Tumgik
#Kaygı Sözleri
yazan-kalem-siyah06 · 8 months
Text
Tumblr media
Uzun bir yazı ama okumaya değer
Yusuf (A.S.) ile Zeliha'nın evlenmesi
İlk yedi yılın içinde olan, ne kadar hububat elde edildiyse, Yusuf (a.s.) eliyle anbarlarda, Hazret-i Yusuf'un dediği yolda saklandı. Ve anbarlara Yusuf (a.s.) kendi mührünü vurdu.
Haberde şöyle gelmiştir:
Hazret-i Yusuf, zindandan çıktıktan sonra iki yıl geçince, Zeliha'nın kocası ve Hazret-i Yusuf'un Efendisi olan Aziz-i Mısır öldü. Sultanın bütün malının defteri ve hesabı Hazreti Yusufça bilinmekteydi. Aslını da tamamiyle kaydetmişti. Bundan ötürü Sultan bütün hazinesini ona ısmarlamış, emanet etmişti. Yusuf (a.s.) Mısır Sultanının Hazinedarı olmuştu. Bu hal üzerine birkaç gün geçti. Birgün Sultan ona:
-Ey Yusuf! dedi. Şu doğruluğunu ki, sen efendin hakkında göstermiştin. Onun tuz ve ekmeğini gözettin. Evine hiyanet etmedin. Şimdi benim gönlüm şunu diliyor ki sen o hatunu helallik yolunda kabul edesin. Hazret-i Yusuf da Sultanın bu sözünü kabul etti. Sultan, adı Zeliha olan O kadını Hazret-i Yusuf'a verdi. Hz. Yusuf'la Zeliha biraraya geldikleri zaman Zeliha'nın gönlüne şöyle bir kaygı düştü:
-Ben Yusuf'u, sevdiğimden ve ona gönül verip döşeğime çağırdığımdan ötürü Yusuf öyle sanır ki ben başka kimseye de öyle yaparım. Ve beni hain ve kahpe bir kadın sanır: "Benimle böyle iş eden, başka bir kişiyle etmez mi?" der! dedi.
Zeliha, bu düşüncede iken Hz. Yusuf ona el uzattı. Zeliha, kendisini Hz. Yusuf'tan geri çekti, teslim olmadı. Ona:
-Ey Yusuf! dedi. Bana izin ver. Önce sana bir haberim var. Onu söyleyeyim. Hazret-i Yusuf da:
-Söyle ya Zeliha! dedi. Zeliha da:
-Ey Yusuf! dedi. Ben seni sevdiğimden ve sana bu yolda bağlandığımdan ötürü benim kötü ve hain bir kadın olduğumu sanma! Senden başkasına da böyle edeceğimi de zannetme. Bir erkek ki senin gibi olursa ve dünya içinde senden güzel olmazsa ve kadın ki benim gibi olur ve gençliğin, güzelliğin çağında bulunursa, kocam eksik güçte olur ve karısına erkekliğini göstermeye gücü olmazsa bu haller ile kadın senin gibi bir yiğide gönül verse onu mazur görmek gerek olduğu gibi, yaptığını ayıplamamak da gerektir. Sen bil ki, ey Yusuf, ben hiçbir zaman erkek istemedim. Ve senden başka bir kişiye gönül vermedim ve kimse bana el uzatmış değildir. Ben de Allahü Teala'nın mührü ile duruyorum. Anamdan nasıl doğdu isem, öyleyim!
Yusuf (a.s.) bu sözleri işitince sevindi. Ta ömrü sona erinceye kadar Hz. Yusuf'la birlikte yıllar yaşadı. Hak Teala bütün peygamberlerin kadınlarını zinadan korumuş, saklamıştır. Kafir kadın da olsa zinaya meyletmemişlerdir. Onlar gibi hiçbir peygamber de günah işlememiştir. Hatta peygamberlik gelmeden önce de puta secde etmemişlerdir. Nasıl ki İbrahim (a.s.) çocuk iken, babası zorlar, onu puta secde ettiremezlerdi.
Yusuf (a.s.) Zeliha ile çok zaman yaşadı. Hazret-i Yusuf'un Zeliha'dan iki oğlu oldu. Birisinin adı Efrayim ötekinin adı Menşa idi. Yusuf (a.s.) Sultanın hazinebaşı oldu. Bütün malını ve hazinelerini avucu içine aldı. Sultan, sonra, ona Hazinebaşılık görevinden başka vezirlik de verdi. Bütün Mısır ülkesini Hazret-i Yusuf'a emanet etti, ısmarladı. Ve sultan o halde idi ki Yusuf (a.s.)'ın buyruğu olmadan hiçbir iş yapmazdı. Gönlü Mısır ülkesine yapılacak her neyi dilese, Yusuf (a.s.)'a kimse engel olamazdı. Nitekim Hak Teala şöyle buyurmuştur: "Biz Mısır ilinde Hazret-i Yusuf'a o kadar güç verdik ki, O, ne dilerse onu yapardı. O bir işi nerede dilerse orada olurdu." "Biz rahmetimizi kime dilersek ona yetiştiririz. Ve biz, iyilerin iyiliğini ve ahiret mükafatını kaybettirmeyiz." (Yusuf suresi, ayet: 56)
Bir rivayete göre, Zeliha günahını itiraf edip Aziz-i Mısır kendisini boşamıştı. Çok kişiler onunla evlenmek istemişti. Fakat o kabul etmedi, varmadı, onlarla evlenmedi. O, Hazret-i Yusuf'un aşkından mest olmuştu. Tamam on sekiz yıl ağladı. Her kim Yusuf'tan haber verse, onun adını ansa o kişiye çok mal dağıtırdı. Ve Hazret-i Yusuf'un resmini duvara çizdirmişti. Daima ona bakar:
-Ey Yusuf! diye ağlardı.
O hale geldi ki gözleri görmez oldu. Beli de büküldü. Malı da kalmayarak yoksullaştı, fakir oldu. Bütün dostları ondan yüz çevirdiler. Bir gündü Hazret-i Yusuf gezintiye çıkmıştı. Geri dönüp gelirken Zeliha'ya:
-İşte Yusuf geliyor! dediler. O da:
-Beni onun yoluna götürün! dedi. Onlar da Zeliha'yı alıp Hazret-i Yusuf'un yolu üstüne ilettiler. Hz. Yusuf ona yaklaşınca Zeliha ona seslenip:
-Ey nefsine sabreden kişi! İnsan kul iken sultan olurmuş, sultan iken de kul olurmuş! dedi. Hazret-i Yusuf bu sözleri işitti:
-Şu söz söyleyeni sorun, kimdir? dedi ona:
-O, Zeliha'dır! dediler. Hazret-i Yusuf da atının başını çekti:
-Ey Zeliha! dedi. İyi misin? Hoş musun?
Zeliha da bunu işitip aklı başından gitti. Yere düştü. Az sonra da aklı başına geldi. Yusuf (a.s.) da:
-Sana ne oldu ki böyle oldun? diye sordu. Zeliha:
-Senin aşkından ötürü, işte böyle yoksul oldum! dedi. Hazret-i Yusuf :
-Ya gözlerine ne oldu? diye sordu. O da:
-Senin için ağladığımdan kör oldum! dedi.
Hz. Yusuf:
-Ya belin neden büküldü? dedi. Ve şu cevabı aldı:
-Senin derdinden büküldü?
-Ya malını neyledin?
-Senin aşkının yolunda üleştirip dağıttım! O zaman Hazret-i Yusuf:
-Senin hakkın bende çoktur! dedi. Dile benden ne dilersen? Zeliha da:
-Gözlerimi dilerim! Ta ki senin güzelliğine bakayım! dedi. Hazret-i Yusuf:
-Bunca zahmet içinde de aşkı unutmadın mı? diye sordu. O da:
-Kamçını bana ver! dedi. Hz. Yusuf da kamçısını Zeliha'ya verdi. Kadın bir kez:
-Ahhh! çekti. Kamçı bu ahtan ateş gibi oldu. Onu yine Hz. Yusuf'a geri verdi. O da elim yanmasın diye kamçıyı elinden attı. Zeliha:
-Ey Yusuf! dedi. Bunca yıldan beri ben kocamla bu ateşi, yüreğimde sakladım. Sen erliğin erkekliğinle niçin bir an için olsun tutamadın?
Yusuf (a.s.) bu halleri görünce içi yandı, özü tutuştu. Buyruk vererek Zeliha'yı saraya götürdüler. Cebrail (a.s.) geldi.
-Ey Yusuf! dedi. Zeliha'ya sor ki Cenab-ı Hak'tan dileği nedir? Hazret-i Yusuf da sordu. O da:
-Gençliğim, gözlerim ve güzelliğim, hem de senin helalin, eşin olmak! İşte dileğim bu! dedi.
Yusuf (a.s.) dua etti. Hak Teala da duasını kabul etti. Yüce Yaradan Zeliha ne dilemiş ise ona verdi. Yusuf (a.s.) sonra Zeliha'yı nikahlayıp aldı. Daha önceden Müslüman olmuştu. Yusuf (a.s.) ona din, diyanet ve şeriat öğretti. Böylece Zeliha muradına erişti, çok sevindi. İbadetle vaktini geçirdi! Ama Yusuf (a.s.) her ne zaman Zeliha ile aşk oyunları oynamak istese Zeliha razı olmazdı.
......
Kaynak: a.g.e. ; S. 281
#PeygamberlerTarihi
8 notes · View notes
onderkaracay · 2 years
Text
Tumblr media
🗣️ Ebed Devlet
Türklerde devlet-i ebed müddet demek sonsuza kadar sürecek devlet demektir.
Ebed devlet Mustafa Kemal Atatürk'ün yaptığı devrimler ile kurulan Türkiye Cumhuriyeti ile dünyada yaşam buldu.
1938 tarihinden bugüne bunca saldırı, soygun, talan ve kötülüğe karşı hala ayakta ise bunun sırrı budur.
Yaşamsal bir mücadelenin sonrasında kurulmuş önceki bütün Türk devletlerinin devamı ve sonsuza kadar kalesidir Türkiye Cumhuriyeti.
Devlette devamlılık esastır.
Kadim devlet devleti yönetenler demek değildir.
Kişiler gelip geçicidir. Yönetim sistemleri, hileyle gücü ve devleti ele geçirmek geçicidir.
Bugün kişiler ve yaptıkları kendi önlerine kendileri bir engel olarak çıkıyorsa o mesajı almamışlar demektir.
Devlette dayatmacı tutumların sürdürülebilir bir ömrü yoktur.
Devlete ve ulusa daha fazla zarara dönüşür.
Mevcut Cumhurbaşkanı diyor ki ben gidersem devlet gider.
Adama sormazlar mı senden önce böyle bir kaygı yokken kendin bu kaygıya neden kapıldın? Bu toplumdan neyi gizliyorsun?
Yirmi yılda ne yaptınız ki devlet gider noktasına devleti getirdiniz.
Yetki sizdeydi buna neden izin verdiniz?
İşte biri çıkar altından kalkması çok zor iki soru sorarak sizi bitirir.
Bu ziyniyetten yetkiyi almak isteyen muhalefet partileri bunu soruyor mu ya da neden yarım ağır yerine tam ağız sormuyorlar?
Yanıtı çok basit.
Hepsi bugüne kadar kurulan sürdürülebilir sömürge düzenini devam ettirmekten yanalar.
Bu ülkenin ve toplumun sorunu üretim ve ekonomi olduğu halde bu konuda bir çözümü olan siyasi parti var mı?
İktidar olursam kamulaştırma yapacağım halktan çalınan tüm üretim ve hizmet araçlarının tamamını halka geri vereceğim diyen bir siyasi parti var mı?
Yok!
Yok ise biz size o zaman neden oy verelim?
Anayasadan Türklüğü çıkarmak için mi oy verelim?
1921 Anayasası ile etnik ve mezhepsel bölünmeyi getirecek olan federasyonu isteyen zihniyete mi oy verelim?
Laikliği hedef alan ve yerine şeriat dayatanlara mı oy verelim?
Dünyanın her yerinden getirilen göçmenler ile demografik yapımızı bozmak isteyen emperyalist niyete mi oy verelim?
Aman holdinglere, bankalara, holdingleşen tarikat ve cemaatlere, bunları yaşatan siyasi partilere, halkı aldatan medyaya bir zarar gelmesin toplum ne olursa olsun diyenlere mi oy verelim?
Anayasa tanımayanlara ve onlara dolaylı destek olanlara mı oy verelim?
Partisiz yönetimin ve kamulaştırma devrimi kararlarını alma gerekçelerini gördüğünüz gibi kendileri hazırladılar.
Her zulüm kendi sonunu kendi yaptıkları ile getirir gerçeği yaşanıyor.
Cumhurbaşkanı adayı kim olmalı sorusunu kaç yıldır tartışan ve tartıştıran bir anlayışın kendisi bu toplum için bir tehdittir.
Devletin ve ulusun geleceği kişiler üstü bir durumdur.
Kişiler gelip geçicidir. Devlet ve ulus kalıcıdır.
Mustafa Kemal Atatürk'ün Türkiye Cumhuriyeti devleti ve Türk ulusunun yaptığı devrimler ile ilgili söylediği sözlere kulak vererek anlam vermenin zamanı gelmiştir.
Bakın büyük dahi neler diyor ve bu sözleri aslında ne anlama geliyor yazının sonunu bununla bitirelim.
✓ Benim naçiz vücudum bir gün elbet toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.
🗣️ Kurucusunun kendi şahsının geçici, ilkelerinin kalıcı olduğu bir devleti yıkmaya kalkanların kalıcı olmaları beklenebilir mi?
✓ Biz Türkler, ruhen demokrat doğmuş bir ulusun yurttaşıyız.
🗣️ Türklerde hukuk önünde herkes birbirine eşittir. Kimsenin midesi kimseden büyük değildir. Türklerde sınıf ayrımcılığı ve üstünlüğü yoktur. Neyi ortadan kaldırmak gerektiğini bize söylüyor. Yarın kalan devrimin konusu budur.
✓ Bu devletin halife ile alaka ve münasebeti yoktur.
🗣️ Mustafa Kemal Atatürk dini devlete ve siyasete ilk bulaştıran son peygamberin dini devlete ve siyasete alet edilmemesi gerektiğini devrim yaparak gerçekleştirmiş birisi olduğu için onun bu devrimin yerine başka bir şey koymak mümkün değildir. Atatürk yaratan ile yaratılan arasında bir başka yaratılanın olmaması gerektiğini ortaya koymuş ve bundan çıkar sağlamayı önlediği için hedef olmuş bir dahidir. Yenilmez olmasının sebebi de budur. Devletin dini, dinin devleti olmaz.
✓ Bu inkılâp ulusun selameti ve hak namına yapıldı.
🗣️ Kadim devletin sırrını bilmek gerekir. Türkiye Cumhuriyeti kadim bir devlettir. Ata Türk ismiyle kutalmış hakanların ortaklığı ile hak adına kurulmuş ve sonsuza kadar yaşaması için yaratan tarafından bu hakkın verildiği bir devlettir. Kadim devlet ona sahip çıkan kadim ulusa aittir.
] Önder KARAÇAY [
11 notes · View notes
gundemarsivi · 10 days
Text
Tumblr media
Tarımı Amerika’ya Kimler Teslim Etti? (4)
✍🏻 Yılmaz Dikbaş
https://www.gundemarsivi.com/tarimi-amerikaya-kimler-teslim-etti-4/
Türk Tarımını Amerika’ya Teslim Edenler Zincirinin Halkalarını Tanımayı Sürdürelim.
8. BAŞBAKAN BÜLENT ECEVİT
Bülent Ecevit’in sattığı vatan varlıklarının sadece bazılarını paylaşıyorum:
Sivas Demir Çelik İşletmesini sattı.
Konya Krom Manganez A.Ş‘yi sattı.
Yarımca Porselen’i sattı.
Yenice SEK Süt Toplama Merkezi‘ni sattı.
SEK Giresun Süt ve Mamulleri İşletmesini sattı.
Çimento fabrikalarını sattı.
KÖYTEKS A.Ş.’nin 21 hazır giyim makinesi ve 63 örgü makinesini sattı.
Bülent Ecevit, “Halkçı”, “Karaoğlan” ve bir kesim tarafından “Solcu” olarak biliniyordu. Dağlara, taşlara adı yazılan Halkçı Ecevit neden ABD’nin yıllar önce Türk hükümetlerine koymuş olduğu “Fabrika kuramazsınız!”, “Sanayi yatırımları yapamazsınız!”, “Tarımı destekleyemezsiniz!” emirlerini kaldırmadı? Karaoğlan Ecevit, Türk çocuklarının eğitimini ABD’ye teslim eden anlaşmayı neden yırtıp atmadı? ABD Dışişleri Bakanı, Siyonist Yahudi Henry Kissinger’in öğrencisi olan Bülent Ecevit, ABD’nin emirleri dışına çıkmadı, çıkamadı!
Bülent Ecevit, ilkokulu bile bitirmemiş, sıradan bir vaiz olan Fethullah Gülen’in elinden “ödül” aldı! Ödül töreninden sonra Halkçı Ecevit, Fethullah Gülen’le ilgili şu sözleri söyledi:
“Ben bugünkü gözlemlerim içinde Fethullah Gülen’i ve çevresindekileri rejim için kaygı verici bir durumda görmüyorum. Laiklik açısından bir tehdit olmadıkları izlenimimi alıyorum… Bilimin de izah edemediği konular var. Din, çok hassas bir konudur.”
Halkçı Ecevit’in bu söyledikleri üzerinde herkes, özellikle de kendilerini Atatürkçü olarak görenler dikkatle durmalı, uzun uzun düşünmelidir. Yukarıdaki söylemiyle Ecevit, Cumhuriyet’in yalnız “laiklik ilkesini” çiğnemekle kalmıyor, Atatürk’ün “Hayatta en gerçek yol gösterici bilimdir” sözlerini de yok sayıyordu!
9. BAŞBAKAN YARDIMCISI ERDAL İNÖNÜ
Erdal İnönü, Sosyal Demokrat Halkçı Parti’nin (SHP) genel başkanıydı. 20.11.1991 – 25.06.1993 sürecinde Başbakan Süleyman Demirel hükümetinde başbakan yardımcısı oldu. 25.06.1993 – 05.10.1995 sürecinde ise Başbakan Tansu Çiller hükümetinde başbakan yardımcısı oldu.
Muhalefette iken Erdal İnönü, vatan varlıklarının satışı demek olan “özelleştirmeye” şu sağlam mantıkla karşı çıkmıştı:
“Eğer satılmak istenilen varlıklar kâr etmiyorsa zarar ediyor demektir. Zarar eden işletmeleri özel kesim alır mı? Yok eğer işletmeler kâr ediyorsa neden özelleştirilip bu kâr başkalarına verilsin?”
Erdal İnönü, başbakan yardımcısı olduktan sonra görüşünü değiştirdi ve önüne gelen tüm vatan varlıklarının satışı altına imzasını attı, onay verdi. Erdal İnönü’nün özelleştirilmesine onay verdiği çok sayıda vatan varlığından sadece tarım ve gıda sektöründe olan bazılarını paylaşıyorum:
SEK İzmir-Tire Süt Toplama Merkezi ve Çatalca Süt Toplama Merkezi.
Süt Endüstrisi A.Ş. ile Yem Sanayi A.Ş.’nin toplam 20 işletmesi ve taşınmaz malları.
Özellikle şeker pancarı üreten Türk çiftçisine parasal destek sağlamak amacıyla kurulmuş olan Şekerbank’ın satışı.
Tavşanlı Yem Sanayi ve Çukurova Yem Sanayi’nin satışları.
Türk tarımının ihtiyaçlarının başında gelen traktör üretimi yapan Türk Traktör’ün İtalyanlara satışı.
Günde 220 bin ekmek üreten Ankara Halk Ekmek’in satışı.
Salça, hazır yemek, konserve ürünleri, makarna, süt ve süt ürünleri üreten TAT Konserve’nin satışı.
Çay üreticilerine parasal destek sağlamak amacıyla kurulmuş bir banka olan Çaybank’ın satışı.
Meyve suyu üreten Meysu’nun satışı.
Erdal İnönü, şu yörelerdeki toplam 27 yem fabrikasının satışını imzaladı: İstanbul, Sivas, Bandırma, Kars, Samsun, Bursa, Çankırı, Elazığ, Konya, Uşak, Erzurum, Siirt, Diyarbakır, Tunceli, Van, Kırklareli, Muş, Çaycuma, Adıyaman, Korkuteli, Acıpayam, Göksun, Kızıltepe, Yatağan, Adapazarı, Tatvan ve Hilvan.
Şu yörelerdeki toplam 28 SEK Süt ve Süt Ürünleri işletmesinin satışını imzaladı: Adana, Amasya, Afyon, Çankırı, Erzincan, Erzurum, Eskişehir, Trabzon, Sinop, Balıkesir, Burdur, İzmir, Muş, Sivas, Bolu, Çorum, Elazığ, İstanbul, Tunceli, Bayburt, Çan, Havsa, Siverek, Yatağan, Yüksekova, Solaklı, Lalahan ve Adilcevaz.
Erdal İnönü, şu yörelerdeki toplam 12 Et ve Balık Kurumu (EBK) kombinasının satışına imza attı: Ankara, Afyon, Malatya, Kars, Elazığ, Şanlıurfa, Bursa, Kastamonu, Ağrı, Suluova, Tatvan ve Bayburt.
Erdal İnönü, başbakan yardımcılığı dönemlerinde izlenen dış politikada, Irak ve Suriye’ye karşı Siyonist İsrail devletinden yana olmuştur.
Değerli Dostlar,
Vatan varlıklarını satanlar zincirinin halkalarını yazmayı sürdüreceğim…
Yılmaz Dikbaş
10 Eylül 2024, Salı
0532 233 31 52
0 notes
Text
10.03.2024 BIPOLAR ARCHITECTURE KONSERİ (KADIKÖY SAHNE)
Tumblr media
Yakın zamanda yeni albümlerini yayınlayan “Bipolar Architecture” benim severek dinlediğim bir grup. Bu yüzden konserden ve gruptan kısaca bahsetmek istiyorum. Kendilerini “Blackened Post Metal” janrında tanımlayan arkadaşlarımızın kuvvetli “Single”ları ve iki adet albümleri var. Bana “Atmosferik Black Metal Vibe”ları yanı sıra Avusturyalı diğer bir sevdiğim grup olan "Harakiri For The Sky"ı anımsatıyorlar. “B.A.”nın Müzikal altyapısı ve atmosferi çok yoğun. Bu yüzden gittikleri, çaldıkları her yerde ekstra özenli bir ses sistemiyle karşılanmaları lazım diye düşünüyorum. Çok tecrübeli bir davulcuları, Yeterliliği yüksek bir vokalleri ve histerik gitarları var. “B.A” sahneye çıkmadan önce “Damocles” ve “Sevengill” isimli iki tane kıymetli grup izledik. “Damocles” kütür kütür çaldı ve kulakların pasını silerek bizi geceye hazırladı. Nacizane benim deneysel "Doom Metal" olarak tanımladığım “Sevengill” dinlemek gerçekten enteresan bir deneyimdi. Buna benzer bir hissiyatı sanki yurtdışında izleme fırsatı bulduğum “Bell Witch” konserinde almıştım (Onlarda yakın zamanda geliyormuş sanırım.) İki grupta takip edilip, bol bol dinlenecek, kendime söz.
Tumblr media
Kadıköy Sahne biraz sıkıntılı bir yer. Mekân büyük değil, küçük değil, orta şeker sayılabilecek kapasitede, Kadıköy’ün Bahariye’ye yakın olan kısmında yer alan bir konser salonu. Ses ve akustiği nispeten yeterli (Gerçi “Harakiri For The Sky” iyi bir ses almıştı.) ama esas problem mekânın içerisinde ki kolon sayısı. Üzerinde ki binayı taşımak için olsa gerek, hemen her yerde sahneye bakarken bir kolona denk gelebilirsiniz. (Bipolar Architecture konseriyle çok uyumlu bir yer değil mi kehkeh..) Eskiden "Pilli bebek" ve başka Türk grupların konserlerini izlemeye gittiğim bir yer olan Kadıköy Sahne, seyirci açısından bazen zorlayıcı olabiliyor fakat “B.A.”nın enerjisi bu durumun üstesinden geldi diye düşünüyorum.
Tumblr media
Yeni albümleri “Metaphysicize”in lansman gecesi olduğu için art arda bu albümden şarkılar dinliyoruz. “B.A” albüm kaydından dinlendiğinde sizi depresif manada büyüleyebilecek bir grup. İlk albümleri olan “Depressionland” ismiyle “Sound”ları gerçekten çok uyumlu. Bu albümden parçaları canlı olarak önceki senelerde “Bosphorus Metal Fest” kapsamında “Kadıköy Wall”da dinlemiştim. Grubun performansı ve kondisyonu çok iyi. Konser boyunca hiçbir düşüş yaşamadan müziklerini bize sunmaya, mistik, aksak ataklar yapmaya devam ettiler. “B.A” Grubunun yurtdışı konserleri ve festival takvimleri yoğun. Özellikle ben ilerleyen süreçte tam bir festival grubu olabileceklerini ön görüyorum. Hissiyatlı bir iş yapıyorlar ve bunu seyirciye iyi şekilde geçiriyorlar. Harç sağlam, mühendislik kaliteli; bu binayı oraya dikerler!
Grubun tek Türkçe sözlü şarkısı olan “Kaygı” benim için ayrı bir önem taşıyor. Bu konserde canlı dinleme fırsatı bulduk. Ben kendi adıma paralize olup, kıpırdayamadan şarkıyı olduğum yerde dinledim. Temposu yavaş yavaş yükselen bir anksiyete krizinin müzikal anlatımı gibi olan, sözleri çok anlamlı “Kaygı” şarkısını kesinlikle dinlemenizi tavsiye ederim. Gözlemime dayanarak kolaylıkla söyleyebilirim ki seyircide benimle aynı hissiyatları paylaştı, yer yer ritmik şekilde kafalar sallanarak şarkılara eşlik edildi, etkileşim çok başarılıydı.
Tumblr media
“B.A.” albüm kayıtları ve konser performansları birbiriyle uyum içerisinde yürüyor diyebilirim. Gözlerinizi kapatıp, depresyon diyarlarına yolculuk ediyorsunuz. Bu yolculukta yaşadığınız süreçler “B.A” tarafından iyi şekilde canlandırılıyor. Üzülüyorsunuz, öfkeleniyorsunuz, anlam buluyorsunuz ve duruluyorsunuz. “Bipolar Architecture” benim için umut vadeden gruplarda ilk sıralarda. Yakında kendilerinden daha sık bahsedildiğini duyabilirsiniz. Şimdilik hoşçakalın.  
1 note · View note
benazirrblok · 7 months
Text
Orta Çağ’ın çocuğu, yani kutsal çocuk, ruhun alegorisi olan çocuk, ya da meleksi varlık olan kanatlı küçük çocuk, ne 15. ne de 16. yüzyılda gerçek, tarihsel çocuk olarak görülmüştür.
Feodal insan, günlük sorunlarının dışında bir dünyaya dönük kaygı oluşturmaz. Bu nedenle dil dağarcığı da buna göredir. Çocuksu tanımı onun dil gelişiminin yedi yaşla tamamlandığını göstermekte ve bu nedenle de yedi yaşını tamamlayan insan yavrusu yetişkinler dünyasına kabul edilir. Yani feodal ilişkilerin ve yaşam biçiminin çocuğu ve çocukluğu yetişkinler dünyasından henüz kesin çizgileriyle ayırmamış olması yetişkinler dünyasına girişlerini kolaylaştırır. Çocuk, artık yedi yaşla birlikte üretim ilişkilerine katıldığı gibi sosyal yaşamda da yetişkinler dünyasının içindedir.
Kısaca ifade edersek sözel iletişime dayanan bir dünyada çocukluk yedi yaşında sona eriyordu. Çünkü o yaştaki çocuk, söyleneni anlamaya ve kendini ifade etmeye başlıyordu. Dinlerde de bu konudaki bakış açısı pek farklı değildir.
Yedi yaşla çocukluktan çıkan insan, yetişkinler dünyasına katılıyor ve onun bir parçası oluyor. Feodal ilişkilerin yoğun olduğu dönemde ya da ortamlarda çocuk, yedi yaşından sonra giysileri ve yaşama katılışıyla yetişkinlerden farklı değildir.
Antik Çağ'da çocuk denildiğinde belli bir yaş ayrımının olmadığını biliyoruz. Ancak, burada çocuk ayrımı köle çocuklarının öldürülmesi konusunda ortaya çıkıyor. Bu konuda ahlaki ve yasal bir sınırlama yoktur. O dönemde efendiler, büyüyünce kenti yakacak diye, köle çocuğu öldürmek istiyorlar, ama bebek olduğu için vazgeçiyorlar. Çocuk, eğer yedi-sekiz yaşlarında olsa onu öldürme hakkını kendilerinde göreceklerdi. Daha doğrusu öldürme konusunda var olan haklarını doğru zamanda(!) kullanmak istiyorlar. Onları sınırlayan hiçbir yasa ya da karşı güç de yoktu
Orta Çağ'da çocuk, daha çok bir günah ürünü olarak ele alınmış ve günahtan arınmak için çocukluktan çıkmak dayatılmıştır. O dönemin düşünür ve din adamları çocukluğu insanın en iğrenç hâli olarak tanımlamışlardır.
Aziz Augustin'in şu sözleri bunu kanıtlar niteliktedir: “Günahla tohumum atıldı, günahla annem beni karnında taşıdı o hâlde nerede ve ne zaman masum oldum Sör?”
Kötünün–çünkü çocuk kötüdür– ıslahı kolay bir şey değildir. Çocukluk bir hayvanın yaşamıdır.” der Bossuet. S. F. Salesise "Sadece doğuşumuzda değil, çocukluk dönemimizde de akıldan, konuşma ve düşünme yeteneğinden yoksun hayvanlar gibiyiz.” yorumunu getirir. Berulle'e göre de “Çocukluk hâli ölüm olayından sonra insan doğasının en iğrenç ve aşağılık hâlidir.”
Orta Çağ'da ne gençler ne de yaşlılar okuyabiliyordu. Bu nedenle çocukluk gibi bir kavramın düşünülmesi gerekmiyordu; çünkü herkes aynı bilgi dünyasının içindeydi ve hepsi aynı toplumsal ve kültürel formasyonu paylaşıyordu. Matbaanın icadıyla birlikte yetişkinlik ortaya çıktı ve çocuklar belli gelişim aşamalarından geçerek yetişkin olmaya zorlandı. Bunun için önce okumayı öğrenmeleri gerekiyordu ve eğitime gereksinmeleri vardı. Bu nedenle Avrupa uygarlığı, okulu yeniden keşfetti
Rousseau'nun Emil adlı yapıtı bu tepkiyi ortaya koyan, çocuklara dönük eğitim ve ahlak anlayışının temel taşını oluşturur. Rousseau bu yapıtında “Okumak çocukluğun kırbacıdır, çünkü kitaplar bize bilmediğimiz konularda da konuşma yeteneği kazandırır.” der.
Çocuğun anne sevgisiyle yetişmesini savunan Rousseau bile, beş çocuğunu terk etmiştir.
0 notes
defteriminarkayuzu · 11 months
Text
Şimdi az önce ettiğim sözleri toparlayarak yeniden yazacağım ki dönüp en azından bakabileyim.
Hayattan ne istediğimi üç aşağı beş yukarı biliyorum. Huzurlu, sakin, mutlu bir şekilde küçücük bir hayat yaşamak istiyorum. Geçim derdim kendimi döndürdükçe ekstra kaygı yaratmadığı, ormanlara denizlere derelere yürüyüş yapabildiğim, manzaraya karşı doyurucu sigaralar içtiğim bir hayat yaşamak istiyorum.
Çünkü yazı yazmak veya gerçekten düşüncelerimi salarak yazmaya devam etmek benim düşünce biçimim. Böyle oturuyor belki taşlar yerine.
Gülümseyerek yürüyebileceğim bir hayatım olsun istiyorum. Dolu, doygun hissedeyim hayatıma karşı. Birçok risk alacağım belki ama bu beni geriye götüremeyecek. Hatta belki de bilmediğim hesaplayamadığım birçok sonuç doğacak. Ancak hepsi kabul.
İstediğim, hayal ettiğim, ulaşmak istediğim hiçbir şey olmasa bile bunları elde etmek için çabaladığımı bileceğim. Hayatımda little to nothing destek ile hayatımı baştan kurdum. Kendi eşyalarımı aldım, evime çıktım, altından kalkamayacağım borçlara imza attım, altından kalktım. İstanbul'da geldiğimde her şeye yabancıydım burasını evim yaptım. Kendime özel sokaklar yarattım, huzurlu köşeler yakaladım.
Bunu başka bir yerde de yapabileceğimden eminim. Çünkü burası artık evim değil. İstanbul benim büyümemi engelliyor. Ben burada huzurlu değilim. Buranın stresi, gürültüsü, asık suratı, kabalığı beni öldürüyor. İç dünyamı öldürüyor.
Önümüzde yaşayabileceğimiz 10 yıl da olsa 50 yıl da olsa ben huzurum, mutluluğum ve küçücük hayatım için yaşamak istiyorum. Kuşları dinlemek, çimenlere topraklara uzanmak, gökyüzünü seyretmek ve doğayı seyretmek istiyorum.
Korku, endişe, keder olmayacak yüzümde ölürken. Bu her ne zaman olacaksa, gülümseyerek ölmek istiyorum. Çünkü üç gün hayat bu. Ben yaşamak istediğim hayatı kendime yaratmaya çabaladığımı, (şu anda bilemem ama) belki yarattığımı belki yaratmak için tüm kalbimle çabaladığımı bilerek öleceğim. Ama bunu bilerek ve gülümseyerek öleceğim. Gülümseyerek yürüdüğüm gibi.
1 note · View note
ege-oznur-blog · 2 years
Photo
Tumblr media
Bir sabah kalkıp her şeyi, herkesi terk edecekti. Bugün o gün olmadığını bilerek yatağından kalktı. Aslında çoğu zaman kendimize sözler veririz ve tutmayız. Belki bu sözler tutulmayacağını çok iyi bildiğinden verilir kendine, belki de bilirsin tutmazsan da sözünü kendi kendine dır dır etmezsin. Yani dar etmezsin dünyayı. Çoğu insan diyetisyene gitmesinin sebebinin bu olduğunu söyler durur hatta. Hepimiz az çok sağlıklı yaşam nedir ne yemeliyiz neler yememeliyiz biliriz. Hiç olmazsa araştırırız. Sağlık engeli yoksa pek çoğumuz bu işin üstesinden kendi kendimize geleceğimizi biliriz. Ancak çoğu arkadaşım diyetisyene gitme sebebinin hesap verme zorunluluğunun ona iyi geldiğini söyler durur. Peki her sabah yatağından kalkmak ve güne başlamak varoluşsal bir kaygı mıydı yoksa refleks miydi kimi zaman. göz kırpış ile başlayan gün mü olur basitçe refleks işte. Konu nereden nereye geldi diyen yorgun gözleri biraz daha uyusan mı der gibiydi. Neyse ki; biyolojik saati kendine verdiği sözleri tutmasına yardım ediyordu. Her sabah aynı saatte kalkmayı alışkanlık edinmişti. Uyuma fikrinden vazgeçti. Biyolojik saatine sımsıkı sarıldı içten. Bazen somut şeyler olmasa da soyut şeylere sarılmak istersin böyle.
Konu alt tarafı güne uyanmak ama sen şimdiden amma uzattın dedi kendi kendine
Bazen insan kendi kendine konu açar böyle.
Hişt canım sen azcık susar mısın?
...
Hangimiz peki diye içten bir ses yükselir. Hangisi sensin bilemezsin, işte kim kimi susturursa diğeri oradan devam eder. Peki bu güne hangisi devam edecek?
0 notes
menemennpastirma · 2 years
Video
youtube
Defkhan X Sagopa Kajmer - Onlarla konuşuyorum
Sözleri: Onlarla konuşuyorum, beni duyduklarını sanıp avunuyorum öyle Onlarla konuşuyorum ama çiceklerimi büyümeye ikna edemiyorum
(Yey, yey) İçine düştüğüm bu kâğıtların içinde yıllarımla (Hah) İçime işleyen hüzünlü yaylılarla (Hah), içten içe ağrılarla (Wow) İçimden geçen kara katarla (Hah) Saçının dört teli kopmuş yaşlı gitarla yoldayım Yıllar; yalanları ısıtıp ısıtıp önüme (Hah) koyuyo' kenarda soğururken ben (Eh, eh, eh, eh) Yutması zor hapları yutmuşça yapıp, çıkarıp ağzımdan atıyorum gizliden (Ha) Artık sağlam ayaklarla eziyorum kaldırımları (Hah) Arsızların üstüne düşürüyo'm yıldırımları (Şıp) Kanatmadan acıtıyorum, yıldırdım onları (Ah) Ayların elinden tuttum ve gezdiriyorum yılları Devirdik bir günü daha
Dağ gibi sağlam, orkideler gibi narin (Aaahh) (Ah)
Onlarla konuşuyorum, beni duyduklarını sanıp avunuyorum öyle Onlarla konuşuyorum ama çiceklerimi büyümeye ikna edemiyorum Onlarla konuşuyorum, beni duyduklarını sanıp avunuyorum öyle Onlarla konuşuyorum ama çiceklerimi büyümeye ikna edemiyorum
(Yo) Gurbette doğdum, hep oldum sizlerden ayrı dilim Doydu karnım, doğru, korku kaldı, kaldı kaygı içim Zihnime kazılan kurşun kalemli kaydı silin Kâğıt olmak için ölen tüm ağaçların hatrı için (Hey) Rüzgâra karıştım, beni kopardılar dalımdan Yürür müsün benle bir gün beş parasız kalırsam? (Yo) Denize düşsem, boğulsam, doğrulsam, yılana sarılsam Hiçbi' şeyim olmasın doyarsın kanımdan be homie Dünlerim zifirî karanlık, yaşandıkça yaşlandık Aslında kaybettik yarından Güneş yarıp gökyüzünü iner dondurucu sokaklara Yer altında bedenim, zihnim; korkutucu noktalarda (Wow) Çiçek açar mı sonbaharda? Gayemiz bu; yürümek işte denk gelmeden bombalara Bu altmış yıllık konaklama ya da yetmiş ortalama Bir rüyadan ibaret, dünyalara doymasan da (Sago)
Onlarla konuşuyorum, beni duyduklarını sanıp avunuyorum öyle Onlarla konuşuyorum ama çiceklerimi büyümeye ikna edemiyorum Onlarla konuşuyorum, beni duyduklarını sanıp avunuyorum öyle Onlarla konuşuyorum ama çiceklerimi büyümeye ikna edemiyorum
Onlarla konuşuyorum, beni duyduklarını sanıp avunuyorum öyle Onlarla konuşuyorum ama çiceklerimi büyümeye ikna edemiyorum
#müzik #şarkı #rap #hiphop #defkhan #sagopakajmer #onlarlakonuşuyorum
(Kaynak: https://youtu.be/5taI8NpnB60)
0 notes
kahredenhayatlarr · 3 years
Text
Bizim şarkımızdı hep beni bırakmayacağını söyledin ben sana güvendim inandım ama sen beni bıraktın ben seni hep seveceğim sensiz ne kadar dayanır bu canım bilmiyorum ben galiba pes ediyorum kendine iyi bak güzel gözlüm..😔🖤 22.07.21🖤😔
6 notes · View notes
burakerdel · 6 years
Text
Artık bir şeyleri düşünme kaygısının ruhumu parçalamasından yoruldum.
3 notes · View notes
icimdeki-sesler · 3 years
Text
Bloguma bıraktığım sözleri okudukca, o zamanlar hissettiğim acıları hatırlıyorum. 5 sene önceki kendime sesleniyorum: aradığın kişi karşına çıkacak. Çok zorluklar yaşıyacaksınız, yolunuza taşlar koyulacak. Bazen kaygı duyacaksın. Ama birbirinize okadar inanacaksınız ki, elleriniz her şeye rağmen ayrılmayacak. Çektiğin her zorluğa değecek inan bana. O zaman gelecek dostum…
8 notes · View notes
ansaneri · 3 years
Text
Yeniden yazmaya başlamak, herhangi bir yere, küçük not kağıtlarına, hatta kağıt yokken bile sadece kalem ile yazmak,
Bir yerlerden tekrar başlamak, konusmamak yeter ki konusmamak en azından ses çıkarmadan,
İtiraf etmeliyim ki kendim ile konusmak, başlamak güzel yeniden..
Kilo almamın beni rahatsız eden kısmı aslında ruhumun aç olduğunu hissetmem ve bununla başa çıkamadığımın yakınması, siz sanıyorsunuz ki kendimi baktığımda beğenmediğim.
Ruhum aç ve ben onu doyuramıyorum, aylardır evden cıkmam istemiyorum, bir yerlerden dolaşmak birileri ile sohbetler keyif vermiyor, başkalarının evlerine sığamıyorum, kendi evimde kendi odalarımda kapanmak, birşeyler izlemek beni idare ettiriyor, biraz da O güzel Din im, Rab bi m..
Ahh nasıl da özlemişim güzel bir yürüyüş ile sohbetin ardından kahvenin tadının bu kadar güzel olduğunu..
Kendimde ileir gelen, daha da büyüyen sanıyorum, kaygı bozukluğu, özgüven sizlik, sanki sürekli aşalanma hissi gibi bu problemleri çözmeye çalışıyorum, bir yerlerde çatlaklar var ve ben bir bir bulmaya çalışıyorum, buldukça daha da aşağı yuvarlanıyorum sanki.
Bakıyorum bir çatlağa annemin bir kaç sözü tabi kendine göre başka bir düşünce ile sarf ettiği sözler, evet ciddiyim annem farklı düşünüyor ama bende beni küçümsediğini aşağı gördüğünü düşündüğün o sözleri, ardından kardeşim ile süregelen 2 yıldır hemen hemen ilişkimizdeki sorunlar,
Özgüven eksikliğim buradan başlıyor. Kardeşim ile olan ilişkimiz de de keza aynı sebep. Aslında baştan sonra özgüven eksikliği ve başarılarımın altında kendini kanıtlama isteğinden başka bir şey yok.
Birde kibrimden gelen özgüvenim var imiş, ben buna sahibim bunu yaptım bunu yapıyorum özgüveni, sahi olan özgüven kendi potansiyeli farkında olmak değil midir? Kendine olan sevginden, saygından , güzel bakışından gelmez mi?, gibisi olan herşeyden, ben ne zman bunlarla sahiptim hatırlamaya çalışıyorum. 3 insandan biri depresyon sinyalleri verdiğimi söylüyor. Gücüm mü bitiyor, içimdeki çocuk mu büyüyor anlamıyorum, çok acı..
2 notes · View notes
onderkaracay · 4 years
Text
Tumblr media Tumblr media
1 note · View note
dramatik-buluntular · 4 years
Text
Yaşından büyük duran bir gemideydik. Bütün insan uzmanları, savaş uzmanları, barış uzmanları, insanın kalbine değmeden geçen bütün sanatlar, pasifistler ve Dadaizm, sadece ağızdan yapılma yüzleriyle; kendinden olmayanı kovmak ve yok etmek üzerine bildikleri tüm sözleri yelken yapıp yol almaktaydılar. Rüzgâr bile onların rüzgârıydı.
Ve ülkem: ölü annem.
Pencereleri kapalı anlaşılmamış köylerin yanağında sürekli kanatılan yara gibi asılı duran birkaç önemsiz sözcük,
Karanlığın olmadığı bir yer söyle çocuk! Görevlerini tamamlamış gemiler oraya gitsin.
Yani bir insanı, efsane ihtiyacı karşılanmamış başka bir insanla temizlemek…
Yani yasama, çürütme, kaygı, sefalet tiryakiliği… Depresyona seyahat biletleri…
Yani çirkin binalar, dilencilerle süslenmiş kaldırımlar, kaliteli dünya yorgunluğu.
Yani karşında bütün günahları örten o kocaman ölümlü kapıdan izdiham yaratmadan girip çıkan, küçük uyumlu yaralarıyla oynaşmaktan yürekleri körleşen kusursuz söz davulcularının gürültüsünden.
Yani seninle bir daha aynı öyküde asla buluşamamak,
Ne korkunç bir bataklık!
Birileri, elini akreplerle dolu taşın altına koyup sakıncalı sözcükler ararken ‘hey o renk buralı değil, yakalayın ‘der birileri ve birileri çiklet şairlerini överken, ismimi üzerimden sıyırıp attım. Kendimden uzaklaştığımı sandığım, uyandırma servisi olmayan bu mutsuz mutlular uygarlığında dilim daha fazla dönmüyor, sen dön istersen. Sen dön.
Yani bir gün kitaplar insanları yakacak, ey sevgili hüznüm, yakacak!
19 notes · View notes
olumsuzsozler · 3 years
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Nicolas Chamfort (1741-1794) Hiciv ve Aforizmalarıyla Tanınan Fransız Yazar.
SÖZLERİ:
Umut bizi sürekli kandıran bir şarlatandır. Nicolas Chamfort
Hepimiz deli doğarız. Bazılarımız öyle kalır. Nicolas Chamfort
Hak edilmeyen itibar, değersiz bir ilgi sağlar. Nicolas Chamfort
En boş geçen günler kişinin gülmediği günlerdir. Nicolas Chamfort
Değer verilen duyguların aslında bir değeri yoktur. Nicolas Chamfort
İnsan kendinden daha mutlu birini görmekten hoşlanmaz. Nicolas Chamfort
Kadın, gölgeniz gibidir; kovalarsanız kaçar, kaçarsanız kovalar. Nicolas Chamfort
Çünkü halk takdir etmediği başarılardan ötesiyle ilgilenmiyor. Nicolas Chamfort
İşkence beden için neyse, tereddüt ve kaygı da zihin için odur. Nicolas Chamfort
"İnsan" diyordu biri "aptal bir hayvandır, kendimden biliyorum. Nicolas Chamfort
Bir zalimin tembelliği ve bir aptalın sessizliğidir, arzu ettiğim şey. Nicolas Chamfort
Tutkular insanı 'yaşatır', akıllılık ise sadece onun varlığını 'sürdürür'. Nicolas Chamfort
Moda, fakirin hünerinin zenginin gösteriş merakına koyduğu vergidir. Nicolas Chamfort
Talihin bana gelmesi için, karakterimin şartlarını yerine getirmesi lazım. Nicolas Chamfort
Sevilmek isteyen insan sayısı, sevmek isteyen insan sayısından fazladır. Nicolas Chamfort
Kaybedilmiş günlerin en kötüsü, bir defacık olsun, gülmeden geçilenidir. Nicolas Chamfort
Mutluluk kolay değil: İçimizde bulmak çok zor, başka yerde bulmaksa imkânsız. Nicolas Chamfort
Doğa bana 'fakir olma' demedi, 'zengin ol' da demedi; Ama 'özgür ol' diye yalvarıyor. Nicolas Chamfort
Ayrılık o kadar olağan bir durumdur ki, birçok evde, her gece karı koca arasında yatar. Nicolas Chamfort
Kişi bir kadını sevmekle onu anlamak arasında bir tercih yapmalı, ikisinin ortası yoktur. Nicolas Chamfort
Vermek, almaktan daha kalıcı bir zevktir; çünkü veren kişi verdiğini daha uzun süre hatırlar. Nicolas Chamfort
Aşk sonu her zaman iflasla biten fırtınalı bir alışveriştir; onurunu yitiren de iflas eden kişidir. Nicolas Chamfort
Krallar ve papazlar intihar öğretisini yasaklayarak köleliğimizin sürmesini sağlamak istemişler. Nicolas Chamfort
Dünyada üç çeşit arkadaşınız olur: sizi sevenler, sizinle ilgilenmeyenler ve sizden nefret edenler. Nicolas Chamfort
Çok fikre sahip olmakla akıllı insan olunmaz; tıpkı çok askeri var diye iyi bir komutan olunmadığı gibi. Nicolas Chamfort
Sevilmek her şey değildir, değerimizin bilinmesi gerekir ki bunu da ancak bize benzeyen biri yapabilir. Nicolas Chamfort
Kalbimin ya paramparça kırılmak ya da taş gibi katılaşmak zorunda kaldığı bu dünyayı terk ediyorum. Nicolas Chamfort
Yaşamak on altı saatlik acımızı uykuyla yatıştırdığımız bir hastalıktır. Uyku geçici bir çaredir. Ölüm ilaçtır. Nicolas Chamfort
Hiçbir insan tek başına bir topluluk kadar rezil olamaz. Hiçbir topluluk da yoktur ki, halk kadar rezil olsun. Nicolas Chamfort
Hayatın çekilmez olmaması için iki şeye alışmak gerekiyor: zamanın açtığı yaralara ve insanların açtığı yaralara! Nicolas Chamfort
Evlilik ve bekarlık konusunda söylenmiş en akılcı söz şudur: "Hangisini seçersen seç, sonunda pişman olursun." Nicolas Chamfort
Düşünce her derdin devası ve ilacıdır. Bazen size kötülüğü dokunsa da, bunun ilacını da yine ondan isteyin, verecektir. Nicolas Chamfort
Doğanın kötülüklerini tanımayı öğrendikçe ölümü, toplumun kötülüklerini tanımayı öğrendikçe de yaşamı hafife alırız. Nicolas Chamfort
Tutkuların en büyük kötülüğü, neden oldukları şeylerde değil; fakat insanlara yaptırdığı ve onları alçalttığı rezilliklerdedir. Nicolas Chamfort
Toplum iki büyük sınıftan oluşmuştur: İştahlarından daha fazla yiyeceği olanlar ve yiyeceklerinden daha fazla iştahı olanlar. Nicolas Chamfort
Toplum dediğimiz dünya, dernekler, salonlar, araç gereçler ve dekorlarla iyi kötü ayakta kalabilen berbat bir oyun, yararsız bir operadır. Nicolas Chamfort
Hayır demesini bilmeyen herkes köledir. Özgürlüğünü ve kişiliğini korumanın yalnızca iki yolu vardır: Hayır demeyi ve yalnız yaşamayı bilmek. Nicolas Chamfort
Niye evlenecekmişim ki? Evlenirsem başıma gelecek en iyi şey boynuzlanmamaktır ki evlenmezsem bunu çok daha emin yollardan elde edebilirim. Nicolas Chamfort
Makbule geçmeyen her iyilik tiksindiricidir. İyilik ya kutsal bir emanet ya da bir ölü kemiğidir. Ya kutsal bir yere konmalı ya da ayaklar altında ezilmelidir. Nicolas Chamfort
İnzivaya aşırı derecede meraklı olduğu için eleştirilen bir filozof, şöyle der: "Toplumda her şey beni aşağıya çekiyor, yalnızlıkta her şey beni yukarılara çıkarıyor. Nicolas Chamfort
Şarlatan olmaktan kaçınmak isterseniz, sahnelerden uzak durmanız gerekir; zira bir kere sahneye çıktınız mı, şarlatan olmaya mecbur kalırsınız, yoksa izleyiciler sizi taşa tutar. Nicolas Chamfort
Yalnızken toplum içinde olduğumuzdan daha mutluyuz. Bunun nedeni yalnızken olup bitenleri düşünmemiz, toplum içinde ise insanları düşünmeye mecbur olmamız değil mi? Nicolas Chamfort
Topluma birkaç günlüğüne teslim olan onurlu bir insanın hissedeceği duy gu acı ve hüzündür. Bunun sağlayacağı tek fayda, kendi köşesine çekilip yalnız kalmayı sevdirmesi olacaktır. Nicolas Chamfort
Aşk bir acı kaynağı, aşksız cinsel haz birkaç dakikalık bir zevk; evlilik hepsinden beter; baba olmanın gururu bir sürü musibeti beraberinde getiriyor, bir evi yo netmek hancılık gibi bir şey. Nicolas Chamfort
Yalnız yaşamak, bir an için dikkatleri üzerimize çekmenin karşılığı hemen ardından ayaklar altına alınmak olan bu sefil çarpışmada hiç yara almamak, bir hiç olmak, varoluşu olmamak demektir. Zavallı insanlık! Nicolas Chamfort
Toplumun ve insanların bütün kusurlarının hakkını mizah yoluyla vermek lazım. Mizah sayesinde kendimizi tehlikeve atmaktan kurtuluruz. Mizah sayesinde şimşekleri üstümüze çekmeden herkesin ağzının payını veririz. Nicolas Chamfort
İnsanlarla oturup kalkmak binlerce sakıncayı da beraberinde getiriyor: hepsini gördüm, tekrar tekrar gördüm ve karar verdim. Toplum bana kendi içime yaptığım yolculuğa benzer hiçbir şey vermedi, kendimde de daha iyisini bulmadım. Nicolas Chamfort
Toplumda önemli bir konuma sahip olan biri, daha büyük ve daha süslü bir hapishanededir. Küçük bir mevkii olan zindandadır. Hiçbir mevkii olmayan insan, geçimini rahat sağlıyorsa ya da en azından kimseye ihtiyaç duymuyorsa, özgür olan tek insandır. Nicolas Chamfort
https://i.ibb.co/Qm9qBCr/Nicolas-Chamfort-S-zleri.gif
5 notes · View notes
ihtiyardivit · 3 years
Text
Tumblr media
Maviliğime mektup 55...
Maviliğim...
Aklımın demi, içimin açık çayı...
Nasılsın ?
İyisindir.
Beni sorma...
Kederli...
Saat 02:42 ,Tarih 30 Kasım 2020...
Yer Dağlıca...
Sırf sen sonuna dek okuma diye en uzun mektubum bu.
Çay içer misin ?
Maviliğim...
Hiç kederlendin mi ?
Oturup bir demir bardak içinde soğumayan çayın yanına , Ahmed Arif dinledin mi ?
Satır başım ...
Sayın Sevdiğim !
İçim içine düşse bir gün , "bu ne çok yeis" der misin ?
Deme ...
Yorgunum biliyor musun ?
Omuzlarım iki yanıma düşmüş.
Göz kapaklarımı değen uyku haricinde her şey kirpiklerimle döğüşüyor.
İçim , dışımda olan her şeye "Vurun ulan vurun, ben kolay ölmem. Ocakta küllenmiş közüm" deme bilginliği dışında her türlü bıkmışlığın eşi , dostu ...
Maviliğim...
Yaşanılası mevsimim.
Bilirsin, ben sana alelusûl mektup yazmam.
Sana erişmek muhakkak vâye'dir.
Ki zaten postası, pulu keemlemyekûn'dür her mektubun.
Saçlarına mihman oluyorsa yanından koşarak geçen rüzgâr , anlarsın meyus sayılmam sana.
Maviliğim...
Layetezelzel gupse'm...
Saçların nasıl ?
Yastığını düzeltmeyi unutma...
Yorganın incedir , üşüme.
Hava kaç derece sıcak dibinde ?
Hava -5 derece fokurduyor; tabanın tavanıma değmediği içindir.
Kirpiklerimden düşen her damlaya şahit evren , içindir.
Maviliğim...
Mehlika'm...
Saat 03:11...
Tarih aynı.
Yer aynı.
Bir de ben ; aynı.
Hiç kederlendin mi demiştim ?
Biliyor musun , biz aslında seninle sevdaya yasaklı bir şiiriz belki de.Sözleri kuytu köşelerde avutulan, dokunamadan gözlerinin serin koylarına ,
ve esemeden gamzelerinin bahar kokulu yamaçlarında...
Oradan öyle gözlerini dikip bakma yüzüme; sebep oldugun olmayışın var yanımda, ayıp edersin ;
Avuçlarıma kadar keder doluyum...
Maviliğim...
Üşüyen elim, ısınan içim ; iyi Kadın...
Sana kızdığımı sanıyorsun ya hani ?
Sanma.
Ben herkese kızıyor gibiyim...
Sen başkasın pek tabii..
Maviliğim ...
Yanılmayan kararım, bitmeyen cümlem....
Biliyorsun "Yaş 35 yolun yarısı eder" diyen Cahit Sıtkı bunu söyledikten birkaç sene sonra göçtü.
Mona Rosa'ya sevdasını dile getirirken "Uzatma dünya sürgünümü benim" diyen Sezai Karakoç 87 yaşında ve halâ yaşıyor...
Bizi yolun yarısına yaş olarak yaklaştıran zaman , yolun yarısını çoktan geçiren kederlerimiz .
Ve biliyorsun ki ölümsüz aşklar var da ölmeyen aşık var mı ?
Güvenme gençliğine , ölenler hep ihtiyar mı ?
Maviliğim ...
Zihnim de balerinim...
Sen güzel gülersin...
Ben güzel severim...
İkimiz de ölünce çürümeyiz !
Saçında beyaz var mıdır bilemem ama bir beyaza sarılırız gözümüzü kapayınca.
Siyahı Beyazdan ayıran şeydir göz kamaşması.
Hiç kederlendin mi diye sormuştum...
Çay içer misin ?
Maviliğim ...
Muhabbeti güneşin sofrasına kuran kadın !
Saat 03:43 !
Tarih , az öncesi ile aynı rakamın tanığı.
Samimi bir şey diyeyim mi ?
Benim , benimle uyu , bana sarıl , benimle uyan , benimle gez , benimle film izle , benimle kahkaha at , benimla ağla , benimle mutlu ol , beni öp gibi dilek ve temennilerim yok aslında.
Bende yaşadığın gerçeğini inkâr etmeyelim müsadenle .
Biz seninle birlikte olmasak da olur, birlikte ölmesek de .
Ben sana varım , sen bana varırsın elbet.
Ölünce çürümezsin sen.
Ben de .
Varırız aynı ortak paydanın dibinde.
Maviliğim...
Sanatı , odanın duvarlarını boyayan parıltı mısın sen ?
Bir yazı da okumuştum , "kişinin zekâ seviyesi sorduğu sorudan bellidir." yazıyordu.
Şimdi ben çok ahmakça bir soru sormuş oldum değil mi ?
Öyle.
Maviliğim...
İçimin sulanası bahçesine kaynak olası kadın !
Az evvel Türk Sanat müziği dinlerken farkettim , şarkı da şöyle diyor ;
"Bana her şey seni hatırlatıyor"
Bunu yazan kişi aşık değil unutkandır.
Çok garip değil mi ?
Maksadım sana cevapsız sorular sormak değil aslında ama sözcüklerin tamamı senin kanıtına ihtiyaç duyuyorsa bu da benim suçum değil.
Soru formunun seninle tanışmaktan haz duyduğu zaman dilimlerini ben üretmiyorum hazreti neşem !
Kederlisindir...
Çünkü kadınlar ölüyor saçma sapan bisürü entrikalar ile.
Çocuklar ölüyor içine tükürdüğümün saatleri içinde.
Sabah 5'te , öğlen 1'de gece 2'de !
Kederlisindir evet.
Çay içmek , of- ah - iç çekmelerinin çare üretmediği tek yılgınlığındır kederlerin.
"Dışından içine çektiğin hava kadardır yaşam dediğin kaygı" diye belirtmişti yaşamayı , bir bilen...
Maviliğim...
Uyuyamıyorum patron.
Kederlenmenin en sancılı yani ne biliyor musun ?
Hiç söylemek istemediklerini bile söylüyorsun.
Ucuz bir şarap şişesinin üstüne köpek fotoğrafı yapıştıran tekel gibi oluyor insan , açık sözlü , cümlesini sakınmayan...
Maviliğim...
Mataramın son damlası , son nefes dilimim , ağzım acik bağlanıp , titrediğim , heyecanlandığım SAYE'm...
Biliyor musun dün öğrendim , "SAYE" gölge demek miş...
Senin sayende seni sevmek ne müthiş haz !
Diyalektik bilir misin patron ?
Un eleği gibidir diyalektik.
Noktaları, ünlemleri , soru işaretlerini elersin. Aşağı noktalar düşer , diğerleri elekte kalır...
Biraz da her şeyin zıttını doğurması hali'dir diyalektik.
"Olumlu bir şey oluyorsa, mutlaka olumsuz bir şey de olacaktır" der felsefi açıklamasında.
Bu kavramın en güzel örneğini Orhan Gencebay vermiş bir eserinde ; ‘’daha güzel, daha mutlu, daha adil sevgi dolu bir dünya için; barış için, insanlık için, batsın bu dünya..’’
Kederlenmek için bahane arıyoruz belki de biz.
Bilinen matematik formülü gibi geliyor bazen hayatta kalmak ile yaşamak arasında ki fark.
Sonuca ulaşmak için bedenin topraklaşmasını bilmek yetiyordur belki de.
Topraktan yaratıldım diyenin camurlaşması ,
Maymundan evrildim diyenin şebekleşmesi oluyor işte sevgisizlik, ilgisizlik , duyarsızlık , umursamazlık !
Birdolu çamur, bir dolu şebek sarsa da her cümlenin tamamını, ben sana soru formunda bir soru daha sorayım , sence biz kederlenmek için kaygılarımızı muhatap almakta ısrar mı ediyoruz ?
Aşık Reyhani'ye atfedilen bir beyit var...
Ne kadar onundur bilmiyorum fakat iç sızısına bire bir tanım ;
"Öyle ölüler vardır ki,
Ben onların öldüklerini düşününce ,
Vakit olur , Yaşadığımdan utanırım." diyor...
Çok konuştum değil mi ?
Çok ...
Maviliğim ...
Doğum günüm , gün ışığım , mihr'im !
Sen , bazı şeyleri sana yazdığımı düşünüyorsan yanılıyorsun.
Ben her şeyi sana yazıyorum.
Yardım et bana !
Yazabildiklerimden fazlasını anla.
Meselâ seni anlatırken , meselâ kederlenince, meselâ neşelenince fazlasını anla.
Maviliğim ...
Efûlim ... Mûtenâm ...
Biliyor musun , yüzünü avuçlarımın arasına alabilmek...
Bilmen gerek , bu öyle sıradan bir eylem değil.
Dünyanın en büyük jürisi elalemin ne dediği çok umrumda değil , ben çayı sadece seninleyken açık içerim.
Geri kalan tüm zaman dilimlerinde demli ve bidolu.
Huzurunda deme ihtiyaç olur mu sence ?
Olmaz.
Dem , Farsça bir kelimedir ve "nefes" anlamına gelir.
Birdaha sorayım , sence huzurunda çayın demine ihtiyaç var mıdır ?
Farkında mısın bilmem ama dünya da ki tüm canlıların parmak izi farklıdır.
Bu bilimsel ve sanatsal gerçek gösteriyor ki dünya da hiçbir canlı benim gibi dokunamaz sana.
Meselâ saçlarına.
Peki sence birlikte olmayı hak etmeyen milyonlarca insan bir aradayken , yan yanayken biz neden halâ ayrı noktalar da demleniyoruz ( nefes alıyoruz ) ?
Çok oldu şu gözlerim nemleneli , kalk bir çay koy da demlenelim .
1994'te Pistino çok müthiş bir söz etmiş eserinde ;
"Bir erkek bir kadına sözleri ile dokunmuşsa elleri de çok uzakta değildir."
Ben aksini iddia etmedim ki ...
Hep kirpiklerimdesin ve gözüm kamaşınca parmak uçlarımla ovuyorum ; bu bahaneyle parmak uçlarım saç uçlarında.
Kavga edebiliriz senle.
Saçma sapan meselelerden de olabilir ama yapabiliriz. Bence sorun yok. Herkes mutlu oluyorsa biz de tersini oluruz. Sana uymaz mı ?
Çünkü kavga , neşenin musikisidir patron !
Veya sen hep tebessüm et , hatta kahkaha at.
Bilimsel veridir; bir insan surat asmak için tam 43 yüz kasını kullanırken , gülmek için sadece 17 yüz kasına ihtiyaç duyar.
Benim derdim senin yüz kaslarının yorulmaması .
Meramım çok , ama ben hep devrik hissiyatlarımla cümleye döküyorum ne varsa içerimde , dışarımda.
Canım mı sağ olsun ?
Bence de ; sen sağ ol.
Maviliğim !...
Bilincim nasırlı ve sen benim bilinci nasırlı bahçıvan çaresizliğime muhatap bahçem ...
Ben "seninle mutlu olmalıyız" demiyorum.
"Yan yana olmalıyız" hiç demiyorum çünkü yan yana ayrı yazılır, sımsıkı olacaksak kabul...
Ama birlikte ölebiliriz.
Bu da iyi bir şey.
Ütopik geliyor ama söze dökünce çok lezzetli geliyor "Ben seninle" diye başlayan her cümle.
Ben seninle ...
Ben seninle, bir gün Van'daki bir kahvaltı salonunda ...
Ben seninle, sadece bilmek zorunda kalanların bildiği
bir yol üstü lokantasında...
Ben seninle, Ağrı dağına mistik ve demli bir çay kıvamında bakan
Doğubeyazıt'ın herhangi bir toprak damında ,
Ben seninle herhangi bir insan elinin
terli coğrafyasında ....
Ben seninle Ankara'nın Kızılay kaldırımlarında ...
Ben seninle Toroslar'ın sabahın beşinde açılan pastene önü poğaça taburelerinde ...
Ben seninle ...
Sence de çok ütopik değil mi ?
Değil mi ?
Kederli misin ?
Çay içer misin ?
Saat 05:27...
20 yıl öncesini yazayım mı sana ?
Bir simitçi çocuk...
Simitçi Anlatıyor ...
Karne günüydü.
Simitçi takdir belgesi kazanmıştı...
Aferindi ona.
Aferindi ama karne gününün diğer günlerden bir farkı yoktu simit satmak için.
Sabah Kantinci Fahriye teyzeye bıraktığı simit tablasını aldı , karnesini ve takdir belgesini simit tablasının içine koydu , simitlerini dizdi ve başladı simit satmaya...
Simit satarken elin de karnesi olan akranlarına rast geldi gün içinde hep..
Ellerin de ya dondurma,ya oyuncaklar,ya bir çikolata veya bir lunapark'ta oynuyorlar.
Simitçi'den simit alanlar , simit isterlerken o çocukların "simitçi" diye seslenip velilerine simit aldırmaları..
Hürriyet gazetesin de çalışırken rahatsızlanıp tazminatını alarak ayrılan ( o tazminatını da babasına kaptıran ) ve artık bir çay ocağın da çalışan ve yılların deviremediği ama kendi öz ailesinin yıktığı Babasının yanına gitti simit satarken.
Babasına Takdir aldığını söyleyip sadece onu mutlu etmekti amacı.
Babası gözlerinden öpüp "Afferin benim aslan oğluma.Afferin.Okuyup vatanına,devletine faydalı olacak benim aslanım" dedi..
Babası gazoz verdi , gazozu içti ve Babası dışarıdan ona döner ekmek aldı , onu da yedi.
Güzel yürekli Babasıyla ne kadar gurur duysa azdı , çünkü hep üzülüyordu inşaatlar da yaşayan ailesinin aslında büyük bir varlığın içindeyken bir anda zor koşullar da yaşamaya mecbur kalmasına.
Dedesi ve Amcaları sebepti..
Babası "Oğluma karne hediyesi ayakkabı alıcam yarın" dedi.
Simitçi bir yandan sevindi ama diğer yandan buruk...
Bir de oralet içip tekrar simit satmak üzere ayrıldı Babasının yanından.
Babasının yanına giderken simit tablasını simitleriyle beraber yakında ki bir berbere bırakmıştı.
Çünkü Babasının yanına simitleriyle giderse oraya gidip gelenler yanlış düşünür , Babasının onu çalıştırdığını vs düşünürdü.
Babası öyle bir adam değildi...
Hiç hak etmiyordu öyle bir düşünceyi.
Adam gibi adamdı o.
Kardeşleri ve öz Babası tarafından dolandırılıp yoksulluğa itilen bir yiğit yürekliydi o.
Simitçi akşama dek simit sattı.
Akşam oldu , simitler bitti nasıl olsa yarın okul yok diyip kaymak aldı kırathaneler de satmak için.
Saat gece 11-12 olmuş...
Yürüyerek gecekondu mahallesin de ki evine giderken mahallenin girişin de ki kavaklık o kadar çok karanlıktı ki , köpek sesleri ve zifiri karanlık her gece eve giderken tek korktuğu şeydi Simitçi'nin.
Eline taş aldı ve aynı anda da ezbere bildiği tek şarkı olan "Kızılcıklar oldu mu" türküsünü söyleye söyleye yürümeye başladı..
Biri geliyordu karanlığın içinden bisiklet ile.
Dedesi...
Durdu yanında...
"Nerden gelirsen la ambu saatde" diyip küfürlere başlayan dedesi..
Babası ek iş olsun diye sebze halin de sebze meyve kasası taşıyordu. Halk dilin de : HAMAL'dı.
Dünyanın en iyi kalpli hamalı.
Babası henüz işten gelmediği için Annesi yolun kenarına çıkmış onu beklemiş o saatte.
Dedesine karşılık verdi küfür edince.
Dedesi ne de olsa , ama neden küfür ediyordu ki ?
Ne yapmıştı ona henüz 12 yaşında bir çocuk ?
Ne yapmış olabilirdi ki ?
Ondan tokat yiyecek ne yapabilirdi ki...
Aslında birşey yapmış olmasına gerek de yoktu.
Onun için bütün parasını kandırarak aldığı öz oğlunun evladı olması yeterdi artardı bile simitçi'nin.
O öyle zulüm ederse belki mahalleyi terkederdi simitçi'nin ailesi.
Simit tablasını kırdı...
Elinde , simit sattığı bir kırtasiyecinin verdiği şeffat dosya vardı Karnesini ve Takdir belgesini koyması için , o dosyayı alıp karnesini,belgesini yırttı dedesi..
Annesi sesi duyup koşarak geldi..
İşte o lanet olası simit tablasını annesinin kafasına,sırtına vurarak daha çok kırdı.
Simit tablasının içine "BJK" ve "İnşallah birgün" yazmıştı...
Kırdı o simit tablasını...
Annesine her fırsatta zulm etmesi onu kahrediyordu ama lanet olsun ki gücü yetmiyordu.
Devam etti küfür etmeye..
Bir baktı ki yokuş aşağı topallayarak birisi koşuyor..
Babası...
Bu hayatta gördüğü en güzel yürekli o adamın oğlu olmanın ona verdiği gururu düşünsenize..
Annesi yerde ağlarken onun sıktığı dişleri ve dedesinin ona vurmayı kesmesi babasının bağırarak gelmesiyle son buldu.
Babası "Allah seni gahredecah baba.Sen ki bele zulm edirsen,Allah seni gahredecah." dedi...
Kendisi yüzünden bacağı engelli kalan öz evladını ittirdi..
Yere düştü Simitçi'nin Babası...
Simitçi ölecek kahrından.
Belki de sadece o an isyan etti Allaha.
Niye ben bunu engelleyecek güçte değilim ? isyanı ...
Sonra bindi bisikletine gitti..
Simitçi taş attı ama değdiremedi.
Annesiyle birlikte Babasını kaldırdı sonra yırtık karnesinin ve takdir belgesinin parçalarını karanlıkta bulabildiği kadarıyla topladı...
Gittiler eve...
Annesinin avuçlarının içi yere düşünce soyulmuş...
Babasının da diz kapağı soyulmuş çakıl taşlarından...
Allah rahmet eylesin Müjdat diye bir akrabları vardı sülalenin önde gelenlerinden...
O geldi ...
"Sabredin , Allah onun belasını er geç verecek" dedi ve birkaç söz etti..
Aslında bütün mahalle duymuş bağrışmayı.
Ama kimse cesaret edemez oraya gelmeye...
Çünkü Mustafa efendi sülalenin en büyüğü.
Onlara da vurur.
Onlara da küfür eder...
Babasının diz kapağını sardı ablaları , annesinin avuçlarına krem sürdüler.
Gelen akrabaları simitçinin dedesine beddualar ederek gittiler..
Simitçi'nin iki ufak kardeşi , iki ablası , abisi , kendisi...
Hiçbirinin gücü yetmezdi ona.
Hiçbiri gidip yakasına yapışıp Annesine,Babasına yaptığı bu zülümleri durduramazdı.
Annesini ağlarken Babasını da kendilerine karşı boynu bükük mahcup halde görmek onu o kadar çok kahretmişti ki ...
Dünyayı yerinden oynatmak istiyordu ama olmuyordu işte...
10 Simit zor taşıyan 12 yaşında bir çocuk ne yapabilirdi...
Olmuyordu.
İçin için kahrolmaktan başka hiçbir şey yapamıyordu.
Annesine ve Ablalarına henüz gösterememişti karnesini,takdir belgesini.
Annesinin gururla komşulara "Bakın oğlumun karnesi hep pekiyi,takdir almış" diyebilmeliydi.
Annesini gururlanırken görmekti aslında en çok istediği.
Para bandı istedi yan komşunun kızı Zeynep'ten.
Bant'ı alıp karnesinin ve takdir belgesinin parçalarını bırbırıne yapıştırmaya başladı...
Bazı kısımları yoktu. Olsun dedi , bantladı öylece...
Sonra gitti halen ağlayan Annesine gösterdi , çünkü susmuyordu Annesi.
Belki avuçlarının içi acıyordu belki de ciğeri acıyordu.
Ama ağlıyordu işte...
38 Yaşında bir kadının saçları ne kadar beyaz olabilirdi ki ?
Onun oldukça beyazdı..
Evlat acısı , varlık içinden yokluğa mecbur edilmiş ve çocuklarının kendi öz dedelerinden zulüm görmeleri...
En çok da eşinin , o adam gibi adam olan eşinin hiçbirşey yapamamayı kendine dert edinip içten içe kahrolması onu o ak saçların içine sokmuştu belki de.
Simitçi karnesini ve takdir belgesini güç bela yapıştırıp götürünce annesi ağlamayı bırakıp öptü yanaklarından, saçından ve gözlerinden ...
Yüzü ıslandı simitçi'nin..
Yüzü ıslandı Anneciğinin göz yaşları ile.
O yaşta içinden öyle çok isyan etti ki , içinde alevlenen o yangını söndürmenin hiçbir yolu yoktu.
Yoktu gerçekten.
Saat olmuş sabaha karşı...
Babasını abdest alırken gördü...
Namaz'ı oturarak kılamıyordu çünkü bir bacağını katlayamıyordu.
Sandalye de oturarak Namaz kılmaya başladı Babası.
Bütün aile bir odada uyuduğu için simitçi ve kardeşleri yataklarına girip uyumaya başladılar.
Duyuyordu , büyük ablası ağlıyordu yorganın altında.
Annesi camın kenarın da tesbih çekiyordu ve Babası da kapının kenarına sandalye üzerinde Namaz kılıyordu..
Hava aydınlandı ve simtçi halen uyanık...
Ve Babası halen Namaz kılıyor..
O kadar uzun Namaz kıldı ki , namaz sırasın da gözünden akan yaş hiç kurumadı.
O gece öz Babasının ailesine yaptıklarının ahı'nı mı ediyordu yoksa Allaha çıkar yol göstermesi için yalvarıyor muydu bilinmez...
Ama çok uzun sürmüştü Namaz...
Uyuya kalmış simitçi Babasını ve Annesini izlerken...
Öğlene yakın saatlerde Annesi uyandırdı.
Simitçi niye geç kaldırdın Anne dedi..
Annesi de "Simit tablan yok oğlum , kırdı ya deden.
Hem de yağmur yağıyor , bugün gitme evde kal" dedi..
Biraz sevindi , biraz da üzüldü.
Sevindi ,çünkü ayakkabılarının ucu yırtık diye su kaçacaktı yine ayaklarına.
Üzüldü , çünkü babasının alıcam dediği ayakkabıyı alamayacağını biliyordu ve sabahtan akşama kadar,hatta geceye kadar çok simit satıp kendisi toplamalıydı ayakkabı parasını.
Sonra Babasına gidip , "Bak baba birisi bana ayakkabı aldı" demeliydi.
Çok iyi yürekliydi Babası...
Yağmur o kadar çok yakıyor ki , ev buz gibi ama odun yok , kömür yok. Sobayı kurdu Anneciği Ablalarıyla beraber.
Nehrin kenarın da yıkılan ağaçlar olur kışın rüzgarda vs...
Annesi , simştçi ve kendisinden bir yaş büyük abisi bir pazar arabası ile nehrin kenarına gittiler başlarına poşet takıp...
Nehrin kenarın da bir ağaç yıkılmış , dallarını kırmaya başladılar...
Yüklediler getirdikleri pazar arabasına ..
Annesi baltayla ağacı kesmeye başladı...
Seneler önce bileği kırılmış buz da kayıp...
Meşhur "DEDE" hastaneye götürmeyip ilkel yöntemlerle kırık-çıkıkçıya götürmüşler .
Yanlış kaynamış bileği simitçinin Anneciğinin...
Baltayla ağaca her vurduğunda yüzünde ki acıyı görüyordu simitçi...
Annesine "sen dalları eve götür biz Muhammed'le beraber kıralım Anne" dedi ...
Boyundan büyük baltayla ağacı kesmeye çalışırken o baltayı her vuruşun da avuçlarının acıması baltayı bıraktırmak istiyordu , ama Annesi gelene kadar kesemezse eğer Anneciğinin yüzünde ki sancıyı tekrar görmek zorunda kalırdı.
Çünkü Annesi o yağmurun altında daha çok kalmamaları için baltayı alıp kendisi kesmek isteyecekti..
Hiç dinlenmeden , avuçlarının içi su toplayana kadar vurdu ve Annesi gelene kadar kesti ağacı...
Abisiyle beraber ağacın gövdesine ip bağladılar , birkaç parçaya ayırdıkları ağacı iple çekip suyun içinden çıkardıktan sonra taşımak için o arabaya yükleyeceklerdi...
Annesi geldi , üçü beraber o koca ağaçları kaldırıp arabanın üstüne atmaya çalışıyorlar ama zor kaldırıyorlar ve koyamadan düşürüyorlar...
En sonunda birini koydular,ikincisi,üçüncüsü,dördüncüsü derken sonuncusunu koyarlarken güçleri tükenmiş olsa gerek düşürdüler...
Annesinin ayağına düştü o ağaç...
Simitçi ölse de o anı yaşamasa...
Ölse de Annesinin o sızısını hiç görmese...
Ama gördü işte..
Lanet olsun ki gördü..
Çamurun içinde sancı çeken annesi...
Çaresiz iki küçük çocuk...
Yağan yağmur...
Annesini zar zor arabanın üzerine oturttular abisiyle birlikte...
Boylarınca arabayı ittirerek eve kadar geldiler...
Komşu geldi , ayağına patates haşlayıp bağladı , şişmiş ayağı balon gibi ...
Tomurcuk isimli İngilizce ve Matematik derslerine giren öğretmeninin evini biliyordu ve simitçi'yi de seviyordu öğretmeni.
Neye ihtiyacın olursa bana geleceksin söz mü ? diyerek söz de almıştı öğretmeni simitçi'den.
Simitçi'nin aklına öğretmeni geldi.
Koşarak evine gitti...
Çarşı da oturan öğretmenine hiç nefes almadan koşarak gitti..
En az 7-8 km'lik yol...
Koştu , öğretmeninin eşi açtı kapıyı...
"Tomurcuk öğretmenim evde mi efendim" dedi...
"Evde ufaklık , ne oldu , niye ağlıyorsun" ? dedi öğretmeninin eşi..
Öğretmenimin yardımı lazım dedi hıçkıra hıçkıra ağlayan simitçi...
Öğretmeni geldi...
Sarıldı simitçi'ye..
Simitçi'nin bugün halen görüştüğü , her 2-3 günde bir mutlaka aradığı o Dünya iyisi öğretmeni bir nevi ikinci annesiydi..
Eve aldı , ıslanan çoraplarını kapının önünde çıkarttı kendi eliyle öğretmeni...
Üzerinde ki kazağını da çıkarttı.
Banyo da ayaklarını yıkadı.
Kendi oğlunun kazaklarından , atlet , pantolon ve çoraplarından getirdi , giydirdi simitçi'ye...
"Şimdi anlat bakayım , ne oldu , neden ağlıyorsun"dedi...
Anlattı ağlaya ağlaya...
Öğretmeni'nin eşi , Dünya iyisi Aytekin amca simitçi'nin ağlamasına dayanamayıp kalktı salondan gitti , ama ağlıyordu.
Sonra geldi , "Tomurcuk , hadi hep beraber gidelim bu küçüğün annesini alıp hastaneye götürelim" dedi...
Gittiler eve hep birlikte , Annesini aldılar ve hastaneye götürdüler ...
Annesi hastane de pansuman yapılırken öğretmeni de yanların da bekledi..
Eşi Aytekin amca gitti bir yere , simitçi sordu "Aytekin Amca nerde öğretmenim" dedi..
"Gelicek birazdan canım , sizi eve götürücez " dedi..
Doktor film sonuçlarını bekleyeceklerini söyledi , kırık var mı diye bakacak mış...
Devlet hastanesine değil , özel hastaneye götürmüşlerdi Öğretmeni ve eşi..
Bir süre sonra eşi geldi , hazırdı simitçi annesi ve öğretmeni.
Kırık yoktu , ezilmişti ayağı sadece...
İlaç vermiş doktor...
Öğretmeninin eşi odun kömür almış , simitçi ile akran olan oğlunu yanında götürüp simitçiye göre kıyafetler almış birsürü..
Ayakkabılar,pantolonlar,kazaklar ve montlar...
Ablalarına ve kardeşlerine de almış...
Gittiler eve , öğretmeni ve eşi sobayı iyice kurdular...
Eksik soba borusu vardı , Aytekin amca gidip aldı..
Öğretmeni yemek yaptı marketten poşetler dolusu aldıkları yiyecek malzemeleriyle..
Aytekin amca bir poşet dolusu ilacı da almıştı..
Simitçiyi yanına çağırdı öğretmeni..
"Bidaha ağlamak yok,ne olursa olsun hemen bize geleceksin" tamam mı ? diyip söz istedi bir kez daha...
Hava karardı...
Öğretmeni,eşi ve oğlu kendi evlerine gitmek için hazırlanırken bahçede birinin onların nehir kenarından zorla toplayıp,kesip getirdikleri odunları almaya gelmiş...
Dedesi...
Simitçiyle büyük ablası koştu o arabanın bir ucundan tuttu bırakmadı..
Dedesi eline bir odun aldı , tam vuracakken simitçinin öğretmeni ve eşi geldi , tuttu onu ve bağırdılar.
Bidaha bu aileye birşey yaparsan seni polise , savcılığa veririz dediler...
Gitti küfür ederek...
Ama nasıl olsa yine gelecekti..
Öğretmeni eşine polis çağırır mısın dedi...
Ablası hayır öğretmenim çağırmayın.
Dedemiz o.
Polise söylersek bize daha kötü şeyler yapar dedi.
Aslında mesele o değildi..
Babalarının hakkında kimsenin "Babasını polise verdirtmiş" derlerdi , babası böyle bir itham'ı hak etmiyordu , aşağısı sakal yukarısı bıyıktı...
Öğretmeni ve ailesi gittiler size birşey yaparsa bidaha , hemen bize haber verdin diyerek...
Ertesi gün...
Sabah uyandılar...
Bahçede ki odunlar yok...
Simitçi en son uyanmış.
Bahçede ki su birikintisinin içinden koşarak yalınayak gitti arka sokakta ki Dedesinin evine...
Odunlar,ağaçlar Dedesinin evinin önünde ve dedesi elinde baltayla onları kesiyor ufak parçalara ayırıyor...
Eline birsürü taş aldı , başladı bütün camları kırmaya...
Bütün camları kırdı...
Dedesi yakaladı..
Kundura ayakkabısının tabanıyla kafasına vurdu defalarca ard arda...
Simitçi orda bayılmış başına yediği o sert darbelerden...
Mahallede ki bir pazarcı komşu kucağına alıp hastaneye götürmüş..
Simitçi gözünü açmış , annesi ağlıyor ve babası başını öne eğmiş kahroluyor...
2 Gün hastane de kalmış simitçi beyin kanaması ihtimaline karşı..
Mahalleye gelmişler Babasının patronunun arabasıyla.
Dedesinin evinin önünden geçerken babasının dedesine olan bakışlarına baktı simitçi...
O bakışlarda ki ah hiçbir bakışta olamazdı.
Yaz gelince kafasını 3 numara traşlayıp , kara lastik giyen simitçi daha fazla simit almak için büyük bir sepetle simit satıyordu...
Biraz daha büyüyordu boyu artık...
......................................
Şimdi büyüdü Simitçi , çok büyüdü , güçlenmek eğer ezilmemekse , çok güçlendi...
Güçlü olmak sence nedir Maviliğim ?
Pazu gücü mü ?
Öyle mi sence ?
Simitçinin Şimdi dedesi Kanser...
Aramışlar 30 Kasım 2020 00:57 de !
"Deden kötü durumda. İzin alıp gelsen iyi olur." demişler simitçi'ye.
Simitçi'nin çok ah'ını alan Dedesi , şimdi kanser...
Simitçi'den helallik istemiş.
Simitçi'nin ailesi yine helal etmişler haklarını Babalarının hatırına.
Ama Simitçi...
Helallik veremem demiş.
Dilim gitmiyor demiş..
Kapatmış telefonu.
İkinciye Babası aramış...
Açmamış simitçi telefonu.
Çünkü Babasını kıramaz.
Onun lafını yere düşüremez.
Telefonu açarsa hakkını helal etmek zorunda kalırım diye düşünmüş...
Babası mesaj atmış simitçiye ;
"Tamam oğlum , senden babam için helallik isteyemem.Bize yapmadığını bırakmadı.Sen de haklısın.Gözlerinden öpmüşüm.Allaha emanet ol." yazmış...
Simitçi de cevap yazmış...
"Babam... Atam... Devlet sevdasını,Aile sevgisini,saygısını öğretenim.Allah senden razı olsun. O Senin Babandır, helallik istemek hakkındır. Ben bana yaptıklarına değil,size yaptıklarıa kahırlıyım.Anneme,Sana,Elifim'e,Özlemim'e yaptıklarına kahırlıyım ben. Bağışla nolur aslanını , senin tırnağına kurban olurum. Ama ben ona hakkımı helal edemem. İnşallah böyle kolay ölmez. İnşallah. Seni düşürdüğü bu hallere düşmeden,yüremeye takati kalmadan ölmesin. Bağışla beni , ben hak helal edemem. Ellerinden ayaklarından öperim."
Herkesin , "Sen hakkını helal et yine de , kindar olma. Boşver Babanın hatırı var." demesini de duymak istemiyor ..
Çünkü en güzel mutluluklarını çalana,çocukluğunu çalana,zulümler edene "Hakkım helal olsun" diyemiyor...
"Sizden lunapark'ınızı,elma şekerinizi,bisiklet hayalinizi,topunuzu çalıp kışın eldiven yerine ellerinize çorap takmanıza sebep olana siz helal eder miydiniz hakkınızı ?" diyor hep...
"Allahın Adaleti çok büyük...
Dedesi kanser olmasına rağmen kolay ölmeyecek..
Sürünerek ölecek.
Kendi pisliği içinde ölecek ...
Onun canını öyle kolay almayacak Allah.
Küçücük bir çocuk söz istedi Allah'tan ...
Nolursun kolay ölüm nasip etme ona dedi..
Ona kolay ölüm nasip olmamalı...
Yalvarmalı ölmek için...
Yalvarmalı...
Ağlamaya bile gücü kalmamalı..."
dedi Simitçi...
Pir'im der ki ;
"Yorulan yorulsun , ben yorulmazam.Dünya kadısından ben sorulmazam. Kalsın benim davam divana kalsın."
ALLAHIN ADALETİ ÇOK BÜYÜK.
KURBAN OLDUĞUM RABBİM , NEYLERSE GÜZEL EYLER...
Şükürler olsun...
Yani Maviliğim , Seni sevmek yüzümde tebessüm yerine bayağı kasımpatı ...
Seni sevmek , sıkılı bir yumruğa tebessümdür kaskatı ...
Seni sevmek , yıkılı bir huzura şahlandırır hayatı !
Seni sevmek iyidir , senin kadar iyidir ...
Seni sevmek Maviliğim ...
Seni sevmek bir çocuğun annesinin terliğinden korkup annesinin şefkatine sığınması kadar masum ve bir büyük adanmışlıktır.
Ve ben seni aleni Seviyorum.
Atilla İlhan bir şiirinde der ki ;
"Ben sana mecburum, bilemezsin."
Aşık Veysel sever misin çiçeğim...
Ben severim...
Şöyle der bir veciz eserinde :
"Güzelliğin on par etmez, bu bende ki aşk olmasa."
Naçizane bir isteğim var ;
Ben , bana gel demiyorum : ömrüme ömür kat da demiyorum.
Birlikte ölebilir miyiz diyorum.
Ya birlikte olalım , ya birlikte ölelim.
Her şey olacağına varıyorsa herkes de öleceğine varsın !
Sen benim içime bir yarsın , bırak saç uçların kirpiklerime kalsın.
Sen benim göğüme bir baharsın , bırak tebessümün gözlerime yağsın.
Bence gelmen gerek...
Gerek diyorsam da ihtiyaçtan değil mecburiyetten !
İhtiyar sana mecbur...
3 notes · View notes