#Bu kadar net olmasının başka açıklaması yok çünkü
Explore tagged Tumblr posts
busarkibana · 2 years ago
Text
Kitap okuyorum
1 note · View note
aylakdinleyici · 5 years ago
Photo
Tumblr media
Buraya bir takım alıntılar ve çarpıcı sözler gelecek.
Çünkü unutmak laneti aklımın..
Hayatlarımız ne kadar da birbirinin aynısı. Bu kadar cümlenin altını çizmemin başka nasıl bir açıklaması olabilir ki?
Altı çizili satırlar
Büyük resmin içinde değerlendirebildiğimizde, karşımıza baskıcı figürler olarak çıkan kişilerin ya da grupların aslında dev bir üst sistemin taşeronları olduğu fark edilebiliyor. İnsanın hem yaratıcısı hem de kurbanı olduğu devasa sistemden söz ediyorum. İnsanın doğadan koparak ona üstün olma kibrine kapılması sonucu, evren de ona böyle bir cezayı münasip görmüş, kelimenin tam anlamıyla müstahak. Sf. 14
*Bu deneyim bana, çaresizlik ve ezikliğin birbirinden farklı duygular olduğunu da göstermiş. Düşman bir dünyada kendini çaresiz hissetmek zorlayıcı bir durum, eziklik ise insanın kendinden kaynaklanır. Kendine karşı ezik değilsen kendini çaresiz hissettiğin durumlarda bile seni ezemiyorlar. Sf.15
Çocuk varoluşu, çocuksu davranışlarda bulunmak anlamına gelmez ya da son zamanlarda sık kullanılan “içimizdeki çocuk” klişelerinden farklı bir olgudur. Toplumun çocuksu bulduğu davranışları içermez. Aksine, sistemin etkisindeki insan, üzerindeki baskıya tepki olarak çocuksu davranışlar gösterebilir. Sistem baskısının yarattığı gerginlik sonucu şımarık davranışlar sergilenebildiği halde, çocuk varoluşu sadece hayata karşı şımarır, onun oyun alanı hayatın kendisidir. Bu, doğanın insana başlangıçta tanımış olduğu, ama sistem tarafından şekillendirilmiş insana yasaklanmış bir alandır. Sf. 15
Gözlemciden çok katılımcı olduğunuz oranda hikayeniz olur. Sf.18
*İnsanların farkına varmadan dünyalarını daraltıp onun içinde debelenmeyi seçebildiklerini bilemezdim. Sf.26
Görülenle ilişki yaşamadıklarından, yarattıkları atmosfer başkalarının ilişki yaşamasını engelliyor. Turist ve seyyah farklı yaşantılar. Turist proje, seyyah katılımcıdır. Turist korunaklıdır, seyyah bilinmeyin peşinde. Sf.39
Sistem JK’yi üstün bir bilim adamı olarak kullanırken, kendine ve kişisel dünyasına katacak şeyi neredeyse kalmamış biri haline getirmişti. Sf.50
*Duygu dünyası yeterince gelişemediğinde, gönül fakirliği performansla giderilir. New York'un yoksul kesimi dışındaki ilişkilerde entelektüel performans egemendi. Sf.51
Yıllar sonra benim eksik değil, onların gereğinden fazla olduğunu ve bundan kendilerinin de bunalmış olduklarını fark edecektim. Sf.51
*Her şeyin ille de yorumlandığı o dünyada kurulan ilişkilerin anlamını arama saçmalığıydı bu. İlişkilerimizin anlamı diye bir şey yoktur. İlişki vardır ya da yoktur, anlamı da varsayımdan öte bir şey değildir. Sf.55
*Antreye girdiğimizde ünlüler geçidi vardı. Sinema oyuncuları, şarkıcılar. Durup izlemeye başladık. Derken ortalık karıştı, itilip kakılırken kendimi birden Marilyn Monroe ile karşı karşıya buldum, yanında o zamanki eşi Arthur Miller. Karşılaşma bende iz bıraktı. Çok güzel bir kadın, ama sanki korunası bir kedicik. Işık saçar gibi olduğunu hatırlıyorum. O pırıltıyı sonradan bazen başka insanlarda da gördüm.Zamanla, bunun varolamamanın pırıltısı olduğunu fark ederek. sf 56
Her yeni deneyimin bir bedeli de var, ama aynı deneyimleri tekrarlayıp durmanın bedeli daha ağır. Sf. 57
‘Dünya sana sırtını döndüğünde, kendi dünyanı yarat’ ilkesi. Sf.63
Yaşanan yaşanmakta iken, yaşanan açıklamaya çalışmak, yaşananı öldürür. “Şu an çok mutluyum dediğinizde yaşadığınız duygu sona erer ve bilgilendirme moduna geçmiş olursunuz. Sf.72
Üst üste konmuş taşlardan sadece birini çektiğinizde bile yapı bazen yıkılıverir, ama şartlanmalarınız sayesinde yapı hâlâ yerindeymiş gibi davranmaya devam edersiniz. Çünkü onun yerine yeni ve farklı bir yapıyı düşe kalka inşa etmek hayli zaman alır, yani bir ömür boyu. Sf. 75
*Beyin bir yandan sürekli olarak hücre ve bağlantılarını kaybederken, kendini yenilemeyi de sürdürür; canlı türleri kuşaklar süresince yaşadıkları ortama en iyi uyumu sağlayacak mutasyonu gerçekleştirmeye çalışır, kullanılmasına gerek kalmayan bazı organlar dumura uğrarken bazı diğer organlar gelişir. Bu karmaşık sistemlerin bir diğer özelliği de düzenle kaos arasında kendine özgü bir dengeyi koruma becerisini geliştirebilmiş olmalarıdır ve bu denge noktasına “kaosun kenarı” denir. Bu terim. Karmasa sistemlerinin hiçbir zaman belirli bir zemine kilitlenmemelerine rağmen, tam bir kargaşaya sürüklenmiyor olmalarını tanımlar. Kaosun kenarındalık hem varlığını sürdürmeye yetecek bir düzeni, hem de yaşam sözcüğünün hakkını verebilecek canlılığı ve yaratıcılığı içerir. Sf.81
Yetişkin yaşamımızda da umudumuz olmayandan çok, bir şeyler beklediğimiz insanlarla sorun yaşarız. Sf.88
O günün şartlarında kendimce dağarımı doldurmuştum, memlekete dönebilirdim, ama kafamda iki soru vardı. Üniversitede hala on dokuzuncu yüzyıl psikiyatrisinin okutulduğu ülkemde öğrendiklerimle ne yapabilirdim? İnsanlar ne kadar hazırdı? O zamanlar, bir şeye hazır olduğumuzu, bazen o şeyle karşılaştığımızda fark edebildiğimizi bilmiyordum. Sf 92
*Huzur, paket programlarla edinilebilecek bir şey değil, çünkü şey değil, sf 101
Anksiyetenin kökeninde ise genellikle, ifade yolu bulunamadığı için bilinçaltında sıkışmış öfke ve isyanlar vardı. Sf 105
*Kırsal kesimi, genellikle kati, sert, benmerkezci, çıkarcı, çocuğu varlık olarak algılayamayan, buna karşılık toprakla olan ilişkisinden gelen farklı bir bilgeliğe sahip ve içgüdüleri bizlerinki kadar körelmemiş insanlar olarak tanıdım, Sonradan yaptığım değerlendirmelerde, gerek Konya’daki günlerimde, gerek sonraki yıllarda onlarla olan ilişkimde içgüdüsel boyutun önemli bir rolü olduğunu fark ettim. Kimin kendilerini kabul ettiğini anında sezebiliyorlar ve bu, benim ilişkilere açık olan çocuk yanımla anında buluşabiliyor, her zaman olmasa da. Hayatımın daha geç dönemlerinde bu yanımı keşfetmeye başlamam, entelektüel kesimle olan ilişkilerimde yaşadığım bazı çıkmazları da kavramama katkıda bulundu. Aslında, bir yanım, düşünce insanı olmadığımın, sezgilerimin rehberliğinde yaşamakta olduğumun zaten farkındaymış, ama klişelerden ve şartlandırılmalardan ötürü bunu idrak edememişim. Sezgilerin konuşulan dilde pek karşılığı olmadığindan genellikle düşünce formatında ifade ediliyorlar. Dolayısıyla, edinmiş olduğum formasyondan ötürü, entelektüel kategorisinde algılanmam da kaçınılmaz olmuş. Ait olmadığım bu kategoriye uyarlanmaya çalışırken, kendimi anlaşılmaz da kılmışım. Özellikle soyut düşünce ağırlıklı insanların, birbirlerini anladıkların farz ederek iletişim kurdukları dünyalarda neden bocalamış olduğumu bugün çok net görüyorum.Sezgi yanım psikiyatrist olarak çalışmalarımda hep benimle birlikte olduğu halde, dünyanın geri kalanıyla ilişkilerimde çoğunluğa uymak isterken bu yanımdan uzak düşmüşüm. Üstelik bir yanım, klişelerin, ritüellerin, kısırdöngülerin, soyut varsayımların farkında olduğu halde. Yılların kazandırdıkları sayesinde günümüz anlamındaki düşünce dünyasına ait olmadığımı artık biliyorum. Geçmişte ilgilendiğimi sandığım pek çok konunun ya da insanın aslında beni ilgilendirmemiş olduğunu da. Sistemin beni yerleştirmeye çalıştığı kategorilerin benim için artik hükmü yok. İç dünyamda sadeliğe ulaşmaya çabalarken kendimi sivriliklerde bulmama neden olan engeller kalktı ve bir zamandır cilasızlığın hafifliğini yaşamaktayım… Sf 104-105
Belki bir sebat hikayesi, ama seçim değil. Yaşadığımız varoluş alanı bizim yazgımız. Bu alandaki sistem benimle ne yapacağını bilememiş ya da ben onunla. Ülkemizin şartlarında kendine uygun bir düzen yoksunluğunu yasayan kim bilir kaç kişi daha vardır. Sf. 113
Buna rağmen, talep edilmiş olmamın gerisindeki önemli nedenlerden birinin “niyet olduğuna inanıyorum. Niyet, aslında çoğu davranışımızın özü. Psikoterapistin, karşısındaki insanın dünyasını paylaşıp onunla dayanışmaya girmeye istekli ve niyetli olması, bu sürecin itici güçlerinden biri. Sf. 114
Öteden beri, ısmarlanmış proje mekânlar ve olaylarla bağdaşamaz, zaman içinde ve kendiliğinden oluşmuş alanlara doğru çekilirim. Yaşım ilerledikçe de bunu daha iyi fark eder oldum. Ankara'ya ısınamamamın gerisinde, ısmarlanmış ve birikimi henüz kıt bir şehir olmasının payı olduğunu düşünüyorum. Sf. 114
Kimlik bunalımı psikososyal gelişim konusunda Erikson tarafından geliştirilmiş olan kuramın bir parçası. Ergenlik döneminde doğal olarak yaşanan, ebeveynin tutumunun yapıcı olması halinde kendiliğinden atlatılan bir olgu. Üniversite çağına gelmiş yetişkin insanların, üstesinden gelmiş olması beklenen bir olgu.Yetişkin insanların yaşadığı kimlik bunalımı, ben kimim sorusuna cevap bulamama halinin, ergenlik sonrasında da devam etmekte olduğu durumları tanımlar. Kimlik bunalımı genellikle önceki gelişim evrelerinden taşınan çözümlenememiş sorunları da içerir. Bunlar sırasıyla, yaşamın ilk yılında anne ile olan ilişkide "temel güven duygusu"nu gereğince kazanamama; bir ila üç yaşlar arasında "özerk” bir birey olarak seçimlerini yapma ve kendini ortaya koyma denemelerinin çeşitli nedenlerle engellenmiş olması ve üç ila beş yaş döneminde “girişim yetisinin geliştirilememesi gibi durumlardır.
Seçtiği meslek alanını kendisine ait hissedememe, dünya içindeki yerini kavrayamama, yaptığı seçimlerden emin olamama, kendini ortaya koymaktan sürekli imtina etme, hatta dünyasındaki varlığından utanma gibi pek çok yaşantı, kimlik bunalımına eşlik eden hallerden sadece bir kısmıdır. Sf 115-116
Cümle tamamlama testi ile klinik izlenimler bir araya getirildiğinde, bu gençlerin, büyük çoğunluğunun özerk birey olmayı öğrenememiş olmaları, kimlik bunalımının gerisindeki en belirgin bulgulardan biri olarak öne çıkmaktaydı. Çocuk, dünyadaki ilk yılını tamamladıktan sonra annesine olan mutlak bağımlılığından giderek özgürleşmeye, kendi başına bir şeyler yapabileceğini fark etmeye başlar. Eğer bu denemeleri kati ve cezalandırıcı tutumlar sonucu gereksiz yere engellenir ya da ilgisizlik ve tecrübesizlik sonucu destek ve rehberlikten yoksun bırakılırsa, yaşamının geri kalanında, birtakım kısır döngü ritüellerine tutsak olabilir. Kararlarının doğruluğu konusunda sık sık tereddüde kapılma, seçimlerini yaparken kılı kırk yarma, hatta seçim yapması gereken durumlarda donakalma gibi haller yaşanır. Bir diğer kronik duygu ise utançtır. Özerk olamayan insan, ifade edemediği kızgınlıklarını sürekli bilinçaltına bastırdığından, bunun yarattığı ikiyüzlülüğü kendinden utanma olarak yaşar. Yargılanmaktan korkar, korktukça başkalarını yargılar. Yargıladıklarının çoğu, aslında, kendinde kabul edemediği yönleridir. Küçük düşme ya da rezil olma kaygılan, bunlarla ilgili ipuçları aranmasına neden olur. Sf. 117
İşgalcinin işgal edenden daha tedirgin olabileceği. Sf.118
Yaşadıklarımın artı ve eksi muhasebesini yapma alışkanlığında değilim. Örneğin, Paris ve Zagrep'teki toplantılar ya da Meksika seyahati bana bir şey katmamış görünebilir, ama bu seyahatlerin hiçbirine düz bilgi edinme amaçlı bakmadım. Düz bilgiler kitaplarda ve makalelerde zaten mevcut. Bu temasların, yaşamın özünün pek çok zaman ayrıntılarda olduğunu idrak etmemde bana yol göstermiş olduğunu düşünüyorum. Farklı kültürlerden meslektaşlarla ayaküstü sıradan sohbetlerin bile, beni zenginleştirmiş olduğunu da. Bu tür toplantılara "mal alma” amaçlı giderseniz düş kırıklığı yaşayabilirsiniz. Çünkü aslolan yaşadıklarımızın hikâyeleridir. Hikâyeleri olanlar, başkalarının hikâyelerini de daha iyi paylaşabilirler. Geleceğin farklı olmasından korkarsak hikayemiz de olmaz. Sf. 126-127
Sosyal beraberliklerde konuşulanların içeriğindeki gürültü oranı yüksektir. Çok şey konuşulabilir, ama aslında pek de bir şey denmez. Ne var ki konuşmak zorundayızdır, sessizliğe tahammül edemez, suskunluk modunda kendimizle ve karşımızdakiyle ne yapacağımızı bilemeyip bocalarız. Çoğumuz sessizliği dayanaksızlık olarak yaşar ve bağlantının sürekliliğine ihtiyaç duyarız. Bazı insanların cep telefonlarına yapışık yaşamalarının bir nedeni de budur. Bu olguya ayrılık anksiyetesi denir. Klasik psikanalizde hastanın sessiz kalması tedaviye karşı bir direnç belirtisi olarak değerlendirilir. Bazen gerçekten de öyledir, ama bence çoğu zaman degil sf. 127
Çoklu monologlar şeklinde sürdürülen beraberliklerden sıkılsak da vazgeçemiyoruz. Tekrar sahne alacağımız anın sabırsızlığıyla, başkalarının söylediklerine pek de dikkat etmeden. Performans ağırlıklı bu beraberliklerde, ilişki değil, narsisistik kaygılar ön plandadır. Daha çok gerilim boşaltma işlevi gördüklerinden İletişim kategorisinde değerlendirilemezler. Bu tür yaşantılar, bizi çıkmazlara, yani insanların birbirini anladığını farz erek sürdürülen ilişkilere kadar götürebilir. Konuşmalar entelektüel frekanslarda sürmekteyse, bu moda girme olasılığı daha da artar. Bir şeyler anlatan birine “seni anladım.” dediğimiz anda akmakta olan sürecin önünü kapatmış oluruz. Çünkü aslolan sürekli anlamaya çalışmaktır. Çoğu zaman ucu açık süreçlere tahammülümüz yoktur ve süreçlerin yönünün bilinmezliği bizi tedirgin eder. İletişim modundan çok, performans modunu kullanıyor olmamızın nedenlerinden biri de budur. Yaşantıyı yok etse de korunaklıdır. Sf. 128-129
Kültürümüzde dert anlatmayı ya da dinlemeyi ilişki zanneden çok sayıda insan var. Sf. 130
Zamansızlık serseri bir olgu, sizi iradeniz dışında alıp götürüyor. Sf.131
Hayatımın bir evresinden sonra, başlangıçtan beri maruz kaldığım yanlış şartlandırılmalardan arınma uğraşları vermişim, farkına varmadan. Aile ortamım aydınlıktı, genele kıyasla çok özgürdü. Üstelik, ülkenin diğer bölgelerine pek de benzemeyen hoşgörülü bir çevrede büyüdüm. Ebeveynimin bazı özellikleri, ne olmam gerektiğinin yanı sıra, ne olmamam gerektiği konusunda da bana yol göstermiş olabilir. Ama beni uğraştıran toplumun ve onun araçlarının beni iteklemiş olduğu yanıltıcı yönlerdi. Eğitim sistemimiz de dahil. Orta yaşa ulaştıktan sonra karşılaşmış olmama rağmen, çağdaş fiziğin bana, bir kısım çöpten daha arınmamda yol göstermiş olduğuna inanıyorum. Aslında, modern fiziğin bize anlattıklarını, organizmanın içgüdüsel yanları zaten biliyor olmalı. Ama insan kibrinin yarattığı arıza sistemler bu yanımızı fark etmemize izin vermiyor. Sf. 133
Kendi seçiminiz ve iradeniz dışında üzerinize yapıştırılmış sayısız etiketten arınmak için silkinip durduktan sonra eğilip bakıyorsunuz. Görebildiğiniz çıplak alanlarda gözünüze çarpan noktalardan biri Pagan. Onca yer dolaştıktan sonra, sonunda başlanılan yerde yeniden… Sf. 133
İnsan karşılaştığı mecralara kendini bırakınca farklı yerlere ulaşıyor. Sf.133
O günlerde, kimlik bunalımının bir grup üniversite öğrencisinden öte, toplumun bazı kesimlerini de kapsayıp kapsamadığı sorusu aklımdan gelip geçmiş, üzerinde durmamıştım. Ancak bugün yaşananların, önceleri muhtemelen geleneksel örüntülerle maskelenmiş kitlesel bir kimlik bunalımının açık ifadesi olduğu düşüncesindeyim. Gerçek demokrasiye giremememizin, darbelerin, yıkıcı olaylara kapılıp sürüklenmemizin ardındaki nedenlerden birinin, kendimizi özerk varlıklar olarak geliştirememiş olmamızla ilintili olduğunu görmekteyim. Kimlik olgusunun boyutlarından özerklik sorununa öncelik vermemin nedeni, bu sorunun sosyopolitik bir görünümle ve ön planda yaşanıyor olması. Kimlik krizinin ergenlikte atlatılamayıp yetişkinlikte de yaşanıyor olması, ergenlik öncesi gelişim evrelerinde yaşanmış sorunları da barındırır. Nitekim, özerklik, ergenliğin çok öncesinde, bir ila üç yaşlar arasında edinilen ya da edinilemeyen bir kişilik boyutudur. Bunun da öncesinden bazı sorunların kalıntılarını da barındırarak. Kişisel kimliği yeterince gelişememiş insan, var olan inanç ve ideolojileri fanatik bir boyutta kimliğine katarak boşluğunu ödünleme eğilimindedir. Bir şahsın imgenin, ideolojinin ya da inanç sisteminin, inatçı ve değişmez bir halde insanların benliklerinde içleştirilmesi, “kimlik çekişmesi sendromu"nun temel belirtisidir. Her benliğin bir kimliğe ihtiyacı olduğundan, kimlik insanın benliğini sürdürmesi için hayatidir, Kimlik vakumuna çözüm olarak içleştirdiği imgeyi ya da ideolojiyi yitiren insan, kendine ve dünyasına yabancılaşma tehlikesiyle karşılaşır ve bu, kişiliğin dağılmasıyla sonuçlanabilir. Dolayısıyla, içleştirdiği her ne ise, ona kayıtsız şartsız tutunmak zorundadır. Bu, biat etmekten öte bir durumdur.  Krizin ergenlik döne atlatılamadığı durumlarda kimlik sorunları ömür boyu sürebilir. Bu da bir türlü üstesinden gelinemeyen yörüngesizlik ve çalkantı demek.
Özerklik, seçimlerimizi, içimizden geldiğince ve başkalarının hakkını gözeterek yapabilmeyi tanımlar. Özerklik öğrenilmediğinde, seçim yapılması gereken durumlarda kararsızlık yaşanır. Karara ulaşıldığında da yapılan seçimin doğruluğundan bir türlü emin olunmaz. İnsanın kendini ortaya koyması gereken durumlardan kaçınılır, bazen fark edilmek bile utanma duygusunun yaşanmasına neden olabilir. Toplumumuzun bir kesiminin, son zamanlarda, bunun tam karşıtı bir hale dönüşüp, toplumun onaylamayacağı türde davranışları pervasızca sergilemesi de özerk olamamanın göstergesidir. Aynı paranın diğer yüzü misali, bu kez de rezil olma kaygıları tümden iptal edilir. Sf. 139
*Duygusal kompartımanın sığ kalması, bazı insanlarda entelektin aşırı gelişmesine neden olur. Kişiliğin bütününe mal edilemeden ve özümsenemeden, narsisistik düzeyde yaşanan ve davranışa dönüşemeyen bir entelekt, bazen, kimlik sorununa kısmen ve yüzeysel bir çözüm getirir. Çoğu zaman politik boyutlar içererek. Üstelik düşünce, eğitimli insanlar için kolay sığınılan, ama çoğunlukla şartlandırılmalarımızdan bağımsız olmadığı için ne kadarı kendimizden kaynaklandığı tartışmaya açık bir alan. Sf. 144
İnsanların kendilerini "hiç kimse” hissetmeleri haline karşı geliştirdikleri “fark edilme” çabaları her zamankinden sık görülür oldu. Oysa farklı olma çabaları, insanı kendine daha da yabancı kılma potansiyeli taşır. Farklı olmak bireyleşme anlamına gelmediği gibi, farklı olmak ve özgün olmak da ayrı şeylerdir. Narsisistik regresyon sonucu bir kısım insan ise yalnızlıklarını kendi bedenleriyle ilişki kurarak telafi etme çabasında. Sağlıklı yaşam programları, diyetler, detoks ve benzeri programlar bu insanların yaşam biçimlerini şekillendirir oldu. Kendini var hissedememe ağır bir duygu, ama pazarlanan çözümlerle nasıl üstesinden gelinebileceği de cevabı olmayan bir soru. Sf. 147
“Ben kimim sorusuna doyurucu bir cevabın "Biz kimiz? sorusunun cevabına ulaşmadan verilebileceğini düşünmüyorum.
Carl Gustav Jung'un çağdaş düşünceye yaptığı en önemli katkılardan biri "kolektif bilinçdışı” ve “arketip” kavramlarıdır. Jung'a göre, insan zihni onun evrimi tarafından biçimlendirilmiştir. Dolayısıyla insan geçmişiyle bağlantılıdır, ancak bu bağlantı yalnızca kişisel geçmişini değil, ait olduğu toplumun geçmişini ve hatta tüm insanlık evrimini içerir. Sf 150
Çocuk yetişkinlerden oluşan bir toplum?
Beraberken yaşanan yalnızlık, tek başınalığın yalnızlığından daha ağır olabiliyor. Yalnızlığı ile yüzleşmemek için beraber olmak istemediği insanlara katlanmaksa çok zor. Çoğu insan bunun farkında bile olmadığından performans ağırlıklı beraberliklerin kısır döngüsüne kapılmış olmanın bunaltısını yaşamakta. Kendinden kurtulmak için bilgisayar ekranına ya da cep telefonunun bağrış çağrış konuşmalarına sığınmak da insanı bu kısır döngülerden kurtaramıyor. Sf. 163
Yalnızlığın insanı birbirine muhtaç hale getirmesi, onu kırılgan bir varlığa dönüştürdü. Muhtaç olmak insanı korkutur ve kızdırır. Derinimizde biriken kızgınlık, insanları kaybetme kaygılarını da beraberinde getirir.Uygar insan zamanla iyice saçmalayıp, “birbirine sahip olarak” bu açmaza çözüm getirebileceği yanılgısına kapılınca, durumunu kördüğüme dönüştürdü. Doğada hiçbir şey diğerinin mülkü olmadığından, doğanın bilgeliğinden iyice uzaklaşan insanın bugün geldiği aşama işte tam da bu. Birbirinin tapusunu talep etme. Ardından gelen ve sürekli yaşamak zorunda olduğu hüsranla. Sf. 164
Bugün de bilinmeyenden korkup bilinene sığınarak hayatımızı sıkılaştırıyor Uz başkalarının onayına sürekli ihtiyaç duyup moanayı kaybetme kaygısıyla saçmalamak tank açılıyoruz saçmalamak Tan kaçınmanın bir yolu olmadığından hayatını sıradan dök elemelerinde bile eziklik bir yenilgi duygusu yaşıyoruz hayatımızın sonuna yaklaştığımız Da yeterince saçmalamış olduğumuz için Pişmanlık duyarak. Sf.165
Antik Yunan'dan bu yana dünya halklarının önemli bir bölümü gerekmedikçe düşünmemenin bilgeliğine uzak ve yabancı. Sf. 167
Çünkü geleceği düşünmeye başladığından bu yana, yaşamakta olduğu cenneti terk edip anksiyete dünyasına adım attı ve bundan böyle artık hep orada olmak durumunda. Üzerinde kaygının ağırlığı, hırsın gerilimi, mülkiyetin tutsaklığı ile doğa insanının sahip olduğu hayatiyeti yitirmiş bir halde yaşayacak. Gerekmedikçe düşünmeyen doğa insanına karşılık, matriks insanı düşünce üşüşmesi işgalindedir. Duygu dünyamızı fakirleştirip sezgilerimizi ve içgüdülerimizi körelterek. Bilgi bombardımanından sersemlemiş iİnsan bunu fark edecek halde de değil. Sf. 168
4 notes · View notes