#Hedonizm
Explore tagged Tumblr posts
Text
KAPİTALİZMİN FELSEFESİ
Söylemi özgürlük iken eylemi bireyci yarar ve mutluluk olan liberal felsefenin bileşenlerinden söz edeceğim. Kapitalizm ve onun yönetimindekiler, insanı "mutluluk mu, özgürlük mü" ikilemine sokarken bu tuzağa düşen gerçek özgürlükçüleri (liberalleri değil) mutsuz kılmayı da başarabilir. Bu ikileme dikkat etmeliyiz. Ayrıca liberalizmin varacağı noktadan da söz edeceğim. Liberalizmin yarattığı narsist birey ve narsist bireyin varacağı nokta olarak bilimsel görünmeye çalışan hastalık "sosyal darwinizm" çıkmazından söz edeceğim. Irkçılık, genetikle ulusların arasında ilişki olduğu yanılgısı üzerinden var oldu. Fakat medeniyet ve bilim tarihinin, ulusları dillerin oluşturduğu, dillerin doğadan öğrenilerek oluştuğu gerçeğini ortaya çıkarması ile insanı insana yabancılaştıran ırkçılık da çöktü. Bütün bunlara değinirken kapitalizmde psikolojik olarak düzelmeye de değineceğim.
Burjuvazinin felsefesi ve ideolojisi liberalizmdir. Çoğu ülkede ise "ideoloji" kaygan bir kavramdır. Bu kayganlık egemen sınıfın istediği şeydir. Liberalizmin temelinde mutluluğu en yüksek seviyeye çıkaracak şekilde tüketim yapan insan vardır. Her şey daha fazla mutluluğu hedefleyen ve daha fazla yarar amaçlayan insan tanımı üzerinedir. Çünkü kapitalizm, liberalizmi tüm bileşenleriyle bayrak edindi. Liberal felsefe, insanın özgür ve eşit olduğunu iddia eden bir felsefe, ancak aynı zamanda mülkiyeti temel alan liberal ekonomi, yani kapitalizm de söz konusudur. Liberal felsefe, aydınlıklar yüzyılı denilen 17.yy’ın sonunda ortaya çıktı. Liberal ekonomi ise kolektivizm ile çelişiyor, ayrıca özel mülkiyeti doğal bir hak sayıyor. Lİberal ekonomiye göre bireyler ayrı ayrı haklarına ulaşmaya çalışarak, kolektif çıkarlarını da gerçekleştirebilir. Liberalizme göre, piyasa işleyişine hiçbirşey engel olmamalı, devlet kurallara göre ekonomiye müdahale etmeli ve kurallara uymayanları cezalandırmalıdır. İşte bu tam olarak kapitalizmdir. Liberalizm kapitalizmdir ve felsefesi de kapitalizmin felsefesidir. Politik felsefe olarak liberalizm insanı merkeze alıp, insan özgürlüğüne vurgu yapmakla birlikte, özgürlüğü bir amaç olarak görmez ve erteledikçe erteler. 1920'ler boyunca savaşın zararlarını yaşayan, ekonomik koşulların zorlaştığı, işsizliğin arttığı, toplumsal hoşnutsuzluğun arttığı süreçte Naziler "Neşeyle Kuvvetlenme" ilkesiyle bir çeşit mutluluk propagandası yaptılar. Nazilerin popülerliğini arttıran en önemli kuruluşlardan biri KdF (Kraft durch Freude), yani "Neşeyle Kuvvetlenme" idi. 1939'a kadar milyonlarca insanın katıldığı organizasyon, özellikle işçilere ve ailelerine yönelik politikalar geliştirdi. Eğlence, boş zaman ve tüketim üzerine kurulu bir organizasyondu. Devletin popülerliğini öven örtük bir propaganda aracıydı. Her gün yaşanan ve felaket olarak görülen her şeye rağmen, devletin pozitifliğine dair propagandasını sürdürdü. KdF'nin hedefinde ücretli çalışan kesimler, işçiler vardı. Devlet tarafından, eğitimli ve daha üretken bir ülke için iş gücü propagandası yapılıyordu. Kurulan sistemin herkes için avantajlı olduğu yönde propaganda yapılıyordu. Sınıfsal çelişkilerin önemli olmadığı vurgulanıyordu. Devlet, pozitif yönetim teknikleri geliştirmeye çalıştı. Yaşamın boş zamanına hazzı, mutluluğu ve keyif alınan olguları koymaya çalıştı. Böylece hayatından ve işinden (devletten) keyif alan mutlu bir ulus devlet görünümü oluştu. Vatandaşlar için en iyi yönetimin bu olduğu propagandası yapıldı. Mutsuz olmak, muhalif olmaktı. Mutluluk çok geniş bir kavramdır. Yaşam biçimleri, kültürler, yaşamdan beklentiler, zevk ve tutkular, inançlar ve daha bir çok nedenle herkese göre değişiklik gösteriyor. Fakat bilimsel olarak tek bir şey ifade ediyor. Mutluluk bir beden durumudur ve bedenden geri bildirim geldiğinde mutlu olursunuz. Nefes almak gibidir. Times dergisine göre bilim insanları diyor ki; mutluluk hissinin %40'ını düşüncelerimiz, hareketlerimiz ve karakterimiz belirler, geri kalanın %50'si ise genetik faktörlerle ilgilidir. Yani bu bilgiye bakarsanız mutlu olmanın sadece %10'u çevre gibi insan beyninden bağımsız faktörlerden etkilenmektedir. Fakat insanlara nasıl "aklını kontrol et ve mutlu ol" diyebiliriz? İnsanların yaşayabilmeleri için gıda, barınma, eğitim sağlık ihtiyaçları var. Emekçiler bu ihtiyaçları karşılamakta zorlanıyor. Savaşlar, krizler, çevre kirliliği gibi sorunlar da var. Bunlardan dolayı mutsuz olmaya sebep olan şey kapitalizm iken insanlara nasıl "aklını kontrol et ve mutlu ol" diyebiliriz? Kapitalizm kendi krize girdikçe burjuvazi insanları birçok amaçla kalıba sokuyor. Medyayı kullanıyor.
Bu mutsuzluk durumlarında, dizi ve filmlerde konu fakirlik de olsa fakir olan sonunda zenginleşiyor. Herkes zengin mi olacak, kapitalizm medya aracılığıyla topluma bunu mu vaat ediyor? Filmlerdeki çağa uyan insan felsefesi, para kazanmak ve harcamaktır. Kişi sürekli kendisi için düşünmelidir, çünkü kapitalizmin felsefesi olarak liberalizme göre mutluluk bu formülde gizlidir. Reklamlarda bir çikolatayla mutlu olabiliyorsunuz ya da bir otomobille ayrıcalıklı sayılıyorsunuz veya lüks bir rezidans ile yaşama meydan okuyorsunuz. Emekçiler, bu tüketim kışkırtması sonucunda, maddi olanaklara kavuştuklarında değer göreceklerine inandırılıyorlar. Kapitalizm insanları o kadar küçük beklentilere razı etti ki, büyük idealler ve amaçlar insan aklından uzaklaştı. Küçük metalar satın almak insanları tutsak etti. Bencillik, bireycilik, rekabeti arttırıyor ve arttırdıkça insanların duygu durumları daha da sarsılıyor. Gerçek olansa, mutluluk bir duygu durumudur ve sürekli aynı duygu durumunda kalmak sağlıklı değildir. Psikolojik sağlığın en önemli göstergelerinden biri, kişinin tüm duyguları hissetmeye açık, herhangi bir duyguda çok kalmadan ve hiçbirinden kaçmadan duyguları deneyimlemesidir. Times dergisindeki bilim insanlarının aksine mutluluk bir bilimdir ve pozitif psikolojidir.
Pozitif psikolojinin amacı olması amaçlanana odaklanmaktır. Mutluluk bilimi ya da pozitif psikoloji, kişilerin güçlü olan yanlanlarıyla ilgilenir. Böylece kişiler kendilerini daha iyi durumlara ulaşmak için motive eder. Günümüzde pozitif psikoloji ders olarak okutulmakta ve mutluluk bilimi sosyal alanlarda başarılı olmak için öğretilmektedir. Bu psikolojiyle uğraşanlar, herkes için genel geçer çözüm olmadığını belirtiyor. Sosyal ilişkileri güçlü ve başarılı olanların mutlu olduğunu ekliyor ve sosyal ilişkileri arkadaşlık sayısıyla ilişkilendirmiyor. Mutlu insanın akıl sağlığı düzgün insan olduğunu, kendisiyle barışık olduğunu ve doğayla iyi ilişkiler kurduğunu belirtiyor. Amacı olan insanların, insanlığa yararlı olabilmeyi hedefleyen kişiler olduğunu belirtiyorlar. Anlaşılıyor ki mutluluk için, Times dergisinin söylediğinin aksine çaba göstermek gerekiyor. Mutluluk konusunda ise felsefenin önermelerinin yerini kesinlik aldı. Fakat yine de felsefeye değinmeden edemeyiz. Bilimden önce felsefe bu konuda akıl yürüttü. Aristo "mutluluk anlık hislerden oluşmaz, nihai hedeftir" derdi. Kant "mutluluk tüm eğilimlerin memnuniyetidir" derdi. Nietzche "mutluluk insanların çevrelerine uyguladıkları bir güçtür" derdi. Sokrates "mutluluk kişinin kendine bahşettiği başarılarından gelir" derdi. Platon mutlu olmanın yolunu "bir önceki yıla göre edindiğimiz başarı" olarak görürdü. Felsefenin, bilimin gelişmesinde yararını göz ardı etmesek de, artık bilim bu çıkarımları gereksiz kılıyor. Ben yine de liberal felsefenin ağacına su akıtan her oluğu eşeleyeceğim ve size meyvesini göstereceğim. Roma imparatorluğunun egemen felsefesi olan Stoacılık, örgütlü bir hareket olarak yaklaşık 500 yıl devam etti. Bu süreçte uluslar arası boyut kazandı ve günümüzde de liberalizm tarafından teşvik ediliyor. Daha çok ahlak felsefesi olarak ön plana çıksa da yaşamın bütününü kucaklayan bir felsefedir. Stoacılığın bize sunacağı iki yardım var: İlki, endişelendiğimizde, çoğu insan bizi neşelendirmeye çalışırken ve en akıllıları bile "neşelen" derken Stoacılar umut vermezler. Çünkü umut duyguların afyonudur ve kişinin iç huzurunu sağlamak için kesinlikle yok edilmelidir. Stoacılık bunun yanında, anın kıymetini bilmek, geçmişe takılmamak, bugünü pişmanlıklarda bulandırmamak, olaylara bakış açımızı değiştirerek, kendimizi tanıyarak ve sınırlarımızı bilerek bunu kabullenerek mutluluğa erişebileceğimizi öğütler. Stoacılık, dünyayla ilgili teorilerle ilgilenmez ve sonsuz bir tartışma için değil, eylem için vardır. Adını Zenon'un derslerini verdiği stoa isimli direkli galeriden alır. Stoacılar, dört önemli erdem aracılığıyla öz-gelişim amacı güderler. Pratik bilgelik, aşırıya kaçmama, adalet, cesaret. Bütün bunlara rağmen, Stoacı öğreti, ahlaklı olmanın koşulunu dışsal değil de içsel özgürlüklere bağladığı yerde, sosyal eşitsizliklerle ilgili herhangi bir eleştiri sunmaz. Hatta Roma Anayasası'nı doğal anayasa olarak gördüğünden, k��leliği de doğallaştırır. Belki de liberalizmin bugün Stoacılığı teşvik edişi bundandır. Eudaimonizm, Antik çağda insan davranışlarının mutluluk isteğiyle belirlendiğini ileri süren ahlak felsefesidir. Buna göre en üstün iyi, mutluluktur. Sokrates'e göre, en üstün iyi olan mutluluk, ahlaki mutluluktur ki bu da bilgiyle elde edilir. Bu durum Sokrates'ten sonra bütün Yunan düşünürlerince kabul edildi. Mutluluk, bütün öğretilere göre iyi yaşama anlamındadır. Bu konuda toplumsalı bireysele indirgemek, mutluluk koşullarını her zaman ve her yerde aynı ve geçerli saymak gibi, temelsizce mutluluğu ölümden sonrasına aktaran teolojik anlayıştan çok daha bilimsel olan eudaimonizmin, insanları bu dünyada mutlu kılmak gibi yüce bir gücü vardır. Fakat Fransız burjuva materyalistleriyle, İngiliz ve Amerikan pragmatistleri, bütün idealist yanılgılarıyla temelde eudaimonizmden yola çıktılar. Liberalizmin eudaimonizmi teşvik edişi, burjuva materyalistlerin ve idealistlerin ellerinde yücelmesindendir.
Hazza uyum, 1970'li yıllarda iki psikolog tarafından ortaya atıldı. 1971'de bir başkası tarafından basitleştirildi ve mutluluk çarkı biçimini aldı. Bu teoriye göre her insanın mutluluğu, ulaşabileceği en yüksek seviye ve düşebileceği en alçak seviye arasında belirlidir. Olağan ya da olağan olmayan yaşam şartları altında, insanların yaşama uyum sağlarken yakaladıkları mutluluk seviyesi, aslında her zaman aynı döngünün içindedir. Hedone eski Yunancada haz ve zevk anlamına gelmektedir. Hedonizm ise, hazcılık demektir. Haz bireysel olarak ortaya çıkan bir hoşlanma duygusudur. Bireyin haz duygusu sadece o kişinin eylemleri için geçerlidir ve evrensel bir özellik taşımaz. Bu yüzden hedonizme göre evrensel ahlak yasası yoktur. Psikolojik ve ahlaki olarak iki hedonizm vardır. İnsanların psikolojik anlamda yalnızca haz almayı istediği hedonizm ve zevki en yüksek seviyeye çıkarmanın temel ahlaki sorumluluk olduğunu söyleyen diğer hedonizm.
Hedonistler sürekli olarak zevk ve hazzın peşinde koşarlar ve bunun en doğru yaşama biçimi olduğuna inanırlar. Kişinin, anlık istek, zevk ve hazzını, karşısındaki diğer insanları önemsemeden yaşaması gerektiğini savunurlar. Hatta bilginin de anda yaşanan duygulardan oluştuğunu düşünürler. Ayrıca hedonizm, çalışma kültürü açısından da kişinin kendisi için çalışmasını ifade eder. Bu da, bireyin kendisi ve bireysel çıkarlarıyla hedefleri için para kazanması demektir. Hedonistlerde ortak özellikler; bencillik, kendini beğenme, başkalarını kendi çıkarları için kullanma, eleştiriye kapalı olma şeklinde görülür. Günümüzde hedonizm, hayatın tek amacının yeme, içme ve sınırsız eğlence olduğu yanılgısı üzerinden yükseliyor. Liberalizmin istediği bireye ne kadar da benziyor. 400 yılı aşan kapitalist ekonomi, bireyin özellikle hazcı olduğu bilincini topluma yerleştirdi. Kapitalizmin varsaydığı insan tipi yukarıda bahsettiğim hedonist bireydir. Bunun sonucu olarak bu birey için en önemli davranış biçimi, mutluluğun ve hazzın gıdası olan tüketime yönelmektir. Bireyin satın alacağı meta ve hizmetlerden sağlayacağı yarar ile mutluluğu, hazzını perçinleştirecektir. Epikür'ün felsefesini ele alalım: "Yiyelim, içelim çünkü yarın öleceğiz." Epikürcülere göre insanın en yüksek ideali kendi mutluluğu ve hayatın tadını çıkarmaktır. Her hareketi doğru ve adil olana değil, şu sorunun yanıtına dayanmalıdır: Bu şu an keyfime katkıda bulunacak mı? Epikürcülük, fiziksel haz en büyük iyiliktir der, fiziksel acı ise en büyük kötülüktür. Epikür determinist değildir; nedensiz bir sonucun mümkün olduğunu kabul eder. Epikürcülüğün atomlardan anladığı, kaderci oluşuyla birlikte tam da liberalizmin istediği teslimiyet koşullarını oluşturur. Epikür'e göre insan, kadere kayıtsız kalmalıdır. Çünkü insan, ancak kendi iradesinin ürünü olan şeylere ilgi duyabilir. İnsan, yalnızca akıllı davranıp bize sunulan bir yığın şeyden mutluluk sağlayanları ayırmayı bilmelidir. Epikür'ün "akıllıca davranmak" sözündeki amacı, sonunda acı verecek hazlardan kaçınmaktır. Çünkü insan temel ihtiyaçları olmadan yaşayamayacağından, ihtiyaçlarını tatmin etmekten geri durmayacaktır.
İnsan hiçbir şeye gereğinden fazla ilgi göstermemelidir; çünkü fazlalık sonunda her zaman acıya neden olur. İnsan, şan ve şeref gibi görünüşe dayalı değerlerden uzak durmayı da bilmelidir. Bu sahte değerler insanı, hep daha fazlasını istemeye yönlendirirler, ama bunlara yeter derecede sahip olunamayacağı için insan sürekli bir huzursuzluk içine düşer. Bu nedenle sonunda doyumsuzluk ve tiksinti yaratmayacak olan içsel hazlara ilgi göstermelidir. Bir de insan uyuşabildiği, kendisiyle aynı düşüncede ve karakterde olan insanlarla dostluk etmelidir. Bu düşüncenin sonucu olarak Epikürcüler, gerçekten benzerine az rastlanan arkadaş topluluğu kurmuşlardır. Ahlakın amacı, acıları ve sıkıntıları ortadan kaldırmak, aklı dinginliğe ulaştırmaktır. Bilge, isteklerini yaparak, onları doyurarak dinginliğe ulaşır. Epikür ahlakı, amaçta Stoacı ahlaka benzer. Fakat ayrılık amaçlardadır. Epikürcülükte zevkler derece derecedir. Bilge, zevklerin hesabını ustaca yaparak onlardan en çok hoşlanmayı becerebilendir. Her zevk, az çok bir sıkıntıyla birlikte geleceğine göre, Epikürcülük sıkıntıdan kurtulmak için en sonunda dünyadan kopmayı öğütleyecektir. Bilinmezciliğe adanan akıl işlevsizleşir. Bu durum kapitalizmin birey üzerinde en çok istediği durumdur. Utilitarizme göre ahlak, yarara göre ölçülür. Utilitarizm, evrensel ahlak yasasını reddeden, bir şeyin doğru ve yanlışlığını sağladığı yarara göre değerlendiren bir felsefedir. En üstün yarar iyidir ve iyiyi kötüden ayırmak için yararlı olup olmadığına bakılmalıdır. Olayların, yarar ve bir amaca yönelik olması gerektiğini savunur. Yararlı işler iyidir, yararsızlar kötüdür. Bu felsefeye göre yaptığımız her iş yararlı olmalıdır. İyi davranışı, haz veren yararlı davranış olarak tanımlayan kişi utilitaristtir. Utilitarist ahlak, yararı toplumsal olarak değerlendirmez. Temel aldığı birim bireydir. Bireyin hazzı ve yararı bazen toplumların aleyhine olur. Aynı zamanda toplum içerisindeki bireylerin mutluluğu aynı anda mümkün olmayabilir. Yarar veya haz ile toplumsal ahlak birçok durumda çelişmektedir. Bu durumda birçok ideoloji kişisel yarar yerine toplumsal yararı temel alır. Dinler de dahil olmak üzere kişiler arasındaki ilişkiyi toplumsal değerler üzerine kurmak yaygınlaşır. Bu da kapitalizmde bireyi, istekleri üzerinden teslim almanın başka bir türüdür. Gündelik yaşamımızın ilk bakışta çok dikkat çekmeyen yönlerinden biridir pragmatizm. Dilimize Fransızca'dan giren sözcüğün, felsefenin yanında gündelik dilde yüklendiği "sonuç odaklı yaklaşım" gibi daha somut ve geçerli anlamı da var. Pragmatizm, Amerika'da ortaya çıkan ve daha sonra ülke felsefesi durumuna gelen bir felsefedir. Pragmatizm, felsefe olmaktan çok bir yöntemdir, düşünceyi doğurduğu eyleme göre ölçen bir eylem. Bu yöntemde yeni bir şey yoktur ve günümüze gelinceye kadar evrensel bir görev bilinci yoktu. Pragmatizm, her şeyden önce, başka türlü son verilmeyecek olan metafizik tartışmaların yatıştırılması yöntemidir. Pragmatizm ile kapitalizmin kendine özgü, metafiziği koruma felsefesi de kuruldu. Bu durumlarda pragmatizm, her kavrama kendisinden değer verilebilecek pratik sonuçlar çıkarmak suretiyle yorumlar yapar. Bu tartışmaların sonu gelmez ve bilinmezlik ile pragmatizm hep kazanır gibi görünür. Bilinmeyen-olmayan şeyi eşeler durursunuz. Oysa pragmatizm yalnızca geçiştirme aracıdır. Pragmatizm, "tanrıya inanmak insanlar için yararlı bir eylemdir" derken, onun düşünce sisteminde yaratacağı sis bulutundan hiç söz etmiyor. Bu noktada pragmatizm kendisiyle çelişiyor ve yarar sağlayacağına zarar veriyor. Elbette burada inanç konusunda "kime faydası olmalı" sorusu gündeme gelmektedir ve pragmatizmin bu soruya yanıtı "bana faydası olmalı" oluyor. Bunun felsefede anlamı ise "öznel idealizmin", "tek benciliğin" biçimidir. Pragmatizmde bize sorulan "neye inanmak daha iyi olurdu" sorusu da, soruya soruyla karşılık veriyor: Neye inanmak zorundayız? Bu sorunun pragmatizmde karşılığı şudur: İnanılması bizim için daha iyi olan şeye inanmak zorundayız. Yani pragmatist çıkarına göre inanacaktır.
Ona göre erdem, yaşayışımız için elverişli olduğu sürece, pratik yarar sağladığı sürece doğrudur. Her şey pratik yarar ölçüsüne göre değerlendirilmelidir. Pragmacılar, soyut düşüncelere, deney öncesi düşüncelere de kendi yöntemlerini uyguluyorlar. Onlara göre doğru düşünce, pratikte doğrulanabilen düşüncedir. Bu düşünce kafamızda dururken doğru olamaz. Ancak olaylar nedeniyle doğru duruma gelebilir. İnsan, davranışlarından ve eylemlerinden sorumlu bir varlıktır. Toplumsal mücadelenin son hedefi "praksisi" ya da "eylemli toplumu" ortaya çıkarmaktır. İnsanı, gelişimini sınırlayan her şeyden kurtararak, toplum yaşamının öznesi durumuna sokmaktır. Bu da ancak kolektif bir özne yaratılmasıyla ve emek etrafında birleşmesiyle mümkündür. İnsan davranışlarından sorumludur. Çünkü insanın davranışları, toplum yaşamını, çevreyi, dünyayı, uygarlığı ve tarihi etkiler. Bunun sonuçları hemen ortaya çıkmasa da bir süre sonra görülecektir. Öznede kolektif davranış çözülerek, yerini siyasallığı dışlayan bireyci çözümler aldığında, insan özne olmaktan çıkarak, bireyci-yararcı arayışlara yönelir. Bu arayışlar üzerlerine yenilerini koyar, kendi pragmatik davranış ve ifade biçimlerini yaratır. Genel olarak, egemen sınıfın çıkarlarını ve bunun ifadesi olarak egemenliğini korumak için yararlı olan her şeyin doğru olduğu mantığından hareket eden pragmatizm, emperyalizm çağında bütün burjuva egemenlerin genel felsefe teşvikidir. Psikologlar narsizmi, psikopatlık ve makyavelizm ile ilişkilenen karanlık bir üçlü olarak görür. Narsistler, empati kurmayan ve utanç-suçluluk duymayan insanlardır. Bireylerin ötekileştirme, kırılganlık ve kendilerini iyi hissetmek için başkalarını aşağılama eğilimleriyle birlikte kendilerini üstün, yetkili ve özel görmeleri olarak tanımlanabilir. Narsist, dış dünya kendisinden ibaret olmadığı ve kendi içselliğinden farklı olduğu için, dünyayı algılamakta zorlanır. Narsist liderin ise en büyük korkusu gücünü kaybetmektir. Herhangi bir topluluktaki bir kişi tarafından da olsa üstü kapalı eleştirilse, bütün dikkatini o kişiye odaklar. O kişiyi düşmanlaştırır. Örneğin; o kişi tarafından kıskanıldığına inanır. Gerçekte ise kendileri, yoğun kıskançlık duyguları yaşarlar ve her türlü başarının kendi hakları olduğuna inanırlar. Küstah, kendini beğenmiş, insanlara tepeden bakan bir duruşları olduğunu kabul eder, ancak bunu hak ettiklerini düşünürler. Bunu da açıkça ifade etmekten çekinmezler. Çevrelerine aşırı öz güvenli görünürler, fakat bu durum derinlerde gizlenmiş güvensizlik duygusu ve düşük öz saygı ile kuşanmıştır. Narsist insanlar sürekli olarak duygusal ihtiyaçlarını kullanmak için sığ ve zayıf ilişkiler içerisinde olurlar.
Dolayısıyla narsistik özellikler bir değer yitimine uğradığı anda, bu durum narsistik kişilik bozukluğuna neden olur. Narsizm; sanayi devrimiyle birlikte toplumda yayılan modern bir salgındır. Toplumsal olandan kişisel olana doğru bir odaklanma söz konusudur. Öz-saygı değişimi için burası önemli bir dönüş noktasıydı. Hayattaki başarı için öz-saygı bir kilit olarak tanımlanmaya başlandı. Bireyciliğin gelişmesi ve toplumun modernleşmesiyle benimsenmiş sosyal kuralların azalmasıyla birlikte, aile ve toplum, bireylere sağladıkları desteği artık sağlayamaz duruma geldi. Ve araştırmalar, sosyal bağlara dayalı olmanın (bulunulan topluma, aileye ve arkadaşlarla bağlılık) sağlık açısından temel yararlar sağladığını ortaya koydu. Sosyal toplum bozuldukça "diğer insanlar için de en iyi olan hangisidir" sorusunun yerini "benim için en iyi olan hangisidir" sorusu aldı. Bu biçimde bir modernleşme; her şeyden önce zenginlik, ün ve şöhreti över duruma geldi. Bütün bunlar, sosyal bağlardaki kırılmalarla birleşince de "sosyal anlamda boş benlik" ortaya çıktı. Yine emperyalizmin istediği oldu. İşte kapitalizmin felsefesinin meyvesine, bizi getirdiği nokta "sosyal darwinizm" ve onun özlemle istediği "öjeniye" geldik. Bütün o mutlulukçuluk ve bencillik isteğinin altında yatan temel sebebe geldik. Sosyal darwinizm, Charles Darwin'in evrim teorisinin oluşturulmasında kanıt olarak sunduğu "ortama uyum sağlamakta güçlük çeken canlılar zaman içinde yerlerini, ortama daha kolay ayak uydurabilen daha güçlü canlılara bırakırlar" görüşünün, bazı düşünürler tarafından sosyolojide veri olarak alınmasıyla oluştu. Sosyal darwinizm, Darwin'in adını taşımasına karşın temel olarak teoriyi geliştirenler H.Spencer, T.Malthus, F.Galton gibi başkalarıdır. Sosyal darwinizm terimi ilk olarak 1879'da Oscar Scmidth tarafından "Popüler Bilim" dergisinde yayınlansa da bilimle ilgisi yoktur. Sosyal Darwinizm ile klasik ekonomi arasındaki ilişkinin arkasında Thomas Malthus ve onun nüfus teorisi vardır. Klasik ekonominin öncülerinden kabul edilen Malthus'un insanlığın nüfus artış hızının kaynakların (özellikle gıda) artış hızından fazla olduğu, matematiksel anlamda ifade edilirse nüfus artışı geometrik bir dizi izlerken, kaynakların artış hızının aritmetik bir dizi halinde artması, bu nedenle uzun süreçte zorunlu bir şekilde var olan kaynakların var olan nüfusa yetmeyeceği ve bununda bir doğal ayıklanma süreciyle beraber dengeye oturması gerektiğini, ve sistemde oluşacak bu gibi dengesizliklerin tamamen çok fazla çoğalan alt sınıflar tarafından kaynaklandığını savundu. Bununla birlikte, burada gözden kaçan durum, evrim teorisinin "en güçlünün hayatta kalması" değil; "en uyumlunun, değişime en açık olanın hayatta kalması" olduğu gerçeğidir.
Güçlünün hayatta kalmasını iddia eden kişi H.Spencer olmasına karşın Darwin ısrarla "güçlülük" değil "değişime açıklık ve uyumluluk" dedi. Hatta kuzeni F.Galton'ın evrim teorisine dayanan ve sadece en sağlıklı/verimli insanların üremesine izin verilip, diğerlerinin üremesine engel olarak daha başarılı insan toplumları yaratılması gerektiği görüşünü ileri süren öjeni düşüncesine de ömrü boyunca sertçe karşı çıktı. Darwin'in kendisiyle ilgili olmayan bilimsellikten uzak "sosyal darwinizm" teorisine karşıtlığına rağmen Alman tarih okulu "güçlü olanın ayakta kalacağı" düşüncesinden yola çıkarak "güçlü olanın haklı da olduğu" düşüncesiyle sistematik ırkçılığın temellerini attı. O süreçte ırkçı Alman tarih okulunun tarih görüşü "tarih bir uluslar savaşıdır ve saf ve güçlü olan ulus bu savaştan galip çıkacaktır" der. Fakat Darwin'deki "ırk" kavramı yaşadığı zamanın gereği olarak kullanıldı, insan için türe karşılık gelir ve ırkçılığı dışlar. Bugünün koşullarında da yaşayan insan "homo sapiens" olarak tek türdür. Peki sosyal darwinizm, dolayısıyla ırkçılık ne getirir? Öjeni getirir arkadaşlar. Öjeni suçtur ve emperyalizmin meyvesidir. 20.yy'ın ilk yarısında taraftarı çok olan öjeni teorisi, sakat ve hasta insanların ayıklanarak, insan ırkının yenilenmesini savunuyordu. Bu teoriye göre, nasıl sağlıklı hayvanlar birbirleriyle çiftleşerek iyi hayvan cinsleri oluşturuluyorsa, insan ırkı da yenilenebilirdi. Amerikalı öjenikçiler İtalya, Yunanistan ve Doğu Avrupa gibi küçük gördükleri toplumlardan gelen göçmen sayısını sınırlamayı da destekliyor, Amerikan vatandaşı olan akıl hastaları, geri zekalılar ve saralıların kısırlaştırılmasını ileri sürüyordu. Bu çabalar sonucunda Amerika'daki eyaletlerin yarısından çoğunda kısırlaştırma yasaları çıkarıldı; 1970'lere değin çok az da olsa, istek dışı kısırlaştırmanın olduğunu biliyoruz.
Öjenikçilerin düşünceleri, 1930'lardan buraya değin çok fazla eleştiriye hedef oldu; Almanya'da Nazilerin Yahudiler, Siyahlar ve eşcinsellerin ortadan kaldırılmasında öjenikten destek almasından sonra bu görüşler unutuldu. Öjeni düşüncesi, soykırım gibi, ırkçılığın en uç noktalarından biri olarak değerlendirilir. Bu iki kavram anılınca akla ilk gelen siyasal yapı faşizmdir. Irkçı teorisyenlerin başında gelen Henry Fairfield Osborn, "insan ırklarının evrimi" başlıklı bir makalesinde ortalama bir siyahinin zeka yaşı, homo sapiens türüne ait on bir yaşındaki bir çoçuğun zekasına ancak ulaşabilir diye yazıyordu. Öjenik denetim ilk kez 1883'te F.Galton tarafından ileri sürülmüştür. Bu görüşü destekleyenler "iyi" özellikleri olan insanların çocuk yapmaya teşvik edilmelerini; "kötü" özellikleri olanlarınsa aile kurmaktan kaçınmalarını önerirler. Ancak hangi özelliğin "iyi" ya da "kötü" olduğuna objektif olarak kimin karar verebileceği de ayrı bir sorundur. Yakın zamanlarda öjeni Avrupa'da ve ABD'de uygulanmıştır. 1926'da kurulan Amerikan Öjenik Derneği, toplumda burjuvazinin genetik yapısı nedeniyle ekonomik olarak güçlü olduğunu ve toplumsal konumunu hak ettiğini ileri sürdü. Emperyalizmin ilerideki planları arasında sınıf öjenizmi söz konusu olabilir. İşte size liberalizm ağacının olukları ve meyvesi öjenizm!
#epikür#epikürcülük#eudaimonizm#hedonizm#liberalizm#narsizm#öjeni#öjenik#sosyal darwinizm#stoa#stoacılık#utilitarizm
2 notes
·
View notes
Text
Hedonizm - szczęście to przyjemne życie w umiarze. Im bardziej dąży się do szczęścia tym bardziej się cierpi.
Epikur - przyjemności z seksu są złe, ponieważ przez to ma się różnego rodzaju ubytki.
Lepiej unikać cierpienia niż żyć w poszukiwaniu przyjemności.
H. psychologiczny - ludzie uganiają się za przyjemnościami. Wg tego należy unikać cierpienia i żyć dla przyjemności.
H. etyczny ludzie powinni dążyć do przyjemności, bo przyjemność jest dobra.
3 notes
·
View notes
Text
Anniceris Kimdir?
Anniceris, Antik Yunan filozoflarından biridir. MÖ 4. yüzyılda yaşamış olan Anniceris, Kirene Okulu’na mensuptur. Kirene Okulu, hedonizm felsefesini savunan bir akımdır. Anniceris’in öğretileri, hedonizmi biraz değiştirerek zevk ve hazza ek olarak ahlaki değerlerin önemini vurgular. Anniceris’in felsefesi, insanın sadece fiziksel zevklere değil, aynı zamanda ruhsal ve ahlaki tatminlere de…
View On WordPress
0 notes
Note
ya bir de gerçekten 20li yaslarda the oneımı bulamazsam (birkaç yıl sevgili kal sonra para biriktir nisanlan evlen falan) bir daha hic bulamayacakmışım gibime geliyor ve arayış içinde olmak da çok saçma aslında ama tam yaşları şimdi insanlar 30a doğru çok seçici oluyor
ABI BISI DICEM
erkeklere yonelik cok fazla kisisel gelisim toplulugu, cinsel stratejilerini nasil gelistirilir sayfalari onerileri var ama kadinlara yonelik dogru duzgun hicbisi yok! cinselliginizi doya doya yasayin ozgur olun aza tamah etmeyin ordan oraya ziplayin 30una kadar kimseye yatirim yapmayin takilin diyen unrealist twitter feminist tayfa bi yana gercekten ise yarar bi formul bulamiyorum kadinlar icin. ama bn soylicem dayanamiyorum.
arkadaslar evet. 20li yaslarda erkeginizi buldunuz buldunuz sonrasinda cok zor olacak cunku iyi erkekler kapilmis olacak, kotusunu siz istemeyeceksiniz. belki gencliginde hic kadina erisimi olmayan beta ezik erkekler kalacak fakat parayi ve statuyu kazandiklari icin degerli hale gelecekler ama iletisim ve uyum bilmiyor olacaklar iliski dinamiklerini bilmiyor olacaklar. ya size cok kendilerini adayip sizi kendilerinden sogutacaklar ya da gozleri disarda oldugundan sizinle mutlu olmayacaklar. kalanlar da gencliklerini hizli yasamis ama bunu yaparken asiri hedonizm sebebiyle muhtemelen kumara batmis cok borc biriktirmis hicbir kisisel gelisimi kulturu birikimi olmayan erkekler olacak. onlar da adam edilmez, onunla mutlu olunmaz. bi insan nasil buyuduyse o yasa geldiyse oyle devam eder aliskanliklarina. o yuzden kizlarim... gercek su ki... potansiyeli yuksek, iletisimi guclu, prensipli disiplinli ve sizi sevip sayan erkegi bulunca degerini BILECEKSINIZ. birlikte birbirinizi buyutup gelistireceksiniz. daima ileri sureceksiniz. kotu anlarinda ve cokuslerinde de yaninda olacaksiniz. elimi sallasam ellisi kafasiyla simariklik yapip yapip istediginiz olmadi diye nextlemeyeceksiniz. kari dramalarinizla kiskancliklarinizla veya cekilmez duygudurum bozukluklarinizla beyefendiyi kendinizden sogutmayacaksiniz! hala genc guzel ve secen sizken sectiginiz adami duzgun sececeksiniz! sectiginiz elemani da yaninizda tutacaksiniz!
mutlulugun formulu bu. ideal kadin stratejisi de bu
52 notes
·
View notes
Text
Geldi yine benim hedonizm atakları.
Beş buçuk saattir iş yerindeyim. Toplam dört (4) öğrenciye seviye belirleme yaptım. Onun dışında full kitap ve sosyal medya.
9 notes
·
View notes
Text
hedonizme tapan şeytanın gömüldüğü göğüs boşluğunda ezip geçtim ruhumun üzerinden.
16 notes
·
View notes
Text
Güzellikik tartışması üzerine
Güzellik göreceli filan değildir son derece rasyonel bir şeydir. Türkiyede her on kadından sekizi güzellik standartının altındadır kapitalizm kadının bu estetik kaygısıdan beslenir ve bu kaygıyı sürkeli kışkırtarak diri tutar.Doğada eşitlik yoktur, ve insan idda edildiği gibi ahlaki ve entelektüel bir varlık değildir. Ve modern cinsel stratejiyi belirleyen bireylerin piyasadaki değişim değerleridir örneğin erkekte ekonomik kaynak kadında güzellik çekicilik gibi etkenler öne çıkıyor.
Bedenin tamamen medikalleşerek tıbbı deneğe dönüştüğü güzellik ve estetik endüstrisinin devasa bir boyuta ulaştığı çağımızda insanlar sürekli bir rekabete sürüklenir ve cinsel pazar değerlerini yükseltmek için çabalarlar dururlar.Cübkü cinsiyetler arası mübadeleyi belirleyen başat etken cinsel pazardaki değişim değerleridir. Çünkü feodal toplumun metaforu ruh iken kapitalizmin metaforu bedendir.
Postmodernizmin tek bir ilkesi vardır oda ilkesizliktir. Postmodernizmin şizoid öznesi yıkıcı bir formdur ve tüm Normatif değerlere düşmandır.
1- Güzelliğin karşıtı çirkinliktir
2- Toplucluğun karşıtı bireyciliktir
3- Evliliğin karşıtı Zinadır (fuhuş)
4- Aşkın karşıtı hazcılıktır (hedonizm)
5-Heterosexüeliğin karşıtı Eşcinselliktir
6 -Normatif ahlakın karşıtı rolativizmidr yani hiperahlakçılıktır(kuralsızlık)
7-Gelenekselliğin karşıtı nihilizmdir
8-Mahremiyetin karşıt çıplaklıktır (bedende ve dilde )
Dini teolojide şeytan saptırandır neyden saptırandır Normatif değerden işte postmodernizmin şizoid öznesinin liberal düzende oynaıdğı rol budur Normatif değere saldırmak ve onu yıkmak. . Güzelik yarışması üzerinden süren tartışmada herkesin gözden kaçırıdğı şey şudur. Güzellik göreceli olmadığı gibi cinsiyette göreceli değildir ahlakta göreceli değildir şeylerin sonsuz rolativizmini savunan ve hakikate saldıran postmodern teolojinin tuzaklarından biridir sadece bu yarışma.
6 notes
·
View notes
Text
Mam słabą pamięć do skomplikowanych aspektów filozofii, która mimo wszystko podobno przyda mi się na maturze. Jednakże mam też niebywale świetną pamięć do mojego durnego shitpostingu. Oto więc kolizja dwóch światów, Nadia-cannot-think-straight prezentuje rating filozofów na podstawie wszystkiego co przeczytałam przed chwilą w podręczniku ☺️
Będzie z tego więcej postów, jak ktoś to w ogóle przeczyta to zajebiście. Jak nie, to dla mnie i lepiej, bo będę mieć świadomość, że moje głupoty w internecie pozostają niezauważone. Uwaga post zawiera durne i uproszczone opinie 19-sto latki, jest spora szansa, że pomijam ważne niuanse. Idę za tym co mi podręcznik mówi haha >:)
Anyway:
1. Sokrates 9/10
"wiem, że nic nie wiem" to klasyk, choć fakt, że znaczenie bardziej opiera się na "prawdziwą mądrość znajdziesz w sobie samym" niżeli "nigdy nie poznam wszystkiego co mi ten świat oferuje" mnie trochę zdziwiło, ale tak na plus. Sposób myślenia Sokratesa jest naprawdę spoko. Ja sama jestem za kwestionowaniem wszystkiego, i jego mentalność bardzo zachęca do lepszego wgłębienia się w swoje opinie. I to nie w taki sposób, że wszystko nagle staje się niewiarygodne. Po prostu chodzi tu o lepsze zrozumienie tematu swoich przemyśleń. Przedstawianie mądrości jako z definicji dobrej i sprawiedliwiej nieco mi się gryzie, ale to jest bardziej związane z moją percepcją na współczesny świat. Choć coś w tym jest, poprostu wydaje mi się, że moralność jest bardzo indywidualnym aspektem naszego życia.
2. Platon 4/10
Tok myślenia strasznie przekombinowany, czytając o jego doktrynach mam wrażenie jakby bazowały one na zmyślonych konceptach które mają brzmieć mądrze. W rzeczywistości jednak jak się o nich pomyśli trochę dłużej to nie mają zbytnio sensu. Na przykład, gdzie jest konotacja z światem idei-ludzkim konceptem-z rzeczywistością ziemską? W tym, że według Platona rzeczywistość w ogóle nie istnieje? Szczerze, nie potrafię zrozumieć tej perspektywy. Śmieszne jest to, że poglądy ucznia Sokratesa wydają się bardziej przedawnione od jego nauczyciela. Sposób w jaki opisywana jest dusza jest poprostu dziwny? Też koncept "człowiek postępuje źle z powodu niewiedzy" jest bardzo naiwny. Trochę podobny mam problem jak u Sokratesa. Ludzie źli będą wybierać zło, rozumiejąc, że wybierają zło. Są często tego świadomi, ale zyski są ważniejsze. Platon jednak nie jest całkowicie bezpodstawny, jestem pewna, że dla wielu osób ten ciąg wydarzeń jest zgodny z prawdą. Też znowu rozum jako kierownik celujący ku dobru i pięknu, już pisałam czemu mi się to gryzie ze sobą.
3. Arystoteles 10/10
Odrzucenie wniosków Platona? Baza. Chłop zobaczył pierdolenie o szopenie nauczyciela i zapytał: ej skąd to w ogóle wziąłeś? I dostał shrug emoji jako odpowiedź. Ale teraz na poważnie, śmieszy mnie fakt, że właśnie na tym opiera się jego filozofia: na poznawaniu poprzez wnioski z doświadczeń. Nic dziwnego, że pod względem praktycznym Arystoteles osiągnął najwięcej, chłop ma sporo osiągnięć naukowych jak na antycznego filozofa. I szczerze bardzo bazowe podejście. Chłop też wydaje się odrzucać hedonizm, wyznaczając zasadę złotego środka czyli dosłownie wszystko fajnie ale z umiarem. Harmonia, szukanie szczęścia etc. Całkowicie zrozumiałe, miłego dnia życzę.
Część druga jutro ze szkół filozoficznych i może jeszcze pyknie się średniowiecze baj baj
4 notes
·
View notes
Text
bugün çalışmadım, içimdeki çocuğu boşladım, hedonizme yöneldim
3 notes
·
View notes
Text
Lol tak dużo Amerykanów tu pisze że nam zazdrości pięknego święta Wszystkich Świętych i że tak wiele kultur honoruje swoich zmarłych a Amerykanie wtedy walczą o cukierki na przecenie bo halloween xddd i piszą, że ich kultura jest zgniła. Że wszędzie hedonizm. Wowwowow julki chodźcie tu, chcę wam ich pokazać
#wszystkich świętych#po polsku#polska#przemyślenia#zaduszki#polski blog#poland#polski tumblr#śmieszne#wszystkich swietych#1 listopada#slavic#polishcore#polblr
3 notes
·
View notes
Text
CHAPTER SON ____ DORIAN GRAY’İN PORTRESİ ____BİR NARSİST TÜKENİŞ’İN ANALİZİ *Aristipos: sürekli haz verene yönelmenin en uygun davranış biçimi olduğunu savunan felsefi görüştür. Kirene Okulu'nda, Sokrates'in öğrencisi Aristippos, felsefi olarak Diyojen’in tam tersi bir yerde konumlanır. Diyojen’in öğretisi (Kinizm) dünyaya arkasını dönüp kendi kabuğuna çekilmek, tüm insani duyguları terk etmek üzerine kuruluyken; Hedonizm ise dünyanın nimetlerinden maksimum haz almayı amaçlar. Yüzü, tamamen dünyaya dönüktür. Hatta haz alma eylemi çok uç noktalara bile varabilir. Hedonizmde varılabilecek son nokta hazdır. Sınırı olmayan hazzın getirisi götürüsü geçmişte de şimdi de felsefi olarak tartışmaya her daim açık bir konudur. Hedonizm basit bir ifadeyle; Felsefede, hazcılık veya hedonizm, hazzın mutlak anlamda iyi olduğunu, insan eylemlerinin nihai anlamda haz sağlayacak bir biçimde planlanması gerektiğini, sürekli haz verene yönelmenin en uygun davranış biçimi olduğunu savunan felsefi görüştür. Hedonizmde ulaşılması gereken nihai nokta, hazdır. hazların tümünü tatmak/deneyimlemek, hayatın temel amacıdır. Hedonizm öğretisinde zevkin, doğası gereği iyi; acının, doğası gereği kötü olduğu düşünülmektedir. Bu öğreti, bir bakıma zevkin acıya üstünlüğünü, mutluluk olarak tanımlar. Zevkleriniz acılarınızdan ne kadar uzaksa, o kadar mutlusunuz demektir. Bu nedenle bir hedonistin temel dürtüsü, zevkin peşinden koşup, acıdan kaçınmaktır. Lord Henry, iyi bir hedonist olarak yetiştirmeye çalışır Dorian’ı. Adeta Onu bir nakış gibi işler. Amacına da fazlasıyla ulaşacaktır zaten; ‘’En güzel günlerinizi sıkıcı şeyleri dinleyerek, kaybetmeye mahkum olanı kurtarmaya çalışarak, kendinizi cahil, kaba, adi insanlara adayarak heba etmeyin. Bunlar çağımız hastalıklı amaçları, yanlış idealleri. Hayatınızı yaşayın! İçinizdeki o muhteşem yaşama sevincini açığa çıkarın! Hep yeni heyecanlar arayın.Yepyeni bir hedonizm; işte çağımızın ihtiyaç duyduğu şey budur.’’ Romandaki 3 ana karakter iyice idrak edildiğinde büyük resim daha da netleşiyor; Basil, erdemli duruşuyla insanın sahip olduğu en nahif duygu olan vicdanı temsil ederken; tam karşısında Lord Henry gibi zıt bir karakter görüyoruz. Lord Henry ise yasak veya yasaklanmış olana takıntılı bir şekilde tapar. İki karakter arasındaki mücadeleden yalnızca bir taraf galip gelebilecektir. Dorian Gray ise burada verilen her kararda, yapılan her tercihte yanlışıyla doğrusuyla herkesin kendisinin sorumlu olabileceğini gösteren bir karakter olarak karşımıza çıkıyor. Yani, yaşanmışlıklarla elde ettiğimiz her şeyin sonucunun ya Basil'in ya Lord Henry'nin tarafına geçerek sonuçlanabileceği gerçeğini vurguluyor. Melek ve Şeytan arasında arafta kalmış bir ruh; Dorian Gray.
Portre metaforu ise burada işe bu mücadelenin yaşandığı, sonuçlarının gözlemlendiği bir zemindir. Bir nevi insanın yaptığı eylemlerin sonucunu gördüğü bir gözden geçirme, genel muhasebesel sonuçların görüldüğü bir aynadır. Her seçiş bir vazgeçiştir. Eylemlerimizin sonucunu yaptığımız tercihler ve vazgeçtiğimiz seçenekler belirleyecektir. İşte Dorian Gray, İşte Portresi… İşte Siz, İşte Portreniz… KİTAPTA ALTINI ÇİZDİKLERİM: ‘’Vicdan ve korkaklık aslında aynı şeylerdir, Basil. Vicdan dediğimiz şey, şirketin ticari adıdır. Hepsi bu.’’ sy 19 ‘’Çok mu kendini beğenmiş biriyim acaba? Galiba bayağı öyleyim.’’ sy 22 ‘’Kişileri ilkelerden daha çok severim. Dünyada en çok sevdiğim şey ise ilkeleri olmayan insanlardır.’’ sy. 23 ‘’Lord Henry ona baktı. Evet, gerçekten de zarif kıvrımlı kırmızı dudakları, temiz bakışlı mavi gözleri ve altın sarısı, bakımlı saçlarıyla harikulade yakışıklıydı bu genç. Yüzünde, karşısındakine ilk bakışta güven telkin eden bir şey vardı. Gençliğin tüm açıkkalpliliğinin yanısıra, tüm tutkulu saflığı da o yüzdeydi. İnsan bu gence bakınca, onun dünyanın tüm kirlerinden kendisini uzak tutmayı başarmış olduğu gibi bir hisse kapılıyordu. O yüzden de Basil Hallward’ın ona tapmasına hiç şaşmamak gerekirdi.’’ sy 32, - (Dorian Gray’in, Lord Henry henüz kendisinin aklını ve ruhunu çelmeden önceki saf ve doğal hali hk.) ‘’Basil’den çok farklı olduğunu ve onunla hoş bir zıtlık oluşturduğunu düşünüyordu.’’ (Dualizm) sy 34 + ‘’İyi etki diye bir şey yoktur, Bay Gray. Tüm etkiler,ahlâk dışıdır....bilimsel açıdan yani.’’ - ‘’Neden?’’ + ‘’Çünkü bir insanı etkilemek demek, ona kendi ruhunu vermek demektir. Etki altında kalan kişi, artık kendi doğal düşünceleriyle düşünemez ve kendi doğal tutkularıyla yanıp tutuşamaz. Erdemleri bile ona gerçekmiş gibi gelmez. Günahları ise, şayet günah denen bir şey varsa, ödünç alınmıştır. Bu kişi, başkasına ait olan bir bestenin sadece yankısı olabilir ya da kendisi için yazılmamış bir rolün oyuncusudur sadece...Hayatının amacı, insanın kendisini geliştirmesidir. Her birimiz bu dünyada doğamızın gerektirdiklerini eksiksiz olarak gerçekleştirmek için geldik ama günümüzde insanlar kendilerinden korkar oldular. Görevlerinin en yücesini, yani insanın kendisine karşı olan, kendine güvenmekle ilgili görevini unutmuş durumdalar. Hayır işleri yaptıkları bir gerçek. Açları doyuruyor, çıplakları giydiriyor ama kendi ruhları aç ve çıplak bırakıyorlar. Irkımızda cesaret denen şey kalmadı, belki de hiç olmamıştı. Ahlâkın temelinde toplum baskısı var, dinin altında yatan sır da Tanrı korkusu... İşte bize hükmeden iki güç! Buna rağmen...’’ sy 34-35
5 notes
·
View notes
Text
Kilka prostych myśli, ale z mojej perspektywy ważnych
-----+
Poczucie obowiązku to ulga
Skrajnego obowiązku nie.
Ale to interesujące, z perspektywy 6.
Obowiązek, mimo że obciążający/męczący, dodaje jakiegoś rodzaju ulgi psychicznej.
To proste myśli, generalnie jak zbyt długo musisz wymyślać sobie zajęcie, to też staje się problematyczne.
-----------
Akcja:frustracja przekraczającą prog
Reakcja:eskapizm/hedonizm przekraczający prog
Cel: wyrownanie
0 notes
Text
Wspomnienia lata, Kopalino:
Wczesny obiad z deserami, czysty hedonizm.
Latarnia Stilo. Rozmowa o wrakach statków.
Ognisko.
Spanie na tarasie z chłopakami.
Tak trzeba żyć.
0 notes
Text
En güzel günlerinizi sıkıcı şeyleri dinleyerek, kaybetmeye mahkûm olanı kurtarmaya çalışarak, kendinizi cahil, kaba, adi insanlara adayarak heba etmeyin. Bunlar çağımız hastalıklı amaçları, yanlış idealleri. Hayatınızı yaşayın! İçinizdeki o muhteşem yaşama sevincini açığa çıkarın! Hep yeni heyecanlar arayın. Yepyeni bir hedonizm; işte çağımızın ihtiyaç duyduğu şey budur. -Lord Henry Wotton, Dorian Gray'in Portresi
1 note
·
View note
Text
Każdy system jest cyklem.
Kapitalizm dzieli się na dwa zapętlone etapy:
Praca aby utrzymać, rozwijać i reprodukować kapitalizm
Celebracja pracy- objadanie się, picie alkoholu, palenie papierosów, oglądanie pornografii, branie narkotyków, konsumowanie dóbr, czyli w skrócie łapczywy hedonizm nazywany "godne życie"
Aby wyjść z cyklu musisz sobie uświadomić to albo celebrujesz albo pracujesz albo regenerujesz się po to aby być wydajnym w pracy albo się znieczulasz i uśmierzasz depresje substancjami i technikami aby znowuż być wydajnym i co ważne wytrzymać to
Tak więc wyjściem jest gdy pozwolisz sobie nie wykonywać żadnego z powyższych. Jak tego dokonać? "Zaakceptować siebie"- wyświechtane hasło ale jednak ma tę głębie, dużo się kryje za nim i jest tu wyjście poza.
Każdy system nie siedzi wcale na zewnątrz a tylko w twojej głowie.
1 note
·
View note