gelir olur.
Hala çam dikiyoruz bıkıp usanmadan.”
Sevgili okurlarım ; bende yazıyı okuduğumda sizin gibi hayrete düştüm. Üç-beş kuruş kazanacağız diye araştırmadan kestiğimiz delice ağaçları sayesinde margarin ile tanıştık. Oysa bu bölgemizde toprağa ne eksek allah bize fazlasıyla veriyordu. Hatalar yapılmasa yerli tohumdan ithal tohuma, delice ağacından çam’a, Zeytinyağdan margarine geçermiydik hiç...
(Alıntıdır...)
19 notes
·
View notes
Text
BİLGİ: Lütfen karanlık bir odaya geçelim ve bu mektubu şarkı eşliğinde okuyalım. Ruhlarımızın satırlarda, gözlerimizin gökyüzünde buluşması dileğiyle... İyi okumalar!
Karanlık bir odanın içinde, yatağımın üstündeyim. Kulağımda yine kulaklıklarım, gözlerim ekranda ve parmaklarım klavyenin üstünde. Yanyana dizilmiş harflere dokunuyorum önce. Kelimeler ortaya çıkmaya başlıyor. Kelimeleri birbirine bağlıyorum cümleler oluşuyor ve en sonunda ise her bir cümle kocaman bir satır oluşturuyor. Küçük parçalar bir bütün oluşturuyor. Yarımlar tamamlanıyor ve en sonunda ise eksikler yok oluyor.
Sonra bir şarkı çalmaya başlıyor...
Şarkı karanlıkta kalmış herkese sesleniyor!
Söze tam olarak şöyle giriyor;
"Birden ay ışığını kesti.
Birde sen çok değiştin.
Yaşananlar hiç yaşanmamış gibi.
Söylenenler hiç söylenmemiş gibi...
Birde sen karşıma geçtin.
Başka biri var, biri var dedin...
İnanamadım gittiğine.
İnanamadım bittiğine..." derken şarkının sözleri birer birer geçip gidiyor. Zaman bir su misâli akıp geçerken insan bazı şeylerin farkına daha çok varıyor. Daha çok kendine kızıyor. Daha çok üzülüyor. Daha çok mutlu oluyor. Daha çok ağlıyor ve daha çok gülümsüyor. Duygularını belki de hep "aşırı dozda" yaşıyor. Hiç vermeyeceği tepkiler veriyor. Hiç yapmayacağı şeyler yapıyor. Yanlış yollarda yürüyor. Yanlış insanlarla muhattap oluyor. Yanlış kararlar alıyor ve hayatını yanlış bir şekilde yönlendirebiliyor.
Ama tüm bunların arasında bir şeyin farkına varamıyor. Bir şeyi hep es geçiyor. Hep doğru yapmak için kendini zorluyor. Yanlış yapmamak için kendini sıkıyor. Oysa "yanlış yapmadan doğruya ulaşamayacağını" bilmiyor. Bunun farkına varamıyor...
Sonra şarkı devam ediyor...
Şarkı bu defa şöyle mırıldanıyor;
"Ne sen baktın ardına, ne ben...
Hep ayrı yollarda yürüdük!
Sustu bu gece, karardı yine ay!
Kaldı geriye, cevapsız sorular...
Uyandığımda onu ilk kim görecek?
Bıraktığım düşü kim büyütecek?
Her sabah kaybolup giden,
Bir rüya gibi oldun artık.
Geceleri beni bekleyen,
Gündüzlerimi zehir eden...
Ne sen baktın ardına, ne ben
Hep ayrı yollarda yürüdük..."
Zaman azalıyor ve şarkının sözleri bitmeye başlıyor. Şarkıcı biliyor, son sözlerini söylediğini. Dinleyici biliyor, son sözleri duyduğunu. Ve bazı kabullenişler gerçeklerle bitiyor. Gerçekler soğuk bir duvar gibi vuruyor yüze. Önce çarpıyor canını yakıyor sonra hafifletiyor acıyı, daha çok üşütüyor. Soğukta değil, sıcakta üşüyor bazen insan. Yağmurda değil, çok güneşli bir günde ıslanıyor bazen. Taşlarla dolu bir yolda değil de düz çiçekli bahçelerde düşüyor bazen. Yürüyor, hiç durmadan. Düşüyor, hiç bıkmadan. Pes etmeden... Engebeli tüm yolları geçiyor. Işıkları yanmayan sokaklarda korkmadan yürüyor.
Yağmurdan sırılsıklam oluyor. Çamurdan kirleniyor ve nefes nefese çıktığı tüm yokuşlardan yorulduğuna değecek şekilde iniyor. Yolun başından sonuna çok güzel anılar biriktiriyor. Hepsini kendine bir ders biliyor ve ileride gülümseyerek anlatacağını düşünüyor. Çünkü insan önceden ağladığı üzüldüğü şeye sonradan gülümseyip sevinebiliyor. Duyguları değişebiliyor. Düşünceleri değişebiliyor. Gün geliyor, sevdiği şeyler sevmediği şeylere dönüşüyor. Gün geliyor, sevmedikleri birer birer sevdiği şeyler olmaya başlıyor. Dediğim gibi, insan zamanla değişiyor... Yaşadıkları insanı değiştiriyor ve zamanda buna ayak uyduruyor...
Sonra karanlık bir gecede her şey üst üste geliyor. Geçmiş tozlu rafından ayağa kalkıp anıları önüne seriyor. Anılar birikiyor, biriktikçe birer hatıra oluyor. Hatıralar gülümsetiyor, ağlatıyor, sevindiriyor, üzüyor.
Hatta yeri geliyor "bu ben miymişim ya?" dedirttiriyor. Seni geçmişinle bugün arasındaki boşluğa sürüklüyor. Karşına geçip "evet bu sendin" diyor. Bu eski sen...
Hatalarınla, düşüşlerinle, kahkalarınla, gözyaşlarınla... Seni sen yapan her şeyinle, kusurlarınla... Bu sensin diyor... Sonra seni bir aynaya itiyor. Kendine bak diyor. Gözlerine, dudaklarına, ellerine... Değiştiğini gör kendi gözlerinle. Bak eski sana ve şimdiki sana. Aradaki farkı söyle. Korkmadan itiraf et kendine. Unutmadan, yalnızca bir beden görme orada. Ruhunu ve kalbini de dinle. Duymayı ihmal etme. Seni sen yapan her şeyi görmeye çalış. Farkına var artık.
Kendini sev. Herkese ve her şeye rağmen gülümse. Yalnız olmadığını bil ve her zaman güçlü ol. Olamasan bile pes edip çekilme bir köşeye. Yüzleş gerçeklerle. Unutma; bizler kusurlarımızla güzeliz. Bizi biz yapan şeyler ile bir bütünüz. Yarımlar sayesinde bir bütün oluştururuz ve bunu yıkacak olan da tutacak olan da biziz. Biz istersek her şeyi başarabiliriz. Birilerinin ruhuna dokunduğumuz ve bıraktığımız izler kadar varız. Umarım birbirimize iyi geliriz. Bu gezegende güzel izler bırakırız.
Birilerinin ruhuna dokunmak ve bu gezegende güzel izler bırakmak dileğiyle...
Umut edelim, mutlu kalalım...💙
88 notes
·
View notes
Text
DUYULMAYAN ANLAM ÇIĞLIĞI
Victor E. Frankl’in okuduğum ikinci kitabı. Yazarla yeni tanışacaklar için tavsiye; insanın anlam arayışı.
Saat gece 02:15, uzun zamandır yazmayı düşündüğüm bu metni “Duyulmayan Anlam Çığlığı”nı okurken dışarıdan gelen yağmur sesiyle pencereyi açtığımda hadi şimdi zamanı diyip yazmaya başladım.
Önceki yazılarıma göz atanlar bir şeyler öğretme (haddime mi?) çabasıyla yazdığımı fark ederler. Küsmüştüm bloğa... üzerinden uzun zaman geçti. Değişmem gereken şeyler varmış, getirdi koydu önüme tabağı hayat ve tabi biraz da benim tercihlerim. Mecbur tadına baktım, baktıkça yedim yedikçe gülümsedim. Şimdi kendi kendime misyonumun asla ama asla öğretmek olmadığını tekrarlayıp duruyorum. Buralarda bir yerlerde kelimelerimle ben de varım, hayatın şu ucundan tuttum diyorum sadece.
Yıllarca yaptığım şeyi seviyorum ama eksik sanki, bir şeyler eklemeliyim diyip durdum. Bir sürü de şey denedim. Aldığım eğitimlerin, eğitimlere verdiğim paraların haddi hesabı olmadı. Pişman mıyım, asla. Bugün hepsi beni ben yaptı. Yine de şunu demeden edemiyorum en çok sevdiğim şey burnumun ucundaymış, gözlüğüm gözümdeyken gözlüğüm nerede diye aramaktan farksızmış yaptığım çünkü okumayı öğrendiğimden günden beri maymun iştahımla elime ne geçse okudum. Onca şey deneyimledim bende değişmeyen tek şey kitaplar oldu. Her hücreme dokunmuştur her biri. Şimdilerde hem çocuklara hem yetişkinlere kitap önerilerinde bulunuyor bir taraftan da kendimi çoğaltmak adına okumaya devam ediyorum.
Sözü çok da uzatmak istemiyorum açıkçası. Bu bir açıklama yazısı. Hem instagram sayfamın hem de bu bloğun öyküsü neden değişti ve ne yapmak istiyorum sorusunun cevabını iliştirip gideceğim.
Ben zaten üniversitede çocuk eğitimi üzerine eğitim aldım ve inanın on yıllık meslek hayatımda yaşadığım sorun (sorunun esas kaynağı) çocuk olmadı. Muhakkak aile içinde olan biten olaylar, çocuğa yaklaşımlar çocuğun eğitim hayatını ve pek tabiki ruhsal durumunu etkiliyor yansıması okula oluyordu. Bu yüzden çoğunlukla yetişkinlere yönelik olacak hitaplarım. Çünkü anne/baba iyileşmezse (buradaki iyileşme davranış, fiziksel ve ruhsal) istediğim kadar çocuk için bir şeyler yapayım çocuğu esas gelebileceği noktaya taşıyamıyorum.
Peki bunu nasıl yapacağım? Kitaplar hayatının dümenini tutan biri olarak yetişkinlere kitap önerileri, çocuklara kitap önerileri ve zaman zaman da naçizane birkaç yorumla, masalla ❤️
Hadi kitap okuyalım her şey çözülsün demek değil elbette bu 🙃 öyle olsaydı zaten dünya daha güzel bir yer olurdu diye düşünüyorum. Tavsiye edeceğim kitapları okuyacak olanlar şu bakış açısıyla okumalı;
🎈Bu kitap bana kendimde olan neyi hatırlattı?
🎈Hatırladığım bu şeyde beni rahatsız/mutlu eden ne var?
🎈Bunu değiştirmek istiyor muyum, nasıl değiştirebilirim?
🎈Bunu hayatıma nasıl taşıyabilirim...
Bir defter edinin ve tüm bunları yazın, isterseniz resmini çizin karar sizin. Bu aşamadan sonra yavaş yavaş kendimize doğru bir yolculuk yapmaya başlayacak, duygularımızı tanıyacak, kendimizi yok saymamayı öğreneceğiz. Bunu ben yıllarca yapmışım kendime, yok saymayı yani. Hep başkalarının duygularına odaklanmışım, o esnada kendim ne hissediyorum ne istiyorum duymamışım bile kendi sesimi. Sonra geldiğim noktada kendini sevmeye korkan, huzursuz, zaman zaman öfkeli biri olmuşum. Eğer bir çocuk sahibi olsaydım o da öyle olacaktı. Tanıdık geliyor mu bu hikaye kalbinize bilmiyorum. Eğer tanıdık geliyorsa çok şanslısınız ki bana bunları söyleyen, gel bak bir de buranın manzarası var diyen biri hiç olmadı.
(Son paragraf söz veriyorum:) Yağmur da mis gibi yağıyor bu arada...
Duyulmayan Anlam Çığlığı’nın yorumlamasını başka bir yazıda yazacağım ama buraya eklemem gereken bir not var;
“Havacılıkta ‘yengeçleme’ diye bir terim vardır. Diyelim ki inmek istediğim havaalanına doğudan ve kuzeyden rüzgar esiyor. Bu durumda eğer doğuya doğru uçarsam hedefimden saparım, çünkü rüzgar beni Güneydoğuya sürükler. Havaalanına ulaşmak için yengeçleyerek bu sürüklenmeli dengeleyemem, yani uçağımın burnunu inmek istediğim havaalanının kuzeyine çevirmem gerekir. İnsan da böyledir: O da özlemlerini daha yüksek bir düzeye çıkarmadığı sürece, ulaşabileceğinden daha aşağı bir noktaya varır.”
İyi geceler, yüksekleri gözü kesenler 💫
2 notes
·
View notes
Text
'koş kızım koş! Bak çok güzel yağmur yağıyor.. hadi balkona çıkıp biraz islanalim biraz da dua edelim birbirimize..' derdin.. bir heyecan koşturarak çıkardık balkona acardik ellerimizi önce sen bana dua ederdin sonra ben sana sonra ikimiz birlikte tum insanlara..
Sevgi doluydu için.. herkesi severdin sen.. ' ama kızım öyle deme ne yaşadığını nerden biliyorsun' diyerek önyargılı olmamayı öğrettin..
' çok sev be kızım! aşık ol! Aşktan güzel duygu mu var.. ben İsmail'imi çok sevdim' derdin.. hep seni örnek alırdım.. çok sevmek tüm yanlışları duzeltirmis gibi gelirdi o zamanlarda..
'Sofraya birlikte oturulmali' derdin bu yüzden her akşam sofrayı hazirlar saatine bakarak beni beklerdin.. bir dakika geç kalsam dünyanın tüm kötülükleri sanki benim başıma gelmiscesine korkardın.. 'biraz iyi yönünden bak..' derdim 'e napim canım elimde degil, hadi yemek yiyelim' derdin ve her zaman bizim soframizdaki yemekler dünyanın en harika yemekleri olurdu bizim için, şükrederek yerdik..
Kışın sobamiz olurdu.. bir güzel yakardin.. 'ben hiç üşümemde sen çok üşüyorsun kızım ondan yakıyorum derdin..' portakal kabuklarını üstüne koyardik mis gibi huzur kokardı her yer..
Sonra birlikte dizi izlerdik.. yorum yapmadan izlemek ne mümkün ikimizde severiz konuşmayı.. sonra varsayimlarimiz tuttumu 'hah işte biz yazdık bunlari kızımla hep' der ayrı bir mutlu olurdun..
Biraz sıkılacak gibi olduk mu ' getir mesneviyi de bir tefeul çekelim bakalım hz.mevlana bize ne diyecek bugün' der çektiğimiz sayfaları yorumlarken saatlerin birbirini kovaladığı sohbetlerimizde 'bu konuya nerden geldik simdi' der bide gülerdik..
Sonra hayaller kurardık.. canım hayal kurmayı da pek severdik.. hayalin sınırımı olur uzuun uzuun kurar sonunada bir güzel dua ederdik sen kabul et Allahım diyerek..
O sıralar geceleri korkarak uyanirdim.. hemen odana gelirdim gecenin kaçında gelirsem geleyim uyanık olurdun.. ya kuran okurdun ya tesbih çeker ya namaz kilardin.. 'yine mi korktun.. korkma kızım kapılarımızın ikisinide açık bırak sesli okuyayım Kur'an'ımı sende rahatça uyu' derdin.. senin sesinle uyudugum o uykuların huzuru hiçbir şeyde yokmuş meğer..
Bir de derdin ki 'ilerde benden bahsedeceksin Behtiye annem şöyle yapardi, böyle yapardı.. ya biliyor musunuz şöyle demisti, diyeceksin.. çünkü çok anımız var' derdin..
Ama ben bunlardan bahsetmek istemiyorum.. ben seni istiyorum.. geceleri korktugumda gelip sana sarılmak.. işten döndüğümde bir dakika geciktim diye o azarı yemek istiyorum.. senin yerine kitaplar okumak o kitaplar hakkında konuşmak istiyorum.. mesnevi orada duruyor bak.. yapma bunu bana gel okuyalım söz uyumaya gitmeyeceğim..
Lütfen lütfen yapma.. daha hayallerimizi yasayamadik.. ben o hayalleri sana yasatamadim diye çok üzülüyordum zaten.. şimdi gitmek nerden çıktı..
Daha gezecek çok yer var ben ayarlarım söz.. birlikte gidip görelim oraları.. sonra bir evliyanın mezarını ararken kaybolalim.. gittiğimiz şehrin en meşhur yiyeceklerini yiyelim, en güzel yerlerini gezelim görelim..
Gitmiş olamazsın gerçekten.. yapmış olamazsın.. ben seni şimdiden çok özledim..
Neyse tamam tamam uzmeyecegim seni daha fazla..ama bana bir ara İsmail amcamın seni görünce ne kadar mutlu olduğunu anlat olur mu.?
13 notes
·
View notes
Text
⭐ ⭐ ⭐ ⭐ ⭐
Bir şeylere niyet ederiz, gider istediğimiz şey olmaz da, başka şey buluverir bizi.
O zaman da 'neye niyet, neye kısmet' cümlesini çıkarıveririz cebimizden hemen.
Bu cümle her insanda farklı duygular barındırıyordur, buna eminim.
Kimi için hayal kırıklığı,
kimi için öfke,
kimine de sevinç... Demek ki burada önemli olan şey niyetinin ne olduğu.
İnsanın niyeti ne ise, akıbeti de o olur.
Bugün aldım defteri ve kalemi elime, hayatımda olmasını istediğim şeyleri 'niyet defteri' adı altında bir bir yazdım... Dua mahiyetinde kabul etsin Rabbim diye, sonuna da içten bir 'amin♥️' kelimesini ekledim.
Bir nevi olumlu düşünme,
güzel işlere niyet etme,
hâyrı çağırma,
dileklerini yazma ritüeli gibi de düşünebiliriz. Söz uçar, yazı kalır demişler...
Biz Allah'ın rızası doğrultusunda,
utanmadıkça her şeyi yapabilecek insanlarız;
öyle demiş peygamber efendimiz a.s.m 'Utanmadıkça dilediğini yap' demiş...
Gelin o zaman bir niyet defteri tutalım kendimize. Yazalım hayallerimizi, dualarımızı, isteklerimizi... Sonra her gün onları okuyalım, çabalayalım ve sonucunu Allah'tan isteyip, Allah'tan bekleyelim.
Bakalım neler olacak, neler gerçekleşecek... Bir bakmışız olmaz dediklerimiz dahi Rabbimizin izniyle olmuş. 🥰
Umutlar bâkidir Allah'a inananlara 🦋
Selam ve dua ile ♥️
________________°🌺💞🌸°_________________
🎀
15 notes
·
View notes