#Dönüyor durmuyor dünya
Explore tagged Tumblr posts
sopalvcre · 17 days ago
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
dönüyor durmuyor dünya derken
6 notes · View notes
ampulunicindekalansinek · 7 days ago
Text
Geliyor geçiyor zaman, dönüyor durmuyor dünya.
1 note · View note
birseysoyleyebilirmiyim · 1 year ago
Text
Dönüş
Bunca zaman geçtikten sonra yeniden buralara döndüm ama nasıl bir yazı ile dönmeliydim bir türlü karar veremedim. Sonunda içimden ne geliyorsa yazmaya karar verdim. Plan yok, ambargo yok.
Ben neredeyse iki aydır kafamda aynı şeyleri döndürüp duruyorum, pek çokları gibi. Orada olmadığım ve bizzat o ânı yaşamadığım için ya da sevdiklerimin sağlığından endişe etmediğim için hayatıma devam ediyorum bir şekilde. Ama her mutlu anda içimdeki bir düğüm hatırlatıyor kendini bana. Hayata her isyanımda çimdikliyor beni o düğüm…
Neredeyse iki ay önce tüm ülke korkunç bir kâbusa uyandık. Bu defa kâbustan uyanamadık da karabasanlarımız gündüz vakti yakamıza yapıştı. Şahsen ben o günü dakika dakika hatırlıyorum deprem bölgesinde yaşamadığım halde. Ve haberi aldığım ilk anda kapıldığım rehavete, saflığa hâlâ inanamıyorum.
6 Şubat 2023
Sabah 6’da kombinin arıza yapması ve evin buz kesmesiyle uyandık. Maalesef pek iyi bir alışkanlık olmasa da uyanır uyanmaz da gözümü telefona diktim. Önce Twitter’da gördüm Kahramanmaraş merkezli deprem olmuş ve çevre illerden de hissedilmiş. Bir ufak el hareketiyle kaydırıyorum ekranı ve AFAD Başkanı’nın her yere ulaşıldığına dair sözünü görüyorum. Bu arada kalkıyoruz ve kombinin derdine düşüyoruz.
Annemler uyuyordur, hissetmedilerse boşuna endişelendirmeyelim diye düşünüyoruz. Lanet kombiyle işimiz bitince bilgisayarın başına geçiyorum, madem erken uyandım bari işe başlayayım diye düşünüyorum. Tam da o zaman görüyorum bizim sitede detayları…
Haberi okurken Adana ile ilgili kısma geliyorum başımdan aşağı buz gibi bir su dökülüyor, “11 bina yıkıldı” diyor. Hâlâ inanmak istemiyorum sanırım, önce mesaj atıyorum anneme, ardından arabada olduklarına dair cevap alınca arıyorum. Annem, Antakyalı yakın bir arkadaşımı soruyor. Haber aldın mı diye… Annem bu soruyu birkaç defa daha soruyor. Oysa Antakya ile ilgili çok fazla haber yok diye geçiriyorum içimden.
Dayanamıyorum arkadaşıma yazıyorum, mesajlar gitmiyor. Sonra okul grubundan Antakya’da yaşayan başka bir arkadaşın “ben iyiyim, enkazdan çıkardılar, her yer yıkılmış” mesajını görüyorum. Daha da endişeleniyorum… Ama hâlâ da ulaşamıyorum.
Öğlen oluyor, canlı yayında ikinci depremi izliyoruz. Annemi arıyorum, “evden çıkın” diye bağırıyorum. Sanki sesim onca kilometreyi aşıp kocaman kollar olup onları oradan çıkarıp sarıp sarmalayacak…
İlk gün bitiyor ben hâlâ arkadaşıma ulaşamıyorum, telefon çekmiyor. Sonunda da eşinin Facebook’taki paylaşımını görüyorum: “Hayattayız…”
Bu arada Dünya ne yazık ki bir türlü durmuyor. Dönüyor da dönüyor. Zaman akıyor da akıyor.
İkinci gün bitiyor.
Boğazıma koca bir şey takılıyor, bir türlü geçmiyor. Su içiyorum, öksürüyorum, göğsüme vuruyorum, ağlıyorum. Olmuyor…
3. gün oluyor…
Ülke olmuş bir cehennem ama Güneş doğmaya, kar yağmaya devam ediyor. ‘Neden durmuyor ki’ diye düşünüyorum. Sanki zaman akmasa, her şey düzelmeye başlayacak, birileri kurtulacak, birileri iyileşecek. Ama öyle olmuyor…
20. gün…
40. gün…
Bir gün geçer mi bu düğüm, bilmiyorum.
Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak biliyorum. Bunca acıdan sonra insan nasıl hiçbir şey olmamış gibi devam edebilir ki? Unutma becerimiz yeter mi bilmediğimiz binlerce umut dolu, mutlu öykünün yitip gitmesini de unutmaya…
Hüzünlü bir dönüş oldu… Ama bana sorarsanız, hüzün sözcüğü bile tüm yaşananları biraz romantikleştirmekten başka bir işe yaramıyor…
(21 Mart 2023)
1 note · View note
yeryuzugokyuzu · 3 years ago
Text
Eskitilmiş Yaz · Dünya Batıyor
...
“Nefes alamıyo'sun / Boş odanda kalmışsın kendine”
...
“Yıldızlar hep duyardı / Bizi sorsan kime, çok uzaktın
Ama dünya dönüyor, durmuyor / Issızlardan kaçardın
Boşluklar gökten kayardı
Yıldızlar benim kadar sevmiyo' seni”
8 notes · View notes
vaesefaa · 3 years ago
Text
niye dönüyor ki hâlâ dünya ?!
ve neden durmuyor ki hâlâ zaman ?!
halbuki daha ilk çocuk katliamında
yerle bir olmalı değilmiydi âlem...?!
#aklımalmıyor
Bizim #çocukların #ölmekten
zamanları kalmıyor artık;
ne #oyun oynamaya,
ne #gülmeye, ne #yaşamaya...!
#Müslüme #yeterartık #idamgelsin
Tumblr media
7 notes · View notes
kaybolanhayatim · 3 years ago
Text
Yürüyorum hasretin, acının üstüne.
Duyacağımı bile bile soruyorum o soruyu. Cevap gecikmiyor. Arabayla hafif yokuştan iner gibi içim kayıyor. Sözcüklerle birer lego parçasıymış gibi oynamayı severim ama başka tarif bulamayacağım bir his boşluğunda savrulmaya benziyor. Savruluyorum. Boğazı düğüm düğüm olan insanları bilirsiniz, ayrılmışlar, kaybetmişler, ölümü görmüş insanlardır onlar. Siz de kaybetmişsinizdir, benim de kaybettiğim oldu. İnsan bu, nihayetinde kaybetmeye mahkum hep, anasını, babasını, oğlunu ve hatta aşık olduğunu. Kim nereden verdiyse kaybı, en ağırı orada sanıyor. Ben kaybı kendi canımdan verdim, bu gece en çok benim canım yanıyor. Düğüm diyorduk, boğazımıza oturan düğüm. Normal düğüm olsa can feda da bu seferki kor ateşli çörekleniyor. Ciğerim yanıyor desem değil, iç organlarım yer değiştiyor desem tıbben mümkün değil ama biri bel kemiğimi kırıyor, yemin ederim kırıyor. Yarayı kapatmak için kor basıyor üstüne, yanıyor, yemin ederim çok yanıyor. Bazı yaralar dağlanmadan geçmiyor.
Sığmıyorum dünyaya, dar geliyor.
Duvarlar dönüyor etrafında insanın. Duvarların elleri var ama benden başkası görmüyor. Başkasına da söylemiyorum zaten, başkaları beni deli sanıyor. Deli değilim ben, kimse inanmıyor ama duvarlar birleşim yerlerinden el ele tutuşmuş etrafımda çemberi daraltarak dönüyor. Sıkışıp kaybolacağım sanıyorum ama olmuyor. Kaybolsam, yok olsam razıyım ama duvarlar sürekli yaklaşıp bana hiç kavuşmuyor. Keşke ezselerdi beni, bu gece ezilen sadece yüreğim oluyor. Balkona atıyorum kendimi çare değil. Ankara'nın her tepesi gibi manzarısı muazzam parkıma atıyorum kendimi ama manzaranın da elleri oluşuyor. Bugüne kadar hiç görmemiştim ama bugün binalar da el ele bana yürüyor. Dünya hepten birlik oluyor bugün, sen tek biz hepimiz diyor ama yenileceğimi bile bile girdiğim ilk savaş bu olmuyor.
Geceler mi uzadı, bu karanlık ne?
İnsan geçmiyor sanıyor saatler, geçmiyor da. Kırılıyorum dünyaya bi hayli, ne yüzle dönüyor hala. Dünya anneme benziyor, dünya çok zalim, dünya bana hiç acımıyor. Öylece dönüveriyor s��rtını güneşe, zaten ışığı sönmüş hayatım daha da kararıyor. Dünyanın suçu mu karanlığım, benim suçum mu? Kimin suçlu kimin haklı olduğu hiçbir zaman bir şeyi değiştirmiyor. Haklı olsan da bazen olan sana oluyor. Haklı olmak hiçbir zaman mutlu olmakla eşdeğer olamıyor. Zalim dünya günü gece edip hazin sona beni daha hızlı yaklaştırıveriyor. Vakit çok göreceli, bunu bir fizikçiler bir de sevdiğinin ellere gitmesine günler kalanlar biliyor. Saatler geçmiyor demiş miydim? Saatler geçmiyor ama sayılı gün çabuk geçiyor.
Gönlümün bayramları, şenliği söndü.
Sönüveriyor yeşil, küçük bir çay bahçesinde beyaz masaların tepesinden sarkıtılan o minik ışıltılar. İnsan mutlu olduğunda cennet bahçesi sanıyor da işte, sönünce o lambalar, görmeyen gözlerle ilerlerken mutlu anılar, ortak tanıdıklar diye gördüğün her masaya çarpıyorsun. Kah düşüyorsun, kah bir sandalyenin sırtına tutunup dizlerinin üstünde ağlıyorsun. Bazen kırık anılarını yamaladığın iğneler batıyor sağına soluna, bazen bir çivi saplanıyor tam topuğuna. Görmeyen gözlerle ilerliyorsun yine, ortalık bi aydınlansa diyorsun, burası yine bayram yeri, yine cennet bahçesi burası. Senin kırgınlığını umursamayan dünya sana dar ettiği geceyi hemencecik bitirip sabaha kavuşturuyor. Umutlarından bir gün daha çaldı diye kızacakken aydınlanan etrafa bi bakıyorsun, ne cennet kalmış ne bahçesi. Ne gönlünün hatrı varmış sevdiğinde, ne içinde sana hissettiği sevginin coşkun şenliği. Almış koluna birini, başka bir bahçeye meyletmiş. Dünya suçsuz, patlayan lambalar suçsuz, cennet suçsuz, çay bahçesinin, yamaladığın kalbinin, batan iğnelerin, dizlerinin üstüne seni düşüren sandalyelerin hiçbir suçu yok. Senin de yok. Yok ama sen çekiyorsun, haklı olmak mutlu olmak değildir, artık daha iyi biliyorsun.
Deli gözlerin, gelir aklıma.
Keşke diyorsun gözleri gibi kapkapa olsa yine buralar, cennet sansam. Şu bahçenin kapısından çıkışına ben şahit olmasam. Dizlerinin üstüne çöküp vuruyorsun avuç içinle toprağa, "dur dünya, yükselmesin güneş daha fazla.". Durmuyor zalim dünya, ağladığın halde vurmaya devam eden annen gibi Âlâ. Durmuyor dünya, daha fazla bağırma. Hayal etme gözlerini, o gözler başkasını izliyor şimdi. Düşünme verdiği sözleri, düşünme giderken bile "Gözümü ilk açtığımda göreceğim yüz senin olacak bir gün, bunu bilerek gidiyorum." dediğini. Yalan söylemiş işte, insanlar bazen yalan söylerler. Sen de söylersin, ben de söylerim, o da söylermiş. Gözleri de yalan söylemiş. Ama kara gözleri memleketimdi, memleketi insana yalan söyler miymiş? Duvarların el ele tutuştuğu dünyada memkeket de yalan söyleyebilirmiş. Bir adamın gözleri memleketine benziyor diye, toprak  sevmeyi öğrenirmiş bazen insan. İnsan vatan sevmeyi bir adamdan öğrendiyse zaten o vatanı hiç sevmeseymiş. Bu sefer sen haksızmışsın bak Âlâ, senin memleket sevgin sadece onun kara gözlerine benziyor diyeymiş. Haklı da olsan haksız da olsan hep üzgün kaldığına göre bu dünyada gülmek belki de senin nasibin değilmiş.
Gülüşün, öpüşün, iç çekişin gelir.
Bazen insan öyle bir gülermiş ki bulaştırırmış çikolata yiyen çocuklar gibi eline, yüzüne ve etrafa. O çocuklar o halleriyle herkesi güldürürmüş de kendine, eve gidince kirlendi eli yüzü diye dayağı kendi yermiş. Bazen bir adam çıkar "sen bana gülmeyi öğrettin." dermiş ve sonra senin çikolata içinde kalmış ağzın yüzüne sırt çevirip başkasına gülüverirmiş. Olurmuş böyle şeyler, bazı adamlar, bilhassa gözleri cam gibi parlayıp toprak gibi sıcak ve derin olanlar, nankör olabilirmiş ama Âlâ senden kimse gülüşünü vermeni istememiş. "Vermeseydin." derlermiş insanlar. Aslında insanlar demezmiş de belki, sen kendine dermişsin işte. Bi elleri olan duvarlar bir de bizzat kendin, yine kendinin en büyük düşmanı değil misin?
Seni kimler aldı? kimler öpüyor seni?
Önemli mi peki? Sarışınmış, esmermiş, uzun ya da kısaymış, uysal ya da asiymiş, belki de çok çirkinmiş. Ne değişirmiş? Acım hafifler miymiş seni alan çirkinse, oh benden iyi değilmiş der miymişim? Yahut çirkinse ben daha iyiydim neden o diye kafayı yer miymişim? Yemezmişim, demezmişim hatta görmeye bile niyet etmezmişim. Çünkü ne kadar bakarsam bakayım onun ne gördüğünü göremezmişim. Neyi sevdiğini bilemezmişim. Belki omzunun hemen üstünde kalp şeklinde minik bir beni, belki sadece sağ yanağında olan bir gamzeyi. Gülerken çıkardığı sesi ya da dolgun dudakları. Belki de ince ama pespembe dudaklar ya da dümdüz güzel bacaklar. Hepsi olabilir, hiçbiri olmayabilir. Olmayan şeyleri görebilir, olanları görmezden gelebilir. Ben göremem o görür. Ben gidemem o gider. Ben devam edemem, o eder. Ben adım dahi atamam, o koşar. Ben yeniden sevemem, o sever. Ben sevmeye korkarım, o koynunda besler. Ben acısını çekerim, o çektiğimi bilmeden güler. Ben dünya dursun diye dua ederim, o da heyecanla nikah gününü bekler.
Çok uzun ve çok kısa, çok eğlenceli ve çok acıklı, çok sevilen ama nefret de edilen, vazgeçilemeyen ama illallah da ettiren, çok özlenen ama geri de dönülmek istenmeyen bu masal böyle biter.
3 notes · View notes
76serkan · 4 years ago
Text
Geliyor geçiyor zaman
Durmuyor dönüyor Dünya !
Ey hayat bize bir Dünya verdin ve Biz çok acımasız davrandık
Lütfen intikamını 2020'de almış ol . Bol kahkahalı bir yıl istemiyoruz ,en azından daha fazla bizleri ağlatma yeter.
https://youtu.be/CQvLpf47dfE
youtube
16 notes · View notes
ceffelkalem · 3 years ago
Text
Ahvalin Gözlemi;
Bu memleket, kendi insanlarının çabalarıyla ayakta durmuyor. Herhangi bir çaba ile bu mertebede olamaz zaten.
“….’nin hatrına dönüyor dünya.” diyorlar ya, öyle bir şey kesin var.
Neler oluyor neler.
3 notes · View notes
sjzjzjzjxbxbxbxbxhhxhxhx · 4 years ago
Text
Geliyor geçiyor zaman dönüyor durmuyor dünya
1 note · View note
daddydobbyy · 4 years ago
Text
Yazma vakti, evet evet gelmiş yazma vakti.
Kafamda kuruyorum şu sıralar, paxilin dozunu düşürmekten mi ? Asla bilmiyorum.
Kafamda yankılanan ses, takıntılarım, sahi takıntılıyım ben, düşündüklerimde boğuluyorum. Düşünceler durmuyor, dönüyor ve dönüyor, dünya döndükçe kafamdakiler dönüyor sanki lakin etkisi dahada artıyor, çoğalıyor.
Anlaşılmak istiyorum, anlatmak istemiyorum artık kendimi, düşüncelerimi, ne demek istediğimi, ne yapmak istediğimi, sorunlarımı, ne yapman gerektiğini...
Dünya bana sunduğu enerjiyi geri alıyor sanırım, öyle ağır geliyor, sırtımdaki bıçak saplanmaları, beynimde yankılanan seslerin başka acıklaması olabilir mi? Tükeniyorum, bırakıyorum, çaresizleşiyorum, tamda çaresizleştiğim bu noktada kelimelere kalemime sığınıyorum. Kalemime sığınmaya başladığımda durum zorlaşıyor, sana değil bu dünyaya anlatmaya başladığımda anlayacağına olan inancımı kaybediyor gibi hissediyorum.
Oysa bu cümleler buraya değil sana dair.
Bir gün okur musun? Şayet birgün buraki dünyama uğrarsan sevgilim o zaman anla isterim...
2 notes · View notes
golgelericinde · 4 years ago
Text
Geliyor geçiyor zaman dönüyor durmuyor dünya
3 notes · View notes
ampulunicindekalansinek · 1 year ago
Text
Geliyor geçiyor zaman, dönüyor durmuyor dünya.
0 notes
belkidebirharfimben · 5 years ago
Text
Herşeyin bir şarkısı var
“Yedi gök, yer ve bunlarda bulunanlar Onu tesbih eder. Onu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Fakat siz onların tesbihini anlayamazsınız. O halîmdir, bağışlayıcıdır.” (İsrâ sûresi, 44)
Sessizliği severim ama sevdiğim ‘mutlak bir sessizlik’ değildir. Yalnız Gezerin Hayalleri’nde dendiği gibi hissederim: “Mutlak bir sessizlik hüzne yol açar.” Evet. Mutlak bir sessizlikte kitap okuyamam. Ötemi görmemi engelleyen bir yalnızlık duygusu oluşur bende. Beynimin içindeki ses, fazla kendime kalışım, her türlü okuyuşumun sesini bastırır. Azıcık gürültü olsun isterim. Kıvamında bir zorbalık. Bir kaçış. Kaçmayı gerektirir birşeyler.
Yeğenimin yaramazlık sesi. Halalarının ona isyanı. Annemin mırıldandığı türkü. Tek sesten oluşmayan, mümkün mertebe karışık, hafifçe bir şarkı. Fazla olursa tadım kaçar. İşgal etmemeli. Sezilmeli fakat kendini dayatmamalı. Bazen kitap okurken odam çok sessiz geldiğinde pencereyi açarım. Sokağın sesleri odama dolsun isterim. Kornalar, bağıran çocuklar, müşteri arayan seyyar satıcılar, eskiciler, pazarcılar, duvara çarpan top sesleri, anayolun gürültüsü vs. Sokağın kendine özgü şarkısı, gürültüsü, ritmi, canlılık işaretleri. Hepsinden biraz biraz lazım bana ama aşırıya kaçmadan. Nasıl söylesem sana? Sesler yalnızlığımı alıyor. Yalnız olmadığımı hatırlatıyor. İçimin boşluğu ancak yankıyla doluyor. Coetzee de Utanç’ta böyle söylüyor: “İnsan ruhunu sesle doldurma ihtiyacında.”
Ses de bir şifadır. Her şifa gibi onun da bir matematiği vardır. Tıpkı Tabiat Risalesi’nde mürşidimin anlattığı gibi: “Görüyoruz ki, o kavanoz şişelerden herbirisinden, bir mizan-ı mahsusla, bir-iki dirhem bundan, üç-dört dirhem ötekinden, altı-yedi dirhem başkasından, ve hâkezâ, muhtelif miktarlarda eczalar alınmış. Eğer birinden bir dirhem ya noksan veya fazla alınsa o macun zîhayat olamaz, hâsiyetini gösteremez. Hem o hayattar tiryakı da tetkik ettik. Herbir kavanozdan bir mizan-ı mahsusla bir madde alınmış ki zerre miktarı noksan veya ziyade olsa tiryak hassasını kaybeder.”
Hayatın kendisi gibi sesleri de ilaca benziyor. Kimyevî bir dengeye ihtiyaç var. Aşırıya kaçılmamış. Oranlar gözetilmiş. ‘bir iki dirhem bundan, üç dört dirhem ötekinden, altı yedi dirhem başkasından ve hâkezâ…’  Sokağın gelişgüzelliği içinde (hakikaten gelişigüzellik midir ki o?) böylesi bir altın oran da var. Kulağa rahat ettiren bir gürültü. Sessizlikten daha leziz. Bir benzerini sahil kenarında bulabilirsin. Hafif hışırtılarla okşayan dalgaları dinlerken. Akarsu kenarları da böyle. Dağlar yine böyle. Yollar da böyle. İnsan tasannu eliyle bozmazsa bütün dünya böyle. Doğasına bırakılmış seslerin ahengi hep böyle. Yani hayattar. Yani ‘ahenkli karışık.’ Allah varlığı sesiyle birlikte yaratmış. Herşey varlığından sesle/tesbihiyle haberdar ediyor bizleri. “Ben de varım!” şarkısını mahsus lisanlarıyla söylüyorlar.
Sesler hakkındaki iyimserliğime zarar veren yalnız inşaat sesleridir. Bizim sokakta bu sıralar pekçok inşaat var. (Şimdi kalmadı.) İnşaat sesleri, eğer yeterli mesafe yoksa onlarla aranızda, kulağınızı mahvediyor. Eskiden böyle değildi. Hem o zamanlar teknoloji bu kadar gelişmiş de değildi. Hazırbeton olayı yoktu mesela. Ve inşaatlar bu kadar hızlı bitmiyordu. İçerideki çalışmanın bir dinginliği vardı. (Elektrikçi olan amcamın yanında çıraklık etmiştim birkaç yaz.) Tak tak çekiç seslerini, bükülen/kesilen demir seslerini, çimento karan kürek seslerini dinlerken bile dinleniyordum sanki. Dinlemek dinlenmekti. Senden olmayanda, sen olmadığın, yani kendine kalmaktan kurtarıldığın bir andır dinlemek/dinlenmek. Veyahut bana öyle gelir. Ötem cennetimdir.
İnşaatlar, yani yeni şeylerin bina edilmesi, her zaman gürültülüdür. Varlık bizimle sesler aracılığı ile konuşuyor. Yaratılışın âlemeti sesler: “Bütün sadâlar ise, ya vazife başlamasındaki zikir ve tesbih ve paydostan gelen şükür ve tefrih veya işlemek neş’esinden neş’et eden nağamattır.” Değişimin, dönüşümün, hilkatin, süratin, zamandaki dalgalanmanın. Hızca ışıktan aşağı kalsa da detay bilgisi almak anlamında varlığı eşitliyor sesi. Herşeyin ışığı yok belki ama hepsinin bir sesi var. Yaydıkları bir titreşim. Attıkları bir çığlık, bir ötüş, söyledikleri bir şarkı. İsrafil aleyhisselamın sûra üflemesi boşuna değil. Kulaklarımız buna muntazır. Kapaksız. Hem seslerin uyandırıcı bir yanı da var. Belki de bu yüzden sabah uyanmak için saat/alarm kuruyoruz. Işık değil. Ve İsrafil efendim haşir sabahında bizi uyandırmak için sûra üflüyor. Güneşe değil.
Yine mürşidim diyor: “Ve o dalgalı muharebe meydanı ise, şu fırtınalı dünya yüzüdür ki; durmuyor, dönüyor, bozuluyor ve her insanın aklına şu fikri veriyor: ‘Mâdem herşey elimizden çıkacak, fânî olup kaybolacak. Acaba bâkîye tebdil edip, ibkâ etmek çaresi yok mu?’ deyip düşünürken, birden semavî sadâ-i Kur’ân işitiliyor. Der: ‘Evet, var. Hem, beş mertebe kârlı bir sûrette güzel ve rahat bir çaresi var.'”
Demek Kur’an’ın da bir sedası var. Fakat her neyse. Ben aslında size başka birşey anlatacaktım. Malumunuz, 32. Söz’ün 1. Mevkıf’ının Küçük Bir Zeyli’nde Bediüzzaman Hazretleri, Kâf sûresinin 6. ayetini tefsir ediyor. Ayetin kısacık meali şöyle: “Üstlerindeki göğe bakmazlar mı, onu nasıl bina edip süsledik?” Buraya kadar tuhaf birşey yok. Bir ayet ve tefsiri. Ama derse şöyle bir yerden başlıyor Bediüzzaman:
“Yani, âyet-i kerime, nazar-ı dikkati semânın zînetli ve güzel yüzüne çeviriyor. Tâ dikkat-i nazar ile, semânın yüzünde fevkalâde sükûnet içinde bir sükûtu görüp, bir Kadîr-i Mutlak’ın emir ve teshiriyle o vaziyeti aldığını anlasın. Yoksa; eğer başıboş olsa idiler, birbiri içinde o dehşetli hadsiz ecram, o gayet büyük küreler ve gayet sür’atli hareketleriyle öyle bir velveleyi çıkarmak lâzım idi ki, kâinatın kulağını sağır edecekti.”
İşte, arkadaşım, bütün bu yazıyı, ayetteki ‘bina edip süsledik‘ ile ‘semanın yüzündeki fevkalade sükûnet içinde bir sükûtu görmek‘ arasındaki bağı Bediüzzaman’ın nasıl kurduğunu ve bu bağlantıyı ‘bina edilen’ şeyler sayesinde nasıl anladığımı aktarmak için yazdım. İnşaallah başarabilmişimdir. İnsan öğrenci gözüyle bakarsa inşaatların gürültüsü bile bir öğretmendir. Beşerin bina ettiklerinin gürültüsü, Allah’ın bina ettiklerinin sessizliği. Hepsinde bir nasihat var. Sen çevreni rahatsız etmeden birşey bina edemiyorsun. Ama Allah kitab-ı kainattaki herşeyi seni rahatsız etmeyecek bir sessizlikte/seste bina ediyor. Seslendiriyor ama gürültü ettirtmiyor. Varlık, değil yalnız senin varlığından, kulağının mutluluğundan bile haberdar sanki. Ve dediğim gibi: Ben mutlak bir sessizlikte kitap okuyamam. Kainat kitabı da mutlak bir sessizlik üzerinde yazılmamıştır. Orada herşeyin bir tesbihi vardır.
1 note · View note
yeniyeniseyler · 7 years ago
Text
Pentagram - Sonsuz (“İstanbullu Gelin” Dizi Müziği)
Pentagram – Sonsuz (“İstanbullu Gelin” Dizi Müziği)
Başrollerini Özcan Deniz ve Aslı Enver’in paylaştığı Star’ın sevilen dizisi “İstanbullu Gelin”in 27 Ekim 2017 Cuma akşamı yayınlanan 22.bölümünde Pentagram grubunun “Sonsuz”  isimli şarkısı kullanıldı. Sözleri, müziği ve düzenlemesi grup üyeleri  Murat İlkan, Cenk Ünnü, Hakan Utangaç, Tarkan Gözübüyük ve Demir Demirkan’a ait olan “Sonsuz” parçası; Pentagram grubunun 30.yılını kutladığı “Pentagram…
View On WordPress
0 notes
sedkara · 5 years ago
Photo
Tumblr media
Bundan yaklaşık 1600 yıl önce Mısır’ın İskenderiye kentinde korkunç bir cinayet işlenir; ‘iffetsiz’ ve ‘günahkâr’ olmakla suçlanan bir kadın toplumun gözleri önünde ‘öfkeli’ bir güruh tarafından linç edilir. Taşa tutulan, parçalara ayrılıp yakılan kadın, matematikçi, gökbilimci, filozof Hypatia’dır. Büyük İskender’in M.Ö. 332 yılında kurduğu İskenderiye, yüzyıllarca barış içinde yaşadı. M.Ö. 30’larda Roma’nın hâkimiyetine geçen kentte barış ortamı M.S. 300’lerde bitti. Limanları, bilginleri, kültür merkezi, dev kütüphanesi ve üniversitesiyle İskenderiye o dönem ticaretin ve aydınlanmanın merkeziydi. Başında ünlü matematikçi Theon’un bulunduğu okulda kızı Hypatia da matematik, felsefe ve astronomi dersleri veriyor, Platon, Aristo ve Oklid’in fikirlerini tartışmaya açtığı bu dersler dünyanın dört bir yanından gelen öğrencilerle dolup taşıyordu… Kentin dokusu Hıristiyanlığın resmi din olarak kabul edilmesinin ardından hızla değişti. İktidara egemen olan Hıristiyanlar, Pagan ve Yahudiler başta olmak üzere farklı inançlara sahip kim varsa hedef aldı. Kentte ardı ardına cinayetler işlenirken Hypatia çalışmalarını aralıksız sürdürdü. Her gün bir çember çizerek; dünyanın, güneşin, gezegenlerin hareketlerini yeniden hesap ediyor, öğrencilerine “Bizi birleştiren şeyler ayıranlardan daha fazla; tüm insanlar eşittir, kardeştir…” tavsiyesinde bulunuyordu. *** İskenderiye Üniversitesi’ni inançsızlığın merkezi olarak gören Hıristiyanlar, Serapis tapınağı, müze ve dev kütüphanenin yok edilmesi gerektiğini düşünüyordu. Kitapların parçalandığı, heykellerin yıkıldığı, insanların öldürüldüğü kanlı saldırıda yüzyılların bilimsel birikimi de yok edildi. En sevdiğini; babasını da kaybeden Hypatia, artık yapayalnızdı… Ancak babasına söz verdiği gibi gerçeği aramaktan asla vazgeçmedi. Hypatia “Dünya hareket ederken daire mi çiziyor, elips mi, yoksa güneş dönüyor dünya yerinde mi duruyor” diye düşünürken kötülük yerinde durmuyor, örgütleniyordu… *** İskenderiye Patrikhanesi’nin ise o bilimsel çalışmalarını sürdürürken Hypatia’ya duyduğu kin her geçen gün artıyordu. Eski öğrencisi olan kent valisinin onun tesirinde olduğunu ve bu sayede farklı inançların korunduğunu düşünüyordu. Hypatia’n https://www.instagram.com/p/B4R6f83Bm6_-UDTRJvOQSrEqJYXpVEYY8P3mOs0/?igshid=1qu151ofvg1i4
1 note · View note
antipatikkisilik · 5 years ago
Audio
Geliyor geçiyor hayat   dönüyor durmuyor dünya Geliyor geçiyor zaman dönüyor durmuyor dünya
3 notes · View notes