#DÜNYA ÖYKÜ GÜNÜ
Explore tagged Tumblr posts
Text
Bazen hayat yazarak da okunur | Dursaliye Şahan
Şimdi size birbirinden bağımsız, iki edebiyat yarışmasından bahsedeceğim. İlki sanıyorum 2011 yılında, “Her Hastalık Bir Hikâyedir” başlığı ile Prof. Dr. Cengiz Yakıncı tarafından başlatıldı. Bu yarışmaya, “Bir Doktor Kanser Olursa” isimli hikâyesiyle Uzman Doktor, merhum Aydemir Yalman da katılmıştı. Yalman’ın vasiyet niteliğindeki bu hikâyesinin, tıp etiği derslerine konu olduğu da…
View On WordPress
#: 14 Mart#Ayarsız Kadınlar Cemiyeti#Dünya Öykü Günü#Dursaliye Şahan#i Gün Doğdu programı#kitap#konuk kitaplar#Pınar Teke#Şerbet
0 notes
Text
Şiirden anlayan bir kadını sevmek zordur.
Çünkü O'nun hayata, insanlara bakış açısı farklıdır.
Bazen karmaşık, bazen derindir ama asla basit değildir…
Yüreği sevgiye açık, akıllı ve cesurdur.
Ne zaman bir bulut görse, üstündedir.
Ne zaman bir çiçek görse, yapraklarında kendisini görür.
Ne zaman bir kuş görse, özgürlük onun elçisi olur.
O kuşla birlikte uzak diyarlara, mavi göklere çıkar.
Kadındır zaten şiir, duygusuyla, sevgisiyle, sanatıyla, güzelliğiyle ve derinliğiyle...
Onu tepeden tırnağa, defalarca ama defalarca okumanız gerekir.
Onu her gördüğünüzde, kalbinizin her çarpışında, farklı bir nağme, farklı bir melodi, farklı bir duygu, farklı bir sevgi görürsünüz.
Şiirden anlayan kadını sevmek de zordur, onu terk etmek de…
Çünkü O, en zorlu yolları aşmış, en büyük acıları atlatmış, hayatın çemberinden geçmiş, duygusunu, sevgisini ve nefretini nerede ve ne zaman dile getireceğini bilmiş, kültürlü, bilgili, aklı başında kadındır. Bakmak ile görmek arasındaki farkı onu tanıdığınız zaman anlarsınız.
Gün gelir ışık olur, umut verir kalbinize.
Gün gelir bir şimşek gibi çakar beyninizde söylediği sözler…
Okumayı beceremeyen adam sevemez şiirden anlayan kadını.
Çünkü ne ruhundaki dinginlikten anlar o adam, ne de kadının içinde kopan fırtınalardan...
Göz kapaklarından süzülen hüznü sizden gizlemeye çalışan, kadın gibi kadındır O.
Güzelliği aklında ve ruhundadır...
Aşkttır...
Öykü Öztürk...
8 MART DÜNYA KADINLAR GÜNÜ KUTLU OLSUN🍃
63 notes
·
View notes
Text
Srebrenitsa Katliamı
11 Tem 1995 – 22 Tem 1995
Srebrenitsa Soykırımı, 1995 yılında Bosna-Hersek'te, Avrupa'nın İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana tanık olduğu en büyük vahşetlerden biri olarak tarihe geçmiştir. Bu insanlık dışı olayda, 8.000'den fazla Boşnak sivil, sistematik biçimde katledilmiştir.
Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu, 1995’te Bosna-Hersek’in Srebrenitsa kentinde katledilen Boşnakların anısına 11 Temmuz’u, “Soykırımı Düşünme ve Anma Günü” ilan etti.
*
Ölmek istiyordum, masum insanları koruma sözü verdiğimiz halde bize sığınan insanları koruyamadığımız için kendimi affetmiyorum”
Bosna’daki İnsanları Korumakla Görevlendirilmiş Hollandalı Bir Asker
***
“Soykırımın iki yüzü vardır. Birincisi soykırımı uygulamak diğeri
de soy kırım yapıldığını unutturmaktır...
BOSNA savaşını yaşamış BİJELJINALI BOŞNAK Yazar JUSUF TRBİÇ.
***
Ve unutmayacağız ...
11.Temmuz 1995
Unutma...
unutturma...
***
Kelebek...
Zarafet, narinlik. Özgürlük sembolü.
Mavi...
Denizin, gökyüzünün, sonsuzluğun rengi. Özgürlük sembolü.
Peki ya ikisi birleşince?
Kocaman bir acı "mavi kelebek"...
Mavi kelebekler Avrupa'nın orta yerinde, Bosna Hersek'te yaşanan bir katliamın simgesi...
"Bastığın yeri toprak deyip geçme" sözü bizlere tanıdık.
Durum Bosna'da da benzer.
Attığın her adımda bir toplu mezara rastlamak mümkün.
Bosna Savaşı'nda 312 bin kişi öldü.
35 bini küçücük çocuklardı.
Binlerce çocuk annesiz, babasız kaldı. Tarif edilemez acılar yaşadı.
50 bin kadın tecavüze uğradı.
Ruhunda tamir edilemez yaralar açıldı..
Ölenler toplu mezarlara gömüldü.
Sadece bugüne kadar 500'ün üzerinde toplu mezar ortaya çıkarıldı.
Bunların 300'ü mavi kelebeklerin yardımıyla oldu.
İşte bu yüzden de mavi kelebeklerin hikayesi bugüne kadar duyduğum en yürek yaralayıcı öykü...
Bosna Hersek'te bulunan toplu mezarların üzerinde mavi kelebeklerin uçtuğu farkedilmiş.
Bir, iki derken bunun tesadüf olmadığı anlaşılmış.
Durum biraz incelenince toplu mezarların olduğu yerlerde toprağın yapısının değiştiği, mezarların üzerinde farklı bitkiler oluştuğu belirlenmiş.
Bu koku da mavi kelebekleri çekiyormuş.
Birçok kişi için kocaman bir acı olan bu hikaye, Bosnalılar içinse bir umuttu.
Sevdiklerinin kemiklerini bulmak, sadece onlardan bir ize rastlamak isteyen binlerce kişi günlerce mavi kelebekleri izlemeye, onların peşinden gitmeye başladı.
Nice ömür mavi kelebeğin peşinde geçti...
Bugün işte bu acıların en büyüklerinden birinin yıldönümü.
(Damla Doğan)
Anılarına saygıyla...
Derleme: Semihat Karadağlı
27 notes
·
View notes
Text
“Dostoyevski’den nefret ediyorum. İnancımı ilk öldüren oydu,” Polina Suslova
Dostoyevski, 59 yıl yaşadı. Dünya edebiyatın en önemli eserlerini yazdı. Zor bir hayatı oldu; hastalıklar, sürgünler, mali sıkıntılar içinde geçti yaşamı. Hayatına pek çok kadın girdi, bunlardan ikisiyle evlendi. Polina Suslova ise Fyodor Dostoyevski’nin hayatında ayrı bir yere sahiptir. Dostoyevski için gerçekleşmeyen bir arzu nesnesi gibidir. Onunla yaşadıkları, ayın diğer yüzü gibi hâlâ biraz karanlıktadır.
Dostoyevski ve Polina Suslova 1861 yılında yoksul öğrenciler yararına düzenlenen bir gecede tanışırlar. Dostoyevski böyle gecelere sık sık katılır ve eserlerinden parçalar okurdu. Polina Suslova ise böyle gecelerin müdavimlerinden biriydi. Dostoyevski ile karşılaşması bu gecelerin birinde olur. Olayın tam olarak nasıl gerçekleştiği biraz muamma ama o günlerin birinde Suslova, Dostoyevski’ye yayımlaması için bir öykü gönderir. Suslova’nın öyküsü 1861’in Ekim ayın da ‘Vakit’ dergisinde yayımlanır. Eski bir mujik kızıdır Suslova. Ablası Rusya’nın ilk kadın hekimi olurken Suslova arzularının peşinden gitmeyi tercih eder. Fakültelere yazılır ama derslere girmez. Devrimcidir. Tanrı’ya inanmayan solgun yüzlü bir feministtir. Güvenilmezdir. Sert bakışları olan görkemli bir kadın olduğu söylenir. Yürek yakan bir nihilisttir. Onu tanıyanlardan birisi; sadece içinden geldiği için adam öldürebileceğini söyler. Ruhundaki karmaşayı kendisinden 16 yaş büyük Dostoyevski’nin çözebileceğine inanır. Ne var ki Dostoyevski düşündüğü gibi biri değildir. Suslova’nın yanında çirkin kalır. Borçlardan bunalmıştır. Sara hastasıdır. Kuşkucu biridir. Suslova, bütün varlığını ona teslim etmek isterken Dostoyevski ona teslim olur. Kurtarıcısı olarak gördüğü adam gözyaşları içinde ayaklarının dibine yığılır zaman zaman. Suslova, korkunç bir kıskançlıkla saplantılı bir âşığa dönüşen Dostoyevski’den nefret eder, ondan tiksinir. Günlüğüne, “Dostoyevski’den nefret ediyorum. İnancımı ilk öldüren oydu.” diye yazar.
‘Vakit’ dergisi kapanınca Rusya’dan ayrılmaya karar verir Dostoyevski. Suslova’ya birlikte gitmeyi teklif eder, Susluova kabul eder. Dostoyevski bu yolculuğu Suslova ile birlikte geçirebileceği romantik bir yolculuk olacağını düşünür; fakat Suslova’nın başka planları vardır. İşler aksayıp yolculuk kısa bir süre ertelenince Suslova bavulunu toplayıp Paris’in yolunu tutar. Dostoyevski ise işlerini bitirir bitirmez onunla Paris’te buluşacağı günü düşünür. Kısa süre sonra Dostoyevski Paris’e gider. Yolda, Wiesbaden’de bir mola verir. İçindeki kumar tutkusuna engel olamayıp kumarhanelere girip çıkar. Büyük gösterişli salonlarda oyun oynar. Şansı yaver gider, üst üste kazanır. En sonunda bütün parasını koyar masaya ve yine kazanır. Sevinç içinde dışarı çıkıp otele döner. Paris’e gitmek için hazırlanırken içindeki tutkuya boyun eğer ve geldiği yere geri dönüp tekrar kumar oynar, tekrar kazanır. Masadan kalkıp odasına döndüğünde yorgun ama mutludur. Paris’e gitmek için hazırlanır. Dostoyevski Paris’te Suslova’yı görecek olmasından dolayı hem heyecanlıdır hem de Suslova’nın kendisini bırakıp Paris’e gitmesine kızgındır. Suslova, aynı gün için günlüğüne, “Dostoyevski’den bir mektup aldım. Beni göreceği için çok mutlu. Acıyorum zavallıya.” diye yazar. Dostoyevski, Suslova’yı Paris’te küçük bir pansiyon odasında bulur. Solgun bir yüzle karşılar onu Suslova. “Dinle Polina, öğrenmem gerek. Neresi olursa olsun bir yere gidelim. Her şeyi anlatacaksın bana. Yoksa Ölürüm!” diyerek bağırır Dostoyevski. Sonrasında Dostoyevski’nin kaldığı eve giderler. Yol boyunca hiç konuşmazlar. Dostoyevski sabırsızlanır çabuk olması için arabacıya bağırır yolda. Eve girer girmez Dostoyevski birdenbire yere yığılır “Seni yitirdim, biliyorum bunu.” Suslova, onu sakinleştirip yatıştırır. Paris’teki Salvador isimli sevgilisinden söz eder. Gözyaşları içinde anlatırken Dostoyevski tutulmuş bir halde sessizce dinler ve mutlu olup olmadığını sorar. “Hayır.” “Nasıl olur, hem seviyorsun hem mutlu değilsin?” “O beni sevmiyor.” “Bir köle gibi seviyorsun değil mi onu? Dünyanın öbür ucunda gideceksin ardından. Günün birinde bir başkasını seveceğini biliyordum. Yanlışlıkla sevdin beni” Bir kadın ile bir erkek arasındaki dostluk çoğunlukla gelişmemiş aşklardan doğar diyordu Milan Kundera. Dostoyevski ve Suslova’nın gelişmeyen aşkları dostluğa evrilir mecburen. Durumu kabullenen Dostoyevski “İtalya’ya gidelim…” der, “ağabeyin olacağım senin”. Suslova, Salvador ile ilişkisini kesip Dostoyevski ile İtalya’nın yolun tutar. Birlikte kumar masalarına otururlar. Kazandıkları da olur kaybettikleri de. Suslova’nın yüzüğünü rehin vermek zorunda kaldığı da olur. Şehir şehir dolaşırlar. Roma’dan Napoli’ye oradan Torino’ya giderler. Birliktelikleri de Torino’da son bulur. Suslova Paris’in yolunu tutarken Dostoyevski birkaç hafta sonra Rusya’ya geri döner. Suslova ve Dostoyevski Ekim 1863’ten sonra bir daha hiç görüşmezler. İki yıl sonra 1865 yılında birkaç kez görüşürler fakat ilişleri daha fazla devam etmeyecektir. O günlerde yazdığı bir mektup Suslova’yı çok kızdırır. Kendisi cevap yazamayınca kardeşinden Dostoyevski için bir mektup yazmasını ister. Nadezhda Suslova kardeşinin istediği üzerine bir mektubunda Dostoyevski’yi “Başkalarının acıları ve gözyaşları senin için içki ve etten ibarettir.” diye suçlar. Dostoyevski’nin bu mektuba cevap olarak yazdığı mektup ise hiçbir zaman bulunamaz. Polina Suslova’nın Henüz Türkçeye çevrilmeyen günlüğünde Dostoyevski ile olan ilişkisinden bahseder. Dostoyevski ise romanlarında söz eder ondan. “Kumarbaz” romanında açık açık ondan söz eder. Aralarında geçen kimi konuşmaları romanında yer vermekten çekinmez. Polina Suslova, Suç ve Ceza romanında Dunya olarak karşımıza çıkar, Budala’da Nastasya Filipovna, Karamazov Kardeşlerde ise Katrin ivonava. Polina Suslova; 1880’de kendisinden 16 yaş küçük eleştirmen Vasily Rozanov ile evlenir; fakat bu evlilik altı yıl sürer. Polina Suslova altı yılın sonunda kocasını terk eder.
Dostoyevski 1881 yılında öldüğünde cenaze töreninde otuz bin kişi vardı. O kalabalığın arasında Polina Suslova da var mıydı? Kim bilir?
Recep Şener Futuristika
1 note
·
View note
Text
Uluslararası Zurnazen Muğla Menteşe'de devam etti
https://pazaryerigundem.com/haber/186860/uluslararasi-zurnazen-mugla-mentesede-devam-etti/
Uluslararası Zurnazen Muğla Menteşe'de devam etti
Muğla Büyükşehir Belediyesi 9.Uluslararası Zurnazen Festivali Menteşe İlçesi’nde Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Aras’ın katılımıyla devam etti.
MUĞLA (İGFA) – Dünyada ve Türkiye’de ilk olan Uluslararası Zurnazen Festivali’ni Muğla Büyükşehir Belediyesi bu yıl 9. Kez düzenliyor. Uluslararası Zurnazen Festivali’nin ilk günü Bodrum Kalesi’nde Kubat konseri ve zurna üstatları performansı ile başlarken ikinci gününde şarkıcı ve oyuncu Öykü Gürman sahne aldı.
9.Uluslararası Zurnazen Festivali’nin Menteşe ilçesindeki ikinci gününe Muğla Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Aras, CHP Muğla Milletvekili Cumhur Uzun, 27.Dönem Muğla Milletvekili Mürsel Alban, STK temsilcileri, muhtarlar ve vatandaşlar katıldı.
Muğla Büyükşehir Belediyesi Prof.Dr.Şadan Gökovalı Açık Hava Tiyatrosu’nda gerçekleşen 9.Uluslararası Zurnazen Festivali’nde konuşan Muğla Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Aras geçmişten günümüze kültür ve sanatla iç içe olan çok önemli bir şehirde yaşadıklarını söyledi ve hemşehrileri ile böyle bir etkinlikte birlikte olmaktan mutlu olduğunu belirtti.
Başkan Aras, “Muğla binlerce yıldır sanatla, kültürle yaşamış bir şehir. 110 antik kente sahip Muğlamızdaki antik kentlerin her biri antik tiyatrolara sahip. Buralarda binlerce yıl önce de sanaticra edilmiş aynı zamanda insanlar bir araya gelerek demokrasiyi geliştirmişler. Geçmişten gelen değerlerini yaşatan çok önemli bir kentte yaşıyoruz. Siz değerli hemşehrilerimi burada görmekten dolayı çok mutluyum. Seçimler öncesi ve sonrasında çok yoğun bir döneme girdik ve sizlerle böyle bir organizasyonda ilk defa bir araya geliyoruz. Dünya’da ve ülkemizde ilk olan, farklı coğrafyalardan sanatçıları bir araya getiren Zurnazen Festivali Muğlamıza çok yakışıyor. Davul, zurnanın bizlerin hayatında çok önemli bir yeri vardır. Düğünlerimizden halk oyunlarımıza hepsinde bu enstrüman vardır. Uluslararası Zurnazen festivalimiz ile 4 ilçemizde çok değerli sanatçıları hemşehrilerimizle buluşturacağız. Kültür ve sanatın şehri Muğla bu tür etkinliklerle Dünya Kenti Muğla vizyonuna emin adımlarla yürüyecek” dedi.
Muğla Büyükşehir Belediyesi 9.Uluslararası Zurnazen Festivali açılışı Bodrum’da ünlü sanatçı Kubat ile yapıldı ve vatandaşlar Bodrum Kalesi’nde yapılan etkinliğe yoğun ilgi gösterdi. 9.Uluslararası Zurnazen Festivali 28 Ağustos 2024 tarihinde Milas Atapark’ta ses sanatçısı İsmail Altunsaray ile devam edecek ve 29 Ağustos 2024 günü Fethiye’de Beşkaza Meydanı’nda oyuncu, şarkıcı Suzan Kardeş’in sahnesiyle sona erecek.
9.Uluslararası Zurnazen Festivali’nin sanat yönetmenliğini Eray İnal, sunuculuğunu da Berkay Tulumbacı yapıyor. Vatandaşların ücretsiz olarak katıldığı festivale Bulgaristan’dan 2, Tayvan’dan 1 olmak üzere Türkiye’nin değişik illerinden toplam 11 zurna sanatçısı katılıyor.
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
Text
14 Şubat Dünya Öykü Günü Konuşması
✍🏻 Hayrettin Geçkin
Bazı konuşmalar uzadıkça tadı kaçar. O hataya düşmeyeceğim. Kitaplarımdan birine giren, “Hep susardım / az sözle anlatmak mümkün olsaydı seni,” dizesini buraya gelmeden önce bir daha gözden geçirdim.
https://www.gundemarsivi.com/14-subat-dunya-oyku-gunu-konusmasi/?amp=1
Susmayacağım da bu yüzden! Çünkü susmak ölülerin tuttuğu günlüktür.
Sorular bazen düşlerimizin ömrünü uzatabilir. Ne dersiniz? Kendi ömrümüzü de belki…
Niye böyle oldu sahi? Yeryüzü, akan kan ırmakları. Ne şarkılar önüne geçebildi bunun şimdiye kadar, ne öyküler, ne şiirler.
Niye böyle oldu sahi? Sevgi yalan mıydı? Aşk yalan mıydı? Şiirler, şarkılar… Kitaplar yalan mıydı? İnsan yalan mıydı?
Bu soruların yanıtını bilmiyor musunuz? Bu soruların yanıtını…
Bu soruların yanıtını bilse bilse kim bilir? Kim bilir? Sahi kim bilir?
Sen bilirsin Dünya Anne. Uzun bir öyküsü olmalı bunun. Anlamak ve bilmek mecburiyetinde hissediyorum kendimi. Kendinden istifa etmiş biri gibi yaşamayı beceremem ben . Başımı dizlerine koyayım da anlat ne olur. Ama, ama bir sözcükte geçsin bütün macera.
Fazla vaktim yok Dünya Anne. Bir şeyler yapmalı… Bir şeyler yapmalıyım. Çocukluğum bana yardım edecek eminim. Hiç merak etme. Bir adım atmada belki de bütün mesele, bütün mesele bir ağız açmada… Düşlerimi giyinip dünyanın dışında bir yere gömeceğim silahları. Yağmalanmasın diye kentler Dünya Anne, ateş almasın diye silahlar…
Sonra mı? Orası kolay. Onu da merak etme! Derin bir uykuya dalacağım çocukların öldürülmediği bir öyküde.
Merhaba! İyi ki geldiniz. İyi ki öykü var. Türkiye Yazarlar Sendikası Çanakkale Temsilciliği adına selamlıyorum sizleri, Dünya Öykü Günü’nüzü içtenlikle kutluyorum.
Benden sonra arkadaşlarım öykü ile ilgili konuşacak, öykülerini okuyacaklar. Daha çok minimal öykü dediğimiz kısa öyküler okunacak bu programda. Biliyorsunuz öykü ile şiir kardeş. Az önce okuduğum kısa deneme ile birlikte, Dünya Öykü Gününe ve arkadaşlarımın okuyacağı öykülere, üyemiz Müjdat Güven’in bir yaşını bitiren kızına doğum günü için yazdığım kısa bir şiirle destek vermeye çalışacağım.
Müjdat’ın Gün Açar Mavi adlı şiir kitabında “Bağır Nûpelda /Kuşlar ve çocuklar ölmesin” dizesi var. Nûpelda nasıl büyülü bir sözcükse, Berfin-Müjdat Güven çiftinin kucağında sevimli bir kıza dönüştü o sözcük, bana da esin oldu bu şiir için.
NûPELDA’YA
Büyükler böyle burda
Altın için ağaçları
Kanı için kuşları öldürürler
Nûpelda
Sana bunları anlatması zor fakat
Çocukları da öldürürler
Hiç gözünün yaşına bakmadan hem de
Ukrayna’da
Gazze’de
Rojova’da
Her yerde
Nûpelda
Bir yolu olmalı
Bir yolu
Onlara benzemesin çocuklar
Büyüdüklerinde
Hayrettin Geçkin
#gundemarsivi #hayrettingeckin #14subatdunyaoykugunu #oykugunu #dunyaoykugunukutluolsun #deneme #toplum #siir
0 notes
Link
Hintli Rohit Sharma, bir maç esnasında Pakistan kaptanı Babar Azam'a bakıyor. — ICC/DosyaInternasyonal Kriket Konseyi (ICC) Salı günü, Pakistan'ın Hindistan ile 15 Ekim'de Ahmedabad, Hindistan'da oynanması planlanan 2023 Erkekler Kriket Dünya Kupası programını deklare etti. Bu gelişmekte olan bir öykü ve kısa süre içinde güncellenecek...
0 notes
Text
İnanılmaz Bilimkurgu Filmleri: 10 Unutulmaz Film
Bilimkurgu filmleri, insanların hayal gücünü ve korkularını yansıtan büyüleyici bir film türüdür. Bu makale, bilimkurgu severler için en iyi 10 bilimkurgu filmi hakkında bilgi verecek.
Yıldız Savaşları (Star Wars)
George Lucas tarafından yaratılan ve 1977'de ilk kez gösterilen Yıldız Savaşları, şimdiye kadar yapılmış en popüler bilimkurgu filmlerinden biridir. Bu bölüm, galaksiyi kurtarmak için mücadele eden Jedi şövalyeleriyle dolu bu epik filmin detaylarına odaklanacak.
Matrix
Matrix, insanların gerçekte ne olduğunu sorgulayan, zekice kurgulanmış bir bilimkurgu filmidir. Film, insanların gerçekte neler olduğunu öğrenen Neo'nun mücadelesini anlatıyor.
Yıldızlar Arası (Interstellar)
Christopher Nolan'un yönettiği Yıldızlar Arası, insanların dünya dışındaki bir gezegeni keşfetme yolculuğunu anlatıyor. Filmin derinlemesine konusu ve çarpıcı görsel efektleriyle bu film kesinlikle unutulmaz bir deneyim sunuyor.
Uzay Yolu: İlk Temas (Star Trek: First Contact)
Uzay Yolu, bilimkurgu filmleri arasında en ünlü serilerden biridir. İlk Temas, Uzay Yolu serisindeki en başarılı filmlerden biridir ve insanların ilk temas kurdukları Borg adlı tehlikeli bir uzaylı türüyle mücadeleyi konu alıyor.
Geleceğe Dönüş (Back to the Future)
Geleceğe Dönüş, serüven dolu bir bilimkurgu filmidir. Film, Marty McFly'nın zaman makinesi ile geçmişe yolculuk etmesini ve ebeveynleriyle tanışmasını anlatıyor.
Terminator 2: Kıyamet Günü (Terminator 2: Judgment Day)
Terminator 2, öncülünün başarısını aşan, efsanevi bir bilimkurgu filmidir. Film, John Connor'ın koruyucusu olarak gönderilen Terminatör'ün hikayesini anlatıyor.
Yapay Zeka (Artificial Intelligence)
Yapay Zeka, Steven Spielberg tarafından yönetilen dokunaklı bir bilimkurgu filmidir. Film, bir çocuk robottan sevgi arayan gelecekteki bir dünyada geçiyor.
Avatar
James Cameron'un yönettiği Avatar, birçok açıdan çarpıcı olan inanılmaz bir bilimkurgu filmidir. Film, Pandora gezegeninde yaşayan Na'vi adlı bir türün hikayesini anlatıyor ve görsel efektleri ile sinematik deneyim sunuyor.
War of the Worlds
War of the Worlds, insanların Mars'tan gelen istilacı uzaylılara karşı savaştıkları bir bilimkurgu klasik filmidir. Film, insanlığın hayatta kalma mücadelesini anlatıyor.
E.T. the Extra-Terrestrial
E.T., bir çocuk ve uzaylı arasındaki dokunaklı dostluğu anlatan klasik bir bilimkurgu filmidir. Steven Spielberg'in yönettiği bu film, aynı zamanda görsel efektleri ile de öne çıkıyor.
Sonu Olmayan Öykü (The NeverEnding Story)
Sonu Olmayan Öykü, fantastik ve bilimkurgunun harmanlandığı bir film olarak dikkat çekiyor. Fantastik dünyasında mücadele eden bir çocuğun hikayesini anlatan film, çarpıcı görsel efektleri ve unutulmaz karakterleri ile dikkat çekiyor. Bilimkurgu filmleri, insanlığın hayal gücünü ve korkularını yansıtan eşsiz bir film türüdür. Yukarıdaki 10 film, bu türün en iyi örneklerinden sadece birkaçıdır ve herkesin izlemesi gereken unutulmaz filmlerdir. Read the full article
0 notes
Text
"Okumak özgürleştirir."
14 Şubat Dünya Öykü Günü kutlu olsun.
33 notes
·
View notes
Text
Sevgi emektir.
Uzun yolları yüreğindeki nasır tutmuş hasret ile yürümektir. Gönlü düşen koşar gelir, deler gelir, uçar gelir.
Yolu düşer mi hiç vefasızın, kadir kıymet bilmezin
Yolu düşer mi hiç,gönlü düşmeyenin...
@kelamhanee
28 notes
·
View notes
Text
Hediye Öykü
Arkadaşlar; Dünya öykü gününde isteyen kişilere öykü göndermiştim. Çok güzel dönüşler aldım. Bu sebeple bu postu burada tutup ara ara reblog edeceğim. Amacım, tumblr kullanıcılarına bir öykülük mola verdirebilmek. Aynı zamanda bu sayede alacağım geri dönüşlerle hem kendimi besleyebilir hem de yeni yeni insanlara ulaşıp onlarla tanışabilrim.
Reblog yapıp yorum kısmına mail adresini yazan kişilerin mail adresine son yazdığım öykülerden göndereceğim.
Meraklısına...
sevgiler.
Emrah Ateş twitter @ zekocann instagram @ zekocannn
temsili
88 notes
·
View notes
Text
...
“ Sevmek dediğin kimi zaman başlamaktır, kimi zaman bitirmek. Belki de bir bitmişlikten, bir başka bitişe gitmek! Hatırlayın, öykü üstadı Sait Faik: "Sevmek, bir insanı sevmekle başlar her şey. Burada her şey bir insanı sevmekle bitiyor." diyordu.”
13 notes
·
View notes
Link
Öykü Gününüz kutlu olsun!
Ne Okuyorum? Dünya öykü gününde hediyeler hazırladı. Çok da güzel hediyeler! Hediyeler şöyle:
Öykülem Dergi’nin son sayısı (5 kişiye hediye edilecektir.) Öykü Gazetesi’nin son sayısı (3 kişiye hediye edilecektir.) James Joyce – Dublinliler (2 kişiye hediye edilecektir.) Hebel – Kopenhag’da Trajik Bir Olay & Türkiye’den Haber Var Suzan Bilgen Özgün – Gölgede Kalanlar Kadire Bozkurt – Küçük Dertler İsahag Uygar Eskiciyan – metropol ninnisi G. K. Chesterton – Garip Ticaretler Kulübü Hakan Şenocak – Naj
Yapmanız gereken, teste katılıp sosyal medyada paylaşmak! :)
2 notes
·
View notes
Text
2019 Dünya Öykü Günü Bildirisi
2019 Dünya Öykü Günü Bildirisi
Varım, ben de varım, bir de bu var. Ölümlüyüm; anlatarak kayda geçirmek ve küçük de olsa bir iz bırakmak istiyorum. Anımsıyorum, anımsatmak istiyorum. Yalnızlık, cinsellik ve karamsarlık dahil, insanı insan yapan hiçbir insani yanımı göz ardı etmiyorum.
Mekânların, yüzlerin, kelimelerin çekim alanından kurtulamadığım için yazıyorum. Mekânlar, yüzler ve kelimeler bende anlatma isteği uyandırıyor.…
View On WordPress
1 note
·
View note
Text
Bölünme – Kırık – Ün
✍🏻 Zeynep Geçkin
https://www.gundemarsivi.com/bolunme-kirik-un/
Türkiye Yazarlar Sendikası Çanakkale Temsilciliği’nin düzenlediği 14. Şubat Dünya Öykü Günü Etkinliğinde kalabalık bir öyküsever topluluğuyla aşağıdaki öykülerimi paylaştım…
BÖLÜNME
Sıra dağların ardındaki küçük köyün ıssızlığında özgürdü. Ağaçların, çayların, taşın toprağın, börtü böceğin arasında evrenin huzurlu boşluğuna yerleşmiş hissediyordu kendini.
Bırakmıyorlardı! Yaşamak adına bir dizi kurallarla kuşatmışlardı. Kural koyucularla çatışmamak için uyar görünürdü. Dayatılanları onaylamış gibi yapardı. Kendini ikiye bölmüştü adeta. Bir yanı, evrenin sonsuzluğa açılan kapısı; ki içinin karanlık bir duvarında saklısıydı. Dışından bakanları oyalayacak, hoşlarına gidecek birtakım süslerler çekmişti bu kapının üstüne.
Fırsatını bulduğu her an içinin gizli kapısından evrendeki huzurlu yolculuğuna çıkardı. Sonsuzlukta büyük bir varoluşun hazzıyla tamamlandığını hissederdi. O sırada birtakım kurallarla, kalıplarla, yargılarla hiç işi yoktu. Çünkü kalıpların, kuralların dünyası daraltıyordu ruhunu.
İnsan olmaya yüklenen anlamlarla; mal, mülk, yer, yurt, etiket, cinsiyet, onaylanmış kalıplar, biçilmiş roller içinde devam eden yanıyla kavga ediyordu bir yandan da. İnsanın vahşetiyle ilgili hissettiklerini kulağına çok önceden bir fısıldayan mı olmuştu ne ! Ruhuyla bağını koparmışların savaşlara neden olduğunu biliyordu. Biliyordu…
Sıra dağların ardında; sakin sessiz patika yollarda dolaşırken yaşadığı mutluluk, sonsuzca eşitlenmişlik hazzı neden insanların olduğu yerde bitiyordu? Kentler neden bunun cehennem haliydi? Nasıl anlatabilirdi başkasına; arıların, kelebeklerin, çiçeklerin, yeşermiş dalların, sararan yaprakların, doğan güneşin, yağan karın, mavi denizin, bulutların ve diğer pek çok şeyin kendi arasındaki uyumu ve insanda yarattığı o muhteşem huzuru? Ulaşılmak istenilenin tam da bu barış hali olduğu nasıl anlatılabilirdi sahi?
Dinleyecek birini bulursa bir peri gibi kulağına fısıldayacaktı. “Büyük varoluşla bütünleştiğinizde savaşmak için ne kalır ki geriye!”
Parçalanmış ruhunu okşadı usulca. Ardından derin bir of çekti. Dünyaya doğru uzattı boynunu. Mırıltıya dönüşen sözcükler ona patika yolculuğunda eşlik ediyordu.
*
KIRIK
Aynanın karşısına geçip uzun uzun bakıyordu. Bir gün ayna dile geldi: “Kendini bin kırıklı yüzümde göremesin ki.”
Kesik bir sızı boğazına yürüdü. Sonra burun kemiğinden gözlerine…
Gözyaşları kırılmış yerlerinden bir bir düşmeye başladı yüzüne.
*
ÜN
Bir gün aşk üzerine bir öykü yazmak istedi. Bir gün dostluk üzerine… Başka bir gün savaş üzerine. Sonra barış üzerine… Daha pek çok şey üzerine…
Yazamadı.
Yazamadığı onca öykünün kahramanı olarak yaşadı, böyle ünlendi.
Zeynep Geçkin
#gundemarsivi #zeynepgeckin #14subatdunyaoykugunu #oykugunu #dunyaoykugunukutluolsun #deneme #toplum #siir
0 notes
Text
23 Şubat 1947, Pazar akşamı (Kaliforniya treni)
Sevgili Nelson Algren,
Mektubumu İngilizce yazmaya çalışacağım. Bu nedenle, lütfen dilbilgisi hatalarımı hoşgör, kelimeleri doğru anlamlarında kullanamasam da anlamaya çalış. Yazım da çok kötü oldu; çünkü trende yazıyorum.
Senden ayrıldıktan sonra, otele gidip makaleyi bitirdim, galiba pek iyi olmadı; ama o kadar da önemli değil. Sonra şu Fransızlarla akşam yemeği yedim ve hepsinden nefret ettim; çünkü iğrençlerdi, hem de onların yüzünden akşam yemeğini seninle yiyememiştim. Seninle telefonda konuştuktan sonra beni trene bindirdiler. Yatağıma uzanıp kitabını okumaya başladım, uykuya dalana kadar da okudum.1 Bugün, cam kenarında oturup manzarayı seyrettim, kitabını okumaya devam ettim. Gerçekten çok sakin bir gündü; uyumadan önce şunu söylemeliyim ki kitabına bayıldım, galiba sana da. Bu konu hakkında çok az konuştuk; ama bunu sen de hissetmişsindir herhalde. Artık sana teşekkür etmeyi bırakıyorum; çünkü pek bir anlam taşımıyor. Ama bilmeni isterim seninle birlikte olmak beni çok mutlu etti. Elveda demek, belki de bütün ömrüm boyunca seni bir daha görememek düşüncesi hiç hoşuma gitmedi. Nisan’da yeniden Şikago’ya gelmek beni çok mutlu edecek. Önce ben biraz kendimden bahsederim, sonra da sen. Ama yeteri kadar vaktim olacak mı bilmiyorum. Sonra da kafama şu soru takılıyor: Dün birbirimize hoşça kal demek bize bu kadar zor geldiyse, birlikte beş altı gün geçirip, daha da yakınlaştıktan sonra bu çok daha zor olmayacak mı? Bilmiyorum.
Her neyse, hoşça kal veya elveda. Emin ol, Şikago’da geçirdiğim bu iki günü unutmayacağım, yani seni.
S. de Beauvoir
*23 Şubat 1947- Yazdığı cevapta Algren, Beauvoir’ın, resepsiyona onun için bıraktığı kitapları almadan otelden ayrılmasına ne kadar üzüldüğünü söyledi. Algren’in de ona tutulduğu aşikardı. Simone de Beauvoir’ın kim olduğuna, düşüncelerinin ve yazdıklarının dünya için ne ifade ettiğine böylesine kayıtsızken; aslına bakılırsa onun hakkında New Yorker’ın bir sayısında çıkan varoluşçuluk ile ilgili bir makalede okuduklarından başka hiçbir şey bilmezken, şimdi aniden böylesine yakınlaşmaları şaşkına çevirmişti Algren’i.
12 Mart 1947, New York
Sevgili arkadaşım,
Kaliforniya’da, bir geziden yeni döndüm, döner dönmez mektubunu ve kitapları aldım. Biliyorsun, Palmer House’un bütün masalarında o kitapları nasıl da aramış, bulamayınca da çok üzülmüştüm; çünkü bu kitapları okumayı çok istiyordum, hem de onlar senden bana hediye, işte bu yüzden benim için çok değerliler. Şimdiyse kitapları aldığım için çok mutluyum; mektubun da beni çok memnun etti.
Nisanda Şikago’ya gelip gelemeyeceğimi henüz bilmiyorum. New York’un dört bir yanında bir sürü konferans vermem gerek. Neyse, yine de gelecek sene Amerika’ya geri geleceğime şimdiden kesinlikle eminim. Burada, Los Angeles’teki arkadaşlarım son romanımın2 temasını bir yapımcıya satıyorlar. Bu beni mutlu etti. Uzun süreliğine geri gelebilirim ve Şikago’da da bir süre kalabileceğim. Paris’e gelmeye gerçekten niyetin var mı? Sana Paris’i göstermek istiyorum. Her şeyden önce senin kendi kitabını, yani romanını elime almak istiyorum.3 Lütfen onu benim için bulmaya çalış.
Kaliforniya’da çok güzel vakit geçirdim. San Francisco’ya gittim, muhteşem manzaralar gördüm, birkaç nazik insanla tanıştım. Burada en iyi arkadaşımla4 da karşılaştım; onu tam bir yıldır, Amerikalı bir adamla evlenmek için Paris’ten ayrıldığı günden beri görmüyordum. Az okuyabiliyorum. Thomas Wolfe’un You Can’t Come Home Again adlı kitabını okudum, eh fena sayılmaz. Şikago Bowery’yi5, küçük Polonya barlarını, o soğuk rüzgarı unutmayacağım, hiç unutmayacağım.
Hoşça kal! Seni tanıdığım için çok mutluyum. Eminim bu yıl ya da gelecek yıl mutlaka yine görüşeceğiz.
S. de Beauvoir
Pennsylvania Üniversitesi Philadelphia, Yüksekokul, 24 Nisan 1947
Sevgili arkadaşım,
New York’a geri döndüm, çevre üniversitelerde konferanslar verdim. New York’ta geçirebileceğim iki haftam daha var. 10 Mayıs’ta Amerika’dan ayrılıyorum, uçakla gideceğim. Seni bir kez daha görmeden gitmek istemem; ama Şikago’ya gelmek benim için gerçekten çok zor. Yazmam gereken makaleler var; bazı insanlarla fikir alışverişinde bulunmam lazım, New York’ta da iki konferans vereceğim. 27 Nisan’la 10 Mayıs arasında gelemez misin? Birbirimizi sıkça görür, sessiz sakin sohbet ederiz. Senin için uygunsa, önerdiğin bir günde seni ararım; tam olarak ne zaman buluşacağımızı konuşabiliriz. Yok, senin için hiç uygun değilse, ben iki günlüğüne oraya gelmeye çalışırım. Bana cevap yaz. Bir de lütfen benim için romanını bulmaya çalış. Dün bir kopyasını gördüm, kapaktaki fotoğraf çok kötüydü, hiç sana benzemiyordu. Şeytan kitabı çalmam için dürttü; ama yapamadım.
Hoşça kal. Seni tekrar görmek beni çok mutlu edecek.
S. de Beauvoir
24 Nisan 1947’de S. de Beauvoir New York’a dönünce Algren’i aradı. Bir süre düşündükten sonra, Sartre’la olan durum da Amerika’da bir süre daha kalmasını gerektirdiğinden Algren’i tekrar Şikago’da görmeye karar verdi.
Birlikte ilk günümüz Anne’le Lewis’in Mandarinler’de birlikte geçirdikleri ilk güne benziyordu; utanç, sabırsızlık, yanlış anlama, bitkinlik ve nihayet duyguları paylaşmanın verdiği esrime. Yalnızca üç gündür Şikago’dayım; New York’ta halletmem gereken bir sürü şey var. Algren’i benimle oraya gelmesi için ikna ettim. Hayatında ilk kez uçağa bindi. Her şeyi ben ayarladım, alışveriş ettim, herkese hoşça kal dedim; sonra da akşama doğru saat beş civarında odamıza geri geldim, sabaha kadar birlikteydik. Herkes benimle sürekli onun hakkında konuşuyor; onun dengesiz, sağı solu belli olmayan biri olduğunu, hatta sinir hastası olduğunu söylüyorlar. Onu anlayan tek kişi olmak hoşuma gidiyor. İddia ettikleri gibi bazen patavatsız ve kaba olsa da bu, kesinlikle sadece bir çeşit savunma. En nadir bulunan bütün yetenekler onda, bu kelime bu kadar yerli yersiz kullanılmasaydı erdem derdim. İnsanları gerçekten önemsiyor. (Olgunluk Çağı)
De Beauvoir 17 Mayıs’ta Paris’e döndü.
K.L.M. Hollanda Kraliyet Havayolları Cumartesi öğleden sonra, 17 Mayıs 1947
Benim tatlı, harika, evcimen, genç sevgilim. Beni bir kez daha ağlattın; ama bana verdiğin her şey gibi, bu gözyaşları da tatlıydı. Az önce uçağa bindim ve verdiğin kitabı okumaya başladım, sonra da senin el yazını görmek istedim. Senden kitaba bir şeyler yazmanı istemediğim için pişmanlık duyarak ilk sayfayı açtım; ama işte oradaydı; benim için yazdığın sevecen, sevgi dolu ve güzel satırlar, işte bu yüzden aşağıda uzanan o güzel mavi denizin üzerinde, başımı cama dayadım ve ağladım; ama ağlamak bile güzeldi; çünkü aşk yüzündendi, senin aşkın, benim aşkım, bizim aşkımız. Seni seviyorum. Taksi şoförü “O bey kocanız mı?” diye sordu. “Hayır,” dedim. “Ha! Bir arkadaş mı?” Sonra da acıyan bir sesle ekledi: “Öyle üzgün görünüyordu ki!” “Ayrıldığımız için çok üzgünüz. Paris o kadar uzak ki,” demekten kendimi alamadım. Sonra da şoför Paris hakkında öyle güzel şeyler söylemeye başladı ki. Benimle gelmediğin için memnunum. Madison Avenue ve La Guardia’da tanıdığım insanlar vardı, Fransız sesleri ve Fransız yüzleri vardı hepsinin, gördüğüm en kötü Fransız sesler ve yüzler, gelmen gerçekten kötü olabilirdi. Biraz yorgundum, ağlayamıyordum bile, sadece yorgundum. Sonra uçak kalktı. Uçakları severim ben. Bana öyle geliyor ki duyguların doruğunda olunduğunda kalbe uyum sağlayabilecek tek ulaşım yolu uçmaktır. Uçak ve aşk, gökyüzü, üzüntü ve umut, hepsi bir olmuştu. Tek tek her şeyi hatırlayarak seni düşündüm, bana verdiğin kitaplardan daha çok hoşuma gideni okudum. Sonra viski içip güzel bir öğle yemeği yedik, beşamel soslu tavuk ve çikolatalı dondurma. Manzara, bulutlar ve deniz, sahil, ağaçlar ve köyler hoşuna giderdi herhalde, aşağısını gayet iyi görebiliyorduk, burada olsaydın gülerdin o sıcak, güzel, çocuksu gülümsemenle.
Newfoundland’in üzerindeyken neredeyse akşam olmak üzereydi; ama New York’ta saat hâlâ öğleden sonra üçtü. Karaçamları, hüzünlü gölleri ve orada burada görülen kar tepeleriyle öyle güzel bir adaydı ki. Sen de severdin. Uçağımız buraya indi, iki saat kalacağız. Tam şu anda sen neredesin acaba? Kimbilir belki sen de bir uçaktasın. Küçük evimize vardığında, orada olacağım, yatağın altında ve her yerde saklanmış olarak. Bundan böyle hep seninle olacağım. Şikago’nun hüzünlü sokaklarında, Elevated’in altında, yalnız kaldığın her yerde seninle olacağım biricik aşkım, tıpkı biricik kocasıyla birlikte olan sevgi dolu bir eş gibi. Uyanmak zorunda kalmayacağız; çünkü bu bir rüya değil, henüz başlayan muhteşem ama gerçek bir öykü. Seni yanımda hissediyorum, nereye gidersem benimle geleceksin, sadece bakışlarınla değil, her şeyinle. Seni seviyorum. Söyleyecek başka hiçbir şey yok. Beni kollarına alıyorsun, sımsıkı sarılıyorum sana ve öpüyorum seni, tıpkı daha önce yaptığım gibi.
Simone’un
1) The Neon Wilderness adlı hikaye kitabı o dönemde yeni yayınlanmıştı. 2) Bütün İnsanlar Ölümlüdür (1964) 3) Never Come Morning (1942)’ün önsözü Richard Wright’a ait. 4) Nathalie Sorokine. Yaşın Gücü eserine bakınız. 5) Dilencilerin, evsizlerin, bütün sefillerin yaşadığı büyük cadde.
9 notes
·
View notes