#Eve Esin
Explore tagged Tumblr posts
Text
" I see Grace" - Eve Esin Says As She Shares A Sultry Picture Of Herself On Instagram
" I see Grace" - Eve Esin Says As She Shares A Sultry Picture Of Herself On Instagram
Eve Esin is a young Nollywood actress who has established a solid name for herself in the industry because to her noteworthy performance and influence. She was recognized as Nigeria’s best promising actress in 2015 by the City People Entertainment Awards. The actress with chocolate skin, who was both on October 17, 1981, never ceases to wow her fans with some seductive and unusual photos of…
View On WordPress
0 notes
Text
TEYZEM DEDİĞİN KADIN
Öncelikle kendimi tanıtayım (22) 1.90 boy 82 kilo kirli sakallıyım teyze dedigim kadın ( 39) kapalıydı (şuan açıldı )aile dostumuzun karısı 1.60 koca gotlu koca göğüslü askere gitmesen önce çok sıkıldı��ını ve gezmek istediğini söyledi ve isimler gercek değil veli amcadan izin al dedim ve izni alacağanı söyledi 2 gun sonra izni kapmisti sahil kenarina gittik bir aksam biralar alip arabada oturuyorduk kocasindan dert yaniyordu baska bir sohbet etmedik ona akil veriyordum dönüş yoluna koyulduk ve arabayi surerken dizime kafasini koydu yan bir sekilde uzandi sikim tas gibi olmustu durumdan rahatsiz olmayip sikime baski yapiyordu kafasiyla bundan güc alıp elimi gotune attim ve oksamaya baslayip guzel bir vucuda sahipsin diyebildim sadece o da gulerek tepki verdi oksamayla yetindim o gece evine geldik esine selam verdim ve bende evin yolunu tuttum aklima girmisti artik sikecektim.Askere gidecegim gun ev de toplanildi kalabalıklasdi odama sigara icmeye gecmistim ki arkamdan geldi sigara yakti iki duman almisti ki beni dort gozle bekliyecegini soyledi ve dudaklarima yumuldu kacarcasina cikti gitti sasirmistim beklemiyordum. Askere gittigimde 6 ay boyunca telefnda knsstuk ve iple cekiyordum gelmeyi birbirimizi bosaltip karsimda farkli ic camisirlariypa beni kudurtuyordu askerlik bitti ve gelmistim ertesi sabah kahvaltidan sonra arayip musait olup olmadigini sordum hâla yatakda uzandigini soyledi ve 15 dk sonra yanindaydim kapiyi actiginda kirmizi dantelli kilodu ve sutyeni uzerinde tul bir sabahlik vardi kapiyi kapatir kapatmaz yasladim ve deli gibi sevismeye basladik onume diz cokup agzina aldi kopek gibi yaliyordu inanilmaz birseydi hemen odaya gectik ve amini yalamaya basladim basda sacma bir tepki olarak istemedi bunu ilkdefa yapacagini soyledi cok sasirmistim 2 cocuk annesiydi ve yillardir evliydi amini yalamaya basladim asiri zevk aliyor ve kivraniyordu suratım zevk sulari icerisinde kalmıstı net 2 defa orgazm olmustur. Dayanamayip yan yatirdim ve bacaklarini actim icine girerken o kadar zorlandim ki ifade edemem bunu kelimelerle cok dardi bu nasil mumkun olur anliyamiyorum asiri zevk aliyordum bosalmamak icin dreniyordum adeta bir sure sonra kucagama aldim ve sert bir okadarda hizli sekilde sikmeye basladim uzerime fiskirirken benim kocam adam degilmis diye inliyordu ve icine patladım.hemen gidip temizlendik ve bi sigara yaktık sigaram bitmeden agzina aldı tekrar ve domaldı hadi kocacım sik orosbunu derken gözlerimin içine bakiyordu göğuslerinden tutarak sikmeye basladim saclarini cekerken daha sert olmami istiyordu köpek dayanamadım ve icinden çıkıp belden asagini temizle gel köpek seni paramparca edicem ikiletmedi gitti geldi hemen domal dedim tekrar ve gotunu yalamaya basladim cok sasirmis ve tepkisiz olmaz hic siktirmedim diye yalvariyordu senin kocan gavat sa benim yapabilicek birseyim yok parcalicam gotunu köpek diye cevap verdim ami yine sulanmisti hemen bir krem surdum gotune titriyordu altimda korkudan ve yan yatirip once amina girdim zevke geldigi sirada cikip gotune kafasini soktum ciglik cigliga kaldi ama nafile yavas hareketlerle ilerlen sikim kirilacakdi sanki cok dardi ben boyle bi kadin sikmemistim daha once 5 dakika gotu alistikdan sonra hizlanmaya basladim alismisti resmen aciyla karisik inlemeye basladi ve hizlandim kopek gibi sikiyordum resmen gotunu sen harika bir adamsin bundan sonra benim kocam sensin diye zevke kapilmis bir sekilde inliyordu asiri zevk aliyordum gotunden cikip kucagama aldim ve amina girdim tekrar boynumu yalamaya basladi sımsıkı sarildim gotunuden tutup hizli bir sekilde sikmeye basladim bayilacaktim ustumde titreyerek bosaldi ve bosalmam icin yalvariyordu artik ustumden kaldirdim ve diz cokturdum sikimi ve tasakklarimi yalarken suratina bosaldım harika birseydi cok zevk almistik. Bir sure sonra ben evlendim ve hâla bu olgunla iliskimiz devam ediyor bir olgun daha bulursak grup yapmak istiyoruz en kisa zamanda onuda paylaşacağım sizlerle sizi seviyorum. Fake hesabımdan ulasmak isterseniz.Twiter Hayal .Ahayal5
169 notes
·
View notes
Text
"kurtarılacak olanın o muhteşem sanatını izledik yukarıdan."
(Devrim televizyondan yayımlanmayacak.)
Devrim çomaklarla yapılır. Çocuklarla ve saf kalplerle… Yaşatmak içindir devrim. Masumiyetin devamı için. Haklılar için. Ama üzüldüğüm şey haklıların hakları için kılını bile kıpırdatmaması. Kabullenme seanslarındaki korkunç izdiham. Ancak bilsinler ki hareketsiz haklılık, leştir. Ezilenin ezene karşı büyüdükçe büyüyen sonsuz sadakati, ah! Bunları düşünüyordum istasyonda Zehra’yı beklerken.
Tren de geldi işte. Zehra trene ve bekleyişe anlam katıyordu. İnsanlar trenden inmeye başladı. Zehra da indi. Evet, tanıdım, O’ydu. Çiçekli mor bir eteğin üstüne açık mavi bir gömlek giymişti. Saçları yine yirmi beş yıl öncesi gibi kısa ve bu kısalık onun Tanrıçalara has silahıydı. Yüzündeki kumrallığa eşlik eden çizgiler, içinde günü geldiğinde kullanılmak üzere saklanan kelimeler ve dudağının her iki yanında muhafız gibi duran izler. İzler, Zehra’nın sihirli kılıçlarıydı. Hele bir de gülümsediğinde, yüzü mimik deryası olurdu.
…
Yirmi beş yıl olmuştu görüşmeyeli. Aynı mahallede büyümüştük. Büyük ve boş bir arazi vardı mahallemizde. Orada çeşitli top oyunları, tahtadan silahçılık ve çelik çomak oynardık. O kadar büyüktü ki arazi, sanki dünyanın bütün çocuklarını toplayıp getirsen yine de dolmazdı. Sınırsız düşler tarlası gibiydi. Yıllar sonra orasının bir halı saha büyüklüğünden fazla olmadığını fark etiğimde hayal kırıklığına uğramıştım. Sanırım büyük olan yüreklerimizdi. Geri kalan her şey maketler uygarlığıydı.
Çelik çomak oynadığımız bir gün hava atacağım diye çok sert vurduğum çomakla Zehra’nın alnını kanatmıştım. Hemen gidip babasına söylemişti. Babasının bana doğru sinirli bir Erol Taş prototipiyle geldiğini gördüğümde hayatımın en hızlı dört yüz metresini koşmuştum. Atletizme yazılsaydım eminim ki rekorlar kıran bir koşucu olurdum.
Zehra’yı kızdırmayı seviyordum. Bir dönem fincanla fal bakma furyası vardı. Hareketli fincan falı... İşin içine gizli güçler de karışırdı. “Bilmem ne teyze eğer buradaysan işaret ver!” gibisinden bir şeyler söylenirdi başlanmadan önce. O da işaretini verirdi. Masada kaygan bir kartonun üzerinde kâğıt parçalarına yazılan harfler daire şeklinde sıralanırdı. Biz yaklaşık yedi sekiz kişi hepimiz birden işaret parmaklarımızı fincanın üzerine koyar ve sorular sorardık. Kim kimi seviyor gibi sorular. Cevap şöyle oluşurdu: Fincanın tepesindeki işaret parmağı krallığının baskısıyla fincan harflere doğru hareket ederdi. Tabi ki o göremediğimiz bilmem kim teyzenin ruhu sayesinde olurdu bu ve sonunda bir isim çıkardı ortaya. Benimkine “Esin” çıkmıştı. Hiç konuşmadığım ve bilmediğim bir kızın ismi. O gün Zehra’nın yüzü güz kıyametiydi. …
Beyazlarıma bakıyor. Yüzümdeki hüzün artıklarını inceliyor. Susuyor. Gölgesiyle oynuyor. Az sonra sinsice bir tebessümü kulağından çektiği gibi getirip aramıza koydu. “Bu ne?” dedim içimden. “Tecrübeli bir tebessüm.” dedi o da içinden. Belki de intikam alıyordu. Sarılacak gibi yaptı sonra vazgeçti. Neden trenle gelmeyi tercih etiğini sordum. “Sevdiğim bir kimseye veya bir kente yolculuk yapacaksam trenle yapmalıyım.” dedi. Demek hâlâ seviyordu beni…
Dostluklarımız devam etmişti. Herkes büyüyüp hayatın kucaklayıcı kollarına atıldı. Başka yaşamlar. Başka sözcükler. Başka sarılmalar. Başka oyunlar. Başka kederler… Ama mektuplarla da olsa arada görüş meyi sürdürüyorduk. Sonra telefonlar. Sosyal medya ve dünyayı küçültüp yalnızlığı büyüten daha birçok şey… Herkes herkesi çok rahat bulabiliyordu. Zehra öğretmendi. Daha sonra müdür olmuş. Bu sistemde müdür olmak kolay değil, hele ki muhalifsen. O hep hırslıydı ve başarılı olmak için çok çaba sarf ederdi.
Arabaya bindik ve eve doğru yola koyulduk. Evim kentin dışında bir yamacın dibindeydi. Küçük bir bahçem ve içinde birkaç ağaç vardı. Kediler, tavuklar ve Oscar’a aday olabilecek nitelikte olan yalnızlığımdaki edebi huzur. Daha iner inmez hemen kümesteki civcivlikten yeni terfi etmiş genç tavuklara yöneldi. “Çok tatlılar bunlar!” İlk defa tavuk görmüş gibi davranıyordu. Bir süre Zehra ve tavuklar senfonisini izledim. … Kapitalizm: Metalik kurtlar fabrikası, paslı çiviler kenti, ucu zehirli oklar mağazası, kamaşmalar zamanı, haklıların yüceltilen sessizliği, titreyişin kökü… Ne çok şeyi kapsıyordu kapitalizm. Akıllı telefonlarımız. Onurlu kaybedişlerimiz. Örgütsüz öfkelerimiz… Daha ne çok şey…
Kutsanmış fraksiyonlarımız vardı. Sosyalizm nasıl bir şeydi ki böyle kırk fraksiyona bölünmüştü. “Devrim televizyondan yayımlanmayacak!” sözündeki şifre ve o kaçtıkça kovalanan, bir türlü yakalanamayan güzel günlere olan inanç, aynı sabır ve başarısızlıkla nesilden nesle devam eti. Devirler değişti. Kitle iletişim araçları inanılmaz boyutlara ulaştı. Ah proletaryam! Neredesin? Yeni sınıflar ortaya çıktı. Ama ne olursa olsun devrim kameralarla değil, çomaklar ve bilyelerle yapılır. Devrim o küçük oyun sahasını uçsuz bucaksızlık makamına yükselten kocaman yüreklerle yapılır.
Muktedir bunu biliyordu ve ilk önce çomaklarımızı, bilyelerimizi alıp yerine plastik duyguları koydu. Sonra kul’eksiyonlar çağını başlatı. Silah satan Tanrılar. Kredi notunu belirleyen Tanrılar: Standart Poor’s, Fitch Ratings ve Moody’s. Dünya bankası. Merkez bankaları. Ay-em-ef. Böylece ütopyanın ütopyası oldu işçi sınıfının iktidarı. Geriye üç beş kişinin alanlarda ölümüne mücadelesi ve dağınık öfke patlamasından başka bir şey kalmadı ve izleyen diğer haklılar yığını. Susmakla kurtulacağını sananlara gelmişti sıra. Köleleştirmeye, yoksullaştırmaya, yok etmeye, öldürmeye çalışan muktedire karşı tek silah olan genel grev kararı verilmediği sürece emekçinin yenilgiler seremonisi devam edecektir. “Burası dünya yahu, burası bu kadar işte!” demişti Onur Ünlü. Evet, burası dünya ama burası bu kadar değil. Hem Zehra da var şimdi.
İnsanın düşlerini emanet edebileceği bir yüzü vardı Zehra’nın. Mutluluk parodisiydi gülüşü. Çocukluğunu çantasında taşıyordu sanki. Arada çıkarıp yüzüne sürüyordu. Yüzünde ışık taşıyan yürüyüşçüler dolaşıyordu… Gelirken bana ait olan dört kitabı da getirmişti yanında. Onun için imzalamamı istedi. “Hiç değişmemişsin!” dedi ve devam eti: “Hiç pes etmiyorsun, delilik bu, dünya kurtarılacak bir yer değil, hatta kurtarılmayı beklemiyor bile. Kurtarılmak umurunda değil dünyanın.”
Zehra da insanları yutan bu tutulmalar çarkına karşıydı ve öfke doluydu. Ama sanırım o da pes etmiş ve her şeyi oluruna veya başkalarının mücadelesine bırakanlardandı. Nasılsa birileri bizim yerimize plastik mermiler-günü geldiğinde gerçek mermiler yiyordu. Nasıl olsa konuşurken sözcüklere kalbini ekleyenler kirpiklerini fırça gibi kullana kullana geleceklerdir karanlığı ışığa boyamak için. Karanlığı ışığa boyamak için vurula vurula dizileceklerdir anımsamalar takvimine. İşte bu yüzden onunla farklı düşünüyorduk.
Kitaplığımdaki kavgayı anlatım. Cezalandırılmış bilgiyi. Zeytin ağaçlarının öyküsünü… Ağaçlara düşman olanlar tüm insanlığa düşmandır. Toprağın kokularını nasıl hissettiğimi anlatım. Toprak çığlıklarını bu kokularla gönderir insanlara. Onun getirip aramıza koyduğu tebessümün yanına uykusuzluğun hafızasını koydum. Birden aklıma gelmişti; çelik çomak oynarken yanağını kanattığım için ilk defa özür diledim ondan. O da babasının beni kovalarken alnındaki yaranın acısını unutarak nasıl gülmekten yerlere yatığını söyledi.
Küçük düşler kumbarasını koydum önüne. Hadi daldır elini ve içinden bir düş çıkar dedim… Düşün içine girip Yıkıklar Ülkesinin sembolü olan Gelincik Köprüsü’nden geçtik. Yukarı doğru tırmandık. Papatyalar patikasından olasılıklar tepesine çıktık. Sözcükleri uçurumdan atıp sessizce henüz içine girilmemiş bir anlama yanaştık. Bulaşıcı boşluğun kollarında saatlerce kurtarılacak olanın o muhteşem sanatını izledik yukarıdan.
3 notes
·
View notes
Text
Bu Saatte Death Metal Grup:SEPULTURA; Albüm Choas Ad Şarkı:territory (cover-The Blaze) 90'lı yıllara damgasını vuran death gruplarindan biriydi ve onların en beğendiğim marşı.Pentagram ın anatolia parçasının da esin kaynağıdır... aslında kusursuza yakın bir The Blaze parçasınin cover versiyonudur.The Blaze'in 2017 çıkışlı territory albümünden en beğendiğim şarkılardan biriydi. bu şarkının klibinde faslı bir gencin uzun süre bir avrupa ülkesinde yaşadıktan sonra kendi ülkesine döndüğünde yaşadığı heyecanla karışık kendi memleketine yabancı hissetme durumunu anlatıyor.(Sting abimizin:English Man in Newyork daki hisleri gibi). hiçbir yere ait olamama hissini gerçekten çok dramatik bir şekilde aktarmışlar klipte. kısa film niteliğinde olmuş bence.çocuk şarkısı basitliğindeki sözleri her dinlediğinizde diktatörlük düzenine meydan okumanız garanti. derdini en yalın en basit sözlerle anlatan şarkıları çok seviyorum. "toprak, devletin vazgeçilmesi olanaksız temel unsuru, egemenlik ve bağımsızlığın simgesidir."
anayasa mahkemesi kararı - 1985 baştan sona bitirme tezi kıvamında bi' iş. seçilen beatlerden tut, vokale kadar dört dörtlük. yalnız iddia edildiği gibi sadece dışavurumculuğun değil, izlenimciliğin kitabı baştan yazılmış gibi
medeniyetin bağrından kopup gelen esas oğlanın, doğduğu topraklarda ailesine olan özlemini oya gibi işlemişler. hayat kavgasından ve rekabetten çıkıp özüne yani ailesine döndüğünde, sıradanlığın tadını çıkartmak, üçüncü dünya ülkesinde nasıl mutlu olunur ki metropolün göbeğindeki aşırı yığınlar hayattan gram keyif almaz noktalara kadar geldi? bireyin ön plana alındığı, aile kavramının çeşitli gerekçelerle yerildiği batı medeniyeti, ne kadar süredir her fırsatta gelenekçilik çatısı altında çağdışı olarak kategorize ettiği bu portreyi sorgular ve kutsar oldu?
denecek bişi yok. bugünden olmasa da, günün birinde kavranacaktır nasılsa. eve dönememek, bu yüzden kalbine dönememek territory terrier cinsi kopeklerin kendilerine belirledikleri egemenlik alanina da denir yaban hayatında erkeğin hak iddia ettiği topraklar anlamına gelir.buranın sınırlarını erkek çizer (idrarıyla ya da başka bir vücut sıvısıyla) ve burayı erkek korur..dişiler seçilen territorynin güzelliği ve yaşanabilitesine bakarak erkeklerini seçerler.bir nevi gücüne ve karizmasına bakarlar erkeğin.yani territorysine bak erkeğini al..
bir territorye dışarıdan bir erkek elini kolunu sallaya sallaya giremez.öncelikle oradaki erkeği alt etmesi gerekir.yoksa ölür..etimolojik olarak incelendiginde, territory'nin latince'deki territorium kelimesinden geldigi ortaya cikar, ki bu kelimenin kökü terreor'la aynıdır, ki bu da korku salmak anlamina gelir. aynı fiilden türetilebilecek baska bir kelime de terrorist (terörist)dir. ve dolayısıyla diyor rudolph rummel, "devletlerin tarihin en büyük teröristleri olmasında şaşılacak bir şey yoktur". (rummel, rudolph j. (1997) death by government ny:transaction publishers)
youtube
2 notes
·
View notes
Text
CittaSlow Gökçeada. Sakin Şehir Öyküleri Belgeseli. (8. Bölüm)
youtube
Yavaşlayın Gökçeada'dasınız!
Sakin Şehir Öyküleri Belgeseli, Türkiye'deki CittaSlow ünvanı almış kentlerin öykülerinin anlatıldığı bir belgesel serisidir.
Türkiye'nin en kapsamlı Sakin Şehir (CittaSlow) belgeseli olan Sakin Şehir Öyküleri'nin sekizincş bölümünde Gökçeada var.
Muhteşem bir Cittaslow kenti izleyeceksiniz, muhteşem sakin şehir öyküleri dinleyeceksiniz, Gökçeada'nın, Poseidon'un adasının öykülerini dinleyeceksiniz.
Öncelikle bu belgesele verdikleri destekten dolayı CittaSlow Türkiye ekibine çok teşekkür ederiz.
Bizi çok iyi ağırlayan Gökçeada Belediyesi'ne teşekkür ederiz. Ayrıca aşağıda isimleri yazan ve yazmayan, katkı sağlayan tüm Eğirdir halkına çok teşekkürler.
Size Sakin Şehir öyküleri anlatacağız. Sakin kentlerin öykülerini. Size Gökçeada’yı anlatacağız. Sakin şehir unvanı almış, bu unvanı sonuna kadar hak etmiş; harika kumsalları olan, Poseidon’un atlarını bağladığı, muhteşem bir ada kentini.
Kültür aynı, aynı adam, aynı insan hepsi aynı. Adayı gezerken, güzelliklerini kayıt altına alırken ilk dikkatimizi çeken şey, Rumlarla Türklerin uyum içinde bir arada yaşamaları oldu. Sanki başka bir dünya Gökçeada.
Poseidon’un atlarını dinlendirdiği bir adada nasıl oluyorda bu kadar huzurlu yaşayabiliyorlar diye merak ettik. Caddelerinde dolaşırken, tarihini araştırırken, insanlarıyla sohbet ederken, bu uyumun nasıl bu kadar mükemmel olduğuna şaşırıp kaldık.
Gökçeada halkı gerçekten büyük bir aile ve birbiriyle bağlantılı. Dereköy’de, Kaleköy’de, Tepeköy’de, Zeytinli’de, Eski Bademli’de gezerken bu kentin neden sakin şehir Cittaslow ünvanı aldığını daha iyi anlıyoruz. Trafik ışıklarının olmadığı, insanların eğlenmeyi bildiği ve gülümsediği bir yerde yaşamak rüya gibi. Hele mitolojisini dinlediğimizde bu belgesel serisini çekmeye başladığımız için bir kez daha mutlu oluyoruz.
2011 yılında Sakin Şehir ünvanı alarak dünyanın ilk ve tek “Cittaslow Adası” olan Gökçeada bu ünvanı gerçekten hak ediyor. Zaten sakin yaşayan, zaten mutlu yaşayan, zaten iyi beslenen bir halk Gökçeada sakinleri. Umarız bu güzellikler korunur ve umarız bu düzen sürdürülebilir.
Siga siga, yavaş yavaş, aceleye gerek yok bu kentte yaşarken. eğlenecekseniz en güzelini, beslenecekseniz en doğalını bulacağınız, tam bir sakin şehir Gökçeada. Aydıncık Sahili, Peynir Kayalıkları, Marmaros Şelalesi, Tuz Gölü ve Türkiye’nin ilk ve tek sualtı milli parkıyla gidilmesi ve gezilmesi gereken bir kent.
Yıldız Koyuna, Aydınlık Plajına, Yuvalı Plajına, Laz Koyuna, Saklı Limana ve Kefaloz’a gelen tatilcilerden ada halkının bir ricası var, doğaya sahip çıkmaları. Gökçeada bizce tam bir CittaSlow kenti, sakin şehir.Tarihini araştırmaya, mitolojik öykülerini kayıt altına almaya, kültürünü belgeselleştirmeye tekrar geleceğiz.
Teşekkürler
CittaSlow Türkiye
Gökçeada Belediyesi
Elifcan Şen
Ali Baki Usta
Mahmut Dereli
Kemal Yazgan
Panagiotis Findanis
Sema Usta
Efstration Zuni
İnci Çelik
Hasan Çelik
Adem Yılmaz
Osman Özer
Emine Aktaş
Mustafa Kıraç
Gülsen Aktaş
Barış Akpolat
Ümit Murat Kurum
Esin Aktaş
Emir Güvercin
Yeşil Ev Butik Otel ve Kafe
Mustafa'nın Kayfesi
Cafe Garaj
Nympha Organik Bağcılık
Ecem Mantı ve Çoban Yıldızı
Sardunya Camping
Yönetmen:
Erol Çelik
Prodüktör:
Deniz Çelik
Müzik:
Koray Başaran
Kurgu Volkan Çelik
Dış Ses
Deniz Çelik
Ekipmanlar
Sony FX3
Dji Osmo Pocket 3
Dji Mini 3 pro
Dji mic
#cittaslow #sakinşehir #gökçeada #belgesel #sakinşehiröyküleri #youtube #sanat
0 notes
Text
Çiğlili çocuklar gün boyu doyasıya eğlendi
https://pazaryerigundem.com/haber/185920/ciglili-cocuklar-gun-boyu-doyasiya-eglendi/
Çiğlili çocuklar gün boyu doyasıya eğlendi
İzmir’de Çiğli Belediyesi tarafından düzenlenen Eğlence Parkı etkinliğine katılan Çiğlili çocuklar, tam gün boyunca doyasıya eğlendi.
İZMİR (İGFA) – Çocukların sosyal, kültürel ve sportif gelişimine katkı sağlamak amacıyla birçok etkinlik düzenleyen Çiğli Belediyesi, hafta sonunda dolu dolu bir programa ev sahipliği yaptı.
Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü’nün organize ettiği etkinlik kapsamında Güzeltepe Futbol Sahasında ve Harmandalı Gül Esin Parkı’nda Eğlence Parkı kuruldu. Etkinliklere katılan çocuklar kurulan şişme eğlence parkında doyasıya eğlenirken; oyun parkurlarında yarışıp, yüz boyama ve balon katlama etkinliklerinde mutlu bir gün geçirdiler.
Etkinliğe katılarak çocukların heyecanına ve mutluluğuna eşlik eden Çiğli Belediye Başkanı Onur Emrah Yıldız, çocuklara zeka küpü, puzzle seti ve pamuk şekerler hediye etti. Başkan Yıldız, çocuklarla birlikte etkinliklere katıldı.
Çocuklara yönelik etkinliklerin artarak devam edeceğini vurgulayan Başkan Onur Emrah Yıldız, “Çiğli Belediyesi olarak, çocuklarımızın eğitimde, kültürde, sanatta ve sporda en iyi gelişimi gösterebilmeleri için çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Hafta sonu, Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğümüzün öncülüğünde eğlence dolu bir program düzenledik. Cumartesi günü Güzeltepe’de, Pazar günü Harmandalı’da çocuklarımızın neşesine eşlik ettik. Onların gözlerindeki heyecanı ve ışıltıyı görmek bizleri mutlu etti. Yaz tatilini verimli ve eğlenceli geçirebilmeleri amacıyla etkinliklerimizi yapmaya, çocuklarımızla buluşmaya devam edeceğiz” diye konuştu.
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
Text
MİTOLOJİLERDEKİ TANRIÇALARIN ESİN KAYNAĞI
İnsanın zihni, bedeni ve dış dünya sürekli olarak hareket ve değişim halindedir. Bu hareketliliğin getirdiği değişimle gerçekleşen yaşantılar kişisel deneyimleri oluşturur. Deneyimler ise etkilerine göre ve her insanın duyarlılığı ölçüsünde hoşa giden veya üzücü izler bırakarak ‘’anılara’’ dönüşür. Yaşam boyu biriken çok sayıdaki anının bellekte tutulması zihinsel enerji kaybına yol açar ve bilişsel performansı olumsuz etkiler. Bu nedenle anıların büyük bir kısmı bilinç düzeyinden itilerek ‘’bilinçdışına’’ kaydedilir.
Carl Gustav Jung; ‘’Her bireyin ‘Kişisel Bilinçdışı’ kayıtları giderek tüm insanlar tarafından paylaşılan ’Toplumsal Bilinçdışını’ meydana getirir.’’ tespitini yapar. Bu tespitten hareketle, insanlarda ortak duygu ve davranış kalıpları oluşturan etkenin Toplumsal Bilinçdışı olduğu görüşünü savunur. Hemen her toplumda gözlemlenen ortak duygu ve davranış kalıplarının içeriğini ise ’’Arketip’’ olarak adlandırır. Arketipler, taşıdıkları güçlü enerjiler nedeniyle bireyin ve toplumun bilincini yönlendirme potansiyeline sahiptirler. Bu potansiyel giderek Mitolojik öykülere dönüşerek çok Tanrılı inanç sistemlerini oluşturur. ‘’Tanrıça’’ kavramı tüm Mitolojilerde en etkili arketip olarak yer alır. Çünkü her Tanrıça yaratıcı zekâsı, olağanüstü gücü, üstün yeteneği ve etkileyici güzelliği ile karşı konulmaz bir çekim gücü yaratır. Bu nitelikleri nedeniyle ‘’Yarı Tanrı’’ yani Tanrıça olarak nitelenir.
Aslında Tanrıça kavramı, tarih boyunca yaşamın içinde yer alan kadınların toplumsal bilinçdışındaki ortak bir ifadesidir. Kadın, güçlü doğası ve yaratılış özelliği ile anne, kardeş, eş, evlat, arkadaş veya sevgili rolü üstlenerek yaşamda farklı görevler alır. Bu açıdan bakıldığında, Mitolojilerdeki düşsel Tanrıçaların aslında gerçek yaşamdaki kadınların birbirinden farklı kişilik özelliklerinin fantastik öyküler şeklinde anlatımı olduğu düşünülebilir. Mitolojiler tanrıçaları, tıpkı gerçek yaşamdaki kadınlarda olduğu gibi etkileri, kişilik yapıları ve üstlendikleri görevler açısından adlandırır. Aşağıda örnek olarak paylaşılan Tanrıça arketiplerinin yakın çevremizde yer alan kadınlarla yakın benzerliklerini keşfetmek ilginç olabilir.
HAVVA ARKETİPİ; Mitolojilerde en önemli yeri alır. Havva’nın sözcük kökeni, İbranice HVH’tır. Bu, hem ‘’Yaşam’’ hem de ‘’Kadın’’ anlamına gelir. Tek Tanrılı inançların Kutsal Kitapları, Âdem’in ‘’İlahi Bilgi Ağacının Meyvesini’’ Havva’nın elinden yediğini anlatır. Bunun sonucunda Âdem ‘’Bilir’’ yani aydınlanır. Günlük konuşmalarda ‘’Her başarılı erkeğin arka planında bilge bir kadın vardır.’’ sözü bu gerçeğe işaret eder.
ANA TANRIÇA; Anne Arketipidir. Sonsuzluğu ve huzuru ifade eden ‘’Gök’’ ile üretkenliği ve verimliliği ifade eden ‘’Yer’’in kadın bedeninde buluşarak bir bütün oluşturduğu inancını ifade eder. Ana Tanrıça tipi kadın bu niteliği ile insanın dünyaya getirilmesinde ve neslin devamında önemli bir rol üstlenir. İlahi planda Anne arketipi kadınlar hemen her kültürde kutsal kabul edilir. Ana Tanrıça tipi kadın daha çocukluğunda bile anaç davranma özelliği ile dikkatleri çeker.
HERA ARKETİPİ; Evlilik Tanrıçası olan Hera adı Grekçe ‘’Kadın’’ anlamına gelir. Hera tipi kadın, eşine derin bağlılık duygusuna sahiptir. Bu nedenle tüm yaşam alanı kutsal saydığı evlilik birliği olduğu için eşle dayanışmanın sembolü olarak görülür. Evliliği özgürlüğünü yitirmek olarak değil; renkli iç dünyasını sevdiği insanla paylaşma özgürlüğü olarak değerlendirir.
VESTA ARKETİPİ; Adı, insanların kendini güvende hissettiği evi temsil eden ‘’Ocak’’ anlamına gelir. Evini tapınak gibi gören Vesta tipi kadın için ev ve aile her şeyden önce gelir. Aynı zamanda bilge olan Vesta, kendini evinde güvende hisseder ve çevresindekilere de güven verir.
SALOME ARKETİPİ; Tanrıça Saolme’nin üzerinde, dünya yaşamına ait olumsuz duyguları ifade eden YEDİ TÜL bulunur. Bu yedi tül; Kibir, Kendini Beğenmişlik, Hırs, Açgözlülük, Bencillik, Duyarsızlık ve Şehveti temsil eder. Salome tipi kadının öncelikli görevi bu yedi tülden kurtulmaktır. O, bunu başarmakla kalmaz, çevresindeki erkeklerin de bu olumsuz duygulardan arınmasını sağlar.
ARTEMİS ARKETİPİ; Bakire Kadın Arketipidir. Artemis sözcüğü; ‘’Kendisine bakanlara gerçeği yansıtan su’’ anlamına gelir. Saf ve lekesiz doğasıyla çevresindeki insanların kusurlarının ve yozlaşmışlıklarının aynası olma görevi üstlenir. Sahip olduğu derin sezgi gücü nedeniyle çevresindeki insanları incitmeden eleştirir, aydınlatır ve eksiklerini tamamlar. Bunu yaparken yaşamın zorlukları karşısında kendini güçlü ve yeterli görür.
Büyük Sufi Mevlana, Mesnevi’de; ‘’Kadın Tanrının Nurudur. Kadın yaratılan değil, sanki Yaratandır!’’ tespitini yapar. Bu, Mitolojik Tanrıçaların ya da genel anlamda ‘’kadının’’ farklı bir bakış açısıyla görülmesi gerektiğini vurgular yöndedir.
1 note
·
View note
Link
0 notes
Text
Karar Verdim
Kendime bir ev bulmaya karar verdim denizlerde*, insanın o soğuk ve sessizlikte barış içinde yaşamayı öğrendiği derinliklerinde* bir yer. Derler ki öyle bir yerde bazı esin kaynakları keşfedilirmiş. Tam olarak anlanmasa da ruhun niyet ettiği o şeyler sonunda hissedilirmiş. Yavaş yavaş, şüphesiz ki. Bir tatile gitmekten bahsetmiyorum. Tabi ki aynı zamanda olduğum yerde kalmak amacım. Beni izliyor musun?🧿
―Türkçeye tercüme ve dönüşümle* Mary Oliver, A Thousand Mornings: Poems. Listen to her reading the original in English (YouTube at minute 3:35, also on Instagram):
youtube
“I Have Decided I have decided to find myself a home in the mountains, somewhere high up where one learns to live peacefully in the cold and the silence. It’s said that in such a place certain revelations may be discovered. That what the spirit reaches for may be eventually felt, if not exactly understood. Slowly, no doubt. I’m not talking about a vacation. Of course at the same time I mean to stay exactly where I am. Are you following me?”
Notes:
Mary Oliver dağlarda arıyordu evini. Dönüşüm bu sefer böyle oldu. Şimdi denizlerde* [~dağlarda] ve denizin derinliklerinde* [~rakımlarında, yüksekte] arıyoruz.
Kar Tanecikleri'nin sonsözü de aynı karardı: "Bir sonraki hikayemiz Yelken Kuşu (Sailbird 🎶 ) için yayına başlayalım".🦉
0 notes
Link
Şu ana kadar bilgi içeren dizi, kiliseye giden ve Texas'ın minik bir nahiyesinde yaşayan iki çifti takip ediyor. Dizi, 1980'de kiliseden arkadaşı Betty Gore'u öldüren ev hanımı Candy Montgomery'nin öyküsünü konu alıyor. Yapımcılığını Lionsgate'in üstlendiği dizi esin kaynağı ise Aşkın Kanıtı: Banliyölerde Gerçek Bir Tutku ve Ölüm Hikayesi kitap ve Texas Monthly'de yer alan bir yazı serisi olan Silikon Prairie'de Aşk ve Ölüm. Projenin yapımcılığını yazar David E. KelleyNicole Kidman, Yönetmen Lesli Linka ParıltıTexas Monthly'den Scott Brown ve Megan Creydt, Matthew Tinker, Michael Klick ve Helen Verno üstünde yer alıyor. Kaynak: Çeşitlilik
0 notes
Link
Şu ana kadar bilgi içeren dizi, kiliseye giden ve Texas'ın minik bir nahiyesinde yaşayan iki çifti takip ediyor. Dizi, 1980'de kiliseden arkadaşı Betty Gore'u öldüren ev hanımı Candy Montgomery'nin öyküsünü konu alıyor. Yapımcılığını Lionsgate'in üstlendiği dizi esin kaynağı ise Aşkın Kanıtı: Banliyölerde Gerçek Bir Tutku ve Ölüm Hikayesi kitap ve Texas Monthly'de yer alan bir yazı serisi olan Silikon Prairie'de Aşk ve Ölüm. Projenin yapımcılığını yazar David E. KelleyNicole Kidman, Yönetmen Lesli Linka ParıltıTexas Monthly'den Scott Brown ve Megan Creydt, Matthew Tinker, Michael Klick ve Helen Verno üstünde yer alıyor. Kaynak: Çeşitlilik
0 notes
Text
Nollywood actress Eve Esin has dismissed reports claiming she had recently welcomed a new baby. ComradeFeed understands that it was widely reported that the actress welcomed a baby after twelve year...
0 notes
Text
Dört Büyük Şair ve Paylaşılamayan Bir Kadın: Tomris Uyar
Türk edebiyatının güçlü hikâye yazarı ve çevirmeni, özgür ruhlu kadını Tomris Uyar, hem eserleriyle hem de aşklarıyla adından çok söz ettirmiş; İkinci Yeni döneminde hem yazdığı eserlerle hem de adına yazılan şiirlerle edebiyatımızda büyük bir iz bırakmıştır. Tutku dolu yaşamıyla bağımsız bir kadın Tomris Uyar ve peşinde koşan 4 büyük şair. Peki kim bu âşıklar?
Kolej Aşkı: Ülkü Tamer
Kolejden mezun olur olmaz evlendiler. Tomris Uyar ilk çevirisi olan Tagore’den “Şekerden Bebek”i bu yıllarda Tamer soyadı ile tamamladı. Birbirini çok iyi tamamlayamayan bu çiftin evliliği trajik bir şekilde sonlandı. Evlilikten “Ekin” adında dünyaya gelen çocukları birkaç haftalıkken sütten boğularak hayata veda etti, büyük sarsıntı yaşayan çift, kısa bir süre içinde boşandı.
Cemal Süreya
Ankara’daki Sanatseverler Derneği Lokali’nde tesadüfen aynı masada rakı içerken tanıştılar. Tanıştıklarında ikisi de evliydi, bazı rivayetlere göre birlikte olabilmek için eşlerinden boşandılar.
Cemal Süreya onun için bu dizeleri yazdı:
“Ay ışığında oturduk
Bileğinden öptüm seni
Sonra ayakta öptüm
Dudağından öptüm seni
Kapı aralığında öptüm
Soluğundan öptüm seni
Bahçede çocuklar vardı
Çocuğundan öptüm seni
Evime götürdüm yatağımda
Kasığından öptüm seni
Başka evlerde karşılaştık
İliğinden öptüm seni
En sonunda caddelere çıkardım
Kaynağından öptüm seni”
Şiir Sezen Aksu tarafından yorumlanmıştır.
Her akşam işten çıkar çıkmaz eve dönen Cemal Süreya’ya bir gün Tomris Uyar, “Biraz gez dolaş, arkadaşlarınla buluş, vakit geçir” dedi. Ertesi gün on dakika geç geldi Cemal Süreya, bir sonraki gün on beş, daha sonra yarım saat. Bu akşamlardan birinde, örtü silkelemek için pencereyi açan Tomris’in apartmanın girişinde oturan Cemal’i görmesiyle gerçek ortaya çıktı. Her akşam iş çıkışı eve geliyor ama aşağıda oturup “gecikiyordu” Süreya. Tomris Uyar bu duruma “Şahsiyet Rötarı” adını koydu.
Bu aşk da tükendi
Üç yılın sonunda tükenen bu tutkulu aşk, dostluğa evrildi.
Ayrılığın ardından Tomris Uyar, “Beni bıraktı ama rahat edemedi. Ona göre bana sahip olunamazdı” dedi. Cemal Süreya ise Tomris Uyar’a şu sözleri söyledi: “Senden ayrıldığım anda, senin hakkında, hikâyen hakkında sevdiğimi belirtecek hiçbir şey söylemeyeceğim; benim ağzımdan kimse duymayacak” ve o günden sonra hiçbir şey yazmadı.
Uzun soluklu aşk: Turgut Uyar
Tomris Uyar, Turgut Uyar ile tanışmalarını şöyle anlatır:
“1966 yılında ben zaten Cemal Süreya’dan ayrılmak üzereydim. O da eşinden ayrılmıştı. İstanbul’a gelmişti çocuklarıyla. Burada tanıştık. Asıl tanışmamız herhalde o, çünkü o zaman daha bir yakın oturup konuşma fırsatını bulduk ve mektuplaşmaya başladık. Bu mektuplar önce sadece şiir üzerine mektuplardı.
Hâlâ duruyor bende. Genellikle onun şiir üzerine düşünceleri, benim onun şiirleri üzerine düşüncelerim… Ve anladığım kadarıyla çok sıkışık bir dönem geçiriyordu. Yani evlilik hayatında bir süredir yaşadığı tedirginlik ve uyumsuzluk şiirini de etkilemişti, yedi yıldır şiir yazmıyordu. Esin periliği olarak ifade etmek istemiyorum ama herhalde çok konuştuğum, çok dürttüğüm, yazmasını çok rica ettiğim için diyeyim, yavaş yavaş şiir yazma isteği yeniden doğdu”
Ankara’da tanışan ikilinin şiir üzerine başlayan ilişkisi aşka doğru sürüklendi. 7 yıldır şiir yazmayan Turgut’a, Tomris esin perisi oldu. 1969’da evlendiler ve bu evlilikten Turgut adında bir çocukları oldu. Turgut Uyar’ın Tomris’i kaygıyla, kaybetme korkusuyla sevmesini Tomris şu sözlerle anlatıyor: “Turgut, her an elinden kaçıracakmış gibi gereksiz bir kaygıyla yıpranacak; ben de hiçbir rekabetin söz konusu olmadığı bir alanda, boyuna birinci seçilmekten yorulacaktım.”
Bozuk Saat
Tomris’in en uzun soluklu ilişkisi, 1985’te Turgut Uyar’ın hayatını kaybetmesiyle son buldu. Geriye “Bozuk Saat” adlı şiir kaldı:
Herkes seni sen zanneder.
Senin sen olmadığını bile bilmeden,
Sen bile..
Seni ben geçerken,
Derim ki,
Saati sorduklarında;
Onu “O” geçiyordur.
Kimse anlam veremez.
Tamir ettirmedin gitti derler şu saati.
Ettirmek istiyor musun demezler.
Bir bozuk saattir yüreğim, hep sende durur.
Zamanı durdururum yüreğimde,
Sensiz geçtiği i��in,
Akrep yelkovana küskündür.
Şu bozuk saat çalışsa benim için ölümdür.
Bil ki akrep yelkovanı geçerse,
Atan bu yüreğim durur.
Bırak bozuk kalsın, hiç değilse;
Bir bozuk saattir yüreğim, hep sende durur.
Fazla şiirden ölen Edip Cansever
Fazla şiirden öldü, doğru, aynı zamanda platonik aşkından da öldü. “Tomris rakıyı çok severdi, bense onu…” yazmıştı peçeteye, Tomris ile baş başa oturdukları bir rakı masasında.
“Edip’e şiir yazmayı ben öğrettim” -Cemal Süreya
“Bu ikisi tartışırken ben de gittim Tomris’le evlendim” -Turgut Uyar
Diğer şairler arasında en şanssızıydı, Tomris’i kendine âşık edemedi. Turgut Uyar’ın en samimi arkadaşlarından biriydi. Tomris’e karşı saklayamadığı bir sevgi ve hayranlık besliyordu. Cansever, her 15 Mart’ta, Tomris Uyar’ın doğum gününde, yeni bir şiir yazıp yayımlayarak aşkını tekrar tekrar ilan ediyordu.
“…
bir adın vardı senin, Tomris Uyar’dı
adını yenile bu yıl, ama bak Tomris uyar olsun gene
ben bu kış öyle üşüdüm ki sorma
oysa güneş pek batmadı senin evinde
söyle
ben seni uzun bir yolda yürürken gördüm müydü hiç.”
Tomris Uyar, Edip Cansever için şunları söylemişti: “Sevgililik ya da aşk duygusu zamanla yara alabiliyor, örselenebiliyor, bitebiliyor. Bitmeyen tek aşkın gerçek ve lirik bir dostluk olduğunu Edip Cansever öğretti bana.”
Ölmeme Günü
Bir 26 Mart günü aralarında Edip Cansever, Cemal Süreya, Can Yücel, Turgut Uyar ve Tomris Uyar’ın da bulunduğu bir grupta söz ölüme gelince, Turgut Uyar meyhaneciden bir şişe rakı söyledi ve “Bu şişeyi gelecek sene bugüne kadar saklıyoruz, 26 Mart’ta burada yine buluşup birlikte içeceğiz bu rakıyı” dedi ve 26 Mart’ı “Ölmeme Günü” ilan ettiler.
1985’te Turgut Uyar’ın ölümüne kadar her gün bir araya geldiler.
“Yaşam öykümün yazılmasını istemem. Kendi üzerime düşünmeyi bu kadar önemli saymıyorum”
Türk edebiyatında hem eserleriyle hem de ulaşılmazlığıyla kendinden söz ettiren Tomris Uyar, 2003 yılında aramızdan ayrıldı.
0 notes
Text
Adana'da arsa payı anlaşmazlığı sebebiyle bariyerlerle sokağı trafiğe kapattılar
Sümer Mahallesi'nde ev sahibi N.Y, sokakta arsa payı bulunduğu gerekçesiyle ikametinin yaklaşık 2 metre dışına duvar ördürmeye başlayıp demir kapı koydu. Bunun üzerine N.Y'nin karşı komşusu, kendisi gibi diğer ev sahiplerinin de yolda arsa payının bulunduğunu belirterek, sokağı daraltacak nitelikteki inşaatı durdurmasını istedi. Talebi karşılıksız kalan bu kişi de evinin yaklaşık 2 metre dışına demir bariyer koyup betonla güçlendirdi. Mahalle Muhtarı Mehmet Kutlu, yıllardır araç trafiğine açık olan sokağı iki komşunun anlaşmazlık yaşayıp arsa payları olduğu gerekçesiyle kapatmalarına tepki gösterdi. İlgili belediye ve kurumlara durumu bildirdiklerini aktaran Kutlu, "Kurumlar, bayram tatili sonrası bilgi vereceklerini belirtti. Burada yaşayan vatandaşlar zor durumda. Kurumlardan sorunun çözümü için yardım bekliyoruz" dedi. Çöp kamyonları da giremiyor Mahalle esnafından Uğur Eker, yolun kapanması nedeniyle sıkıntı yaşadıklarını belirterek, "Önceki gün bir ambulans sokağa giremedi. Çöp kamyonları da sokağa diğer ucundan girebilmek için çok zaman harcıyor. Herkes bu konuda dertli" diye konuştu. Mahalle sakinlerinden Esin Tekin de yolun araç trafiğine kapatılmasına tepki gösterdi. Çalıştığı iş yeri araç trafiğine kapatılan sokağın yanında bulunan motosikletli kurye Cantürk Yılmaz, bir an önce sürekli kullandığı yolun açılmasını beklediğini kaydetti. Read the full article
0 notes
Text
Bursa turizmine 'Arkeo' güç!
https://pazaryerigundem.com/haber/184451/bursa-turizmine-arkeo-guc/
Bursa turizmine 'Arkeo' güç!
Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey, 8500 yıllık Arkeopark’ta yapacakları çalışmalarla Bursa turizmine güç katacaklarını söyledi. Başkan Bozbey, “Turistlerin bir nokta dört olan geceleme süresini en az 3 güne çıkartmak istiyoruz. Bunun için de ören yerleri önem arz ediyor” dedi.
BURSA (İGFA) – Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin destekleriyle Bursa Arkeoloji Müzesi ve İstanbul Üniversitesi’nin işbirliğinde, Aktopraklık Arkeoloji Okulu kapsamında bu yıl 9.’su düzenlenen Arkeoloji Atölyeleri, Aktopraklık Höyük Arkeopark Açık Hava Müzesi’nde gerçekleştiriliyor.
13 farklı üniversiteden 30 arkeoloji öğrencisinin katıldığı atölyelerde, tarih öncesi teknolojilere yönelik deneysel uygulamaların yanı sıra teorik dersler veriliyor. Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey de Aktopraklık Arkeoloji Okulu’nu ziyaret ederek Aktopraklık Höyük Kazı Başkanı Prof. Dr. Necmi Karul’dan çalışmalar hakkında bilgi aldı. Büyükşehir Belediyesi Basın Yayın ve Halkla İlişkiler Dairesi Başkanı Güney Özkılınç, BURULAŞ Genel Müdürü Fahrettin Beşli ve arkeoloji meraklılarıyla birlikte alanı gezen Başkan Mustafa Bozbey, atölyelere uğrayarak arkeoloji meraklılarıyla sohbet etti.
“İNSANLIK HARİKA BİR ÖREN YERİ KAZANACAK”
Arkeopark’ta yapılacak çalışmaların Bursa turizmine güç katacağını söyleyen Başkan Mustafa Bozbey, kentte ziyaretçi sayısının ve gecelik konaklama sürelerinin arttırılmasında ören yerlerinin büyük önem taşıdığını belirtti. 8500 yıl önce insan yerleşimlerinin olduğu, evlerin nasıl yapıldığı, yaşamın nasıl olduğu, kullanılan ev ve el aletlerinin bölgedeki kazılarla ortaya çıkarıldığını anlatan Başkan Bozbey, “Buradaki değerleri turizme ve insanlığa kazandırma çabamız artarak devam edecek. Arkadaşlarımızın çalışmalarıyla birlikte bölgeyi önce Bursalıların, ardından dışarıdan gelecek ziyaretçilerin gezmesini hedefliyoruz. Turistlerin bir nokta dört olan geceleme süresini en az 3 güne çıkartmak istiyoruz. Bunun için de ören yerleri önem arz ediyor. Ayrıca burada elde edilen bulgu ve buluntuların bir kısmı sergileniyor. Arkeopark’ı eğitim almak isteyenlere destek olabilecek bir yer haline de getirmek istiyoruz. Kültürümüzü gelecek kuşaklara aktarmayı önemsiyoruz. Gelecek yıldan itibaren burayı daha iyi, daha nitelikli ve daha iyi tanıtılabilir duruma getireceğiz. Bursa, hatta Türkiye, hatta insanlık harika bir ören yerini daha kazanmış olacak” dedi.
Aktopralık Höyük Kazı Başkanı ve İstanbul Üniversitesi Tarih Öncesi Arkeolojisi Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Necmi Karul, Aktopralık mevkiinin 2010 yılından bu yana açık hava müzesi olarak hizmet verdiğini dile getirdi. Bu yıl 9.’su yapılan arkeoloji okulunun ve atölyelerin çok geniş yelpazede gerçekleştiğini belirten Prof. Dr. Karul, “500 kişinin atölyelerden yararlanmasını sağladık. Açık Hava Müzesi’nde yıl boyu anaokulundan yetişkinlere kadar eğitim atölyeleri gerçekleştiriyoruz. Bu eğitimleri Bursa Büyükşehir Belediyesi ve Bursa Arkeoloji Müzesi ortaklığında yapıyoruz. Bilimsel çalışmaları başta Büyükşehir Belediyesi olmak üzere yerel kurumların katkısıyla toplumun farklı kesimlerine ulaştırıyoruz. Aldığımız geri dönüşler bizi mutlu ediyor. Burada oluşturulan sinerji ülkenin farklı yerlerindeki çalışmalara esin kaynağı oldu” diye konuştu.
Öte yandan Aktopraklık Arkeoloji Atölyeleri kapsamında Prof. Dr. Ahmet Arslan’ın konuşmacı olduğu ‘Antik çağ felsefesinin doğuşu’ konulu söyleşi programı düzenlendi. Felsefenin, Hitit ve Mısır uygarlığı varken neden Antik Yunan medeniyetinde çıktığını katılımcılara anlatan Arslan, felsefenin antik Yunan’da çıkmasını sağlayan faktörleri derinlemesine dinleyenlerle paylaştı.
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
Link
“I finally got my body done” – Sonia Ogiri shows off new figure, Eve Esin, others react
https://mcobose.com/i-finally-got-my-body-done-sonia-ogiri-shows-off-new-figure-eve-esin-others-react/
#mercyvlog #soniaogiri #eveesin
0 notes