Tumgik
#Hayat Kavgası
yolguncesi · 3 months
Text
Tumblr media
Towards To Forest - Edward Munch (1896)
Munch'ün ‘Towards to Forest’ (Ormana doğru) tablosu basit gibi görünen fakat büyük yoğunlukları içinde barındıran bir görsel derinlik...
Resimde gördüğümüz çift figürünün ormana doğru ilerlemesi, toplumun içinde bulunduğu durumdan ve şehir hayatından uzaklaşarak doğanın saflığına ve bilinmezliğine doğru bir kaçışı simgeler.
Bu şimdi için daha da geçerli. Munch'ün bu tabloyu yapmasının üzerinden 128 yıl geçmiş.
Daha çok 'Çığlık' tablosuyla tanınan Edward Munch'ün yaşamı, hayat kavgası ve mücadeleyle geçmiş ve bu durumu bütün tablolarına yansıyor. Sürekli olarak ölüm, kaygı, aşk ve yalnızlık temalarını ele almış.
Bu tablosunda da bunlardan nüveler bulunsa da nedense ben en çok varoluşun sancılı hallerinden birlikte uzaklaşmayı arzulayan bir aşk gördüm...
Belirsizlik, içsel çatışma, kaçma istemi, uzaklık gibi aşkın tüm halleri var çünkü tabloda...
Biraz zor zamanlar benim için, hayallerime ket vurdu bazı yaşadıklarım. Bu tablo ilaç gibi geldi bana...
Çünkü benim de arzuladığım varoluşun sancılı hallerinden birlikte uzaklaşmayı arzulayan bir aşktı.
34 notes · View notes
insanogluu · 1 year
Text
Söyle insanoğlu,sevmek veya sevilmek yoksa nedendir bu hayat kavgası.
VE/FA
Tumblr media
İyi akşamlar.Huzur vereniniz çok olsun...
102 notes · View notes
sillagen · 7 months
Text
Fırına iki çavdar ekmeği dedim. Dilimlensin mi dedi. Yok dedim. Öndeki dayı da aynı ekmeği almış. Sen de mi şeker hastasısın bacım dedi. Halbuki bunu sevdikleri için alıyorum. Yok amca evdekiler de var ama şeker ( babam ) dedim. Sonra dilimlenmeden yemenin ayrı bir faydası mı var dedi. Soru gülümsetti. Yok böyle yemek istiyorlar yoksa farkı yok dedim. Ha tamam yaptı. Ben de afiyet olsun amca dedim ayrıldık. Bu insanoğluna has bi olay. Yaşlanınca eski gençlik ve güzellik gittiğinde ne fayda sağlar diyerek her ayrıntıya dikkat kesiliyorlar. Ab-ı hayat dedikleri ölümsüzlük suyu aranıyor. Böyle bir şey olmadığı için de hayatla kavgası ve evvela kendiyle kavgası ve huysuzluğu bütün eve ve herkese sirayet ediyor.
18 notes · View notes
kaybolankaos · 2 years
Text
Ankara'da yaşıyorum. Depremi ne gördüm ne yaşadım. Daha yeni şimşek çaktı ve deprem oluyor diye kalp krizi geçiriyordum nefes nefese kaldım ve ben normalde hayatımda gördüğüm en sakin ve soğukkanlı insanım çevremin de böyle düşündüğünü biliyorum. Ben yaşamamış ve gerçekten tüm acıları içimde kendi kendime sindirebilen bir insandım. Bu konuda piskoljim o kadar kötü ki beynimin içinden enkaz çıkmıyor! Yaşanılanlar, adaletsizlik, saldırganlık, özellikle de utanmazlık beni delirtiyor. Olay ne parti ne bir kişi, bir olay! baştan sona hepimizin cahilliği, hepimizin işini iyi yapan yerine tanıdığa vermiş olduğu işler, denetimsizlik. Sağ sol osu busu hepsi aynı yol nerden mi bu kanıya varıyorum, muhalefet ya da baştaki ya da diğerleri başka bişey yapmadı. Hepsi çıkar ilişkisi ego savaşı taht kavgası ve krallıkları için yaşadı. Kim mi gelsin ben de bilmiyorum sizden biri çıkıp şu gelsin sebepleri şunlar diyebilir mi? Bence değil yani bu konu net bir konu cevap hayır. Devlet, hükümet her şeyi denetlemek zorundadır af çıkarmak sadece biz halkın ölümünü izlemekten zevk almaktır. Bu ülkede de değil sadece dünyada büyük bir çoğunluğun vicdanı şahsiyeti inancı ya da insanlığı kaldığına net olarak inanmıyorum ve kanıtım da şu: aç gözünü bi etrafına bak. Cahil sürüsü bir topluluktan ne bekleyebiliriz? Sen ben o bu şu kime sorsak cahil misin desek herkes filozof. En yakın arkadaşlarımdan biri daha bir hafta geçmedi bunun en ağırını yaşattı bana, konu ben değilim ama örneği üstümden vermek istiyorum; hiçbir hayat gayesi olmayan, okumayan, bir inancı olmayan ama inancını savunurken ben her şeyi biliyorum diyen ve inancını savunurken kanıtlar sunmak yerine sen sus sen hiçbir şey bilmiyorsun diyen bir insandı. Bu kim biliyor musunuz bu yine sen o bu şu. Ne biliyorsunuz, ne yapıyorsunuz, ne için yaşıyor neyin değerini biliyorsunuz. Herkes ölecek inancınız Müslümanlık da olsa ateistlik de olsa gerçek bu ve peygamber de olsa, dünyanın en zengini de olsa öldükten sonra sadece ölüyorsun. Sen savaşmazsan ben savaşmazsam biz bir olup okumazsak, cahilliğin duvarını tekmelemezsek şuan niye yaşıyoruz. Sen her şeyi bilen sen evet, bildiklerini nerde kullanıyorsun. Artık hayatın boş olduğunu ve bu boş hayatı doldurmamız gereken kısa süreli hayatlarımızı bir şekilde silah olarak kullanmalıyız. Baştan sona anlattığım her şeyi parti olayı sanan yine de olacaktır, vallahi değil arkadaşlar sadece insan olalım. Vicdanımızı yaşatalım. Ayağa kalkalım gözümüzü açalım. Yüz binlerce insan öldü ve hayat devam ediyor ve edecek ki etmeli de. Fakat yaşayacaksak mala mülke ya da taht için kör olmaya göz yummayalım. Bu birinizin dayısı birinizin annesi birinizin en yakın arkadaşı da olabilir ki şuan herkesin kafasında en az bir kişi belirmiştir. Kimse kral ya da özel değil herkesin bir canı ve bir kısacık ömrü var. Yaşadığımız süreci güzelleştirmezsek geleceğe güzel bişeyler bırakmazsak biz neden buradayız. Dünyanın etrafında döndüğünü sanan milyarlarca insanız ama maalesef ki dünya kendi etrafında dönüyor ve biz bir karıncaya nasıl önemsiz bakıyorsak biz de o kadarız. Ama bir olup bişeyler yapabiliriz, en azından şuan için çünkü artık başka bir yarınımız olmayabilir. Ki inanın ve görün! yarını olmayan binlerce insan öldü ve evet hayata devam ediyoruz.
47 notes · View notes
06chrome06 · 2 years
Text
AZİZ NESİN'DEN
"Bir roman yazdım. Üç ay, geceli gündüzlü bu romana çalıştım. Dünyada herkes birbirini kandırır, yazar kısmı da kendi kendini kandırır. Başkalarına söylemeye utansam bile kendi kendime söyleyebilirim. Roman çok güzel oldu. Gazetelerden birine götürdüm.
"Biz telif roman neşretmiyoruz," dediler.
"Bir kere okuyun!"
"Ne gereği var, halk telif roman sevmiyor."
Bir kitapçıya götürdüm. Daha "Bir romanım var," der demez, "Biz yalnız tercüme romanlar basıyoruz," dedi.
Başka birine götürdüm. O da, "Tercüme varsa getirin, telif roman satılmıyor," dedi.
Nereye gittimse, hepsi birbirinin ağzına tükürmüş. Üç ay, ha babam ha, çalışıp büyük ümitlerle yazdığım roman, kimse görmeden cami kapısına bırakılacak günah çocuğu gibi elimde kaldı. O zaman aklıma geldi. Bizim arkadaşlar, kimi Fransızcadan, kimi Almancadan, kimi İngilizceden, İtalyancadan hikâyeler aparıp Johnson’u Ahmet, Martha’yı Fatma yapıyorlar; sonra kendileri yazmış gibi hikâyenin altına imzalarını çakıp dergilere veriyorlar. Ben niye sanki tersini yapmayayım?
Oturdum, romanda ne kadar Türk adı varsa değiştirdim. Amerikan ismi koydum. Elime bir yerden de New York’un planını geçirdim. Romandaki yer adları da Amerikan'ca oldu. Şimdi sıra geldi, romanın yazarına...Mark Obrien diye bir de ortaya Amerikan yazarı çıkardım.
"Yalnız çeviri roman yayımlıyoruz," diye beni tersyüz eden gazeteye romanı götürdüm. "Size Mark Obrien'den çevirdiğim bir roman getirdim," dedim.
"Çok güzel. Kim bu Mark Obrien?"
"Aaa! Bilmiyor musunuz? Ünlü Mark Obrien yahu! Kitapları bütün dünya dillerine çevrildi."
Romanı okuma gereği bile görmediler; trink paraları sayıp aldılar. Yalnız bana "Yazar ve eseri hakkında bir şeyler yaz," dediler.
Sarıldım kaleme:
"Mark Obrien'in son şaheseri: 'Strugglefor Life'
Amerika’yı yerinden oynatan bu eser bir ayda 4 milyon sattı. Bütün dünya dillerine çevrilen bu kıymetli roman, nihayet 'hayat kavgası' adıyla dilimize de çevrilmiştir."
Mark Obrien efendiye bir de hal tercümesi şişirdim, sormayın. 18 çocuklu ailenin en küçük çocuğu. Babası Philadelphia'da bir çiftçi. Oğlunu papaz yapmak istiyor. Küçük Mark, daha 14 yaşında ilahiyat profesörünün kaba etine iğne batırıp mektepten kovulmak zekâsını gösteriyor. Tıpkı birçok ünlü Amerikan yazarının hayatı gibi… Balıkçılık yapıyor. Hep bildiğiniz hikâye. Derken 40 yaşında ilk hikâyesini ‘Let Us Kiss’ dergisine gönderiyor. Dili, üslubu o kadar bozuk, anlamsız, saçma ki!
Anlayacağınız, uzun bir hal tercümesi. Bizim roman bir tutunsun. Kitapçılar, "Aman şu mark Obrien'den bir çeviri de bize yap!" diye peşime düştüler.
Mark Obrien'den tam 18 roman çevirdim. Daha da ömrüm oldukça çevireceğim. İş bununla kalmadı. Hani ünlü polis hafiyesi Jack Lammer var ya. Kitabı herkesin elinde dolaşıyor. Ondan da 6 kitap çevirdim. Son günlerde işi ilerletmiştim. Hintçeden, Çinceden bile çeviriyordum.
Bu gidişle bir zaman gelecek, Amerikan edebiyat tarihini yazacak olanlar, Türkçe romanları okumaya mecbur olacaklar. Benim de artık son umudum, Mark Obrien adıyla, Amerikan edebiyatında yer almak.
Aziz Nesin
Tumblr media
8 notes · View notes
aynodndr · 1 year
Text
Hayat ,
İki kalp arasında
Atmıyor güzelim !
Ekmeği var
Suyu var !
Aşı var
Tuzu var !
Odunu var
Sobası var !
Yorganı var
Yastığı var !
Dünya,
İki kalp arasında
Dönmüyor güzelim !
Bir de bunların
Kavgası var !..
2 notes · View notes
vuslat78 · 1 year
Text
Tumblr media
Söyle insanoğlu,sevmek ve sevilmek yoksa nedendir bu hayat kavgası?
9 notes · View notes
papatyahanimms · 1 year
Note
Ders çalışmam lazım yığılıyor her şey aile kavgası bir yandan dinmiyor sıkıldım bu hayattan
Hayat çok zor yaşamak çok zor kimse anlamıyor ama bence az da olsa oturup bakmak lazım çünkü bütün geleceğini etkiliyor inanın o yüzden yapabileceğinize inanmanız lazım
2 notes · View notes
liza-rain · 7 days
Text
Sevgili Güllük,
Her konunun tartışmaya açık olduğu, şeffaf zamanlardayım. Gün içinde her ne olursa olsun, günlerin hepsi sarılıp uyumak için sonlanacak sanki. Saklanacak ve yeri gelince çıkarılacak yükler ise asla oluşmayacak gibi duruyor. Büyük bir kriz yaşamadık ama yaşasak da bu durum değişmeyecek gibi. Bazen büyük krizler de yaşanabilir, ortalığın yeni baştan toplanabilmesi için öncesinde aradığımızı bulamayacağımız şekilde dağılması da gerekebilir. Ve biz de dağıtmamız gerekirse dağıtır, dağıtırsak da bir güzel toplarız diye düşünüyorum. Öyle bir güven.
Bireysel sorumluluklarının farkında ve sosyal sorumluluklarını da bireysel sorumlulukları gibi önemseyen biriyleyim. Güzel şeylerin değerini biliyor, kendisi küçük anlamı büyük sözleri ve eylemleri fark edebiliyor. Sade bir davranışı analiz kabiliyeti yüksek. Doğaya, insana, hayvana saygılı. Yani hayallerim kadar güzel, acılarım ve sevinçlerim kadar gerçek.
Hayatımda ilk kez feminen davranmakla alakalı en ufak bir endişe taşımıyorum. Bir kadın olarak son derece rahat hissediyorum. Hiçbir şekilde kimlik kavgası, varlığımı belli etme çabası yahut en ufak bir eşitlik mücadelesi vermiyorum. Bir birey olarak tüm haklarımla varım. Herhangi bir hakkımı kanıtlama durumunda kendimi hiç bulmuyorum. Saç telimden ayak tırnağıma kadar olduğum şekilde saygı görüyor ve tüm biriktirdiklerimle seviliyorum.
Kelimelerimin anlamlarının değer gördüğü, kullanmadığım kelimelerin fark edildiği, o aydınlık yerdeyim işte ben. Yurt kelimesi, en çok, tam olarak şu an olduğum yere yakışıyor. Sihirli bir çift el dokunduğu her yeri yurdum yapıyor. Ve böylece, birini mutlu etmek istemenin, mutlu olmaktan daha güzel olduğu, mutluluk piramidinin en üst noktasına ulaşıyorum. Sayfanın sonundaki o isimle birlikte, sonraki boş sayfaları dolduracağımızı düşündükçe de sevinç doluyorum.
İçinden geçeni söylemekte ve duygularını ifade etmekte cesur, sevgide yetenekli biriyle bir yola düştüm. Nefes almak gibi bir şey benim için O’nu sevmek, hem çok kolay hem de bütünüyle bir hayat meselesi. Adımladıkça unutulmuş bir hayat ete kemiğe bürünüp, unutulmuş şarkılar söylüyor. Yolun tavanında gökyüzü ayna olmaya meylediyor. Göğe kayıtsız kalamam, bakıyorum ve unuttuğum ne kadar güzellik varsa, hepsini yüzüme vuruyor. Yetmiyor, yağmur olup içimi yıkıyor.
Dürüst olmaya söz verdik, sevdik ve birbirimizi kabul ettik. Bence bir insanı içimizdeki tüm odalara kabul etmekle başlıyor mutlu zamanlar. Zamanın yolumuza dizecekleri karşısında çözümü zor yerlerde yahut bizden uzaklaşarak arayacağımızı hiç sanmıyorum. Bence bizim yolumuz bereketli, şarkımız umutlu sürecek. Tam olarak böyle bir durumun kenarındayız gibi.
Birbirimizi bulduk, ayırdımıza vardık ve şu ana kadar olan ömrümüz ile ömrümüzün kalanını kesiştirdik. İşte bu kesişim kümesini dolduruyoruz sanki şimdilerde. Ne kadar dürüst olursak, o kadar iyi. Ne kadar gerçek olursak, o kadar güzeliz.
16.09.2024 23.41
0 notes
qoxu777 · 2 months
Note
naparsın anlatsana biraz..
Napayım hayat kavgası içindeyim
0 notes
aykutiltertr · 2 months
Video
youtube
Kaderimin Oyunu - Hande Yener ✩ Ritim Karaoke Orijinal Trafik (Nihavend ...  ⭐ Video'yu beğenmeyi ve Abone olmayı unutmayın  👍 Zile basarak bildirimleri açabilirsiniz 🔔 ✩ KATIL'dan Ritim Karaoke Ekibine Destek Olun (Join this channel to enjoy privileges.) ✩ ╰┈➤ https://www.youtube.com/channel/UCqm-5vmc2L6oFZ1vo2Fz3JQ/join ✩ ORİJİNAL VERSİYONU Linkten Dinleyip Canlı Enstrüman Çalıp Söyleyerek Çalışabilirsiniz. ⭐ 🎧 ╰┈➤ https://youtu.be/akHtn_TrxCU ✩ (MAKE A LIVE INSTRUMENT ACCOMPANIMENT ON RHYTHM IN EVERY TONE) ✩ Aykut ilter Ritim Karaoke Ekibini Sosyal Medya Kanallarından Takip Edebilirsiniz. ✩ İNSTAGRAM https://www.instagram.com/rhythmkaraoke/ ✩ TİK TOK https://www.tiktok.com/@rhythmkaraoke ✩ DAILYMOTION https://www.dailymotion.com/RhythmKaraoke ⭐ Kaderimin Oyunu - Hande Yener ✩ Ritim Karaoke Orijinal Trafik (Nihavend Sofyan Disko Arabesk) Eser Adı:Kaderimin Oyunu           Bestekarı:Orhan Gencebay Söz Yazarı:Orhan Gencebay Bm Ne sevenim var ne de soranım Em            Bm öyle yalnızım ki çilesiz günüm yok dert araasan çok Em             Bm öyle dertliyim ki           Bm bana kaderimin bir oyunumu bu A              G           A aldı sevdiğimi verdi zulumu Bm dünyaya doymadan göçüp gideceğim A              G yoksa yaşamanın kanunumu bu A              G         Em                  Bm bıktım artık yaşamaktan çekmekle biter mi bu hayat yolu oooooooooff bu yalnızlık bu dertler Bm                          Em           Bm bekleyeceğim bekleyeceğim  geri dönmese bile Bm                            Em             Bm alıştım kaderin zulmune artık bana gülmese bile nakarat tekrar edilir Bm   Em    A    Bm Diskografi Ana madde: Hande Yener diskografisi 2000: Senden İbaret 2002: Sen Yoluna... Ben Yoluma... 2004: Aşk Kadın Ruhundan Anlamıyor 2006: Apayrı 2007: Nasıl Delirdim? 2008: Hipnoz 2009: Hayrola? 2010: Hande'ye Neler Oluyor? 2011: Teşekkürler 2012: Kraliçe 2014: Mükemmel 2016: Hepsi Hit Vol. 1 2017: Hepsi Hit Vol. 2 2020: Carpe Diem 2023: Afrodizyak Filmografi Ayrıca bakınız: Hande Yener videografisi 2008: Kraliçe Fabrika'da Turneleri 2015: Sebastian 2015 Tour İşletmeleri 2008: TPA Production 2015: Sebastian 2017: VIP Room 2017: Neo Ayrıca bakınız Dans-pop sanatçıları listesi Klasik Türk müziği şarkıcıları listesi Türk arabesk müziği şarkıcıları listesi Türk halk müziği ses sanatçıları listesi Türk pop müziği kronolojisi Türk pop şarkıcıları listesi Kaynakça ^ a b "Hande Yener'den Yıllar Sonra Gelen İtiraf!". beyazgazete.com. 11 Haziran 2012. 24 Mart 2015 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 6 Haziran 2014. ^ a b c d e f g Süsoy, Yener (16 Ekim 2000). "Sezen'in karşısında zangır zangır titredim". Hürriyet. 4 Ocak 2014 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 25 Mayıs 2012. ^ a b Gence, Hakan (8 Haziran 2008). "Elektronik rakipler". Hürriyet Pazar. s. 3. 17 Şubat 2015 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 6 Haziran 2014. ^ "Hande Yener". Türk Telekom Müzik. 3 Ocak 2017 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 3 Ocak 2017. ^ Yılmaz, Mesut (5 Şubat 2015). "Hande'nin zor günleri". Milliyet. 17 Şubat 2015 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 5 Şubat 2015. ^ Aydınlık (17 Mart 2024). "Hande Yener'i yıkan ölüm! 'Dünyamı kaybettim bu sabah'". Aydınlık. 17 Mart 2024 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 17 Mart 2024. ^ "Oray ile Hande'nin Makbule kavgası". Habertürk. 20 Kasım 2010. 17 Şubat 2015 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 9 Haziran 2014. ^ Sarıipek, Mustafa; Berme, Doğuş Esat (30 Aralık 2012). "Hande Yener'in acı günü!". Marmaris, Muğla. Doğan Haber Ajansı. 17 Şubat 2015 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 22 Mart 2015. ^ Gence, Hakan (29 Mart 2015). "Aşksız seks bana göre değil (sayfa 11)". Hürriyet. 31 Mart 2015 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 31 Mart 2015. ^ Süsoy, Yener (17 Ekim 2000). "Dul kadın psikolojisine girmem". Hürriyet. 17 Şubat 2015 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 2 Eylül 2012. ^ "Beni annem büyüttü". Hürriyet. 28 Haziran 2007. 17 Şubat 2015 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 6 Haziran 2014. ^ a b "Hande Yener sevgilisi Ozan Öğüt'le evleniyor". Sabah. 18 Ocak 2015. 17 Şubat 2015 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 12 Mart 2015. ^ Savaş, Doğan (30 Ekim 2017). "Oğlunu 'ev'lendirdi". Takvim. 30 Ekim 2017 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 31 Ekim 2017. ^ "Kim bu yakışıklı?". Number One Türk. 19 Eylül 2014. 24 Mart 2015 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 12 Mart 2015. ^ Sunucu: Cem Özer; Konuklar: Levent Yüksel, Sezen Aksu ve Sertab Erener (28 Ekim 1994). Laf Lafı Açıyor. Mecidiyeköy, İstanbul. Show TV. ^ Altuntaş, Birsen (5 Temmuz 2000). "Avşar'la tanıştı hayatı değişti". Milliyet. 13 Ocak 2005 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 21 Mart 2015.
0 notes
Text
ÇAKAL!
Muhalefet partileri, iktidarın yolsuzluk yaptığını söyleyerek bir şey elde edemez.
İktidardaki partiyi destekleyenler bunu gayet iyi bilirler. Böyle bir iktidara, dürüst gerekçelerle, samimi nedenlerle kimse destek vermez.
Yandaşlarının zaten bildiği, hatta daha iyi bildiği gerçekleri tekrar etmek, onlar üzerinde etki etmez.
Bazı insanlara "AKP yandaşlarını kayırıyor, milletin kesesinden çalıp onları besliyor" dediğin zaman, aklına gelen şey, hırsızlığa karşı çıkmak değil, koşa koşa AKP'ye kaydolmaktır.
Bazı insanlar, milletin kesesinden yapılan hırsızlığa kızmaz. O hırsızlıktan kendisine pay verilememesine kızar.
"Müteahhitlerimiz iş alamıyor" diye yakınan sözde muhalefet partisinin ağzına bir parmak bal çalarak sesini kesmek mümkündür.
Bazı insanlara göre, haram saltanatı denen şey, makama oturduğu zaman çalabileceği şeyleri, şu anda başkalarının çalıyor olmasıdır.
Siyasi partiler, bazı sermaye sahipleri açısından "yatırım aracıdır".
Kapitalist açısından bütün memleket, sadece ticaret sahasıdır.
Bazı insanlar, paradan başka kutsal değer tanımaz.
Eğer hükümet partisi mensubuysanız ve mesela Katar'ın başındakiler, bazı özelleştirmeler hatrına size oluk oluk rüşvet akıtıyorsa, oraya kaç asker gönderildiğinin ve o askerlerin başına ne geldiğinin bir önemi yoktur.
Önemli olan, asker de olsa bazı fakirlerin ölmesi-kalması değil, sizin çarkınızın dönmeye devam etmesidir.
Bu türlü insanlar, yolsuzluğu, hırsızlığı, usulsüzlüğü çok iyi takip eder, herkesten iyi bilir.
İlgilendikleri tek şey, yapılan hırsızlıktan kendilerine ne kadar kemik düşeceğidir.
Akbabalar avcılıkla ilgilenmez.
Çakalın yakaladığı avın ne kadarını yediğini de dert etmez.
Çakal, doyacağı kadar yedikten sonra akbabalar leşe üşüşür.
Akbabanın vereceği tek kavga, aynı leşe üşüşmüş diğer akbabalara karşıdır.
Bu karakterleri onları avcıdan yana olmaya iter.
Çakalın av yapmasına karşı çıkan herkes, karşısında akbabaları da bulur.
Ağızlarında hangi kutsal değerin pörsüdüğünün, hangi mevhumun hatrına çakalı tuttuklarının, hangi bahaneyle çakalın sırtını sıvazladıklarının önemi yoktur.
Hepsi palavradan ibarettir.
Akbabanın tek derdi leştir.
Önüne kemik atacak her türlü çakalı korumaya hazırdırlar.
Aynı leşe konan akbaba sayısını da dert ederler.
Herkes kendileri gibi leşçil olsa, kim av olacak?
Çakalın yakınında olmaya, sempatisini kazanmaya özen gösterdikleri gibi, bu döngünün devam etmesini de hayat-memat meselesi olarak görürler.
Avcıyla av arasında bir ittifak olması, akbabaların sonu demektir.
Böyle bir tehdide tahammül edemezler.
Onların dünyasında, iktidar ve muhalefet kavgası hayati önem taşır.
1 milyon garibandan vergi diye alınmış 1'er lira, akbabanın bir tek ihalede kaldıracağı 1 milyon liradır.
1 lirası elinden alınacak 1 milyon kişinin, diğer tarafta kalması önemlidir.
Paylaşım halkası mümkün olduğu kadar dar tutulmalıdır.
Yüzde yüz oranında toplumsal barışın olduğu bir ülkede, ötekiler-berikiler ayrımının ortadan kalktığı bir durumda, kapitalizm, demokrasi, liberalizm çöker.
Yandaşın sömürebileceği kitlenin geniş tutulması çok önemlidir.
Kapitalizmin çakalı olmuş bir yönetici, çevresinde toplanmış akbabaları memnun edebilmek için, mümkün olduğu kadar geniş kitleleri ötekileştirmek zorundadır.
Organize olmamış, arasına fitne sokulmuş, dayanışma içine girmesi mümkün olmayacak şekilde kan davalı edilmiş kitlelerin, ne kadar geniş olduğunun önemi yoktur.
Hırsızlık sanatında ustalaşmış ufacık bir çakal sürüsü, menfaatte birleştiği zaman oy çalmakla başlayarak, her türlü hırsızlık için gerekli olan gücü elde edebilir.
Böyle bir çalışmada, her türlü leşçil, akbabadan kargaya kadar, çakallara destek vermeyi vazife bilir.
Kendi ülkesindeki bütün hayvanları memnun etmek isteyen bir çakal, başka ülkelerde av arayan bir emperyalisttir.
Başka ülkelerde avlanmaya gözü kesmeyen, maçası tutmayan çakallar, kendi ülkesinin içinde av partisi düzenlemek suretiyle pis karnını doyuran ve leşin kalanını akbabalara ikram eden bir sözde demokrattır.
Demokratik düzende vatandaş denen şey, gövdesinden bir takım parçaları, çocuklarının rızkını, alın teriyle kazandığının bir kısmını, seve seve olmasa da çakallara veren avdır.
Verecek bir şey kalmadığında ve avcının canı istediğinde, sıranın kendisine geleceğini bilerek, haysiyetinden de vergi verir.
Sıranın kendisine geleceğini bilerek....
Velhasıl,nasıl yaşarsanız,neye layık iseniz,
öyle yönetilirsiniz...
0 notes
yollarinardindan · 4 months
Text
Susarsın, çözümün bin kavga ve kırılmışlıklar taşıdığı her eylemde susmayı tercih edersin. Saklananların ardından ve suni haklı sebeplerin gerçek yalanları bastırmak için kullanıldığı perdelerden sızmaya başlayınca aydınlık, kaçarsın. Her susuş bir umursamazlığı ve boşvermişliği taşır, koparsın. Hayat hepsi için çok kısa, oysa kavgası verilecek bir yaşamak var önümüzde tüm hikayesiyle ve yazamadıkça onu, kurur, kırılırsın. Mayıs'lar biter, Haziran'da gelir ama baharlar çiçek vermeyince, meyveye duramaz, solarsın. Sen yine de tut dilini, konuşma acı, ayna da gördüğün suret yabancılaşmasın kendine, utanırsın. Ferah tut içini, hepsi geçer sadece biraz çoğalır beyazların, aydınlanırsın.
0 notes
nilconnill · 8 months
Text
Kavgayı, şiiri ve seni çok seviyorum.
En sevdiğim sözdür sık sık kendime tekrarlarım hatta.
Kavga; hayat kavgası
Şiir; hayat kavgasındaki tüm olumsuzluklardan kurtulup olumluya dönmek
Seni çok seviyorum; kendimi ne kadar sevdiğimi anlatmam kendime.
Kısaca kavga o bildiğimiz kavga değil
Şiir o bildiğimiz şiir değil
Sevgide kendime olan sevgim.
0 notes
modestane · 9 months
Text
Bir yemeğin anatomisi: My Dinner with André
Ne başyapıt ama.
Feleğin çemberinden geçmiş, geçim derdinden ötürü "Ne iş olsa yaparım"a demirlemiş oyun yazarı ve mecburi part-time aktör Wally (Wallace Shawn), 80'lerin kirli, kaotik, henüz suç oranı düşürülmemiş, köşe bucağı çitilenmemiş New York sokaklarında yürüyor, grafitilerle bezeli metroya biniyor, kravatsız kılığına girişinde çeki düzen verdiği belli ki pahalı bir restoranda, arkadaşı André'yle (André Gregory) buluşuyor.
Bu yemek, Wally için gün içinde sevmeden yaptığı şeylerden sadece bir tanesi. Yumuşak başlılığından, itaatkârlığından memnun değilse de, itaatkârlığın getirdiği sürtüşmesiz hayata, bu rahatlığa teslim olmuş bir hâli var. Neredeyse rutin koştuğu bir maraton bu; gün boyunca önüne çıkan diğer angaryaları arkada bırakıp parkuru tamamlamak için bu sefer ortak ahbabın hatrı üstüne eski bir dostla görüşecek.
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Yol boyunca küçük dünyasından detaylar anlatıyor Wally; geçmişinden, bugününden, ikisi arasındaki kontrasttan (1), yazdığı oyunları fotokopicide çoğaltıp sağa sola yollamak için çabaladığı günün sonunda doğrudan eve gidebilseydi eğer, televizyon karşısına oturup, ay sonunu denkleştirmek için haftada üç gece garsonluk eden kız arkadaşı Debbie'nin yaptığı müthiş akşam yemeğini yemeyi tercih edeceğinden bahsediyor. Seyirci Wally'nin dairesini veya kız arkadaşını görmese de, kitap ve kağıt öbekleriyle dolu sahaf kokan tozlu ofisini, kalabalık bir caddeyi tuhaf açıyla kesen büyük pencerelerini, eski giysilerin köşedeki sandalye üst üste atıldığı yatak odasını, çoğu zaman kapalı duran kare ekran küçük televizyonun karşısında duvara yaslı eski kanepesiyle dağınık salonu ve geniş kalçası, büyük göğüsleriyle, anaç bir sıcaklık saçan, kıvırcık saçlı Debbie'yi (2) gözünden canlandırır, küçücük mutfaktan gelen güzel kokuları alır gibi oluyor.
Filmin seyircisinden sonuna kadar talep edeceği şey bu: Dikkat ve katılım. Çünkü iki dostun hakkında konuştuğu hiçbir şey ekrana (ya da perdeye) yansımayacak. Film, tıpkı bir kitap gibi, izleyenin zihninde hacim bulup renklenecek ve birbirinden farklı kopyalara evrilecek.
Wallace Shawn'un fiziksel özellikleri ve kostümü, Wally karakteriyle ilgili şüphesiz Louis Malle'in de vurgulamayı arzu ettiği (3) ipuçları veriyor: Kocaman mavi gözleri, sakalsız yüzü, üzgünmüş gibi sarkık duran köfte dudakları, top kafası, yakası ve kesimiyle kadın mantolarını anımsatan paltosu içinde yorgunluğu bile öfkesiz, feminen, tutunamamış dev bir bebek.
Tumblr media
Wally'nin dere tepe aşarak vardığı restoranda buluştuğu André ise uzun, ince yüzü, yorgun bakışları, örgü hırkası, restorandaki garsonlara ve menüdeki Fransız yemeklerine aşinalığı, hâl ve tavrından belli olan görmüş geçirmişliği, aşktan ve cinsellikten bahsedişindeki serin tavır ile çok farklı bir boyutta yaşıyor. Tibet'e kendini bulmaya gidip yanında Budist rahip getiren ve rahibi ev hayatına sorgusuzca monte edebilecek bir insan, André. Buluşmaya gelmek için toplu taşıma kullanan Wally'den çok farklı bir hayat kavgası var. Veyahut belki hiçbir hayat kavgası yok ve bundan dolayı çok daha fazla yıpranmış.
Tumblr media
Wally, restorana varana kadarki monoloğunda, André'yi izleyiciye tanıtmış, vaktiyle hayli başarılı işlere imza atmış bir tiyatro direktörüyken birden ortadan kaybolduğunu, o zamandan beri hakkında tuhaf hikâyelerin dolaştığını çıtlatmış, orta yaş bunalımı yüzünden delirmeye yatkın bir tip olduğuna izleyiciyi inandırmıştı, ve fakat restoranda hayat adamı André'yi gördüğümüzde, Wally'nin anlatımının çok da güvenilir olmayabileceğini anlıyoruz. Üstelik yol boyunca bir an olsun iç sesini susturmamış nevrotik Wally'nin, sakin ve bilge titreşimler saçan André'nin yanında yarattığı kontrast dikkat çekiyor.
İki arkadaş sofraya gelen çorbalara, yemeklere, içkilere neredeyse hiç dokunmadan filmin süresi boyunca (111 dakika) sohbet ediyorlar veya daha doğrusu, André anlatıyor ve Wally dinliyor. (Wally, André'nin yeni oyununun tek seyircisi, bir bakıma.) Restoranda dikkatlerini dağıtacak hiçbir şey olmuyor, hatta bir noktadan sonra öyle bir sessizlik çöküyor ki, diyalogları adeta yalıtılmış bir odada, bir vakum içinde gerçekleşiyor ve restoran izleyicinin aklından tamamen siliniyor. (4) André'nin denizaşırı seyahatleri, kullanılan maddenin türü açıkça zikredilmese de ağır halüsinatif deneyimleri, şaşırtıcı derecede sıradan aydınlanma anları ve bayat keşifleri zihnimizde detaylı şekilde canlanırken, parayla satın alınabilecek her çeşit manevi elektroşokun ardından André'nin nihayet hayata döndüğünü ve şimdiki kendinden memnuniyetini dinliyoruz. Vardığı yer, kaderin cilvesi bu ya, Wally'nin belki de fakirliği yüzünden içinde durduğu yer: Basit şeylerden zevk almak, çevresindekilerin gerçek anlamda farkına varmak ve sevdiklerini gerçek anlamıyla görmek, yaşamak.
Wally, saatlerce dinlediği dostunun editöryal dokunuşlarla, neredeyse profesyonel bir satış elemanı gibi sunduğu anıların şımarık ve pahalı deneyim simülasyonları olduğuna bir noktada uyanıp, sinirlenmeye başlıyor. André'nin mütevazi kılıfında sunulan, derinliksiz felsefi ahkâmları öyle rahatsız ediyor ki, itaatkârlığını unutup öfkesinin heyecanıyla kabuğunu kırıyor ve André'nin söylediklerini yüzüne karşı açıkça sorgulamaya başlıyor. Kendisinin oturup kitap okuduğunda, sabah uyanınca tezgahta önceki günden kalmış bir fincan kahve bulduğunda bile sevinç duyabildiğini, hayatın basit zevklerinin tadını çıkarabilmek için dünyayı bucak bucak gezmenin, tuhaf gruplara katılmanın, acayip deneyimlerden geçmenin gerekmediğini iddia ediyor. Bunları söylerken yaşama dair keyif aldığı küçük detayların, pahalı seyahat veya planların sonucu olarak satın alınabilirliğine, dolayısıyla artık bütünüyle kendine ait olmadığına, her şeyin otantikliğini yitirdiğine epey kırgın.
Tumblr media
Ürkütücü görünüşü ve yargılayan bakışlarıyla Wally'ye adeta psikolojik işkence uygulayan garsonun getirdiği hesabı André ödüyor. Wally ile eşit olmadıklarını, bu sohbetin bile André'nin satın aldığı bir kendini gerçekleştirme deneyimi olduğunun Wally hepten farkına varıyor ve André'nin kendileşmesine (ve dolayısıyla kendine mahsus gördüğü basit mutlulukların içini boşaltmasına) duyduğu hırsın öcünü, o da küçük ölçekte Andrécilik oynayarak ve eve taksiyle dönerek alıyor. (5)
Tumblr media
Taksiden dışarıyı seyrederken hayatı boyunca farklı yaşlarda, şehrin türlü köşelerinde yaşadıkları geliyor gözünün önüne birer birer. Şehri kendine, kendi anılarına mal ederek belki de sakinleşiyor, kim olduğunu yeniden hatırlayıp, dengesini buluyor. Kapanış monoloğunda Wally, eve vardığında, akşam yemeğine dair detayları kız arkadaşı Debbie'ye anlattığını söylüyor, yani Wally André'yi bir oyun yazarı olarak nihayetinde bir anekdota indirgiyor. Filmin sonunda, gerçek baş karakterin kendisi olduğunu, kimin perspektifini benimsememiz gerektiğini böylece hatırlıyoruz. Bence özellikle taksideyken Wally'nin kendisi de bunu hatırlıyor.
André karakteri, kimsenin gerçekten ihtiyaç duymayacağı, kuşe kağıda basılmış rengarenk fotoğraflarıyla kalın, pahalı bir coffee table kitabı olarak zihnimize mıhlanıyor.
***
(1) Senaryodan, açılışta Wally'nin monoloğundan: "I grew up on the Upper East Side and when I was 10 years old I was rich, I was an aristocrat.. riding around in taxis, surrounded by comfort."
(2) Filmde geçen adların tümü gerçekse de senaryoyu yazan Wallace Shawn'un gerçek hayattaki partneri Deborah Eisenberg aslında bu tarifime hiç uymuyor. Ama filmdeki karakterin de aslında kendisi olmadığını, Shawn Criteron'daki Noah Baumbach röportajında bizzat söylüyor. Zaten bu benim zihnimde canlanan Debbie. Eminim başka izleyiciler bambaşka Debbie'ler hayal etmiştir.
(3) Aynı röportajda hem Shawn, hem André Gregory senaryoyu yazdıktan sonra filmi çekecek yönetmen arayışına girdiklerini ve Louis Malle'in senaryoyu tesadüfen okuduktan sonra kendilerini arayarak filmin yönetmeni olmayı bizzat rica ettiğini söylüyorlar. Fakat bu, Malle'in editöryal/görsel kararlar konusunda ağır bastığı gerçeğini değiştirmez, ki her ikisi de bunu inkâr etmiyorlar.
(4) Restorandaki en yalıtılmış anlarda bile ince ince duyulan tek ses, garsonların ayak sesleri. Bunu, belki biraz fazla gereksiz derine dalarak, sınıfsal bir hatırlatma olarak gördüm. André'nin ekstravagan tavırlarına ve yaşam stiline bir bakıma tahammül edemeyen Wally'ye de tahammül edemeyen, Wally'nin de lüzumsuz işlerin, lüks zevklerin peşinde koşar göründüğü bir grup insan var ve bu grup, masanın tam karşısında bu iki erkeğin keyfî sohbetlerinin bitmesini ve eve gitmelerini bekliyorlar, ki onların da kendi hikâyeleri başlayabilsin.
(5) Birinci dipnotta geçen cümle yüzünden, Wally'nin taksiye binerek eve dönmesi bence çok ince bir dokunuş.
0 notes
otekivegan · 2 years
Text
İçimizde ki deprem,
Bu coğrafyanın kavgası kendiyle başlar. Kendi içindeki depremi göremeyen, her gün o depremin artçılarıyla sarsılan insanların kaderiyle kavgası…
Yaşadığı hayatta da depremzede gibi açlığa mahkûm bırakıldığını göremeyen, insan gibi yaşayamadan toprakla cansız bedeninin buluştuğunu göremeyen insanların kavgası.
Evini, ocağını parası yetmediği için ısıtamayıp enkazda da soğuktan titrememeye terk edilen insanların kavgası…
Çocuğuna toprağın üstündeyken bile bir mont, bir çikolata, bir oyuncak alamayan insanların enkaz sonrası da somonuz, çorbasız kalmasının kavgasıdır…
Kâh toprak üstünde olmuş, kâh göçüğün altında kavgası enkazları ile aynı insanların toprağıdır Anadolu.
Acılarımız, yasımız kendi kavgalarımızdan bile büyük bugünlerde. Gözleri dolmadan anlatabilen bir kişi bile yok. Zaten anlatamıyoruz da üzüntüden.
Anadolu, bu acılarını da saracak elbet. Tek tek çıkartacağız! Yaşanamayan hayalleri göçüklerden. Ama lütfen bir cana hayat verme kavgamız başka canların hayatına mal olmasın.
Bedeni topraktan canlı çıksın diye bir hayvan adayarak can almayalım. Şükür kanları akıtmayalım.
Ağacıyla, ormanıyla, hayvanıyla bir can daha vermesin Anadolu.
Kendi kavgamızı kendimizle yapalım. Başka bir canı üstümüzde yorgan yapmayalım.
1 note · View note