#Kim ne giymiş
Explore tagged Tumblr posts
sertsiken0606 · 1 month ago
Text
Merhaba Hasan bizler Tekirdağ Çorlu da ikamet eden 21 yıllık evli sekste sınır tanımayan bir çiftiz. 17 evlilik yıldönümümüzde yaşadığımız bizi siwing takılmaya teşvik eden ve devamını isteyerek yapmaya başlamamıza neden olan anımızı yazmak istiyoruz. Ben Ercan eşim Dila.
Dediğim gibi 17 yılımıza girmeden önce kutlama yapmak için 5 yıldızlı bir otel de suit oda kiraladık 10 günlük plan yaptık 25 temmuz da yola çıktık 26 temmuz da otelimize geldik odamıza yerleşip akşam yemeğine kadar uzandık dinlendik yemek vaktinde resepsiyon görevlisi aradı eşim hazırlık yaptı çok şık bir gece elbisesi giymiş makyajı saçı harika görünüyordu eşimin yanında ben paspal duruyordum , birlikte masaya oturduk şef garson yemek menüsü getirdikten az sonra salonda yer olmadığı için masamıza başka bir çiftin oturup oturamayacağını sordu bizde sorun olmadığını söyleyerek masamıza buyur ettik.
20 yaşlarında yeni evli çıtır bir çifti Erkek arkadaşın ismi Yaşar kadının ismi Mehtap tı yemekler yendi içki içecekler söyledik biraz daha tanışmak ve dostluğumuzun pekişmesi için bara gittik önümüze ne koydularsa içtik bir ara Yaşar karımın yaşına göre çok güzel olduğunu söyledi ilerleyen zamanlarda karılarımızda iyice sarhoş olmuştu tabiki giydiği kıyafet yüzünden frikik veriyordu Yaşar gözlerini karımdan alamıyordu bende alıcı gözle Mehtap a bakıyordum aklımdan sikmek geçiyordu ama nasıl olurdu saat ilerlemiş hafiften dans müziği eşlik ediyordu önce biz kalktık ardından Yaşar ve Mehtap dans ederken Yaşar eşimle dans edebilir miyim diye sordu bende kabul ettim ben Mehtap ile dans ederken eşim de Yaşar la dans ediyordu Yaşar karımın kalçaların�� okşuyordu ben de Yaşar gibi yapıp Mehtap ın kalçalarını okşamaya başladım Dila sarhoşluğun etkisiyle Yaşar a sarılmış okşamasına daha olanak sağlıyordu diğer çiftler oturmuş pistte tek biz kalmıştık odaya çıkmayı teklif ettim 2 şişe viski ve 4 kadeh aldık odamıza çıktık . Dans etmeye devam ettik eşim bir ara bana baktı devam ip nerede nasıl koparsa dedim artık okşamaktan ileriye gidiyorduk ben Mehtap ı kucağıma aldım öpüşmeye başladık bize bakan Yaşar da karımın dudaklarına yapıştı bir taraftan öpüşürken diğer taraftan soyunuyorduk Dila Yaşar ın sikini görünce şaşırdı benimkine bakarak daha kalındı ama boyu biraz kısaydı karılarımızı domaltıp amlarını emmeye başladık daha sonra 69 pozisyonuna geçtik eşim hadi Yaşar göster marifetlerini dedi Yaşar karımı yere yatırıp amına soktu kalın olduğu için resmen yırttı am duvarlarını pompalamaya başladı bende onları izleyerek Mehtap a sokmaya başladım ben çok geç boşalırım Yaşar da tam tersi erken boşalma sorunu varmış ben 1 kez boşaldım Yaşar 4 kez Mehtap anal seksten hoşlanmıyormuş eşim tam tersi biz eşimi tost yaparken Mehtap bizi izliyordu .
10 gün boyunca her fırsatta seks yaptık . Facebook Twitter Google chat Skype ten birçok çift ile tanıştık. Hemen hemen her hafta değişik çiftler ile birlikte oluyoruz. Kim bilir belki sizinlede tanışırız.
48 notes · View notes
hataysekshikayelerisblog · 4 months ago
Text
Tatlı Komşum! (8) (Furkan 31 Y., Manisa)
Ertesi gün Hatice, "Biz bu hafta sonu gitmeyeceğiz, oğlum arkadaşları ile kalacakmış, müsaitsen Cumartesi akşamüzeri çıkıp Pazar akşamı dönmek kaydıyla kısa bir tatil yapalım mı?" dediğinde, "Uzaklaşmak iyi gelir!" dedim. Aslında aklıma Ankara'ya Boris'lere gitmek geldi, ama bunu konuşmadan ne diyeceğini bilemiyordum. Cumartesi akşamüzeri Hatice'nin arabasıyla yola çıktık. "Nereye gidiyoruz?" dedim. "Bursa'ya!" dedi. "Ne yapacağız Bursa'da?" dediğimde anlattı. "Benim lisedeyken bir sınıf arkadaşım vardı, Büşra. Hukuk okudu, Bursa'da görev yapıyor. Seni anlattım, ne zamandır alıp getir diyordu, ona gidiyoruz!" dedi...
Vardık Bursa'ya. Asansörden inip dairesine geldiğimizde, kafamda daha önce canlanan, nemrut, saçlarını topuz yapmış, döpiyes giymiş, kara kuru, çatık kaşlı kadının aksine, Büşra hanım, bukle bukle kıvırcık uzun saçları, omuzlarını açıkta bırakmış kırmızı güllerle bezeli belden büzgülü, önü arkasına göre daha kısa olan, beyaz uzun elbisesi içinde siyah gözlerini ortaya çıkaran bembeyaz tenine sanki ışık saçan gülümsemesi ile karşıladı. Hatice ile sarmaş dolaş oldular. Bana da yine o sıcak tebessümle, "Hoşgeldiniz Furkan bey!" dedi.
Çok şık bir dairede, açık mutfaklı bir yemek odasında, çok güzel bir masa hazırlanmış, mumlar yakılmış, masaya çeşit çeşit mezeler, bardaklar dizilmiş, 5-6 çeşit de alkol şişesi köşede yerini almıştı. Fakat masada 4. bir servis daha açılmış olmasına rağmen başka kimse yoktu. Masaya geçtik. Bunlar hemen servis yapmaya başladılar. Tabağı gösterip, "Beklemeyecek miyiz?" dedim. Büşra, "Çağırsam mı çağırmasam mı karar veremedim..." deyince, Hatice hemen atladı, "Kim?" diye. Büşra, "Yok, öyle ciddi bir birliktelik değil, öyle takılıyoruz işte, o yüzden siz de o da rahat edebilir mi bilmiyorum!" dedi. Hatice, "Çağır, çağır!" diye atladı hemen. Ama benim aklım Büşra'da olduğundan pek sesimi çıkarmadım. Büşra da benim sessiz kalmamı istemediğim anlamında anladı ve aramadı.
Nasıl tanıştığımız gibi detaylardan sonra Büşra, "Teşekkür ederim Furkan, bu güzel kadının uzun yıllardır ilk kez bu kadar mutlu olduğunu gördüm sayende!" dedi. Ben de, "Onun bana yaşattığı mutluluğun yanında hiç kalır!" dedim. Hatice uzanıp yanağımdan öptü. Daha ilk kadehler bitmişti ki, Büşra'nın telefonu çaldı. Büşra açıp, "Arkadaşlarım var... Manisa'dan arkadaşım ve sevgilisi... Tamam gel, tanışırsınız!" dedi.
15 dk sonra onun da hukukçu olduğunu öğrendiğimiz kişi elinde bir şişe şarap ve iki küçük buketle geldi. Birini Hatice'ye birini de Büşra'ya verdi. Kendi kendime (Dallamasın Furkan, elin boş götün yaş geldin!) dedim. "Mert ben!" dedi elini uzatıp. Tanıştık, oturduk. O an Hatice'nin telefon çaldı. "Efendim?" diye açtı. "Hı hı, Büşra'dayız, sorun yok, tamam tamam, onların da sana selamı var!" dedi kapattı. "Ahmet... bize vardınız mı diye soruyor!" dedi. Mert aval aval bakıyordu. Büşra, Mert'e, "Kocası!" dediği anda Mert'in suratındaki ifade, Hatice, Büşra ve benim kahkahalarla gülmemize neden oldu. Mert, "Kocası mı?" dedi. Ben de, "Şanslı adamım!" dedim sadece. Mevzuyu anlatıp ortamın tadını bozmadık hiçbirimiz. Bir ara hanımlar mutfağa geçince, Mert soran gözlerle bana baktı. Parmaklarımla yuvarlak yapıp, "Top!" dedim gülerek. "Haaaa!" dedi o da gülmeye başladı. Sus işareti yaptım...
"Müzikli bir yerlere gidip biraz kurtlarımızı dökelim!" dediler. Çıkıp bir mekana gittik. Onları tanıyorlarmış, bize güzel bir loca verdiler, dans pistine bakan. Sonra hanımlar dans etmek istedi, ben ve Mert kalkmadık. Onlar önümüzde dans ederken, Mert kulağıma eğilip, "Gerçekten çok şanslı adamsın, Hatice çok güzel kadın!" dediğinde, "Valla ben de senin aynını düşündüm, nekbet ters bir kadın beklerken Büşra'ya bak, hayat fışkırıyor!" dedim. "Evet, eğlenilecek kadın!" dedi. Evlenilecek demediği dikkatimi çekti...
Bir ara nerden çıktı anlamadığımız iki kişi bizim hatunlara doğru yanaştı, ama iki dakika içinde birileri adamları alıp kapı dışarı etti. Gece 01:30 gibi hanımlar daha çok, biz de bayağı çakır olup, eve geri döndük. "Biz üzerimizi değişeceğiz!" deyip gittiler. İkisi de kısa saten askılı gecelik giyip geldi. Bize de şort tişört çıkardıklarını söylediler. Bana tam uydu giydiklerim, meğer Hatice dün alıp bavuluna koymuş. Birer kadeh viski konuldu. Hatice alkol sınırını aşmıştı, ikili koltukta otururken kahkahalarla gülüyor, hiç toplanma gereği duymadan tepiniyor, kah öpüyor kah boynuma sarılıyordu. Büşra ise topladığı bacaklarıyla Mert'in oturduğu koltuğun kolçağına tünemiş oturuyor, o da Hatice'ye eşlik ediyordu.
Mert'le birbirimize baktık, olacaklar belliydi. Ben kafamı salladım OK! der gibi, o da aynı hareketi yaptı. Mert kalktı, gelip Hatice'yi elinden tutup kaldırdı, belinden tutup kendine çekip dudaklarını dudaklarına aldı. Ben de aynını Büşra'ya yaptım. Hatice bir an kendini çekip, "Ay durun, ne oluyoruz, biz şimdi grup mu olduk?" deyip kahkahayı bastı. Büşra ise halinden memnun nefessiz öpüşüyordu benimle...
Sonraki geçen bir saatte amlar yalanıyor, yaraklar ağızlarda dolaşıyor. Büşra ile Hatice sürekli aramızda yer değiştiriyordu. Daha sikmeden bir saat oynaştık. Büşra, "Hadi gel bakalım Furkan bey, Hatice'nin neden bu kadar mutlu olduğunu anlayalım!" deyip, yarağımı tutup amcığına sürtmeye başladı. Sonra da ilginç bir hareketle komple yarağımı içine aldı. Beni kendine çekmemiş, kendisi bana doğru gelmişti yattığı yerden, yani o bana soktu amını. Mert çoktan domalttığı Hatice'nin amına gömmüş, Hatice, "Ohhhh ne güzel, ohhhh sikiliyorum, hem sikişenleri seyrediyorum, rüya gibi!" diye inliyordu. Tüm olayı Büşra idare ediyor, ben kalçalarını avuçlamışken kafamı göğüslerine bastırıp emdiriyor, saçlarımdan çekip dudaklarımı kemiriyor, ya da boynumu emiyordu...
Hatice orgazm olmuş, ama Mert halen amında hareket halindeyken, kucağımdaki Büşra'nın oturup kalkışlarından zıplamasından doruğa yaklaştığı anlaşılıyordu. Mert Hatice'yi bırakıp yanımıza geldi. Niyetini anlamıştım, Büşra'nın belinden bastırdım. O hareketsizlikte Mert yarağını götüne dayadı. Büşra yarağı göt deliğinde hissedince bir an kaçmak istedi, ama ben belinden bastırdığım Mert de kalçalarından tuttuğu için kaçamadı. Mert'e bakıp, "Iııhh, yapma!" dedi, ama Mert çoktan yarağının başını sokmuştu bile. Yarağım arkadan giren yarağın yarattığı basınçla daha da daralan amcığında kısıldı. Ben hareketsiz dururken, Mert arkadan pompalamaya başladığında ben de onun geri çektiği anlarda ileri ittiriyor, iki taraflı Büşra'yı kudurtuyorduk...
Büşra, "Ohhhh hiç denememiştim, offfff, ahhhhh, harikasınız, ağzıma da yarak olsa keşke, ohhhhhhh çok güzellllll, Hatice görüyor musun of nasıl sikiyorlar!" diye inliyor, ardı ardına kasılıp orgazm oluyordu. Hatice gelip orta parmağını yarak gibi Büşra'nın ağzına soktuğunda, emmeye çalışıyor, ama aldığı zevkten inlemelerini kontrol edemiyordu. Önce Mert, sonra da ben boşaldım. İki deliğinden de döller akarken Büşra koltuğa devrilip, "Offff, öldürdünüz beni! Hatice yok böyle bir zevk, seni de alsınlar aralarına!" diye konuşup duruyordu. Hatice dudaklarını büküp, "Ben de istiyorum!" dedi şımarık çocuk edasıyla...
Kafalar bayağı yerine gelmeye başlamıştı. Birer kadeh viski daha konuldu. Kadınlar gidip birer duş alıp geldiler. Sonra da bizi duşa gönderdiler. Soğukla ılık arası aldığım duş daha da canlandırdı. Odaya geri döndüğümde, Büşra ile Hatice çıplak ve hazırdı. Yatak odasına geçtik. Bu kez Mert alta yattı, Hatice üzerine çıkıp hazır yarağı amına aldı, yavaş yavaş oturup kalkmaya başladı. Mert avuçladığı memeleri sıkıyor, uçlarıyla oynuyordu. O ara Büşra önümde diz çöküp yarağımı ağzına aldı, bir süre emip iyice ıslattı ve Hatice'nin götüne kendi eliyle dayayıp sokmama yardımcı oldu. Hatice daha rahat almak için Mert'in üzerine kapaklanmış, Mert'in dudaklarını dilini emiyor öpüyordu...
Santim santim içinde kayan yarağım köküne kadar girdi götüne. Ben hareket ettikçe Mert geri çekiyor, ben geri çekince amcık ona kalıyordu. Kafamı çevirdim, Büşra elinde cep telefonu Hatice'nin amcığını ve götünü çekmeye çalışıyor, resmen yerlerde sürünüp uygun açıyı bulmaya çalışıyordu. Hatice, "Bu çok güzel, ohhh çok güzel, ohhh nasıl bir zevk buuuu!" diye inliyor, "Furkan'ım, ya hep istersem?" diye bağırıyordu. Ben, "İstersen sikeriz yavrum! Mert'le Büşra gelir canın isteyince amını götünü sikeriz!" deyince, "Ohhhh, ohhh!" diye inliyor, vıcık vıcık amcık sularından Mert'in yarağı 'Şlop şlop!' ses çıkarıyordu...
Hatice, "Offff, orgazmlar bitmiyorrrr, Büşra, amım götüm saçlarımın telleri bile orgazm oluyor, ohhhhhh! Offf, yoruldum!" diye inleye inleye durdu ve aramızdan kayıp yıkıldı yatakta. Elimle yarağımı sıvazlayarak Büşra'yı önümde diz çöktürüp ağzına yüzüne göğüslerine fışkırttım döllerimi. Hatice hiçbir şeyden geri kalmak istemiyor gibiydi, doğrulup Mert'in yarağını avuçladı ve "Sen de beni yıka!" dediğinde, Mert boşalmaya başlamıştı heryerine. Herkes pert bir şekilde bir kenara kıvrılıp uyudu...
Sabah, daha doğrusu öğlen uyandığımda Mert'le Hatice halen yataktaydı. Kalktım. Büşra mutfakta, başı ağrıyor olsa gerek, kendine soda limon hazırlıyordu. Önünü kapatmadığı kimono türü kısa bir sabahlık giymişti. Usulca arkadan yanaşıp yarağımı dayadım götüne, ellerimi koltuk altından geçirip göğüslerini avuçladım. "Dur, dur ne yapıyorsun?" deyince, "Başını geçireceğim!" dedim. Gülm eye başladı. Dediğimi yaptım, mutfak tezgahına domaltıp güzelce siktim. İkimiz de boşaldığımızda, kendi sesimizden duymadığımız sesler geliyordu yatak odasından. "Ohhhh, Mert, harika, çok iyi geldi bu sabah sabah, ohhhh!" diyen Hatice'nin sesi...
Giyinip dışarda kahvaltıya gittik. Kahvaltı sonrası biz geri dönüş için yola çıktık. İlk yarım saat hiç konuşmadık. Sonunda sordum, "Pişman mısın yoksa?" diye. "Pişman değilim, aksine çok sevdim, ama senin ne düşündüğünü bilemediğim için sustum!" dedi. "Bence de çok güzeldi, hem de uyumlu olduğumuz bir çifte denk geldik!" dedim. "Buna çok sevindim, kahvaltı yaptığımız yerde Büşra ile tuvalete giderken, Furkan ve Mert hakkımızda ne düşünüyor acaba diye konuştuk!" dedi. "Büşra tecrübeli gibi geldi?" dedim. "Yok, o da ilk kez yapmış! Hatta biz ilk dışarıdan gelip sarhoşlama o gecelikleri giydik ya, o zaman ben, bu kıyafetle yanlarına gidersek odalara bile götürmeden orda sikerler bizi dedim, Buşra da, siksinler kızım, zaten sikilirken seyretmek ve seyredilmek nasıl birşey diye merak ediyordum diye güldü, ama grupseks yoktu olayın içinde!" dedi. Ben de, "Bir dahaki sefere biz onları ağırlayalım!" dedim. "Olur aşkım! Mert de senin kadar iyi sikici, ne zaman isterlerse gelsinler!" dedi...
Hava kararmıştı. Otobandaki tesisleri gösterip, "Çek şuraya, kuytu bir yere yanaş!" dedim. Hatice, "Bu kadar çok am göt sikiş muhabbeti yapınca sen de kudurdun benim gibi değil mi?" dedi. En kuytu kısma park etti. Arka koltuğa geçip pantolonu sıyırdım. Arkası bana dönük kucağıma gelip, yarağımı amına aldı, oturup kalkmaya başladı. "Ohhh, acaba bizi seyredenler var mıdır, ohhh, Furkanımmm!" diye diye, hem kendisi orgazm oldu, hem beni boşalttı.
[Furkan]
62 notes · View notes
nesrin-c · 1 year ago
Text
YAŞI 50/75 ARASI OLANLAR MUTLAKA OKUYUN
Bir solukta okuyacağınız çok güzel bir yazı.
Hepsi şahsına münhasır özel üretilmiş, yokluklar içinde yetişmiş yaralı bir nesil…....
PEKİ KİM BUNLAR?
1945 ile 1970 yılları arasında bu dünyaya merhaba demiş en genci 50, en delikanlısı 70 yaşında HALA 18’LİK DELİ TAYLAR GİBİ İDEALLERİNİN PEŞİNDEN KOŞAN HESAPSIZ BİR NESİL..?
Hiçbirinin altına hazır bez bağlanmamış…
Şeker çuvalından pantolon, canik lastikten ayakkabı giymiş…
Okulda ABD süt tozu içirilerek beslenmiş, bir garip nesil…
Hiçbirinin renkli çocukluk resmi olmamış…
Hatta hiç bebeklik çocukluk resmi olmamış…
Hiç biri kreş, dershane, özel okul görmemiş…
Ama hepsi profesörlere ders verecek kadar bilgi sahibi olan bir tuhaf nesil…
Harp görmüş, darp görmüş…
Baskı, çatışma, sorguda işkence görmüş…
Karakolda sorgu da Filistin askısını, ceza evinde isyanla tanışmış.
En azı 5 ihtilal, 6 muhtıra, 7 post-modern darbeden sağ salim paçayı yırtmış…
En azı 10 ekonomik krizden nasibini almış…
Tecrübe abidesi yoklukla terbiye edilmiş, direnç abidesi bir nesil...
Ne yaptıysa yoluyla yordamıyla kendi meşrebine uygun ahlakına yakışanı yapmış.
68’liler de 78’liler de bu neslin deli tayları, ipe sapa gelmeyen savaşçıları da bu neslin temsilcileri tarihe adlarını kanları ile yazmıştır…
Bunlar bu neslin üretim harikası mı yoksa üretim hatası mı tartışılır ama bu neslin istisnasız tamamı karşılıksız hesapsız bu vatanı sevmiş…
1950 ve 1970 yılları arasında doğanlar gerçekten özel üretim, çoğu yatılı okumuş, kardeşlik ve paylaşma duygusu zirve yapmış…
Çok kitap okumuş, en azı liseyi bitirmiş, hayatı yaşayarak öğrenmiş…
Çoğu simitçilik, olmadı ayakkabı boyacısı, tamirci çırağı, inşatta amelelik, pazarcılık hamallık yaparak okul harçlığını çıkarmıştır…
Ne ailesine ne devletine ekonomik yük olmamış, geneli bir baltaya sap olmuştur…
Muhanete muhtaç da olmamış, ezilmiş ama ezik kalmamış.
Dik durmuş dikleşmemiş kendi şahsına münhasır özel bir nesildir…
Görevini, sorumluluğunu bilen… Onuru için bir pireye bir yorgan yakan, öfkeli hırçın bir acayip nesil bu 1950 ile 1970 yılları arasında doğan dinazorlar…
İyi bakın, bunlar bu son kalan kadife ye sarılmış çelik yumruk misali yumuşak gözüküp indiği yeri dağıtan bu özel neslin öfkesinden sakının.…
Bunlara iyi bakın,Çünkü bunların nesilleri tükenmek üzere…
Bunların üretimi sonlandı…
Kullanım sureleri doldu, tedavülden kalkıyor…
Neden bu nesil özel biliyor musunuz..?
Bu neslin üzerinden silindir gibi devlet geçti…
Dozer gibi dünya milletleri geçti…
Hayat bu nesli sınadı, ama tüketemedi…
Bu nesil, ihanetin acısını, dost hançerinin sancısını, ölümüne yoldaşlığı, mezara kadar arkadaşlığı bildi…
Dostu için can vermeyi de, elindeki son lokmayı paylaşmayı da, sadakati de vefayı da bildi…
Bu nesil, katı, aksi, deli, serttir…
Bir o kadarda merttir, hoş görülü ve merhametlidir…
Bu neslin yaşarken öğrendikleri bilgi ve kaybederken edindikleri tecrübe en büyük servetidir…
Yani bu 1950 ve 1970 yılları arasında doğan dinazorlar tam bir müzelik antika nesildir…
Onun için 1950 ile 1970 yılları arasında doğmuş, hala inadına yaşayan, ana baba, amca, dayı, teyze, hala, yenge dede anneanne babaanne her neyiniz varsa değerini bilin..!
Çünkü bunlar elinizdeki son değerli hazinelerinizdir…
Oturun onlarla konuşun, dinleyin onlardan geçmişi öğrenin…
Sonra arar da bulamazsınız…
Çünkü onlar yakın tarihin son canlı kaynak kişileri, her biri iki ayaklı sözlü yakın tarih kitabıdır...
Alıntı
Tumblr media
164 notes · View notes
japonyamesken · 9 months ago
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
..
We did it guyss 🙃
Dün Belçika’ya gittik bisikletle ama farklı bir Belçika’ya.
Bu Belçika, Hollanda’nın içinde yer alıyor.
Dünya üzerinde böyle olan kaç yer var? (Kendi kendime yazdığım “Kim Milyoner Olmak İster?” sorularındanflflf)
Gittiğimiz şehir, Baarle Nassau; Belçika ve Hollanda bölgelerinden oluşuyor, parça parça. Ama şehri Hollanda çevrelemiş.
Üstteki wiki sayfasındaki sarı yerler Belçika, beyaz yerler Hollanda. Mesela iki şeritli yolun 100 metresinde Belçika’dasınız, sonraki 400 metre Hollanda, karşıdaki şerit ise tamamen Hollanda’ya ait.
Bildiğimiz gibi bir sınır yok yani, yapboz gibi.
Alkol satış saatleri Hollanda bölgesinde yer alan dükkanlarda daha erken sona eriyorken, sokağın karşısındaki Belçika dükkanı satışa devam edebiliyormuş.
Bu karışık durum ise çok eski zamanlara burada Lordlar varken sahip oldukları toprak uyuşmazlıklarına dayanıyormuş.
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
..
Gidiş yolu hiç yormadı ama dönerken bir ara rüzgar başladı ve bizi korkuttu çünkü buranın rüzgarı bazen bisikleti hareket ettirmemize bile engel oluyor.
Yol manzaraları çok güzel olsa da kaç kere saçlarımın içine koca sinekler girdi, kaç kere üstüme tırtıl düştü bilmiyorum. Arkadaşımın gözünün içine girip ölen sineği çıkarma molası gibi molalar vermek zorunda kaldık. Bir ara önde iki kişi konuşarak gittik uzun bir süre ve arkadaki arkadaşım yanımıza yaklaşıp aramızda örümce ağı olduğunu söyledikglgl. Böyle bi şey mümkün olabilir mi bilmiyorum.
..
Ve herkes bisikletle biniyordu, herkesss... Yapyaşlı bi grupla da karşılaştık, pro kıyafetler giymiş kafilelerle de, tek pro sürücülerle de, çocuklu ailelerle de. Çok güvende ve huzurlu hissettim.
..
Eve girdiğimde öyle bir öfori halindeydim ki anlatamam, vücudum iyi hissetmeye dair bütün hormonları ve nörottansmitterları harekete geçirdi sanırımflflfl. Spor bağımlısı insanları anlayabiliyorum şu an.
...
Tumblr media Tumblr media
Yolda, savaşta Almanların İngilizleri kandırmak için sahte uçak ve sığınakla hazırladıkları bir üssü de ziyaret ettik. Hikayesi uzun ama ilginç..
Velhasıl, buraya da bir zamanlar bombalar düşmüş. Bırakın sınırları aşıp savaşmayı bu insanlar kendi insanlarını öldürmüşler mezhep savaşları yüzünden. O yüzden kim ne derse desin Avrupa Birliğini çok büyük bir barış projesi olarak görüyorum hala. Dalga dalga farklı alanlara yayılan bir entegrasyon, bakalım yükselen sağcılık ve milliyetçilikle nereye evrilecek işler?
Spoiler alert: 9 Haziran’da AB parlamentosu seçimleri var, katılım hep çok düşük oluyor mlsf.
..
Ve son olarak, golden hour’da şöyle bir an yaşandı. Videoyu izlerken fark ettim kuş sesleri çok güzelmiş ama herkes biraz kendi halinde yol almaya karar verince kulaklıklarımı takmıştım, ve o sırada mor ve ötesinden “sultan-ı yegah” çalıyordu, o da çok güzeldi ❣️
İşte dün de böylece gelip geçti, anısı kaldı 🌸
..
Bunları yazarken bir yandan da Kızıl Goncaları izliyorum, Karamavoz Kardeşlere bi gönderme varmış sanırım, izlemem konusunda iki mesaj aldım. Cüneyd Efendiyle ilgisi yok konunun tamamen Dostoyevskidkddkdk. Şaka bi yana, hastalıklı erkekleri düzeltmeye çekilme konusu kollektif bir bilinçdışı meselesi mi düşünmeye başladım Cüneyd Efendi yüzünden.
Mesela, yeni rota hayalim Vincent Van Gogh’un doğduğu yer. Bu da mı kolektif bilinçdışı yoksa sevgili Jung? Jung efendi?
Mayıs 2024
Kuzey Brabant
40 notes · View notes
mnsrykt · 6 months ago
Text
"Kız çocuğu Cennet garantisidir. Şimdi bu iman mantığı ile hadis-i şerifi ele alalım: Buyuruyor ki: "Kim iki kız çocuğunu akıl baliğ oluncaya kadar büyütürse ben onunla bu iki parmağım gibi yakın olurum cennette." (Bu arada iki parmağını birleştirerek göstermişti.)
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin bir vaadidir bu. Bu vaat onun ağzından ama Allah adına yapılmıştır. Bu sözün sahibi Peygamber aleyhisselama inen Kur'an. müşriklerden söz ederken, müşrik tiplemesi çizerken; çocuğun oldu dendiğinde "yüzünün rengi değişir onların" ektedir. "Hadi gözün aydın, kızın oldu" diyemezsin bir Kafire. "Kızınız oldu maalesef" dersin. Mü'min ise "Ne mutlu, kan oldu, bir kızın daha olsa cennettesin" denecek adamdır. Çünkü onun peygamberi müşriklerin gözüne bakadam cahillyeden gelmiş bir nesli eğitmek için kızından olma kız torunu Ümame'yi, o cennet kuşunu omzuna alıp Rabbinin huzurunda sanki sarığını sarmış, cübbesini giymiş, mihraba geçen bir imam olarak namaza durmuştu. Allah'ın huzuruna böyle duran Muhammed aleyhisselamın ümmetiyiz, elhamdülillah. Bu Peygamber'in ümmetinden bir kadın, feminist olur mu hiç? Köydeki ağan, amcan, dayın zalim olabilir; iman ettiğin Peygamber'ine bakmalısın sen."
17 notes · View notes
seyyahh-h · 6 months ago
Text
Ne güzel demiş Mevlâna ;
Kendine bak kendine. Özüne, sözüne, benliğine.
İlgilenme kimseyle, kim ne yemiş, ne giymiş
bundan sana ne.. Sen kendini besle.
Bilgiyle, Sevgiyle, Şefkatle.
Ancak o zaman ulaşırsın insan olmanın erdemine.....🌸🍂
Tumblr media Tumblr media
17 notes · View notes
kelimebahcesi · 1 year ago
Text
Ne güzel demiş Mevlana;
"Kendine bak kendine. Özüne, sözüne, benliğine. İlgilenme kimseyle. Kim ne yemiş, ne giymiş bundan sana ne! Sen kendini besle bilgiyle şefkatle. Ancak o zaman ulaşırsın insan olmanın erdemine."
22 notes · View notes
yazan-kalem-siyah06 · 11 months ago
Text
Tumblr media
YAŞI 50/75 ARASI OLANLAR MUTLAKA OKUYUN
Bir solukta okuyacağınız çok güzel bir yazı.
Hepsi şahsına münhasır özel üretilmiş, yokluklar içinde yetişmiş yaralı bir nesil…....
PEKİ KİM BUNLAR?
1945 ile 1970 yılları arasında bu dünyaya merhaba demiş en genci 50, en delikanlısı 70 yaşında HALA 18’LİK DELİ TAYLAR GİBİ İDEALLERİNİN PEŞİNDEN KOŞAN HESAPSIZ BİR NESİL..?
Hiçbirinin altına hazır bez bağlanmamış…
Şeker çuvalından pantolon, canik lastikten ayakkabı giymiş…
Okulda ABD süt tozu içirilerek beslenmiş, bir garip nesil…
Hiçbirinin renkli çocukluk resmi olmamış…
Hatta hiç bebeklik çocukluk resmi olmamış…
Hiç biri kreş, dershane, özel okul görmemiş…
Ama hepsi profesörlere ders verecek kadar bilgi sahibi olan bir tuhaf nesil…
Harp görmüş, darp görmüş…
Baskı, çatışma, sorguda işkence görmüş…
Karakolda sorgu da Filistin askısını, ceza evinde isyanla tanışmış.
En azı 5 ihtilal, 6 muhtıra, 7 post-modern darbeden sağ salim paçayı yırtmış…
En azı 10 ekonomik krizden nasibini almış…
Tecrübe abidesi yoklukla terbiye edilmiş, direnç abidesi bir nesil...
Ne yaptıysa yoluyla yordamıyla kendi meşrebine uygun ahlakına yakışanı yapmış.
68’liler de 78’liler de bu neslin deli tayları, ipe sapa gelmeyen savaşçıları da bu neslin temsilcileri tarihe adlarını kanları ile yazmıştır…
Bunlar bu neslin üretim harikası mı yoksa üretim hatası mı tartışılır ama bu neslin istisnasız tamamı karşılıksız hesapsız bu vatanı sevmiş…
1950 ve 1970 yılları arasında doğanlar gerçekten özel üretim, çoğu yatılı okumuş, kardeşlik ve paylaşma duygusu zirve yapmış…
Çok kitap okumuş, en azı liseyi bitirmiş, hayatı yaşayarak öğrenmiş…
Çoğu simitçilik, olmadı ayakkabı boyacısı, tamirci çırağı, inşatta amelelik, pazarcılık hamallık yaparak okul harçlığını çıkarmıştır…
Ne ailesine ne devletine ekonomik yük olmamış, geneli bir baltaya sap olmuştur…
Muhanete muhtaç da olmamış, ezilmiş ama ezik kalmamış.
Dik durmuş dikleşmemiş kendi şahsına münhasır özel bir nesildir…
Görevini, sorumluluğunu bilen… Onuru için bir pireye bir yorgan yakan, öfkeli hırçın bir acayip nesil bu 1950 ile 1970 yılları arasında doğan dinazorlar…
İyi bakın, bunlar bu son kalan kadife ye sarılmış çelik yumruk misali yumuşak gözüküp indiği yeri dağıtan bu özel neslin öfkesinden sakının.…
Bunlara iyi bakın,Çünkü bunların nesilleri tükenmek üzere…
Bunların üretimi sonlandı…
Kullanım sureleri doldu, tedavülden kalkıyor…
Neden bu nesil özel biliyor musunuz..?
Bu neslin üzerinden silindir gibi devlet geçti…
Dozer gibi dünya milletleri geçti…
Hayat bu nesli sınadı, ama tüketemedi…
Bu nesil, ihanetin acısını, dost hançerinin sancısını, ölümüne yoldaşlığı, mezara kadar arkadaşlığı bildi…
Dostu için can vermeyi de, elindeki son lokmayı paylaşmayı da, sadakati de vefayı da bildi…
Bu nesil, katı, aksi, deli, serttir…
Bir o kadarda merttir, hoş görülü ve merhametlidir…
Bu neslin yaşarken öğrendikleri bilgi ve kaybederken edindikleri tecrübe en büyük servetidir…
Yani bu 1950 ve 1970 yılları arasında doğan dinazorlar tam bir müzelik antika nesildir…
Onun için 1950 ile 1970 yılları arasında doğmuş, hala inadına yaşayan, ana baba, amca, dayı, teyze, hala, yenge dede anneanne babaanne her neyiniz varsa değerini bilin..!
Çünkü bunlar elinizdeki son değerli hazinelerinizdir…
Oturun onlarla konuşun, dinleyin onlardan geçmişi öğrenin…
Sonra arar da bulamazsınız…
Çünkü onlar yakın tarihin son canlı kaynak kişileri, her biri iki ayaklı sözlü yakın tarih kitabıdır...
Mutlaka okuyun hiç yalansız dolansız bizim hayatımız.
karekter dediğimiz şey bu insanlarda o kadar çok ki karekter abidesi her biri
13 notes · View notes
gunebakancocuk · 3 months ago
Text
Kendine bak kendine..
Özüne..Sözüne..Benliğine..
İlgilenme kimseyle..
Kim ne yemiş, ne giymiş,
Bundan sana ne..!
Sen kendini besle..
Bilgiyle, sevgiyle, şefkatle.
Ancak o zaman ulaşırsın,
İnsan olmanın erdemine...
Can Yücel
Tumblr media
6 notes · View notes
aynodndr · 7 months ago
Text
Tumblr media
Ne güzel demiş Mevlana;
* Kendine bak kendine…
Özüne, sözüne , benliğine
ilgilenme kimseyle…
Kim ne yemiş, kim ne giymiş bundan sana ne..!
Sen kendini besle bilgiyle , sevgiyle, şevkatle
Ancak o zaman ulaşırsın
İnsan olmanın erdemine…”
❤️🥀✍️☕️🌼
2 notes · View notes
gulmeyiogrenenkiz · 1 year ago
Text
Ne güzel demiş Mevlana;kendine bak kendine... Özüne, sözüne, benliğinle ilgilenme kimseyle... Kim ne yemiş, ne giymiş bundan sana ne! Sen kendini besle bilgiyle, şefkatle ancak o zaman ulaşırsın insan olmanın erdemine...
4 notes · View notes
biseneksiktinberfin · 2 years ago
Text
Magazinlerde neden sürekli o kadın bunu giymiş ,şu kadın bunu takmış ,diğer kadın böyle yapmış konuşuluyor? KADIN,KADIN ,KADIN
KİM NE GİYMİŞ KONUŞACAKSANIZ ,ERKEKLERİ DE KONUŞACAKSINIZ. Bir aktör aynı ceketi 1500 kere giyse sözü dahi edilmezken, bir KADIN bir takıyı bile 2. Kere taksa laf ediliyor.
Kimse kusura bakmasın ben eşitliği savunmuyorum. KADIN HER BAKIMDAN ERKEKTEN ÜSTÜNDÜR. KADININ NE ÇEKTIGINI BİR O KADIN BİLİR. nokta.
4 notes · View notes
eskiyalnizlikmasalcisi · 17 days ago
Text
eski kayıtlardan:
TEK BİR GECEDE YAZILANLAR VE TAMAMLANMAMIŞ BİR HİSSİZLİK HALİ
Gecenin mürekkebi usulca tenimden yırtılırken, ben milyonlarca çiviyle çakılmış gibi yatağımda, gözlerim açık, apaçık bekliyorum. Günün ağarmasını mı yoksa zihnimin çenesini kapamasını mı bekliyorum, bilmiyorum. Tam bir haftadır uyumadım, bir menekşenin nazikliğiyle moraran gözaltlarım bana artık uyumamı emreder gibi haykırıyordu aynadan. İstesem uyurum, ama zihnimin dehlizlerinde usulca duvarları tırnaklayan küçük sinsi anılar, damarlarımda bir lağım faresi gibi dolanıp duran düşünceler uyumadan kapatamıyorum gözlerimi. Bu hafta, özellikle, içimin zindanları öylesine dolu ve öylesine taşkın ki F tipi bir
cezaevine nakledilip idam edilmek istiyorum.
Bir martının kalp atışındaki masumiyette gizlidir İstanbul, bir deniz dalgasındaki ehemmiyette, kalbi kırık bir kızın attığı adımdaki tedirginlikte gizlidir bu şehrin ruhu. O kızın on dokuz yıl geçirmiş gözlerindeki usulsüzlükte ve ruhunda kopan fırtınaların dudağından bir nefes olarak akıp gitmesinde can bulur hayat. O, işte o kız, yarı kırgın cesaretiyle gene kirli bir kalabalığın arasında bir martı gibi. Sanki onu denizden zorla çıkarmışlar da şehrin ortasına hırpalayıp atmışlar gibi. Kanatları olmasa bile adımları sanki bir zamanlar kanatları varmış gibi hafif, dayanıksız, dengesiz. Birazdan öleceğini bilse böyle yürür müydü acaba? Hala böyle asar mıydı suratını? Onu adeta bir kameranın ardındaymış gibi gizlice gözlemliyorum, biraz daha zorlasam gözümün önündeki hayali objektife dokunabilecekmişim gibi. Gideceği yere dair kafasında net bir fikir var, ama emin olamıyor kendinden. Hiçbir zaman emin olamadı kendinden zaten, çünkü gözlerinde hayatı boyunca kendinden hiç emin olamamış birinin hüznü var. Siyah gözlerine kim yeterince baksa, onu anlar ve hatta düşme hissine kapılırdı bir süre sonra, ne yazık ki kimse gözlerine yeterince bakmadı. Belki de kimse gözlerine yeterince bakmadığı için kendinden asla emin olmadı. Çünkü var olduğunu asla anlamadı, çünkü kimse ona bakmadı, kimse ona bakmadı, kimse ona bakmadı. Oysaki ben can atıyorum ona bakmak için, zihnimin kamerasını yakınlaştırıyorum ona –uzun dalgalı ve ılık bir kahveyi andıran dağınık saçları, solgun ve yorgun bir suratın üzerinde kopkoyu ve karanlık gözler, ince üst dudağı hafifçe kurumuş ve yanaklarında lekeler var- ama sadece hızlı, keskin, tekinsiz adımlarla uzaklaşıyor benden. Onu kaybediyorum. Gözlerim bu koca taksim meydanında endişeyle bir ileri bir geri gidiyor, o bir martıysa ben de bir güvercinim. Onun öleceğini biliyorum, ondan bütün bu endişem, ondan bütün bu çabam. Onu kurtarmak son şansımmış gibi. Biraz daha yürüyorum. İnsanlar çığlık çığlığa kaçışıyor. Hemen o tarafa doğru koşuyorum, yüreğimde sanki binlerce taş düşüyor ayaklarıma doğru, kalbim bir atış sekiyor ve ben yere bakıyorum
Bir martı kanatları kopmuş bir şekilde yerde. Gözlerimi kapıyorum. Derin bir nefes. Gözlerimi açıyorum. Martının suratı solgun ve yorgun, simsiyah gözleri bir delik biri ve neredeyse dalgalı, ılık kahveyi andıran dalgalı tüyleri var. köpekler onu parçalıyor. Yere düşüyorum
uyandığımda denizdeydim.
Önce saçlarından başladım seni sevmeye. Elinle geriye ittiğin o kahve dalgalar yavaşça kalbimi de itti geriye doğru ve sana çarptım. Aslında o an o küçücük hareketi hiç yapmış olmasaydın belki fark etmeyecektim seni, ama çarptın gözüme bir kere. Belki de ben o an kafamı sana çevirmeseydim, ya da başka yöne baksaydım işte, o bir saliselik zaman diliminde, şimdi böylesine seviyor olmayacaktım seni. İnsanlar saatlerini veriyor iyi görünmek, birileri tarafından sevilmek için, ama nafile aslında. Küçücük bir hareket, bir bakış,bir anlık koku bağlayıveriyor seni birine. Eşofman giymiş saçlarını taramamış falan nafile. İnsanlar saatlerini, belki de sadece dakikalarını verir kendilerine, sen onlara bir saniyede tutulursun, işte bu ilginç geliyor bana. O gün eşofman giymiş üstelik yüzünü de yıkamamıştın, bir sıkıntın vardı. Belki de o sıkıntın saçını geriye itmene neden oldu ve o nedenle sen bana bir sıkıntı oldun. Önceleri seni fark etmiyordum, bana sen mesaj atmış, beni sen bulmuş, yanıma oturmuştun. Açıkcası önemsemiyordum, sıradan biriydin. Sonra sen saçını geriye attın, ben sende farklı bir şey oldun ve sonra uzak oldun benden. Senden hoşlanmaya başladığım an hissettin de mi soğudun benden aniden? Yoksa ben Fiona’nın lanetine mi sahibim? Gece olunca değil de birinden hoşlanınca onun gözünde bir canavara mı dönüşüyorum aniden? Bendeki bu sorun nedir hiç anlamıyorum, nasıl diğer kızlar her an bir prenseslik halinde ama ben çamurun içinde hüzne gebe bir bakire gibiyim? İnsanların nasıl sevgilileri olabiliyor ve ben daha birine hoşlandığımı bile söylemiyorken insanlar nasıl öpebiliyorlar birbirlerini? Tanrım, senden tek bir ricam var
lütfen beni yalnız öldürme.
Hiçbir insan tamamlanmış değildir. Hepimiz bir eksiğiz. O nedenle hep bir boşluk hissiyle kaplı ciğerlerimiz. Kendimi böyle kabul etmeliyim.
0 notes
dinimabetler-blog · 1 year ago
Photo
Tumblr media
Çıkar şu murdarı başımdan
Olacak bu va… Souka biraz büyücek, Nizam’ın kafası küçücük olduğu için kulakları arasına kadar geçince aynı aynı öyle komik bir manzara çıkardı ki kahkahalarla gülmemek kabul edilemezdi. Daha tuhafı, Nâzım’ın güya kemal, takvasından elini şapkaya sürmekten de tevakkî ederek babaya:
“Çıkar şu murdarı başımdan!”
Demesiydi.
Elhasıl gülerken bir ara bölmeden içeriye tanımadığımız iki kişi girdi. Biri bana doğru edilerek kulağıma:
— Rasim Bey, Nâzım Bey kimdir?
Deyince gösterdim. Herif doğruldu. Nâzım’a hitaben Visit Bulgaria:
Buyurun Bey, sizi Merkezden istiyorlar!
Dedi. (Nâzım) da bet beniz attı. Takkeyi düzeltti. Fesi giydi. (Nuri Baba) o ikiden birini tanıyormuş, sebebi tevkifi sordu. Dedi ki:
— Şapka giymiş diye jurnal verdiler, komiser bey istiyor…
Bizde bir hayret!..
— Kim vermiş?
— Kasap Mehmed namında biri…
— Ne vakit giymiş?
— Bu gece!..
(Nâzım) titriye titriye kalkıp gitti.
“Artık bizde muhabbetler:
Subhanallah!.. Bu nasıl iş canım… Zavallı Nâzım donakaldı… Hasbünallah!.. Bak şu olan işe… Şimdi ne yapalım?.. Oğlana yazık!.. Baba ne olacak?
Baba eliyle sakalını sıvazladıktan sonra dedi ki:
— Ne olacak?.. Rasim, birer tane daha çakalım. (Voyvoda) komiseri (Yusuf) benim büyüğümdür, gidelim anlatalım, kurtarırız.
— Olur!..
Çaktık… Arkadaşlara:
Biz şimdi geliriz!
Diyerek yola düzüldük.
“Merkezden içeriye girdik, Komiserin odasına vardık. (Nâzım) melül ve mahzun oturuyordu. Bizi görünce ferahladı. Filvaki komiser, Babayı huzurda istikbal etti. Hal ve hatır sordu. Sebebi ziyaretini de anlamak istedi. Baba da anlattı. Komiser dedi ki:
— Vallahi Nuri Bey… jurnali veren adam buralardadır, çağırtayım, bir kere daha bulayım. Biraz bekleyin.
Zili vurdu. Gelen memura:
Kasap Mehmedi buldurun.
“Bir çeyrek sonra içeriye sarhoşluğu zan edilen halde biri girdi. Gözleri kapanıyor, herif bacakları üzerinde sallanıyordu. Komiser, ben ve Baba gülmeye başladık. Komiser:
Biraz geriye gel… (Nâzımı göstererek) şapkayı giyen bu muydu?
Ne dersiniz? Kasap uyanır gibi oldu. Gözleriyle üçümüzü süzdü.. Ağzından tükürük saçıyordu, bizi bir daha süzdü, ne dese beğenirsiniz?
(Nâzımı göstererek):
—. Hayır, bu değil. (Benimle Nuri Babayı başıyla işaret ederek):
— Bunlar idiler!
Biz yine birbirimize bakışarak gülüştük. Sözündeki tezadın işimize yarayacağına inanmıştık. Komiser:
— Peki, haydi, git… Nâzım Bey siz de teşrif buyurun… Nuri Baba siz biraz oturun.
Dedikten sonra masasının gözünden bir kağıt çıkardı. Bir şeyler yazdı. Nuri Babaya dedi ki:
— Yanınıza bir sivil efendi vereyim de siz Galatasaray’ına kadar gidin.
— Nasıl? Bizi mi tevkif ediyorsunuz, halbuki biz buraya şefaat için geldik.
Komiser ellerim oğuşturarak:
— Ne yapayım ki bu Kasap Mehmed. mabeyün hafiyesidir. Başka türlü bir şey yapamam.
—■ Yapma Yusuf Bey…
— Başka çarem yoktur, yazdığım jurnal da onun aleyhindedir, sizin lehinizdedir, al oku!..
Filvaki dediği gibiydi. Bir “Hasbünallah” daha!.,
— Şaka etme Yusuf Bey…
— Şaka değil, ciddi söylüyorum.
Demekle beraber zili vurdu, içeriye giren sivil memura:
— Al şu jurnali.. Beyleri Galatasaray’ına götür.
Çarşıya çıkartıldık. Memurla beraber Merkezden çıkarak Yüksek Kaldırımı tırmandık, Eski (Yani) birahanesinin önüne geldik. Dedim ki:
— Baba, şurada karnımızı doyuralım, ne olur ne olmaz!.
Benim içime bir şeyler doğuyordu. Bu teklife memur da icabet etti. Girdik, Memur da hemkâr oldu. Yedik içtik. Doğruca Galatasaray’ına gittik. Baba, yolda diyordu ki:
— Bizim Hafız Bey orada…
(Hâfız Bey) dediği o zaman jandarma tabur ağasıydı, Bilâhare alaybeyi oldu. Ben ile tanırdım. Mabeyine mensup kafiyelerden idi.
Adıma girdiğimizde kapıdan bir kere bak4, bakış o bakış, bir daha görünmedi. Komiser jumalınıza göz geçirir geçirmez zembereği boşanmış gibi birdenbire ayağa kalktı. Kaçlan şahlandı; jumaldan gözünü ayırmıyordu. Dışarıya çıktı. Taşlıkta bir fiskos başladı.
“Bem (Nuri Baba) ya, o da bana bakakalmış idik. Jurnal da bizi itham edecek harfi vâhid olmadığı halde bir komiseri böyle büyük bir ehemmiyetle saran sır acaba neydi? Bizi getiren sivil memur bile şaşkın şaşkın bakmıyordu. Elhasıl aradan beş on dakika geçtikten sonra bir jandarma neferi odaya girdi. İkimize birden sert bir surat ile:
— Haydi yürüyün!
Dedi. Yürüdük. Hapishaneye giden yol üzerinde alçak tavanlı loş bir odaya girdik. Görülmemiş bir manzara! Sağ tarafında kalın tahta parmaklıklı bir kapı, aralıklarından bir takım gözler bize bakıyordu. Sol tarafında bir yazı masası, üstünde bir kırbaç, kalem ve evrak. Bu masanın arkasında abdestli vecih bir polis çavuşu oturuyordu. Ama yüzümüze bile bakmıyordu. Odanın etrafı yüksek pervaneler olduğu için oturduk. Benim bacaklarım sallanıyordu. Nuri Baba, babahindi gibi kabararak kızarıyordu. Bu halinden korkmaya başladım. Çünkü baba bu hale geldi mi ondan öte ne yaptığını bilmez. Hatta korktuğum bir dakika sonra başıma geldi.
“Oturur oturmaz bizi getiren jandarmaya sordu:
— Biz burada mı kalacağız?
Köşeden müthiş bir şada:
— Sus!.. P
Baba yerinden fırladı, Polis çavuşunun gırtlağına sarıldı. Altına aldı. Tahta parmaklık arkasından da:
— Vur!
Sesleri yükseldi.
Anlaşılıyor a. Iş çığırından çıktı. Bir anda odanın içi polis, jandarma, sivil memurlarla doldu. ��avuşu baba elinden güç kurtardılar. Baba artık var kuvvetiyle alabildiğine bağıra bağıra sövüyordu. En nihayet ikinci üç jandarma hafız ve emanetinde olarak taşlığa çıkardılar. Baba aslanlar gibi köpürmüş, atılacak yer, adam arıyordu. Yanımıza elleri prangalı iki kişi daha kattılar. Galatasaray’ından çıkardılar. Nereye gidiyorduk? Jandarmanın biri dedi ki:
— Baba zaptiyeye!
Yaya mı?
— Varan varsa araba tut, ben sizinle binerim. ötekiler gitsinler!..
Baba, mürüvvet bir adamdı. Dedi ki:
— Onlara da bir araba tutun, anca beraber, kancaberişoif.
Arabalar tutuldu, bindik. Ben birbirini takip eden malum hâdiselerin tesiriyle ne but, ne kopuyorum. O tarihte (İkdam) da çalışıyordum. Bir ümidim var ise o da Zaptiye Nâzım Paşamın insaf nidâydı.
“Köprü başına geldiğimizde açık olduğunu haber aldık. Bir belâ daha… Arabalardan indik. Büyük bir barkova bindik.
“Ne gıdiyeyim? Ben Babanın pöfierinden; öfierinden korkuyordum. Çünkü aklı zıvanadan çıkmış görünüyordu. Gayet asabî olduğu için kaldırıp kendisini denize atar. Atar mı atar. Vaktiyle bir meseleden dolayı böyle bir sabıkası da vardı.
“Her neyse. Sirkeci Bâbıâli caddesi yürüdük. Gece yarısına doğru Bâbıâzaptiyeden içeri girdik. Kelepçeliler ayrıldı, biri ifade odası denilen bir odaya soktular. Burada bir polis yatmış horluyordu. Kaldırdılar. Galatasaray’ında alelacele yazılmış olan jurnalimizi verdiler. Polis okur okumaz:
Verin içeriye!
Dedi. Bin doğruca Tevkifhaneye götürdüler. Üstümüzü yokladılar. Açılan bir kapıdan salmaya salıverir gibi içeriye attılar.
“Genişçe bir koridora açılmış bir takım odalar, hepsinden de ince, kalın, horultular, kesik, sürekli öksürükler geliyordu. Bu odaların birinden karşımıza biri çıktı. Bize Azerbaycan şivesiyle:
Buyurun beyler!
Dedi. Herifi takip ettik, bir odadan içeriye girdik. Herif derhal birimiz ikimize bir yatak serdi. Cidden söylüyorum, mis kokulu çarşaf, yorgan koydu. Ben daha yastığımdan görür görmez kendimden geçmeye başladım.
Reyler paralarınızı bana verin… Yoksa karışmam, çakürabilirsiniz.
Başka ne yapabilirdik? Verdik. Baba ile koyun koyuna yattık…
0 notes
sinagogkilise-blog · 1 year ago
Photo
Tumblr media
Çıkar şu murdarı başımdan
Olacak bu va… Souka biraz büyücek, Nizam’ın kafası küçücük olduğu için kulakları arasına kadar geçince aynı aynı öyle komik bir manzara çıkardı ki kahkahalarla gülmemek kabul edilemezdi. Daha tuhafı, Nâzım’ın güya kemal, takvasından elini şapkaya sürmekten de tevakkî ederek babaya:
“Çıkar şu murdarı başımdan!”
Demesiydi.
Elhasıl gülerken bir ara bölmeden içeriye tanımadığımız iki kişi girdi. Biri bana doğru edilerek kulağıma:
— Rasim Bey, Nâzım Bey kimdir?
Deyince gösterdim. Herif doğruldu. Nâzım’a hitaben Visit Bulgaria:
Buyurun Bey, sizi Merkezden istiyorlar!
Dedi. (Nâzım) da bet beniz attı. Takkeyi düzeltti. Fesi giydi. (Nuri Baba) o ikiden birini tanıyormuş, sebebi tevkifi sordu. Dedi ki:
— Şapka giymiş diye jurnal verdiler, komiser bey istiyor…
Bizde bir hayret!..
— Kim vermiş?
— Kasap Mehmed namında biri…
— Ne vakit giymiş?
— Bu gece!..
(Nâzım) titriye titriye kalkıp gitti.
“Artık bizde muhabbetler:
Subhanallah!.. Bu nasıl iş canım… Zavallı Nâzım donakaldı… Hasbünallah!.. Bak şu olan işe… Şimdi ne yapalım?.. Oğlana yazık!.. Baba ne olacak?
Baba eliyle sakalını sıvazladıktan sonra dedi ki:
— Ne olacak?.. Rasim, birer tane daha çakalım. (Voyvoda) komiseri (Yusuf) benim büyüğümdür, gidelim anlatalım, kurtarırız.
— Olur!..
Çaktık… Arkadaşlara:
Biz şimdi geliriz!
Diyerek yola düzüldük.
“Merkezden içeriye girdik, Komiserin odasına vardık. (Nâzım) melül ve mahzun oturuyordu. Bizi görünce ferahladı. Filvaki komiser, Babayı huzurda istikbal etti. Hal ve hatır sordu. Sebebi ziyaretini de anlamak istedi. Baba da anlattı. Komiser dedi ki:
— Vallahi Nuri Bey… jurnali veren adam buralardadır, çağırtayım, bir kere daha bulayım. Biraz bekleyin.
Zili vurdu. Gelen memura:
Kasap Mehmedi buldurun.
“Bir çeyrek sonra içeriye sarhoşluğu zan edilen halde biri girdi. Gözleri kapanıyor, herif bacakları üzerinde sallanıyordu. Komiser, ben ve Baba gülmeye başladık. Komiser:
Biraz geriye gel… (Nâzımı göstererek) şapkayı giyen bu muydu?
Ne dersiniz? Kasap uyanır gibi oldu. Gözleriyle üçümüzü süzdü.. Ağzından tükürük saçıyordu, bizi bir daha süzdü, ne dese beğenirsiniz?
(Nâzımı göstererek):
—. Hayır, bu değil. (Benimle Nuri Babayı başıyla işaret ederek):
— Bunlar idiler!
Biz yine birbirimize bakışarak gülüştük. Sözündeki tezadın işimize yarayacağına inanmıştık. Komiser:
— Peki, haydi, git… Nâzım Bey siz de teşrif buyurun… Nuri Baba siz biraz oturun.
Dedikten sonra masasının gözünden bir kağıt çıkardı. Bir şeyler yazdı. Nuri Babaya dedi ki:
— Yanınıza bir sivil efendi vereyim de siz Galatasaray’ına kadar gidin.
— Nasıl? Bizi mi tevkif ediyorsunuz, halbuki biz buraya şefaat için geldik.
Komiser ellerim oğuşturarak:
— Ne yapayım ki bu Kasap Mehmed. mabeyün hafiyesidir. Başka türlü bir şey yapamam.
—■ Yapma Yusuf Bey…
— Başka çarem yoktur, yazdığım jurnal da onun aleyhindedir, sizin lehinizdedir, al oku!..
Filvaki dediği gibiydi. Bir “Hasbünallah” daha!.,
— Şaka etme Yusuf Bey…
— Şaka değil, ciddi söylüyorum.
Demekle beraber zili vurdu, içeriye giren sivil memura:
— Al şu jurnali.. Beyleri Galatasaray’ına götür.
Çarşıya çıkartıldık. Memurla beraber Merkezden çıkarak Yüksek Kaldırımı tırmandık, Eski (Yani) birahanesinin önüne geldik. Dedim ki:
— Baba, şurada karnımızı doyuralım, ne olur ne olmaz!.
Benim içime bir şeyler doğuyordu. Bu teklife memur da icabet etti. Girdik, Memur da hemkâr oldu. Yedik içtik. Doğruca Galatasaray’ına gittik. Baba, yolda diyordu ki:
— Bizim Hafız Bey orada…
(Hâfız Bey) dediği o zaman jandarma tabur ağasıydı, Bilâhare alaybeyi oldu. Ben ile tanırdım. Mabeyine mensup kafiyelerden idi.
Adıma girdiğimizde kapıdan bir kere bak4, bakış o bakış, bir daha görünmedi. Komiser jumalınıza göz geçirir geçirmez zembereği boşanmış gibi birdenbire ayağa kalktı. Kaçlan şahlandı; jumaldan gözünü ayırmıyordu. Dışarıya çıktı. Taşlıkta bir fiskos başladı.
“Bem (Nuri Baba) ya, o da bana bakakalmış idik. Jurnal da bizi itham edecek harfi vâhid olmadığı halde bir komiseri böyle büyük bir ehemmiyetle saran sır acaba neydi? Bizi getiren sivil memur bile şaşkın şaşkın bakmıyordu. Elhasıl aradan beş on dakika geçtikten sonra bir jandarma neferi odaya girdi. İkimize birden sert bir surat ile:
— Haydi yürüyün!
Dedi. Yürüdük. Hapishaneye giden yol üzerinde alçak tavanlı loş bir odaya girdik. Görülmemiş bir manzara! Sağ tarafında kalın tahta parmaklıklı bir kapı, aralıklarından bir takım gözler bize bakıyordu. Sol tarafında bir yazı masası, üstünde bir kırbaç, kalem ve evrak. Bu masanın arkasında abdestli vecih bir polis çavuşu oturuyordu. Ama yüzümüze bile bakmıyordu. Odanın etrafı yüksek pervaneler olduğu için oturduk. Benim bacaklarım sallanıyordu. Nuri Baba, babahindi gibi kabararak kızarıyordu. Bu halinden korkmaya başladım. Çünkü baba bu hale geldi mi ondan öte ne yaptığını bilmez. Hatta korktuğum bir dakika sonra başıma geldi.
“Oturur oturmaz bizi getiren jandarmaya sordu:
— Biz burada mı kalacağız?
Köşeden müthiş bir şada:
— Sus!.. P
Baba yerinden fırladı, Polis çavuşunun gırtlağına sarıldı. Altına aldı. Tahta parmaklık arkasından da:
— Vur!
Sesleri yükseldi.
Anlaşılıyor a. Iş çığırından çıktı. Bir anda odanın içi polis, jandarma, sivil memurlarla doldu. Çavuşu baba elinden güç kurtardılar. Baba artık var kuvvetiyle alabildiğine bağıra bağıra sövüyordu. En nihayet ikinci üç jandarma hafız ve emanetinde olarak taşlığa çıkardılar. Baba aslanlar gibi köpürmüş, atılacak yer, adam arıyordu. Yanımıza elleri prangalı iki kişi daha kattılar. Galatasaray’ından çıkardılar. Nereye gidiyorduk? Jandarmanın biri dedi ki:
— Baba zaptiyeye!
Yaya mı?
— Varan varsa araba tut, ben sizinle binerim. ötekiler gitsinler!..
Baba, mürüvvet bir adamdı. Dedi ki:
— Onlara da bir araba tutun, anca beraber, kancaberişoif.
Arabalar tutuldu, bindik. Ben birbirini takip eden malum hâdiselerin tesiriyle ne but, ne kopuyorum. O tarihte (İkdam) da çalışıyordum. Bir ümidim var ise o da Zaptiye Nâzım Paşamın insaf nidâydı.
“Köprü başına geldiğimizde açık olduğunu haber aldık. Bir belâ daha… Arabalardan indik. Büyük bir barkova bindik.
“Ne gıdiyeyim? Ben Babanın pöfierinden; öfierinden korkuyordum. Çünkü aklı zıvanadan çıkmış görünüyordu. Gayet asabî olduğu için kaldırıp kendisini denize atar. Atar mı atar. Vaktiyle bir meseleden dolayı böyle bir sabıkası da vardı.
“Her neyse. Sirkeci Bâbıâli caddesi yürüdük. Gece yarısına doğru Bâbıâzaptiyeden içeri girdik. Kelepçeliler ayrıldı, biri ifade odası denilen bir odaya soktular. Burada bir polis yatmış horluyordu. Kaldırdılar. Galatasaray’ında alelacele yazılmış olan jurnalimizi verdiler. Polis okur okumaz:
Verin içeriye!
Dedi. Bin doğruca Tevkifhaneye götürdüler. Üstümüzü yokladılar. Açılan bir kapıdan salmaya salıverir gibi içeriye attılar.
“Genişçe bir koridora açılmış bir takım odalar, hepsinden de ince, kalın, horultular, kesik, sürekli öksürükler geliyordu. Bu odaların birinden karşımıza biri çıktı. Bize Azerbaycan şivesiyle:
Buyurun beyler!
Dedi. Herifi takip ettik, bir odadan içeriye girdik. Herif derhal birimiz ikimize bir yatak serdi. Cidden söylüyorum, mis kokulu çarşaf, yorgan koydu. Ben daha yastığımdan görür görmez kendimden geçmeye başladım.
Reyler paralarınızı bana verin… Yoksa karışmam, çakürabilirsiniz.
Başka ne yapabilirdik? Verdik. Baba ile koyun koyuna yattık…
0 notes
kurtlukiraz · 1 year ago
Link
Ne yazık ki, yıllar içinde sevdiğimiz Kardashian ailesinin üyeleri Kris, Kourtney, Kim ve Khloe belgeselde yer almayı reddettiler.Doğal olarak 73 yaşındaki Caitlyn'in neden katılmaya karar verdiğini öğrenmek ilgimizi çekti."Evet, bu Kris'in kararıydı [not to take part] ailenin o tarafıyla. O benim hayatımı yönetmiyor, bu yüzden yapmak istediğimi yapabilirim. Bu yüzden bu hikayenin düzgün bir şekilde anlatıldığından emin olma ihtiyacı hissettim," diye anlatıyor belgeselin lansmanından önce Teams'de sohbet etmek için buluştuğumuz sırada.Caitlyn, görünüşünü tamamlamak için modaya uygun, yumuşak ve gösterişli bir kıyafet giymiş, ancak kameralara ve ışıklara rağmen Londra'daki Rosewood Oteli'nde dinlenirken her zamanki kadar rahat.Şöyle devam ediyor: "Buna dahil olmamın sebebi aile üyelerinden hiçbirinin bu projeye doğrudan dahil olmamasıydı. Ama dürüst olmak gerekirse çocuklarımı seviyorum. Onların gerektiği gibi temsil edilmelerini istiyorum. Çocuklarıyla, onların başarılarıyla ve hayatlarında neler yapabildikleriyle daha çok gurur duyan ebeveynler."Ve bunu doğru yaptıklarından emin olmak istedim. Her biri, sadece televizyonda veya bu programda gördükleriniz değil, tüm çocuklarım ve her biri çok başarılı. Ve ben çok gururlu bir ebeveynim. . İnsanların bunu bilmesini istiyorum. Burada doğru mesajı aldıklarından emin olmak istiyorum. Bazen medya oldukça sert olabiliyor."Buna benzer daha fazlaPeki Caitlyn belgeselden önce ailesinin onayını aldı mı?"Hayır, aslında yapmadım. Yıllardır Kris'le hiçbir iletişimim olmadı. Ben kendi kendimin patronuyum. Yapmak istediğim şeyi yaparım. Böylece hikayeyi yazmaya karar verdim ve umarım aileyi çok olumlu bir şekilde temsil etmişimdir" diye açıklıyor."Çocuklarımla her zaman konuşuyorum. Ve bu konuda hiçbir sorun yaşamadık. Sadece hikayenin doğru anlatıldığından emin olmak istiyorum!"Bununla birlikte, Caitlyn ne hakkında konuştuğuna çok "dikkatli" davrandı ve şunu ekledi: "Dediğim hiçbir şey yok, 'Ah, hakkında konuşmayacağım' [that]' ama ne konuştuğuma çok dikkat ediyorum. Çok uzun zamandır bu medya işini yapıyorum ve aileme olumlu bir ışık tutmaya çalışıyorum. Hepsini seviyorum. Hepsi 10'u. Ve medya bana ne derse desin bununla başa çıkabileceğimi düşünüyorum."Kim Kardashian, Kardashian'larda. Hulu Fotoğraf Hulu'nun izniyleGeçmişi 1995 yılına kadar uzanan geçmiş yıllarda ailenin inceleme altına alındığını gördük; Rob Kardashian Sr., cinayetle suçlandığı 1995'teki cinayet davasında arkadaşı ve Amerikan futbolcusu OJ Simpson'ı temsil etmişti. eski karısı Nicole Brown Simpson ve arkadaşı Ronald Goldman - Kim Kardashian'ın 2007'de erkek arkadaşı rapçi Ray-J ile olan seks kasetine ve yakın zamanda Kim'in kocası ve dört çocuğunun babası rapçi Kanye West'ten boşanmasına.Bunun yanı sıra, 2015 yılında Caitlyn Jenner, Diane Sawyer ile ABC News röportajı sırasında trans kadın olduğunu açıkladıktan sonra yasal olarak cinsiyetini değiştirdi."Buna biraz alıştım çünkü uzun süredir kamuoyunun önündeyim; son olarak, 50 yıldan bahsediyoruz, kamuoyunun önündeyim ve medyanın nasıl çalıştığını biliyorum. " Caitlyn açıklıyor."Medyanın ne kadar iyi olabileceğini biliyorum ve medyanın ne kadar acımasız olabileceğini biliyorum, ailem de öyle. Bunu uzun zamandır yapıyorlar. Yaptıkları işte çok deneyimliler. Kişisel olarak benim için, Yanlış tanıtılmamdan nefret ediyorum ve bu beni rahatsız ediyor ama yoluma devam ediyorum."Bunun birisinin ortaya koymak istediği bir hikaye olduğunu biliyorum ve bunu bir şekilde kendi haline bırakıyorum. Eğer o kişiyle bir tartışmaya girerseniz, bu sadece sorunu devam ettirir. Genel kamuoyunun dikkat süresi bazen çok kısadır ve biz Bundan sonra bir sonraki krize geçelim."Caitlyn Jenner Kardashian ailesiyle birlikte2007 yılında aile, E!'nin piyasaya sürülmesiyle büyük çıkışını yaptı! reality TV dizisi Keeping Up with the Kardashians. Bu, eninde sonunda onları ünlü kraliyet ailelerine ve bugün tanıdığımız multi-milyon dolarlık iş dünyasının patronlarına fırlatacaktı; Caitlyn bize bunu hiç hayal etmediğini söylüyor."Geleceğini hiç görmüş müydüm? O kadar büyük bir olay değildi. Her zaman bazı aile üyelerinin, özellikle de Kimberly'nin bu duruma sahip olduğunu biliyordum. Kimberly en başından beri iş konusunda oldukça bilgili biriydi" diyor.O zamandan bu yana aile, aralarında Kourtney ve Khloe Take Miami, I Am Cait, Kocktails with Khloe ve Rob & Chyna'nın da bulunduğu çok sayıda spin-off şovun yanı sıra Jenner'ın kız kardeşini de içeren Kylie's Cosmetics başta olmak üzere birçok kazançlı iş modeli başlattı. Forbes'a göre şu anda 26 yaşında olan 21 yaşındaki en genç milyarder oldu. Aile imparatorluğunun başındaki 67 yaşındaki anne ile birlikte ailenin başarılarından dolayı Kris'e teşekkür etmesi gerekiyor.Caitlyn şöyle devam ediyor: "Kris, onunla tanıştığımda Beverly Hills'li bir ev hanımıydı ve bunların içinde çok zeki ve kaba bir iş kadını olduğunu çok az biliyordum."Başlangıçta konuşma işiyle başladık ve onu inşa etmeye başladık, sonra bilgilendirici reklam dünyasına girdik ve sonunda Keeping Up programı geldi ve bunu satmayı başardık ve yani son 20 yıldır devam etti. Yıllardır Kardashian markasını inşa ediyorum ve harika bir iş çıkardı."Devamını oku:Hiç şüphe yok ki Kardashian klanı ve Kylie ve Kendall'ın da dahil olduğu geniş Kar-Jenner ailesi, son on yılda özellikle ünlüler dünyasına ve sosyal medyaya hakim oldu. Ancak daha bilinçli fenomenlerin yükselişiyle birlikte, daha çok zenginlikleri ve lüks yaşam tarzlarıyla tanınan kız kardeşlerin artık akraba olunamaz hale gelip gelmeyeceği tartışıldı.Caitlyn, "Dürüst olmak gerekirse, ailenin bu tarafının önemsiz hale gelmesinden endişe duymuyorum. Yani, son 20 yıldır konuyla alakalılar" diyor."Hollywood'u düşünüyorsunuz; aktrisler gelip gidiyor ve ateşliler, büyük bir filmleri var ve sonra gidiyorlar. Aile uzun yıllardır bu konuyla alakalıydı ve bugün de öyle olmaya devam ediyor. Bakın, hey, 20 yıl sonra burada oturuyoruz ve tüm bunları konuşuyoruz!"Ailede pek çok hikaye var ve çok iyi bir iş çıkardılar. İlgisiz kalma konusunda endişelendiklerini sanmıyorum. Kesinlikle bu konuda endişelenmiyorum çünkü bundan beslenmiyorum. özel zamanlar. Halka açık zamanlardan keyif alıyorum. Ve bir sonraki projeye geçiyorum."Bilgilerinizi girerek şunları kabul etmiş olursunuz: Şartlar ve koşullar Ve Gizlilik Politikası. Aboneliğinizi istediğiniz zaman iptal edebilirsiniz.20 sezonun ardından Keeping Up with the Kardashians 2021 yılında iptal edildi. Ancak ailenin 2022 yılında yepyeni Hulu ve Disney Plus serisi The Kardashians ile ekranlarımıza dönmesi çok uzun sürmedi.Aile şu anda yeni şovun dördüncü turunda, ancak Caitlyn daha önce E!'de yer almasına rağmen henüz ortaya çıkmadı. göstermek."Benden hiçbir zaman şovda yer almam istenmedi ve kesinlikle şovda yer almamı da beklemiyorum. Yani evet, hayatıma bir nevi bu perspektiften devam ettim" diye açıklıyor.Sky belgeselinin, Kardashian ailesinin zaten iyi duyurulan hikayesine ne katacağını umduğu konusunda şunları söylüyor: "Bence her zaman öğrenilecek çok şey var. Her ne kadar gerçekten sadece ilk bölümü izlemiş olsam da, bu çok nazik bir davranış. başladığımız yerin ve gösteriye nasıl dahil olduğumuzun inşası hakkında, geri kalanını görmek için can atıyorum. Televizyon bazen sanki muhteşem olmanız gerekiyormuş gibi olabilir, tartışmalara sahip olmanız gerekir. Bu şirketin tüm çocukları gerektiği gibi temsil edeceğini düşünüyorum."House of Kardashian, 8 Ekim Pazar günü Sky Documentaries'de ve ŞİMDİ yayınlanıyor.Belgesel kapsamımıza daha fazla göz atın veya neler olduğunu öğrenmek için TV Rehberimizi ve Yayın Rehberimizi ziyaret edin.Radio Times dergisini bugün deneyin ve yalnızca 10 £ karşılığında 10 sayıya sahip olun, AYRICA evinize teslim edilen 10 £ John Lewis and Partners kuponu - şimdi abone ol. TV'nin en büyük yıldızlarından daha fazlası için dinleyin Radyo Times Podcast'i.
0 notes