#Bir Çok Tür Yok Olacak
Explore tagged Tumblr posts
Text
Çok Hızlı! (19) (Orhan 36 Y., Bursa)
Pazartesi Murat arayıp geldi. Onu işe aldım, arabaları kontrol edecek, bakım vs. yaptıracak, alış verişleri yapacak, Hatice teyzenin ihtiyaçlarını karşılayacak, İnşaat vs. işlerini kontrol edip bana raporlayacak, gerektiğinde şöforlük yapacaktı. Günlük yükümün yarısını ona aktarmıştım.
Evlerin inşaatı çok hızlı ilerliyordu. Behiye abla ve Fatma ile inşaatları kontrol ettik. İç dizaynı kalmıştı. Bir iç mimar, bir de peyzaj mimarı ile anlaşmıştık. Bir ay içinde evin içine girebilecektik. Müştemilatlar bitmişti bile. Havuzlar hazırdı. Arazi giriş kısmı dar sonra genişleyen hafif eğimli bir yapıdaydı. Müştemilatların olduğu bölüm aşağıda kalırken, mesela ben havuza girerken giriş kısmından onlar beni göremeyeceklerdi. Behiye abla ile benim villa arası 450 metre, ana girişten evlerin olduğu alan 400 metre vardı. Müştemilaların olduğu ana girişin eni 250 metreydi. Yani aynı arazide olmamıza rağmen mahremiyet tam olacaktı.
Kendi villamın yanından dışarı çıkılabilecek gizli bir kapı koydurdum. Duvarların altından tünellerle 3 demir kapıdan geçilerek, (50 metre ötedeki kimseye söylemeden alıp küçük bir garaj ve kulübe yerleştirttiğim tel örgülü 2 dönümlük) araziye çıkılıyordu.
Günlerim işlere koşup, her zamanki seks faaliyetleri ile geçiyordu. Bu arada Konya'ya gitmek istemeyen Nur kocasına boşanma davası açmış, Güzin ile üst katta kalmaya başlamıştı, çünkü Ümit sevgilisini annesinin evine getirmiş, orda yaşamaya başlamıştı.
Bir akşamüstü bürodan arka kısma geçtim. Nur'a birşeyler uydurup arka tarafa gelmesini istedim. Kısa bir şort ve askılı bir bluzla geldi. Sarılıp oturduk, konuşmaya başladık, ama birbirimize dokunmaya devam ediyorduk. "Güzin'e ne dedin?" dedim. Nur, "Onu da getirdim!" dedi ve kapının ardından Güzin çıktı. Nur ilk defa olması nedeniyle çok tutuk davranmasına rağmen, Güzin onu çabuk havaya soktu. İkisi birlikte iştahla yarağımı yaladılar. Güzin arada Nur'u öpüp amını yaladı, Nur bunlara karşılık veremiyor, ne yapacağını kestiremiyor, sanki ikilemde gibi davranıyordu. Sanki sürekli kafasında (neden sevdiğim adamı paylaşıyorum) ile (bunu yapmalıyım, alışmalıyım, yoksa bunca kadın beni parçalayacak) sorularıyla kendini sekse veremiyor, ama bir yandan da tenime değdiği, bana dokunabildiği anlarda mutluluktan havalara uçuyordu.
Güzin her zamanki gibi sınır tanımaz bir halde, Nur'a, "Ben de en başında senin gibiydim, ama bunun zevki başka!" deyip, ya yarağıma oturup kalkıyor, ya da ağzına alıp döllerimi yutmak için sabırsızlanıyordu. O tür zamanlarda Nur sadece dudaklarıma yapışıp, üstümde zıplayan Güzin'den gözlerini kaçırmaya çalışıyordu. Güzin orgazm olup kenara çekildikten sonra ancak Nur ile sevişmeye başlamıştık. Güzin sevişmemizi izleyip, biz boşaldıktan sonra, "Anladım..." dedi birasından bir fırt çekerek, "Biz hepimiz sana, sen Nur'a aşıksın!" dedi. İşimiz bitince iyi geceler dileyip yukarıya çıktılar.
Onlar gidince kaynanamı aradım. Müsaitse, kızı sevmeye geleceğimi söyledim. "Aramana gerek yok, burası da senin evin, ne zaman istersen gelebilirsin!" dedi. Gittiğimde kızım, "Ba-ba!" diye kucağıma atladı. Onunla geçen 10 dakika çok güzeldi, ama sonra mızıldamaya başladı, ki bu uykusu geldi demekti. Ben yatırdım bu kez kızımı. İçeri geri döndüğümde kaynana masa hazırlamıştı. Yemekden çok meze vardı, ama içki yoktu. "İçecek yok mu?" dedim. "Kalmadı!" dedi. Telefon edip istedim, 5 büyük şişe rakı, viski, votka ve 2 kasa bira...
10 dk sonra malzemeler kapıdaydı. İçkilerin çokluğunu görünce, kaynanam, "Ne yaptın?" dedi. "Dursun, gelip gittikçe lazım olacak!" dedim. Kiler gibi kullanılan odaya koydurdum malzemeleri. Rakı açıp içmeye başladık. Kaynanam tutuk ve tedirgindi. Ben dört yudum aldığımda, o dudağına değdiriyor içmiyor gibiydi. Ben ikinci kadehi bitirdiğimde o daha yarım kadehteydi.
Villa inşaatlarının bitmek üzere olduğunu söyledim. "Güle güle otur!" dedi. "Güle güle oturalım!" dedim. "O ne demek?" dedi. "Kızımı yanımda istiyorum, onu da senin yetiştirmeni istiyorum, oraya taşınacağız!" dedim. "Ama nasıl olur..." derken sözünü kestim, "İstersen burası da durur, bizden sıkılıp bunalınca kaçarsın!" dedim. "O nasıl söz?" dedi. "O zaman eşyalı kiraya veririz!" dedim. "Yaa sana engel olurum, gençsin, bayan arkadaşların olur vs. zorda kalırsın..." dedi. "Onları kızımın olduğu eve getirmem merak etme, olmaz ya, hai olursa!" dedim.
"Millet öyle demiyor ama!" dedi. "O ne demek?" dedim. "Geçen Hacer ablaya uğradım, Orhan oğluma takılan kocasını boşuyor dedi, bana laf soktu!" dedi." Benle ne alakası var?" deyip durumlarını anlattım. "Hımmm, hımm..." deyip dinledi.
Bir ara mutfağa gittiğinde, ben de peşinden gidip, yine tezgah ile arama alıp bu kez sırtı dönük, boynundan öpüp, "Düşündün mü?" dedim. "Çok düşündüm, ama sen kızımın kocasısın!" dedi. "Ben sadece torununun babasıyım, kızın da, kocan da yok artık ve hayat akıp gidiyor!" dedim. "Doğru söylüyorsun, ama..." dediği anda ters çevirip dudaklarına yapıştım. Kaynanam gerçekten işi biliyordu, dili ile dilimle oynuyor, sadece dudakları ile öpüşmüyor, resmen tüm çenesi yüzü ile öpüşüyordu.
Elim tişörtünün altına kaydı. Göğüslerini sıkmaya, uçlarını okşamaya başladığımda dili dudakları daha hızlı çalışır hale geldi. Altında, basma tabir edilen tam diz hizasında bol bir etek vardı. Ellerini tezgaha koyup belini geriye doğru çıkartıp eteğin altına kafamı soktum. Altında yine tanga vardı, ama bu kez kırmızıydı. "Hep tanga mı giyersin?" dedim. "20 yıldır normal külot giymedim hiç!" dedi. Önce kalçalarını iki elimle okşayıp, öpüp yaladım, küçük ısırıklar attım. Sonra kalçalarını tokatlayarak biraz daha kaldırtıp dilimi tanganın yanında amı ile buluşturdum. Yaladım, emdim, sonra da iki parmak hareketine geçtim.
Sadece, "Immmh, ohhhh!" diye mırıltılar çıkarıyor, kalçalarını sağa sola savuruyordu. Ben amından akan sularla klitorisine tokat atarken, klitorisi öyle büyümüş amından çıkmıştı ki, her dokunuşumda kaynanam yerinden sıçrıyordu. Kafamı etekt altından çıkardım, nasıl bağırmayıp o sesleri çıkardığını merak etmiştim. Tezgahtan aldığı tahta kaşığın sapını ısırmış meğerse. Kaşığı ağzından çekmeye çalıştım, resmen çenesi kilitlenmişti. Zorla aldım. Dişlerinin izleri kaşığın sapındaydı...
Elinden tutup yatağına götürdüm. Kıyafetlerimiz üzerimizdeyken, "Şimdi... Tamam mı, devam mı?" dedim. Gözlerini gözlerimden kaçırıp, "Devam!" dedi kısık bir sesle. Kendi ellerimle soyup yatağa uzattım. Gece lambasının ışığında muhteşem görünüyordu. Kendim de yavaş hareketlerle soyundum. Kaynanam yatakta doğrulup yatağın kenarına geldi, ben ayaktayken eline aldığı yarağıma önce küçük bir öpücük kondurdu, sonra da yalayıp, ağzına aldı ve sakso çekmeye başladı. Sanırım yarım saat sakso çekti ve "Çenem ağrıdı!" deyip yanıma yattı, "Nasıl bu kadar tutabiliyorsun, kocam... (yutkunup) şimdiye 10 kere boşalırdı!" dedi. Halbuki bilse hem haplıyım, hem de bugün kaç posta sikiştim :)
Kaynanamı yatakta dört ayak haline getirip, sadec yarağımı amcığına sürterek iki kez orgazm ettim. Mutfakta da en az iki kez orgazm olmuştu. Yarağımı amına köklediğimde, ikimiz de derin bir, "Ohhhh!" çektik. Kaynanam, "O plastiklerle sikişmekten amım da plastik gibi oldu, daha derine sok, daha hızlı sik!" diye inlemeye başladı. "Artık burdayım, o plastiklere ihtiyacın yok, kanlı canlı yarağım hizmetinde!" dedikçe kalçalarını bana vuruyor, kalçalarını kıvıra kıvıra yarağımı amının dudaklarına kadar çıkartıp geri alıyordu...
"Offf, harika bu, keşke geçen sefer kabul etseydim, kaç sikiş kaçırdım!" diye inliyordu. "Artık her istediğinde emrinde, villaya geçince de gece gündüz sikeceğim!" diye pompalıyordum amına. Sonra kaynanam, "Bitttim ben, bitirdin, ohhh, ben böyle sikiş görmedim!" diye diye orgazm olup yarağımdan kaçtı. 31 çekerek üzerine eğildim, döllerim göt deliğine gelecek şekilde kalçalarının arasına attırdım döllerimi...
Kaynanam çekmeceden aldığı kağıt mendille silinip temizlendi. Biraz dinlendik. Yeniden öpüşerek birbirimize dokunmaya başladığımızda, elimi götüne atıp, "Burdan yedin mi hiç?" dedim. "Hayır, hiç yapmadı, ama ben plastik yarakla iki kez denedim, çok canım yanınca bıraktım!" dedi. "Gel o zaman açalım yolu!" dedim. "Acır!" dedi. "Rahat ol!" dedim. Şifonyerin üzerinde duran Bebe yağına uzanıp, parmağıma ve göt deliğine bolca döküp alıştırmalara başladım. Birkaç dakika sonra orta parmağım komple içindeydi...
Parmağımı çekip yarağımın kafasını dayadığımda, acıyacak diye götünü kaçırmaya çalışıyordu. İki elimle belinden tutmama rağmen, kendini kasıp, öne kaçıyordu. Yarağımın kafasına döktüğüm Bebe yağı yüzünden kayıyor, yarağım göt deliğine bastırdığımda küçük bir kalça hareketiyle kayıp gidiyordu. Elimle kökünden tutup göt deliğini hizaladım, tek seferde olması en iyisiydi. Bastırınca yarısına kadar girdi, ama bağırışına kız uyanacak diye korktum bir an. Kıpırdamayıp bekledim. O da çırpınmayı kesti. Bir süre öyle durduktan sonra yavaş yavaş hareketlendim, baktım o da karşılık veriyor. Milim milim götüne köklemiştim. Şimdi daha rahat hareket ediyorduk...
Elimin biri göğüslerinde, biri amcığında, yarağımın hareketlerini götüyle o yönetiyordu. Artık ben sadece biraz ileri biraz geri yapıyordum. O kıvırıyor, Ohlar Ahlar çekiyordu. Sonra, "Gerçekten söyledikleri gibiymiş!" deyince, "Ne diyorlardı?" dedim. Kaynanam, "Bir kez götten ye, bir daha vazgeçemezsin diyorlardı! Evet, beni hep götten sik Orhan!" deyip kalçasını bana bastırıyordu. Şehvetli kadındı. Aklımdan bir an geçti, karım da böyle olsaydı, sanırım bunca kadın hayatımda olmazdı...
Elim de amında çalışırken kaynanam orgazm olup, "Döllerini götümün derinlerinde istiyorum!" diye bağırdı. Kırar mıyım kaynanamı, boşaldım götünün içine... Sabaha karşı yarağımda ıslaklıkla uyandım, kaynanam sakso çekiyordu. Hava yeni aydınlanıyordu. Kız uyanıp mırıltıları gelene dek sikiştik. Sonra ben kalkıp oturma odasına geçtim, küçük te olsa ilerde hatırlar falan, ne olur ne olmaz diye...
Evler komple bitmiş, açılışa hazırdı. Bu arada Sevgi ve Hikmet'i işlerinden istifa ettirtmiş ve müştemilatın birine yerleştirmiştik. Birine Muhittin abi ile Murat'ı, diğerine de Nur ve Güzin'i oturtmuştuk. Fatma ile Behiye abla bir villada, ben kaynanam ve kızım bir villadaydık. Tüm binaların temizlik işlerini Sevgi ile Hikmet, tüm arazinin bakımını bahçe işlerini Muhittin abi, satınalma ihtiyaç ve şöforlük işlerini Murat halledecekti.
Bir pazar günü mangalları yakıp eve hoş geldin partisi yapmaya karar verdik. Dışarıdan sadece Dr. Ahmet ve Merve davetliydi. Havuz başında başlayan parti, (kızımla kaynanamı, doktorun iki oğlunu, Sevgi'nin kızı ile Nur'u benim villaya göndermemden sonra) grup seks partisine dönüştü. Bir süre sonra masa altından Fatma'nın elle muamelesine karşılık veren Dr. Ahmet, karısı Merve Murat'a sakso çekerken arıza çıkardı. Hikmet ve Murat yardımıyla, Muhittin abinin yarağını ağzına aldığı pozisyonda fotolarını çekip, kimseye tek kelime etmemesini, karısı ve kendisinin çeşit çeşit yaraklar ağzındayken fotolarını gösterip Dr. Ahmet'i devre dışı bıraktık. Sonra Merve, Fatma, Sevgi, Güzin, Behiye abla, Muhittin abi, Hikmet, Murat ve ben inanılmaz seks dolu bir gece geçirdik. Daha sonra Merve de kocasından boşandı...
Fırtınalı ve çok hızlı bir 10 yıl oldu. Nur'dan iki oğlum oldu. Nur, kaynanam, kızım ve oğullarım villamdayız. Çevredeki arazilerden bir kısmını daha alıp güzel bir idari ofis yaptık. İşler genişledi, yeni bir sürü eleman aldık. Toplantıdan toplantıya gidiyoruz işyerine. Güzin ile Murat yakınlaştı ve bir kız çocukları oldu. Muhittin abi de artık villada Behiye abla ve Fatma ile yaşıyor. Muhittin abi çaptan düşer gibi olmasına rağmen, (kimseye söylememesi kaydıyla) haplarımla tekrar ayağa kaldırdık...
Her ne kadar benden olduğunu söylese de, Sevgi ile Hikmet'in bir kızları daha oldu. Merve, Muhittin abiden boşalan müştemilatta yaşayıp, güzellik salonu işine devam ediyor, oğulları kocasında kaldı, ama gelip gidiyorlar, hele ki havuz sezonunda...
10 yıldır cambazlık yaptığım tek kişi kaynanam, ondan kimsenin haberi yok, onunla da sevişmek için o gizli geçidin sonunda kimsenin bilmediği kulübeyi kullanıyoruz. Nur ise hiç bir zaman gruplara girmiyor, o evde kalıp her şeyi kabulleniyor. Tüm bunlar, "İkinci çocuğu düşünmüyor musunuz?" diyen Sevgi sayesindeydi...
Hikayem sona ererken, son 10 yılda kısa zamanlı hayatıma girip çıkan kadınları yazamadım bile!
[Orhan]
56 notes
·
View notes
Text
Merhabalar, bu uygulamayı yeni indirdim. Nasıl bir giriş yapacağımı bilemedim bu yüzden size biraz kendimden bahsetmek istiyorum. 18 yaşındayım, hayata yeni atıldım. Reşit olalı sadece iki ay oldu. Hayatla ilgili birkaç şey biliyorum fakat tabii ki deneyimli değilim, mutlaka hatalarım olacak, bundan önce olduğu gibi. Ülkenin pek sevilmeyen, ancak bence en güzel şehri olan Konya'da yaşıyorum. Resmen Konya için yaratıldığımı düşünüyorum. Estetiği, mimarileri, tarihi eserleri, müzeleri, havası, suyu ve daha birçok şey... Gezmeyi severim, genellikle yalnız gezerim. Çok fazla çevrem yok, çok fazla çevre edinmek de istemiyorum. Az kişi, çok huzur. Yemek yapmayı, yeni tarifler denemeyi severim. Üniversite de buna göre bir bölüm yazdım, umarım gelir. Hayvanları çok severim, onların masumluğu, sadakati... Her şeyi ile çok güzeller. Gözlerindeki masumiyet ve ışıklar... Hayvanlar bu dünya için çok masum canlılar. Kitap okumayı severim. türü, yazarı vb. pek umrumda değil, hoşuma gideni okurum. Ama en çok okuduğum tür klasikler. Film/Dizi de izlemeyi çok severim, nadir izlerim ama gerçekten seviyorum izlemeyi. Önerilerinize açığım. Bu hesabı açma nedenime gelelim. Bazen içimi dökmek rahatlatıyor, kendimi en çok ve en doğru şekilde ifade edeceğim yer burası gibi hissediyorum, umarım öyle olur. Şu anlık aklıma gelenler bunlar. Umarım güzel şeyler olur hayatımızda. Okuduğunuz için ise teşekkür ederim. Sizi tanımıyorum ama hepinizi seviyorum. Saygılarımla.
9 notes
·
View notes
Text
Tumblr, Tumblr, Tumblr...
İnci tanelerim. Acayip Tepkilere gösterdiğiniz ilgi, beni benden aldı. Gurur duydum. Şimdi kalkıp bu duygu seli içinde Baş Yönetici çizgimden kaymak istemiyorum; ama çok tatlısınız.
Baş Yönetici demişken, bu pozisyonun verdiği özgüven ve kesinlik duygusuyla söyleyebilirim ki bu ürün alır başını gider. Siz daha neler olup bittiğini fark etmeden olup bitiveriyor her şey; ama ben bu tür ince ayrıntıları işte çok iyi yakalıyorum. Bu özelliğin on kat daha güzel hali, ortaya çıkmayı bekliyor. Peki bunu kim çıkaracak? Tabii ki de ben!
Bu nedenle yarın itibarıyla, ücretli izne çıkıyorum.
Bu sefer öyle Clawland'e zorunlu izne falan gönderildiğim yok; aksine Pika-Adam'ın yaşadığı dağları, o karanlık mağaraları keşfetmek için yola çıkıyorum.
Bi' süre tırtıl suyu ve vanilya özünden oluşan bir detoks yaparken bi' yandan da meditasyona yönelmeyi planlıyorum. Amacım, Ürün Deneyiminde nirvanaya ulaşırken, tıklamaları da elektrik enerjisine çevirecek dahiyane projelerle geri dönmek!
Ben yokken, sadık yardımcım Roberd, Emporium'un başında olacak; işler her zamanki gibi ilerleyecek. Ancak ne yazık ki Acayip Tepkiler geçici süreyle devre dışı kalacak. Tabii ki sizin o güzel kalpleriniz ve pırıl pırıl hayal dünyanızda, o tepkiler, en acayip halleriyle yaşamaya devam edecek.
Kim bilir, belki bi' gün siz de düşlerinizle büyük tepki çekersiniz.
En meditatif dileklerimle,
Brick Whartley Tumblr Tepkiler Bölümü Baş Yöneticisi Ürün ve Fiziksel Mühendislik Departmanı Başkanı (Eski)
53 notes
·
View notes
Text
Emre,
Bazen hayat, insanın düşündüğünden çok daha sert bir şekilde öğretir. Ve ben bugün, sana yazarken, belki de uzun bir zaman sonra, bu mesajı okurken bir şeyleri tam olarak anlayacaksın diye umut ediyorum. Belki de zaman, sana tüm o kırdığın kalbin ve kaybettiğin insanlar üzerinden bir hesap sorar. Umuyorum ki, bir gün geçmişte ne kadar yanlış yaptığını, nasıl en değerli olanı kaybettiğini ve buna nasıl göz yumduğunu fark edersin. Umuyorum ki, hayat sana, yanında olmasına her zaman ihtiyaç duyduğun o kişiyi, nasıl ve neden yok ettiğini gösterir.
Belki o zaman, yıllar sonra, her şeyin sana ne kadar pahalıya mal olduğunu, o anlarda neler yaşandığını hatırlarsın. Hatırlarsın belki, her bir konuşmamızda ne kadar güven verdiğimi sana, ne kadar değerli olduğumu söyledikçe, senin nasıl her defasında uzaklaştığını… İçimde bir kırgınlık var, ama aynı zamanda bir boşluk da var. Çünkü bir zamanlar seninle her şeyi paylaşmak, seni yanımda hissetmek bana huzur veriyordu. Ama o huzur, bir anda kayboldu. Birinin gidişi, öylesine yavaş ve sessizce oluyor ki, fark etmeden içine çekiliyorsun. Oysa seninle her şey bir anlam taşıyordu; seninle zaman, belki de en değerli şeydi. Ama sonra bir anda… Her şeyin kaybolması, o kadar sert ve acı vericiydi ki.
Beni kırarken, bana söylediklerin, farkında bile olmadan beni en derinden yaraladı. Bunu belki de sen anlamadın, belki de anlamak istemedin. Ama ben her zaman, sana içimi açtım, sana güvenmeyi seçtim. Seninle paylaştığım anlar, hep içimde bir şeyler bırakacak diye düşündüm. Ama geriye kalan tek şey, zamanla silinmeye başlayan bir hatıra oldu. O anlar, o güzel anlar, yerini boşluğa bıraktı. Birbirimize verdiğimiz sözler, nasıl bir anda çürüdü, bunu anlamak çok zor. Ve bir zamanlar seninle birlikte olduğumda içimdeki sevgi, şimdi yerini bir hüsrana bırakmışken, seninle geçirdiğimiz her saniyenin bir zamanlar bana ne kadar değerli olduğunu düşünüyorum.
Bu mesajı yazarken, bir tür teselli aramıyorum. Sadece sana, seni kaybetmenin acısının ne kadar derin olduğunu anlatmak istiyorum. Ama ne kadar anlatmaya çalışsam da, bu acıyı yaşaman için belki de senin de zamanın olması gerekecek. Hep söyledim ya, zaman her şeyi gösterir diye… İşte, belki zaman sana da gösterir, neyi kaybettiğini. Her kayıp, insana aslında neyin değerli olduğunu öğretiyor. Belki bir gün, bir anı daha hatırladığında, bir gülüşün ya da bir sözün seni düşündüğünde, içinde bir acı hissedersin. O zaman belki, beni kaybettiğini fark edersin. Ve belki o zaman, o gittiğinde ne kadar yalnız olduğunu, aslında neyi aradığını ama bulamadığını anlarsın.
İçimde kalan boşluk, bana seni hatırlatıyor. Her kayıp, insana daha çok hüzün bırakıyor. Ama belki de kaybedilen bir insanın hatırası, geriye en değerli şey olarak kalıyor. Ne olursa olsun, seni unutmak, her geçen gün biraz daha zorlaşıyor. Çünkü seni unutmak, seni kalbimde silmek, o kadar kolay değil. Ne kadar acı verse de, seni sevmenin, seni düşünmenin bir parçası hâlâ içimde bir yerde duruyor.
Ama şunu bilmeni isterim: İnsan, bazen en değerli şeyi kaybettiğinde, kendi değerini de yeniden keşfeder. Ben belki seni kaybettim, ama kaybolan sadece sen değildin. Kaybolan, birlikte yaşadığımız o anların değeri oldu. O yüzden, belki de zaman sana her şeyin ne kadar hızlı değiştiğini, her şeyin bir anda nasıl silinip gittiğini gösterdiğinde, iş işten geçmiş olacak. Çünkü geçmişi geri almanın bir yolu yok.
Belki de geçmişte bana verdiğin her kırgınlık, seni kaybettikçe daha çok anlam kazandı. Belki de bir gün, neyi kaybettiğini, nasıl kaybettiğini, ve kaybetmenin seni nasıl bir boşluğa sürüklediğini tam olarak anlayacaksın. O zaman, belki de her şey çok geç olacak.
Umarım bir gün, bir şekilde hayatın sana tüm bunları gösterir, belki de o zaman seninle bir anlamda barışırsın. Ama ben, burada, kaybolan her şeyin acısıyla, seni her geçen gün daha çok özlüyorum.
Hoşça kal,
Bir zamanlar seni en çok seven kişi...
Umarım zaman sana hayatın boyunca yanında olmasına ihtiyaç duyacağın kişiyi geçmişinde nasıl yok ettiğini gösterir..."
#emreyemektuplar#kayıp zamanın izinde#hayatın gerçekleri#geçmişidüşünerekyaşamak#pişmanlık#bir kalbin çöküşü
5 notes
·
View notes
Text
Oyun Kartları | Önsöz
<Eski bir hatıra, veya bir rüyada>
?: (Evden ayrıldığımdan beri güneş kaç kez batıp doğdu? Aradan ne kadar zaman geçti?)
?: (Sayısız insan, gökyüzüne kadar uzanan binalar, gürültürü araçlar—Hepsi duyduğumdan daha da gizemliymiş.)
?: Demek şehir burası.
?: Onu acilen bulup eve geri götürmeliyim.
?: (? Neden her yerde aynı posterden var? Devletin astığı bir uyarı mı?)
?: Hmm. "Bu yılın idol yarışması, SS, çok yakında!"... İdol mü...?
?: (O da ne?! Gökyüzünden bir tür müzik çalıyor!)
?: (Yok, bekle. Sanırım o ses yaslandığım direğin üzerinde duran cihazdan geliyor.)
?: (Burada bilmediğim birsürü tuhaf cisim ve sesler var. Şaşırmam normal olmalı.)
?: Sanki... bambaşka bir dünyaya ışınlanmış gibi hissediyorum...
────────────────────────────
<Ekim ayının bir günü, günbatımı>
Hiiro: Hm...? O ne?
Hiiro: Yumenosaki... sınıf mı? Ama daha az önce şehrin ortasındaydım...
Hiiro: (esner)...
Hiiro: (—Ah, neyse. Sadece rüyaymış.)
Hiiro: (Günbatımı o kadar parlak ki beni uyandırmış olmalı. İyi de ben ne ara uyuyakaldım?)
Hiiro: (Kulüp toplantım bitti, sonra defterimi sınıfta unuttuğumu farkedip almak için geri dönmüştüm...)
Hiiro: (Peki bu kitap ne? Neden sıramın üstünde?)
Tomoya: Ha? Amagi? Bu saatte burada ne işin var?
Hiiro: Ah, Mashiro.
Tomoya: Yeni uyanmış gibisin~ Yoksa sıranda uyuya mı kaldın?
Tomoya: Bana da bazen oluyor, her seferinde kolum uyuşuyor.
Hiiro: Hehe. Neyse ki bana yaşanmadı. Biraz uyku sersemi hissediyorum o kadar.
Tomoya: Hm? O masandaki benim kitabım mı?
Tomoya: Oh be, buradaymış♪
Hiiro: Üstünde "Alice Harikalar Diyarında" yazıyor.
Tomoya: Evet. Ra*bits olarak "Harikalar Diyarı" diye bir etkinliğe katılmak istiyoruz.
Tomoya: "Alice Harikalar Diyarında"n esinlenen büyük bir etkinlik olacak, birçok grup katılıyor.
Tomoya: Tabi, doğal olarak gruplar arasında seçmeler yapılacak...
Tomoya: Ama ondan önce her türlü referansı hazırlayıp göndermeliyiz.
Tomoya: Ben de hazırlanmak için hikayeyi tekrardan okuyorum.
Hiiro: Vay canına...
Tomoya: Şu an Ra*bits olarak "Beyaz Tavşan" kategorisini hedefliyoruz.
Hiiro: "Beyaz Tavşan" mı?
Hiiro: Aa, şimdi hatırladım! Ben uyumadan önce bu kitabı okuyordum!
Hiiro: Beyaz bir tavşan, Alice'in yanına koşup cebinden bir saat çıkarmıştı... Alice de onu takip edip bir deliğe düşüyordu. Oraya kadar okudum.
Tomoya: Aynen. Öyle başlıyor.
Hiiro: Kitabı sana sormadan aldığım için özür dilerim. Başkalarının kitabını izinsiz okumamalıyım.
Tomoya: Önemi yok. Onu başıboş bırakan bendim. Bende sıramın yakınında ilginç bir kitap görseydim merak ederdim.
Hiiro: Teşekkürler, Mashiro. Her zamanki gibi naziksin♪
Hiiro: Ama çok tuhaf. Okumaya başlarken hiç uykum yoktu. Kitabın ortasında uyuyakalmamalıydım.
Tomoya: Öyle mi? Sence de bu son zamanlarda çok yorgun olduğun anlamına gelmez mi?
Tomoya: ALKALOID geçen gün R2'de değil miydi?
Tomoya: Eminim o konserin etkisi hâlâ tam olarak gitmemiştir. Benim de konserden birkaç gün sonra bitkin düştüğüm zamanlar oluyor.
Hiiro: Hmm, olabilir.
Tomoya: Ayrıca ALKALOID geçen yazdan beri çok ilgi görmeye başladı.
Tomoya: Yeni grup kurmak, MDM'e katılmak, bir gecede ünlenmek—Çok güçlü oldupunu biliyorum, ama bunca deneyimden sonra yorulmak gayet normal.
Hiiro: Doğru... İdol işleri dışında ödevlerim de oluyor. Son zamanlarda kendimi fazla yoruyor olabilirim.
Hiiro: Ama bu herkes için geçerli. Benden daha sıkı çalışan insanlar da var.
Hiiro: Bak, sen bile konserlere hazırlanmak hakkında ne kadar şey öğrenmişsin, Mashiro.
Hiiro: Bir hedefin olmasına ve o hedef için çok çalışmana hayranlık duyuyorum.
Tomoya: Yok canım. Gayet normal. Ra*bits'ın lideri olarak görevim bu.
Tomoya: Konusu açılmışken, tavsiye için birini bulmam gerek. Sonra tüm o dökümanlar...
Hiiro: İdollerin işi bir türlü bitmiyor.
Tomoya: Gerçekten öyle. Ana Ra*bits'in başarılı olup olmaması benim elimde.
Tomoya: Böyle düşününce daha çok motive oluyorum.
Tomoya: "Harikalar Diyarı"nda konser verebilmemiz için elimden geleni yapmalıyım!
Hiiro: Hehe. Başarabileceğinize eminim. Ben de size destek çıkacağım...♪
◆ Sonraki bölüm →
2 notes
·
View notes
Text
en son yazdığım postu okuyan M.. kardeşim mesaj attı.. "abla eş seçimi önemli, duyduğun, dinlediğin kadınların hikayelerini baz alarak, bu tür seçimleri önleyici cümlelerin, anlatacakların vardır muhakkak yazar mısın" diye. direkt ona yazmak yerine buraya da aktarmak istedim. yazacaklarıma bir nevi attığım post kaynak olacağı için oradan yola çıkarak yazacağım. belki sonra da çevreden gözlemlediklerimi ve tecrübelerimi de eklerim.
....
bize gelen yardım talebinde bulunan aileler genellikle yetim, onun dışındakilerde orta yaş ve üstü maddi yetersizlik sebebi ile geçinme zorluğu yaşayan, çocuklarının ve kendilerinin her türlü ihtiyacını karşılayamayacak durumda olan kadınlar. ve neredeyse yüzde doksanı da eşleri yüzünden bu halde. ya keyfi çalışmayan adamlar, ya iş beğenmeyenler ya da zaten vasıflı olmadığı için iş bulamayanlar. hal böyleyken, yani kadınlar maddi sıkıntı yaşayınca eşlerinden beklentileri karınlarının doyurulması ve elzem ihtiyaçlarının giderilmesi oluyor. inanın sevgisizliği, ilgisizliği dert edecek konumda değiller, gündemleri bu değil çünkü gerçekten çok zor durumdalar, çaresizler. eş seçiminde yanlış karar verdikleri için de pişmanlar tabi. burası güneydoğu ve çoğunun çocuk yapmada sınırları yok, korunma yöntemlerini günah kabul eden, eşini buna engelleyen erkek sayısı az değil. genellememek kaydıyla kendi konforları, öz bakımları, eğlence ve sosyal hayatları ailelerinden önde gelen adamlar. benciller, taştan ekmeğini çıkarabilecek yapıya sahipler ama yorulmak onlara göre değil. evlerinde, cadde kenarlarındaki kahvehanede otursunlar, hiç yorulmasınlar, bir yerlerden para, yardım gelsin diye beklesinler, kendi çabaları sıfırken hanımlarını tüm yardım kurumlarına muhtaç etsinler vs. bu metinden yola çıkarak söyleyecek olursam, yani eş seçiminde karar mekanizmasını oluşturacak seçenekleri sıralarsak "vicdanlı, merhametli, ne olursa olsun helal daire sınırı içinde nafakasını temin edebilecek beceriye sahip, pısırık olmayan, tuttuğunu koparan, önce ailesinin ihtiyaçlarını giderebilecek kaygısı olan, sevgisini saklamayacak, zorda olduğu ya da herhangi bir konuda sıkıntıya girdiğinde kendi köşesine, içine kapanmayacak, evdekilerle irtibatını kesmeyecek, onlarla dertleşebilecek, kendi kendine gizem yaratıp günlerce iç dünyasında depresif davranmayacak, öfke kontrolu sağlam, adaletli" ve daha birsürü özelliğe sahip olması gereken kişiler.
insan evlilik yolunda adımlar atarken bu yukarıda sayılanların çoğunu göremez aslında. görüştükçe, farklı ortamları beraber paylaştıkça kişinin karakteri az da olsa falsolar verir. ileride çocuklarının babası olacak kişiyi de seçeceği için birsürü konuda gözlem yapması gerekir kişinin. aslında basit gözlemler bunlar. görüşülmeye yeni başlanılan günler diyelim kibarlığını ölçmek mesela "masaya oturacağınız vakit önce sizin oturmanızı bekler mi yoksa lap diye önce kendi mi oturur, yer hususunda fikrinizi alır mı, beraber yürürken size yol veriyor mu, bir yere glrileceği zaman önceliği size veriyor mu, girdiğiniz mekanlarda garson vs muhatap olduğu kişilere nasıl davranıyor, küçümseyici kibirli tavrılar sergiliyor mu, çabuk sinirleniyor mu, onun yanında iken kendinizi güvende mi yoksa tedirgin mi, değerli mi manasız mı hissediyorsunuz. siz konuşurken sizi nasıl dinliyor, dinliyor mu, sevgi cümleleri kurarken yapmacık mı hissettiriyor yoksa gerçekten içten olduğu geçiyor mu size. aile büyüklerine saygılı mı, onlardan nasıl bahsediyor, aile ilişkisi kopuk mu bağlı mı, annesi ile olan yakınlığının sınırı ne biliyorsunuz bazı erkekler annelerine bağımlı yaşıyor öyle mi? "
bu kişi beni sever, sayar, korur, değer ve önem verir, bana zarar vermez, haklarımı gözetlr, hasta olsam ilgilenir, çocuklarımızı çok sever, onlarla oyun oynar, benim hobilerime de saygı duyar, yetemediğim, yorulduğum zaman benimle beraber aynı işi yapar, başkalarının yanında beni rencide etmez.. diyebiliyor musunuz?
inanın sayfalarca cümle kurulabilir. farkındaysanız hep hissel tavırlara takıldım çünkü bir insan birini gerçekten çok severse çokta merhamet eder çok merhametli olan da hiçbir koşulda eşine zarar vermez. bu yazılanlar sadece beyefendiler için gerekli cümleler değil hanımefendiler için de muhatap cümleler. insanlar zamanla tanınan varlıklar, foyaları sonradan çıkan mahluklar da var. Allah en iyisine, en hayırlısına denk getirsin. aklıma gelirse metine eklemeler yaparım. M.. kardeşim posta istinaden bazı fikirler istedi ve mecburen buradaki şahitliklerime dayanarak çıktı çoğu. sonrakiler de tecrübe ve yine çevreden izlenimler.
acizane sürçi lisan ettiysem affola.
selametle
12 notes
·
View notes
Text
Fatih Altaylı"nın ; "Küba'da patates bile yok."
Sözü uzerine ,,
Berna Laçin:
" Bak, ben sana KÜBA'da neler yok anlatayım!
Küba’ya yaptığım yolculuk bir gezi değil, deneyim oldu benim için...
Eşi benzeri olmayan tarihi ve yönetim sistemiyle, kimseye benzemeyen insanların ülkesi burası.
Rom, puro, dans-müzik ve neşe...
Buram buram “gerçek” zenginlik...
❤️ "Çocuğum ne olacak.?" korkusu yok mesela
İnsanın çocuğu için endişelenmemesinden daha büyük zenginlik yoktur herhalde.
❤️ Bu ülkede daha kadın hamileyken, devletin kurduğu hamile merkezlerine gitme zorunluluğu var. 70’li yıllarda, hamile pilatesi başlatılmış bu merkezlerde, ayrıca çocuk bakımı için eğitim veriliyor. Doğan çocuk, devletin sayılıyor.
Her tür sağlık ve eğitim hizmetini devlet karşılıyor. Eğitim de tabii ki eşit.
❤️ Sağlığın için endiselenmiyorsun,örneğin..!
11 milyon nüfusluk küçük bir ada olan Küba, tıp alanında dünyada en üst sıralarda. Çocuk lösemisini yüzde 80 oranında tedavi edebilecek kadar ileriler.
30 bin doktor çalışıyor. Sadece kendi ülkelerine değil, tüm Güney Amerika ülkelerine sağlık hizmeti veriyorlar. Tabii ücretsiz!
❤️ Açlık yok mesela
Devlet, karneyle her aileye ihtiyacı olan yiyeceği dağıtıyor. Tavuk, et, pirinç, patates, şeker... Kişi başı, karnı doyuracak miktar, devlet eliyle veriliyor.
Elbette, çuval çuval değil. Örneğin; kişi başı aylık 2 kilo kırmızı et veriliyor meselâ. Tavuk dersen o daha çok.
Eh bizim ülkemizde asgari ücretle geçinen biri her ay kişi başı 2 kilo et yiyebiliyor mu acaba?
❤️ Işsizlik yok ..!!!!
Devlet herkese iş veriyor. Ve maaşlar arasında yüzde 3’ten fazla fark bulunmuyor. Doktor olmuşsun, garson olmuşsun pek fark etmiyor.
❤️ Sokakta yatan evsiz yok..!
Bana en ilginç gelen bu oldu. “En gelişmiş” diye tanımladığımız ülkeler bile evsiz kaynarken Küba’da bir tane sokakta yatan insan yok.
❤️ Kadına şiddet yok örneğin..!
Zaten genel olarak kavga-dövüş-bağırış-çığırış yok. Korna çalan bile yok.
Hani, belediye suyuna sakinleştirici karıştırıyorlar diyeceğim ama belediye suyu da yok.
Her yer doğal kaynak ve su fışkırıyor. Dönelim şiddete; elbette ufak tefek olaylar oluyormuş ama bir kadına hafifçe dokunmanın cezası bile 5 yıldan başladığı için belki de, öyle şiddete filan rastlanmıyormuş.
Hele “karısını öldüren kocalar var mı” sorusunu sorduğumda, bana sapıkmışım gibi bakmaya başladılar.
“Nereden aklına geliyor böyle şeyler” dedi bana genç bir Kübalı kadın.
❤️ Boşanma yok mesela..!
Çünkü evlenme de yok. Kübalılar genellikle resmi evlilik tercih etmiyor çünkü ayrılmak isterlerse işlemlerle uğraşmak istemiyor. Resmi imzaya gerek duymuyorlar çünkü boşanma sırasında paylaşılacak mal, mülk kısaca nafaka-miras gibi kavramlar yok.
Zaten her şey devletin.
❤️ Ter kokan kimse yok.
Sabun-şampuan karneyle. Hepsi Küba malı. Fazladan almaya kalkarsan pahalı. Ama herkes tertemiz.
❤️ Eğlencesiz gün yok..!
Müzik ve dans her şeyleri. Sanki ibadet gibi. Her ân her yerde eğlence var. Sokaklarda, meydanlarda toplanıp, dans ediyorlar.
❤️ Tarlalarda organik olmayan gıda yok..!
Tavuk çiftliği yok meselâ. Bahçelerde yetişiyor tavuklar, ayağı toprağa değiyor. Tıpkı çocukluğumuzdaki tavuklar gibi lezzetli oluyor.
❤️ "Kazık yeme" korkusu yok.!
E her işletme devletin. Çalışanlar da devlet memuru. Ama bizdeki öğretmen evleri gelmesin aklınıza. Örneğin, Hilton Otel, Devrim sonrası olmuş Küba Özgürlük Oteli. En görkemli şovlar, en güzel caz kulüpler aslında hep devlet işletmesi.
❤️ Ayrıca, Küba’da turistler de devlet koruması altında. Turiste zarar vermek en büyük suçlardan biri.
💙Para yok,cok ilginç..!
Evet para yok! Doktor, aylık 20 Euro karşılığı bir maaş alıyor. Hayır yanlış yazmadım; en yüksek maaş bizim paramızla aylık 60 lira. Az geldi değil mi!
❤️ Şimdi “nasıl geçiniyorlar” diye düşünüyorsunuz.
Ama işte elektrik de 0,50 kuruş. Ev kirası yok, sabundan yiyeceğe temel ihtiyaçlara para harcamak da yok. Hastane masrafı, eğitim masrafı yok! Çocuklara kalem almak bile yok. Lüks yok ama ihtiyaç da yok!
💙 Reklâm tabelası yok.mesela.!
Asla yok. O yüzden Küba sokaklarını fotoğraflamak gibisi yok gerçekten.
💙 İnsan ne ister yaşarken???
huzur güven tabiki...
Kültür, Doğa Edebiyat ve Medeniyet
11 notes
·
View notes
Text
Neyin seçimi?
Ülkemizde seçimlerin değerinin mayıs seçiminde son bulduğunu düşünüyorum. Hala öyle. Parti ayırt etmeksizin vatandaşımız (yüzde 10 kadarını tenzih ederek) aklıyla oy vermediği kesinleşmişti zira o seçimlerde. Bu sebeple de seçimlerle değişecek bir şey kalmadı ülkemizde.
Mayıs seçimleriyle ilgili bu düşüncemin ana kaynağı şuydu: kimi seçeceğimizden çok ülkede olan biten onca şeyi görüp cezalandırma ihtiyacı hissetmeyen başkanını gönülden sevdiği için oy atılmasıydı. Oysa ki ülkeyi yönetenlerin şunu görmesi lazımdı: eğer kötü yönetirsen ne olursan ol seni postalarım diyebilen bir seçim olsun istemiştik. Ama olmadı. Bunda tabi ki seçmenin düşüncesizliğinden çok saçma sapan türk tipi başkanlık sisteminin de kabahati vardı. Ama halkımızın bir tepki koymaması ne yazık ki seçimlerin boşluğu hakkında net bir yargı koymuştu ortaya.
Bu düşüncede olduğum için belediye seçimlerinin bir önemi de yoktu. Hala yok.
Bunu samsunda belediyelerden ince kulislerden haberdar olan birisi olarak söylüyorum. Babamın 40 yıllık belediyeci olması sebebiyle belediyelerin ne tür pislik yuvası olduğunu çok iyi bilirim. Üstüne az da olsa biraz idari hakimlik ekleyince imar rantı falan çat diye görünür oluyor gözlerime.
Umurumda olsa atakumda herkesin imar izni ile uğraşırım. Ama umrumda değil. Misal sel olan dere yatağına pıtır pıtır ruhsat verildi. Büyükşehir mi verdirdi? Evet. Sahilde atakum belediyesinin yalı kafesini aldılar sırf chp kazandı diye. Yerine cafe yaptı büyükşehir. Mahkeme 4 5 defa durdurdu inşaatı. Çünkü kıyı şeridine bu kadar yüksek yapı yapamazsın. Ne oldu durdu mu? Noooo. Yetmedi. Yalı kafenin yeri iller bankasınındı, oradan almak için çok daha değerli araziyi meteorolojinin arsasını belediye iller bankasına verdi takasla. O arsa da sahilde malum. Ne oldu peki. İller bankası anında ihaleye çıkardı. Kim kazandı. Baran inşaat. Ne yapılıyor oraya. Avm. Yaşam merkeziymiş. Tek şerit yolu olan sahile avm yapılıyor. Olacak iş değil. Yeşilyurt gibi. City mallin iznini bakanlığın vermesi gibi. Veriyorsun parayı ruhsat kapında. Yoksa türkiş kavşağı yoğunluğuna otoparkı göstermelik olan bir avm ruhsatı verilir mi? Ne güzel değil mi?
Bunun gibi binlerce olay vardır. İlim yaymadan bir beyfendi başka bir ilçe belediyesine müdür olarak gelir misal. Başlar işine 60 bin tl maaşla. Olur bunlar. Belediyecilik böyle çünkü. Sokarım böyle belediyeye. Puahahaha.
Hepsinin ortak paydası var. Samsun için hiç olmazsa. Ortak payda. Aynı partiden kaynaklı sorunlar olması. He bu demek değil ki chp ya da ip bunları yapmıyor. Yapmak istiyorlardır illa ki. Deveci beyin kardeşini alması gibi. Yanlışın masumu olur mu? Ancak muhalefet belediyelerinin şöyle bir özelliği var ceza kesiliyor. Seçilmiyor. Seçmen ceza kesmekte direnmiyor. Bilet kesiyor. Böyle olması lazım çünkü. Lanet seçimler bunun için var. Bu şehirde büyükşehir belediyesinin mali birim müdürü rüşvetten cezaevinde yattı. Niye rüşvet almış peki? Müteahhitten para almış. Çarşamba ovasına yapılan havanın bir tarafına koyan biyokütle enerji santraline izin veren belediyenin cezalandırılması gerekirdi. Ama cezalandırılmadı. Bu sebeple seçimlerin bir anlamı yok. Amacına hizmet etmeyen bir halk refleksi var zira.
Bu sebeplerle seçim sürecini hiç takip etmedim. Sonuçlara mecburen baktım. Sevindiğim tek sonuç oldu. Üsküdar. Puahahaha. Değişim iyidir. Kuzguncuk..nevmekanların adı değişir mi? İşin şakası bir yana. Sevindik ailecek üsküdara.
Sevgili defter. Bu günü unutma diye notumuzu düştük. Keşife gideceğim mahkemeylen. Vaktimizi bekliyoruz.
Mahkeme demişken. Ulu yüce danıştayımız iddksı kararını vermiş temyiz başvurum hakkında. Göremiyorum şuan kararı. Ama olumsuz olacağı kesin benim nazarımda. Çok acil aym başvurumu hazırlamam lazım. İade davamla ilgili dilekçe yazarken hep küfür moduna giriyorum. Sinirlerim bozuluyor. Bu sebeple bu ara sinir küpü olurum. Bak uzun yargılamadan bir tazminat daha almam lazım. Onu da komisyona bağladılar. Kanunu bir okumam lazım. 7.5 yıl oldu. Vay amk. Koca 7.5 yıl. Lanet 7.5 yıl. Dile kolay. Kalbe zor. Ruha hala yük. Vay anasını ya. Aym harçları ne kadar oldu yahu?
Yargıtay seçimi hakkında da yazarım sana sevgili defter. Bitsin de bi.
Vesselam.
3 notes
·
View notes
Text
✓ Atatürk
Bir İranlı, Ülen Tölge'nin ATATÜRK hakkındaki tespitleri:
Atatürk kimdir?
1- Atatürk üst insandı. Onu herkesle karşılaştırmak doğru olmaz kanımca.
Atatürk’ün vatan sevgisi basit bir ifade olur! Üst insanlarda vatan sevgisi çok farklıdır!
Başka şey olmalı: Vatan kuruculuğu...
Farklı düşünüyorum bu konuda.
Çünkü o zaman sevilecek vatan diye bir olgu yoktu.
Osmanlı’nın yok ettiği ümmetçi karanlık geçmişin harabeleri vardı.
Vatan sadece toprak yığınından oluşmuyor. Vatan, değerlerin zarfıdır.
Peki Atatürk zamanında hangi değerler vardı? Hiçbir değer...
Hiçlik vardı.
İnsan hiçliği nasıl sevebilir?
Atatürk sevilecek ve insanca değerlere zarf olacak bir vatan tesis etmek istedi.
Yüksek ölçüde de bunu başardı.
Çünkü üst insanlar, değerlerin kurucuları olurlar.
O değerlerle de vatan, madde olmaktan, toprak yığını olmaktan çıkarak manevi ölçütlerin yurduna dönüşür. Atatürk´ün kurduğu ve Anadolu´ya armağan ettiği değerlerin O´ndan önce var olduğuna dair hiçbir örnekle karşılaşmadım.
Nelerdi bu örnekler?
2- Cumhuriyet bir değerdir ve Atatürk öncesi yoktu.
3- Laiklik, sadece bir değer değildir, değerlerin üreme ve üretilme olanağıdır ve Atatürk öncesi yoktu.
4- Türkçe bir değerdir ve Atatürk öncesi yoktu. Özellikle benim için önemli olan budur.
Ben bir kaç dil bilirim ve Türkçenin de bir kaç lehçesini bilirim.
Atatürk öncesi Türkçe yoktu.
Felsefeye, fiziğe, tıbba, bütün bilim dallarına girmiş bulunan modern Türkçenin kurucusu Atatürk´tür.
Çağımızda eski Yunan felsefesinden modern Batı felsefesine denli bilgi kaynakları tercüme edilmişse, bunun nedeni Atatürk tarafından insanlık tarihine sunulan ve grameri belli olan Türkçedir.
5- Atatürk öncesi kadın yoktu.
Şeriat esiri ve seks makinası olan, evde oturması gereken, cihat için çocuk doğuran dişi nesne vardı.
Kadına insan onuru kazandıran, yazıp okuması için önündeki şeriat engellerini kaldıran, seçip seçilme hakkı kazandıran Atatürk olmuştur. Atatürk olmuştur ve başka kimse olmamıştır.
6- Atatürk öncesi tarih hafızası olan bir toplum yoktu.
Çünkü tarih bilgisi ve bilinci olan bir toplum yoktu.
10 yıl boyunca TDK başkanlığı yapmış olan felsefeci Macit Gökberk "Değişen dünya, değişen dil" kitabında "Ortaokulu Osmanlı döneminde bitirdim. Anadoluda Selçuklu devletinin de olduğunu Ortaokulu bitirdikten sonra yabancı kaynaklardan öğrendim" diye yazar.
Yani Anadolu toplumunda tarih bilinci ve bilgisi yoktu.
Bu hafıza, bilinç ve bilginin yaratıcısı
Atatürk’tür.
7- Türkler için (Sadece Türkiye Türkleri için değil) Atatürk��ten önce tarihin kendisi de yoktu. Üst insanlar kendilerinden itibaren başlayan tarihin yaratıcıları olmuyorlar. Daha önceki tarihin de kurtarıcıları, aydınlatıcıları oluyorlar. Bu açıdan Atatürk tarihin kurucusu, kurtarıcısı ve aydınlatıcısıdır.
8- Atatürk öncesi Arap töreleri Türk toplumunun beynini öylesine karanlığa gömmüştü ki, iğne deliği denli bir yer bile ışık sızması için kalmamıştı.
Atatürk büyük dinsel aydınlatıcı gibi Kuran’ı Türkçeye çevirttirerek 1000 yıllık katı ve delinmesi güç olan karanlıklara ışık sızdırtmaya çalıştı ve büyük ölçüde başarılı oldu.
Günümüzdeki Osmanlı karanlıklarına dönüşün
macerası başkadır.
9- Atatürk´ten önce edebiyat yoktu, çünkü alfabe yoktu.
Arap alfabesi, sadece Türkçe'nin düşmanı değil, Arapça'nın ve Farsça’nın da düşmanı. Arap harflerinin beyinleri körleştirme sürecini durduran Atatürk olmuştur ve başkası değildir.
Atatürk öncesinde 1000 yıl boyunca Ebu Reyhan El Biruni gibi bilgeler bu alfabeden Orta Doğu’yu kurtaracak kurtarıcı üst insan aramışlardı.
O kurtarıcı Atatürk kişiliğiyle ortaya çıkmıştır.
10 - Atatürk öncesi musiki yoktu.
Osmanlı sarayının saçma ve karmaşık dildeki aruz edebiyatı musiki için asla yatkın değildi ve beyinlere uyuşturucu etkisi bırakmaktaydı. Konservatuarların kurucusu ve eski karanlıklara gömülmüş toplumun estetik zevk algısını aydınlatan Atatürk olmuştur.
11- "Atatürk’ten önce, Tanzimat’tan başlayarak Batılılaşma süreci vardı ve bu süreç Atatürk’ü yetiştirdi" savını kabul edemiyorum.
Çünkü böyle olsaydı, o zaman Atatürk gibi bir önder Batının kendisinde yetişmeliydi?
Ama yetişmedi.
18. YY itibarı ile Rusya’da büyük aydınlanma süreci başladı.
Rusya aydınlanma ve intelenjiyası 19. yüzyılda bütün dünyayı etkisi altına aldı.
Tanzimattan sonra Osmanlı'da Dostoyevski, Tolstoy, Turgenyev, .... gibi dahiler mi yetişti? Yok.
O zaman neden Rusya intelejensiyası Atatürk gibi bir önder değil, Lenin gibi bir terörist yetiştirdi?
Evet, Lenin teröristti ve Çar saltanatını mensuplarının hepsini toptan teröre uğratarak katletti.
Atatürk de Osmanlı hanedanını toptan katledemez miydi?
Ama etmedi.
Hz. Muhammed’in "Yeryüzünde İslam egemen olana dek savaşın!" sözlerine benzer Lenin de "Yer yüzünde işçiler azat olana dek savaşın ve proletar diktatörlüğünü kurun!" dedi.
Ama Atatürk ne Arap, ne de Lenin saçmalıklarına aldırış etti.
Bu saldırgan zihniyetlere karşı "Yurtta barış dünyada barış" söylemini ortaya koydu. Tarihte böylesine bir devlet adamıyla karşılaşmadım ve neler neler...
12- Özetle: Atatürk öncesi yokluk vardı, en önemli ve kıymetli insani ve evrensel değerler yoktu!
ATATÜRK, sadece Türkiye’ye değil, dünyaya eşsiz bir armağandır...
6 notes
·
View notes
Text
Daha önce de yazmıştım sana. O zaman sanırım çok ciddiye almamış, alkollü ve heyecanlı diyreke sallamıştın muhtemelen. Mevzuyu veyahut cesaretimi, içtiklerime bağlayıp geçiştirmiştin o zaman. Haklıydın, ama bunun o zaman da anlamı yoktu tek başına, şimdi de yok. Yeterince içtiğim vakit olanları biliyorsun. Yeterinden fazla içince olacakları bir düşün. Korkma, şu an sönmeye başlasa da içimin al sancakları, iki halin tam ortasındayım. Yine o zaman yalnızlıktan şikayet etmiştim, senin oradaki, benim de buradaki yalnızlığımdan şikayet etmiştim. Hatta sitem etmiştim biraz kadere. Oysa yalnızlıkla kimsesizliğin aynı şey olmasığını, yalnızlığım bilinçli bir şekilde elde edilen bir tür konfor, kimsesizliğin de delirten bir lanet olduğunu anlatmıştım. Bir konuşmamızda sana pek çok dersteki çocukları da anlatmıştım. Kimsesiz olmadığımızı bile bile neden bu kadar sitem ettin diyeceksin. Dertten be kuzum, vallahi derten... Biz kimsesiz değiliz. En azından birbirimiz varız birbirimize. Mesafe, ıssızlık yormuştu belki de beni. O yüzden sitem etmiştim belki, bilmiyorum.
Tepemde enteresan bir bulut kümesi vardı. Önce koyuna, sonra yorgana, sonra da ne olur ne olmaz diye sana benzettim. Bir şeyleri seninle ilişkilendirmeyince kötü hissediyorum kendimi. Demiştin ya hani, ben burada öylece duruyorum, sen ise hayatla beraber akıp gidiyorsun diye. O öyle değil be kuzum. Öyle görünse de öyle değil. Yazdığım her satırda göz kırptım sana. Annemin kurduğu sofralarda içimden hep bir tabak ekledim. Şarkılarda seni dinledim. Şirlerde seni söyledim. Allah şahidim, bir gün beraber yeriz diye dört kıştır hiç nar yemedim. Melankolik bir orta yaş bunalımlısı mı dersin, bıçkın bir kenar mahalle külhanı mı bilmem. İmanın en sevdiğim şartı meleklere iman dediğimde şartsız bir refleksle söylemiştim, ciddiyim. Ciddiyeti her halta sulanan bünyeme yakıştıramasan da. Olsun, parktaki bütün ağaçlar şahit. En az birkaç dostum, en az birkaç yüz şişe, en az birkaç bin kitap, en az birkaç milyon saat kefilimdir. Şarkılardan en çok uçurtmayı, saatlerden en çok 12 yi, ve kadınlardan en çok seni sevdim. Görüşememek ne ki? Ben seni bir gün kavuşuruz diye sevmedim. Ben seni o gün hiç gelmese de vazgeçemeyecek kadar sevdim. Allah gülerse yüzümüze amenna oturu nar yer, narı severiz. Olmazsa da ben yine ne olur ne olmaz diye gördüğüm her güzel şeyi sana benzetirim. Tüm bunlara rağmen olmazsa da eğer, olursa çok güzel olacak. Olmazsa da eğer, uzun bir zaman önce kötü bir şairin yazdığı kötü dizelerle bağlarız mevzuyu. Boktan bir hayata katlanabilmemiz için değil mi kelimeler, yoksa ne işe yarayacaklar? Ben seni severim belki de rabbim buna hazır değil. Her şeyin güzelini sever o, ideal birliktelikler ister. Seninle benim yanyana oturacağımız çekyata ne ilahi adalet sığar, ne de diyalektik. İçime çöreklenmiş sığ bir sığır var benim. Ben seni severim sevmesine de, iş çıkarmasana şimdi, ne gerek var güzelim?
Ali Lidar - Bilinmeyen Bir Adamın Mektubu 2 (2016)
8 notes
·
View notes
Text
୨ ୧ tanrı. . . olmak ne demek ?
Öncelikle uyarmak istiyorum eğer bu kavram size uygun değilse okumayabilir veya tanrı yerine güç vb. kelimler kullanabilirsiniz. 🧿
Tezahürde yeni olan veya bu konuda çok fazla sorun yaşayan insanlarda gördüğüm yaygın bir sorun genellikle "Tanrı" olmanın ne anlama geldiğini tam olarak anlamamalarıdır. Pek çok insan "Sen Tanrısın" sözünü duyar ve bunun özgüvene yardımcı olacak bir tür zihniyet olduğunu düşünür.
Bu sözün ne kadar doğru olduğunun farkında değilsiniz belki. İnsanlar "Siz kendi realitenizin Tanrısısınız" dediklerinde, aslında hangi realitede olduğunuzu seçtiğiniz sürece atıfta bulunuyorlar. 3000 doları tezahür ettirmeyi "denediğinizi" söyleyin. O 3000 dolar zaten var ve onu tezahür ettirerek, ona sahip olduğunuz bir gerçekliğe geçiyorsunuz. Bu nedenle herkes, tezahür ettirmenin kolay olduğunu ve kan, ter ve gözyaşı gerektirmemesi gerektiğini söyler. 3000 $ yaratmıyorsunuz, ona sahip olan bir versiyonunuzla hizalanıyorsunuz. Bu nedenle tezahür kolaydır. Arzularınız zaten var. Siz Tanrısınız çünkü gerçekliğinizin ne olduğunu siz seçiyorsunuz. Başka hiç kimse, hiçbir güçlü varlık, hiç kimse kaderinize veya hayatınızı nasıl yaşayacağınıza karar veremez. Sen seçersin.
˚ ₊‧ ୨ ୧🕯️🤍˚ ₊‧ ୨ ୧🕯️🤍˚ ₊‧ ୨ ୧🕯️🤍˚ ₊‧ ୨ ୧🕯️🤍˚ ₊‧ ୨ ୧🕯️🤍˚ ₊‧ ୨
Tanrı olduğunu bilmek, sadece kendinden emin hissetmek değildir. İçinizde yatan içsel gücün farkına varmaktır. Bir parmak şıklatmanızla her şeyi değiştirebileceğinizi fark etmektir. 3D'nin üzerinde olduğunuzu, nihai güce sahip olduğunuzu, hiçbir şeyin size karşı çalışmadığını kabul etmektir. Kanun her zaman lehinize işler. Kelimenin tam anlamıyla size karşı çalışamaz. Ve inandığınız hiçbir şey bunu da yapamaz.
˚ ₊‧ ୨ ୧
Tanrı olduğunuzu bilmek için, onun tezahürünü görmelisiniz. Kendinizi seçtiğiniz bir gerçeklikle hizalamak. İnsanlar "Sen Tanrısın" dediklerinde bunu kastediyorlar. Realitenizin Yaratıcısının siz olduğunuzu söylediklerinde bunu kastediyorlar. Varsayımlarınız, farkında olsanız da olmasanız da her gün kendini gösterir. Tezahür ettirmek, basitçe bu anlatının kontrolünü ele geçirmek ve bunu bilinçli bir şekilde yapmaktır.
Tanrı olduğunuzda koşulların bir önemi yoktur çünkü onları saniyeler içinde değiştirebilirsiniz. Diğer insanlar önemli değil çünkü onların tüm kişiliğini değiştirebilirsiniz. Dış kaynaklar önemli değil çünkü hiçbir şey ve hiç kimse sizden daha güçlü değil. Hayatınızın her yönünün kontrolü sizde. Tanrı olmanın anlamı budur. Tanrı edimsel güçtür ve siz de Tanrı'sınız.
˚ ₊‧ ୨ ୧🕯️🤍˚ ₊‧ ୨ ୧🕯️🤍˚ ₊‧ ୨ ୧🕯️🤍˚ ₊‧ ୨ ୧🕯️🤍˚ ₊‧ ୨ ୧🕯️🤍˚ ₊‧
Öyleyse benimle birlikte söyle: Ben Tanrı'yım. Bende güç var. Herhangi bir dış kaynaktan yardıma ihtiyacım yok. Kanun her zaman benim irademe boyun eğer. Gerçekliğimin ne olduğunu seçiyorum. Sözlerime aykırı bir şey olması imkansız.🫧🫶🏼
Hepimiz kendi gerçeklerimizin Tanrılarıyız. Sen istisna değilsin. Öyleyse bu kurban zihniyetinden çıkın. Gerçekliğinizi seçtiğinizi kabul edin. Ne kadar güçlü olduğunuzun ve neler yapabileceğinizin farkına varın.
16 notes
·
View notes
Text
cinsel içerikli yazı (muhtemelen aklınıza hangisi değil ki diye geldi, muhtemelen haklısınız) okuma süresi yaklaşık 3 dakika
aeon.co da "13 Things that don't make sense" ile alakalı bir makaleye denk geldim, seksin evrim açısından nasıl bir çelişki olduğuyla ilgili bir paragraf vardı. "şöyle bir durum var: eğer bir canlı, kendi genlerinin devamı için ürüyorsa, neden bunun için (kendi türünde de olsa) başka birine ihtiyaç duyuyor? eşeyli üremede, anne ve baba çocuğun gen havuzunun bir kısmına etki etmek için, diğer kısmından vazgeçiyorlar."
günümüzdeki canlıları ele aldığımızda, bunun cevabı kolay: demek ki zamanında eşeyli (sikişerek) üreme yoluyla oluşan canlılar, diğerlerinden daha iyi adapte oldular ve bu sayede bugünkü canlı türlerinin büyük kısmı böyle. (bu kalıp canlılarla ilgili tüm soruları cevaplayabilir, dikkat ederseniz.) ancak nasıl ve hangi şartlarda soruları hala muallakta. makaleden hatırladığım kadarıyla, yapılan deneyler laboratuvar ortamında sikişerek üremenin daha iyi nesiller ürettiğiyle ilgili net bir sonuç vermemiş.
bence böyle sorular, renkli kitaplara hayvan fotoğrafı basmaktan daha anlamlı bir "evrim teorisi" eleştirisi oluyor ancak bu bilimsel teoriyi insan maymundan gelmiş mertebesinden öte öğrenmek zor geldiği için olacak, pek rating almıyor.
eşeyli üreme evrimsel açıdan bence çok acıklı bir olay. eş bulmak için harcanan enerjiyi, dökülen dili, ayırılan zamanı ve alınan hediyeleri düşünün. (ben erkek tarafıyım, evet.) sonra, ola ola çocuğun %50'si benim genlerimi taşımış oluyor. oturup herkes mitoz bölünerek (sikişmeyerek) ürese güzel güzel, böyle işlerle uğraşmasak olma mıydı? enerjimizi daha yararlı işlerde harcamış ve evliliğin getirdiği sosyal saçmalıkları hiç yaşamamış olmaz mıydık?
işte bu sorunun doyurucu bir cevabı bildiğim kadarıyla yok. makalede birkaç tanesine yer veriyor ancak cevapların, canlı bireylerinin kendilerinden daha üst bir düzen (tür) için yaşamaları gibi bir sonuç çıkıyor. mitoz bölünsek şahsım adına daha güzel olurdu, ancak insan türü açısından evlenip çoluk çocuğa karışmak daha güzel oluyor yani.
bence tür seçilimi pek kabul gören bir düşünce değil, çünkü canlı bireylerin sırf kendi basit menfaatlerini değil, türlerinin akıbetini de düşündükleri gibi bir sonuç çıkıyor ve bu da evrimin temelindeki doğal seçilimle uyumlu değil. doğal seçilim bireyler mertebesinde işleyen bir mekanizma, bireyler sadece kendilerini düşünüyor ve güçlü bireyler türü yaşatmış oluyor. ancak bireyler türü düşünür deyince, bunun nasıl olabileceğini de söylemek lazım ve o daha da göte kazık bir mesele (evet kendime kazık arıyorum) onun için buradan çıkış görünmüyor. en azından bildiğim kadarıyla yok.
makaleyi okurken sex as overfitting protection? diye bir not almışım. bu yukarıdakileri de giriş niyetine yazdım. aklıma gelen bir fikir var: eşeysiz üreme, bireylerin birbirinin (mutasyonlar hariç) tam bir kopyasını çıkarması demek. Bu da çevre şartlarına daha sıkı bağlı bireyler oluşmasına sebep oluyor. belli bir ortamda gelişmiş canlı türü, o ortama azami ölçüde adapte olduğu için, ortam değiştiğinde ayakta kalması daha zor oluyor.
ben biyolog değilim, ancak (sizde ne derler?) makine öğrenimi (machine learning) bilirim. bir model, öğrenme verisine (training data) sıkı sıkıya bağlıysa, test verisinde çakar. matematik kitabındaki bütün sonuçları ezberleyip, sınavda çıkan soruları çözemeyen öğrenciler gibi.
benim bildiğim üzere DNA bir program. bu programı çevre şartlarına azami derecede uygun hale getirirseniz, şartlar değiştiğinde programın çalışması zorlaşır. eşeyli üremenin, DNA'daki programı test edip, öncekinden daha genel ve çevre şartlarına daha iyi adapte olan bir model oluşturduğuna inanıyorum. okuduğum kadarıyla bunu test eden bir deney gerçekleşmiş değil. biyolog olsaydım yapardım. biyolog olmasam da bilgisayar modelleriyle deneyebilirim gerçi ama alan değiştirmek için uygun bir vakitte değilim. buna ek olarak, anne ve babadan gelen genlerin rastgele değil, belli kriterlere bağlı olarak çocuğa geçtiğine inanıyorum. bu kriterleri bilmiyorum ve böyle hiçbir araştırma okumadım. buradaki mekanizmayı çözen, evrimin mutasyonlarının nasıl daha iyi bireyler ürettiğini de açıklamış olur, çünkü doğal seleksiyon işin ikinci adımını açıklıyor sadece. mümkün bütün mutasyonlardan çok az bir kısmı daha iyi bireyler oluşturduğu halde, nasıl oluyor da türler gelişiyor sorusuna da bir cevap olabilir bu. aynı zamanda bireylerin nasıl olup da tür seçilimi yapabildiğini de açıklayabilir. burada hala çok bilinmeyen var.
6 notes
·
View notes
Photo
ÖĞRENDİM Kİ
Şair: Ataol Behramoğlu
Öğrendim ki... Kimseyi sizi sevmeye zorlayamazsınız. Kendinizi sevilecek insan yapabilirsiniz, Gerisini karşı tarafa bırakırsınız. Öğrendim ki... Güveni geliştirmek yıllar alıyor, Yıkmak bir dakika. Öğrendim ki... Hayatında nelere sahip olduğun değil Kiminle olduğun önemli. Öğrendim ki... Sevimlilik yaparak 15 dakika kazanmak mümkün Ama sonrası için bir şeyler bilmek gerek. Öğrendim ki... Kendini en iyilerle kıyaslamak değil Kendi en iyinle kıyaslamak sonuç getirir. Öğrendim ki... İnsanların başına ne geldiği değil O durumda ne yaptıkları önemli. Öğrendim ki... Ne kadar küçük dilimlersen dilimle Her işin iki yüzü var. Öğrendim ki... Olmak istediğim insan olabilmem Çok vakit alıyor. Öğrendim ki... Karşılık vermek Düşünmekten çok daha basit. Öğrendim ki... Bütün sevdiklerinle iyi ayrılman gerek Hangisi son görüşme olacak bilemiyorsun. Öğrendim ki... 'Bittim' dediğin andan itibaren Pilinin bitmesine daha çok var. Öğrendim ki... Sen tepkilerini kontrol edemezsen Tepkilerin hayatını kontrol eder. Öğrendim ki... Kahraman dediğimiz insanlar Bir şey yapılması gerektiğinde Yapılması gerekeni Şartlar ne olursa olsun yapanlar. Öğrendim ki... Affetmeyi öğrenmek deneyerek oluyor. Öğrendim ki... Bazı insanlar sizi çok seviyor Ama bunu nasıl göstereceğini bilemiyor. Öğrendim ki... Ne kadar ilgi ve ihtimam gösterseniz Bazıları hiç karşılık vermiyor. Öğrendim ki... Para ucuz bir başarı. Öğrendim ki... En iyi arkadaşla sıkıcı an olmaz. Öğrendim ki... Düştüğün anda seni tekmeleyeceğini düşündüklerinden bazıları Kaldırmak için elini uzatır. Öğrendim ki... İki insan aynı şeye bakıp Tamamen farklı şeyler görebilir. Öğrendim ki... Aşık olmanın ve aşkı yaşamanın çok çeşidi vardır. Öğrendim ki... Her şartta kendisiyle dürüst kalanlar Daha uzun yol yürüyor. Öğrendim ki... Hiç tanımadığın insanlar, iki saat içinde, senin hayatını değiştirir. Öğrendim ki... Anlatmak ve yazmak ruhu rahatlatır. Öğrendim ki... Duvarda asılı diplomalar İnsanı insan yapmaya yetmez. Öğrendim ki... Aşk kelimesi ne kadar çok kullanılırsa, anlam yükü o kadar azalır. Öğrendim ki... Karşısındakini kırmamak ve inançlarını savunmak arasında çizginin nereden geçtiğini bulmak zor. Öğrendim ki... Gerçek arkadaşlar arasına mesafe girmez. Gerçek aşkların da! Öğrendim ki... Tecrübenin kaç yaş günü partisi yaşadığınızla ilgisi yok, Ne tür deneyimler yaşadığınızla var. Öğrendim ki... Aile hep insanın yanında olmuyor. Akrabanız olmayan insanlardan ilgi, sevgi ve güven öğrenebiliyorsunuz. Aile her zaman biyolojik değil. Öğrendim ki... Ne kadar yakın olursa olsunlar En iyi arkadaşlar da ara sıra üzebilir. Onları affetmek gerekir. Öğrendim ki... Bazen başkalarını affetmek yetmiyor. Bazen insanın kendisini affedebilmesi gerekiyor. Öğrendim ki... Yüreğiniz ne kadar kan ağlarsa ağlasın Dünya sizin için dönmesini durdurmuyor. Öğrendim ki... Şartlar ve olaylar, Kim olduğumuzu etkilemiş olabilir. Ama ne olduğumuzdan kendimiz sorumluyuz. Öğrendim ki... İki kişi münakaşa ediyorsa, Bu birbirlerini sevmedikleri anlamına gelmez. Etmemeleri de sevdikleri anlamına gelmez. Öğrendim ki... Her problem kendi içinde bir fırsat saklar. Ve problem, fırsatın yanında cüce kalır. Öğrendim ki... Sevgiyi çabuk kaybediyorsun, pişmanlığın uzun yıllar sürüyor.
5 notes
·
View notes
Text
🗣️ Nereden Nereye?
Yanlışı, yanlış yerde arayan bir toplum olduğumuzun farkında bile değiliz.
Cumhuriyet devrimleri ile biz o cehalet kabuğunu kırmış çağdaş, medeni, özgüveni yüksek, kim olduğunu hatırlayan, kimseye el avuç açmayan, başı dik, onurlu, birlik ve beraberlikten yana, vatanını ve ulusunu seven dünyada gıpta edilen bir başlangıç yapan toplumduk.
Mustafa Kemal Atatürk gibi bir farkımız vardı. Hala var.
Dünyayı yerinden oynatan fikirlerin sahibi adından her gün dünyanın her yerinde bahsedilen yine tek umut olan ve bizi her zaman tek yumruk yapacak olan bir Mustafa Kemal Atatürk gerçeğimiz var bizim.
Stratejik ve jeopolitik değeri çok yüksek bir vatanımız var.
Kaynakları ve birikimleri hileyle çalınmış olmasına rağmen düşmanların gözü ve hain planları eksik olmayan Anadolu üzerinde yaşamaktan başka da bir yaşam şansımız yok.
Asrın depremi gerçeği bir tokat gibi yüzümüze vurunca biraz umutlandık.
Yalnız bizim birkaç handikap durumumuz var ki o konularda bir türlü kendimize gelecek irade ve cesareti ortaya çıkaramıyoruz.
Gerçeği bize görtermeyen, gizleyen hatta algı operasyonu yapmaktan vazgeçmeyen bize ait olmadığının farkında bile olmadığımız bir medya varken bizim bu fırsatı iyi değerlendirmemiz mümkün değildir.
Çünkü biz ÖZELLEŞTİRME ile bütün gücümüzü bu medyayı bir silah olarak bizim aleyhimize kullanan sermaye ve siyasete kaptırdık.
Bizi medya aracılığıyla yardım toplayan dilenci devlet ve toplum durumuna düşürüyorlar.
Tek yürek olmanın yolu televizyon aracılığıyla sadaka toplamak mı?
Televizyona çıkan insanlar isim ve para tutarı söyleyerek yaptığı iyiliğin reklamını yapıyorlar.
Sağ elin verdiğini sol el görmemeli inancının hakim olduğu bir kültürü ne durumlara düşürdüler.
Vakıf ve dernekler aracılığıyla yapılan yardımlarda aynı rezaletin bir benzeridir.
Devlet bu duruma düşmemek için vardır.
Oysa biz üretim ve hizmet araçlarının tamamının KAMULAŞTIRMA ile sahibi olduğumuz zaman bütün kaynaklar toplum yararına devletin hazinesine girmiş olacak ve devlet hiçbir zaman bu tür bir iğrençliğe konu olmayacaktır.
Devleti SMS ile yardım toplayan bir devlet durumuna düşürmek bu topluma yapılmış en büyük hakarettir.
Oysa biz bir araya televizyonlarda sadaka kutusunu koyarak para toplamak yerine bu sorunu kökten çözüm bulmak adına büyük kararlar almak için Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında gelmeliydik.
Türkiye Büyük Millet Meclisi böyle bir günde büyük kararlar almayacak ise varlığını inkar etmektedir.
Türk ulusu bir dayatmaya boyun eğemez.
Emperyalizmin güdümünde ki televizyonlarda devlet yok şirketler var diyen tehdidin bir silahı ile toplumu yine kendilerine oyuncak ederek yeni oyunlarını sahneye koyuyorlar.
Bugün yaşanacakları bir asır önce okuyan ve bizi buna uygun uyarılar yaparak dikkatli olmamız gerektiğini söyleyen büyük dahi Mustafa Kemal Atatürk'ün dediği gibi olmak istiyor isek;
✓ Türk devletinin, ulusun ve vatanın
yüksek menfaatleri aleyhine olan tüm bozguncu çabaları bertaraf edecek bir duruş ortaya koymak zorundayız.
✓ Alçak, vatansız, parayla vatan sahibi olacağını sanan fitne ve fesatlığın gizli ve kirli emellerine alet olmayacak kadar yüce bir kudretin ordusunun neferleri olduğumuzu unutmamalıyız.
✓ Ve bu hileli saldırılara karşı hoşgörü gösterecek bir ulus olmadığımızı göstermek zorundayız.
✓ Yabancıya toprak, mülk, maden ruhsatlarının ve yurttaşlık satışının devam edildiği bir gerçek ortada iken neredeyse her gün ortak toplum sözleşmemiz Anayasa'ya uygun olmayan karşı çabaları görmezden gelemeyiz. Göç mühendisliği ve demografik yapı değişikliği çabaları bununla birlikte değerlendirildiğinde bu ülkenin birkaç yıl sonra Filistin olması kaçınılmazdır.
Soyduk soyduk kuyruğuna geldik artık son bir darbeyle hedefe ulaşırız sanıyorlar.
Kadim Türkiye Cumhuriyeti devleti ve ulusunun sahipsiz olduğunu mu düşünüyorsunuz?
Sizi işte bu gaflet ve dalalet inadı bitirdi. Son çırpınışlar hiçbir işe yaramaz.
Siz bu yola düğmeyi yanlış ilikleyerek çıktınız.
Emir komuta merkezim bana papaz elbisesi giy derse giyer görevimi yaparım dedikten sonra Müslüman gömleğini çıkartıp üzerine başka gömlekler giyerek müslümancılık oyununa kurban edilmeyecek bir devlet ve ulus ile karşı karşıya olduğunuzu hiç düşünmemiş olabilir hatta sizi sahaya sürenler gerisini ya da sizin karşınıza çıkacak olanları medya, siyaset, sermaye ve para gücüyle satın alarak ortadan kaldıracağını söyleyen şeytanın oğullarına biz o şapkasını bir asır öncesinde olduğu gibi ters giydiririz.
Türk silahsız kuvvetleri Kuvayı Milliye güçleri dağ gibi karşınıza dikilir.
Haddinizi bilin.
Anayasa'ya rağmen tarikat ve cemaatlerin faaliyetlerinin suç olduğu halde devletin içinde şeytanın oğullarının adına çaba göstermelerine göz yuman herkes bir gün bunun hesabını verecek.
Gericilik güç elde etmiş olabilir. Yalnız haklı olamaz.
BOP eşbaşkanı olmanın hesabını vermeden, göğsünüzde gururla taşıdığınız cesaret madalyası varken artık bu ulus size ve sizinle bugüne kadar yol yürümüş kimseye inanamaz.
Devlette israfı önlemek yerine tüm fedakarlığı sürekli hesap vermeden halktan beklemenin artık sonu geldi.
Gösteriş, şatafat, saray, büyüklenmek bu ulusun temsili olamaz.
Ankara gibi bir yere saray yapmış olmanın utancı size yeter.
Atatürk'ün şahsi mirası üzerine vasiyetine aykırı olarak yapılan bu saygısızlık affedilemez. Affetmeyeceğiz.
Türk ulusuna sesleniyorum;
Bizi nereden nereye getirdiklerinin farkında mısınız?
Ya da derin uykunuzdan ne zaman uyanacaksınız?
Bu tür bir tepkiyi kimsenin ortaya koymaya cesaret edemeyeceğini de biliyorum.
] Önder KARAÇAY [
#önderkaraçay#mobbingbank#önder karaçay#mobbing bank#insan#atatürk#devrim#mahşer tufanı#zulüm#türk fırtınası#nereden nereye#kuvvayi milliye#tek yürek#yabancıya toprak satışı#yabancıya mülk satışı#yabancıya maden ruhsatları satışı#yurttaşlık satışı#demografik yapı değişikliği#Filistin olma tehlikesi#BOP eşbaşkanı#papaz elbisesi giymek
2 notes
·
View notes
Text
Bir çocuğum olsa ona bırakacağım hayat sırlarından biri de şu sözler olurdu herhalde.
" İyilerle kötülerin savaşı edebiyatın ve sinemanın içi boş klişesi, yaşadığın gerçek dünyada genellikle şeytanlarla iblisler savaşacak. Hayatının önemli bir sorusu kötülerle kötülerin savaşında senin ne yapacağın olacak. Ne yapacaksın? Kötülerden daha az kötü olanın safında mı katılacaksın savaşa? Milyarlarca insan gibi hareketsizce savaşı seyir mi edeceksin? Seyredersen kim kazanırsa kazansın sen yine kötülerin egemenliğinde kalacaksın. O zaman ne yapmalısın? "
---
Bu soruyla hayatının baharında çocuğu deli etmek bir tarafa...
Yakın tarihe bakınca da iyilerle kötülerin savaşı diye bir savaş görmüyorum.
85 yıl önce Hitler yahudileri katlediyordu. Hitler kötüydü de, Yahudileri "iyi oldukları" için katletmiyordu ki. Öyle hiçte ideal iyi insanlar olmadıkları 85 yıl sonra Filistin'de tescillenmiyor mu her gün?
Avrupa'nın bütün haydutları, İspanyollar, portekizliler, İngilizler... bunların içinde kanun kaçakları, en işsiz güçsüz baş belası takımı Amerika kıtasına gidip orda kızılderilileri en vahşi biçimlerde katlettiler. Bu katiller kötüydü eyvellah ama kızılderililer mi iyiydi?
Benim çizgi romanlarda bile geçer. Kızılderililerin işkence direkleri meşhurdur. Direğe bağlanmaktansa hızlı bir ölümü her esir tercih eder. Kafa dersi toplarlar. İnsanları toprağa gömüp kırmızı karıncalara yem ederler vs vs...
İyiler ve kötüler savaşmıyor.
Savaşlarda anlık olarak zalimler ve mazlumlar var ama bu sıfatlarda o an için geçerli. Sadece o zamanın zalim yada mazlumları. Herhangi bir anda zalimler mazlum mazlumlar zalim olabilir.
Savaşların ve zalimce saldırganlığın sebebi insanın hayvani yanı.
Hayvan gözlemlerim de destekliyor bu teorimi.
Bizim, insanlarca barışın sembolü sayılan güvercinlerimiz var. Elli atmış kuş var. Bunların çoğu bu evde yumurtadan çıktı. Çıktıkları andan beri yuva aramak yem aramak su aramak derdinde olmadılar. Biraderim yemlerini filan yenmeyip çöpe gidecek kadar da çok verir. Kısaca hiç bir eksikleri, hiç bir yoksunlukları yok.
Yem yerlerken onları gözlemlerim. Elli kuşun içinde bir tanesi kendi karnını bile doyurmadan gider kendi halinde yem yiyen diğer kuşlara saldırır. "Siz yemeyin ulan bu yemin hepsi benim olacak" der.
Aç kalsalar filan... bu yem bir gün lazım olur diye açgözlülük etmelerini anlayacağım ama öyle bir şey de yok ki. Aynı yemler her gün önlerinde dolu dolu duruyor.
Sonra o yemi üreten kendileri değil. Uçup uzakta bir yerde bulsa da "hepsi benim" dese eh yine mantıklı ama öyle bir durum da yok.
Başka bir kuş gider suyunu içer sonra orda nöbete başlar kimse içmesin diye gelene saldırır.
Bir diğer kuş yesinler diye ayrıca verdiğimiz kumun başına geçer o da orayı sahiplenir.
Kısaca mantıksız- sebepsiz bir açgözlülükle birbirleriyle kavga ederler, savaşırlar. Hem de aslında kendilerinin olmayan şeyler için savaşırlar.
Yemleri çok kuş yediği için bitmez ama birader alıp getirip önlerine koymasa biter. Asıl böyle biter.
Bunu bilmiyorlar.
Hayvan, içgüdüsüne uyuyor. İçgüdüsü ona diyor ki "baskın tür sen ol, diğerleriyle savaş. Senin karnını doyurmandan bile daha önemlisi onların açlıktan susuzluktan ölmesi. Bunu sağlarsan en güçlü sen olursun, doğada senin yavrularının soyu sürer"
Hayvan bilinçsizce bu çağrıya uyuyor.
İnsan ne yapıyor?
Aynı çağrıya insan da uyuyor. Aynı bilinçsizlikle, aynı düşüncesizlikle, aynı açgözlülükle....
Sonuç: Yaşadığımız vahşi dünya.
Bizim dervişler ve bazı doğu dinleri bu durumu keşfetmiş. "mal da yalan mülkte yalan var biraz da sen oyalan" demişler. Ama bu söz hayvani içgüdüleriyle yaşayanların bilincine seslenmiyor ki! O hayvani coşkusunu yaşıyor. O insan bilincine ulaşmasına milyon yıl var daha.
0 notes
Text
Bölüm 250: Suyun sıcaklığını ancak içen kişi bilir
İmparatorluk Doktoru Wang: "Majestelerine bildiriyorum, bu kulun tanısına göre Dagong'a dahili su rahatsızlığı nüksetmiş. Bu rahatsızlık bedeninde uzun süredir varlığını sürdürüyor. Bu sefer oldukça şiddetli bir şekilde yükselişe geçmiş, korkarım ki..."
Nangong Jingnu bir anlığına donup kaldı. Yüzünün rengi az önceye kıyasla daha da solmuştu. Elini kaldırdı, fakat zorla kendini imparatorluk doktorunun kolunu tutmaktan alıkoyarcasına yarı yolda durdu. Artık geçmişteki zayıflığını gösteren prenses değildi, lakin titreyen sesi her şeyi gözler önüne serdi.
Nangong Jingnu: "Kurtar onu, ben... onun yaşamasını istiyorum. Nasıl yöntemler kullanman gerekiyorsa gereksin, ne tür bir tıbbi malzemeye ihtiyaç duyarsan duy, söylemen yeter."
İmparatorluk Doktoru Wang: "Majesteleri durumu yanlış anladı. Elbette bu yaşlı kulun tıbbi yetenekleri ve imparatorluk hastanesinde bulunan malzemelerle Dagong'un uyanmasını sağlamak zor, fakat... su dondurucu, akciğerler altındır. Altın, suyu kuvvetlendirir... Bu sonsuz bir döngü. Bu sebeple akciğer hastalıkları arasında ateş rahatsızlığı en büyük hasarı verirken su rahatsızlığı tedavisi en zor olandır."
Nangong Jingnu: "Yani şimdi ne olacak?"
İmparatorluk Doktoru Wang'ın suratı sıkıntılı bir hal alırken dikkatlice şöyle dedi, "Bu yaşlı kulun fikrince... Bu yaşlı kul haddini aşarak bir şey söyleyecek. Dagong kurtarılabilse bile ilaçlar hayatının kalanında Dagong'un yaşamının başlıca bir parçası haline gelecek. Sürekli kuvvet ilacı ve bakım gerekli olacak. Ayrıyeten, bu su rahatsızlığı çok uzun süre tedavi edilmeden kalmış. Artık tek seferde ve temelli olarak tedavi edilmesinin bir yolu yok." İmparatorluk Doktoru Wang bu noktaya kadar anlattıktan sonra bir iç çekti. Her ne kadar Qi Yan'ın kimliğinden şüpheleniyor olsa da, hekimlerde ebeveynlik duygusu olurdu. Qi Yan'a daha önce su rahatsızlığı için uygun ilaçlar verilmiş ve özenli bir bakım gösterilmiş olsaydı böylesine kötü bir noktaya gelir miydi hiç?
Geçmişte Qi Yan'dan sorumlu doktor hep Ding You olmuştu. İmparatorluk Doktoru Wang olanlardan sonra gidip özellikle Qi Yan'ın geçmiş sağlık kayıtlarını okumuştu. Fark etmişti ki Ding You gizlice su rahatsızlığını baskılayacak birkaç tıbbi malzeme ekliyordu. Reçete zekice yazılmıştı: rahatsızlık hakkında bilgisi olmayan biri reçeteye bakınca tuhaf hiçbir şey göze çarpmazdı. Buradan açıkça anlaşılıyordu ki Ding You reçetenin üzerine epey kafa yormuştu.
Ama sorun şuydu ki o birkaç malzeme aslında güçlü maddeler değildi. Yalnızca hastalığı baskılama ve geciktirmede işe yarıyordu. Onca yıldır yapılan tek şey, mevcut durumu korumaktı...
Ama İmparatorluk Doktoru Wang asla Nangong Jingnu'nun yanında böyle şeylerin bahsini açmaya cüret edemezdi çünkü bunun mesuliyeti imparatorluk hastanesine yüklenirdi.
Elinden tek gelen, kendi kendine pişmanlık duymaktı. Vakitlice bir derman bulunabilseydi belki de bugün bu kadar ağır bir hale gelmezdi.
Nangong Jingnu'nun yüzündeki ifade gevşerken derin bir nefes verdi. Her ne kadar kalbi hala delicesine acıyor olsa da, en azından Qi Yan'ın hayatı tehlikede değildi. Paha biçilemez hazineler ve nadir bulunan malzemelerde ne vardı? Yüce Wei Krallığı Qi Yan'ın gereksinimlerini karşılayamayacak mıydı sanki?
Nangong Jingnu endişeyle bir daha sordu, "Bu rahatsızlık... onun yaşam süresini etkileyecek mi?"
İmparatorluk Doktoru Wang sakalını sıvazladı, "Bu yaşlı kulun tıbbi yetenekleri... ve Dagong'un sağlığıyla dikkatlice ilgilenecek bir uzman hekim söz konusu olduğunda ortalama bir yaşam süresi elde etmek çok da zor olmayacaktır. Ama..."
Nangong Jingnu'nun daha yeni sakinleşen kalbi bu "ama" ile bir kez daha sıkışmıştı. İnce kaşları hafifçe çatıldı, sesinden bir miktar öfke okunuyordu, "Ne diyeceksen tek seferde söyle, lafı dolandırma."
İmparatorluk Doktoru Wang: "An-Anlaşıldı. Ama... Üst seviye bir bakım bile sağlansa bu su rahatsızlığı hâlâ nüksedebilir. Bu kul az önce de söyledi... Yin yang ve beş element birbirini ya kuvvetlendirir ya da nötrleştirir. Altın suyu kuvvetlendirir, bu sonsuz bir döngü. Bu sebeple gelecekte su rahatsızlığı zaman zaman Dagong'a eziyet etmeye devam edecek. Sık sık öksürük, göğüste sıkışma, nefes darlığı ve baş dönmesi meydana gelecek. İnsan vücudundaki yin ve yang enerjilerinin sorunsuzca akabilmesi tamamen soluklanmaya dayanır. Soluklanma aksadığında... başka sorunlar da baş gösterir. Zihin önceden olduğu kadar berrak işleyemez ve kişi unutkanlaşır. Yazınsal yeteneği de... zamanla körelecektir."
Nangong Jingnu'nun tepki vermesi biraz zaman aldı, sonrasında sinirle, "Bu su rahatsızlığının Yuanjun'un zihnini etkileyebileceğini mi söylüyorsun yani?" dedi.
İmparatorluk Doktoru Wang'ın başıyla onayladığını gören Nangong Jingnu kalbinde saplı bir bıçak bükülüyor gibi hissetti. Aldığı nefesler bile artık düzensizdi.
Dönüp yatakta yatan ve derin bir uykuda olan Qi Yan'a baktı. Bu kişi böyle bir neticeyi hayatta kabullenemezdi. Bir önceki saltanat da dahil, yüce Wei Krallığı'nın kuruluş tarihinde İki Birincilik ile Bir Çiçek unvanını almış kişiler hâlâ bir elin parmaklarıyla sayılabilirdi.
O aslında bir kabile yerlisiydi. Wei Krallığı'nın dilinde konuşmayı, okumayı ve yazmayı öğrenmeye sekiz yaşında başlamıştı. Bugün sahip olduğu başarıları elde etmek için ne kadar çaba sarf ettiği ve ter döktüğünü anlamak zor değildi. Meclis onun krallığını yok etmiş ve yuvasını yıkmıştı, Wei Krallığı'ndan gelen bir öncü asker ise onu Luo Nehri'ne atlamaya zorlamıştı, bu da su rahatsızlığı taşımasına yol açmıştı. Ve şimdi de bu hastalık en çok gurur duyduğu yeteneğini elinden alacaktı. Qi Yan bunu nasıl kabullenebilirdi ki?
Nangong Jingnu Qi Yan ile geçmişlerine dair ufak tefek anıları hatırlamaktan kendini alamadı. Her şeyi kontrolü altında tutup duruma göre strateji oluşturduğu büyüleyici tavrı, çağlar boyu eşine ender rastlanan bir yetenek.
Tüm bunlar... sonuç olarak yok olup gidecek miydi?
Nangong Jingnu aslında Qi Yan'ın zarif duruşunun artık eskisi gibi olmamasını dert etmezdi. Bundan böyle ahmak ve saf birine bile dönüşse kesinlikle en ufak bir hoşnutsuzluk dahi duymazdı. Bu hayat ve bu dünyada...
Bu noktaya kadar düşünen Nangong Jingnu'nun kalbi bir kez daha yerinden oynar gibi oldu. Bu kişi... bir kadındı!
Aklından neler geçiyordu böyle? Bu kişi açık bir biçimde kadındı, iki kadın nasıl bu hayat ve bu dünyada birlikte olmaktan söz edebilirdi...
Hemen ardından, Nangong Jingnu'nun aklına er-jie'si geldi. Xiao-Die'den bahsederken gözlerinde oluşan parıltıyı ve tebessümündeki neşeyi. Sessizliğe büründü.
Nangong Jingnu sabit bakışlarla dikkatlice Qi Yan'ı seyrediyordu. İmparatorluk Doktoru Wang'ın gidip ilaç kaynatmak üzere müsaade isteyen sesini bile duymamıştı.
Qi Yan hâlâ aynı kişiydi. Aynı gözler ve kaşlar, aynı suret, aynı çehre. Sol yanağındaki eskiden kalma yara izi epey silikleşmişti ve hâlâ aynı yakışıklı güzellikteydi.
Uykusunda son derece huzurlu görünüyordu, erkeklerde olmayan bir yumuşaklığı vardı.
Meğer... o baştan beri hep aynıydı. Sonuç olarak bunca zaman asıl kendisinin gözleri yanılgıya düşmüştü.
Nangong Jingnu'nun bakışları daha sonra Qi Yan'ın göğsüne kaydı. Daha önce göğsündeki yanığı görmüştü, onu kandıran şey de tamamıyla bu düz göğüstü. Nangong Jingnu'nun kalbi tekledi. Aklına Qi Yan'ın daha önce, kadınsal özelliklerini baskılamak için zamanında garip bir zehir içtiğini söylediği geldi. Ve bu yüzden, "Bu su rahatsızlığından başka herhangi bir sağlık sorunu var mı?" diye sordu.
Hiçbir cevap gelmedi. Meğer İmparatorluk Doktoru Wang artık odada değildi.
Nangong Jingnu bir anlığına şöyle düşündü: bu mevzu Qi Yan'ın kimliğini ilgilendirdiği için saraylar bölgesindeki insanların tuhaf bir şeyler fark etmemesini sağlamak en iyisi olurdu. Halk arasından Qi Yan'ın sağlık durumuyla ilgilenecek yetenekli birini bulmak için Huainan'daki durum yatışınca bir imparatorluk afişi dağıtacaktı. Ama bundan önce su rahatsızlığının icabına düzgünce bakılmalıydı.
Nangong Jingnu'nun haberi olmadan önce Qi Yan'ın ne kadardır uyuduğunu kimse bilmiyordu fakat sonrasında iki tam gün ve gece boyunca uyudu. Huainan'dan gönderilen askeri raporlar ardı arkası kesilmeden geliyordu.
Altı bakan ve Baş Katip Xing Jingfu krallık deposunun durumu hakkında bir müzakere yapmıştı. Düşündüler ki eğer meclisin açık düşmanlık ilan etmesinin hiçbir yolu yoksa Majesteleri Kadın İmparator'un bu ayaktakımını sakinleştirmek, halka yansıyacak ikincil zararı azaltmak ve bu ayaktakımı birliklerin daha da büyüyüp güçlenmesini önlemek için bir an evvel suçu kendi üstüne alan bildiriyi yapması gerekiyordu. Yoksa meclis ve krallık tehlikeye girecekti.
Nangong Jingnu her zamanki gibi raporları teslim aldı, fakat sessizliğini korudu. Son iki gündür kendine hiç vakit ayırmadan Qi Yan'la ilgilenmişti. Meclis vazifeleriyle ana odada ilgilenmek için imparatorluk çalışma odasındaki imparatorluk masasının Chengchao Sarayı'na taşınmasına karar vermişti.
İki gündür Huainan'dan gelen harp meydanı raporları hiç de iyiye işaret etmiyordu. Huainan'dan buraya varmak düzenli olarak kamçılanan, hızlı bir atla bile on gün civarı sürüyordu. Asıl durum, rapor edilenden çok daha kötü olabilirdi.
Fakat Nangong Jingnu kalbindeki bir hisse tutunuyordu. Suçu kendi üstüne aldığını duyuran bildiriyi yapmaya karşıydı. Xing Jingfu da Nangong Jingnu'nun aklından geçenleri anladığı için imparatorla görüşüp şu tavsiyeyi verme amacıyla saraya geldi: en yüksek pozisyonda bulunan kişi tüm dünyayı kucaklamaya, halkın dayanamayacaklarına dayanmaya ve dünyadaki diğer insanların omuzlayamayacağı ağır yükü omuzlamaya yetecek bir hoşgörü taşımalıydı. Bu yaşlı yetkili biliyor ki Majesteleri krallığı refaha kavuşturmak için çok büyük bir çaba sarf etti. Majesteleri siyaset konusunda oldukça azimli ve halkı önemsiyor, ama...
Nangong Jingnu Xing Jingfu'nun sözlerini dinlediğinde kalbi daha da buruk bir hisle doldu. Yeterince hoşgörü duymamasının sebebi gerçekten de kadın olması mıydı?
Nangong Jingnu Xing Jingfu'ya cevap vermedi. Qi Yan'ın uyanmasını beklemek ve onun fikrini duymak istiyordu. Eğer Qi Yan da onlar gibi düşünüyorsa, o zaman... bu durumu kabullenecekti.
Üçüncü günün sabahında Nangong Jingnu seslenilerek uyandırıldı. Yine sabahlayarak çalışmıştı, bu yüzden hava aydınlanmaya yakın biraz kestirmek için masanın üzerine eğilmişti. Çatık kaşlarıyla neşeli görünen saray hizmetçisine baktı, "Ne var?"
Saray hizmetçisi yere diz çöktü, "Majestelerine bildiriyorum, Dagong gözlerini açtı!"
Nangong Jingnu aniden oturduğu yerden kalktı, ardından büyük bir hızla ana odadan çıkıp doğruca yatak odasına gitti. Raporların üzerini sarı ipek kumaşla örtmeyi bile unutmuştu. Neyse ki yeni göreve alınmış kıdemli danışman hadım üzerine düşeni biliyordu. Odanın kapılarını kapatarak giriş kısmında nöbet tutmaya başladı, hiç kimseyi içeri almayacaktı.
Nangong Jingnu imparatorluk giysisinin uzun eteğini arkasında sürüklerken paravan fanı taşıyan hadım ağaları ufak ve sık adımlarla onu takip ediyordu. Nangong Jingnu hızla yatak odasına girdi, "Yuanjun!"
Qi Yan hasta olduğu her halinden belli olarak arkasındaki yastıklara yaslanmıştı. Nangong Jingnu'nun içeri girdiğini görünce kehribar rengi gözlerindeki ışık titreşti, ardından dudaklarına solgun bir gülümseme yerleştirdi, "Majesteleri."
Qi Yan'ın ciddi ciddi yataktan çıkma niyetiyle battaniyeyi bir kenara ittiğini gören Nangong Jingnu çabucak yatağın yanına geldi ve öfke ile kalp acısı duyarak, "Kalkma! Ne halde olduğunun farkında değil misin, önemsiz bir saygı kuralına uymaya ne gerek var?" dedi. Sözleri sert olsa da, ses tonu kısık ve uysaldı. Azarlamaya dair en ufak bir şey bile yoktu.
Qi Yan battaniyeyi olduğu gibi bıraktı, "Anlaşıldı."
Uzun süren bir sessizliğin ardından ilk konuşan Qi Yan oldu.
Qi Yan: "Mecliste bir şey mi oldu?"
Nangong Jingnu'nun gözlerinde şaşkınlık belirdi, sonra kaşlarını çattı, "Saray hizmetçilerinden biri yetiştirdi mi hemen?" Arka Saray ne siyasete müdahale edebilir ne de siyasi müzakerede bulunabilirdi. Qi Yan'dan başka hiçbir saray hizmetkarının düşüncesizce siyasi meseleleri tartışma izni yoktu.
Qi Yan kalbinin sıkıştığını hissettiğinden, bir iç çekti, "Majesteleri zayıflamış ve de bitkin görünüyor."
Bunu duyunca Nangong Jingnu'nun kalbindeki sıkıntı bir sebepten dışarı çıkmak istedi. Başıyla onayladı ve hiç sansürlemeden anlatmaya başladı, "Huainan'da bir savaş başladı. Bir güruh 'Zhenqian ordusu' diye bir ordu kurdu ve en son dün ulaşan raporda güruhun iş birliği içerisinde çalışarak çoktan üç kale şehrini ele geçirdiği yazıyordu. Birlikleri gün geçtikçe büyüyüp güçleniyor. Huainan Genel Valisi ayaklanmayı bastırmak için bir ordu gönderdi ama meclisten açık bir emir almadıkları için askeri taarruza geçmediler. Her ne kadar kışın Huainan başkentten daha sıcak olsa da, bitkiler ve ağaçlar sararıp dökülecek neticede. Ordunun düzenli ve eş zamanlı ilerlemesi oldukça zor olacaktır. Ayrıyeten bu güruhu oluşturanların çoğu oranın yerlisi. Bir çimenliğe onlar hükmediyor, arazi şartlarına aşinalar ve şehirde çok sayıda akrabaları ya da eski tanıdıkları var. Her bir hareketin haberini alıyorlar, bu sebeple yapılan birkaç isyancı bastırma girişiminin neredeyse hiçbir etkisi olmadı. Meclisin daha fazla askeri ve generali olsa da, arazi açısından avantaj o güruhta. Açık düşmanlık ilan ettiğimiz anda hiç kuşkusuz inişli çıkışlı bir savaş yaşanacak. Büyük ordu bir kez yola çıktı mı savaşı kazanmak zorunda, aksi halde imparatorun yetkisi tamamen kaybedilmiş olacak. Ama eğer savaş başlarsa bir aylık masraflar yetmiş beş bin liang gümüşü bulacaktır. Meclis kap kacak ne varsa ezip hurda olarak satsa bile ancak üç aylık masrafı karşılayabiliriz. O yüzden..."
Qi Yan doğal bir tavırla cümleyi tamamladı ve yavaşça, "O yüzden o yaşlı yetkililer Majestelerinden güruhu yatıştırmak için suçu kendi üstüne alan bir bildiri yayımlamasını mı istedi?" dedi.
Nangong Jingnu Qi Yan'dan bunu duyduğuna hiç şaşırmamış, üstelik biraz rahatlamış ve umutlanmıştı: Belki de... imparatorluk doktoru abartıyordu. Bu kişi gayet iyi durumda değil miydi?
Nangong Jingnu başıyla onayladı.
Qi Yan: "Majestelerinin fikri nedir?"
Nangong Jingnu Qi Yan'ın varacağı kanıyı etkilemek istemediği için, "Önce senin fikrini duymak istiyorum," dedi.
Qi Yan: "Bu kulun fikrince... bu suçu kendi üstüne alan bildiri asla yapılmamalı."
Nangong Jingnu afallamış ve kalbini kaplayan bulutlar tamamen dağılmıştı. Telaşla, "Neden?" diye sordu.
Dışarıdan gelen ani bir bildiri, konuşmalarını böldü, "Majesteleri, meclis toplantısı vakti geldi."
Nangong Jingnu: "Qiu..." Bu tek kelimeden sonra aniden durdu. Nangong Jingnu Qiuju'dan bugün meclis toplantısına katılmayacağının bilgisini iletmesini isteyecekti. Zaten o yaşlı yetkililerin onu suçu kendi üstüne alma bildirisini yapmaya ikna etme çabasından başka bir şey gerçekleşmeyecekti.
"Qiu"yu oluşturan tek karakter, aralarında nadir oluşan sıcaklığı yok etmişti. Ortam sessiz bir hal aldı.
Ne Nangong Jingnu bir şey söyledi ne de Qi Yan.
Qi Yan'ın Qiuju, Chen Chuansi ve Xiahe'yı başka yere yollamasının üzerinden biraz vakit geçmişti. İkisi de sözsüz bir anlaşma yapmışçasına bir daha bu konuyu açmamıştı, fakat ne de olsa Qiuju uzun yıllardır Nangong Jingnu'nun yanında hizmet veriyordu. O mevcudiyet kısa bir zaman diliminde hiç olmamış gibi davranılabilecek bir şey değildi.
Qi Yan inatla Nangong Jingnu'ya asıl durumu anlatmamayı seçiyordu. Bir yandan Sifang bankasını deşifre etmek istemiyordu, diğer yandan ise biliyordu ki Nangong Jingnu'nun yumuşak bir kalbi vardı. Hâlâ hayatta olduklarını öğrenirse kesinlikle onları buraya geri getirttirirdi, sonrasında ise hayatı yine tehlikeye girerdi.
O yüzden bu mesele zamanla ikisinin arasında saplı görünmez ve ulaşılamaz bir diken haline gelmişti. Kazara hareket ettirildiğinde can yakıyordu.
Qi Yan: "Majesteleri önce gidip meclis toplantısına katılmalı. Şu an savaş dönemindeyiz. Majesteleri sebepsiz yere meclis toplantısını es geçerse diğer insanlara dedikodu malzemesi vermiş olur."
Nangong Jingnu başını başka yere çevirdi, "Mm. Az sonra ilacını iç, kahvaltı için beni beklemene gerek yok. Bana ayrı hazırlarlar, meclis dağıldığında tekrar geleceğim."
Qi Yan: "Mm."
... ...
Nangong Jingnu gittikten sonra Qi Yan şakaklarını biraz ovuşturdu. Başından zonklayan ve sızlayan bir acı yayılıyordu. Çok uzun süre boyunca uyuduğu için midir bilmiyordu ama uyandığında zihni allak bullak haldeydi ve dili de kasılmış gibiydi.
Neticede tam da Nangong Jingnu'nun tahmin ettiği gibi olmuştu. Altı bakan ve Baş Katip toplantı sırasında Nangong Jingnu'dan bir kez daha suçu üstlenme bildirisi talep etmişti. Nangong Jingnu meclis toplantısını apar topar sonlandırmış ve derhal Qi Yan'ın yanına dönmüştü. Fakat Qi Yan'ı daha öncekiyle aynı pozisyonda otururken bulmuştu— hâlâ yatağın ön kısmındaki yastıklara yaslanıyordu, ama şimdi uyuyakalmıştı.
Nangong Jingnu dudaklarını sımsıkı kapattı. Yatağın kenarına oturdu, ardından Qi Yan'ı hafifçe dürttü, "Yuanjun?"
Qi Yan gözlerini açtı. Önündeki kişiyi net bir şekilde gördüğünde başını çevirip camdan dışarı baktı, "Majesteleri sabah toplantısından döndü mü? Nasıl tekrar uyuyakaldım ben?"
Nangong Jingnu kendini soğukkanlılığını korumaya zorlayarak açıkladı, "İmparatorluk doktoru ilacın sakinleştirici özellikleri olduğunu söyledi, o yüzden baş dönmesi yapabilir."
Qi Yan istemsizce tekrar iç çekti, ardından duruşunu dikleştirdi, "Bu kulun kanaatince Majestelerinin iki sebeple suçu üstlenme bildirisi yapmamas�� gerek. İlki, bu güruhun kendine 'Zhenqian ordusu' demesi. Majesteleri suçu üstlendiğini duyurursa onları sakinleştirmemekle kalmaz, yeni yoldaşlar bulmak ve kendilerini güçlendirmek için bir sebep de verir. İkincisi ise her ne kadar Majesteleri soylu kadın imparator olsa da, Majesteleri bir kadın sonuç olarak. Her zaman erkekler tarafından hükmedilmiş bu dünyada... Majestelerinin ömür boyu yaptığı her bir hata abartıldıkça abartılacaktır." Bu noktaya kadar konuşan Qi Yan uzun bir iç çekti ve yavaşça devam etti, "Majestelerinin temeli gitgide güçleniyor olsa da kim bilir kaç erkek, talebe, savaşçı, tüccar ya da halktan insan tepelerinde bir kadının durmasını hâlâ aşağılayıcı bir şey olarak görüyordur. Bu ayaktakımı ayaklanması da bunu bir miktar kanıtlar nitelikte. İnsan kalplerini öngörmek zordur, dönekliği ve fenalığı buradan anlaşılıyor. Derler ya insanların ağzını tıkamak nehrin akışını durdurmak gibidir. Halkın çıkardığı yaygara metali eritebilir; bir cümle bir insanı mahvetmeye yeter. Bu dünya erkeklere karşı son derece hoşgörülü, kadınlara karşı ise açıklanamaz bir şekilde sert. Eğer Majesteleri erkek olsaydı suçu üstlenme bildirisi sana çağlar boyu iyi bir nam kazandırabilirdi. Bu günlerde her şey tersine döndü, yani sonuç da tam tersi olacaktır. O yüzden bu bildiri yapılmamalı."
Nangong Jingnu bunları dinledikten sonra zihnine bilgelik dökülmüş gibi hissetti. Önceden kalbinde hep iç sıkıntısından başka belirsiz bir endişe vardı. Qi Yan'ın dikkat çektiği noktaları dinledikten sonra birden aydınlandığını hissetmişti.
Nangong Jingnu sonrasında, "Bu şey işe yaramayacağına göre, meclis isyanı nasıl bastırmalı?" diye sordu, "Çözüm kesinlikle yokmuş gibi davranmak değil."
Qi Yan elini kaldırıp alnını tuttu. İnce parmaklarını şakaklarına bastırdı, uzunca bir süre geçtikten sonra şöyle dedi, "Bu kul bir plan hazırladı... Ama gerekli yöntemler biraz zalimce kaçabilir. Majesteleri bunu kabul ediyor mu?"
Nangong Jingnu bir an sessiz kalsa da sonra başını sallayarak onayladı.
... ...
Qi Yan Nangong Jingnu'ya planını anlattı ve Nangong Jingnu bunu gerçekten de biraz zalimce buldu. Fakat kesinlikle dahice bir plan olduğu söylenebilirdi.
Huainan bölgesinde nadiren kar yağardı, bu yüzden orada en kuru geçen mevsim kıştı. Qi Yan Nangong Jingnu'dan Huainan'a gizli bir emir göndermesini istemişti. Rüzgarlı bir gece ve o gecede bir saat belirleyip seçilmiş kişilere dağları ateşe verdirteceklerdi. Yangını aynı anda başlatmaları gerekiyordu. İçinde yerel askerlerin de olduğu bir cellat birliği kurulacaktı. Onlara büyük vaatler sunulup aileleri ve akrabalarının güvenliği sağlanacaktı. Tam o gece bu birlik o güruhun ele geçirdiği kale şehirlerine sızarak düşman liderlerine yönelik kelle uçurma operasyonunu başlatacaktı.
Eş zamanlı olarak yerel aksanla konuşan ve dağlardaki yangından kurtulup gelmiş, o güruhtan biri kılığındaki askerler gönderilecek ve yardım istemek için ele geçirilmiş şehirlerde bir araya geleceklerdi.
O askerler şehirlere girdiklerinde çaktırmadan çeşitli noktalarda çıkan bu yangınların göklerden gelen alevler, göğün gazabından kaynaklı ilahi bir ceza olduğuna dair bir söylenti yayacaklardı.
Qi Yan bu noktaya kadar anlattıktan sonra bakışlarını aşağı çevirdi. Dudaklarının kenarları bir miktar kıvrılırken gözlerinden belli belirsiz ve fark edilemez bir hüzün geçti. Zamanında bu "göklerden gelen büyük yangınlar" planını onun üzerinde de kullanmıştı...
Krallık deposunun şu an bu kadar boş olmasına az ya da çok Weiyang Sarayı'nın, yani şimdiki Chengchao Sarayı'nın yeniden inşası neden olmuştu... Nangong Jingnu ona saraylar bölgesindeki en güzel saray odasını vermişti, bunun Qi Yan'a ayrı bir azap çektirdiğininse farkında bile değildi. Qi Yan sabahları gözünü açıp da bu saray odasını gördükçe geçmişte yaptığı şeyleri hatırlıyordu.
Nangong Jingnu'nun gözlerindeki şok ifadesi geldiği gibi gitti. Böyle yöntemler kullanmak ona yakışmasa da Nangong Jingnu kabul etmek zorundaydı ki bu dahiyane bir plandı.
Dünya üzerindeki birçok general "Savaş Sanatı"nı altın kural olarak görüyordu. Fakat bunu akıllarına kazıdıkları halde iş gerçek savaşa gelince unutuveriyorlardı. "Savaş Sanatı, Savaş Hilesiyle Saldırmak"tan alıntı yapacak olursa: "Generalliğin en yüksek biçimi düşmanın planlarına ket vurmak, ikinci biçimi düşman birliklerinin bağlantı noktasını bozmak, ondan sonrası düşman ordusuna harp meydanında saldırmak, en kötü hareket tarzı ise surlu şehirleri kuşatma altında tutmaktır. Mümkünse kişi surlu şehirleri kuşatmaktan kaçınmalıdır."
Basitçe söylemek gerekirse generalliğin en yüksek biçimi, düşman birliklerini savaşmadan yenmekti.
Ve meclisin önemli yetkilileriyle Huainan Genel Valisi meclisin bir an evvel kaybedilen kale şehirlerini yeniden alması gerektiğini düşünüyordu, bu da Sun Tzu'ya göre: başka seçenek kalmayınca başvurulacak bir yöntemdi.
Qi Yan yumruğunu dudaklarına bastırarak birkaç kez sessizce öksürdü. Nangong Jingnu endişeyle, "Bir yerin mi ağrıyor? Bir bakması için imparatorluk doktorunu çağırayım mı?" diye sordu.
Qi Yan: "Sorun yok, sadece bu kulun biraz boğazı kaşındı. Bu kul daha lafını bitirmedi, daha planın yarısındayız."
Nangong Jingnu kalkıp Qi Yan için bir kap su doldurdu. Qi Yan'ın suyu içip bitirmesini izledikten sonra, "Dinliyorum," dedi.
Qi Yan: "Bu kulun az önce anlattıkları sadece hazırlık aşamasıydı. En önemli kısım 'boyun eğdirme'. O ayaktakımını tekrar topluma katmak en öncelikli iş."
Nangong Jingnu sessizce iç geçirdi, "Bunu bilmiyor muyum sanıyorsun? Huainan zengin ve yoğun nüfuslu bir bölge, ayrıca yüce Wei Krallığı'nın tahıl ambarı. Huainan'daki dengesizlik meclisi ve krallığı da sarsar. Öncesinde aklıma birkaç yol geldi, en dolaysız ve etkili yöntem kazanç vaadiyle tuzağa düşürmek olur. Ama şu an krallığın deposu boşa yakın. Üç yıllık genel af henüz dolmadı, ama af sürdüğü halde isyan çıkarmadılar mı?"
Qi Yan: "O ayaktakımının çoğunu temiz geçmişleri olan çiftçiler oluşturuyor. Majestelerinin çıkardığı krallık çapındaki af onlara bir yarar sağlamadı. Ama bu sefer durum farklı; dağlar yakıldıktan sonra güruhun içinde kaçınılmaz olarak endişeye kapılan kişiler olacak. Majesteleri saygın statüde birini Majestelerinin imparatorluk fermanını Huainan'a götürmesi ve şehir suruna asması için yollayabilir. Sonra da birileri şehrin otuz metre ötesinde üzerinde Majestelerinin mührü basılı olan birkaç afişi dağıtmaya yollanır. Gece olunca şehir kapılarını kapatır ve diledikleri gibi almalarına izin verirler. Karmaşık içerikler barındırmasına da gerek yok. 'Bu mektupla beraber geçmiş geçmişte kaldı' yazsan yeter."
Nangong Jingnu hemen, "Ama ya almaya gelmezlerse?" diye sordu.
Qi Yan hafifçe gülümsedi. Gözlerinde düşkün ve nazik bakışlarla sakin bir şekilde açıkladı, "Eğer almazlarsa alması için başka adamlarımızı yollarız. İlk sefer için çok fazla bırakmaya gerek yok, her şehir için elli kopya yeterli olur. Her on günde bir bir grup daha ekle. Her sefer için sabit bir sayı yok ama fazla olmasın. Azaltma işi de uygun şekilde yapılmalı. Ondan başka... Majesteleri o ayaktakımının çoğunun yerlilerden oluştuğunu söylememiş miydi? O halde şehirde de dağıtım yapılsın. Bırakın şehirdeki halk, ailelerinden ve arkadaşlarından yanlış yola girmiş olan kişilere ulaştırsın haberi. Elbette bu imparatorluk fermanının bir ay sonra geçerliliğini yitireceği, eğer bir ayın sonunda güruh hâlâ sakinleşmemiş olursa büyük ordunun buna dahil olmuş herkesi aileleriyle birlikte isyan suçundan cezalandıracağı da açıkça belirtilmeli."
Nangong Jingnu dinlemeyi bitirdiğinde bir an durup gözden geçirdi, "Sen biraz dinlen, ben gidip bunu altı bakanla konuşacağım."
Qi Yan Nangong Jingnu'nun elini yakaladı, "Majesteleri, acele etme."
Nangong Jingnu'nun kalbi aniden iki kere tekledi, Qi Yan'ın ise aklına bir şey gelmiş gibi görünüyordu. Sessizce elini geri çekti.
Bu, Nangong Jingnu'nun Qi Yan'ın kadın olduğunu öğrenmesinden beri aralarında yaşanan ilk "yakın temas"tı. Her ne kadar bir saniye kadar sürse de...
Nangong Jingnu kalbindeki tuhaf hissi bastırdı, "Bir şey daha mı söyleyeceksin?"
Qi Yan: "Majesteleri, bu kulun anlattığı bu planın denetimi çok büyük önem arz ediyor. Üstünkörü yapılırsa tam ters etki yapabilir. Yalnızca güruhu sakinleştirmekte başarısız olmakla kalmaz, meclisin ve Majestelerinin tüm saygınlığını yitirmesine de yol açar. Fazla şiddetli bir biçimde yapılırsa isyancıları gözünü karartıp meclise meydan okumaya zorlar. Ve seçilecek kişi... Majestelerine şüpheye yer vermeyecek derecede sadık olmalı ve statüsü belli bir saygınlıkta olmalı..."
Nangong Jingnu: "Gongyang Huai'ye ne dersin?"
Qi Yan: "Baishi elbette harika bir seçim olur, fakat Komutan askeri gücü elinde tutuyor. Güruha karşı fazla baskıcı kaçar. Ve böyle bir dönemdeyken Baishi Majestelerine yardım etmek ve Majestelerini korumak için başkentte kalmalı. Başkentten ayrılmasını tavsiye etmem."
Nangong Jingnu Qi Yan'ın sözlerindeki bizzat gönüllü olma amacını sezmişti, bu yüzden anında geri çevirdi, "Hayır. Şu an uzun bir seyahati kaldırabilecek durumda değilsin. Dışarısı buz gibi ve Huainan oldukça uzakta, bu eziyetin altından kalkamazsın."
Nangong Jingnu'ya bakarken Qi Yan'ın dudakları titredi. Uzun bir süre daha geçtikten sonra sessizce birkaç kelime mırıldandı, "Bu kul sadece Majesteleri için bir şeyler daha yapmak istiyor." Bu cümle oldukça sakin bir şekilde söylenmişti fakat Nangong Jingnu bir sebepten saklı bir veda sezmişti. İstemsizce gözleri kızardı. Nangong Jingnu gözlerini kaçırdı, ama sert bir biçimde karşılık verdi, "Hayır dediysem hayır! Ben gidiyorum... Daha sonra tekrar seni görmeye geleceğim."
Qi Yan başka bir şey söylemedi. Sadece Nangong Jingnu görüş açısından çıkana kadar arkasından baktı. Nangong Jingnu'nun gidişinin üzerinden çok geçmeden Qi Yan tekrar uyuyakaldı. Uyandığında, Nangong Jingnu tekrar Qi Yan'ın başucundaydı.
Odanın içerisi oldukça loştu, yalnızca birkaç tane gaz lambası yakılmıştı. Koyu turuncu ışıltı, Nangong Jingnu'nun yüz ifadesini biraz bulanıklaştırıyordu. Qi Yan uzunca bir süre şaşkın şaşkın baktıktan sonra, "Majesteleri? Saat kaç oldu?" diye sordu.
Nangong Jingnu Qi Yan'ın battaniyesini düzeltti, ardından elini kaldırıp alnına dokundu, "Neredeyse gece yarısı oldu. İmparatorluk doktoru iyi durumda olmadığını söyledi, bu yüzden ilacına bazı sakinleştirici etkisi olan maddeler ekledi."
Nangong Jingnu bunu dedikten sonra bakışlarını aşağı çevirdi. Brokar battaniyeye bakarken dalıp gitti.
Qi Yan'ın dahiyane planı altı bakanın, Baş Katip'in ve Komutan'ın desteğini almıştı. Fakat daha kimin seçileceğine karar veremeden imparatorluk hastanesinden biri aceleyle oraya gelip rapor vermişti: Dagong'un bilinci açılmıyordu.
Nangong Jingnu derhal politik tartışmayı sonlandırmış ve soluğu orada almıştı. Qi Yan uyanalı daha bir gün olmuşken tekrar komaya girmişti.
Nangong Jingnu çok öfkelenmişti ve imparatorluk hastanesindeki insanlar adeta parmak uçlarına basarak yürüyordu. İmparatorluk Doktoru Wang yazdığı reçetede kesinlikle hiçbir sorun olmadığına dair kendi hayatı üzerine yemin etti.
İmparatorluk Doktoru Wang masumiyetini kanıtlamak için Qi Yan'ın ilacından kalanları içti. Dört saatin ardından hiçbir şey olmamıştı.
Nangong Jingnu paniğe kapılmıştı, bir an olsun ayrılmadan Qi Yan'ın başucunda nöbet tutuyordu. Ara sıra parmaklarını uzatıp Qi Yan'ın nefes alıp almadığını kontrol ediyordu.
İmparatorluk hastanesi kafa kafaya verdi. Akupunktur da dahil tüm yöntemler denenmişti... Fakat Qi Yan'da uyanmaya dair hiçbir işaret yoktu. Nangong Jingnu bir kez daha ne denli işe yaramaz biri olduğunu fark etti. Soylu bir kadın imparator olduğu halde elinden bir tek gözlerini açık tutarak umut etmek ve bir ahmak gibi beklemek geliyordu.
Neyse ki Qi Yan bu sefer geçenki kadar uzun bir süre uyumamıştı. Birkaç saat sonra gözlerini açtı ve uyandığında hiçbir yerinde ağrı sızı da yoktu. Fakat Nangong Jingnu biliyordu ki bu, Qi Yan'ın sağlığında bir problem olmadığı anlamına gelmiyordu. Eğer normal derin uyku hali olsaydı akupunktur tedavisi bile uygulandığı halde uyanmaması imkansızdı.
Nangong Jingnu'ya en derin çaresizliği yaşatansa: imparatorluk hastanesi Qi Yan'a su rahatsızlığından başka hiçbir rahatsızlık teşhisi koyamıyordu.
Nangong Jingnu elini kaldırarak Qi Yan'ın alnına düşmüş olan serbest saçı düzeltti, ardından yumuşak bir tonda, "Sarayına yeni saray hizmetkarları atadım," dedi, "Yanında kimsenin durmaması sıkıntılı bir şey. Bugün gün boyu çalıştığım için şimdi istirahat etmeye gideceğim. Bir şeye ihtiyacın olursa söylemen yeter. Susamış veya acıkmış hissedersen hemen bir saray hizmetkarı çağır, tamam mı?"
Qi Yan: "Mm."
Nangong Jingnu gözlerinin çevresindeki nemi zorla geri tuttu, "O halde ben çıkıyorum?"
Qi Yan: "Majesteleri, lütfen bekle!"
Nangong Jingnu: "Mm?"
Qi Yan: "Tartışma nasıl gitti? Meclis yetkilileri ne dedi...?"
Nangong Jingnu: "İçin rahat olsun, hepsi planının işe yarayacağını düşünüyor. Yarın halledeceğim."
Qi Yan: "Peki ya kişi tercihi? Karar verildi mi?"
Nangong Jingnu: "Onu hâlâ tartışıyoruz. Eğer Gongyang Huai'nin buna uygun olmadığını düşünüyorsan Baş Katip'i kendi başına yollayabilirim. Baş Katip en yüksek rütbeli yetkili, hem de yazınsal bir yetkili. Bu senin isteklerini yerine getirmiş olur, değil mi?"
Qi Yan bir an düşündükten sonra, "Eğer Efendi Baş Katip bu seyahate çıkmayı kabul ediyorsa, gayet makul," diyerek yanıtladı.
Nangong Jingnu: "Dinlenmene bak."
... ...
Nangong Jingnu arkasına döndüğü anda gözyaşları sessizce akmaya başladı. Sırtını dikleştirdi ve çenesini hafifçe kaldırdı, ardından yatak odasından çıktı.
Yatak odasının dışında şiddetli bir rüzgar esip geçti. Anında Nangong Jingnu'nun giysilerinin arasından geçti, yanakları da bıçak kesikleri açılmış gibi acıyordu.
Büyük bir tören alayı Nangong Jingnu'nun peşinden geliyordu. Gözyaşları sessiz sessiz akarken grubun en önünde yalnız başına yürüyordu.
Bu yalnız ve acı verici derecede soğuk gecede, Nangong Jingnu bir başına saray yolunda ilerliyordu. Kemiklere işleyen bir soğuk ve sonsuz bir hüznü karşısına alarak ilerliyordu.
Qi Yan ve onun... henüz tüm gerçekleri çözümleyecek vakitleri olmamıştı. Daha oturup her şeyi doğru düzgün konuşamamışlardı.
Neden?
Nangong Jingnu imparatorluk çalışma odasına döndü. Diğer efendilerle bir konuşma yaptıktan sonra Baş Katip dışında herkesi gönderdi ve onunla bir kez daha Qi Yan'ın planının kilit noktalarının üzerinden geçti. Baş Katip dinlemeyi bitirdiğinde iç geçirerek alkışlamıştı. Beden yerine kalbi harap etmek; plan bundan ibaretti.
Çiftçiler boğazlarından geçecek gıdalar konusunda göklere güvenirdi, bu yüzden de olayların doğaüstü ve efsanevi tabirleri karşısında ayrı bir dehşet duyardı.
Nangong Jingnu: "Yılın sonuna geldik. Seni bu yolculuğa tek başına yollamamam gerek, ama meclis tehlikeli bir dönemde. Yuanjun'un da dediği gibi bu meselenin denetimi net ve doğru olmak zorunda, o yüzden bu görevi hem yetenek açısından seçkin hem de tamamen güvenilir birine vermem lazım."
Xing Jingfu: "Bu yaşlı yetkili anlıyor. Lütfen içiniz rahat olsun, Majesteleri!"
Nangong Jingnu: "Gidip eşyalarını topla, üç gün içerisinde benim imparatorluk fermanımı da yanına alarak yola çıkacaksın. Seni bizzat uğurlayacağım."
Xing Jingfu resmi cübbesinin alt eteklerini yayarak yere diz çöktü, "Bu yetkili emre itaat ediyor!"
... ...
Nangong Jingnu gece boyu oturup imparatorluk fermanını yazdı, ardından Çalışma Bakanı'nı çağırıp fermanı bir taş tablet üzerine oydurttu. İş yoğunluğu azaldığı için birkaç günlüğüne doğru düzgün Qi Yan'ın yanında olabileceğini ve Qi Yan'ı tedavi etmesi için halk arasından meşhur bir hekim araması için birini yollamayı düşündü.
Ne var ki... evdeki hesap çarşıya uymazdı.
Xing Jingfu'nun Huainan'a gitmek üzere yola çıkışından önceki gece yaşlı annesi uykusunda vefat etti. Bulduklarında yaşlı hanımefendinin cesedi çoktan soğumuştu.
Wei Krallığı kanunlarına göre ebeveyni ölen kişi üç yıl boyunca yas tutmalıydı. Bu eylemi gerçekleştiren kişiye de yaslı kimse denirdi. Mecliste çalışıyorsa yetkili pozisyonundan istifa etmeli ve ticaretle uğraşıyorsa pazarlarda bulunmamalıydı. Çiftçiler bile tekrar tarlada çalışamazdı ve bu durum en çok da meşru en büyük erkek evlat için geçerliydi. Bazı tanınmış ailelerde meşru en büyük erkek torun dahi bir yıl boyunca yas tutmak zorundaydı.
O üç yılda yaslı kişi mezarın yanına tek bir kulübe inşa etmeli, kenevir ipinden giysiler giymeli, sade yemekler tüketmeli ve her gün ibadet etmeliydi.
Wei Krallığı Konfüçyüs felsefesini benimsediğinden aileye vefa konusuna büyük önem veriyorlardı. Bir bilgin olan Xing Jingfu ailesine vefasızlık ederse yalnızca kendisi değil, torunu ve diğer mirasçıları da utançtan başlarını kaldıramaz hale gelirdi.
Bu haber saraya ulaştığında Nangong Jingnu uzunca bir süre sessizliğe büründü. Xing Jingfu'yu Huainan görevinden azletti ve ona pozisyonundan üç yıllığına çekilmesi için izin verdi. Üç yıl sonra yeniden göreve başlayabilirdi. Ayrıca Xing hanesine iletilmek üzere bir ağıt beyitiyle plaket yazdı, Xing Jingfu'nun annesine Zhaoming Hanımı unvanı verdi.
Sol ve Sağ Danışmanlar Katipliğe ortaklaşa bakacak ve imparatordan emir bekleyecekti. Fakat Nangong Jingnu'nun önünde çok daha büyük aciliyet teşkil eden bir mesele duruyordu: denetmen grubu Huainan'a doğru yola çıkmak üzereydi fakat görevin sorumlusu pozisyonu yine boş kalmıştı.
Nangong Jingnu'nun bu sefer kafası tamamen allak bullak olmuştu. Tahta çıkışından beri kendine genç ve sadık yetkililerden bir grup kurmuş olsa da, birçoğu böylesine büyük ve önemli bir vazifeyi üstlenecek kabiliyetten yoksundu.
Önceki saltanattan kalan yaşlı yetkililer arasında Nangong Jingnu'nun güvenebileceği ve yeterince kabiliyete sahip tek kişi Xing Jingfu'ydu. Geri kalanlar ya uzun bir yolculuk için fazla yaşlıydı, ya onların operasyon tarzını uygulayamayacak kadar bağnazdı, ya da hâlâ önceki saltanatla bağlantıları olduğundan şüpheleniliyordu.
Gongyang Huai kötü bir seçenek değildi. Fakat Qi Yan'ın da dediği gibi, askeri gücün yarısını elinde bulunduruşu o güruha fazla baskıcı gelir ve korkuturdu.
Nangong Jingnu etraflıca düşündükten sonra Jin vilayetinden gelen Vekil Savaş Bakanı Qin De'nin bu görevi üstlenmesine kadar getirdi. Qin De Qi Yan'ın öğrencisiydi ve bizzat Qi Yan'ın seçtiği bir yetkiliydi.
Nangong Jingnu bu fikri netleştirdikten sonra doğruca Chengchao Sarayı'na gitti. Qi Yan'ın fikrini sormak ya da bir talimatı var mı öğrenmek istiyordu.
Fakat Chengchao Sarayı'na vardığında bir saray hizmetçisi ona Hanımefendi Kıdemli Dul Ya'nın iki saat önce ziyarete geldiğini bildirdi.
Nangong Jingnu ilk başta şaşırıp kaldı: onun burada ne işi vardı?
Hemen ardından Jiya ile Qiyan Agula'nın geçmiş "bağlantı"larını hatırladı— Qi Yan Nagsi Erihe'nin geçmişte Jiya'yı Qiyan Agula'nın karısı yapmaya niyetlendiğini söylemişti...
Nangong Jingnu'nun kalbine biraz garip bir his doldu. Üstelik Jiya'nın yaklaşık iki saattir yatak odasında olduğunu duyunca adımları daha da hızlandı.
Nangong Jingnu yatak odasının kapılarını bir gıcırtıyla itip açtı. Katlanır paravan görüş açısını kapatıyordu.
Katlanır paravanın arkasından Jiya'nın şuh sesi duyuldu, "Kim o?"
Nangong Jingnu hızlıca oraya gitti. Qi Yan'ın üzerinde sadece kar beyazı giysilerle yatakta arkasına yaslanmakta olduğunu gördü. İçi boş birkaç ilaç kâsesi sehpaya bırakılmıştı, Jiya ise hiçbir çekince duymadan yatağın kenarında oturuyordu!
Nangong Jingnu'nun yüz ifadesi soğuk bir hal aldı, "Burada ne işin var?"
Jiya güzel bir gülümseme ortaya koydu, tanımlanamaz bir güzellikti. "Yuanjun'un hastalandığını duydum ve ziyarete geldim." Gülümseyerek Qi Yan'a baktı.
Qi Yan ise bir yorumda bulunmadan dudaklarının kenarlarını kaldırdı.
Qi Yan'ın gülümseyişini gören Nangong Jingnu'nun kalbinde alevler parladı. Aniden bir farkındalık geldi: doğru ya, Jiya çok uzun zaman önce Qi Yan'ın asıl kimliğini öğrenmiş olmalıydı. Bunca yıldır söylemediğine göre kesinlikle bu işin içinde bir iş vardı!
Nangong Jingnu soğukça, "Göreceğini gördün mü?" dedi.
Jiya: "Mm, gördüm."
Nangong Jingnu: "Kapının yerini biliyorsun."
Bu durum Jiya'yı hiç de sinirlendirmemişti. Bir süre parmaklarının ardından kıkır kıkır güldükten sonra kalktı ve gitti.
Kapının kapanma sesi gelince Nangong Jingnu'nun gergin bedeni nihayet rahatladı. Bir süre boyunca Qi Yan'a baktı, ardından sessizce iç çekti, "Bugün kendini nasıl hissediyorsun?"
Qi Yan Nangong Jingnu'nun verdiği tepkinin yalnızca yarısını doğru tahmin etmişti. Nangong Jingnu'nun Jiya'ya karşı sergilediği tavrı doğru öngörmüş fakat sonrasına dair tahmini yanlış çıkmıştı.
Nangong Jingnu hemen Jiya'nın neden geldiğini sorar diye düşünmüştü, fakat Nangong Jingnu bundan bahsetmemişti bile.
Qi Yan: "Majestelerine endişesi için teşekkürler, bu kul artık çok daha iyi hissediyor. Hanımefendi Kıdemli Dul sağ olsun eşlik etti."
Nangong Jingnu'nun kaşlarının arası seğirdi. O anda hayret içinde Qi Yan'a baktı, sanki artık onu tanıyamıyormuş gibiydi.
"Eşlik" kelimesi Nangong Jingnu'nun kalbini inanılmaz buruk bir hale getirmişti. Ne ara onun İmparatorluk Eşi'ne eşlik etme sırası yabancılara gelmişti?
Sözcükler diline kadar geldi fakat Nangong Jingnu onları geri yuttu. Qi Yan'ın uyanılmaz gibi olan o derin uykuda nasıl göründüğünü hatırladı ve Qi Yan'ın hastalıklı haline bakarken sahiden de onu azarlamaya gönlü elvermedi.
Qi Yan: "Majesteleri... işler yolunda gidiyor mu?"
Nangong Jingnu tekrar iç çekti. Yatağa oturmak istedi, fakat az önce orada Jiya'nın oturduğunu hatırlayınca bu istek yok olup gitti. O yüzden yuvarlak bir tabure çekip Qi Yan'ın yanına oturdu, "Yaşlı Hanımefendi Xing dün gece vefat etti. Xing Jingfu biri aracılığıyla bir rapor gönderdi ve Baş Katiplik pozisyonundan üç yıllığına çekilme ricası yolladı. Ben de izin verdim."
Qi Yan hiç ses çıkarmadı. Sonra Nangong Jingnu şunu dedi, "Huianan görevini üstlenecek kişi mevkisi boş kaldı. Qin De'ye vermeyi düşünüyorum, ne düşünüyorsun?"
Qi Yan ince parmaklarını biraz bükerek yanıtladı, "Qin De... gerekli kabiliyete sahip. Fakat mütevazı bir geçmişi var, bu yüzden iş çetinleşince kalbi yumuşayabilir. Eğer işlem o ayaktakımının meclisin manevralarının tadına bakmasını sağlayacak kadar sert yürütülmezse kendi istekleriyle teslim olmayabilirler. Bu kulun planının her aşaması birbiriyle derinden bağlantılı, tek bir adım bile hatalı olamaz. Güruh uçurumun kıyısına dek itildikten sonra ortaya bir umut kırıntısı atacağız. En kusursuz sonuç ancak böyle alınabilir."
Nangong Jingnu'nun ince kaşları çatıldı. Başka kime güvenebileceğini gözden geçirdi.
Qi Yan telaşsızca devam etti, "Şiddetli yangınlar her şeyi yakmamalı; bahar esintisiyle beraber çimler tekrar büyüyecek. Güruhun amacı net ve kurnaz bir şekilde ilerliyorlar. Muhakkak perde arkasından onları destekleyen biri vardır. Eğer bu meseleyi tek seferde kökünden çözmezsek tekrar yükselişe geçtiklerinde bu yöntem işe yaramayacaktır. Majesteleri..."
Nangong Jingnu: "Devamını getirme!"
Qi Yan: "Majesteleri!"
Nangong Jingnu: "Bu devasa mecliste bu görevi devralabilecek tek bir kişi dahi olmadığına inanmıyorum. Ne olursa olsun, seni yollamayacağım!"
Nangong Jingnu'nun gitmek için ayaklandığını gören Qi Yan ekleme yaptı, "Majesteleri, bu kul son zamanlarda çok fena daralmış hissediyor. Jiya arada sırada buraya gelebilir mi?"
Nangong Jingnu'nun rengi saf öfke yüzünden renk değiştirdi. Göğsü görülebilir bir biçimde yükselip alçalıyordu, akabinde kol yenini savurdu ve çekip gitti.
Nangong Jingnu'nun arkasından bakarken Qi Yan'ın yüzünde buruk bir gülümseme belirdi.
Jiya'nın bugün Qi Yan'ı görmeye gelmesinin sebebi Nagsi Anujin'den bir mektup almasıydı, mektupta Guqi Bayin'in Qi Yan'ın asıl kimliğinin ortaya çıktığını öğrendiği yazıyordu. Luo Nehri donana kadar bekleyip onu kurtarmak için ordusuyla beraber ileri atılacaktı. Anujin Jiya'nın oğlunu rehin olarak kullanarak Jiya'dan içeriden casusluk etmesini istemişti.
Jiya durumu etraflıca düşünmüştü. Her ne kadar Wei Krallığı meclisi şu anda tehlikeyle çevrelenmiş olsa da Nangong Jingnu'nun yetenekleri herkesin beklentilerini aşmıştı. Meclisteki vaziyet artık gitgide durgunlaşıyordu ve Luo Nehri başkentten bin mil uzaktaydı. Savaşa savaşa başkente girmiş bile olsalar yine de bir yıl civarı vakit alırdı. Wei Krallığı geçmişte Luo Nehri donukken Çimenli Ovaları altüst etmişti ama bunun sebebi Nangong Rang'ın vakitlice devasa ordusunu Luo Nehri'nin kıyısına yerleştirmiş olmasıydı. Ayrıca Çimenli Ovalar dümdüz ve devasa topraklardı; bu sayede başarıya ulaşmışlardı.
Wei Krallığı Çimenli Ovalardan farklıydı. Her yere kale şehirleri kurulmuştu ve her bölgede garnizon birlikleri bulunuyordu. Savaşa savaşa başkente ulaşmaları kesinlikle kolay olmayacaktı. Jiya biliyordu ki iki taraf da savaşmaktan yorgun düştüğünde feda edilen can hiç kuşkusuz kendininki olacaktı.
Ve böylelikle Qi Yan'ın yanına gelmişti. Eğer Qi Yan onun Luo'nun kuzeyine dönmesine yardım ederse Guqi Bayin ve Anujin'i vazgeçirmek, bu savaşın olmasını önlemek için elinden geleni yapacaktı.
Bunu duyduğunda Qi Yan neye uğradığını şaşırmıştı. Biraz mantık yürütünce bunun maskeli kişinin kendisinden aldığı intikam olduğunu anladı. Fakat Qi Yan Anda'sının mizacını tanıyordu. Vakti hesaplayınca Luo Nehri bir iki ay içinde tamamen donsa gerekti. Bayin kesinlikle onu kurtarmak için harekete geçecekti!
Krallığın deposu şu an boşa yakındı. Huainan'da çok büyük ölçekli bir isyancı ordu belirmişti. Eğer Luo'nun kuzeyi de ayaklanırsa meclis büyük tehlikeye girerdi. Ve maskeli kişi hamlesini yapmak için uygun fırsatı kolluyorsa...
Qi Yan Qian Tong'u veya Sifang bankasından birini Bayin'e haber götürmesi, iyi olduğunu söylemesi için yollamayı düşündü.
Ama biraz daha düşündüğünde bunun işe yaramayacağını fark etti. Anujin çoktan isyan çıkarmayı kafasına koymuştu. Yoksa babasını öldürmüş kişi olan Bayin'i kendi gücüne dahil etmezdi. Bayin'in on bin adamdan daha kuvvetli olan cesaretine göz dikmediyse neydi o zaman bu?
İlk olarak Qian Tong ve Sifang bankasındaki kişiler Çimenli Ovalar dilini bilmiyordu. Ve ikinci olarak göz renklerinden dolayı Çimenli Ovalardan biri kılığına giremezlerdi. Luo'nun kuzeyine sağ salim varıp mesajını Bayin'e iletebilecek tek kişi Jiya'ydı!
Qi Yan hemen Jiya'yla fikir birliğine varmıştı. Jiya'dan ciddiyetle bu savaşı durdurmasını istemişti ve ona yapmasını söylediği tek şey bunu kış boyu ertelemek için her yolu denemesiydi. Luo Nehri çözüldüğünde Anujin'in grubunun tekrar buraya gelmesi zor olacaktı. Qi Yan gelecek sene Bayin'le görüşmenin bir yolunu bulurdu. Bu dünyada onu ikna edebilecek tek kişi kendisiydi!
Başlangıçta en azından bir rehin sayıldığından dolayı Nangong Jingnu'dan Jiya'nın başkentte kalmasını o rica etmişti. Şimdi Jiya'yı nasıl gönderebilirdi ki?
Aslında gayet basitti...
Qi Yan Jiya'nın her gün öğleden sonra kendisini ziyaret etmesini ve en az iki saat kalmasını sağlardı. Bu tam da Nangong Jingnu'nun meclis toplantısından sonra onu görmeye geldiği saatti. Nangong Jingnu'nun, Jiya'yla aralarında "bir şeyler" olduğundan şüphelenmesini sağlayabildiği sürece Jiya'yı Luo'nun kuzeyine gönderecek kadar öfkelenirdi...
Ya da belki Nangong Jingnu öfkesine yenik düşüp tıpkı zamanında yaptığı gibi, "gözden uzak olan gönülden de uzak olur" hesabı Qi Yan'ı Huainan'a gönderse en iyisi olurdu. Öteki seçenekten daha bile iyi olurdu...
Ama, neyse.
Nangong Jingnu'nun yüzündeki incinmiş ifadeyi gördüğünde Qi Yan'ın içi de kan ağlamıştı.
***
Yazarın notu:
Serebral vazospazm rahatsızlığım olduğu için birkaç gün dinlenmem gerekti, beklettiğim için üzgünüm millet. Teşekkürler.
Ç/N: Birkaç gün önce JWQS'nin İngilizce olarak basılacağı duyuruldu twitterda, Monogatari Novels'ın kendi sayfasından takip edebilirsiniz güncellemeleri.
Bir de oy vermeden okuyan kişiler, oy verirseniz çok sevindirmiş olursunuz. Yorumlar da aynı şekilde motive edici oluyor. Çevirinin günler, haftalar, aylar, yıllar alan bir şey olduğunu hesaba katınca biraz itici güç çok önemli haliyle... Seriyi Türkçesinden sonuna kadar okumak istiyorsanız biraz destek olun bana lütfen.
0 notes