#Hint Mitolojisi
Explore tagged Tumblr posts
Text
HİNT MİTOLOJİSİ - ÇOKTAN TANRILI ÇOK HİKAYE
-Bölgenin Geçmişi Hakkında
Hindistan bölgesinin tarihine baktığımızda bölgeyi derinden etkileyen Hint-Avrupalı göçlerinden önce de yani MÖ 1500’den önce de Hindistan’da insanların ve uygarlığın olduğunu görebiliyoruz. Bölgede yapılan arkeolojik çalışmalar geçmişte varolan kültürel geleneklerin Hinduizm ve Hint mitolojisini çarpıcı şekilde etkilediğini göstermektedir. Bunlara örnek olarak, MÖ 6000’e tarihlenen tanrıça gücünü ortaya koyan heykelcik kalıntıları gösterilebilir. Hindistan’daki bu ilk önemli kültür, Harappa kültürü olarak bilinir. Harappa, İndus vadisinde bulunan en önemli antik yerleşimlerden biridir.
Bkz: Harappa, Indus Valley Hkk.
-Kutsal Metinler, Veda'lar Hakkında
Hindu mitolojisi olarak ifade edilen mitoloji esasen erken Hint-Avrupa kültüründen doğduğu için MÖ 2000-1000 arasındaki dönemde, yani “Vedalar” olarak bilinen kutsal metinlerle ortaya konur. Veda bilgi demektir.
İlk dört veda Rig-Veda, Yajur-Veda, Samar-Veda ve Athar-Veda olarak adlandırılır. Bunlar hikayeleri, ilahileri, ayinleri içeren Sanskritçe şiirsel metinlerdir. Yazı olarak aktarılmamışlardır çünkü toplumda kutsal olarak kabul edilen, bu anlamda kabul gören kişilerin sözlü aktarımının yazılı aktarımlarına göre daha isabetli olduğuna inanılmıştır. Hindular Veda’ların daima var olmuş olduğuna ve Manular diye bilinen bir dizi varlığın veya avatarın (Tanrı Vişnu’nun reenkarnesi) yardımıyla metnin ortaya çıkmış olduğuna inanırlar. Orijinal Vedalara, sonuç olarak eklenen çeşitli metin grupları da bulunmaktadır. Bunlar da mitolojilerinde olduça önemli yer tutmaktadır. Bunları Brahmanalar, Puranalar Upanişadlar, Vedantalar ve Sutralar olarak ifade edebiliriz.
Vedalar’ın kendi içlerindeki mitoslar arasında bile çelişkiler olduğundan, bu mitlerin inananları için bile tam bir bağlılıkla ele alınması güçtür. Brahmanalar bahsettiğimiz dört orijinal vedalara dair sonradan eklenen yorumlamalardır. Özellikler ritüellerin doğru gerçekleştirilmesini hedefler ve Vedalar’dan kesinlikle daha dogmatiktirler. Upanişadlar ise daha çok bir dizi felsefi tartışmayı ortaya koyması bakımından Hindu teolojisinin felsefi altyapısını ortaya koyduğu söylenebilir. Aşağıda bu mitolojinin okuması, anlaması, derlemesi ne denli zor olduğunu görebilirsiniz.
Çok detaylı yabancı kaynaklar var, onlardan birini buraya bırakıyorum.
-Rig Veda - Kutsal Bilgi
Hinduizmin kutsal kitaplarının ilki Rig Veda-Kutsal Bilgi 1028 adet ilahinin birleşiminden oluşur. Yukarıda ifade ettiğim gibi üç Veda daha (Sama, Yajur, Ahtarva ) yazılmıştır. Tüm bunlar M.Ö. yaklaşık 2000-1000 yılları arasında İran dağlarından Hindistan’a gelen savaşçı Aryanlar tarafından yazılmışıtır. Rig Veda olarak ifade ettiğimiz eserin erken dönemdeki kitaplarındaki teolojisi, özünde çok tanrılı ve doğa odaklı olması bakımından bir ölçüde diğer Hint-Avrupa halklarınkine benzer. Ancak şu noktada büyük bir fark bulunmaktadır: Diğer Hint-Avrupa gruplarının çok tanrılılığı, giderek bir tanrının panteonun başına geçtiği bir tür tek tanrıya evrilirken, Vedizm her ilahide belli bir tanrıyı üstün bir konuma yükseltir. Hatta birini seçip yükseltirken diğerlerinin özelliklerinin de bir diğerine karıştırıldığı görülür. Bunun sonucunda giderek tanrıların bireysel kimlikleri bulanıklaşır ve onların yerine, tek bir tanrısal prensibin değişik biçimlerde ifade edilmesi kavramı geçer.
Rig Veda’dakilerle başlayan birçok Hindu yaratılış miti vardır. Dolayısıyla örgün bir metin içerisinde tüm Hint yaratışı mitini ortaya koymak imkansızdır. Buradan hareketle Hint mitolojisinin sürekli bir devinim içinde olduğunu ve tanrıların şekil, isim değiştirdiğini ifade etmek yanlış olmaz. Örneğin bazı metinler yaratılış için Brahma’nın kendi aklından oğullar meydana getirerek insanları yarattığını söylerken bu metinlerin Prajapati versiyonunda yaratıcının kendinden bir erkekle kadın yarattığını ifade edilir. Daha sonraları Şiva, Vişnu ve Devi tanrı üçlüsünün hakim olduğu “Purana” metinlerinde her tanrının evreni kendi içinde barındırdığını dolayısıyla fiilen yaratıcı olduğu aktarılır.
Birçok yandan farklılıkları olsa da Hindu yaratılış miti içinde önemli ortak ve tutarlı bir tema zaman kavramı Kalpa’dır. İnsan zamanına göre 1 kalpa 8,64 trilyon yıllık bir dönemken, Brahma’nın zamanına göre bir gündüz ve bir gecedir. Her kalpa’nın sonunda İskandinav mitindeki Ragnarok veya çağdaş sinemadan Matrix gibi yaratım yok edilir ve her yıkımı yeni bir yaratılış izler.
-Tanrıların Derlenmesi
Hindu panteonu zamanla değiştiğini yazı boyunca belirttim. Erken Vedalar döneminde Dyaus ile Prithvi Yunan mitlerindeki Uranos ve Gaia gibi ilk tanrılardır. Onların arkasında İndra’nın liderliğinde tanrıların ikinci nesli olan, devalar gelmektedir. İndra- Güneş tanrısı Surya(veya Mitra) ile ateş ve kurban tanrısı Agni ilk büyük Hindi üçlüsünü oluştururlar.
İndra, düzen kurucu pozisyonda bir tanrıdır. Tanrıların yüce kralı ve ateşli savaşçı olan kaotik canavar Vritra’yı yenme şerefine sahip olsa da zamanla Şiva, Vişnu, Brahma ve Devi karşısında önemini kaybetmiştir. Önce yüce bir kralken sonra tanrıların kutsal içeceği Soma ile sarhoş olmuş bir kadın düşkünü olarak tasvirlenir. Surya ise yaşama hükmeden güneş olarak betimlenir, aydınlatıcı ve yaratıcı olarak görülür o da yıllar içinde saygınlığını yitirir ve özellikleri başka tanrılarda görülmeye başlanır. Agni ise Vedik üçlüsündeki kurbanın ateşi olarak tanımlanır. Hayvanlar, bitkiler ve insanlardaki tinsel ateş olarak yeryüzünün hükümdarıdır. Veda sonrası Hinduizm’in doğuşu esnasında o da önemini kaybetmiştir.
-Yaratılışlar Hakkında
Rig-Veda’nın MÖ 1200 civarı yazıldığına inanılan onuncu kitabındaki bir ilahide tanrısal gücün tek bir tanrıda birleşmesi açıkça görülür. Prajapati yani Altın Yumurta tüm tanrıların hayat kuvveti olarak anlatılır. Kaynağı hakkında belirsizlik olsa da onun da ateşe bile hayat veren ilksel sulardan doğduğuna inanılır. Prajapati de başka şeyleri meydana getirmiş fakat kendisi meydana gelmemiştir. Prajapati bir bakıma kendisinin babasıdır, çünkü sulara bakıp kurbanı, yani kendisini meydana getirmesini sağlayan kendisidir. Bundan sonra kainatı yaratır, doğaya ve tanrılara güçlerini verir ve bunun muhafazasını sağlar. Yaratıcı tanrının bir yumurta halinde karşımıza çıktığını gördük. Diğer mitlerle karşılaştırıldığında Fin ve Yunan mitlerindeki benzerliğine dikkat çekmek gerekir. Ancak onlarda olduğu gibi ilksel sulara biri tarafından bırakılmadığını, suların doğrudan kendisi tarafından -çalkalanmayla meydana getirildiğini görüyoruz.
Başlangıçta, Altın Yumurta oluştu: Doğduktan sonra tek Efendisiydi o tüm varlıkların; Tutarak gökyüzünü ve dünyayı ayakta Bu kurbanla hangi tanrının önünde saygıyla eğileceğiz? Hayat (atman) verene, kuvvet verene, (Hindu Scriptures. Londra J.M. Dent, 1966, s. 10-11)
“Doğrusu, en başta bu evren suydu, bir su denizinden başka bir şey değildi. Sular şını arzu etti, “Nasıl üreyebiliriz?” Uğraştılar ve hararetle ibadet ettiler, ısındıklarında bir altın yumurta ortaya çıkt. Yıl, aslında, o zaman daha var olmamıştı. Bu altun yumurta bir yıllık bir aralık boyunca yüzdü. Bir yıl sonunda Pracapati ondan yaratıldı; bu yüzden kadın, inek ve kısrak da bir yılda doğurur; çünkü Pracapati bir yılda doğmuştur. “ Brahmanalar – Bir Yumurtadan Yaratılış
Dünyanın yaratılışına baktığımızdaysa yukarıdaki gibi kurban etkinliğinin yaratıcı bir etkinlik olarak burada önemiyle karşılaşıyoruz. İlk insan olarak adlandırılan Purusha'nın kurban edilip dünya olmasıyla yaratı vurgulanır. -Bu noktada da İskandinav mitolojisine benzerliğini özellikle vurgulamak istiyorum. Purusha'nın çok büyük olarak tanımlanan gövdesinin dörtte üçü görünmez ve mutlak olarak tanımlanırken geriye kalan parçadan ise dünya, canlılar veya “meşhur” sınıfların ortaya çıktığına inanılır. Kurbanın yaratıcı durumuna olan inançtan ötürü aynı olayı taklit etmenin yeniden kutsallık sağlayacağına dair ümide bağlı kalarak birçok dinsel tören oluşmuştur.
Brahman onun ağzıydı, Kolları Prens oldu, Kasıklarından sıradan insanlar, Ve ayaklarından köleler oldu. (Hindu Scriptures. Londra J.M. Dent, 1966, s. 8-10)
-İlk Veda'lar sonrası , değişimler
Yukarıda ilk yaratım ve insanın yaratılması mitlerinde farklılıklar olduğunu, Prajapati’nin zamanla bazı inanışlarda yerini Brahma’ya bıraktığını ifade etmiştim. Brahma’nın kendi aklından yaratımı gerçekleştirdiğini aktarmıştım. Buna dair inanış Manu’nun Kanun Kitabından gelmektedir. Burada suya bırakılan altın yumurta teması korunmaktadır. Fakat bu defa Brahman (Kendinden Var Olan) hem kaotik suları hem de onun içinde yumurtayı yaratır. Böylece açığa çıkarak o, yumurtadan Brahman olarak doğar. Bu nedenle hem ilk ruhun oğlu Harayana, hem ilk inşan Purusha hem de yaratıcı tanrı rolünde Brahma’dır.
“ Kendinden Var olan kendi gövdesinden çeşitli varlıklar yapmak istedi ve önce bir düşünce ile sıları yaratarak tohumunu onun içine koyddu. O tohum güneşinkine eşit parlaklıkta bir altın yumurtaya dönüşü ve yumurtanın içinde, tüm dünyanın atası Brahman olarak o doğdu." – G.Buhler (çev.). The Laws of Manu. Sacred Books of the East. Cilt 25 Max Müller (ed.). Oxford, İngiltere: Calrendon Press, 1886, s.5.)
Hint mitolojisinin ilerleyen safhalarında bahsettiğimiz üzere Puranalar anlatısı ortaya çıkar. Hint mitolojisinin en büyük yazarı olduğu düşünülen efsanevi Vyasa’ya ait oldukları kabul edilir. Vyasa’nın bu görevi yerine getirebilmek için bin yıldan fazla yaşaması gerektiğini de bu aşamada belirtmeliyim Dolayısıyla aslında Vyasa, bir anlamda bir sınıfın temsilcisidir. Vyasa hakkında da efsaneler dolanmaktadır. Her kim olursa olsun mitlerin baş derleyicisi olarak onun ismi geçer.
Vyasa Görseli
Puranalar’da görünüş ve gerçeklik arasındaki ayrımı basitleştirilme çabası vardır. Bu noktada Brahman dünyanın hem yaratıcısı hem de özü olarak ele alınır. Her şey birdir, Brahman’dır. Oysa görünüş dünyasında şeyler birbirinden apayrıdır ve Brahma (yani Brahman’ın erkek formu) onların yaratıcısıdır. Bu nedenle o bir erkek domuz biçimine girerek ilksel suların dibinden dünyayı dişleriyle kaldırır ve kainata düzen verir. Bu mit bu noktadan sonra öze geri döner ve Brahman’ın kurbanın esrarlı gücüyle özdeş olduğunu ortaya koyar.
“Sen kurbanın bedenisin… Ağzın sunaktır… adın Vedaların ilahileridir. “ Brahma Hakkında
Upanişadlar döneminde karmaşık yaratıcı ilkeler, Prjaapati ve daha da karmaşık bir halde Brahman’da görülmeye başlanır. İlerleyen süreçte Brahma’nın yaratıcı, Vişnu’nun koruyucu ve Şiva’nın gerekli yok edici olduğu ikinci bir yüce üçlü veya “Trimurti” gelişir. Başlıca figürlerin yanı sıra, aralarında Şiva ile Parvati’nin fil kafalı oğlu Ganeşa gibi birçok yan tanrı da bulunmaktadır.
Vedik üçlüsü olarak adlandırdığımız İndra, Agni, Surya üçlüsünün önem kaybı sonrası boşluğu dolduran Brahma, Vişnu, Surya üçlüsünde Brahma, yaratıcı tanrı olarak Pracapati’nin yerini alır fakat bu konumda bile, çoğunukla üçlüdeki kardeşlerinden çok aşağıda görülürdü. Aslında bu üçlüdeki konumu, bir biçimi Brahma’nın karısı Sarasvati olan Ulu Tanrıça Devi tarafından devralınmıştır.
Brahma’nın dört yöne bakan dört kafası vardı, dolayısıyla gözleri daima Sarasvati’nin üzerinde olabilirdi.
Sarasvati Hakkında
Sarasvati, Vedalar döneminde beri kocası Brahma’yı önemini sürdürme açısından geride bırakan bilgi ve öğrenme tanrıçasıydı. Sarasvati, Purana’larda bazen ona ensest arzular esleyen Brahma’nın kızı olarak da görülmüştür. Bir süre Vişnu’nın karılarından bir olarak görülmüş ve eşleri arasındaki kavgalara sek için Vişnu tarafından Brahma’ya verildiği inanılmıştır.
Vişnu, erken Vedalar’da önemsiz bir figür olsa da Trimurti’de yaratılışın koruyucusu ve sürdürücüsüydü. Puranik dönemde Vişnu, yaratıcı Brahma’yı göbeğindeki lotustan çıkararak daha da güçlenmiş ve inananları için önem derecesinde Şiva’yı bile geride bırakmıştır. Vişnu’nın gücü, Süt Okyanusunun Çalkalanması mitinde oldukça belirgindir. Bu miti de daha sonra blogda paylaşıyor olurum. Vişnu’nın cildi koyu mavidir ve en az dört kolu bulunmaktadır. Ulaşım için güneş kartalı Garuda’ya biner. En önemli eşleri Sri ve Lakşmi’dir . Birçok dünyevi enkernasyonu ve avatarı vardır. Bunların en önemlileri Rama ve Krişnadır. Bazıları Buda’yı da Vişnu’nun bir avatarı sayarlar.
Şaivalar, Şaivism’e yani Şiva’ya adananlar, Şiva’nın tanrıların en yücesi olduğuna, Brahma’nın esas enkernasyonu olduğuna inanırlar. Daha belirgin bir biçimde, yaratıcı Brahma, koruyucu Vişnu ise bu üçlü bağlamında, Şiva yeni yaşamın içinden doğacağı kurbanı talep eden yok edicidir. Yaşamın kendisinin, yani evrenin bir ölüm ve yeniden doğuş süreci olduğunu temsil eder.
Bu yeniden doğuş sürecini anlatan en iyi metinlerden biri Hint destanı Mahabrarata’dır. Homeros’un İlyada ve Odysseia’sının toplamının sekiz katı uzunluğunda olduğu söylenmektedir. Bu metinin yazarlığı yukarıda aktardığım Vyasa’ya isnat edilir. Vyasa’ya destanı dikte eden kişinin Şiva’nın fil kafalı oğlu Ganeşa olduğuna inanılır. Destanın büyük kısmı, MÖ 500. Yıllarda brahma rahipleri tarafından uyarlanmış ve MS 500’de ilaveler yapılmıştır. Destanın teolojik yaklaşımı yerküre şeklindeki tanrıçanın iblisler ve insanlar tarafından zulüm görmesidir. Refahın geri gelmesi için kurban gerekmektedir. Destan, güneş tanrısı Surya’nın oğlu Karna’dan kuzenleri ile Pandavalar arasında süren mücadeleyle ilgilidir. Aileler arasındaki savaş daha geniş teolojik bağlamda, bir çağı sonlandırıp yeni birini başlatacak olan temizleyici bir kurban ediştir. Yeryüzünün yükünü kaldıracaktır. Krişna’nın Bhagavadgita’da ( Rabbin Ezgisi-Şiir) açıklık getirdiği de bu konudur.
Kaynakça:
Keith, A. (2021). Hint Mitolojisi: efsaneler ve inançlar diyarı. Çev. İnönü. Leeming, D. A. (2017). A’dan Z’ye dünya mitolojisi. (N. Soysal, çev.) Say Yayınları. Öztürk, Ö. (2016). Dünya mitolojisi. Nika Yayınevi. Sproul, B. C. (2018). Yaratılış mitleri. (A. Bucak, çev.) Hil Yayın.
13 notes
·
View notes
Text
Hint mitolojisi kadının yaradılışını
şöyle anlatır👑
Tanrı, yaprağın hafifliğini,
ceylanın bakışını,
güneş ışığının kıvancını,
sisin gözyaşını aldı;
Rüzgârın kararsızlığını
tavşanın ürkekliğini buna ekledi olanların üzerine.
Kıymetli taşların sertliğini
balın tadını
kaplanın yırtıcılığını,
kışın soğuğunu,
kumrunun sevgisini kattı.
Bütün bunları karıştırdı eritti ve kadını yarattı!
241 notes
·
View notes
Text
Uzun bir süre sonra Hint Mitolojisi ile devam edeceğim, çalışmaya başladım
4 notes
·
View notes
Text
#卍HİNT MİTOLOJİSİ VE KAYNAKLARINDA #卍TÜRKLER
"Ramayana, Mahabharata .Harivamşa"
#卍Türklerden ve #Hunlardan bahseden Hint metinleri daha cok milattan sonraki cağlara aittir.
Bunlar da “Purana” metinleri15, devasa buyuklukteki masal derlemesi olan “Kathasaritsagara”, Keşmir Kralları Tarihi olan “Racatarangini” ve Sanskrit dram olan “Raghuvamsha”’dır.
Unlu Hint Destanları olan ve tahminen M.O.200-M.S. 200 yılları arasında derlenip yazıya gecirilmiş olan Ramayana, Mahabharata (M.O.300-M.S.300) ve Harivamşa da dikkatle incelenmesi gereken metinlerdir.16
Ozellikle de Mahabharata Destanı’nda #卍Hunlardan bahsedilmektedir.17
Bundan başka Manu Kanunları veya Şathapatha Brahmana gibi Hindu metinler ile Buddhist ve Caynist kaynaklar da ayrıntılı bir şekilde incelenmelidir.
Başka bir eski Hint metinleri olup, destanlardan farklı olarak basit bir Sanskrit dili ile yazılmış ceşitli efsaneleri, oğretileri, kral şecerelerini, tarih, coğrafya, mitoloji gibi konuları icine alan Puranaların yazılış tarihleri M.S. 250 ile 1250 yılları arasındadır.
Hint Edebiyatında on sekiz buyuk Purana, on sekiz kucuk Purana vardır.
Bunların her biri farklı tarihlerde yazılmıştır.
Bu on sekiz Purananın isimleri ise şu şekildedir: Vishnu, Narada, Bhagavata, Garuna, Padma, Varaha, Brāhmanda,Brahmavaira, Markaņdeya, Bhavishya, Vāmana, Brahma, Matsya, Kurma, Liņga,Şiva, Skanda, Agni.18 Bu Puranalarda Hindistan coğrafyasından bahsedilirken,Hindistan’da yaşayan halklar ve civarındaki komşular sayılır zaman zaman.
Bu halk isimleri arasında Türklerin bulunduğu da saptanmıştır. Orneğin en eski Puranalardan biri olan Markendaya Purana’da Hindistan’ın kuzeybatısındaki halklar arasında Pallavalar (#Pehleviler), #Gandharalar, Sindhular ve bircok kavimle birlikte Sauviralar da sayılır ki bu eseri İngilizceye cevirip neşreden E.Pargiter bunların arasında
Hunların da bulunduğunun Kurma Purana’da yazdığını iletmektedir. Markandeya Purana da “Tarakshura” adı gecmektedir ki Pargiter bunun da Madhyadeşa denilen orta ulkenin batısında yer alan Türkistan adındaki ulkenin halkı “Türkler” olduğunu söyler.
Ayrıca Unlu Hint destanlarından biri olup, yazılış tarihi M.O. 300 ile M.S.300 arasında ve yazarı olarak da Vyasa gosterilen,19 “Buyuk Bhārata Soyu” anlamına gelen Mahābhārata Destanı’nda gecen “Tarkshyalar” ile bunların aynı olduğunu belirtir.
Yine Markaņdeya Purana’nın LVIII. bolumunde Hunların adı gecer ve Pargiter bunların “Ak Hunlar” olduğunu ve o zaman Sutlej ırmağının kuzeyinde kalan vadinin “Hundes” diye bilindiğini aktarır.
Bu halkın kuzeyde Çinlilerle komşu olduğunu bildirerek Mahābhārata’ ya gonderme yapar.20
Yine eski bir Purana olan Vamana Purana’da eski metinlerde Bharatavarsha diye de bildiğimiz fakat burada Cambudvipa adıyla adlandırılan Hindistan alt kıtasının dokuz bolgeden oluştuğu soylenir.
“Ortada İlavrita Varsha, doğuda Bhadraşva, kuzeydoğuda Hiranya, batıda Ketumala, kuzeybatıda Ramyaka, kuzeyde Kuruvarsha, kuzeydoğuda Kimpurusha Varsha.”
Bunların arasında buyuk mesafelerin olmadığı kutlu ve hoş yerler olduğu,
buralarda hic caba harcanmadan mutlu yaşantılar surdurulduğu belirtilir. Aralarında hicbir catışma cereyan etmeden yaşadıkları ve birbirinden sınırlarla ayrıldıkları vurgulanır. Daha sonraki beyitlerde yine bolgeler sayılırken Türklerin ve Yunanlıların isimleri gecer.
“İndradvipa, Kaseruman, Tamravarna, Gabhastiman, Nagadvipa, Kataha,Simhala, Varuna. Bu bolum denizle cevrelenmiştir, kuzey-guney genişliğinde yer alır ve Kumara adı verilir.
Doğu kıyısında Yavanalar (Yunanlılar) oturur.
Guneyde Andharalar, Kuzeyde de Turushkalar (Türker) barınır.”
Metinde Türklerden soz eden kısım bu kadardır.
Daha sonra Brahmanların, Kshatriyaların ve Vaişya ve Şudraların, karışık kastların dinsel toren, ic cekişme,ticaret ve diğer işlerle nasıl bir arada yaşadıklarından soz edilir.
Sonra bircok dağ ismi sayılır. Bunların arasında Mleccha ve Ari olmak uzere karışık halkların gruplar halinde yaşadıkları soylenir. Sonra nehirler anlatılır ve bunların kutsal oldukları,insanları gunahlardan arındırdıkları belirtiliyor. Bu sulak bolgeler arasında yaşayan halklar (canapadalar) sayılırken yine Yunanlılar (Yavanah), Barbarlar (Barbarah) ve Çinlilerin (Cinah) isimleri de gecer.21
Vishnu Purana’da22 da Hunlar’dan şoyle bahsedilmektedir:
“Hindistan’ın doğusunda yabancı kavimler, batısında Yunanlılar vardır. Orta ulkede ise Brahmanlar, Kshatriyalar, Vaişyalar ve Şudralar (Bunlar kast sisteminin sınıflarıdır) her tarafa dağılmışlardır. İndus’a komşu olan Sauviralar, Sindliler (Saindhavah), Hunlar (Hunah), Şalvalar (Şalvah), Sakalılar, Madralılar, Rama halkı (Ramayana Destanı’nın başkarakterlerinden olan Rama’nın halkı), Ambastha halkı ve Persler (Parasika) idi.”
Keşmirli yazar Somadeva’nın tahminen 1070’te derlediği Kathasaritsagara (Masal Irmaklarının Okyanusu) adlı eserde bildiğimiz kadarıyla, Türklerden iki yerde soz edilir.
Bunlardan biri “Devadasa Oykusu”icinde gecer ki burada şunları goruyoruz;23
“Kral Candramahasena, Padmavati ile karşılaştığında kendi kızını gormuş gibi sevindi. Ancak birkac gun dinlendikten sonra Vatsa’nın mutlu kralı, kayınbabasının ordularıyla desteklenmiş halde, batı bolgesine doğru ilerlemeye başladı.
Lata bolgesinin (Gucerat) kadınlarının gozyaşlarına bulanmış kıvrık kılıcı,onun yiğitlik ateşinin dumanına benziyordu.
Ağacları onun filleri tarafından ezilmiş Mandara Dağı, okyanusu calkalamak icin yine kendisini kullanacaklar diye korkusundan tir tir titriyordu. Onun guneşten bile parlak olduğu kuşku goturmezdi; o,batıda bile yukselen bir ihtişama sahipti.
Sonra o, Kailasa Dağ��nın gulumsemesiyle guzelleştirdiği tanrı Kubera’nın yerinden ayrıldı ve Alaka’ya gitti. Orada Sindh
kralına boyun eğdirdi, ordusunun başında, Rama’nın Rakshasaları24 yok etmesi gibi Mlecchaları ortadan kaldırdı. Türklerin suvari birlikleri, dalgaların kıyı boyunca uzanan ağaclara carpıp durması gibi, onun fillerine carpıp kırılıyordu. Duşmanlarının bile takdir ettiği kahraman, tıpkı tanrı Vishnu’nun Rahu.’ya yaptığı gibi, Perslerin kotu kralının başını ucurdu. Hunları da savdıktan sonra onun unu dort yone yayıldı ve Himalayalardan ikinci bir Ganj gibi dokuldu...”
Kathasaritsagara’dan vereceğimiz ikinci ornek “Nişcayadatta Oykusu”icindedir.25
“Ucceyini kentinde Nişcayadatta adında bir tuccar oğlu vardır. Bu genc, bir gun Anuragapara adında bir peri kızına (Vidyadhari) aşık olur. Onunla evlenebilmesi icin gokyuzundeki ulkesine gelmesi gerekmektedir. Kız bu şartı soyleyip gokyuzune ucar gider. Oğlan ertesi gun yollara duşer ve kendisi gibi tuccar cocuğu olan uc gencle karşılaşır.
Birlikte dere tepe yol alırlar ve kuzeye, yabancı kavimlerin oturduğu yerlere varırlar. Yolda bir kısım Tacik onları yakalayıp başka bir Tacik’e satar. O da onları Muravara adında bir Türk’e(Turushka) hediye olarak verir.
Onları goturen hizmetkarlar Muravara’nın olduğunu oğrenince onları onun oğluna teslim ederler. Muravara’nın oğlu onları babasının dostuna ertesi sabah geri gondermek uzere zincire vurdurtur. Gencler tanrıca Durga’ya yalvarırlar ve tanrıcanın yardımıyla zincirlerinden kurtulup kacarlar. Diğer gencler bu yabancı halklarla dolu kuzey bolgesinde daha fazla kalmak istemeyip guneye, Dekkan’a doğru giderler.
Nişcayadatta ise, aşık olduğu peri kızı icin kuzeydeki yolculuğuna devam eder.Oldukca uzun olan bu oyku, kadınların sadakatsizliğini belirten bir sonla noktalanır.”
Racatarangini’ye (Krallar Nehri) bakacak olursak, burada Ak Hunlar ve Türklerden daha sık soz edildiğini goruruz. Keşmirli tarihci Kalhana bu eseri 10-11.yuzyıllarda yazmış olup 120 beyitten oluşmaktadır.
Burada 10. ve 11. yuzyıllar arasında yaşamış kral ve krallıklar anlatılmaktadır.26 Türklerin genel anlamda Hindistan iclerine girerken Keşmir’e uğramış olmaları, bu yakın coğrafyayı iyi bilen Hintli tarih yazıcısını bizim açımızdan guvenilir kılmaktadır.27
Racatarangini’de AkHunlar ile ilgili olarak, Mihirakula’dan onun Buddhistlere yaptığı baskılardan,Shiva’ya taptığından bahsedilir. Ayrıca burada Ak Hun devletinin Mihirakula’nın olumu ile sona ermediği, daha sonra yonetime Toraman’nın bir zamanlar kacıp saklanan kucuk oğlu Pravarasena’nın tahta gectiğinden bahsedilir.28
Racatarangini’de “Türklerin silahlarını sırtlarında taşıdıkları ve saclarını yarı traş ettikleri” yazar.
Samgaramaraca’yı (Keşmir Vadisinde 1003-1028 yıllarında var olan bir kral) anlatırken bir yerde “Türklerin savaşını tanımadıkca, tutkunuza hakim olup bu tepenin ucurumuna kendinizi koymalısınız” şeklinde bir ifade gecer.
Bu, buyuk ihtimal Gazneli Mahmud’un Hint seferleri ile ilgili olsa gerektir. Sonraki cumlede Hammira ismi gecer ki bu da Mahmud olmalıdır. Yukarıdaki oğudu veren de Hint racası Trilocanapala’dır.
Sonra “sabahleyin, savaş oyunlarında usta olan Türk ordusunun komutanı, tum savaşcı kimliği ile şiddetli bicimde cıkageldi” diye yazar.
Türklerle yapılan savaşlardan soz edilmeye devam edilir.
Racatarangini’de en cok dikkatimizi ceken kısım, buyuk kral Kanishka’nın,kuşkuya yer vermeyecek bicimde, Türk olarak tanıtıldığı yerdir.
Burada şoyle yazar:
“Bu ulkede Hushka, Cushka ve Kanishka adında uc kral kendi isimlerini taşıyan uc şehir kurdular (I,168)… her ne kadar Türk soyundan geliyorlarsa da, dindar işler yapan bu krallar Şushkaletra, Matha ve Caityalar vb. yapılar inşa ettiler.”
Hikmet Bayur, pek cok yerdeki saptamaları ile aynı noktayı eserinde29 irdeleyerek Kanishka’nın Türk olduğundan şuphe duyulamayacağını soyler. El-Biruni Kanishka’dan “Kanık” diye soz eder.30
Burada “Hinduların Kabil’de Türk kralları bulunduğu ve bunların Tibet’ten geldikleri, bunların icinde birincisinin de Barhatekin” olduğu yazılıdır.
Bayur, Turushka’nın Türk olması gibi Kanishka’nın da Kanık olması gerektiğini soyler.31
Nitekim “kanık” sozcuğu bugunku Türkçe’de32 de “elindekinden hoşnut olan, azla yetinen, tok gozlu, kanaatkar” anlamlarına gelir. Kim bilir belki de bu isim Buddhizmi benimsedikten sonra kendisine verilen bir lakaptır.
Gerci Kanık’ın İran’daki Mithra inancına (İran’da guneşe tapınılan inanc sistemi) eğilimi olduğunu soyleyenler varsa da onun Aşoka ve Ekber gibi farklı inancları bir arada tutmaya calışan bir kimse olduğunu duşunmek daha mantıklıdır. 33
Kanishka’nın geldiği kavimin Kuşanlar olduğu, bunların da (Cin kaynaklarındaki adı ile) Yueh-chilerin bir boyu olduğu ve bunların Türklüklerinden hemen hemen hic şuphe edilmediği duşunulurse, yukarıdaki duşuncelerin doğru olduğu ve Benares’e kadar uzanan devletin yoneticisi olan Kanishka’nın ( Kanık’ın) bir Türk olduğu da tarih sayfalarına gececektir.34
Kuşanların giysileri tipik Orta Asya tarzının bir yansıması idi35.
Giysi ile ilgili bir ornek, Michael Edwardes’in “AHistory of İndia” adlı eserinde36 bulunmaktadır.
Milattan sonraki ilk yuzyılda Kuşan devletini kuran kral Kadfises’in paralar uzerindeki adı “Kucula Kadfises”’tir37.
W.Ruben, “kucula” sozcuğunun “guzel” sozcuğune benzediğini bildirmektedir.
Ruben’in hem bu konuda hem de Kuşanlar hakkında soyledikleri şoyledir:
“Hindistan’ın kuzeybatısında Türkistan’dan gelen kuvvetli komutanların idaresi altındaki Kuşanların istilası ile bu devrin yeni bir safhası başlamakta ve milattan yetmiş sekiz sene sonra Vima Kadfises Hindistan’da egemenliği eline almış bulunmaktadır. Bazılarına gore bu donem Kanişka zamanına uymaktadır.
Kanişka devleti daha cok Orta Asya’da idi. Pencab bu devletin sadece bir guney eyaleti idi ve merkezi de Peşaver’de bulunuyordu.
Zaman zaman yapılan akınlarla devletin sınırlarının Patna’ya kadar uzanmış olması mumkundur ve şuphesiz Benares de bu sınırlar icerisinde bulunmakta idi. Kanişka ve hanedanının pek o kadar Hintlileşmedikleri anlaşılmaktadır.
Bu hukumdarlara ait heykeller kendilerini Orta Asya suvarilerine ait elbiselerle gostermektedirler. Bu kavimler kultur bakımından Türklere cok benzemektedir. Sikkeler uzerindeki yazıları vesaire ile taşıdıkları unvanlar ve coğu isimler eski Pehlevi dilindedir. Türkçe bir isim olan Kucula bu arada soylenmelidir. Avrupalı araştırmacılar bunları İskit, yani Hint-Avrupa kokenli olarak kabul etmiş bulunmakta ise de, bu etnologlar tarafından henuz uzerinde duşunulmesi gereken bir sorun olarak gorulmektedir. Fakat ne olursa olsun bu Kuşan egemenliğinin, Hint kulturu ve onun Orta Asya’ya yayılması bakımından onemi cok buyuktur.”38
Ak Hun/ Eftalitlerin gectiği bir başka Hint kaynağı unlu şair Kalidāsa’nın yazdığı Sanskrit bir eser olan “Raghuvamsha”’dır.
Bu eserin yazılış tarihi tam olarak bilinmemekle birlikte N.Mukhopadyaya tarafından 1880 yılında İngilizceye cevrilmiş olup bu eserin 4.bolumunun 68. beyitinde Hunların Amu Derya vadisinde yaşadığından ve kahraman Raghu’nun zaferini duyan Hunların eşlerinin yanaklarının kızardığından bahseder.39
Bana tarafından Kral Harsha’ya yazılan “Harshacarita”’da da Meşhur kral Harsha’nın babasının 7. yuzyılın başlarında Hunlara yenildiği anlatılır.40
Bu eserin Sanskrit dilindeki yazılış tarihi bilinmemekle birlikte 1897 yılında E.B.Cowell ve F.W.Thomas tarafından İngilizceye cevrilmiştir.
Bizim yaptığımız araştırma sonucunda Ak Hun/ Eftalitlerden bahseden son kaynak da Jaisalmer’in yazdığı bir Caynist kitap olan Kuvalayamala’dır.
Bu kitabın da yine diğer Sanskrit metinlerde olduğu gibi yazılış tarihi bilinmemekle birlikte C.Chojnacki ve U.Sauri tarafından 2008 yılında Fransızcaya tercumesi soz konusudur.
Burada da Hunlara ait yazıtlar, Hun yoneticileri, onların savaşları,
zaferleri ve yenilgileri anlatılıyor.41
AK HUNLAR TARİHİ UZERİNE TÜRKİYE VE DUNYADA YAPILAN
CALIŞMALARIN DEĞERLENDİRİLMESİ
Doç.Dr.Müslüme Melis CELİKTAŞ –KTÜ Tarih Bölümü /Trabzon
DİPÇE :
15 Aradi, a.g.m., s.6; Kaya, a.g.m., s.4.
16 Kaya, a.g.m., s.4.
17 Konukcu, a.g.t., 43; Bu metinlerde Vana Parva LI,1991; Bhishma Parva IX,373 gibi
aynı zamanda Sabha Parva XXXI,1194 ve I,1844’te Harahuna yani Sarı Hunlardan
bahsedilmektedir.
18 Kaya, a.g.e., s.88.
19 Kaya, a.g.e., s.87.
20Kaya, a.g.m., s.3.
21Kaya, a.g.m., s. 6-7.
22Aradi, a.g.m., s.6.
23Kaya, a.g.m., s.5.
24 Hint Destanlarında gecen “Rakshasa” “ifrit” demektir.
25Kaya, a.g.m., s.8.
26 M.A.Stein, Kalhana’s Rajatarangini, Vol. 1, Book 1-4, Edinburgh 1900, s.42.
27Kaya, a.g.m., s,9.
28Aradi, a.g.m., s.17.
29 Y.H.Bayur, Hindistan Tarihi, C.1, Ankara,1987, s.42; Kaya, a.g.m., s. 9.
30 E.C.Sachau, Alberuni’s India, Vol 2, New Delhi 2004, s. 11; Kaya, a.g.m., s. 9.
31 Bayur, a.g.e., s.71; Kaya, a.g.m., s. 9.
32 Turkce Sozluk, Ankara 2010, s. 423; Kaya, a.g.m., s. 9.
33 H.Kulke, D.Rothermund, Hindistan Tarihi, Ankara 2001, s. 123-124; Kaya,
a.g.m., s. 9.
34Kaya, a.g.m.,s.10.
35 Kulke, Rothermund, a.g.e., s.123; Kaya, a.g.m., s. 10.
36 M.Edwardes, A History of India, Thames and Hudson, London 1961, s.75-76.
37 Bayur, a.g.e., s.74.
38 Kaya, a..g.m., s.10.
39 Aradi, a.g.m., s.6.
40 E.B.Cowell, F.H.Thomas, The Harsha Carita of Bana, chapter 4, London 1897
s.101.
41Aradi, a.g.m., s.7.
KAYNAKLAR :
Akbulut, D.A. “İlkcağda Soğdia ve Bakteria ile Hindistan İlişkileri”, Tarihte Turk-
Hint İlişkileri Sempozyumu Bildirileri 2002, Ankara 2006.
Akbulut, D.A. “Maveraunnehir ve Horasan’da Turkler” Turkler Ansiklopedisi,
Ankara 2006.
Aksan D. Turk Dilbilgisi, İstanbul 1962.
Alram, M., “Huns and Western Turks in Central Asia and Northwest India”,
Glasgow 2009.
Altheim, F., Geschichte der Hunnen I, Berlin 1959.
Aradi, E., “The History of White Huns”, Mikes International, c.VIII, Den Haag
2001.
Aradi, E., “The Yue-chis, Kushans,Hephtalites”, Mikes İnternational, C.2,
Den Haag 2010.
Bayur, Y.H., Hindistan Tarihi, C.1, Ankara 1987.
Beal, S., Si-yu-ki, Buddhist Records or The Western World, C.I, Londra
1906.
Blockley R.C., The History of Menander The Guardsman, Ottawa 1985.
Biro, M., “Hunların Kafkasya’daki Varlığı”, Cev.S.Eğilmez, Ataturk
Universitesi Turkiyat Araştırmaları Enstitusu Dergisi,
Erzurum 2003.
Chavannes, E., Documents sur Les Tou-kiue (Turks) Occiedentaux, A Librairie
d’Amerique et d’Orient Adrien Maisonneuve, Quebec 2006.
Compareti, M., “Traces of Buddhist Art in Sogdiana”, Sino-Platınic Papers, USA
2008.
Cowell, E.B., F.H.Thomas, The Harsha Carita of Bana”, Londra 1897.
Csurgai, B., The Hsingnu-Hunnic Hungarian Language and History-Further
Analysis, Hungary 2010.
Czegledy, K., “Geschishte Der Hephthaliten”, Acta Antiqua, Tomus, 28, Budapeşt
1980.
Christian, D., A History of Russia, Central Asia and Mongolia, vol 1, Australia
1998.
Dani, A.H., “Eastern Kushans and Kidarites in Gandhara and Kashmir”,
History of Civilization of Central Asia, London 1996.
Deguignes, J., Hunların, Turklerin, Moğolların ve daha sair Tatarların Tarih-i
Umumisi, cvr. Hiseyin Cahid, C.II, İstanbul 1923.
De Saint Martin, V., Les Huns Balancs ou Ephthalites, Paris 1849
Dewing, H.B., Procopius, History of Wars , Book 1,Trans.H.B.Dewing, London
2005 .
Durak, N., “Hindistan’da Saka, Kuşan ve Ak Hunlar”, Tarihte Turk-Hint
İlişkileri Sempozyumu Bildirileri 2007, Ankara 2008.
Eberhard, W., Cin’in Şimal Komşuları, Cev. N. Uluğtuğ, Ankara 1996.
Edwardes, M., A History of India, London 1961.
El-Belazuri, Futuhu’l Buldan, Cev. M.Fayda, Ankara 1987,
Enoki, K., “The Origin of the White Huns or Hephthalites”, East and West 3,
Bellinghom/ Washington 1955.
Enoki, K., “On The Nationality of the Ephthalites”, Memories of the Research
Department of the Toyo Bunko, XVIII, 1959.
Enoki, K., “The Liang chih-kung-t’u”, Memories of the Research Department
of the Toyo Bunko, sayı 42, 1984.
Fleet, F., “The coins and history of Toramana”, The Indian Antiquary
XVIII, India 1889.
Fergusson, J., “On Indian Chronology”, Journal of the Royal Asiatic Society of
Great Britain and Ireland C.4, London 1869.
Frye, R.N., “Selcuklulardan Evvel Orta Şarkta Turkler”, Belleten, c.10, sayı, 37-
40, Ankara 1946.
Gomec, S., “Boyla ve Baga Unvanı”, ODU Sosyal Bilimler Enstitusu, Sosyal
Bilimler Araştırma Dergisi, C.1, S. 1, 2010.
Gomec, S., Kok Turk Tarihi, 3.Baskı, Ankara 2009.
Gomec, S., Turk Kulturunun Ana Hatları, Ankara 2006.
Gomec, S., Turk Destanlarına Giriş, Ankara 2009.
Grousset, R., The Empire of the Steppes, Cev. N.Walford, New Brunswick
1970
Gunaltay, Ş., Mufassal Turk Tarihi, C.3, İstanbul 1339.
Harmatta, J., “Kidara and Kidarite Huns in Keşmir”, Acta Antiqua, XXVIIXXVIII,
1-4, Hungariae 1979-1980.
Harmatta, J., “Late Bacterian Inscriptions”, Acta Antiqua Scientariun Hungarica
17, Budapeşt 1969.
Harmatta, J., “Annexation of The Hephthalite Vassal Kingdoms By The Western
Turks”, History of Humanity, C. VI, Paris1996.
Indicopleustes, C., The Christian Topography of Cosmos, Cev. J.W.McCrindle,
London 2010.
İtil, A., Sanskrit Klavuzu, Ankara 1963.
Kaya, K., “Eski Hint Metinlerinde Turk”, Argos Gemicileri, sayı 10, Ankara
2003.
Kaya, K., Hint Mitoloji Sozluğu, 2. Baskı, , Ankara 2003.
Kaya, K. Okyanusun Kıyısında, Ankara 2003,
Kafesoğlu, İ., Turk Milli Kulturu, 4.baskı, İstanbul 1986.
Konukcu, E., “Ak Hunlar”, Turkler Ansiklopedisi, C.1, Ankara 2006.
Konukcu, E., “Kuşan ve Akhunlar tarihi”, Doktora Tezi, Ankara 1973.
Konukcu, E., “Halaclar” Turkler Ansiklopedisi, Ankara 2006.
Kulke, H.,D.Rothermund, Hindistan Tarihi, Ankara 2001.
Kumar, R., History of The Chamar Dynasty, India 2008.
Kushava, R.S., A Glimpse of Bharatiya History, Delhi 2003.
Le Strange, G., The Lands of the Eastern Caliphate, Newyork 2010.
Ligeti, L., “Atilla Hunlarının Menşei”, Atilla ve Hunları, Neş. G.Nemeth, Cev.
Ş. Baştav, Ankara 1982.
Litvinsky, B.A., “The Hephthalite Empire”, History of Civizilation of Central
Asia, vol. 3, Paris 1996.
Litvinsky, B.A. / Z.Safi, “The Later Hephthalites in Central Asia”, History of
Civilization of Central Asia, vol 3, Paris 1996.
Macartney, L.A., “ On The Grek Sorces Fort the History of Turks in the Sixth
Century”, Bulletin of the school of Oriental Africa Studies, 11/2,
London 1944.
Maenchen-Helfen, O., The World of Huns, London 1973.
Mangaltepe, İ., Bizans Kaynaklarında Turkler, İstanbul 2009.
Marshak, B., “Sughd and Adjancent Regions”, History of Civilization of Central
Asia, vol. 3, Paris 1996.
Marshall, J., A Guide to Taxila, Calcutta 1918.
Massom, V.M., “Archaelogical Cultures of Southern Siberia and Mongolia” History
of Humanity, c.IV, Paris 1996.
Mc Govern, W.M., The Early Empires of Central Asia, North Carolina 1939.
Melzer, G., “A copper scroll inscription from the time of the Alchon Huns”,
J.Braarvig(ed). Manuscripts in Schoyen Collection III, Oslo
2006.
Mingana, A., The Early Spread of Christianity in Central Asia and The Far
East, C. 9, Manchester 1921.
Minorsky, V., “Khurāsān at the Time of the Arab Conquest”, Iran and Islam in
Memory of the Late, Edinburg 1971.
Modi, J.J., “About the Huns who conquered India”, Journal of the Bombay
Branch of the Royal Asiatic Society , Bombay 1926.
117
Moravcsik, G., Byzantinoturcica II, cev.E.J.Brill, Leiden 1983.
Morgan, D., The Mongols, Singapur 2007.
Obrusanzky, B., “Late Huns in Caucasus”, Mikes International,Journal of
Eurasian Studies, Vol1, Issue 2, Den Haag 2009.
Ogel, B., “İlk Toles Boyları”, Belleten, C.10, Ankara 1948.
Ruben, W., “Doğuda ve Batıda Ortacağ Felsefesi”, Dil ve Tarih, Coğrafya
Fakultesi Dergisi., cilt 2, sayı 1, Ankara 1943.
Roux, J.P., Turklerin Tarihi, Ankara 2004.
Stein, M.A., Kalhana’s Rajatarangini, Vol. 1, Book 1-4, Edinburgh 1900.
Stark, S., Transoxanien nach dem Tang Huiyao des Wang Pu, Nordestedt
2009.
Samolin, W., “Hsiung-nu, Hun, Turk”,Central Asiatic Journal, New Jersey 1957.
Sundermann, W., Origin and Rise of the Chionities/Xyon/Huns, History of Humanity
Scientific and Culture Development, vol. 3, Paris 1996.
Skrine, F.H. - G.D. Ross, The Heart Of Asia, London 1899.
Smith, V., The Oxford History of India, London 1921.
Sinor, D., “The Establishment and Dissolution of the Turk Empire,” The
Cambridge History of Early Inner Asia, London 1994.
Sachau, E.C., Alberuni’s India, Vol 2, New Delhi 2004.
Stark, S., Transoxantan nach dem Tang Huiyao des Wang Pu, Norderstedt
2009.
Şeşe R., İslam Coğrafyacılarına Gore Turkler Ve Turk Ulkeleri, Ankara 2001.
Tezcan, M., “Kuşanlar, Ak Hunlar ve Eftalitler”, Tarihte Turk-Hint İlişkileri
Sempozyumu Bildirileri 2002, dizi XXVI, sayı 12, Ankara 2006.
Tezcan, M., “The Ethonomy Apar in the Turkish Inscriptions of the VIII. Century
and Armenian Manuscripts” Webfestschrift Marshak Ērān ud
Anērān Studies, Venice 2003.
Thapar, R., A History of India, C.1, London 1974.
Thomas, F.W., “A.Tohari (?) A.D. 400”, JSTOR, 1944.
Togan, A.Z.V., “Eftalit Devletini Teşkil Eden Kabilelere Dair”, Ataturk
Universitesi Fen Edebiyat Fakultesi Araştırma Dergisi, Ozel
sayı, Fasukul 1, S.13, Erzurum 1985.
Togan, A.Z.V., Tarihte Usul, İstanbul 1950.
Turkce Sozluk, Ankara 2010.
Watter, T., Yuan Chwang’s Travel in India, C. XIV, Journal of the Royal
Asiatic Society of London 1904
Wincent, A.S., “White Hun Coins From The Panjab”, Journal of the Royal Asiatic
Society of London 1907.
https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/1471950
Şenol Soydan
0 notes
Text
Tanrı yaprağın hafifliğini, ceylanın bakışını, güneş ışığının kıvancını. sisin gözyaşını aldı. Rüzgarın kararsızlığını, ürkekliğini de buna ekledi olanların üstüne. Balın tadını, kıymetli taşın sertliğini, kaplanın yırtıcılığını, kışın soğuğunu, saksağanın gevezeliğini, kumrunun sevgisini kattı. Hepsini kar��ştırdı ve kadını yarattı.
-Hint Mitolojisi-
1 note
·
View note
Text
KADININ YARADILIŞI..
HİNT mitolojisi KADININ yaradılışını şöyle anlatır:
Tanrı yaprağın hafifliğini
Ceylanın bakışını
Güneş ışığının kıvancını
Sisin gözyaşını aldı;
Rüzgarın kararsızlığını
Tavşanın ürkekliğini buna ekledi;
olanların üzerine,
Kıymetli taşların sertliğini
Balın tadını
Kaplanın yırtıcılığını
Kışın soğuğunu
Saksağanın gevezeliğini
Kumrunun sevgisini kattı...
Bütün bunları karıştırdı, eritti ve
KADINI YARATTI....🌹❤️🌺
8 notes
·
View notes
Text
P.3. Mythology (Podcast Incelemesi)
Mythology, Parcast şirketinin 10 Ocak 2018′den beri her haftanın Salı gününde yeni bir bölüm yayınlamak suretiyle bugünlere kadar getirdiği ve bu hafta 58. bölümünü yayınlamış olan podcast serisi. Mythology, Yunanca Mythos ve Logos kelimelerinin birleşiminden oluşan bir bileşik kelime. Mythos söylenen ya da duyulan söz, logos ise konuşma anlamlarına geliyor.
İsminden de kolaylıkla anlaşılabileceği gibi mitoloji üzerine bir podcast serisi. Podcastlerle içli dışlı olanlarınız diyebilir ki ‘‘bunun gibi bir sürü mitoloji ile ilgili podcast serisi varken bunun farkı ne?’’ Son derece yerinde sorulan bir soru olmasından dolayı öncelikle bu soruyu aklından geçirenlerinize buradan teşekkür edeyim (e Sezar’ın hakkı Sezar’a). Genellikle mitoloji ile ilgili anlatılara baktığınızda bir anlatıcı olur ve bıdı bıdı konuşur ve hikayeleri bize aktarır. Bu işi yapanların kimi, hiç risk almadan Yunan mitolojisinde takılır. Çünkü ilginiz olmasa bile Yunan mitolojisinden onlarca isim hepiniz halihazırda biliyorsunuz. Anlatı için bu büyük bir artı çünkü hikayenin aktarımını oldukça kolaylaştırıyor. Yunan mitolojisine kıyasla çok da bilinmeyen Çin, Japon vs mitolojilerine girilecek olsa isimlere kulak aşinalığı olmaması birçok kişinin ‘‘AAAA!!! bu ne ya!!! Hiç birşey anlamadım!!!’’ diye inleyip kapatmasıyla nihayete erecektir.
Parcast’in Mythology serisinde yaptığı ise işte birçok ekibi almaya çekindiği riski almış olmaları. Ama daha da güzeli bu riski alabilmelerine imkan sağlayan artıları, o da hikayeyi bir anlatıcının kuru kuru anlatımıyla sınırlandırmayıp ses sanatçılarıyla birlikte çalışıp, hikayeyi radyo tiyatrosu şeklinde aktarmaları. Şimdi Mythology podcast’ini överken diğer mitoloji temelli podcastleri de yermek istemem. Çünkü Mythology’nin arkasında Parcast gibi bir şirket varken, diğer podcaster genellikle bireysel girişimler oluyor. Ve bu da demek oluyor ki yüksek ihtimalle podcastin hikaye anlatıcısı aynı zamanda metin yazımı, hikaye anlatımı, kurgu vs gibi bir sürü işi kendi başına yapıyor. Böyle insanları halk arasında ‘‘İsviçre Çakısı’’ diye de biliriz. Parcast’in ise halihazırda metin kendi yazarları, kurgucuları ve ses sanatçıları olması işin daha derin olup düzenli yapılabilir kılınmasını sağlıyor. Genel podcast hazırlama yapılarını ve kıyaslamalarını hallettikten sonra biraz da Mythology’nin içeriğine girelim.
Şu ana kadar yayınlanan bölümleri dahilinde Yunan, Mısır, İskandinav, Hint, Anglo Sakson, Çin, Alman, Kızılderili, Sümer, İrlanda ve Japon mitolojilerinden hikayelere yer verildi. Bu hikayeler anlatılırken özellikle üzerinde durdukları iki temel husus var. İlk olarak mitolojik hikayeler sözlü gelenekle aktarıla geldiği ve geç vakitlerde yazılı hale getirildiği için bazen bir kaynakta ki hikaye ile bir diğer kaynaktaki aynı hikayenin farklılık göstermesi münasebetiyle ortaya çıkan fark. Bunu eldeki kaynaklarda kendi metinlerini oluşturarak çözme yoluna gitmiş metin yazarları. Dinleyicinin en rahat takip edebileceği ve en akıcı haline getirip, daha rahat dinlenebilir bir hale getirmişler. Mitolojik hikayelerle ilgili bir diğer mevzuu da +18 içeriklerin oldukça yoğun bulunması, gerek cinsellik, gerekse vahşet olarak. Bu uyarıyı da gerekli olan bölümlerin başında dile getirme hassasiyetini gösteriyorlar.
Mythology hikayeleri anlatırken dinleyen kişilerin karakter ve kişilere aşinalık seviyelerini herhangi bir şekilde bilme şansları olmamasından ötürü, hikayenin giriş kısmında bir kaç dakika hikayenin içerisinde dinleyici için rahatsız edici olmayacak şekilde karakterleri de tanıtıyor. Böylelikle bütün dinleyicileri aynı başlangıç noktasına getirdikten sonra asıl hikayeye geçiş yapıyorlar. Misal, Sümer tanrıçası İnanna’nın yeraltı dünyasına kızkardeşi Geştinanna’yı ziyarete indiği hikayeyi anlatırken, Sümer panteonunu (Tanrı ve Tanrıçalarını) kısaca tanıtmaları hikayede göz önünde olacak olan İnanna ve Geştinanna’nın birbirleriyle olan tarihlerini ve ilişkilerini kısaca anlatmaları dinleyen kişinin gerekli temel bilgiye sahip bir şekilde hikayeye girmesini sağlıyor. Tabii bir de kulağınızın hiç aşina olmadığı bu isimleri başta ki tanıtma kısmında duydukça kulak alışıyor ve ilerleyen asıl önemli kısımlarda daha da keyifli bir dinleme gerçekleştirmenizi sağlıyor.
Yıllardır radyoda yayınlarını takip ettiğim programcıların hep dedikleri birşey vardı. ‘‘TV, internet gibi yeni teknolojiler gelişebilir, ama bunlar radyoyu veya sesli mecrayı silemez. Çünkü görsel sanatlar veya içeriklerin aksine sesli içerikler de tüketici kendi hayalgücüyle ete kemiğe büründürüyor kulağına gelen sesleri.’’ Yani bir kostüm tasarım ekibinin, ışıkçı ve görüntü yönetmeninin verdiğini değil o sesin kendi kafasında oluşturduğu hislere göre bir sıfat ve kişilik oturtuyor duyduğu sese. Bu da dünyanın en lezzetli zihin egzersizlerinden birisi. Ve duyduğunuz sese siz bir şekil vermiş olduğunuz için tükettiğiniz içeriği daha bir içerleyip sahiplenme eğiliminde oluyorsunuz. Daha kuvvetli bağlar kuruyorsunuz, bir başka deyişle.
Özetle Mythology podcast serisini bulduğum gün yaşadığım mutluluk, Kırk Haramilerin hazinesini bulmuş Ali Baba’nın sevinciyle yarışacak cinstendi. Mythology podcastinin tek ‘sıkıntı’ (daha önce ki podcastlerde ötürü de tahmin edebileceğiniz gibi) İngilizce olması. Dil bilmiyorsanız ve yine de ‘‘ben bu hikayeleri merak ediyorum, arkadaşlar bana aralarında azimli sıçan derler’’ diyorsanız, bölüm başlıklarından ilgili karakterlerin adlarını öğrenip google ve wikipedia (hazır geri açıldı bu hafta, #kavuştuk) üzerinden okuyarak bu bilgi ve hikayelere ulaşabilirsiniz.
Umarım bu podcast serisini de beğenirsiniz.
Keyif ve esenlikler sizinle olsun.
Haftaya yeni bir Youtube kanal incelemesinde görüşmek dileğiyle.
tmg
Edit#1:Türk Mitolojisi kaynak sıkıntısı yüzünden dünya da çok ilgi görmese de ilgililerine bir güzellik de yapmış olayım.
2 notes
·
View notes
Text
Hint mitolojisi kadının yarad��lışını şöyle anlatır;
Tanrı yaprağın hafifliğini
Ceylanın bakışını
Güneş ışığının kıvancını
Sisin gözyaşını aldı;
Rüzgarın kararsızlığını
Tavşanın ürkekliğini buna ekledi;
olanların üzerine,
Kıymetli taşların sertliğini
Balın tadını
Kaplanın yırtıcılığını
Kışın soğuğunu
Saksağanın gevezeliğini
Kumrunun sevgisini kattı.
Bütün bunları karıştırdı, eritti ve kadını yarattı.
15 notes
·
View notes
Text
Hint mitolojisi kadının yaradılışını şöyle anlatır...
Tanrı, yaprağın hafifliğini ,
ceylanın bakışını ,
güneş ışığının kıvancını ,
sisin gözyaşını aldı...
Rüzgarın kararsızlığını ,
tavşanın ürkekliğini buna ekledi olanların üzerine...
Kıymetli taşların sertliğini ,
balın tadını ,
kaplanın yırtıcılığını ,
kışın soğuğunu ,
saksağanın gevezeliğini ,
kumrunun sevgisini kattı...
Bütün bunları karıştırdı ,
eritti ve kadını yarattı.... 😁
0 notes
Photo
ejderhanı nasıl eğitirsin - dean deblois, chris sanders (2010)
‘’cressida cowell'ın romanından aktarılan ejderhanı nasıl eğitirsin, iri yarı vikinglerin ve vahşi ejderhaların destansı dünyasında geçiyor. ejderha savaşının bir hayat tarzı olduğu berk adasında yaşayan bir genç, yaralı bir ejderhayla karşılaşır ve dünyası alt üst olur.’‘
senin ejderha ne durumda?
ejderha?
ejderha bazen çok başlı resmedilir. genellikle üç, dört veya yedi başlıdır. bunlar üç ilkeye (tuz, sülfür ve cıva), dört elemente veya yedi gezegene tekabül eder.
mitolojide ejderha doğu ve batı mitolojisinde ejderhalar ‘’çesitli hayvanların özelliklerini bünyesinde toplayan ve bundan dolayı-belki bütün hayvanların gücünü ve niteliklerini toplu olarak sembolize eden ve timsah ya da kertenkeleden köken alan canlılar olduklarına inanılır. uzak doguda uzun ömürleri ve güçleri nedeniyle bilgeligin sembolüdürler. bunların en büyüklerinden biri olan “komodo kertenkelesi” ejderha efsanelerinin bazılarından köken almaktadırlar . çin mitolojisinde çok sık rastlanan ejderha, pek çok tür hayvanın garip bir karısımı olarak bir devenin basına, bir erkek geyigin boynuzlarına, bir canavarın gözlerine, bir inegin kulaklarına, bir yılanın boynuna, bir midyenin göbegine, bir sazan balıgının pullarına, bir kartalın pençelerine ve bir kaplanın ayaklarına sahiptir. kafasının üzerinde “chi’ih muh”denilen büyük bir parça vardır. gövdesi birlesik üç bölümden sekillenmistir. gövdesinde 117 adet bulunan pullardan 81 tanesi iyi (yang) etki gösterirken, 36 tanesi ise kötü (ying) etkiyle doludur. böylece ejderha hem biraz koruyucu hem de biraz yok edicidir. boyun altındaki pulları terstir ve her bir ayagında bes adet parmak bulunur. bir erkek ejderha disisinden, tepesine dogru giderek incelen dalgalı bir boynuzla ayrılır. ayrıca disi ejderhanın burnu da düzdür. kanatlı ejderhalar oldugu gibi, at-ejderha, bogaejderha, köpek-ejderha, kurbaga-ejderha ve balık-ejderha’da vardır. ejderhaların en önemli düsmanı belki kaplandır ama kaplan baslı ejderhalara da rastlanılır. görüldügü gibi ejderhalar diger hayvanlara da dönüsebilirler ejderhalar kesinlikle suyla ilgilidir. yagmurun ve suyun efendisi, gök gürültüsünün tanrısı ya da yagmurun ve suyun tanrısı olarak anılırlar. fırtınalar çıkaranlar da vardır. bazı mitolojilerde ısık tanrısıdır. yeni dogmus bir ejderha, bir solucan veya bir yılan ya da bir kertenkeleden daha büyük degildir. ancak çok süratli gelisirler. ejderhaların kemikleri olduguna inanılan, fosillere ait kemiklerin tıbbi amaçlı olarak kullanıldıklar görülür. ejderhaların yakınlarında kesinlikle tedavi edici özellige sahip sifalı otlar vardır. ejderhalar derilerini dökerler ve bazen de kemiklerini fırlatıp atarlar. bes ayrı renge sahip ejderha kemiklerinin iç organlara yönelik olarak tedavi edici etkileri bulunmaktadır. buna göre mavi renk kemikler karaciger ve safra kesesi; beyaz renk olanlar akciger ve ince bagırsak; kırmızı renkliler kalp ve kalın bagırsak; siyah renktekiler böbrekler ve mesane; sarı renk kemikler ise dalak ve mide üzerine etkilidir. ayrıca ejderhaların tükürügünün de tedavi edici özellikte oldugu bildirilmektedir. tanrıların, ejderhalar üzerinde yolculuk yaptıklarına inanılır genel olarak yılan kuyruklu, kanatlı ve arslan pençeli mitolojik hayvanlar olan ejderhalar “uçan yılan” olarak da nitelendirilirler. kaynagı eski babil ve sümer inançlarıdır. aslında her ulusun mitolojisinde ejderhalar vardır ve onlarla hep savasılır . germen kavimlerinin nibelungen efsanelerinde ve ayrıca yunan mitolojisi içerisinde korkunç ejderha motifleri vardır ve bunlar çesitli kahramanlar tarafından öldürülürler . yunanca ejderha “gözcü” demektir. zaten ejderha, pek çok öyküde kutsal suların gözcüsü ve bekçisidir. sümer, babil, akad ve hititlerde erkek kahramanlar veya tanrılar ejderhaları öldürürler . mitolojide ejderha motifi türk sanatında da hint ve çin sanatı kadar yaygındır. türk mitolojisinde büyük yılan biçimli olarak betimlenen ejderhaların, üçten yediye kadar degisen sayıda basları bulunmaktadır. yedi baslı ejderha anlamına gelen “büke” sözcügü yakut türkleri tarafından büyüklere unvan olarak verilir. ejderhaların kuyuların diplerinde sarayları vardır. insan eti yiyen ejderhalar, genç kızları buralara kaçırırlar. ejderha türk mitolojisinde zaman zaman dünyayı tasıyan bir hayvan olarak da kabul edilir . dört yön ile iliskisi vardır ve gök ile yer-su kültlerinin varlıgı nedeniyle astrolojiyle iliskili olarak farklı sembolik anlamlar yüklenmistir. türklerde bir ejderha kültünden söz edilebilir. ejderhaların, karanlık yer ejderi, . gök ejderi, sarı ejder, agaç ejderi ve kırmızı ejder gibi tipleri bulunmaktadır. kökenini timsahtan aldıgı ileri sürülür . ejderha, eski türklerin “12 hayvanlı takvimi”nde de yer almıstır. ejderha çin’de oldugu gibi, türklerde de bir hukuki sembol olarak kullanılmıs olmalıdır .yunan mitolojisinde ejderha ile ilgili, diger toplumların inançlarıyla paralellik gösteren öyküler anlatılır. ekhidna adı verilen ejderhanın yeraltında ve yeryüzünde ne kadar korkunç köpek ve canavar varsa, hepsini yarattıgına inanılır. lerna ejderi adlı dokuz kafalı bir yılanejder vardır. herakles’in onun zehir saçan kafalarını kopardıgına ve ölümsüz olan bir kafasını da bir kayanın altına gömdügüne inanılır . zümrüdüanka: anka, hüma, semender, devlet kusu, phoenix, simurg, sSirenk gibi adlarla da anılır. dünyanın farklı yörelerinde çesitli dinsel ve büyüsel etkileri olduguna inanılan mitolojik bir kus olup, bir sıgırı ya da bir fili tasıyabilecek kadar büyüktür. kaynagı eski mısır inançlarında bulunmakla beraber çin’den _ran mitolojisine kadar hemen her yerde yaygındır. güvercine benzetilerek tasarlanan bu kus, zümrüt yesili kanatlara sahip olup, ayrıca altın renkli uzun tüyleri bulunan güzel sesli bir erkek kus olarak imgelenir. kaf dagının ardında yasayan ve sadece kemikle beslenen bu kusu kim öldürürse 40 gün içinde ölür ve üzerinden geçtigi kimselere de mutluluk getirir. her zaman için dünyada tek olarak bulunan anka kusu 1700 yıl yasar ve kendini atesten yeniler. Ölecegi zaman yuvasını atese verip kendisini yakar ve o yanarken de yeni ve genç bir anka kusu meydana gelir. genç kus babasının küllerini heliopolis’deki günes tapınagına götürüp bırakır. kimin basına konarsa (devlet kusu), ona büyük zenginlik ve mevki getirir. yüzü insana benzer; gövdesi ise her hayvandan bir parça alınarak yapılmıs olup boynu çok uzun ve ak bir halka ile sarılıdır. çinliler onu raks ve müzigin mucidi sayarlar. çesitli masallarda, onun genis kanatları üstünde ülkeden ülkeye uçuldugu tasarlanan bu kusun çogunlukla insanlara görünmedigine de inanılır degisik kültürlerden araplarda roc, hintlilerde Garuda, yunanlılarda salamandra ve iranlılarda ise simurg ya da semender olarak adlandırılır. Simurg (Otuz Kus) efsanesi çok ünlüdür. Bu efsanede kuslar kendilerine bir kral seçmek isterler. krallıga kaf dagında oturan simurg’u uygun bulurlar. hep birden gidip, ona baglılıklarını bildirmek isterler. yola çıkan kuslardan bazıları, kaf dagı çok uzak oldugu için yorgunluktan yolda ölürler. amaçlarına ulasmak için karsılarına çıkan engelleri asmaya çalısırlarken, çok sayıda kus daha ölür ve sonuçta milyarlarca kustan geriye yalnızca otuz kus kalır. onlarda bitkinlikten can çekismektedirler. güçlükle kaf dagına varırlar. burada tahta oturtulan kuslar, okumaları söylenen önlerindeki kagıdı okuduklarında, o zamana kadar bütün yaptıkları seylerin o kagıtta yazılı oldugunu görürler. bu arada simurg belirir. otuz kus bir bakarlar ki karsılarındaki simurg kusu, aslında kendilerinden baska bir sey degildir. hintlilerce garuda olarak adlandırılan aynı kusun bir kartala benzedigi ve kartalın gaga, pençe ve basına sahip oldugu ancak gövde, kol ve bacaklarının ise insan görünümünde oldugu bildirilmektedir. garuda dogdugu zaman o kadar parlaktır ki, onu bir tanrı sanarak ibadet edenler olur. garuda tanrı visnu’nun binek hayvanıdır. ilahi güçlere sahip olan garuda’nın ulasılamaz güçlügü ile kuvvetin iyiligini fakat, bazı yaratıkları kaçırıp yemesiyle de kötülügü temsil ettigi düsünülebilir. hint mitolojisi, garuda ile ilgili söylenceler yönünden çok zengindir. bazı dogu toplumlarında ise phoenix olarak adlandırılan bu efsanevi kusun günesin kusu oldugu ve büyük bir atesin küllerinden dogduguna inanılır ve ona heliopolis’te tapılır. öldükten sonra dirilmenin bir simgesi olarak kabul edilen phoenix, ra (günes tanrısı) ile yakından iliskilidir. eski mısırlılarca benu kus olarak adlandırılır ve tanrı ra’nın formlarından biridir. kaos ve karanlıktan çıkan hayatın ve ısıgın sembolüdür. asya’da phoenix’in çok eski bir kus olduguna, çok uzun yasadıgına ve evrenin yaratılısına tanıklık ettigine inanılır ayrıca “stymphalos” adlı arkadia kentinde gagaları ve pençeleri tunçtan, tüylerini ok gibi fırlatan “stymphalos kusları” adlı mitolojik kusların yasadıgı bir kent vardır ki bu kusları daha sonra herakles öldürmüstür.’’
8 notes
·
View notes
Text
Türk kültürünün pek çok mitolojik ögesi günümüz yaşantısına taşınmış ve halen birçoğumuzun söylemlerinde, davranışlarında kendine yer bulmakta. Hem bu konudaki farkındalığı arttırıyor hem de genel bir tarih bilgisi yineliyor.
Örneğin onca senelik lise eğitiminde Kaşgarlı Mahmut'un eserlerinde İslamiyet etkisi altında kalıp gayrimüslim Türk'lere salladığını kaçırmışım. Hiçbir şey olmasa bile en azından bu cahilliğimi gidermiş oldu.
Sümer, Hint, İskandinav ve pek tabii İslam mitleri ile benzerliklerini fark ediyor olmanın ise mitoloji konusunda kümülatif bir faydası oluyor. İki Türk Mitolojisi kitabım daha var. Onları da okuduktan sonra kitap özelinde de yorum yapabilir hale gelebilirim
6 notes
·
View notes
Photo
Sosyal hizmetler uzmanı, bilgisayar programcısı ve yazılımcı. Hobi olarak Göktürk Alfabesi'ni 1 senede öğrenmiş. Viking, Aztek, Kızılderili, Hint mitolojilerine çalışmış Uygur mitolojisi ile olan benzerlikleri ortaya çıkarmış. Vikinglerin okunamayan yazılarını okumayı başarmış. Kendini Otodidakt olarak tanımladı. Türkolog Fuat Bozkurt'un yardımlarıyla Runik yazının Göktürk Alfabesi ile okunması üzerine makalesi yayınlandı. İskandinav akademisyenler makaleye destek verdi ve çok ilgi gösterdi. Henüz çözülemeyen Kıbrıs Hece Yazısı ile ilgili bir tez sundu ve tarihi bir küpün üzerinde yazan yaklaşık 4 satırlık yazıyı Türk Runik Alfabesi'ni kullanarak okumayı denedi ve Anda, Katun, Teki gibi Divanü Lügati't Türk'te geçen Türkçe kelimelere ulaştı. Makaleleri, akademik ünvanı bulunmaksızın Halil İnalcık, İlber Ortaylı, Şerif Mardin gibi Hocaların olduğu 21 ciltlik Türkler Ansiklopedisi'nde yayınlandı. #mehmetturgaykürüm (Zile, Tokat) https://www.instagram.com/p/B-HaGcTDr-RYdraKHqUJoIWC0F_ynKQ0s2mrSo0/?igshid=xpq1k6qprey4
0 notes
Photo
Hint mitolojisi kadının yaradılışını şöyle anlatır... Tanrı yaprağın hafifliğini, ceylanın bakışını, güneş ışığının kıvancını, sisin gözyaşını aldı... Rüzgarın kararsızlığını, tavşanın ürkekliğini buna ekledi... Onların üzerine kıymetli taşların sertliğini, balın tadını,kaplanın yırtıcılığını, kışın soğunu, saksağanın gevezeliğini, kumrunun sevgisini kattı.... Bütün bunları karıştırdı, eritti ve kadını yarattı...
14 notes
·
View notes
Text
Whanganui, Ganga ve Yamuna / Bora Ercan
Geçtiğimiz günlerde, Yeni Zelanda’da Maorilerin 140 yıllık mücadelesiyle Whanganui ırmağına yasal olarak ‘yaşayan varlık’ statüsü tanındı, hemen bunu izleyen günlerde diğer bir haber de benzer bir statünün Hindistan’da Ganj ve Yamuna’ya tanındığına dair. Yerküre ve insanlık adına bunlar güzel gelişmeler, ancak, bununla birlikte, Pradipika’da ve çok daha önce Rigveda’da bu ırmakların zaten kutsallıklarıyla bu statüyü kazandıklarını anlıyoruz.
Eterik bedende Ganj (Ganga) ida, Yamuda da pingala kanalıdır. Burada Hint coğrafyası ile insanın sanal bedeni arasında bir bağ kurulur. Nasıl büyük akarsular toprağı beslerse, yaşam verirse, nadiler (enerji kanalları) de insanı öyle besler. İda koyu renklidir, Ganj kaynağında koyu laciverttir. Gizemli, derin ve anlaşılmazdır. Bu nedenle zihni simgeler. Mitolojiye göre Ganj ilk doğduğunda vahşidir, kontrol edilemezdir. Himalayalar’da Shiva onu kontrol altına almak istemiştir, aynı insan zihninin kontrolü gibi.
Yamuna ise derindir. Ciddi ve durağandır. Kelime olarak ikiz anlamına gelen Yama’dan türetilmiştir. Ganj’ın ikizidir. Krishna’nın uzun süre burada yaşamış, Bhagavata Purana’da anlatıldığına göre büyük yılan Kaliya’yı burada zararsız hale getirmiştir. Kaliya zamandır. Sol beyindir.
Saraswati gizli bir akarsudur, Ganj ve Yamuna gibi görülmez. Her üç akarsu da Hint Mitolojisi için çok önemlidir. Varlıkları Hint Uygarlık tarihine tanıklık eder. Bu üç büyük akarsu Hindistan’ın Kuzey’inde Allahabad şehrinin yakınlarında bir araya gelirler ki bu ajna çakrada üç nadinin bir araya gelmesine işarettir.
Tamam da bunun bize, Türkiye’de yaşayan bizlere ne gibi bir etkisi, yararı olacak? Öncelikle belli başlı değerler gündeme gelmeli, örneğin İstanbul Boğazı da böyle bir statü kazanabilir. Kaçak inşaat yapanlar cinayetle suçlanabilir ya da bölge bölge diğer akarsular.
Anımsayalım, geçtiğimiz yıllarda da Avustralya’da kangrulara, Hindistan’da da yunuslara insan olmayan birey statüsü verilmişti. Bizde de kediler ve köpekler aynı statüyü kazanabilir. Diyeceksiniz ki bizde insanın değer mi var? Bütün bunları istemek zaten insana değer kazandırmak için!
1 note
·
View note
Text
MİTOLOJİ VE DİN
Mitoloji ve Din dersi adı verilen bu kitap, insanlık tarihi ile yaşıt bir konuyu ele almaktadır. Dünyanın farklı bölgelerinde, geçmişten günümüze yaşayan bir çok din ve inanç bulunmaktadır. Şüphesiz bunların hepsini bir kitapta toplamak çok zordur. Kültürel Miras ve Turizm (Ön Lisans) öğrencileri için hazırlanan bu kitapta Ön Asya’da hüküm sürmüş büyük kültürlerin mitolojileri, din ve inançları ele alınmıştır. Bu kitabın her ünitesi alanında yetkin öğretim üyeleri tarafından kaleme alınmıştır. Ünitelerin daha iyi anlaşılması açısından “Kavramlar ve Terimler” başlığını taşıyan birinci ünite Doç. Dr. Ahmet Çaycı tarafından; sosyolojik ve tarihsel perspektiften konunun anlaşılmasını amaçlayan “Mit, Din ve Toplum İlişkisi” başlığını taşıyan ikinci ünite Prof. Dr. Mehmet Akgül tarafından hazırlandı. Diğer dört ünite genel olarak Anadolu’da yaşayan kültürlerin mitolojileri hakkında açıklamalı bilgileri içermektedir. “Hitit Mitolojisi” başlığını taşıyan üçüncü ünite Doç. Dr. Güngör Karauğuz, “Sumer Mitolojisi” başlığını taşıyan dördüncü ünite Doç. Dr. Hasan Ali Şahin, “Yunan-Roma Mitolojisi” başlığını taşıyan beşinci ünite Prof. Dr. Asuman Baldıran ve “Türk Mitolojisi” başlığını taşıyan altıncı ünite Prof. Dr. Remzi Duran tarafından hazırlandı. Yedinci ve sekizinci üniteler “Hint ve Uzak Doğu Kökenli Dinler” ve “Orta Doğu Kökenli Dinler” başlıklarıyla Yrd.Doç.Dr. Ahmet Aras tarafından hazırlanmıştır. Bu üniteler dünyada yaygın olan dinleri çok geniş olarak açıklamak yerine temel olabilecek bilgilerle tanıtmayı amaçlamaktadır. Kitabın hazırlanmasında teknik bilgi desteği sağlayan Dr. Nurdan Küçükhasköylü’ye ve basımında emeği geçen herkese sonsuz teşekkürler.
Editör Prof.Dr. Remzi DURAN
0 notes