#Ne çok şey var aklımızda
Explore tagged Tumblr posts
Text
Laik Türkiye Cumhuriyeti ve onun sahibi olduğu ulusa ihanet edenler..
Bir yazı dizisiz için uzun bir başlık olabilir.
Adın isterseniz siz verin ama şeyh said, saidi nursi, vahdettin, batılıların desteklediği nurcular ve alt yapıları ve de pkk, hizbullah, taliban, işid vs gibi özellikle amerikanın desteklediği terör örgütlerini anlatacağım ve tabi ki de içimizdeki bopçu hainleri.. Bu hainlerin içinde milyon dolarlık zırhlı araçlar gezen tarikat ve cemaat ceo'ları da var. Adı menzil olsıun, ismailağa olsun, süleymancı olsun, veya diğerleri.. HEPSİ HAİNDİR!.. Bunlar ve bunları destekleyen hangi siyasetçi varsa HAİNDİR!... Fetöşün çocukları ile O.Ç. (operasyon çocukları) olan ortakları hiç irtibatlarını koparmamış anlaşılan; koparmış olsalardı eski fetö bankasının müdürü devletin önemli finans kurumlarının başına getirlir miydi? Olan cahil fetöcülere oldu, hak ettiler. Sırada adalet, bürokrasi ve en önemlisi ise siyasilerde.. Dün fetö vardı bugün mencizciler, süleymancılar, ismailağacılar vs vs ve alt fraksioyonları var. Ülkemizin ulus devlet olarak her bireyinin eşit olduğu bir hukuk devleti ferdi olup, haklarını kullanabileceği bir ülke için en büyük beka sorunu bop eşbaşkanıdır. Çakma dindarlar ve onların milliyetçiyim diyen köpekleri giderse ülkemiz en geç 10 yılda kendine gelebilir (Yıpranmışlığı ve yoldan çıkmış bir devletin durumunu siz düşünün!)
Amerika dünya için en büyük sorunlardan biri çünkü 70li yıllarda başlayan enperyalist amerikan şirketleri gördüler ki "ulus" devletler yayılma ve sömürgecilikte en byük engeldi. Atatürk'ün kurduğu demokrasiyle yönetilen Türkiye en büyük sorun idi. Onlar da arap yarım adasındaki feodaliteyle yönetilen ülkere gözlerini diktiler, başardılar. Yılbaşına bir kaç gün kaldı, Filistin'de Natenyahu soykırım yaparken, araplar "Noel" kutlaması yapıyor!
Filistin diye g..tünü yırtan çakma müslümanlar İsrail'e gemilerle malzeme gönderip arapların noel kutlamalarını göremiyor! Sorun bu değil aslın, asıl sorun bu riyakarlığı, sahtekarlığı, iki yüzlülüğü göremeyen halkımızda aramak lazım.
Ey cahil sürüsü, Noel ile yılbaşı aynı değildir. Batılıların kültürü yalan ve hırsızlık üzerine kurulmuştur. Noel bile onlara ait değil! Yılbaşını Hıristiyanlık dahil bir dine bağlayarak yorum yapan, fiili bir işe kalkışanlar, gerçeği bildikleri halde manipülasyon yapanlar CAHİL YOBAZDIR. Ya da BİRİLERİNİN MAŞASIDIR.
Geçen yıl bu günlerde çatıya çıkan taliban vari bir sakallı vardı, noel babasını bekliyormuş!? 😄😄😄 Yorumum: "Ne kadar inanıyorsa noel babası için çatıya kadar çıkmış'" oldu... Beyaz tv başta olmak üzere bütün yandaş tvler bu kadar tasmalarını tutanların reklamını yaparsa olacak şey böyle gerçekleşir..
Ve siz de cahillere prim veriyorsunuz. Ülkenin bu halde olmasının en büyük nedeni muhalefet partileridir. Onca SKANDAL'a rağmen hükümet el değiştirmedi. Benim siysete ve siyasetçilere güvenim SIFIR.
Uyanacak olanlar sizlersiniz. Bu devletin, ülkenin, toprakların, hastanelerin, limanların, üniversitelerin, fabrikaların vs vs hepsinin sahibi sizsiniz. Tapusu size ait olan tek şey oturduğunuz ev değil, en önemli tapu Cumhuriyettir ve sizindir o tapu. Büyük tapunuza sahip çıkmazsanız o büyük tapunun sınırları içindeki küçük tapunuz da (şahsi eviniz) bir gün hain vahdettinciler tarafından alınacak.
Keşke Yunan kazansaydı diyen deli Kadir'i ziyaret eden Diyanet Başkanını ve Fransız sever Halil Konakçı imamı aklımızda. Unutulacak kişiler değilller bunlar, Kubilay'ı şehit eden hainlerle bunların hiçbir farkı yok; HEPSİ HAİN.. Bunlar her iftiralarından sonra ÖDÜLLENDİRENLER "EN BÜYÜK HAİNDİR."
Dün çok ünlü yurtdışı istihbarat gazeteciliği yapan bir değerli insanı kaybettik. Avrupalı bir fikir öncüsü adamla olan ropörtajıı okudum. Adam "Biz Avrupalı'ların kadim düşmanı Türk'lerdir." diyor ve sebebini de açıklıyor: Korku.. Bu yüzden Avrupa'da ilerlemenin tetikçisi oldunuz diyor. Ve bizden çok şey öğrendiklerini de itiraf ediyor (en başta mühendislik ve savaş teknikleri).
Biraz toparlayayım bu yazıyı;
12 şehit verdik. Tek sorumlusu ve her türlü desteği veren Amerika'dır. Onları devlet politikaları açısından İngilizler haricinde hiçbir ülke sevmiyor. Kuklanız Menderes ile başladığınız ama 61 müdahalesiyle sekteye uğrayan ve sonra 70 li yıllardaki çomaklarınız ve Kenan Evren gibi sizin askerlerinizle tekrar devam eden, cia ajanınız Fuller ile "Siyasal İslam" ucubenizi Özal ile yerleştirip teyyo ile temellerini güçlendirdiğiniz bu yoz ve İslamiyeti değiştirme çabanız (Adnan Oktar, Menzilciler, Nurcular, İsmailağacılar, Süleymancılar ve diğerleri) son bulmak üzere. Devlet bürokrasisindeki zayıf karakterli kişileri bir takım bop saltanatına yakın vakıflarca cebren ve hile ile kendi tarafınıza çekmiş olabilirsiniz. Merak etmeyin, önce onlar konuşacak, sonra siz...
Özgürlüğün bedeli vardır, yine öderiz. Peki siz hazır mısınız?
"Yurtta sulh, cihanda sulh"
Gazi Mustafa Kemal ATATÜK
11 notes
·
View notes
Text
22 ekim sabah sayfaları
1. öykü'nün analizi
Ben Öykü ve Osman Can'ın yanına gidiyorum. Öykü ile kucaklaşıyoruz. Osman Can ise selamlama tekniği olarak aşırı saçma bir şekilde popoma şaplak atıyor. Ona kızıyorum, "ne yaptığının farkında olsan yapmazdın" diyorum.
Rüyanın kalanında izleyiciyim. Öykü, iki yetişkinin (arkadaşı değil) babalarıyla olan sorunlu ilişkilerini çok güzel analiz ediyor ve onlar yeni bir bakış açısı sunuyor.
2. gamze ile karış karış anadolu
Gezmek için gittiğim otantik bir Anadolu şehrinde (Idk which) kaldığım otelin bahçesinde, benim otelin sahibi ve yan otelin sahibi ile sohbetteyiz. Ama yan otelin sahibi de hemen bitişikte, kendi bahçesinde. Bahçeden bahçeye konuşuyoruz.
Nedense şakalı bir şekilde diğer otele geçme konusu açılıyor. Hangimiz açıyoruz bilmiyorum ama benim de geçesim geliyor yani. Oradaki odaları merak ediyorum. Sonra benim otelin sahibi bana dönerek ama diğer otelin sahibinin duyacağı şekilde "Hadi seni öbür otele satıyoruuuuum, sattım!" diyor. Eşyam ivedilikle aşağıya indiriliyor ve diğer otelin lobisine bırakılıyor.
Bu yeni otelin sahibinin karısı beni odama çıkarıyor. Asansör yok. Merdivenleri tırmanırken kadın bana "Bu otel eskidi artık, bir tarafa eğildi" diyor. Hakikaten fark ediyorum bu eğimi, otel yamuk resmen. Odama çıkınca karşıdaki odada Gamze'nin kaldığını görüyorum. Çünkü odaların dışında misafirin adı ve soyadı yazıyor. Benim odam 13 numara, adımı da hemen nasıl yetiştirmişlerse yazmışlar kocaman İrem Hacalaki diye.
Karşı odada Gamze'nin olmasını hiç garipsemiyorum. Hatta sözleşmiş gibi buluşuyoruz iki kapının arasında. Gamze'ye otelin yamukluğundan bahsediyorum. "Yok yaaaa, o kadar da bi şey yok" diyor. Aklımızda bir yer olmadan birlikte keşfe, gezmeye ve yemek yemeye çıkıyoruz.
3. köpke ve genius
Kitap Kulübü'ndeki Tuğba ve Seda ile bir evdeyiz. Seda'nın minicik bir köpeği var. Aşırı hareketli, zıpır bir şey. Benim yatağımda zıplıyor. Sonra karşı yatağa geçip zıplıyor. Seda bunu yapmayı bırakması için odadaki avizeyi sallıyor, köpke bunu görünce korkup odadan kaçıyor, gülüyoruz.
Günaydın ☀️
22 Ekim 2024, İstanbul
0 notes
Text
Murat Kurum Aday Olmuş
✍🏻 İlkay
https://www.gundemarsivi.com/murat-kurum-aday-olmus/
(Kapıcı Cafer iki gün önce sabah her zamanki gibi yine erkenden uyanır, giyinir ve koluna alışveriş sepetini takıp apartman sakinlerinin siparişlerini almak için bakkala doğru yola çıkar. Sokakta her yere Murat Kurum’un İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne adaylığının reklam afişlerini görür. Bakkaldan avantasını istemeden alışverişini tamamlamaz yine. Oradan biraz helva biraz peynir derken yüzü gülerek ayrılır…
Apartmana doğru yaklaşırken, Sabri Bey yine fırçalamak için Kapıcı Cafer’i beklemektedir, Baykuş Cemil ise pencereden hızla birasını almak için heyecanla acele eder.)
Cemil: Yine mi geç uyandın hayırsız? Bu soğukta dondum!
Cafer: Efendim saat geç değil ki her zamanki saatimde ulaştım (der ve koşarak Cemil’in aşağıya doğru sarkıttığı sepete siparişlerini bırakır), sen de saatimden çnce çıkma balkona, günaydın buyrun efendim.
Sabri: Ne bu çokça laflar, bak yazacağım zaptı (der ve Cafer’in balkonuna uzattığı siparişleri alır).
Cafer: Sanki devlette zapt yazılacak zümre kaldı da?!.
Sabri: Bakın ��una Ayla Hanım bunun dili çok uzadı.
Ayla: Haksız da değil efendim, hükümet devlete çöktü.
Cemil: Bunlar ağalık sisteminden çıkamadılar tabii, bu hükümette de adamı var ki bu kadar konuşabiliyor kapıcı parçası.
Cafer: Sus baykuş! Zaten hepinizden kurtulacağım emekliliğime kavuşmak üzereyim. Gelirken gazeteden okudum, bir profesör kentsel dönüşüm ayağıyla İstanbul’daki askeri bölgeleri imara açacaklar diye uyarmış.
(Katil Yavuz ve Tak Tak Sedat kapıdan dışarı çıkıp arabaya doğru yol alırken selam verirler ve konuya dahil olurlar.)
Yavuz: Vatandaşa icraat lazım, hizmet lazım. Bunlar geldiğinden beri ülkede vatandaş adalete hasret kaldı. Yok öyle vatandaşa cart curt deyip seçim zamanı bir çorba dağıtmalar.
Sedat: Sayın abim, millet aç! Bugün, haftalardır ağzından tek lokma geçmeyen insanlar ısıtacak tabi midesini. Makarnaya vatandaşlık haklarını veren çorbaya mı vermeyecek? İnternetten cızzzz haberler yağıyor, tak sosyal medyalarda hazırlamışlar güzel tezgahları. Bir sene boyunca ağlattılar depremzedeleri, onlara anahtar manahtar taklar tuklar, sonrası gelsin paralar. Baksana siyasalara hepsi lüks içinde. Biz çok gördük anahtar vaatlerini. Bu milleti hep aynı oyundan kaybettirip duruyorlar.
Yavuz: Bir de Murat Kurum’u aday göstermişler. İhalelerde imza atmakla başarılı, ormanların yangınlarında marka giyimleri ile yalnız dikkat çeken tam bir çevre düşmanı olarak kaldı aklımızda. Güvenilir, kirlenmeyen tek politikacıları yok.
Cafer: Ben oyumu ona vereceğim. Seçim öncesi imarı seçim vaadi yapacaklarını bildiğimden bir gecekondu yaptırdıydım. Ne yapayım ben de efendim sistem hep aynı, bari bu defa da ben kazanayım dedim.
Kapıdan dışarı doğru çıkan Davut ve oğlu Halis kulak misafiri olurlar.
Davut: Dunkof! Bir gecekondu için vatan satılır mı! Biz bir oyumuzla dahi vatanımıza suçumuz yok çok şükür. Çalışıp vergimizi ödüyoruz.
Cafer: Oh! Gelmiş Almanya’dan tuzu kuru tabii. Ne anlayacaksın kapıcının halinden.
Sabri: Efendim bunlar bir oy vererek neleri kaybedecekleri hususunda hiçbir şey bilmiyorlar. Köylü kurnazlığı efendim bu! Apartmanın kapıcı dairesi neyine yetmiyorsa, sanki kendisine hemen tapu verecekler de… Kanıyorlar yazık. (Cafer’e bakarak söze devam eder.) Cafer oğlum, evladım Kasımpaşalılara neler yaptıklarını görmedin mi?
Halis: Babacığım haberlerden izliyorum, Araplara satıyorlar İstanbul’daki gayrimenkulleri. Araplar gelecek öyle yumuşak yumuşak, sıcak sıcak yataklarında; yarınlarımıza çocuk yapıp duracaklar.
Cemil: Tüh pis kapıcı seni, senin hain ruhlu olduğunu biliyordum zaten.
Yavuz: Aman efendim ne olacak, vatandaşa hak ettiğinden fazla müsamaha gösterdik, kim gelirse gelsin böyle yaşar zannediyor. Vatandaşa bilinç eğitimi vermeli.
(Şükrü dışarıya eşi Nazan’la çıkar. Yavuz’un sözlerine kulak misafiri olurlar.)
Cemil: Sevim koş kaçırıyorsun apartman siyaseti işliyor.
Şükrü: Vatandaşlık haklarını bilen var mı, babamın bile aklı ermiyor şimdiki kanunlara (babası emekli hakim).
Yavuz: Değil mi sayın abim, bunlar vatandaşa cart curt sonra kendilerine ihale ve rantlarla para yapıyorlar.
Nazan: Ay keşke tek sorunumuz bunlar olsa, millet Osmanlı’nın borcunu ödediği gibi bunlardan sonra da bunların borcunu öder diyeceğim ama milleti kültür erozyonuna bırakıp, sömürülmeye mahkum bırakıyorlar.
(Bir taksi durur ve doktor taksiden iner.)
Türkan: Günaydın, apartman toplantısı mı var, herkes burada?
Sevim: Ben bile dikişi bırakıp dinliyorum Türkan Hanım geldiğimiz yeri konuşuyoruz.
Türkan: O zaman ben hiç müdahil olmayayım; aciller dolmuş, hastalar zorda, ilaç sorunu, doktor göçü derken zaten çok canım sıkkın.
(Cafer, Gülsüm’ün kulağına fısıldar:)
Murat ya da başkası imara bakarım ben, koyunlar her şekilde kurban olacak zaten, imparatorluğumuzu kuracağız, Cafer Pazarlama…
(Fısıltıyı duyan Sabri) Allah sizi kahrederken bizi de esirgemiyor (diyerek balkon kapısından içeri girer. Uğursuzlar! diyerek bağırır. Koltukta Sabri’ye şaşkınlıkla bakan, alzheimer hastası olan, kayınvalidesi Suna Hanım sorar;) Ayla kızım bize mi söylüyor?
Sabri: Hayır efendim, yarınlara karanlık bırakacaklara….
Kemalist İlkay
Not: Bizimkiler dizisiyle mevcut toplumu bu yazımda kurguladım.
Bu arada Bizimkiler dizisinde tüm emeği olan sanatçılarımıza çok teşekkür ederim. Hepsi muazzam oyunculuklarını sergilediler. Yaşayanlara sağlık diliyor ve hürmetle sevgilerimi sunuyorum. Kaybettiklerimizin ruhları şad olsun dileğimle…
Ön izlemeye merhum Ercan Yazgan’ın (hala hayranıyım) fotoğrafını iletmemdeki gaye Cafer karakterlerine çözüm düşünmemiz gerektiğinden bir alt çizme amacı gütmekten, çünkü demokrasi bilinci tüm vatandaşlara iletilmeli.
Bugün demokratik çoğunluğun arzusunca yaşıyoruz. Demokratik çoğunluk olmayı hedeflemeliyiz. Aydınlık yarınlara biz olmak ve kardeşçe refah yaşamak dileğiyle…
0 notes
Text
Son Bakıştaki o gözler kaldı aklımızda..
Ne güzel söylemiş değil mi Sezen ?
Kurşun gibi izler diyor.
Kalbimin en derininden bir kurşun geçiyor ve BAM!
Tam ne zaman oldu biliyor musun?
Eve geldik, birkaç parça eşya topladık.
Bambi'yi doyuralım sonra çıkacağız dedik.
Dedim ki " ya zaten bir şey olsa doktor telefonda bize, biz hastayı kaybettik, demeyecek ki "
Neyse işte hazırlandık falan elimizdeki poşette kıyafetler var. Son çıkışlarımız evden meğerse tabi nerden bileceğiz.
İşte her neyse o bildiğimiz otogar'da otobüs bekledik.
Velhasıl beklediğimiz otobüs geldi ama nasıl diyeyim. Yorgunum.
Sonrasında eve birkaç durak kala. Bir telefon çaldı.
Dedim her halde kötüleşti.
Doktorlar telefonda biz hastayı kaybettik, derlermiş.
Ben anlamaza vurup belli etmedim ama. Bir insana otobüsün orta yerinde de söylenmez ki arkadaş. Ya kalbimden geçecek olan kurşunlara ne yapacağız hocam?
Velhasıl yol çok uzun sürdü. Bir benzinliğe çekip biraz ağlamalı. Ama gelene kadar dik durmalı. Gelince bakarız bir çaresine.
Ben seni görmedim çünkü görsem ömür billah unutamazdım.
Ben istedim ki en son seni soframızda, mutfağımızda, o sarı koltuğunda hatırlayayım. Ve öyle de oldu.
X-man baktı en son. O gördü yani bu dünyada en son seni.
Böyle mi olsun isterdin, bilemedim.
Ben böyle olmasını beklemiyordum. Onu biliyorum.
Bazı akşamlar gözlerimi kapatıyorum ve tüm yapabildiğim, geçmişi düşünmek. Öyle bir iki sene öncesini de değil. Şöyle 2010'lar falan. O zamanlara gitsem sanki her şeyi çözebilecekmişim gibi. Yok biliyorum çözümü de. Hayal işte benimki. Rüya görüyor musun orada? Ben burada haddinden fazla rüyalar görüyorum. Bazısında varsın bazısında yoksun. Ve kimisine göre hipofiz kimisine göre 3. göz olan organım bir hayli gelişmiş durumda sanırım. Yoksa böyle şeyleri sürekli hissediyor olmamın başka bir açıklaması olamaz. Her neyse işte. Bir kaç gün sonra 2. yılı bitirmiş olacağız. Sanki dünya üzerinde en çok ben üzülüyormuşum gibi bir ruh halim var. Biliyorum öyle değil ama hislerim bu yönde. Ve bazen çok üzülmek te yetmiyor.
Garip duygular karmaşası içerisindeyim.
Seni özlediğimi söylemekten başka ne yapabilirim ki?
Ve tüm arkadaşlarım yurt dışına taşındı diyebilirim.
Burada birlikte bir kadeh tokuşturabileceğim kimse kalmadı.
Keşke olsaydı da uzun uzun eskilerden bahsedebilseydik.
Ama yok.
Üzülme.
Ben histerik değilim.
İyiyim.
Sende iyi ol babiş.
Çok özledim.
12/12/2023 11:07
1 note
·
View note
Text
New Post has been published on Lutars Turizm
New Post has been published on https://www.lutarsturizm.com/bisiklet-sayesinde-onlarca-hos-beserle-tanisip-meskenlerine-konuk-olduk.html
‘Bisiklet sayesinde onlarca hoş beşerle tanışıp meskenlerine konuk olduk’
Yasemin Kuruca (35) seyahate çıkmadan evvel bir üniversitede akademisyen olarak çalışıyordu. Eşi Murat Üstüner (34) ise reklamcıydı. Bir kaçış olarak seyahate çıkan gezgin çift “Biz bisikletin seyahat etmek için en yeterli araç olduğunu düşünüyoruz. Ne hızlısınız ne de yavaş… Kat ettiğiniz her kilometreyi büsbütün yaşıyorsunuz. Lokal halkla bağlantı kurmayı, onların hayatına şahit olmayı ve mümkünse kısa vadeli de olsa hayatlarına ortak olmayı seviyoruz. Bisiklet bunu sağlayan en kıymetli ulaşım aracı” diyor. Beyaz yakalarını bir müddetliğine kenara bırakan ve ‘seyyah’ olmayı seçen çiftle maceralarını konuşmaya en başından başlıyoruz…
Gezgin olma fikri nasıl ortaya çıktı?
Yasemin Kuruca: Aslında ‘gezgin’ olma fikriyle çıkmadık yola. Bu seyahat bizim için bir kaçıştı. İstanbul’dan, ağır iş hayatından, gerilimden ve artık kendimiz için üretememekten bir kaçıştı. 13 yıldır beraberiz, son 6 yılında evliyiz. Bağımız de bir seyahatle mana kazanmıştı. 2011’de üniversite öğrencisiyken sırt çantamızla Viyana’dan İstanbul’a otostop, tren ve otobüsle geze geze gelmiştik.
Murat Üstüner: O seyahatte kendi kendime birinci kere “Sanırım evleneceğim kadınlayım” demiştim. Ondan sonra da Türkiye’de birçok yere seyahat ettik. Seyahatlerimizde her vakit konfor beklentimiz düşüktü. Otostop, tren, çadır, kamp… Bu halde gittiğimiz yerdeki beşerlerle daha uygun bağlantı kurabiliyorduk. Yıllar boyunca tüm bu süreçler bizi hazırladı.
Japonya’nın Kyushu Adası çok sessizdi.
‘Dağ aşarken zorlandık’
7 aydır yollardasınız, zorluk oldu mu?
Murat Üstüner: Geçtiğimiz ülkelerde İran ve Kırgızistan coğrafik olarak biraz zorladı. İran’da sıcak ve Tahtı Süleyman’a giderken izlediğimiz dağ yolu zorluydu. Kırgızistan’ın eksiksiz coğrafyasında dağları aşarken zorlandık. Lakin bunlar yolun bir kesimi ve bu zorluklarla yüzleşmekten keyif alıyoruz. Pandemi koşulları devam ettiği için birtakım ülkelerde zorluk yaşadık. Örneğin Azerbaycan kara sonu hâlâ kapalı, mecburen İran’dan Türkiye’ye dönüp Gürcistan’a sürdük. Bilhassa Güney Kore ve Japonya vizesiz olmasına karşın Türkiye Cumhuriyeti pasaportu sahipleri için girişler çok güç. Saatlerce sorguda kalıyorsunuz. Bu ruhsal olarak bizi çok zorladı. Göçmenlik polisini, göçmen olmadığınıza dair ikna ediyorsunuz.
‘Çayınızı içebilmek için’
Neden bisikletle geziyorsunuz?
Yasemin Kuruca: Azerbaycan sonu kapalı olduğu için Türkiye üzerinden Gürcistan’a yanlışsız sürerken Kars çıkışında bizi karayolları personellerimiz durdurdu. YouTube videomuzda var. Birinci sordukları soru “Neden bisiklet, mesela motor değil” oldu. O esnada da tıp motorcuları yanımızda süratle geçti. “İşte tam olarak nedeni bu. Şayet motor ya da araçla seyahat etseydik, yanınızdan yalnızca bu türlü geçerdik. Bisiklet sayesinde sizlerle tanışıp, çayınızı içip sohbet edebiliyoruz” dedik. Bizce bu en hoş örnek.
Murat Üstüner: Burada Gürkan Genç’i de anmadan geçmek istemiyoruz. Gürkan Abi, Türkiye’de tıp bisikletçiliğinin doruğudur bizim için. O da son 10 yıldır dünya turunda… Bize bisikletle bu yola çıkma hamaseti ve ilhamını o verdi. Bir öteki sebebiyse doğal ki bisikleti ve pedal çevirmeyi seviyoruz. Kendi gücümüz ve emeğimizle bir yere ulaşmak, zorlukları aşmak bizi her vakit memnun ediyor.
Seyahatlerinizi nasıl planlıyorsunuz, rotalarınızı neye nazaran belirliyorsunuz?
Murat Üstüner: Bu yola çıkarken başımızda geçeceğimiz ülkelerle ilgili taslak bir rota vardı. Lakin yola çıkınca her şey değişti. Kapalı sonlar, coğrafik kurallar ve savaşlar rotamızı tekrar ele almamızı gerektirdi. Kazakistan Almatı’ya kadar aklımızda muhakkak bir rota vardı. Yalnızca Tacikistan’ı elemek zorunda kaldık. Güney Kore ve Japonya ise büsbütün spontane şekillendi. Güneydoğu Asya’da gideceğimiz ülkeler çabucak hemen muhakkak. Seçimde UNESCO Dünya Mirası Listesi’ndeki yerler, şenlikler belirleyici oluyor.
Sıradaki rotanız neresi?
Yasemin Kuruca: Şu anda Tayland’dayız, buradan Laos, Kamboçya, Malezya ve Singapur’da tıp yapmayı hedefliyoruz. Vize sıkıntısını aşabilirsek tahminen Vietnam’ı da ekleyebiliriz. Sonra Türkiye’ye mi döneriz, yoksa devam mı ederiz, onu vakit gösterecek. ‘
‘Kore’nin yeri farklı’
Türk bayrağını Kore Savaşı’nda hayatlarını kaybeden Türk askerleri anısına, anıtmezara bırakmışsınız. Ne hissettiniz o anda?
Murat Üstüner: Güney Kore planlarımıza dahil olur olmaz aklımızda şehitlerimizi ziyaret etmek vardı. Ailemizden Kore Savaşı’na katılan yoktu. Lakin binlerce kilometre ötede hayatını kaybeden Mehmetçik’in anılarını çok okumuştuk. Güney Kore’de Türkiye’ye ve Türklere karşı öylesine büyük bir sevgi ve hürmet var ki… Bayrağı bisikletlerimizde gören Korelilerin gelip onu okşamasına tekraren şahit olduk. Korelilerin bizi görünce dedikleri birinci şey ‘brother country’, yani kardeş ülke oldu. Busan’da BM Anıtmezarlığı’na gittiğimizde aslında ziyadesiyle his doluyduk. Neden geldiğimizi açıklayınca çabucak vazifeliler geldi. Bizim için açıklaması çok sıkıntı hisler… Askerlerimizin karşısında uzun müddet hürmetle bekledik. Bisikletimizde taşıdığımız bayrağımızı da görevlilere teslim ettik. Onlar da çok duygulandılar. Kore ve Kore halkının gönlümüzdeki yeri her vakit farklı olacak.
Etrafınızdan ve toplumsal medyadan nasıl reaksiyonlar aldınız?
Yasemin Kuruca: Yakın etrafımız başta inanamadı. Akabinde itirazlarını ve kaygılarını lisana getirdiler. Lakin biz çok kararlıydık. Sonra kabullendiler. Şu anda yakın etrafımız en büyük manevi destekçimiz. Toplumsal medyada da ‘Dünyaperestiz’ ismiyle bir hesap oluşturduk. Kısa müddette bilhassa bisiklet turculuğuna ve seyahate ilgisi olan bir kitle oluşmaya başladı. Çok olumlu yansılar alıyoruz. Takip edenlerin iletileri bizi çok motive ediyor.
Özbekistan çöl geçişi de kolay olmadı fakat geceleri etkileyiciydi.
Seyahatleriniz esnasında yaşadığınız, aklınızda kalan, en farklı anı neydi?
Murat Üstüner: Farklı diyemeyiz fakat anılarımızda özel yeri olan bir meslek kümesi var. Türk TIR şoförleri… Bilhassa Özbekistan, Kırgızistan ve Kazakistan’da taşıdığımız bayrağı görüp yolda duran, çaylarını ve yemeklerini bizimle paylaşan, bize ağabeylik yapan, her gün arayıp muhtaçlığımız var mı diye soran Türkiyeli TIR sürücülerini unutmak mümkün değil.
Yasemin Kuruca: Bisikletle gezdiğimiz için bizimle çok ilgileniyorlar. Geçtiğimiz her ülkede ilgi gördük. Yiyecek ve içecek ikram eden, yemek ısmarlayan, konutuna kalmaya davet eden… Sayısız hoş şey yaşadık. Evvelden bunu beklemiyorduk, dünyanın her yerinde düzgün insanların olduğuna şahit olduk.
Kırgızistan kamplarımızdan biri
‘Gittiğimiz meskende menemen yapıyoruz’
Şimdiye kadar kaç kilometre yaptınız? Kaç ülke gezdiniz?
Murat Üstüner: İran, Gürcistan, Özbekistan, Kırgızistan, Kazakistan, Güney Kore ve Japonya. Maalesef, kara hudutları kapalı olduğu için Azerbaycan’a ve Çin’e gidemedik. Tacikistan’da Pamir Yolu hayalimizdi fakat Tacikistan-Kırgızistan ortasındaki hudut çatışmalarından ötürü Tacikistan’a da gidemedik. Tacikistan’da Pamir Yolu’nu bisikletle geçmek ileriki gayelerimiz ortasında.
Nerelerde konaklıyorsunuz?
Murat Üstüner: Çoğunlukla çadırda lakin büyük kentlere gittiğimizde önceliğimiz mahallî halkın konutuna konuk olmak. Bu sayede o ülkenin kültürünü, insanını, yemeklerini çok daha düzgün tanıyabiliyoruz. Bizim de bir geleneğimiz var. Konuk olduğumuz konutlarda kesinlikle menemen yapıyoruz. Bayılıyorlar… WarmShowers ya da CouchSurfing (çevrimiçi, fiyatsız konaklama servisleri) kullanarak kalıyoruz. Bazen de beşerler kendileri bizi meskenlerine davet ediyor. Ayrıyeten hostel ve otellerde de kalıyoruz.
0 notes
Text
New Post has been published on Lutars Turizm
New Post has been published on https://www.lutarsturizm.com/cocukla-yola-cikmanin-incelikleri.html
Çocukla yola çıkmanın incelikleri...
Gezerken öğrensin: Kitaplar
Hem çocuğun ilgi duyduğu hem de gezeceğiniz yerlerle ilgili bilgiler ve kıssalar içeren, yaşına uygun kitaplar seyahatlerde çok yararlı olur. Ayrıyeten Liseye Geçiş Sınavı’na girecek çocuklar motivasyonlarını kaybetmemeleri için yanlarına test kitabı alabilir. Erdoğan Gümüş “Bir ömür üslubu ve hayat ideolojisi açısından yalnızca küçükler için değil, büyüklere dersler veren içeriğiyle çocuklarınızın tatildeyken elinden düşüremeyeceği klasiklerden uyarlamalar seçebilirsiniz. 15-30 lira aralığında çok seçenek var” diyor. Ayrıyeten boyamayı seven çocuklar için mandala kitabı da güzel bir alternatif. Mor Elma’nın hayvanlar ve desenler mandalası 65 lira. Melis Çalapkulu “Sevdiği bir kahramanın çizgi romanını yanınıza alabilirsiniz” diyor ve Marmara Çizgi’nin ‘Muhteşem Örümcek Adam’ romanını öneriyor; 42 lira.
Eğlence daima yanınızda: Oyunlar
Canan Demiray mıknatıslı bebek giydirme oyununu öneriyor: “Rahat taşınabilir kutusuyla da hayli pratik. Fiyatı 800- 900 lira ortasında. ‘Tahmin Et Bakalım’ oyunu da 6 yaş ve üzeri, yaşları birbirine yakın iki çocuklu aileler için kurgulanmış kestirim etme kutu oyunu… Kolay ruhlu ancak hayal etmeye yönelten mükemmel bir oyun. Fiyatı 160-180 lira.”
Kâğıt-kalem sıkıntısına son: Çizim Tableti
Yolculukta fotoğraf yapmayı seven çocukların güzeline gidecek tabletler, çocuğunuzun vazgeçilmezi olabilir. Hem yolda sarsıntı olduğunda kalemleri yerlerden toplamanıza pürüz olacak hem de kâğıt-kalem israfını engelleyecek bu panoların renkli dijital ekranlarıyla rengârenk fotoğraflar yapmak mümkün. Wicue 12 Panda LCD çizim tableti, 499 lira.
Anılarını ölümsüzleştirsin: Fotoğraf makinesi
Çocukların özgün bakış açılarıyla seyahat anılarını biriktirmesi için küçük, kolay bir dijital makine ya da fotoğraf çekme özelliği olan bir telefon tam bir keşif aracı olur. Değişik şeylerin fotoğrafını çekip sonra bunlarla ilgili bilgi toplamak, içindeki kâşifi ortaya çıkarmanın en hoş yollarından biri. Sony Cyber-shot DSC-W800, 5.160 lira.
Video da izleyebilir…: Tablet
Her ne kadar çocuklar daha çok oyun oynasa da seyahatte boş vakitlerini pahalandırmak üzere görüntü seyretmek, e-kitap okumak için birebir. Canan Demiray “İnternet yokken kullanmak üzere tabletin hafızasına görüntüleri ve oyunları evvelden kaydetmeyi unutmayın” diyor. Samsung Galaxy Tab 3 Lite T113 8GB 7’’ Tablet, 2.999 lira.
Terlemesin, üşütmesin: İçlikler
Havalar soğuk; kar tatili yapacakların olmazsa olmazlarından biri içlikler. Soğukta uzun müddet kalmayı sağlayan, kar kıyafetleri içine giyilen alt ve üst termal içliklerin ince ve hafif olanlarını seçin. Yalnızca kayakta değil, kışın yürüyüşlü tatillerde de valizin vazgeçilmezlerinden. WEDZE çocuk alt içlik 110- üst içlik 245 lira.
Tencere peşinde koşmayın: Buharlı pişirici
Bu teklif bebekleriyle seyahat edeceklere… Keyifli Tönbekici “Bunun kadar hayat kurtarıcı bir şey bilmiyorum! Seyahat eden annelerdenseniz benim üzere bunu sürekli yanınızda taşıyabilirsiniz. Böylelikle otellerin mutfaklarına dadanmak, onların dev tencerelerinde iki tane patates-havuç pişirmek zorunda kalmıyorsunuz” diyor. Philips Avent Wasabi, 3.699 lira.
Bileğindeki güvenlik: Akıllı Saat
Tatillerde biraz daha bağımsızlık isteyen çocuğun güvenliği için akıllı saatinin bileğinde olmasını önemsiyorum. Okuldayken takmasına müsaade verilmese de seyahatler ve tatiller için uygun fiyatlı bir tane edinmekte yarar var. Telefon taşıyacak yaşa gelse de bilekteki olağan saat görünümüyle daha sağlam. Dijikid 4.5G Akıllı çocuk Takip Saati, 2.300 lira.
Acil durumlar için: Sıhhat seti
��stemeyiz lakin çocuklarımızın tatilde ya da yolda rahatsızlanma mümkünlüğü da aklımızda olmalı… Ateşölçer, hekiminizin önerdiği ateş düşürücü ilaçlar, yara bandı, kolay yanık ya da soğuğa karşı kullanılabilecek nemlendirici kremler tekrar valizinizin bir kenarında olmalı. Dr. Plus Birinci Yardım Çantası Seyahat MiniKit, 43 lira.
Kışın da gereksinim: Güneş koruyucu
Açık havadaysak kışın da ailece cildimizi korumalıyız. Bilhassa kayak tatiline gidecek olanlar için özel güneş kremleri unutulmamalı. İpek Konutçu “Kış güneşi çok tehlikeli ve yakıcı olabiliyor” diyor. Melis Çalapkulu da Sebamed’in çocuklar için olan kremini öneriyor. Sebamed Sun 50 Spf bebek güneş kremi 75 ml, 165 lira.
0 notes
Text
New Post has been published on Lutars Turizm
New Post has been published on https://www.lutarsturizm.com/bisiklet-sayesinde-onlarca-hos-beserle-tanisip-meskenlerine-konuk-olduk.html
‘Bisiklet sayesinde onlarca hoş beşerle tanışıp meskenlerine konuk olduk’
Yasemin Kuruca (35) seyahate çıkmadan evvel bir üniversitede akademisyen olarak çalışıyordu. Eşi Murat Üstüner (34) ise reklamcıydı. Bir kaçış olarak seyahate çıkan gezgin çift “Biz bisikletin seyahat etmek için en yeterli araç olduğunu düşünüyoruz. Ne hızlısınız ne de yavaş… Kat ettiğiniz her kilometreyi büsbütün yaşıyorsunuz. Lokal halkla bağlantı kurmayı, onların hayatına şahit olmayı ve mümkünse kısa vadeli de olsa hayatlarına ortak olmayı seviyoruz. Bisiklet bunu sağlayan en kıymetli ulaşım aracı” diyor. Beyaz yakalarını bir müddetliğine kenara bırakan ve ‘seyyah’ olmayı seçen çiftle maceralarını konuşmaya en başından başlıyoruz…
Gezgin olma fikri nasıl ortaya çıktı?
Yasemin Kuruca: Aslında ‘gezgin’ olma fikriyle çıkmadık yola. Bu seyahat bizim için bir kaçıştı. İstanbul’dan, ağır iş hayatından, gerilimden ve artık kendimiz için üretememekten bir kaçıştı. 13 yıldır beraberiz, son 6 yılında evliyiz. Bağımız de bir seyahatle mana kazanmıştı. 2011’de üniversite öğrencisiyken sırt çantamızla Viyana’dan İstanbul’a otostop, tren ve otobüsle geze geze gelmiştik.
Murat Üstüner: O seyahatte kendi kendime birinci kere “Sanırım evleneceğim kadınlayım” demiştim. Ondan sonra da Türkiye’de birçok yere seyahat ettik. Seyahatlerimizde her vakit konfor beklentimiz düşüktü. Otostop, tren, çadır, kamp… Bu halde gittiğimiz yerdeki beşerlerle daha uygun bağlantı kurabiliyorduk. Yıllar boyunca tüm bu süreçler bizi hazırladı.
Japonya’nın Kyushu Adası çok sessizdi.
‘Dağ aşarken zorlandık’
7 aydır yollardasınız, zorluk oldu mu?
Murat Üstüner: Geçtiğimiz ülkelerde İran ve Kırgızistan coğrafik olarak biraz zorladı. İran’da sıcak ve Tahtı Süleyman’a giderken izlediğimiz dağ yolu zorluydu. Kırgızistan’ın eksiksiz coğrafyasında dağları aşarken zorlandık. Lakin bunlar yolun bir kesimi ve bu zorluklarla yüzleşmekten keyif alıyoruz. Pandemi koşulları devam ettiği için birtakım ülkelerde zorluk yaşadık. Örneğin Azerbaycan kara sonu hâlâ kapalı, mecburen İran’dan Türkiye’ye dönüp Gürcistan’a sürdük. Bilhassa Güney Kore ve Japonya vizesiz olmasına karşın Türkiye Cumhuriyeti pasaportu sahipleri için girişler çok güç. Saatlerce sorguda kalıyorsunuz. Bu ruhsal olarak bizi çok zorladı. Göçmenlik polisini, göçmen olmadığınıza dair ikna ediyorsunuz.
‘Çayınızı içebilmek için’
Neden bisikletle geziyorsunuz?
Yasemin Kuruca: Azerbaycan sonu kapalı olduğu için Türkiye üzerinden Gürcistan’a yanlışsız sürerken Kars çıkışında bizi karayolları personellerimiz durdurdu. YouTube videomuzda var. Birinci sordukları soru “Neden bisiklet, mesela motor değil” oldu. O esnada da tıp motorcuları yanımızda süratle geçti. “İşte tam olarak nedeni bu. Şayet motor ya da araçla seyahat etseydik, yanınızdan yalnızca bu türlü geçerdik. Bisiklet sayesinde sizlerle tanışıp, çayınızı içip sohbet edebiliyoruz” dedik. Bizce bu en hoş örnek.
Murat Üstüner: Burada Gürkan Genç’i de anmadan geçmek istemiyoruz. Gürkan Abi, Türkiye’de tıp bisikletçiliğinin doruğudur bizim için. O da son 10 yıldır dünya turunda… Bize bisikletle bu yola çıkma hamaseti ve ilhamını o verdi. Bir öteki sebebiyse doğal ki bisikleti ve pedal çevirmeyi seviyoruz. Kendi gücümüz ve emeğimizle bir yere ulaşmak, zorlukları aşmak bizi her vakit memnun ediyor.
Seyahatlerinizi nasıl planlıyorsunuz, rotalarınızı neye nazaran belirliyorsunuz?
Murat Üstüner: Bu yola çıkarken başımızda geçeceğimiz ülkelerle ilgili taslak bir rota vardı. Lakin yola çıkınca her şey değişti. Kapalı sonlar, coğrafik kurallar ve savaşlar rotamızı tekrar ele almamızı gerektirdi. Kazakistan Almatı’ya kadar aklımızda muhakkak bir rota vardı. Yalnızca Tacikistan’ı elemek zorunda kaldık. Güney Kore ve Japonya ise büsbütün spontane şekillendi. Güneydoğu Asya’da gideceğimiz ülkeler çabucak hemen muhakkak. Seçimde UNESCO Dünya Mirası Listesi’ndeki yerler, şenlikler belirleyici oluyor.
Sıradaki rotanız neresi?
Yasemin Kuruca: Şu anda Tayland’dayız, buradan Laos, Kamboçya, Malezya ve Singapur’da tıp yapmayı hedefliyoruz. Vize sıkıntısını aşabilirsek tahminen Vietnam’ı da ekleyebiliriz. Sonra Türkiye’ye mi döneriz, yoksa devam mı ederiz, onu vakit gösterecek. ‘
‘Kore’nin yeri farklı’
Türk bayrağını Kore Savaşı’nda hayatlarını kaybeden Türk askerleri anısına, anıtmezara bırakmışsınız. Ne hissettiniz o anda?
Murat Üstüner: Güney Kore planlarımıza dahil olur olmaz aklımızda şehitlerimizi ziyaret etmek vardı. Ailemizden Kore Savaşı’na katılan yoktu. Lakin binlerce kilometre ötede hayatını kaybeden Mehmetçik’in anılarını çok okumuştuk. Güney Kore’de Türkiye’ye ve Türklere karşı öylesine büyük bir sevgi ve hürmet var ki… Bayrağı bisikletlerimizde gören Korelilerin gelip onu okşamasına tekraren şahit olduk. Korelilerin bizi görünce dedikleri birinci şey ‘brother country’, yani kardeş ülke oldu. Busan’da BM Anıtmezarlığı’na gittiğimizde aslında ziyadesiyle his doluyduk. Neden geldiğimizi açıklayınca çabucak vazifeliler geldi. Bizim için açıklaması çok sıkıntı hisler… Askerlerimizin karşısında uzun müddet hürmetle bekledik. Bisikletimizde taşıdığımız bayrağımızı da görevlilere teslim ettik. Onlar da çok duygulandılar. Kore ve Kore halkının gönlümüzdeki yeri her vakit farklı olacak.
Etrafınızdan ve toplumsal medyadan nasıl reaksiyonlar aldınız?
Yasemin Kuruca: Yakın etrafımız başta inanamadı. Akabinde itirazlarını ve kaygılarını lisana getirdiler. Lakin biz çok kararlıydık. Sonra kabullendiler. Şu anda yakın etrafımız en büyük manevi destekçimiz. Toplumsal medyada da ‘Dünyaperestiz’ ismiyle bir hesap oluşturduk. Kısa müddette bilhassa bisiklet turculuğuna ve seyahate ilgisi olan bir kitle oluşmaya başladı. Çok olumlu yansılar alıyoruz. Takip edenlerin iletileri bizi çok motive ediyor.
Özbekistan çöl geçişi de kolay olmadı fakat geceleri etkileyiciydi.
Seyahatleriniz esnasında yaşadığınız, aklınızda kalan, en farklı anı neydi?
Murat Üstüner: Farklı diyemeyiz fakat anılarımızda özel yeri olan bir meslek kümesi var. Türk TIR şoförleri… Bilhassa Özbekistan, Kırgızistan ve Kazakistan’da taşıdığımız bayrağı görüp yolda duran, çaylarını ve yemeklerini bizimle paylaşan, bize ağabeylik yapan, her gün arayıp muhtaçlığımız var mı diye soran Türkiyeli TIR sürücülerini unutmak mümkün değil.
Yasemin Kuruca: Bisikletle gezdiğimiz için bizimle çok ilgileniyorlar. Geçtiğimiz her ülkede ilgi gördük. Yiyecek ve içecek ikram eden, yemek ısmarlayan, konutuna kalmaya davet eden… Sayısız hoş şey yaşadık. Evvelden bunu beklemiyorduk, dünyanın her yerinde düzgün insanların olduğuna şahit olduk.
Kırgızistan kamplarımızdan biri
‘Gittiğimiz meskende menemen yapıyoruz’
Şimdiye kadar kaç kilometre yaptınız? Kaç ülke gezdiniz?
Murat Üstüner: İran, Gürcistan, Özbekistan, Kırgızistan, Kazakistan, Güney Kore ve Japonya. Maalesef, kara hudutları kapalı olduğu için Azerbaycan’a ve Çin’e gidemedik. Tacikistan’da Pamir Yolu hayalimizdi fakat Tacikistan-Kırgızistan ortasındaki hudut çatışmalarından ötürü Tacikistan’a da gidemedik. Tacikistan’da Pamir Yolu’nu bisikletle geçmek ileriki gayelerimiz ortasında.
Nerelerde konaklıyorsunuz?
Murat Üstüner: Çoğunlukla çadırda lakin büyük kentlere gittiğimizde önceliğimiz mahallî halkın konutuna konuk olmak. Bu sayede o ülkenin kültürünü, insanını, yemeklerini çok daha düzgün tanıyabiliyoruz. Bizim de bir geleneğimiz var. Konuk olduğumuz konutlarda kesinlikle menemen yapıyoruz. Bayılıyorlar… WarmShowers ya da CouchSurfing (çevrimiçi, fiyatsız konaklama servisleri) kullanarak kalıyoruz. Bazen de beşerler kendileri bizi meskenlerine davet ediyor. Ayrıyeten hostel ve otellerde de kalıyoruz.
0 notes
Text
New Post has been published on Lutars Turizm
New Post has been published on https://www.lutarsturizm.com/bisiklet-sayesinde-onlarca-hos-beserle-tanisip-meskenlerine-konuk-olduk.html
‘Bisiklet sayesinde onlarca hoş beşerle tanışıp meskenlerine konuk olduk’
Yasemin Kuruca (35) seyahate çıkmadan evvel bir üniversitede akademisyen olarak çalışıyordu. Eşi Murat Üstüner (34) ise reklamcıydı. Bir kaçış olarak seyahate çıkan gezgin çift “Biz bisikletin seyahat etmek için en yeterli araç olduğunu düşünüyoruz. Ne hızlısınız ne de yavaş… Kat ettiğiniz her kilometreyi büsbütün yaşıyorsunuz. Lokal halkla bağlantı kurmayı, onların hayatına şahit olmayı ve mümkünse kısa vadeli de olsa hayatlarına ortak olmayı seviyoruz. Bisiklet bunu sağlayan en kıymetli ulaşım aracı” diyor. Beyaz yakalarını bir müddetliğine kenara bırakan ve ‘seyyah’ olmayı seçen çiftle maceralarını konuşmaya en başından başlıyoruz…
Gezgin olma fikri nasıl ortaya çıktı?
Yasemin Kuruca: Aslında ‘gezgin’ olma fikriyle çıkmadık yola. Bu seyahat bizim için bir kaçıştı. İstanbul’dan, ağır iş hayatından, gerilimden ve artık kendimiz için üretememekten bir kaçıştı. 13 yıldır beraberiz, son 6 yılında evliyiz. Bağımız de bir seyahatle mana kazanmıştı. 2011’de üniversite öğrencisiyken sırt çantamızla Viyana’dan İstanbul’a otostop, tren ve otobüsle geze geze gelmiştik.
Murat Üstüner: O seyahatte kendi kendime birinci kere “Sanırım evleneceğim kadınlayım” demiştim. Ondan sonra da Türkiye’de birçok yere seyahat ettik. Seyahatlerimizde her vakit konfor beklentimiz düşüktü. Otostop, tren, çadır, kamp… Bu halde gittiğimiz yerdeki beşerlerle daha uygun bağlantı kurabiliyorduk. Yıllar boyunca tüm bu süreçler bizi hazırladı.
Japonya’nın Kyushu Adası çok sessizdi.
‘Dağ aşarken zorlandık’
7 aydır yollardasınız, zorluk oldu mu?
Murat Üstüner: Geçtiğimiz ülkelerde İran ve Kırgızistan coğrafik olarak biraz zorladı. İran’da sıcak ve Tahtı Süleyman’a giderken izlediğimiz dağ yolu zorluydu. Kırgızistan’ın eksiksiz coğrafyasında dağları aşarken zorlandık. Lakin bunlar yolun bir kesimi ve bu zorluklarla yüzleşmekten keyif alıyoruz. Pandemi koşulları devam ettiği için birtakım ülkelerde zorluk yaşadık. Örneğin Azerbaycan kara sonu hâlâ kapalı, mecburen İran’dan Türkiye’ye dönüp Gürcistan’a sürdük. Bilhassa Güney Kore ve Japonya vizesiz olmasına karşın Türkiye Cumhuriyeti pasaportu sahipleri için girişler çok güç. Saatlerce sorguda kalıyorsunuz. Bu ruhsal olarak bizi çok zorladı. Göçmenlik polisini, göçmen olmadığınıza dair ikna ediyorsunuz.
‘Çayınızı içebilmek için’
Neden bisikletle geziyorsunuz?
Yasemin Kuruca: Azerbaycan sonu kapalı olduğu için Türkiye üzerinden Gürcistan’a yanlışsız sürerken Kars çıkışında bizi karayolları personellerimiz durdurdu. YouTube videomuzda var. Birinci sordukları soru “Neden bisiklet, mesela motor değil” oldu. O esnada da tıp motorcuları yanımızda süratle geçti. “İşte tam olarak nedeni bu. Şayet motor ya da araçla seyahat etseydik, yanınızdan yalnızca bu türlü geçerdik. Bisiklet sayesinde sizlerle tanışıp, çayınızı içip sohbet edebiliyoruz” dedik. Bizce bu en hoş örnek.
Murat Üstüner: Burada Gürkan Genç’i de anmadan geçmek istemiyoruz. Gürkan Abi, Türkiye’de tıp bisikletçiliğinin doruğudur bizim için. O da son 10 yıldır dünya turunda… Bize bisikletle bu yola çıkma hamaseti ve ilhamını o verdi. Bir öteki sebebiyse doğal ki bisikleti ve pedal çevirmeyi seviyoruz. Kendi gücümüz ve emeğimizle bir yere ulaşmak, zorlukları aşmak bizi her vakit memnun ediyor.
Seyahatlerinizi nasıl planlıyorsunuz, rotalarınızı neye nazaran belirliyorsunuz?
Murat Üstüner: Bu yola çıkarken başımızda geçeceğimiz ülkelerle ilgili taslak bir rota vardı. Lakin yola çıkınca her şey değişti. Kapalı sonlar, coğrafik kurallar ve savaşlar rotamızı tekrar ele almamızı gerektirdi. Kazakistan Almatı’ya kadar aklımızda muhakkak bir rota vardı. Yalnızca Tacikistan’ı elemek zorunda kaldık. Güney Kore ve Japonya ise büsbütün spontane şekillendi. Güneydoğu Asya’da gideceğimiz ülkeler çabucak hemen muhakkak. Seçimde UNESCO Dünya Mirası Listesi’ndeki yerler, şenlikler belirleyici oluyor.
Sıradaki rotanız neresi?
Yasemin Kuruca: Şu anda Tayland’dayız, buradan Laos, Kamboçya, Malezya ve Singapur’da tıp yapmayı hedefliyoruz. Vize sıkıntısını aşabilirsek tahminen Vietnam’ı da ekleyebiliriz. Sonra Türkiye’ye mi döneriz, yoksa devam mı ederiz, onu vakit gösterecek. ‘
‘Kore’nin yeri farklı’
Türk bayrağını Kore Savaşı’nda hayatlarını kaybeden Türk askerleri anısına, anıtmezara bırakmışsınız. Ne hissettiniz o anda?
Murat Üstüner: Güney Kore planlarımıza dahil olur olmaz aklımızda şehitlerimizi ziyaret etmek vardı. Ailemizden Kore Savaşı’na katılan yoktu. Lakin binlerce kilometre ötede hayatını kaybeden Mehmetçik’in anılarını çok okumuştuk. Güney Kore’de Türkiye’ye ve Türklere karşı öylesine büyük bir sevgi ve hürmet var ki… Bayrağı bisikletlerimizde gören Korelilerin gelip onu okşamasına tekraren şahit olduk. Korelilerin bizi görünce dedikleri birinci şey ‘brother country’, yani kardeş ülke oldu. Busan’da BM Anıtmezarlığı’na gittiğimizde aslında ziyadesiyle his doluyduk. Neden geldiğimizi açıklayınca çabucak vazifeliler geldi. Bizim için açıklaması çok sıkıntı hisler… Askerlerimizin karşısında uzun müddet hürmetle bekledik. Bisikletimizde taşıdığımız bayrağımızı da görevlilere teslim ettik. Onlar da çok duygulandılar. Kore ve Kore halkının gönlümüzdeki yeri her vakit farklı olacak.
Etrafınızdan ve toplumsal medyadan nasıl reaksiyonlar aldınız?
Yasemin Kuruca: Yakın etrafımız başta inanamadı. Akabinde itirazlarını ve kaygılarını lisana getirdiler. Lakin biz çok kararlıydık. Sonra kabullendiler. Şu anda yakın etrafımız en büyük manevi destekçimiz. Toplumsal medyada da ‘Dünyaperestiz’ ismiyle bir hesap oluşturduk. Kısa müddette bilhassa bisiklet turculuğuna ve seyahate ilgisi olan bir kitle oluşmaya başladı. Çok olumlu yansılar alıyoruz. Takip edenlerin iletileri bizi çok motive ediyor.
Özbekistan çöl geçişi de kolay olmadı fakat geceleri etkileyiciydi.
Seyahatleriniz esnasında yaşadığınız, aklınızda kalan, en farklı anı neydi?
Murat Üstüner: Farklı diyemeyiz fakat anılarımızda özel yeri olan bir meslek kümesi var. Türk TIR şoförleri… Bilhassa Özbekistan, Kırgızistan ve Kazakistan’da taşıdığımız bayrağı görüp yolda duran, çaylarını ve yemeklerini bizimle paylaşan, bize ağabeylik yapan, her gün arayıp muhtaçlığımız var mı diye soran Türkiyeli TIR sürücülerini unutmak mümkün değil.
Yasemin Kuruca: Bisikletle gezdiğimiz için bizimle çok ilgileniyorlar. Geçtiğimiz her ülkede ilgi gördük. Yiyecek ve içecek ikram eden, yemek ısmarlayan, konutuna kalmaya davet eden… Sayısız hoş şey yaşadık. Evvelden bunu beklemiyorduk, dünyanın her yerinde düzgün insanların olduğuna şahit olduk.
Kırgızistan kamplarımızdan biri
‘Gittiğimiz meskende menemen yapıyoruz’
Şimdiye kadar kaç kilometre yaptınız? Kaç ülke gezdiniz?
Murat Üstüner: İran, Gürcistan, Özbekistan, Kırgızistan, Kazakistan, Güney Kore ve Japonya. Maalesef, kara hudutları kapalı olduğu için Azerbaycan’a ve Çin’e gidemedik. Tacikistan’da Pamir Yolu hayalimizdi fakat Tacikistan-Kırgızistan ortasındaki hudut çatışmalarından ötürü Tacikistan’a da gidemedik. Tacikistan’da Pamir Yolu’nu bisikletle geçmek ileriki gayelerimiz ortasında.
Nerelerde konaklıyorsunuz?
Murat Üstüner: Çoğunlukla çadırda lakin büyük kentlere gittiğimizde önceliğimiz mahallî halkın konutuna konuk olmak. Bu sayede o ülkenin kültürünü, insanını, yemeklerini çok daha düzgün tanıyabiliyoruz. Bizim de bir geleneğimiz var. Konuk olduğumuz konutlarda kesinlikle menemen yapıyoruz. Bayılıyorlar… WarmShowers ya da CouchSurfing (çevrimiçi, fiyatsız konaklama servisleri) kullanarak kalıyoruz. Bazen de beşerler kendileri bizi meskenlerine davet ediyor. Ayrıyeten hostel ve otellerde de kalıyoruz.
0 notes
Text
9 Eylül 2022 Cuma
Bazı anlar neler anlatılır bilmiyorum, bazı anılar canlanıyor aklımın en derinlerinde. Ne olmak isteriz ne yaşamak isteriz hepsi aklımızda bellidir. Olmak veya yaşamak istediğimiz hayat çok farklıyken yaşadığımız hayat aslında çok farklıdır. Biz aslında kimiz ve kime aitiz? Aitlik kelimesi kulağa pek hoş gelmese de hep kendimizi bir yere ait hissederiz bir yer mutlaka evimizdir. Ben bazen kaybolmuş rüzgarda savrulan bir yaprak gibi hissediyorum. Bu hissi başka nasıl tarif edebilirim bilmiyorum, bu his içimi parçalayıp gün yüzüne çıkmak için bir an kovalıyor ve benim asıl düşmanım içimdeki bu his. Benim savaşım kendimle, daha insan kendiyle savaşmadan dünyayla savaşabilir mi? Hiç sanmam. Kendimle olan savaşımın bir kazanan tarafı olmayacak, bu his içimi parçalayıp beni yok edecek. Bu düzen böyle mi devam edecek?? Sorgularım hep olan biteni, çok düşünür sürekli bir çözüm ararım ve bulamadan uykuya dalarım bir sonraki gün yine aynı şeyler olur biter bu kısır döngünün içinde sıkışıp kalırım… Bu döngüyü kırmak için neler yapmalıyım bilmiyorum çok düşündüğüm için psikologa gittiğim bile olmuştu bana beynimi kandırmamı söylemişti ve aşırı saçma gelmişti. Hala saçma geliyor çünkü bana göre beyin onu kandırmaya çalıştığımızın farkında bunu yapabilen varsa onu canı gönülden tebrik ederim. Ben yapamıyorum çok düşünmekten çoğu gece uyuyamıyorum ve çok mutsuzum. Mutsuzluğumuzu çevremizdeki insanların farkettiğini biliyorum. Peki çevremizeki insanların bu ne kadar umurunda ? Bence hiç değil. Herkes günü kurtarmanın peşinde ama ben artık katlanamıyorum. Kafama bir kurşun sıkıp bu sürekli düşünen aklımdan kurtulmak istiyorum. Çok mutsuz bir gençlik yetişiyor ve sürekli intiharlar artıyor. Bence okullarda insanların kendini nasıl mutlu edebileceğinin bu kaygılarla nasıl baş edilebileceğinin ders olarak anlatılması gerektiğini düşünüyorum. Hayat sadece matematik veya türkçeden ibaret değil, hoş benim ikiside kötüdür zaten. Hayatta iyi giden bir şeyler düşünmeye çalışıyorum fakat aklıma hiçbir şey gelmiyor. En mutlu olduğunuz an hangisi hiç durup bunu düşündünüz mü? Ben sürekli düşünür bir sonuca varamam ama bir keresinde bütün sevdiğim arkadaşlarım yanımdayken pastamı üflerken bir dilek tutmuştum umarım hiç ayrılmayız diye ve o doğum günümden sonra bir çoğuyla görüşmeyi bıraktık. Hep en çok istediklerimizle mi sınanırız bu hayatta yoksa benim dileklerimin hep tersi olmaya mı mahkum kaldı. Kısacası ne bir dileğim var artık ne dünyayla savaşım. Benim savaşım sadece kendimle. Savaşı kendisiyle olan benim gibi insanlara…
2 notes
·
View notes
Text
Ben ölürsem...
Olurda bir gün aniden ölürsem, yapmak isteyipte yapamadıklarımı yapın...
Gidemediğim yerlere gidin. Dinleyemediğim müzikleri dinleyin. Yiyemediğim yemeklerden yeyin. Paramı biriktirip de alamadığım şeyler varsa siz alın. Kitap okumayı çok severim. Evde en özel köşede saklarım. Kıyamadığım için pek paylaşamam bazılarını ama en sevdiğim kitapları bile alın. Okumaya aç insanlara verin. Okuyamadıklarımı da benim yerime okuyun. Yeri değişmezse dolabın üstünde bir kutu olacak. "Hatıra kutusu." Çocukluğumdan tut şimdiye kadar birikmiş anılarım vardır içinde. Oyuncağımdan kalemlerime, karnelerimden diplomalarıma, mektuplarımdan özel uzun yazılarıma hepsi vardır içinde. Onu kim alır bilmiyorum ama eğer olur da ölmeden önce sevdiğim olursa, o alsın. :) O kutuyu da içindekileri de çok seviyorum, ona kalsın. Sonra... Gelelim yakın çevredekilere. Sakın... Sakın ama sakın kimse ağlamasın. İlk gün belki izin verebilirim ama bir süre sonra kimse ağlamasın. Benim için tek bir kişi bile üzülmesin. Kimse kötü hatırlamasın. Hep güleryüzlü olmaya çalıştım, dik durdum. Aklımızda kalacaksam böyle kalayım. "Sen kesin doğarken de ağlamamışsındır" dediğiniz gibi ölürken de ağlamayayım, ağlatmayayım. Şaka maka duygusala bağlar, mezardan çıkar sizi diri diri öldürerim. Anlaşıldı mıı? Sakın ha sakın o dediklerimi görmeyeyim. Ben zaten kimseyi bile isteye kırmak ya da üzmek istemedim. Bazen çok sinirlenip duygularımı ve haddimi aştım ama kusura bakmayın. Ben kırılmaya çok erken alıştım ama yine de kalp bu, özürümü dilerim. :)
Ve şimdi anneme gelelim...(Biraz uzun yazmış olabilirim uzun zaman sonra.) Ama.. Anne, sen benim bu dünyadaki en değerli varlığımsın. Belki basit gelecek ama gerçekten her şeyimsin. Şu hiçbir şeyin yerli yerinde olmadığı bu gezegende, sen bana her şey olmuşsun. O kadar güzel, o kadar güçlü bir kadın olmuşsun ki, iyi ki benim annem olmuşsun. Ben belki senin kadar güzel ve güçlü değilim ama iyi ki senin kızın olmuşum. İyi ki ben de senin bir parçan olmuşum...
Şimdi belki paramparçayım ama yemin ederim çok çabaladım. Ben bu hâle gelmemek için çok çabaladım. Çok yoruldum anne, çok yoruldum... Çok zoruma gitti anne, çok zoruma gitti. Bağırdım be anne! Ben her şekilde bağırdım. Ama kimse de sesimi duymadı. Hoş, duysa da ne yazardı?
Aklımda hep bu soru; "ne değişirdi?"
Bunu yapsam ne değişirdi, yapmasam ne değişirdi? Zaten olan her türlü olmaz mıydı? Günün sonunda yine yalnız başımıza kalmaz mıydık? Gözyaşlarımızı yine biz silmez miydik? Ne değişirdi ki anne? Ne değişirdi!?
Hep ihtimaller içinde yüzerdik. Bizi düşüncelerimiz tüketirdi. Sorsalar, yaşıyorduk. Oysa nefes almak yaşamak değildi! Biz yaşamıyorduk, yaşadığımız her dakika ölüyorduk. Ve inan bana, bu fiziksel bir acıdan daha fazlasıydı. Yorgun bir beden, yarım bir kalp ve çürümekte olan bir ruhtan daha fazlasıdıydı. Bu kadar değildi. Bundan daha fazlasından ibaretti.
Şimdi bir son gerekirdi. Acısız bir ölüm belki de sonların en iyisiydi. Belki dedem de beni özlemişti. Belki toprağın altında yağmur kokusu daha güzeldi. Belki... Belki de böyle olması gerekiyordu.
Şarkıda dediği gibi; "bir ihtimal daha var, o da ölmek mi dersin?"
Belkili cümlelerim bir ara yarıda kesilecekti. Bir gün bu yazdıklarım son bulacaktı. Benden geriye sadece bu yazdıklarım kalacaktı. Her insan gibi benimde pişmanlıklarım ve iyikilerim olacaktı. Umarım, umarım benim iyiliklerim ağır basar ve kimsenin kalbine yük olmadan giderim buralardan. Umarım, tüm bu kötülüklere rağmen iyi kalmış biri olarak hatırlanırım. Umarım, şu gezegende iyi bir iz bırakmış biri olarak kalırım ve umarım gidişim tüm bu yaşadıklarıma değer.
Ölüm bu, ne zaman geleceği belli olmaz. Ama benim içim rahat olsun diye yazmak istedim uzun uzun... Yazdıklarıma bakmayın, yarısı içimde kaldı benim ve dediklerimi sakın unutmayın tek temennimdir bunlar benim.
NOT: Söz veriyorum sonuna kadar senin için olacağım anne ve söz ver benim için iyi olacaksın/ız anne... :')
84 notes
·
View notes
Text
Evet çok şey bilmiyor olabilirim. Ahiret için hatırı sayılır bir azık biriktirmiş de değilim. Ama şunu çok iyi biliyorum ki Alemlerin Rabbi olan Allah Subhanehu Teala bizi öldürecek ve tekrardan dirilticek . Peki o gün ne yapacaz ? Ne diyecez ? Örtümüze mü bürünecez ? Sahile mi gidicez ? Kafa dağıtmaya ihtiyacım varmı diyecez ? Üstüme gelme mi diyecez ? SubhanAllah.
Bugün ben atestim,deistim,agnostikim dediklerinde ne yapıyoruz ? Kafalarını koyun gibi kesmek yerine Rabbimiz Allah Subhanehu Teala Ayet’de böyle buyuruyor diyoruz (bunu biz biliyoruz onlar zaten inkar içinde ). Ne kadar da acınası bir haldeyiz böyle ! Nasıl da rezil durumdayız ! Bundan âlâ zillet var mı ? Rabbimizi yok sayıyorlar ve bizde susuyoruz . Evet evet susuyoruz . Kadınlar gibi susuyoruz ! Çocuklar gibi susuyoruz ! En fazla Kalbimizle buğz ediyoruz(imanın en zayıf hali) . Sonra bunu unutuyoruz,utanmadan yıkanıyoruz,yemek yiyoruz,namaz kılıp(aklımızda iş güç vs) sonra uyuyoruz. Vah vah vah ! Vallahi vah bize . Daha ailelerimize kafa tutamıyoruz. Daha evlerimizde cihad başlatamıyoruz ! 1000 tane cariyemiz olsa 1001’i isteriz . Hurileri unutuyoruz ama hurileride istiyoruz nasıl bir ironi ama . Ömer olsa ne olurdu Ebubekir olsa ne olurdu diyoruz ama ahireti hesabı unutuyoruz . Alemlerin Rabbi olan Allah Subhanehu Teala’yı unutuyoruz ! Ben böyle ölmek , böyle huzuruna gelmek istemiyorum Allahım. Ben bu şekilde hesap veremem. Benim için ne yaptın kulum dediğinde ne diyecem ki ? Ne diyebilecem ki ! Seni erkek olarak Yarattım diye buyurduğunda ne diyecem ? Subhanehu ve Teala amme yûşrikun.
Ey Ümmetin Erkekleri , Yiğitleri , Aslanları ! önce kendi nefsime sonra sizlere burdan sesleniyorum görenler görmeyenlere bu aciz kardeşinizin söylediklerini paylaşsın . Ya ayağa kalkıp Aslanlar gibi çarpışırız yada develer gibi yatağımızda ölürüz. Ya İslam Sancağı başa , ya başlar toprağa. Artık yetmedi mi miskinler gibi uyuyuşumuz !
5 notes
·
View notes
Text
Bazen, bazı şeyler istediğimiz gibi gitmez. Aklımızda olan şey aslında gerçekte çok çok farklıdır. Bu gerçekle yüzleşince önce bi afallarız sonra alışmaya çalışırız ve bir şekilde devam ederiz. Bu durumu çoğu kişi yaşar. Hem de her zaman. Zaman geçtikçe alışırız belki aklımızdaki şeylerin gerçekte öyle olmadığına. Yine de istediğimizi hayal etmekten kendimizi mahrum bırakmayız. Çünkü ancak öyle mutlu oluruz. Hayalimizdeki gerçek olursa mutlu oluruz. Ve bizi mutlu edecek olanı hayal etmekte ne gibi bir sorun olabilir ki?
Belki gerçeklikten çokça uzaklaşırsan sorun olabilir. Ama bazen kendini rahatlatmak ve mutlu olmak için hayal kurmalı insan. İnsanın yaşama amaçlarının çoğu zaman ortak noktası nedir biliyor musun? Mutluluk. Evet, mutluluktur. İnsan mutlu olmak için var olur. Belki doğrudan, belki dolaylı yoldan. Ama hep mutlu olmayı amaçlar. Şimdi sor kendine. Seni şuan ne mutlu eder? Yaptığın işlerden mutlu musun? Konuştuğun kişiler seni mutlu ediyor mu? Hayatında seni üzen şeyler var mı? Sana bi tavsiyem olsun. Seni üzenlerden pek bi medet umma. Çünkü bir kez üzenin bir daha üzmeyeceği kesin değil. Önlemini ona göre al güzel insan. Her daim mutlu olmak için çabala. Her daim mutlu olabilmen dileğiyle...
10 notes
·
View notes
Text
Gün geçtikçe tükenmişlik hissediyorum. Artık tamamen tükendim dediğim her gün aslında yeni bir başlangıç oluyor, ama her yeni başlangıçta farkettiğim birşey var. Geçmişte yaşadığım bütün tükenmişlik hissettiren sebepler şimdi benim ayakta durmamı sağlıyor. Geçmişte çok şey atlatmışken bunu neden atlatmayayim diyorum kendi kendime ve bu bana güç veriyor. Ve yine bir sorun daha var tam olarak burda başlayan. İzler. İzler bazen aklımızda, bazen hislerimizde, bazen bedenimizde olabiliyor. Aklımızla oynuyor, hislerimizle savaşıyor ve bedenimizle herşeye dimdik durarak buna karşı çıkıyoruz. Belkide tüm bunları yaptığımızı sanarak kendimizi kandırıyoruz. Ama en azından herşeye seyirci kalmayıp, susmayip, savaşıyoruz. Hayattan bize kalan anıları yara izlerine benzetelim. Bir düşünün. Örneğin elinize batan bir diken, parmağınızı kesen bir bıçak var ve ne kadar büyük olursa o kadar izi kalıyor degilmi? Bazen hiç iz olmaz sadece batar ve geçer ama bazen öylesine bir kesik olurki hayat boyu taşırsınız. İşte keşke bize bu kesikleri atacak, bu dikenleri batiracak insanları seçebilsek. Ama ne yazık ki hiç birşeyin gerçeğini göremiyoruz. Bu hayatımızın her anında böyle değilmidir zaten ? Okul, iş, aile, arkadaş, sevgili, aşk... Bence nerde ne şekilde olursak olalım elimizden gelenin en iyisini yapmalıyız. Evet hiç bir zaman istediğimiz şeyler olmuyor olabilir ama bu bizim pes etmemiz için bir sebep değil. Tam olarak burdada tükenmiş hissediyoruz bir önemi kalmadı artık hiç birşeyin sanıyoruz ama aksine icimizideki gerçeği gördüğümüz an aslında herşeyin yeni başladığını anlıyoruz. Hayat zaten bir sınav değil mi? Uzun bir maraton değil mi? Başımıza çok şey gelicek arkadaşlar. Daha çok badire atlatıcaz ama unutmayın hiç kimse tükenemez. Dediğim gibi tukendiğimizi sandığımız her an, aslında yeni bir başlangıçtır. Yeterki biz kendi benliğimizi kaybetmeyelim. Herneyse, sadece yazmak istedim içimi döktüm ve bu benim tükendim dediğim anda yaptığım yeni bir başlangıç oldu :)
6 notes
·
View notes
Photo
Bu metni Twitter’da kendini Giannis Tyrakis olarak tanıtan, asıl ismi Halit Cenk Türe olan şahsın, anlattığı hayali hikayeleri ifşa etme ve gerçek kimliğini ortaya çıkarma çabasıyla hazırladık. Amacımız Türkiyeli Rum azınlığın sesi olarak, sosyal medyada ya da kimi zaman uluslararası yayın organlarında, çeşitli açıklamalar yapan bu kişinin kimliğiyle ilgili çelişen bilgileri delilleriyle bir araya getirerek; toplumda yarattığı ve yaratabileceği muhtemel yanlış temsiliyetlere mani olmak. Aşağıda yer alan argümanlar ve deliller, Halit Cenk Türe’nin beyanlarına, kendisiyle 90’lardan beri “fiziksel olarak” görüşmüş çeşitli kişilerin tanıklıklarına ve İnternet ortamından topladığımız çeşitli bilgilere dayanmaktadır.
16 Mart 1977 doğumlu Halit Cenk Türe, sosyal medyada tanınan ve buradaki azınlık entelektüelleri arasında kendisine belli bir yer edinmiş bir isim. Twitter'da J. G. Tyrakis hesabıyla dahil olduğu çeşitli tartışmalarda karşımıza çıkan ve kendisini "bir İstanbul Rum’u" olarak tanıtıp neredeyse tüm cemaatin sözcüsü kimliğine soyunarak argümanlarını savunan bu şahıs önce sert çıkışları, sonrasında geçmişi ve aile öyküsüyle ilgili çelişkili ifadeleriyle dikkatimizi çekti ve hakkında biraz araştırma yapmaya başladık. Araştırmamız derinleştikçe, kendisini yıllardır hem sanal ortamda hem organik çevresinde, olduğundan farklı biri gibi tanıtan ve ismi, etnik kimliği, mezun olduğu lise ve üniversiteden başlayarak, hayatıyla ilgili büyük küçük neredeyse her detayı, üstelik farklı insanlara farklı şeyler uyduracak şekilde değiştirerek anlatan ve kendisine inşa ettiği sahte kimlikle yaşamaya çalışan ilginç bir vakayla karşı karşıya olduğumuzu anladık.
Kahveniz yanı başınızdaysa ve herkes gibi siz de bu karantina günlerinde canınız sıkkın şekilde ekrana bakmaktan başka yapacak pek bir şey bulamıyorsanız arkanıza yaslanıp bu hikayeyi keyifle okuyabilir, hayretlere düşebilirsiniz.
Hikayemizin ilk kısmı, 1993 yılında İstanbul'da geçiyor. Ulaştığımız tanıkların bize anlattığına göre, Cenk o dönem henüz İstanbul Rum’u taklidi yapmaya başlamamış. Kendisini Jay isminde, annesi İngiliz babası Türk olan ve Türkçeyi çok iyi konuşamayan biri olarak tanıtıyor. Tabii o zamanlar Facebook yok, öz be öz Türk annesi Mükerrem Meral Hanım'ın (hanımefendinin gerçek isimleri) kendisini çocukluk fotoğraflarına etiketleyeceği, yorumlar kısmına da anne tarafından bütün akrabalarının maşallahlarla doluşacağı zamanlara daha var. Güzel 1993'ümüzde böyle tek tuşla insanların ailelerine kuşbakışı bakmak mümkün olmadığı ve tanıştığı insanlar da kendisini normal insan zannettiği için kimse söylediklerinin gerçek olmadığını anlamıyor ve kendisi de Jay kimliğiyle iyi bir piyasa yapıyor.
Hatta bazen zamanında kendisini Jay olarak tanıttığı insanlar Twitter hesaplarıyla karşısına çıkıyor ve Rum olduğunu unutup "Hamit Abi beni tanıdın mı? Röportaj yapmıştık, Türkiye Gazetesinden" diyen adam gibi kendini hatırlatmaya çalışıyor:
Şimdi yavaş yavaş o dönüşüme gelelim. Bu sahte persona işine iyice ısınan Cenk yıllar içinde her tanıştığı insana kendisi hakkında ismi dahil bir sürü konuda farklı bir şey söyleyerek kimliğini parça parça değiştirmeye devam ediyor. Mesela dozunu yavaş yavaş artırarak kökeni 11. yüzyıla dayanan soylu bir Bizans ailesine mensup olduğunu söylemeye başlıyor. Anladığımız kadarıyla kendisini bu şekilde tanıttığı insanlar bu tarz aile öykülerine yabancı olmadığından yadırgamıyor ve şüphelenmiyor. E bir de malum tweette de dendiği gibi:
Bu bilgiler zamanla eviriliyor ve ailesi İstanbullu bir Rum aileye dönüşüyor. Kendisini J. G. Tyrakis olarak tanıtıyor. Hiç karşılaşmamışlar için güncel Twitter profili bu şekilde:
Bu dönüşüm aşama aşama gerçekleşiyor elbette. Önceleri ismini soran takipçilerine Giannis (Türkçe okunuşuyla Yannis) olduğunu söylüyor. Aşağıdaki görüntü 2010 yılına ait bir Tumblr gönderisinden.
2013 yılında Gezi direnişiyle ilgili röportaj verdiği occupy.com’a kendini İstanbullu Rum azınlığın kendi iradesiyle bir parçası olan (buradaki selfdescribed vurgusuna bayıldık) felsefe profesörü Yannis Tyrakis olarak tanıtıyor.
Fakat daha sonra aniden isminin Iasonas (Türkçe okunuşuyla Yasonas) olduğunu, handle’ında da yer alan Giannis’in dedesinin ismi olduğunu söylemeye başlıyor. İddiasına göre vaftiz edilirken rahip Iasonas’i kabul etmiyor ve dedesinin ismi olan Yannis’i de eklemek durumunda kalıyorlar.
İsmini bunca zaman Yannis zanneden takipçilerini de uyarıp düzeltiyor.
Burada da Twitter’da nick olarak kullandığı Giannista’yla ilgili açıklamaları var:
Herkes kendini güncellesin, Yasonas Tirekis. Yazı boyu iç sesinizin bu sözcükleri nasıl telaffuz edeceğini de şimdiden öğrenmiş oldunuz.
Burada da kendi ağzından son karar verdiği ismiyle birlikte kısa bir öz yaşam öyküsü var:
Yine Twitter’daki çeşitli sohbetlerden kendisinin büyük halalarından birinin Hay,
anneannesinin annesinin İskenderiyeli olduğunu
ve büyük amcasının Mathausen’da öldüğünü de öğrenmek mümkün.
Dedesi de 1915 yılında bir Ermeni genci soykırımdan kurtarıyor ve ismini oğluna veriyor. Babasının ismi bu yüzden Ermenice.
Mercek anne babasına, dayı ve amca gibi yakın akrabalarına doğru daraldıkça haliyle daha detaylı öyküler anlatmaya başlıyor. Sonuçta doğma büyüme İstanbullu Rum bir ailenin çocuğu. Elbette sıradan Türklerin merak edeceği birçok detay var yaşantısında.
Tabii yine bu sebepten en az bir Tomris Giritlioğlu filmini dolduracak kadar büyük trajediler koleksiyonuna ihtiyaç duyuyor. Bu yüzden yeri geldikçe 6-7 Eylül 1955’te yaşanan katliamlarda ailesinin nasıl etkilendiğine dair korkunç tanıklıklar aktarmaktan geri kalmıyor.
Bir tartışmada annesinin ve teyzesinin tecavüzden ucuz kurtulduğunu,
bir başka tartışmada teyzesinin tecavüze uğradığını söylüyor.
Gerçekte ise, Facebook profiline göre Zuhal teyzesi 1958 Bursa Kız Lisesi mezunu. Yani 1955’te Bursa’da olmalı.
Kör bıçakla sünnet edilen aile üyesini bazen amcası,
bazen dayısı olarak açıkladığı için kafanız karıştıysa…
İsminin Cahit Teoman olmasından ve Facebook’ta kandil kutlamalarına coşkuyla amin demesinden anlayacağınız üzere Hristiyan ve Rum olmayan dayısı muhtemelen ülkemizdeki erkek çocuklarının büyük çoğunluğu gibi bir sünnetçi tarafından ve düğün töreni eşliğinde sünnet edildi.
Baba tarafının Mersin Silifkeli olduğunu ve kendisinin kütüğünün de Silifke’ye kayıtlı olduğunu aklımızda tutarsak, amcaları da böyle bir zulme maruz kalmadılar. Hayatlarına sağlıklı ve mutlu şekilde devam ediyor, hatta Türk ve spesifik olarak Yörük olmaktan gurur duyuyorlar.
Hatta babası Oktay Türe’nin önceki bir evliliğinden olan abisi Oktan hakiki Yörük olduklarının haplogrup analizleriyle de tespit edilmesi için National Geographic’ten yardım almaya çalışıyor.
Dedesinin adının da Giannis değil Hamdi olduğunu yine amcasının rahmet okuduğu Facebook yorumlarından öğrenmek mümkün:
Mersin Silifke.
Bu arada zamanında Türkçe konuşmadığı için tramvayda teyzesiyle beraber tartaklanan,
yine 6-7 Eylül dönemi saldırıya uğrayan ve şehri terk etmek zorunda kalan, bu yüzden de Yasonas’in İstanbul’dan uzakta öldüğünü iddia ettiği yayasına gelelim:
Cenk Türe’nin annesi Mükerrem Meral Hanımın Facebook paylaşımlarından anneannesi olduğunu öğrendiğimiz Remziye Hanım’ın (soyadlarını paylaşmıyoruz), torununun da öldüğünü tweetlediği tarihte İstanbul’da gömüldüğü İBB’nin kayıtlarından görülüyor. Şehrinden pek uzakta ölmüş sayılmaz, Feriköy mezarlığına defnedilmiş.
Bu arada annesi Meral Hanım oğluyla birlikte yaşadığı Kavala’da Türkiye’den gelen çok aile olduğundan hiç dil problemi yaşamamalarına seviniyor. 1955 yılında mamasıyla tramvayda Rumca konuştuğu için azarlanmak kalıcı bir amnezi yaratmış olmalı. Kadıncağız Rumcayı tamamen unutmuş, hayatına Kavala’da bile Türkçe'yle devam ediyor.
Bir de Çanakkale’de savaşmış olan bir aile büyüğüne dair öykü var ama kahramanı ve akıbeti sürekli değişiyor. Şuradan çeşitli versiyonlarını okuyabilirsiniz:
1. versiyon: Büyük dede Çanakkale Savaşında şehit oluyor. Kardeşi, yani büyük amca amele taburunda harap oluyor ve canını zor kurtarıyor.
2. versiyon: Burada büyük amca amele taburunda maalesef yaşamını yitiriyor.
3. versiyon: Büyük amca amele taburundan kaçıp Yunan ordusunda savaşıyor.
4. versiyon: Büyük amca bu sefer büyük dayı oluyor ve amele taburundan bir Ermeni'yle birlikte kaçıyorlar.
5. versiyon: Büyük dayı amele taburunda sıtmadan ölüyor.
6. versiyon: Amele taburunda askerlik yapmış olan ne büyük dayı ne büyük amca. Hikayenin kahramanı diğer büyük dedeye dönüşüyor.
7. versiyon: Büyük dede amele taburundan kaçıp Yunan ordusuna katılıyor.
8. versiyon: Büyük dede Çanakkale Savaşında yaralanıyor. (Bu tweet 2013’te atıldığı için daha şehit olmamış, hala yaralı.) İki ayrı büyük amcadan biri amele taburunda ölüyor, diğeri Yunan ordusuna katılıyor.
9. versiyon: Dedelerin ikisi de amele taburlarından alınıp toplama kamplarına gönderiliyor. (En korkuncu da bu, ne yaptın Cenk.)
10. versiyon: Bu da Yunan bir gazeteciyle sohbet ederken attığı bir mentiondan. Türkiyeli takipçilerini mahrum bıraktığı şahane bir bilgi: büyük amcası ya da dayısı partizanlara katılıyor.
Gerçekte Türe ailesinden Trablusgarp’ta savaşmış bir askerin çıktığını Facebook’tan öğreniyoruz. Küçük bir farkla, bu büyük dede Rum bir doktor değil, Silifkeli ve Yörük bir emir subayı. Tekeli oğullarından mülazım Hüseyin Bey.
İki yeğenini de savaşa gönderiyor. Biri Yemen diğeri Çanakkale’de şehit oluyor. Fakat bunun aynısı ama amele taburlusu lütfen.
Mustafa Kemal Paşa'nın emir subayı olabilmiş bir büyük dedeleri varken torun Cenk Rum oldukları gerekçesiyle subay olma haklarının olmadığına yakınmaktan geri kalmıyor.
Bunlar olurken gerçek hayatta dayısının, yarbay olan babası sayesinde İstanbul’un çeşitli orduevlerinden yaptığı neşeli yer bildirimleri dikkat çekiyor.
Burada da Cenk’in dedesi olan Halit Bey yüzbaşı üniformasıyla görülüyor.
Yarbay olarak askeri kariyerini tamamlayan Halit bey Türkiye Cumhuriyeti Silahlı Kuvvetleri tarihindeki sayılı Rumlardan (sayıyla 1).
Dayısının fotoğraflarındaki Sözcü gazetesi ve diğer CHP'lilik bildiren unsurlar dikkatinizi çekmiştir. Cenk her ne kadar Twitter’da Rumlarla CHP’nin yan yana anılamayacağını bildirse de:
Annesi Meral Hanımın beğenileri aksini söylüyor:
Bu arada Cenk ara ara Türkiye Cumhuriyeti tarafından zamanında yabancı uyruklu vatandaş sayılmaları gibi hukuksuzluklara üzülse de,
1000 senelik Bizans İmparatorluğunun torunu olduğunu için genel olarak gururlu.
Anne ve babasının (Mükerrem ve Ahmet isimleriyle) vaftiz olduğu kiliseler devlet tarafından tanınsa, AKP’liler kimliklerini ve inançlarını dikkate alsa…
ve işi gücü Balat’ta Rum meyhanesi aramak olan CHP’liler kendisine Yorgo muamelesi yapmasa…
Değil mi Cenk?
Bu tatlı Rum ailesinin öyküsüne, Cenk’in babasının önceki evliliğinden olan ağabeyinin yazdığı ve Bizanslılara ithaf ettiği didaktik şiiriyle veda edelim.
Ve Cenk’in eğitim hayatına gelelim. Kendisi çevresine anlattığı ve burada tweetlerine sıkıştırdığı şekliyle liseyi Robert Kolejinde okumuş.
Fakat ne tuhaftır ki Robert Kolejli dostlarımızdan bizim için yıllıklarını kontrol etmelerini istediğimizde Cenk Türe, Jay Ture, Tuere ya da Yasonas isimli bir mezunlarının olmadığını görüyoruz. Çünkü kendisi mezun olduğu yıl okulu tarafından Milliyet Gazetesi’ne verilen bir ilandan da anlaşıldığı üzere, Ata Koleji 1995 mezunu.
Ata Koleji 95 Mezunları Facebook grubunda da arkadaşlarının bir türlü ulaşamadığı isim olarak bahsi geçmiş. Tahminen yanlış isimle arıyorlardı.
Hayır Cenk Ata Kolejinden bahsediyoruz.
Milliyet Gazetesi’ndeki ilandan da anlaşılacağı üzere İstanbul Üniversitesi Yunan Dili ve Edebiyatı bölümüne kayıt yaptırmış. Kendisini İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi yıllarından tanıyan birçok insan da var ama o yıllarda kendini o şekilde tanıttığı için çoğunlukla Jay olarak hatırlıyorlar. En son 2003 yılında hala aynı bölümde okuduğuna dair birçok görgü tanığı mevcut.
Cenk’in (ya da Jason’ın) Facebook’ta oluşturduğu bir etkinlik için (buna da ayrıca geleceğiz) kendi yazdığı CV/ biyografide Oxford’da St. John’s College’da lisans okuduğu, sonrasında Güney Afrika’da University of Cape Town’da gender studies master’ı yaptığı ve nihayet ana kucağı Oxford’a dönerek yine St. John’s College üyesi olarak felsefe doktorasını aldığı iddiası yer alıyor.
Fakat Oxford Üniversitesiyle iletişime geçtiğimizde de Cenk Türe isimli bir mezunlarının alumni kayıtlarında yer almadığını öğreniyoruz. Yazışmanın devamında alternatif isimleriyle de sorguladık. Cevap maalesef menfi oldu.
İnsanların onu hala Beyazıt’ta gördüğünü söylediği yıllarda bile kendisi, yüksek lisansını yaptığı Güney Afrika’da.
Fakat ne hikmetse University of Cape Town’ın tez veri tabanında da kendisine ait bir kayıt yok.
Cenk de zaten daha çok yüksek lisansın ardından Oxford’da yaptığı felsefe doktorasıyla meşgul. Sosyal medyada bunu defalarca belirtmesinin yanı sıra,
bu önemli bilgiyi academia.edu profiline de ekliyor.
Halbuki herhangi bir isim kombinasyonuyla ne genel olarak Oxford ne de St. John’s alumni kayıtlarında yer alıyor. Mezuniyetin dışında, herhangi bir zamanda Oxford’a kabul edilmiş ve kaydolmuş da değil. Ek olarak, yüksek lisans ve doktora tezlerinin yer aldığı hiçbir veri tabanında kendisine ait bir yüksek lisans ya da doktora tezi bulunmuyor.
Cenk bu başarılarla dolu eğitim hayatı bittikten sonra aile durumundan kendini Almanya’da buluyor. Burada yaşadığı dönemde de kendisini Oxford doktoralı bir felsefeci olarak tanıtmaya devam ediyor.
Ekşi Sözlük’teki entry’lerine bakılırsa Frankfurt Goethe Üniversitesi’nde hocalık bile yapıyor:
Hatta Banks & Tuere ismiyle bir girişimi bile oluyor:
Bu da aynı CV ile verdiği ve Almanya Düsseldorf’ta yaşayan talihlilere müjdelediği özel derslerin tanıtım metni. Ücretin ders başı 50, 12 ders için toplam 500 Euro olduğuna dikkat. Sadece İngilizce ve Türkçe değil, keriz silkeleme konusunda da ders veriyor.
Ardından bir dönem Hollanda’da yaşıyor. Felsefeci Jason Tuere olarak daha önce de CV’sinden bahsederken alıntıladığımız bu ilanda gördüğünüz gibi Hollanda’da kişi başı 25 Euro katılım ücretli felsefe semineri düzenliyor. Almanya seferinin iyi geçtiğini buradan anlayabiliriz.
Cenk'in Hollanda'da kurduğu şirkete Jason Tuere adını vermiş olması da, enternasyonal alanda gerçekleştirdiği bir başka ince hamle olarak kayıtlara geçiyor.
Bu felsefeci kimliğine o kadar ısınıyor ki, Türkiye ve soykırım üzerine Ermenistan'daki bir gazeteye röportaj bile veriyor. Bu sefer zamanında misafir öğretim görevlisi olarak Türkiye’de çalışmış Yunan filozof Jason Tuere olarak.
Cenk’in bir özelliği de İstanbul Rum'u, Yunan filozof, Yunanistan’la ve Helen medeniyetiyle bağlantılı herhangi biri olarak bulabildiği her fırsatta görüşlerini aktarmaktan çekinmemesi. Sürekli mikrofon arıyor.
Mesela burada AirBNB’de ilanı verilen evlerin tarihi Rum evleri olduğunun belirtilmesi üzerine yapılan minik bir tartışmaya atlıyor,
ve önce Umut Sarıkaya karikatürü olmadığını muhatabını tersleye tersleye vurguluyor,
sonra İstanbul Rum’u kimliğiyle izninin olduğu ve olmadığı ifadeleri belirtiyor.
Bir süre ondan bağımsız devam eden tartışmaya hüzünlü keman sesiyle tekrar atladıktan sonra,
karşısında sakince fikrini belirtmeye çalışan adamı gazeteyle vura vura Greta Thunberg gibi azarlıyor. How dare you!??
Ve özür dileterek bu mini tartışmanın hükmen galibi olarak mentiondan ayrılıyor. Böylece insanların politik bilincini, empati duygusunu ve karşısındakileri kimlikleriyle bağlantılı bir noktadan incitme konusundaki tedirginliklerini sömürerek kendine küçük İnternet tatminleri sağlamaktan da geri kalmıyor.
AirBNB demişken, şimdilerde eşiyle Yunanistan, Kavala’da yaşayan Cenk’in eşi tarafından verilen AirBNB ilanını okuyalım.
Eşi detayları hatırlamakta zorluk çektiğinden olacak, kocasının Türkiye’deki gibi değil, ciddi ciddi yapmasıyla övündüğü doktorasını tek hamlede silmiş ve yüksek lisansa çevirmiş. Olabilir; hikaye bizce de çok karışık.
Kavala demişken de Cenk’in yaşadığı yerleri bir hatırlayalım. Biz Türkiye, Almanya, Hollanda ve Yunanistan'a bile bakınca bayağı seyahat dolu bir yaşam olduğunu görmüştük ama kendisine bu yetmemiş olacak ki, öyküsünü minik dokunuşlarla biraz daha zenginleştiriyor.
1999’da Yugoslav iç savaşı sırasında (bu tarihler resmi kayıtlara göre İstanbul’da üniversite öğrencisi olduğu tarihlere denk geliyor) Sırbistan’da,
kriz döneminde Yunanistan’da,
hemen ardından Kadıköy’de,
2011’de ise Arap Baharı rüzgarları Mısır’da Tahrir meydanında esmeye başladığında Cenk yine alanda. Görgü tanıklarına göre o tarihlerde İstanbul’da olsa da.
Burada kendi özeti var. Soluksuz okunuyor gerçekten müthiş bir yaşam.
Ve belki de en şahanesi, 90’lı yıllarda Amnesty International’ın correspondent’ı olarak Kürdistan’da yaşadığını iddia ettiği dönem.
Tüm bunları yaparken dört farklı ülkede mültecilerle de çalışmayı ihmal etmiyor.
Sırpça-Hırvatça bildiği için Balkan coğrafyasında Makedonlar dahil herkesle kolaylıkla sosyalleştiği bilgisini de ekleyelim.
Sırbistan nereden çıktı diyeceksiniz, askerliğini yaptığı yerlerden biri. Yerlerden biri çünkü aynı zamanda Batı Afrika’da bulunan Fildişi Sahili’nde de askerlik yapıyor.
Tüm bunlar bir tarafa, hikayesinin en erken dönemlerine dayanan İngiliz vatandaşı olduğu iddiası hala yürürlükte:
Birleşik Krallık pasaportu olmasına rağmen sadece Avrupalıların iki yüzlülüklerini daha yakından inceleyebilmek için Türk pasaportuyla seyahat etmeyi tercih ediyor.
Acı verici bir süreç… Ama yılmıyor.
Araya yaşanmışlık da ekliyor tabii. Atatürk ve silah arkadaşlarının aklına gelmeyecek mücadeleleri verdiğini de belirtiyor.
Eee, kendisinin de dediği gibi.
İnsan gerçekten hayret ediyor!
Burada gördükleriniz sadece bizim kısıtlı bir süre içinde bulabildiklerimiz. Her ne kadar özenli bir araştırma yürüttüysek de, eksiklerimiz mutlaka vardır, hatalarımız da olabilir. Dosyamızın sonuna geldik; sürç-i lisan ettiysek affola.
***
Türkiye’de azınlık grupların tarihi acı ve zorluklarla doludur ve kendi hikayelerini kamuoyu ile paylaşmaları geçmişle yüzleşme açısından kritik bir önem taşımaktadır. Bu açıdan önem taşıyan başka bir konu da azınlıkların tarihinin bu acılardan nemalanmaya niyetlenmiş kişilerin manipülasyonundan korumaktır. Bu çalışmayı böyle bir manipülatif çabayı ortaya çıkarmak için hazırladık. Türkiye gibi, azınlık hakları konusunun son derece hassas olduğu bir coğrafyada başkalarının kimlikleri üzerinden kurgu acı hikayeleri yaratmak, bu azınlıklara ancak zarar verecektir.
Hedefimiz potansiyel olarak ülkedeki azınlıkların yaşadıkları acı ve zorluklara dikkat çekmeye çalışan hayal ürünü Giannis Tyrakis değil; bu tür bir hayal ürünü karakter üzerinden statü ve temsiliyet devşirmeye çalışan Cenk Türe’dir.
Cenk Türe’nin hayal ürünü kimlik ve senaryolarla, tarihe ve azınlıkların kendi hikayelerini paylaşma biçimlerine dair manipülasyon yapması, kanımızca kabul edilebilir bir şey değildir. Bizce Türkiye tarihinin bir gerçeği olan bu acılar sosyal medyada ve diğer mecralarda Cenk Türe gibilerin yarattığı hayali figürler tarafından değil, bunları gerçekten yaşamış kişiler ve onların yakınları tarafından dillendirilmelidir. Zira aksi azınlık grupların tarihini ve dilini gasp etmek anlamına gelir.
38 notes
·
View notes
Text
Sarmal
Doktor Serdar gelsin ve beni derhal bulsun. Kısa bir muayeneden sonra kendisinin halıcı dükkanına gidelim. Beni çirkin bir halıya sarmalayabilir, buna itirazım olmaz. Hatta çok isterim bunu. Yanlış hatırlamıyorsam, ki yanında çalışan elemanlardan biri anlatmıştı, sarmal yöntemiyle insan kaybedebiliyormuş doktor. İllegal bir durum olduğu için duyulsun istemiyorlar elbette. Beni de kendine yakın hissettiği için anlatmıştı bu eleman. O kadar hukukumuz var sonuçta. Çay falan içmiştik.
Her ne kadar çok sık başıma gelmese de, böyle zamanlarda şunu düşünürüm. Halı sarmalında ne var bilmiyorum, kaybolmak dedikleri şey ne onu da bilmiyorum fakat kurguyu bilinen üzerinden şekillendirmek daha işlevsel görünüyor. Yani, bu sarmala girmezsem ne olur? Bilinmez bir ihtimale kafa yormaktan çok daha işe yarar bir soru sonuçta. Her şey şimdiki gibi devam edecekse ne olacak? Belli ki bu denli şiddet içeren kâr savaşlarının bir tarafı olamayacağız. Daha doğrusu, elimize böyle bir güç ve imkan gelirse bunu hemen dağıtmaya ve pay etmeye kendimizi ikna edebildiğimiz için, bir tarafı - bilinçli bir şekilde - olmayacağız. Peki kâr etmezsek hayatta kalma süremiz ne kadar azalır? Diyelim ki süre azalmadı, hayat kalitemiz daha ne kadar düşer? Daha onurlu olduğuna inandığımız bir yol, rezil bir şekilde her şeyi içe atarak gebermeyi daha az sancısız mı kılıyor? Mümkün. Bunu anlayabilmek için biraz daha olgunlaşmak şart. Peki dört bir yandan maruz kaldığımız bu tuhaf saldırıyı savuşturduğumuz bir iki sıfatsız, isimsiz, mülksüz masalar bizi hayatta tutmaya yetecek mi? Mümkün. Bunu da anlayabilmek için daha çok bir araya gelmeli ve meşhur masalarımızı kurabilmeliyiz. Diyelim ki bu masanın oturakları olarak birbirimizden oldukça uzağız ve ha diyince toplanamıyoruz, düzenli telefon konferanslarımız dahi yetmiyor, tahliye sistemimizi nasıl kuracağız? Evet, ha diyince bunu da kuramadık. Peki derdimizi yazarak anlatsak? Lafı dolandırmadan, oto sansür uygulamadan yazmak mesela, her şeyi olduğu gibi. Mümkün gözükmüyor. Çünkü biliyoruz ki sosyal bağlar kâr hırsıyla bezenmiş. Canımızı sıkan her söylemi dile getirirsek, maddi ve manevi kârlara tekme tokat dalmış oluruz. Kavga çıkar ve güçlü olan hayatta kalır. Güçsüz olan bizler ise, neyse. Peki ayak uydursak? Madem ortalıkta dönüp duran bir çark var, buna entegre olmak için canımızı dişimize taksak mesela, nasıl olur? Dünyadaki her şeyden payımıza düşenle yetinmeyip daha fazla pay talep etsek mesela. En çok pay bizim olsa. En çok sevgi bizim olsa. En çok acı bizim olsa. En çok para, arsa, mülk, mandalina, renkli kitaplar, büyük televizyonlar bizim olsa. Erişilebilecek her şeyden “bizim olabilir” etiketli birer cici mülkiyetler inşa etsek uçsuz bucaksız? Elimize, gözümüze, gönlümüze ve hatta cinsiyetli cinsiyetsiz organlarımıza temas eden her şeyi; var ettiğimiz, yok ettiğimiz, varlığına yahut yokluğuna karar verdiğimiz, varlığına yahut yokluğuna değer biçtiğimiz her şeyi kutsallaştırsak ve mülki irademiz ile süslesek? Biricik özalcığının götünü, şimdi dirilse yalamaktan imtina etmeyecek tüccar orospu çocuklarından hayata dair nasihatlar toplasak da cebimize doldursak, her daim sağa göz kırpmış liberal bir puşt gibi değil de işini bilen, zeki, başarılı ve dört dörtlük insan maskelerimizle gücümüze güç katsak? Mümkün değil. Mümkün olmamanın ötesinde mide bulandırıcı, mümkün olmamanın ötesinde baş ağrıtıcı, mümkün olmamanın ötesinde bizi böyle uykusuz bırakan, okulda çocuklarımızın elinde borç kağıtları verdiren, iki gram hasta olduk diye maaşımızın yarısına çöküp sabahın beşlerine kadar telefonlarda çaresizce ağlatan, mümkün olmamanın ötesinde sırf toplum bizi uyumsuz sağlıksız sorun çıkaran biri olarak görmesin için içimize doldurup bizi hasta eden, kafalarımızın orta yerinde stresten delikler açtıran, mümkün olmamanın ötesinde kırk yaşında elinde çocuklarla ve poşetlerle 20 lirası daha yok diye kasada ekmek peynir bıraktıran, mümkün olmamanın ötesinde otuzdört yaşında ailesinin evinde dayısının dükkanında ayda bin liraya çelik levha taşıtan, başka bir yolu yok diye sabah sekizden sonraki sabah sekize sonra da diğer sabah sekize kadar ölümüne çalıştıran, başka bir iş yok diye sabah sekizden bir sürü başka sabah sekize kadar ölü gibi uyutan, mümkün olmamanın ötesinde aklımızda ciğerimizde omzumuzda tüm bunları yük etmemiz yetmiyormuş gibi “yav kardeşim onu bunu bırak da bizi öv”düren ve dahası - ki kelime oyunu olsun diye değil, mümkün olmamanın ötesinde bizi öldürendir.
Doktor Serdar, neden delirdiğini biliyorum ama yine de bizi bul. O çirkin halılarda ne varsa hiç önemli değil. Sarmalın içini merak edecek halimiz kalmadı.
Kurtar bizi bu dışarıdan.
3 notes
·
View notes
Text
New Post has been published on Lutars Turizm
New Post has been published on https://www.lutarsturizm.com/bisiklet-sayesinde-onlarca-hos-beserle-tanisip-meskenlerine-konuk-olduk.html
‘Bisiklet sayesinde onlarca hoş beşerle tanışıp meskenlerine konuk olduk’
Yasemin Kuruca (35) seyahate çıkmadan evvel bir üniversitede akademisyen olarak çalışıyordu. Eşi Murat Üstüner (34) ise reklamcıydı. Bir kaçış olarak seyahate çıkan gezgin çift “Biz bisikletin seyahat etmek için en yeterli araç olduğunu düşünüyoruz. Ne hızlısınız ne de yavaş… Kat ettiğiniz her kilometreyi büsbütün yaşıyorsunuz. Lokal halkla bağlantı kurmayı, onların hayatına şahit olmayı ve mümkünse kısa vadeli de olsa hayatlarına ortak olmayı seviyoruz. Bisiklet bunu sağlayan en kıymetli ulaşım aracı” diyor. Beyaz yakalarını bir müddetliğine kenara bırakan ve ‘seyyah’ olmayı seçen çiftle maceralarını konuşmaya en başından başlıyoruz…
Gezgin olma fikri nasıl ortaya çıktı?
Yasemin Kuruca: Aslında ‘gezgin’ olma fikriyle çıkmadık yola. Bu seyahat bizim için bir kaçıştı. İstanbul’dan, ağır iş hayatından, gerilimden ve artık kendimiz için üretememekten bir kaçıştı. 13 yıldır beraberiz, son 6 yılında evliyiz. Bağımız de bir seyahatle mana kazanmıştı. 2011’de üniversite öğrencisiyken sırt çantamızla Viyana’dan İstanbul’a otostop, tren ve otobüsle geze geze gelmiştik.
Murat Üstüner: O seyahatte kendi kendime birinci kere “Sanırım evleneceğim kadınlayım” demiştim. Ondan sonra da Türkiye’de birçok yere seyahat ettik. Seyahatlerimizde her vakit konfor beklentimiz düşüktü. Otostop, tren, çadır, kamp… Bu halde gittiğimiz yerdeki beşerlerle daha uygun bağlantı kurabiliyorduk. Yıllar boyunca tüm bu süreçler bizi hazırladı.
Japonya’nın Kyushu Adası çok sessizdi.
‘Dağ aşarken zorlandık’
7 aydır yollardasınız, zorluk oldu mu?
Murat Üstüner: Geçtiğimiz ülkelerde İran ve Kırgızistan coğrafik olarak biraz zorladı. İran’da sıcak ve Tahtı Süleyman’a giderken izlediğimiz dağ yolu zorluydu. Kırgızistan’ın eksiksiz coğrafyasında dağları aşarken zorlandık. Lakin bunlar yolun bir kesimi ve bu zorluklarla yüzleşmekten keyif alıyoruz. Pandemi koşulları devam ettiği için birtakım ülkelerde zorluk yaşadık. Örneğin Azerbaycan kara sonu hâlâ kapalı, mecburen İran’dan Türkiye’ye dönüp Gürcistan’a sürdük. Bilhassa Güney Kore ve Japonya vizesiz olmasına karşın Türkiye Cumhuriyeti pasaportu sahipleri için girişler çok güç. Saatlerce sorguda kalıyorsunuz. Bu ruhsal olarak bizi çok zorladı. Göçmenlik polisini, göçmen olmadığınıza dair ikna ediyorsunuz.
‘Çayınızı içebilmek için’
Neden bisikletle geziyorsunuz?
Yasemin Kuruca: Azerbaycan sonu kapalı olduğu için Türkiye üzerinden Gürcistan’a yanlışsız sürerken Kars çıkışında bizi karayolları personellerimiz durdurdu. YouTube videomuzda var. Birinci sordukları soru “Neden bisiklet, mesela motor değil” oldu. O esnada da tıp motorcuları yanımızda süratle geçti. “İşte tam olarak nedeni bu. Şayet motor ya da araçla seyahat etseydik, yanınızdan yalnızca bu türlü geçerdik. Bisiklet sayesinde sizlerle tanışıp, çayınızı içip sohbet edebiliyoruz” dedik. Bizce bu en hoş örnek.
Murat Üstüner: Burada Gürkan Genç’i de anmadan geçmek istemiyoruz. Gürkan Abi, Türkiye’de tıp bisikletçiliğinin doruğudur bizim için. O da son 10 yıldır dünya turunda… Bize bisikletle bu yola çıkma hamaseti ve ilhamını o verdi. Bir öteki sebebiyse doğal ki bisikleti ve pedal çevirmeyi seviyoruz. Kendi gücümüz ve emeğimizle bir yere ulaşmak, zorlukları aşmak bizi her vakit memnun ediyor.
Seyahatlerinizi nasıl planlıyorsunuz, rotalarınızı neye nazaran belirliyorsunuz?
Murat Üstüner: Bu yola çıkarken başımızda geçeceğimiz ülkelerle ilgili taslak bir rota vardı. Lakin yola çıkınca her şey değişti. Kapalı sonlar, coğrafik kurallar ve savaşlar rotamızı tekrar ele almamızı gerektirdi. Kazakistan Almatı’ya kadar aklımızda muhakkak bir rota vardı. Yalnızca Tacikistan’ı elemek zorunda kaldık. Güney Kore ve Japonya ise büsbütün spontane şekillendi. Güneydoğu Asya’da gideceğimiz ülkeler çabucak hemen muhakkak. Seçimde UNESCO Dünya Mirası Listesi’ndeki yerler, şenlikler belirleyici oluyor.
Sıradaki rotanız neresi?
Yasemin Kuruca: Şu anda Tayland’dayız, buradan Laos, Kamboçya, Malezya ve Singapur’da tıp yapmayı hedefliyoruz. Vize sıkıntısını aşabilirsek tahminen Vietnam’ı da ekleyebiliriz. Sonra Türkiye’ye mi döneriz, yoksa devam mı ederiz, onu vakit gösterecek. ‘
‘Kore’nin yeri farklı’
Türk bayrağını Kore Savaşı’nda hayatlarını kaybeden Türk askerleri anısına, anıtmezara bırakmışsınız. Ne hissettiniz o anda?
Murat Üstüner: Güney Kore planlarımıza dahil olur olmaz aklımızda şehitlerimizi ziyaret etmek vardı. Ailemizden Kore Savaşı’na katılan yoktu. Lakin binlerce kilometre ötede hayatını kaybeden Mehmetçik’in anılarını çok okumuştuk. Güney Kore’de Türkiye’ye ve Türklere karşı öylesine büyük bir sevgi ve hürmet var ki… Bayrağı bisikletlerimizde gören Korelilerin gelip onu okşamasına tekraren şahit olduk. Korelilerin bizi görünce dedikleri birinci şey ‘brother country’, yani kardeş ülke oldu. Busan’da BM Anıtmezarlığı’na gittiğimizde aslında ziyadesiyle his doluyduk. Neden geldiğimizi açıklayınca çabucak vazifeliler geldi. Bizim için açıklaması çok sıkıntı hisler… Askerlerimizin karşısında uzun müddet hürmetle bekledik. Bisikletimizde taşıdığımız bayrağımızı da görevlilere teslim ettik. Onlar da çok duygulandılar. Kore ve Kore halkının gönlümüzdeki yeri her vakit farklı olacak.
Etrafınızdan ve toplumsal medyadan nasıl reaksiyonlar aldınız?
Yasemin Kuruca: Yakın etrafımız başta inanamadı. Akabinde itirazlarını ve kaygılarını lisana getirdiler. Lakin biz çok kararlıydık. Sonra kabullendiler. Şu anda yakın etrafımız en büyük manevi destekçimiz. Toplumsal medyada da ‘Dünyaperestiz’ ismiyle bir hesap oluşturduk. Kısa müddette bilhassa bisiklet turculuğuna ve seyahate ilgisi olan bir kitle oluşmaya başladı. Çok olumlu yansılar alıyoruz. Takip edenlerin iletileri bizi çok motive ediyor.
Özbekistan çöl geçişi de kolay olmadı fakat geceleri etkileyiciydi.
Seyahatleriniz esnasında yaşadığınız, aklınızda kalan, en farklı anı neydi?
Murat Üstüner: Farklı diyemeyiz fakat anılarımızda özel yeri olan bir meslek kümesi var. Türk TIR şoförleri… Bilhassa Özbekistan, Kırgızistan ve Kazakistan’da taşıdığımız bayrağı görüp yolda duran, çaylarını ve yemeklerini bizimle paylaşan, bize ağabeylik yapan, her gün arayıp muhtaçlığımız var mı diye soran Türkiyeli TIR sürücülerini unutmak mümkün değil.
Yasemin Kuruca: Bisikletle gezdiğimiz için bizimle çok ilgileniyorlar. Geçtiğimiz her ülkede ilgi gördük. Yiyecek ve içecek ikram eden, yemek ısmarlayan, konutuna kalmaya davet eden… Sayısız hoş şey yaşadık. Evvelden bunu beklemiyorduk, dünyanın her yerinde düzgün insanların olduğuna şahit olduk.
Kırgızistan kamplarımızdan biri
‘Gittiğimiz meskende menemen yapıyoruz’
Şimdiye kadar kaç kilometre yaptınız? Kaç ülke gezdiniz?
Murat Üstüner: İran, Gürcistan, Özbekistan, Kırgızistan, Kazakistan, Güney Kore ve Japonya. Maalesef, kara hudutları kapalı olduğu için Azerbaycan’a ve Çin’e gidemedik. Tacikistan’da Pamir Yolu hayalimizdi fakat Tacikistan-Kırgızistan ortasındaki hudut çatışmalarından ötürü Tacikistan’a da gidemedik. Tacikistan’da Pamir Yolu’nu bisikletle geçmek ileriki gayelerimiz ortasında.
Nerelerde konaklıyorsunuz?
Murat Üstüner: Çoğunlukla çadırda lakin büyük kentlere gittiğimizde önceliğimiz mahallî halkın konutuna konuk olmak. Bu sayede o ülkenin kültürünü, insanını, yemeklerini çok daha düzgün tanıyabiliyoruz. Bizim de bir geleneğimiz var. Konuk olduğumuz konutlarda kesinlikle menemen yapıyoruz. Bayılıyorlar… WarmShowers ya da CouchSurfing (çevrimiçi, fiyatsız konaklama servisleri) kullanarak kalıyoruz. Bazen de beşerler kendileri bizi meskenlerine davet ediyor. Ayrıyeten hostel ve otellerde de kalıyoruz.
0 notes