#Bir Çok Tür Yok Olacak
Explore tagged Tumblr posts
hataysekshikayelerisblog · 4 months ago
Text
Çok Hızlı! (19) (Orhan 36 Y., Bursa)
Pazartesi Murat arayıp geldi. Onu işe aldım, arabaları kontrol edecek, bakım vs. yaptıracak, alış verişleri yapacak, Hatice teyzenin ihtiyaçlarını karşılayacak, İnşaat vs. işlerini kontrol edip bana raporlayacak, gerektiğinde şöforlük yapacaktı. Günlük yükümün yarısını ona aktarmıştım.
Evlerin inşaatı çok hızlı ilerliyordu. Behiye abla ve Fatma ile inşaatları kontrol ettik. İç dizaynı kalmıştı. Bir iç mimar, bir de peyzaj mimarı ile anlaşmıştık. Bir ay içinde evin içine girebilecektik. Müştemilatlar bitmişti bile. Havuzlar hazırdı. Arazi giriş kısmı dar sonra genişleyen hafif eğimli bir yapıdaydı. Müştemilatların olduğu bölüm aşağıda kalırken, mesela ben havuza girerken giriş kısmından onlar beni göremeyeceklerdi. Behiye abla ile benim villa arası 450 metre, ana girişten evlerin olduğu alan 400 metre vardı. Müştemilaların olduğu ana girişin eni 250 metreydi. Yani aynı arazide olmamıza rağmen mahremiyet tam olacaktı.
Kendi villamın yanından dışarı çıkılabilecek gizli bir kapı koydurdum. Duvarların altından tünellerle 3 demir kapıdan geçilerek, (50 metre ötedeki kimseye söylemeden alıp küçük bir garaj ve kulübe yerleştirttiğim tel örgülü 2 dönümlük) araziye çıkılıyordu.
Günlerim işlere koşup, her zamanki seks faaliyetleri ile geçiyordu. Bu arada Konya'ya gitmek istemeyen Nur kocasına boşanma davası açmış, Güzin ile üst katta kalmaya başlamıştı, çünkü Ümit sevgilisini annesinin evine getirmiş, orda yaşamaya başlamıştı.
Bir akşamüstü bürodan arka kısma geçtim. Nur'a birşeyler uydurup arka tarafa gelmesini istedim. Kısa bir şort ve askılı bir bluzla geldi. Sarılıp oturduk, konuşmaya başladık, ama birbirimize dokunmaya devam ediyorduk. "Güzin'e ne dedin?" dedim. Nur, "Onu da getirdim!" dedi ve kapının ardından Güzin çıktı. Nur ilk defa olması nedeniyle çok tutuk davranmasına rağmen, Güzin onu çabuk havaya soktu. İkisi birlikte iştahla yarağımı yaladılar. Güzin arada Nur'u öpüp amını yaladı, Nur bunlara karşılık veremiyor, ne yapacağını kestiremiyor, sanki ikilemde gibi davranıyordu. Sanki sürekli kafasında (neden sevdiğim adamı paylaşıyorum) ile (bunu yapmalıyım, alışmalıyım, yoksa bunca kadın beni parçalayacak) sorularıyla kendini sekse veremiyor, ama bir yandan da tenime değdiği, bana dokunabildiği anlarda mutluluktan havalara uçuyordu.
Güzin her zamanki gibi sınır tanımaz bir halde, Nur'a, "Ben de en başında senin gibiydim, ama bunun zevki başka!" deyip, ya yarağıma oturup kalkıyor, ya da ağzına alıp döllerimi yutmak için sabırsızlanıyordu. O tür zamanlarda Nur sadece dudaklarıma yapışıp, üstümde zıplayan Güzin'den gözlerini kaçırmaya çalışıyordu. Güzin orgazm olup kenara çekildikten sonra ancak Nur ile sevişmeye başlamıştık. Güzin sevişmemizi izleyip, biz boşaldıktan sonra, "Anladım..." dedi birasından bir fırt çekerek, "Biz hepimiz sana, sen Nur'a aşıksın!" dedi. İşimiz bitince iyi geceler dileyip yukarıya çıktılar.
Onlar gidince kaynanamı aradım. Müsaitse, kızı sevmeye geleceğimi söyledim. "Aramana gerek yok, burası da senin evin, ne zaman istersen gelebilirsin!" dedi. Gittiğimde kızım, "Ba-ba!" diye kucağıma atladı. Onunla geçen 10 dakika çok güzeldi, ama sonra mızıldamaya başladı, ki bu uykusu geldi demekti. Ben yatırdım bu kez kızımı. İçeri geri döndüğümde kaynana masa hazırlamıştı. Yemekden çok meze vardı, ama içki yoktu. "İçecek yok mu?" dedim. "Kalmadı!" dedi. Telefon edip istedim, 5 büyük şişe rakı, viski, votka ve 2 kasa bira...
10 dk sonra malzemeler kapıdaydı. İçkilerin çokluğunu görünce, kaynanam, "Ne yaptın?" dedi. "Dursun, gelip gittikçe lazım olacak!" dedim. Kiler gibi kullanılan odaya koydurdum malzemeleri. Rakı açıp içmeye başladık. Kaynanam tutuk ve tedirgindi. Ben dört yudum aldığımda, o dudağına değdiriyor içmiyor gibiydi. Ben ikinci kadehi bitirdiğimde o daha yarım kadehteydi.
Villa inşaatlarının bitmek üzere olduğunu söyledim. "Güle güle otur!" dedi. "Güle güle oturalım!" dedim. "O ne demek?" dedi. "Kızımı yanımda istiyorum, onu da senin yetiştirmeni istiyorum, oraya taşınacağız!" dedim. "Ama nasıl olur..." derken sözünü kestim, "İstersen burası da durur, bizden sıkılıp bunalınca kaçarsın!" dedim. "O nasıl söz?" dedi. "O zaman eşyalı kiraya veririz!" dedim. "Yaa sana engel olurum, gençsin, bayan arkadaşların olur vs. zorda kalırsın..." dedi. "Onları kızımın olduğu eve getirmem merak etme, olmaz ya, hai olursa!" dedim.
"Millet öyle demiyor ama!" dedi. "O ne demek?" dedim. "Geçen Hacer ablaya uğradım, Orhan oğluma takılan kocasını boşuyor dedi, bana laf soktu!" dedi." Benle ne alakası var?" deyip durumlarını anlattım. "Hımmm, hımm..." deyip dinledi.
Bir ara mutfağa gittiğinde, ben de peşinden gidip, yine tezgah ile arama alıp bu kez sırtı dönük, boynundan öpüp, "Düşündün mü?" dedim. "Çok düşündüm, ama sen kızımın kocasısın!" dedi. "Ben sadece torununun babasıyım, kızın da, kocan da yok artık ve hayat akıp gidiyor!" dedim. "Doğru söylüyorsun, ama..." dediği anda ters çevirip dudaklarına yapıştım. Kaynanam gerçekten işi biliyordu, dili ile dilimle oynuyor, sadece dudakları ile öpüşmüyor, resmen tüm çenesi yüzü ile öpüşüyordu.
Elim tişörtünün altına kaydı. Göğüslerini sıkmaya, uçlarını okşamaya başladığımda dili dudakları daha hızlı çalışır hale geldi. Altında, basma tabir edilen tam diz hizasında bol bir etek vardı. Ellerini tezgaha koyup belini geriye doğru çıkartıp eteğin altına kafamı soktum. Altında yine tanga vardı, ama bu kez kırmızıydı. "Hep tanga mı giyersin?" dedim. "20 yıldır normal külot giymedim hiç!" dedi. Önce kalçalarını iki elimle okşayıp, öpüp yaladım, küçük ısırıklar attım. Sonra kalçalarını tokatlayarak biraz daha kaldırtıp dilimi tanganın yanında amı ile buluşturdum. Yaladım, emdim, sonra da iki parmak hareketine geçtim.
Sadece, "Immmh, ohhhh!" diye mırıltılar çıkarıyor, kalçalarını sağa sola savuruyordu. Ben amından akan sularla klitorisine tokat atarken, klitorisi öyle büyümüş amından çıkmıştı ki, her dokunuşumda kaynanam yerinden sıçrıyordu. Kafamı etekt altından çıkardım, nasıl bağırmayıp o sesleri çıkardığını merak etmiştim. Tezgahtan aldığı tahta kaşığın sapını ısırmış meğerse. Kaşığı ağzından çekmeye çalıştım, resmen çenesi kilitlenmişti. Zorla aldım. Dişlerinin izleri kaşığın sapındaydı...
Elinden tutup yatağına götürdüm. Kıyafetlerimiz üzerimizdeyken, "Şimdi... Tamam mı, devam mı?" dedim. Gözlerini gözlerimden kaçırıp, "Devam!" dedi kısık bir sesle. Kendi ellerimle soyup yatağa uzattım. Gece lambasının ışığında muhteşem görünüyordu. Kendim de yavaş hareketlerle soyundum. Kaynanam yatakta doğrulup yatağın kenarına geldi, ben ayaktayken eline aldığı yarağıma önce küçük bir öpücük kondurdu, sonra da yalayıp, ağzına aldı ve sakso çekmeye başladı. Sanırım yarım saat sakso çekti ve "Çenem ağrıdı!" deyip yanıma yattı, "Nasıl bu kadar tutabiliyorsun, kocam... (yutkunup) şimdiye 10 kere boşalırdı!" dedi. Halbuki bilse hem haplıyım, hem de bugün kaç posta sikiştim :)
Kaynanamı yatakta dört ayak haline getirip, sadec yarağımı amcığına sürterek iki kez orgazm ettim. Mutfakta da en az iki kez orgazm olmuştu. Yarağımı amına köklediğimde, ikimiz de derin bir, "Ohhhh!" çektik. Kaynanam, "O plastiklerle sikişmekten amım da plastik gibi oldu, daha derine sok, daha hızlı sik!" diye inlemeye başladı. "Artık burdayım, o plastiklere ihtiyacın yok, kanlı canlı yarağım hizmetinde!" dedikçe kalçalarını bana vuruyor, kalçalarını kıvıra kıvıra yarağımı amının dudaklarına kadar çıkartıp geri alıyordu...
"Offf, harika bu, keşke geçen sefer kabul etseydim, kaç sikiş kaçırdım!" diye inliyordu. "Artık her istediğinde emrinde, villaya geçince de gece gündüz sikeceğim!" diye pompalıyordum amına. Sonra kaynanam, "Bitttim ben, bitirdin, ohhh, ben böyle sikiş görmedim!" diye diye orgazm olup yarağımdan kaçtı. 31 çekerek üzerine eğildim, döllerim göt deliğine gelecek şekilde kalçalarının arasına attırdım döllerimi...
Kaynanam çekmeceden aldığı kağıt mendille silinip temizlendi. Biraz dinlendik. Yeniden öpüşerek birbirimize dokunmaya başladığımızda, elimi götüne atıp, "Burdan yedin mi hiç?" dedim. "Hayır, hiç yapmadı, ama ben plastik yarakla iki kez denedim, çok canım yanınca bıraktım!" dedi. "Gel o zaman açalım yolu!" dedim. "Acır!" dedi. "Rahat ol!" dedim. Şifonyerin üzerinde duran Bebe yağına uzanıp, parmağıma ve göt deliğine bolca döküp alıştırmalara başladım. Birkaç dakika sonra orta parmağım komple içindeydi...
Parmağımı çekip yarağımın kafasını dayadığımda, acıyacak diye götünü kaçırmaya çalışıyordu. İki elimle belinden tutmama rağmen, kendini kasıp, öne kaçıyordu. Yarağımın kafasına döktüğüm Bebe yağı yüzünden kayıyor, yarağım göt deliğine bastırdığımda küçük bir kalça hareketiyle kayıp gidiyordu. Elimle kökünden tutup göt deliğini hizaladım, tek seferde olması en iyisiydi. Bastırınca yarısına kadar girdi, ama bağırışına kız uyanacak diye korktum bir an. Kıpırdamayıp bekledim. O da çırpınmayı kesti. Bir süre öyle durduktan sonra yavaş yavaş hareketlendim, baktım o da karşılık veriyor. Milim milim götüne köklemiştim. Şimdi daha rahat hareket ediyorduk...
Elimin biri göğüslerinde, biri amcığında, yarağımın hareketlerini götüyle o yönetiyordu. Artık ben sadece biraz ileri biraz geri yapıyordum. O kıvırıyor, Ohlar Ahlar çekiyordu. Sonra, "Gerçekten söyledikleri gibiymiş!" deyince, "Ne diyorlardı?" dedim. Kaynanam, "Bir kez götten ye, bir daha vazgeçemezsin diyorlardı! Evet, beni hep götten sik Orhan!" deyip kalçasını bana bastırıyordu. Şehvetli kadındı. Aklımdan bir an geçti, karım da böyle olsaydı, sanırım bunca kadın hayatımda olmazdı...
Elim de amında çalışırken kaynanam orgazm olup, "Döllerini götümün derinlerinde istiyorum!" diye bağırdı. Kırar mıyım kaynanamı, boşaldım götünün içine... Sabaha karşı yarağımda ıslaklıkla uyandım, kaynanam sakso çekiyordu. Hava yeni aydınlanıyordu. Kız uyanıp mırıltıları gelene dek sikiştik. Sonra ben kalkıp oturma odasına geçtim, küçük te olsa ilerde hatırlar falan, ne olur ne olmaz diye...
Evler komple bitmiş, açılışa hazırdı. Bu arada Sevgi ve Hikmet'i işlerinden istifa ettirtmiş ve müştemilatın birine yerleştirmiştik. Birine Muhittin abi ile Murat'ı, diğerine de Nur ve Güzin'i oturtmuştuk. Fatma ile Behiye abla bir villada, ben kaynanam ve kızım bir villadaydık. Tüm binaların temizlik işlerini Sevgi ile Hikmet, tüm arazinin bakımını bahçe işlerini Muhittin abi, satınalma ihtiyaç ve şöforlük işlerini Murat halledecekti.
Bir pazar günü mangalları yakıp eve hoş geldin partisi yapmaya karar verdik. Dışarıdan sadece Dr. Ahmet ve Merve davetliydi. Havuz başında başlayan parti, (kızımla kaynanamı, doktorun iki oğlunu, Sevgi'nin kızı ile Nur'u benim villaya göndermemden sonra) grup seks partisine dönüştü. Bir süre sonra masa altından Fatma'nın elle muamelesine karşılık veren Dr. Ahmet, karısı Merve Murat'a sakso çekerken arıza çıkardı. Hikmet ve Murat yardımıyla, Muhittin abinin yarağını ağzına aldığı pozisyonda fotolarını çekip, kimseye tek kelime etmemesini, karısı ve kendisinin çeşit çeşit yaraklar ağzındayken fotolarını gösterip Dr. Ahmet'i devre dışı bıraktık. Sonra Merve, Fatma, Sevgi, Güzin, Behiye abla, Muhittin abi, Hikmet, Murat ve ben inanılmaz seks dolu bir gece geçirdik. Daha sonra Merve de kocasından boşandı...
Fırtınalı ve çok hızlı bir 10 yıl oldu. Nur'dan iki oğlum oldu. Nur, kaynanam, kızım ve oğullarım villamdayız. Çevredeki arazilerden bir kısmını daha alıp güzel bir idari ofis yaptık. İşler genişledi, yeni bir sürü eleman aldık. Toplantıdan toplantıya gidiyoruz işyerine. Güzin ile Murat yakınlaştı ve bir kız çocukları oldu. Muhittin abi de artık villada Behiye abla ve Fatma ile yaşıyor. Muhittin abi çaptan düşer gibi olmasına rağmen, (kimseye söylememesi kaydıyla) haplarımla tekrar ayağa kaldırdık...
Her ne kadar benden olduğunu söylese de, Sevgi ile Hikmet'in bir kızları daha oldu. Merve, Muhittin abiden boşalan müştemilatta yaşayıp, güzellik salonu işine devam ediyor, oğulları kocasında kaldı, ama gelip gidiyorlar, hele ki havuz sezonunda...
10 yıldır cambazlık yaptığım tek kişi kaynanam, ondan kimsenin haberi yok, onunla da sevişmek için o gizli geçidin sonunda kimsenin bilmediği kulübeyi kullanıyoruz. Nur ise hiç bir zaman gruplara girmiyor, o evde kalıp her şeyi kabulleniyor. Tüm bunlar, "İkinci çocuğu düşünmüyor musunuz?" diyen Sevgi sayesindeydi...
Hikayem sona ererken, son 10 yılda kısa zamanlı hayatıma girip çıkan kadınları yazamadım bile!
[Orhan]
61 notes · View notes
susanbiradam · 4 days ago
Text
evet!(niçin evet dedim?) ölme kararımı onayladığım için mi? az sonra hayatıma son noktayı koyacağım. hemen hemen her intihar eden insan gibi bende arkamda bir işaret bırakmak istedim. bunun için mektup yazmaya karar verdim. ama kime yazıyorum! hem merak ta etmişimdir neden yazarlar? biraz kendimden bahsedeceğim. haliyle mektup uzun olabilir. bu sizi yanıltmasın, bilerek uzatmıyorum yazmayı. çünkü ölümden korkum yok, yalnızca şu ana kadar kimsenin beni tam olarak dinlediğine inanmadığım düşündüğüm için yazıyorum, evet şu anda herkesin beni anlayacağı inancındayım. aslında beni dinlemekten ısrarla kaçınanlara inat biraz kendimi anlatayım.
bir bahar günü doğdum bundan yirmi yedi sene önce. tarih hesabını siz yaparsınız. orta halli bir ailenin ortanca çocuğuydum. küçüklüğüme dair pek bir anım yok. sıfır-altı yaş arasını her yetişkin gibi ben de hatırlamıyorum. aslında bundan dolayı da pek bir pişmanlık hissetmedim. ilkokula erken denilebilecek yaşta gittim. her zaman sınıfın en küçüğüydüm. hem fiziksel olarak hem de yaşça..kırmızı kurdeleyi hiç takmadım. okumayı zor öğrenmiştim. oysa ki şimdilerde yapabildiğim tek ve en iyi şey. hayatımda bu tür çelişkiler beni her şeyden bezdirdi. babamın tayini çıktıktan sonra başka bir ilkokula gittim. “çocuklar bugün aranıza yeni bir arkadaş katıldı, adı bilmem ne hadi tanışın” saçmalıkları. kulağımdan çok sık hasta oluyordum. öğretmenlerim benim kulağımı hiç çekmediler. uslu sayılmazdım ama her zaman benim yerime dayak yiyecek günah keçisi bulunurdu. çünkü ben başarılı bir öğrenciydim. artık hangi başarı benim için önemliyse?! orta okulda karşı cinsi fark etmemle beraber din korkusu da hissetmeye başladım. sınıfın en çalışkanıydım ve aynı zaman da en sevilmeyen öğrencisiydim. hoca kararıyla sınıf başkanı olurdum. sonra seçim yapılırdı ve bana benden başka hiç kimse oy vermezdi. aslında kötü birisi değildim. kimseyi şikayet filan etmezdim. ama bende insanların sinirlerini bozan bir şeyler vardı. lise yılları benim için bir dönüm noktasıydı. ilk aşk, ilk hüsran, ilk öpücük ve daha nice ilkler...o zamanlar espri anlayışım bayağı ilerlemişti. çevremde komik, neşe dolu olarak tanımlanırdım. kızları çok güldürürdüm ama gülünç duruma düşmekten korkardım. oysa içim bambaşkaydı. kızlar beni sevmezlerdi .çalışkanlık huyum devam ediyordu ve ben ilk defa çılgınca aşıktım. tüm saflığımla tam bir aptal aşıktım ama o aptal aşığı hiç görmedim. cinsel sohbetler,futbol sohbetleri ve kahve kültürü-benim gibi iyi eğitim almış insanlar yadırgayabilirler beni ama birçok gencin geçmesi gereken bir yol-gençlik yıllarımın önemli bir bölümünü oluşturuyordu. her türk genci gibi bende kahve kültürü ve arabesk müzik eğitiminden başarıyla geçtim. liseyi bitirdiğim senede bir takım sorunlarım oldu. niçin yaşıyorduk diye düşünmeye başlamıştım. tamamen oyun oynuyorduk. yalnız çok ciddi bir oyundu bu. kurallar koymuşuz ve onlara tapmışız. kurallara uymayanları cezalandırmışız. belki ben de daha önce kurallara inanıyordum ve uymayanların cezalandırılmasından yanaydım. ama şimdi bundan öyle bir pişmanlık duyuyorum ki! bir şeyler icat edilmiş, doğa kanunları keşfedilmiş adına bilim denmiş. sonra okullarda çocukların beyni “bilim” le doldurulmuş. yüzyıllarca aynı döngü olmuş ve olacak. peki ya sonra? evet sonra ne olacak? sadece temel ihtiyaçlarımızı karşılayarak yaşasak daha mutlu olmaz mıydık? ölmeden önce felsefe yapmak istemiyorum. üniversite yıllarım...sözde özgürlük yılları. herkesin katı bir disiplin döneminin ardından düştüğü kocaman boşluk üniversite. ama yine de yüzümün güldüğünü hatırlıyorum. mutlu sayılmazdım. her şey benim için anlamını yitirmişti. nedenlerin bir önemi yoktu. ölümümü düşünüyordum. cenazemi,tabutumu, ölümden sonrasını...düşünmek için oldukça fazla zamanım vardı fakat cesaret yoktu! mutsuz ve umutsuz geçen, kahredici yıllar. başarısız aşk maceraları ve başarısız bir üniversite eğitim hayatı. daha önceki halime inat denilecek kadar başarısız. sonra bu başarısızlıklar bende alışkanlık haline dönüştü. ilişkilerime, kısa iş yaşantıma,aşk oyunlarına...kısacası her şeyimde başarısız. başarısızlıkta başarılıydım. sebeplerim vardı. hiç bir şeyi umursamıyordum. nasıl olsa yakın bir zamanda ölmek vardı aklımda. artık doktorum bile bana inanmıyordu. herkesin başına gelebilecek olan depresyondaydım ona göre ve yüzde seksen tedavi ediliyordu. benim yüzde yirminin içinde olduğuma inanmıyordu yada ben inandıramıyordum. her şey benim üzerime dönmüştü! ne oluyordu bu insanlara. benimle ne diye uğraşıyorlardı ?
oysa ki, ben bir köşede unutulup gitmeyi, fark edilmeyen insan olmayı özlüyordum. aynı zamanda ben herkesin önem verdiği bir insan olmayı da istiyordum. bu çelişkiler arasında gidip geldim, gel-gitlere kapıldım.ama şimdi her şeyi çözdüm. çözüm tabi ki ölüm. bu sizin elinizden olmalı, yoksa diğer şekilde bir anlam yok. gördüğünüz gibi ben çelişkilerin adamıyım ve onları yaşamaktan korkuyordum. hayır şimdi hiçbir korkum yok. artık hazırım. az sonra derin bir uykuya dalacağım. ilaçla intihar edeceğimi düşünenler yanılıyorlar. şimdi veda etmek istediklerim var !..
annem’ e
ben gidiyorum diye sakın üzülme demiyorum. nasıl olsa üzüleceksin. daha mürüvvetimi göremediniz.( bu mürüvvetten de oldum olası nefret etmişimdir). oysa, ben üniversiteye giderken sende iyi aile kızı arıyordun. ama evlenmeyi beceremeyecek kadar korkağım. hem her zaman senin öleceğin, ömrünün sonuna yaklaştığın düşüncesi beni deli ediyor. hesaplar yapıyorum. ortalama insan ömrü 70 yıl. az kaldı yirmi yıl. ya daha önce bir şey olursa, hastalanırsan ben ne yaparım diye üzüldüm durdum.. en iyisi o günü hiç görmeden ben gideyim. her beraberliğin bir sonu varmış anne. hastalıklı bir ruha sahip olduğumun anlaşıldığı yıllarda, geceleri birlikte yatardık.. korkardım, hem de çok korkardım. ama şimdi korkmuyorum. sende korkma anne! hiçbir zaman senin istediğin gibi bir çocuk olamadım. diğer ailelere göre daha tuhaf bir anne-oğul ilişkimiz vardı. her şeyimi öğrenmek istedin. israrla bundan kaçındım. tam sana her şeyi anlatacak olduğumda, verdiğin cevaplar beni hayal kırıklıklarına uğrattı. hiçbir zaman yaşıma göre davranmadın.senin gözünde hep on dört yaşında yatılı okula giden çocuğun vardı. oysa anne ben artık kendi kararlarımı kendim verebilecek yaştayım. bu ölüm kararım olsa bile! bana kızma anne ve benim için dua et! seni seviyorum anne !
babam’ a
çocukluk yaşlarımın kahramanı, ergenlik çağımın hayal kırıklığıydın sen baba. yaşım ilerledikçe sana daha çok benziyordum ama buna bir türlü engel olamadım. akşam eve geldiğinde televizyon karşısında uyuklamana, annemle hiç bir şey konuşmamana, kendi başına iş yapmana hep kızdım. sonra konuşmandan hareketlerine kadar sana benzedim. ama benim için yaptıklarını nasıl unutabilirim. okumam için onca masraf yaptın.bana fazla karışmadın. (nasıl olsa sana benzeyeceğimi biliyordun.) yatılı okula ilk gittiğim günde annemin ağlamasını beklerken senin ağlaman, sonra ruhum hasta iken sana sarıldığımda ağlaman beni nasıl da duygulandırmış ve etkilemişti. cebinde paran yokken, yıllardır aynı takım elbiseyi giymene rağmen, çocuğum iyi giyinsin diye kaliteli elbiseler aldığında hep içimde garip bir hüzün oluşurdu. ve babamın oğlu olmalıyım derdim kendi kendime. bütün bunlara rağmen sana çok bağırdım, seni çok üzdüm. bir kez daha üzüleceksin ama bu son olacak! baba, babacığım senin de başına bir şeyler gelmesinden korktuğum için, bu acıya dayanamayacağımı bildiğim için erkenden gidiyorum. artık her telefon çalışlarında seninle ilgili kötü haberler alacağım diye tehlikeli ve tedirgin bekleyişlerim olmayacak. seni çok sevdim. hatalarımı bağışla benim. oğlun.
ablam’ a
sana anne ve babana yazdığım kadar uzun yazmayacağım. yeryüzünde hiç bir kardeş bizim kadar kavga etmemiş, bizim kadar zıt kutuplarda olmamıştır. buna rağmen her zaman birbirimizin başına bir şeyler gelmesinden hep korktuk. defalarca beni öldürme planları yaptığını günlüğünden biliyorum. bunu senin yapmana izin veremezdim. elveda!
ahmet’ e
sevgili arkadaşım sana anlatmak istediğim o kadar çok şey vardı ki...bunların hiçbirinin bir önemi yok artık. sadece bu yaşıma kadar beni hiç yalnız bırakmamana teşekkür etmek istiyorum.
lisede başlayan ve hala devam eden bir arkadaşlık. birbirimizin hayatını o kadar iyi bilmememize rağmen yaşadıklarımızı her anlattığımız zaman sanki ilk defa dinliyormuşuz gibi heyecanlanırdık. seninle bir çok şeyi paylaştık, çok güldük, ağladığımız zamanlarda olmadı değil. zaman zaman birbirimizi aldattık. hoşlandığın kızla konuşabilmek için benim ona karşı hissettiklerimden bahsetmen doğru değildi ama benim de seçeneğim yoktu. o anda çok açtım ve çaresizdim.senin hakkındaki bilgileri nefret ettiğin insana vermek zorunda kaldım. ama sonuçta bir şeyi başardık seninle. hep beraber kaldık. bütün bunlar ilişkimizin yolunda gittiğini gösterebilir. ama son zamanlarda artık tatmin olmuyordum. sanki birbirimizi hiç tanımamış gibiydik. birbirimizi tüketmiştik ve seninle paylaşacaklarımın sonuna gelmiştim. meğer bu da benim hayatımmış! sebebini ben de bilmiyorum ama yaşadıklarıma bir anlam veremiyorum. bundan dolayı ilişkilerimin de devam etmesinin nasıl bir anlamı olabilir. artık hayattan zevk almıyorum. (arkadaşlarımla beraber birçok eğlenceye katıldım ama orada nasıl eğleneceğimi bilemedim hiç bir zaman) her zaman sana örnek olmaya çalışmıştım. okuyacağın kitaplardan giyim tarzına kadar...bu sefer sana iyi örnek olamayacağım için üzgünüm. ölümümden sonra mezarıma gel, ölüm yıl dönümlerimde tanıdıklarıma beni hatırlat. çocuğunun ismine benim adımı vermen çok büyük bir incelikti. umarım kaderi bana benzemez. şimdilik ben den bu kadar. sonra görüşürüz. (iyi oğlan)
adı önemli olmayan sevdiklerime ve seveceklerim’ e
sizler, hiç biriniz beni tanımak ve kabullenmek istemediniz. bir kısmınız benim kişiliksiz olduğumu. beni benden daha iyi tanıdığınızı iddia ettiniz. ama sonunda “seni tanıyamamışız, o kadar ilginçsin ki hayatımda tanıyamadığım tek insan sensin” dediniz. aslında tüm suç benimdi. size layık olduğunuzdan daha fazla sevdim. bir kısmınıza delice aşık oldum. beraber olabilmek için her türlü senaryolar yazdım, provalar yaptım ve takip ettim. ama başaramadım hiç birinde. ya başkasını seviyordunuz ya da bir sevgiliniz vardı.-sevdiğim kızların nasıl sevgilisi olabilir. çirkin sevdiğim söylenir. zaman zaman aşağılandım bu huyumdan dolayı- kendinizi yalnız hissettiğiniz zaman benimle konuşmaya yanaşıyordunuz. herkese akıl veriyordum ve verdiğim fikirler çoğu zaman işe yarardı. mantıklı olduğum söylenirdi. kendim için mantıklı olamıyordum. sonra işiniz bittiği zaman beni yüzüstü bırakıp giderdiniz. beni değiştiğiniz erkekleri tanıyınca deli olurdum. cahil, sanattan anlamayan çam yarmaları! ama çok şaşırdığım bir şey var. aranızdan bazıları da beni severdi. beni neden sevsinler ki! mutsuz olmak için mi, yoksa bunalım edebiyatı yapmamı dinlemeleri için mi? bense karşılık verdim sizin beni yüzüstü bırakmanıza rağmen. halbuki ben aşık olduğum hiç bir kızla beraber olamadım. bu çelişki sizi delirtmez mi? kısacası her zaman mutsuz oldum sizin yüzünüzden. “mutlu aşk yoktur” cümlesinin inatla ispatını yaptım ve bu işten bıktım artık. biliyorum ölüm haberim bazılarınızın umurunda olmayacağı gibi bazılarınıza da çok etkileyecek. benden hoşlandıklarını iddia edecekler. genellikle fırsatı kaçırdığım söylenirdi. bu sefer onlar zamanı kaçıracak. garip ama benim için üzülecekler, arkamdan ağlayacaklar ve yas tutacaklar düşüncesi beni mutlu ediyor. aşık olmaya aşık olan bir insan olarak söylediklerim garip gelebilir ama gerçek aşkı bulmak için acı çekmek gerekiyorsa yeterince çektim. artık o iri, yarı çam yarmalarıyla mutlu olursunuz. elveda selvi, gülen, emel ve yasemin! (bu isimlerim benim için özel bir anlamı yok. aklıma ilk gelenler. hiç bir kızın benim için önemi olamaz bu andan sonra) hepinizin canı cehenneme!
yazmaya devam edersem intihar etmekten vazgeçeceğim. bu işi bu gece mutlaka bitirmeliyim. ama şimdi de hangi yolu seçeceğime karar veremiyorum. intihar etmemim sebebi, artık seçim yapabilme şansımın olamamasıydı. meğer ölmek için ne kadar çok yol varmış. karar vermekten nefret etmişimdir ve hep zorlanmışımdır. mektubuma son vermeliyim artık.
mektubuma son verirken beni tanıyan tüm insanların, sevenlerin beni affetmesini umuyorum.
bu yolu seçtiğim için benim hayattan kaçan korkağın teki olduğumu düşünmelerini istemiyorum. ben kendimi öldürebilecek kadar cesaretli biriyim. bu mektubu okuyan her kim olursa olsun-herkesin intiharımdan haberdar olmasını istediğimi düşünmeyin. tanıdıklarımı kastediyorum- benim için üzülmelerini istemiyorum. sadece bu gecenin tarihini hatırlasınlar ve her sene yaşadıkları müddetçe beni anımsasınlar istiyorum. her ne hata yaptımsa affedin. affetmeyenlerin bana bir zararı dokunamaz. nasıl olsa benden sonra hiç bir şeyin önemi yok! önemli olmayan, başarısızlığın olmadığı, gülünç duruma düşülmeyen bir yere gidiyorum yada yok olacağım. mektubu okuyanlar neden öldüğümü düşünmesinler. bu ne bir aşk intiharıdır ne de hayatta terkedilmiş birinin ölümü. bu alışıla gelmiş dünya düzeni ve döngüsüne bir başkaldırının ve isyanın sesidir ve umudun çözüme kavuştuğu bir ölümdür.
elveda dünya!
bir bahar günü
7 notes · View notes
huzunluveyorgun · 5 months ago
Text
Tumblr media
Merhabalar, bu uygulamayı yeni indirdim. Nasıl bir giriş yapacağımı bilemedim bu yüzden size biraz kendimden bahsetmek istiyorum. 18 yaşındayım, hayata yeni atıldım. Reşit olalı sadece iki ay oldu. Hayatla ilgili birkaç şey biliyorum fakat tabii ki deneyimli değilim, mutlaka hatalarım olacak, bundan önce olduğu gibi. Ülkenin pek sevilmeyen, ancak bence en güzel şehri olan Konya'da yaşıyorum. Resmen Konya için yaratıldığımı düşünüyorum. Estetiği, mimarileri, tarihi eserleri, müzeleri, havası, suyu ve daha birçok şey... Gezmeyi severim, genellikle yalnız gezerim. Çok fazla çevrem yok, çok fazla çevre edinmek de istemiyorum. Az kişi, çok huzur. Yemek yapmayı, yeni tarifler denemeyi severim. Üniversite de buna göre bir bölüm yazdım, umarım gelir. Hayvanları çok severim, onların masumluğu, sadakati... Her şeyi ile çok güzeller. Gözlerindeki masumiyet ve ışıklar... Hayvanlar bu dünya için çok masum canlılar. Kitap okumayı severim. türü, yazarı vb. pek umrumda değil, hoşuma gideni okurum. Ama en çok okuduğum tür klasikler. Film/Dizi de izlemeyi çok severim, nadir izlerim ama gerçekten seviyorum izlemeyi. Önerilerinize açığım. Bu hesabı açma nedenime gelelim. Bazen içimi dökmek rahatlatıyor, kendimi en çok ve en doğru şekilde ifade edeceğim yer burası gibi hissediyorum, umarım öyle olur. Şu anlık aklıma gelenler bunlar. Umarım güzel şeyler olur hayatımızda. Okuduğunuz için ise teşekkür ederim. Sizi tanımıyorum ama hepinizi seviyorum. Saygılarımla.
9 notes · View notes
ekip · 2 years ago
Text
Tumblr, Tumblr, Tumblr... 
İnci tanelerim. Acayip Tepkilere gösterdiğiniz ilgi, beni benden aldı. Gurur duydum. Şimdi kalkıp bu duygu seli içinde Baş Yönetici çizgimden kaymak istemiyorum; ama çok tatlısınız.
Baş Yönetici demişken, bu pozisyonun verdiği özgüven ve kesinlik duygusuyla söyleyebilirim ki bu ürün alır başını gider. Siz daha neler olup bittiğini fark etmeden olup bitiveriyor her şey; ama ben bu tür ince ayrıntıları işte çok iyi yakalıyorum. Bu özelliğin on kat daha güzel hali, ortaya çıkmayı bekliyor. Peki bunu kim çıkaracak? Tabii ki de ben!
Bu nedenle yarın itibarıyla, ücretli izne çıkıyorum.
Bu sefer öyle Clawland'e zorunlu izne falan gönderildiğim yok; aksine Pika-Adam'ın yaşadığı dağları, o karanlık mağaraları keşfetmek için yola çıkıyorum.
Bi' süre tırtıl suyu ve vanilya özünden oluşan bir detoks yaparken bi' yandan da meditasyona yönelmeyi planlıyorum. Amacım, Ürün Deneyiminde nirvanaya ulaşırken, tıklamaları da elektrik enerjisine çevirecek dahiyane projelerle geri dönmek!
Ben yokken, sadık yardımcım Roberd, Emporium'un başında olacak; işler her zamanki gibi ilerleyecek. Ancak ne yazık ki Acayip Tepkiler geçici süreyle devre dışı kalacak. Tabii ki sizin o güzel kalpleriniz ve pırıl pırıl hayal dünyanızda, o tepkiler, en acayip halleriyle yaşamaya devam edecek.
Kim bilir, belki bi' gün siz de düşlerinizle büyük tepki çekersiniz.
En meditatif dileklerimle,
Brick Whartley Tumblr Tepkiler Bölümü Baş Yöneticisi Ürün ve Fiziksel Mühendislik Departmanı Başkanı (Eski)
53 notes · View notes
gonderilemeyenmektuplar1 · 2 months ago
Text
Emre,
Bazen hayat, insanın düşündüğünden çok daha sert bir şekilde öğretir. Ve ben bugün, sana yazarken, belki de uzun bir zaman sonra, bu mesajı okurken bir şeyleri tam olarak anlayacaksın diye umut ediyorum. Belki de zaman, sana tüm o kırdığın kalbin ve kaybettiğin insanlar üzerinden bir hesap sorar. Umuyorum ki, bir gün geçmişte ne kadar yanlış yaptığını, nasıl en değerli olanı kaybettiğini ve buna nasıl göz yumduğunu fark edersin. Umuyorum ki, hayat sana, yanında olmasına her zaman ihtiyaç duyduğun o kişiyi, nasıl ve neden yok ettiğini gösterir.
Belki o zaman, yıllar sonra, her şeyin sana ne kadar pahalıya mal olduğunu, o anlarda neler yaşandığını hatırlarsın. Hatırlarsın belki, her bir konuşmamızda ne kadar güven verdiğimi sana, ne kadar değerli olduğumu söyledikçe, senin nasıl her defasında uzaklaştığını… İçimde bir kırgınlık var, ama aynı zamanda bir boşluk da var. Çünkü bir zamanlar seninle her şeyi paylaşmak, seni yanımda hissetmek bana huzur veriyordu. Ama o huzur, bir anda kayboldu. Birinin gidişi, öylesine yavaş ve sessizce oluyor ki, fark etmeden içine çekiliyorsun. Oysa seninle her şey bir anlam taşıyordu; seninle zaman, belki de en değerli şeydi. Ama sonra bir anda… Her şeyin kaybolması, o kadar sert ve acı vericiydi ki.
Beni kırarken, bana söylediklerin, farkında bile olmadan beni en derinden yaraladı. Bunu belki de sen anlamadın, belki de anlamak istemedin. Ama ben her zaman, sana içimi açtım, sana güvenmeyi seçtim. Seninle paylaştığım anlar, hep içimde bir şeyler bırakacak diye düşündüm. Ama geriye kalan tek şey, zamanla silinmeye başlayan bir hatıra oldu. O anlar, o güzel anlar, yerini boşluğa bıraktı. Birbirimize verdiğimiz sözler, nasıl bir anda çürüdü, bunu anlamak çok zor. Ve bir zamanlar seninle birlikte olduğumda içimdeki sevgi, şimdi yerini bir hüsrana bırakmışken, seninle geçirdiğimiz her saniyenin bir zamanlar bana ne kadar değerli olduğunu düşünüyorum.
Bu mesajı yazarken, bir tür teselli aramıyorum. Sadece sana, seni kaybetmenin acısının ne kadar derin olduğunu anlatmak istiyorum. Ama ne kadar anlatmaya çalışsam da, bu acıyı yaşaman için belki de senin de zamanın olması gerekecek. Hep söyledim ya, zaman her şeyi gösterir diye… İşte, belki zaman sana da gösterir, neyi kaybettiğini. Her kayıp, insana aslında neyin değerli olduğunu öğretiyor. Belki bir gün, bir anı daha hatırladığında, bir gülüşün ya da bir sözün seni düşündüğünde, içinde bir acı hissedersin. O zaman belki, beni kaybettiğini fark edersin. Ve belki o zaman, o gittiğinde ne kadar yalnız olduğunu, aslında neyi aradığını ama bulamadığını anlarsın.
İçimde kalan boşluk, bana seni hatırlatıyor. Her kayıp, insana daha çok hüzün bırakıyor. Ama belki de kaybedilen bir insanın hatırası, geriye en değerli şey olarak kalıyor. Ne olursa olsun, seni unutmak, her geçen gün biraz daha zorlaşıyor. Çünkü seni unutmak, seni kalbimde silmek, o kadar kolay değil. Ne kadar acı verse de, seni sevmenin, seni düşünmenin bir parçası hâlâ içimde bir yerde duruyor.
Ama şunu bilmeni isterim: İnsan, bazen en değerli şeyi kaybettiğinde, kendi değerini de yeniden keşfeder. Ben belki seni kaybettim, ama kaybolan sadece sen değildin. Kaybolan, birlikte yaşadığımız o anların değeri oldu. O yüzden, belki de zaman sana her şeyin ne kadar hızlı değiştiğini, her şeyin bir anda nasıl silinip gittiğini gösterdiğinde, iş işten geçmiş olacak. Çünkü geçmişi geri almanın bir yolu yok.
Belki de geçmişte bana verdiğin her kırgınlık, seni kaybettikçe daha çok anlam kazandı. Belki de bir gün, neyi kaybettiğini, nasıl kaybettiğini, ve kaybetmenin seni nasıl bir boşluğa sürüklediğini tam olarak anlayacaksın. O zaman, belki de her şey çok geç olacak.
Umarım bir gün, bir şekilde hayatın sana tüm bunları gösterir, belki de o zaman seninle bir anlamda barışırsın. Ama ben, burada, kaybolan her şeyin acısıyla, seni her geçen gün daha çok özlüyorum.
Hoşça kal,
Bir zamanlar seni en çok seven kişi...
Umarım zaman sana hayatın boyunca yanında olmasına ihtiyaç duyacağın kişiyi geçmişinde nasıl yok ettiğini gösterir..."
6 notes · View notes
lovelyyfluff · 3 months ago
Text
Oyun Kartları | Önsöz
Tumblr media
<Eski bir hatıra, veya bir rüyada>
?: (Evden ayrıldığımdan beri güneş kaç kez batıp doğdu? Aradan ne kadar zaman geçti?)
?: (Sayısız insan, gökyüzüne kadar uzanan binalar, gürültürü araçlar—Hepsi duyduğumdan daha da gizemliymiş.)
?: Demek şehir burası.
?: Onu acilen bulup eve geri götürmeliyim.
?: (? Neden her yerde aynı posterden var? Devletin astığı bir uyarı mı?)
?: Hmm. "Bu yılın idol yarışması, SS, çok yakında!"... İdol mü...?
?: (O da ne?! Gökyüzünden bir tür müzik çalıyor!)
?: (Yok, bekle. Sanırım o ses yaslandığım direğin üzerinde duran cihazdan geliyor.)
?: (Burada bilmediğim birsürü tuhaf cisim ve sesler var. Şaşırmam normal olmalı.)
?: Sanki... bambaşka bir dünyaya ışınlanmış gibi hissediyorum...
────────────────────────────
Tumblr media
<Ekim ayının bir günü, günbatımı>
Hiiro: Hm...? O ne?
Hiiro: Yumenosaki... sınıf mı? Ama daha az önce şehrin ortasındaydım...
Hiiro: (esner)...
Tumblr media
Hiiro: (—Ah, neyse. Sadece rüyaymış.)
Hiiro: (Günbatımı o kadar parlak ki beni uyandırmış olmalı. İyi de ben ne ara uyuyakaldım?)
Hiiro: (Kulüp toplantım bitti, sonra defterimi sınıfta unuttuğumu farkedip almak için geri dönmüştüm...)
Hiiro: (Peki bu kitap ne? Neden sıramın üstünde?)
Tumblr media
Tomoya: Ha? Amagi? Bu saatte burada ne işin var?
Hiiro: Ah, Mashiro.
Tomoya: Yeni uyanmış gibisin~ Yoksa sıranda uyuya mı kaldın?
Tomoya: Bana da bazen oluyor, her seferinde kolum uyuşuyor.
Hiiro: Hehe. Neyse ki bana yaşanmadı. Biraz uyku sersemi hissediyorum o kadar.
Tomoya: Hm? O masandaki benim kitabım mı?
Tomoya: Oh be, buradaymış♪
Hiiro: Üstünde "Alice Harikalar Diyarında" yazıyor.
Tomoya: Evet. Ra*bits olarak "Harikalar Diyarı" diye bir etkinliğe katılmak istiyoruz.
Tomoya: "Alice Harikalar Diyarında"n esinlenen büyük bir etkinlik olacak, birçok grup katılıyor.
Tomoya: Tabi, doğal olarak gruplar arasında seçmeler yapılacak...
Tomoya: Ama ondan önce her türlü referansı hazırlayıp göndermeliyiz.
Tomoya: Ben de hazırlanmak için hikayeyi tekrardan okuyorum.
Hiiro: Vay canına...
Tomoya: Şu an Ra*bits olarak "Beyaz Tavşan" kategorisini hedefliyoruz.
Hiiro: "Beyaz Tavşan" mı?
Tumblr media
Hiiro: Aa, şimdi hatırladım! Ben uyumadan önce bu kitabı okuyordum!
Hiiro: Beyaz bir tavşan, Alice'in yanına koşup cebinden bir saat çıkarmıştı... Alice de onu takip edip bir deliğe düşüyordu. Oraya kadar okudum.
Tomoya: Aynen. Öyle başlıyor.
Tumblr media
Hiiro: Kitabı sana sormadan aldığım için özür dilerim. Başkalarının kitabını izinsiz okumamalıyım.
Tomoya: Önemi yok. Onu başıboş bırakan bendim. Bende sıramın yakınında ilginç bir kitap görseydim merak ederdim.
Hiiro: Teşekkürler, Mashiro. Her zamanki gibi naziksin♪
Hiiro: Ama çok tuhaf. Okumaya başlarken hiç uykum yoktu. Kitabın ortasında uyuyakalmamalıydım.
Tomoya: Öyle mi? Sence de bu son zamanlarda çok yorgun olduğun anlamına gelmez mi?
Tomoya: ALKALOID geçen gün R2'de değil miydi?
Tomoya: Eminim o konserin etkisi hâlâ tam olarak gitmemiştir. Benim de konserden birkaç gün sonra bitkin düştüğüm zamanlar oluyor.
Hiiro: Hmm, olabilir.
Tomoya: Ayrıca ALKALOID geçen yazdan beri çok ilgi görmeye başladı.
Tomoya: Yeni grup kurmak, MDM'e katılmak, bir gecede ünlenmek—Çok güçlü oldupunu biliyorum, ama bunca deneyimden sonra yorulmak gayet normal.
Tumblr media
Hiiro: Doğru... İdol işleri dışında ödevlerim de oluyor. Son zamanlarda kendimi fazla yoruyor olabilirim.
Hiiro: Ama bu herkes için geçerli. Benden daha sıkı çalışan insanlar da var.
Hiiro: Bak, sen bile konserlere hazırlanmak hakkında ne kadar şey öğrenmişsin, Mashiro.
Hiiro: Bir hedefin olmasına ve o hedef için çok çalışmana hayranlık duyuyorum.
Tomoya: Yok canım. Gayet normal. Ra*bits'ın lideri olarak görevim bu.
Tomoya: Konusu açılmışken, tavsiye için birini bulmam gerek. Sonra tüm o dökümanlar...
Hiiro: İdollerin işi bir türlü bitmiyor.
Tomoya: Gerçekten öyle. Ana Ra*bits'in başarılı olup olmaması benim elimde.
Tomoya: Böyle düşününce daha çok motive oluyorum.
Tomoya: "Harikalar Diyarı"nda konser verebilmemiz için elimden geleni yapmalıyım!
Hiiro: Hehe. Başarabileceğinize eminim. Ben de size destek çıkacağım...♪
◆ Sonraki bölüm →
2 notes · View notes
musfika-hanim · 1 year ago
Text
en son yazdığım postu okuyan M.. kardeşim mesaj attı.. "abla eş seçimi önemli, duyduğun, dinlediğin kadınların hikayelerini baz alarak, bu tür seçimleri önleyici cümlelerin, anlatacakların vardır muhakkak yazar mısın" diye. direkt ona yazmak yerine buraya da aktarmak istedim. yazacaklarıma bir nevi attığım post kaynak olacağı için oradan yola çıkarak yazacağım. belki sonra da çevreden gözlemlediklerimi ve tecrübelerimi de eklerim.
....
bize gelen yardım talebinde bulunan aileler genellikle yetim, onun dışındakilerde orta yaş ve üstü maddi yetersizlik sebebi ile geçinme zorluğu yaşayan, çocuklarının ve kendilerinin her türlü ihtiyacını karşılayamayacak durumda olan kadınlar. ve neredeyse yüzde doksanı da eşleri yüzünden bu halde. ya keyfi çalışmayan adamlar, ya iş beğenmeyenler ya da zaten vasıflı olmadığı için iş bulamayanlar. hal böyleyken, yani kadınlar maddi sıkıntı yaşayınca eşlerinden beklentileri karınlarının doyurulması ve elzem ihtiyaçlarının giderilmesi oluyor. inanın sevgisizliği, ilgisizliği dert edecek konumda değiller, gündemleri bu değil çünkü gerçekten çok zor durumdalar, çaresizler. eş seçiminde yanlış karar verdikleri için de pişmanlar tabi. burası güneydoğu ve çoğunun çocuk yapmada sınırları yok, korunma yöntemlerini günah kabul eden, eşini buna engelleyen erkek sayısı az değil. genellememek kaydıyla kendi konforları, öz bakımları, eğlence ve sosyal hayatları ailelerinden önde gelen adamlar. benciller, taştan ekmeğini çıkarabilecek yapıya sahipler ama yorulmak onlara göre değil. evlerinde, cadde kenarlarındaki kahvehanede otursunlar, hiç yorulmasınlar, bir yerlerden para, yardım gelsin diye beklesinler, kendi çabaları sıfırken hanımlarını tüm yardım kurumlarına muhtaç etsinler vs. bu metinden yola çıkarak söyleyecek olursam, yani eş seçiminde karar mekanizmasını oluşturacak seçenekleri sıralarsak "vicdanlı, merhametli, ne olursa olsun helal daire sınırı içinde nafakasını temin edebilecek beceriye sahip, pısırık olmayan, tuttuğunu koparan, önce ailesinin ihtiyaçlarını giderebilecek kaygısı olan, sevgisini saklamayacak, zorda olduğu ya da herhangi bir konuda sıkıntıya girdiğinde kendi köşesine, içine kapanmayacak, evdekilerle irtibatını kesmeyecek, onlarla dertleşebilecek, kendi kendine gizem yaratıp günlerce iç dünyasında depresif davranmayacak, öfke kontrolu sağlam, adaletli" ve daha birsürü özelliğe sahip olması gereken kişiler.
insan evlilik yolunda adımlar atarken bu yukarıda sayılanların çoğunu göremez aslında. görüştükçe, farklı ortamları beraber paylaştıkça kişinin karakteri az da olsa falsolar verir. ileride çocuklarının babası olacak kişiyi de seçeceği için birsürü konuda gözlem yapması gerekir kişinin. aslında basit gözlemler bunlar. görüşülmeye yeni başlanılan günler diyelim kibarlığını ölçmek mesela "masaya oturacağınız vakit önce sizin oturmanızı bekler mi yoksa lap diye önce kendi mi oturur, yer hususunda fikrinizi alır mı, beraber yürürken size yol veriyor mu, bir yere glrileceği zaman önceliği size veriyor mu, girdiğiniz mekanlarda garson vs muhatap olduğu kişilere nasıl davranıyor, küçümseyici kibirli tavrılar sergiliyor mu, çabuk sinirleniyor mu, onun yanında iken kendinizi güvende mi yoksa tedirgin mi, değerli mi manasız mı hissediyorsunuz. siz konuşurken sizi nasıl dinliyor, dinliyor mu, sevgi cümleleri kurarken yapmacık mı hissettiriyor yoksa gerçekten içten olduğu geçiyor mu size. aile büyüklerine saygılı mı, onlardan nasıl bahsediyor, aile ilişkisi kopuk mu bağlı mı, annesi ile olan yakınlığının sınırı ne biliyorsunuz bazı erkekler annelerine bağımlı yaşıyor öyle mi? "
bu kişi beni sever, sayar, korur, değer ve önem verir, bana zarar vermez, haklarımı gözetlr, hasta olsam ilgilenir, çocuklarımızı çok sever, onlarla oyun oynar, benim hobilerime de saygı duyar, yetemediğim, yorulduğum zaman benimle beraber aynı işi yapar, başkalarının yanında beni rencide etmez.. diyebiliyor musunuz?
inanın sayfalarca cümle kurulabilir. farkındaysanız hep hissel tavırlara takıldım çünkü bir insan birini gerçekten çok severse çokta merhamet eder çok merhametli olan da hiçbir koşulda eşine zarar vermez. bu yazılanlar sadece beyefendiler için gerekli cümleler değil hanımefendiler için de muhatap cümleler. insanlar zamanla tanınan varlıklar, foyaları sonradan çıkan mahluklar da var. Allah en iyisine, en hayırlısına denk getirsin. aklıma gelirse metine eklemeler yaparım. M.. kardeşim posta istinaden bazı fikirler istedi ve mecburen buradaki şahitliklerime dayanarak çıktı çoğu. sonrakiler de tecrübe ve yine çevreden izlenimler.
acizane sürçi lisan ettiysem affola.
selametle
12 notes · View notes
sensedim1938 · 1 year ago
Text
Fatih Altaylı"nın ; "Küba'da patates bile yok."
Sözü uzerine ,,
Berna Laçin:
" Bak, ben sana KÜBA'da neler yok anlatayım!
Küba’ya yaptığım yolculuk bir gezi değil, deneyim oldu benim için...
Eşi benzeri olmayan tarihi ve yönetim sistemiyle, kimseye benzemeyen insanların ülkesi burası.
Rom, puro, dans-müzik ve neşe...
Buram buram “gerçek” zenginlik...
❤️ "Çocuğum ne olacak.?" korkusu yok mesela
İnsanın çocuğu için endişelenmemesinden daha büyük zenginlik yoktur herhalde.
❤️ Bu ülkede daha kadın hamileyken, devletin kurduğu hamile merkezlerine gitme zorunluluğu var. 70’li yıllarda, hamile pilatesi başlatılmış bu merkezlerde, ayrıca çocuk bakımı için eğitim veriliyor. Doğan çocuk, devletin sayılıyor.
Her tür sağlık ve eğitim hizmetini devlet karşılıyor. Eğitim de tabii ki eşit.
❤️ Sağlığın için endiselenmiyorsun,örneğin..!
11 milyon nüfusluk küçük bir ada olan Küba, tıp alanında dünyada en üst sıralarda. Çocuk lösemisini yüzde 80 oranında tedavi edebilecek kadar ileriler.
30 bin doktor çalışıyor. Sadece kendi ülkelerine değil, tüm Güney Amerika ülkelerine sağlık hizmeti veriyorlar. Tabii ücretsiz!
❤️ Açlık yok mesela
Devlet, karneyle her aileye ihtiyacı olan yiyeceği dağıtıyor. Tavuk, et, pirinç, patates, şeker... Kişi başı, karnı doyuracak miktar, devlet eliyle veriliyor.
Elbette, çuval çuval değil. Örneğin; kişi başı aylık 2 kilo kırmızı et veriliyor meselâ. Tavuk dersen o daha çok.
Eh bizim ülkemizde asgari ücretle geçinen biri her ay kişi başı 2 kilo et yiyebiliyor mu acaba?
❤️ Işsizlik yok ..!!!!
Devlet herkese iş veriyor. Ve maaşlar arasında yüzde 3’ten fazla fark bulunmuyor. Doktor olmuşsun, garson olmuşsun pek fark etmiyor.
❤️ Sokakta yatan evsiz yok..!
Bana en ilginç gelen bu oldu. “En gelişmiş” diye tanımladığımız ülkeler bile evsiz kaynarken Küba’da bir tane sokakta yatan insan yok.
❤️ Kadına şiddet yok örneğin..!
Zaten genel olarak kavga-dövüş-bağırış-çığırış yok. Korna çalan bile yok.
Hani, belediye suyuna sakinleştirici karıştırıyorlar diyeceğim ama belediye suyu da yok.
Her yer doğal kaynak ve su fışkırıyor. Dönelim şiddete; elbette ufak tefek olaylar oluyormuş ama bir kadına hafifçe dokunmanın cezası bile 5 yıldan başladığı için belki de, öyle şiddete filan rastlanmıyormuş.
Hele “karısını öldüren kocalar var mı” sorusunu sorduğumda, bana sapıkmışım gibi bakmaya başladılar.
“Nereden aklına geliyor böyle şeyler” dedi bana genç bir Kübalı kadın.
❤️ Boşanma yok mesela..!
Çünkü evlenme de yok. Kübalılar genellikle resmi evlilik tercih etmiyor çünkü ayrılmak isterlerse işlemlerle uğraşmak istemiyor. Resmi imzaya gerek duymuyorlar çünkü boşanma sırasında paylaşılacak mal, mülk kısaca nafaka-miras gibi kavramlar yok.
Zaten her şey devletin.
❤️ Ter kokan kimse yok.
Sabun-şampuan karneyle. Hepsi Küba malı. Fazladan almaya kalkarsan pahalı. Ama herkes tertemiz.
❤️ Eğlencesiz gün yok..!
Müzik ve dans her şeyleri. Sanki ibadet gibi. Her ân her yerde eğlence var. Sokaklarda, meydanlarda toplanıp, dans ediyorlar.
❤️ Tarlalarda organik olmayan gıda yok..!
Tavuk çiftliği yok meselâ. Bahçelerde yetişiyor tavuklar, ayağı toprağa değiyor. Tıpkı çocukluğumuzdaki tavuklar gibi lezzetli oluyor.
❤️ "Kazık yeme" korkusu yok.!
E her işletme devletin. Çalışanlar da devlet memuru. Ama bizdeki öğretmen evleri gelmesin aklınıza. Örneğin, Hilton Otel, Devrim sonrası olmuş Küba Özgürlük Oteli. En görkemli şovlar, en güzel caz kulüpler aslında hep devlet işletmesi.
❤️ Ayrıca, Küba’da turistler de devlet koruması altında. Turiste zarar vermek en büyük suçlardan biri.
💙Para yok,cok ilginç..!
Evet para yok! Doktor, aylık 20 Euro karşılığı bir maaş alıyor. Hayır yanlış yazmadım; en yüksek maaş bizim paramızla aylık 60 lira. Az geldi değil mi!
❤️ Şimdi “nasıl geçiniyorlar” diye düşünüyorsunuz.
Ama işte elektrik de 0,50 kuruş. Ev kirası yok, sabundan yiyeceğe temel ihtiyaçlara para harcamak da yok. Hastane masrafı, eğitim masrafı yok! Çocuklara kalem almak bile yok. Lüks yok ama ihtiyaç da yok!
💙 Reklâm tabelası yok.mesela.!
Asla yok. O yüzden Küba sokaklarını fotoğraflamak gibisi yok gerçekten.
💙 İnsan ne ister yaşarken???
huzur güven tabiki...
Kültür, Doğa Edebiyat ve Medeniyet
11 notes · View notes
keemlenyekun · 10 months ago
Text
Neyin seçimi?
Ülkemizde seçimlerin değerinin mayıs seçiminde son bulduğunu düşünüyorum. Hala öyle. Parti ayırt etmeksizin vatandaşımız (yüzde 10 kadarını tenzih ederek) aklıyla oy vermediği kesinleşmişti zira o seçimlerde. Bu sebeple de seçimlerle değişecek bir şey kalmadı ülkemizde.
Mayıs seçimleriyle ilgili bu düşüncemin ana kaynağı şuydu: kimi seçeceğimizden çok ülkede olan biten onca şeyi görüp cezalandırma ihtiyacı hissetmeyen başkanını gönülden sevdiği için oy atılmasıydı. Oysa ki ülkeyi yönetenlerin şunu görmesi lazımdı: eğer kötü yönetirsen ne olursan ol seni postalarım diyebilen bir seçim olsun istemiştik. Ama olmadı. Bunda tabi ki seçmenin düşüncesizliğinden çok saçma sapan türk tipi başkanlık sisteminin de kabahati vardı. Ama halkımızın bir tepki koymaması ne yazık ki seçimlerin boşluğu hakkında net bir yargı koymuştu ortaya.
Bu düşüncede olduğum için belediye seçimlerinin bir önemi de yoktu. Hala yok.
Bunu samsunda belediyelerden ince kulislerden haberdar olan birisi olarak söylüyorum. Babamın 40 yıllık belediyeci olması sebebiyle belediyelerin ne tür pislik yuvası olduğunu çok iyi bilirim. Üstüne az da olsa biraz idari hakimlik ekleyince imar rantı falan çat diye görünür oluyor gözlerime.
Umurumda olsa atakumda herkesin imar izni ile uğraşırım. Ama umrumda değil. Misal sel olan dere yatağına pıtır pıtır ruhsat verildi. Büyükşehir mi verdirdi? Evet. Sahilde atakum belediyesinin yalı kafesini aldılar sırf chp kazandı diye. Yerine cafe yaptı büyükşehir. Mahkeme 4 5 defa durdurdu inşaatı. Çünkü kıyı şeridine bu kadar yüksek yapı yapamazsın. Ne oldu durdu mu? Noooo. Yetmedi. Yalı kafenin yeri iller bankasınındı, oradan almak için çok daha değerli araziyi meteorolojinin arsasını belediye iller bankasına verdi takasla. O arsa da sahilde malum. Ne oldu peki. İller bankası anında ihaleye çıkardı. Kim kazandı. Baran inşaat. Ne yapılıyor oraya. Avm. Yaşam merkeziymiş. Tek şerit yolu olan sahile avm yapılıyor. Olacak iş değil. Yeşilyurt gibi. City mallin iznini bakanlığın vermesi gibi. Veriyorsun parayı ruhsat kapında. Yoksa türkiş kavşağı yoğunluğuna otoparkı göstermelik olan bir avm ruhsatı verilir mi? Ne güzel değil mi?
Bunun gibi binlerce olay vardır. İlim yaymadan bir beyfendi başka bir ilçe belediyesine müdür olarak gelir misal. Başlar işine 60 bin tl maaşla. Olur bunlar. Belediyecilik böyle çünkü. Sokarım böyle belediyeye. Puahahaha.
Hepsinin ortak paydası var. Samsun için hiç olmazsa. Ortak payda. Aynı partiden kaynaklı sorunlar olması. He bu demek değil ki chp ya da ip bunları yapmıyor. Yapmak istiyorlardır illa ki. Deveci beyin kardeşini alması gibi. Yanlışın masumu olur mu? Ancak muhalefet belediyelerinin şöyle bir özelliği var ceza kesiliyor. Seçilmiyor. Seçmen ceza kesmekte direnmiyor. Bilet kesiyor. Böyle olması lazım çünkü. Lanet seçimler bunun için var. Bu şehirde büyükşehir belediyesinin mali birim müdürü rüşvetten cezaevinde yattı. Niye rüşvet almış peki? Müteahhitten para almış. Çarşamba ovasına yapılan havanın bir tarafına koyan biyokütle enerji santraline izin veren belediyenin cezalandırılması gerekirdi. Ama cezalandırılmadı. Bu sebeple seçimlerin bir anlamı yok. Amacına hizmet etmeyen bir halk refleksi var zira.
Bu sebeplerle seçim sürecini hiç takip etmedim. Sonuçlara mecburen baktım. Sevindiğim tek sonuç oldu. Üsküdar. Puahahaha. Değişim iyidir. Kuzguncuk..nevmekanların adı değişir mi? İşin şakası bir yana. Sevindik ailecek üsküdara.
Sevgili defter. Bu günü unutma diye notumuzu düştük. Keşife gideceğim mahkemeylen. Vaktimizi bekliyoruz.
Mahkeme demişken. Ulu yüce danıştayımız iddksı kararını vermiş temyiz başvurum hakkında. Göremiyorum şuan kararı. Ama olumsuz olacağı kesin benim nazarımda. Çok acil aym başvurumu hazırlamam lazım. İade davamla ilgili dilekçe yazarken hep küfür moduna giriyorum. Sinirlerim bozuluyor. Bu sebeple bu ara sinir küpü olurum. Bak uzun yargılamadan bir tazminat daha almam lazım. Onu da komisyona bağladılar. Kanunu bir okumam lazım. 7.5 yıl oldu. Vay amk. Koca 7.5 yıl. Lanet 7.5 yıl. Dile kolay. Kalbe zor. Ruha hala yük. Vay anasını ya. Aym harçları ne kadar oldu yahu?
Yargıtay seçimi hakkında da yazarım sana sevgili defter. Bitsin de bi.
Vesselam.
3 notes · View notes
yazan-kalem-siyah06 · 10 months ago
Text
Tumblr media
✓ Atatürk
Bir İranlı, Ülen Tölge'nin ATATÜRK hakkındaki tespitleri:
Atatürk kimdir?
1- Atatürk üst insandı. Onu herkesle karşılaştırmak doğru olmaz kanımca.
Atatürk’ün vatan sevgisi basit bir ifade olur! Üst insanlarda vatan sevgisi çok farklıdır!
Başka şey olmalı: Vatan kuruculuğu...
Farklı düşünüyorum bu konuda.
Çünkü o zaman sevilecek vatan diye bir olgu yoktu.
Osmanlı’nın yok ettiği ümmetçi karanlık geçmişin harabeleri vardı.
Vatan sadece toprak yığınından oluşmuyor. Vatan, değerlerin zarfıdır.
Peki Atatürk zamanında hangi değerler vardı? Hiçbir değer...
Hiçlik vardı.
İnsan hiçliği nasıl sevebilir?
Atatürk sevilecek ve insanca değerlere zarf olacak bir vatan tesis etmek istedi.
Yüksek ölçüde de bunu başardı.
Çünkü üst insanlar, değerlerin kurucuları olurlar.
O değerlerle de vatan, madde olmaktan, toprak yığını olmaktan çıkarak manevi ölçütlerin yurduna dönüşür. Atatürk´ün kurduğu ve Anadolu´ya armağan ettiği değerlerin O´ndan önce var olduğuna dair hiçbir örnekle karşılaşmadım.
Nelerdi bu örnekler?
2- Cumhuriyet bir değerdir ve Atatürk öncesi yoktu.
3- Laiklik, sadece bir değer değildir, değerlerin üreme ve üretilme olanağıdır ve Atatürk öncesi yoktu.
4- Türkçe bir değerdir ve Atatürk öncesi yoktu. Özellikle benim için önemli olan budur.
Ben bir kaç dil bilirim ve Türkçenin de bir kaç lehçesini bilirim.
Atatürk öncesi Türkçe yoktu.
Felsefeye, fiziğe, tıbba, bütün bilim dallarına girmiş bulunan modern Türkçenin kurucusu Atatürk´tür.
Çağımızda eski Yunan felsefesinden modern Batı felsefesine denli bilgi kaynakları tercüme edilmişse, bunun nedeni Atatürk tarafından insanlık tarihine sunulan ve grameri belli olan Türkçedir.
5- Atatürk öncesi kadın yoktu.
Şeriat esiri ve seks makinası olan, evde oturması gereken, cihat için çocuk doğuran dişi nesne vardı.
Kadına insan onuru kazandıran, yazıp okuması için önündeki şeriat engellerini kaldıran, seçip seçilme hakkı kazandıran Atatürk olmuştur. Atatürk olmuştur ve başka kimse olmamıştır.
6- Atatürk öncesi tarih hafızası olan bir toplum yoktu.
Çünkü tarih bilgisi ve bilinci olan bir toplum yoktu.
10 yıl boyunca TDK başkanlığı yapmış olan felsefeci Macit Gökberk "Değişen dünya, değişen dil" kitabında "Ortaokulu Osmanlı döneminde bitirdim. Anadoluda Selçuklu devletinin de olduğunu Ortaokulu bitirdikten sonra yabancı kaynaklardan öğrendim" diye yazar.
Yani Anadolu toplumunda tarih bilinci ve bilgisi yoktu.
Bu hafıza, bilinç ve bilginin yaratıcısı
Atatürk’tür.
7- Türkler için (Sadece Türkiye Türkleri için değil) Atatürk´ten önce tarihin kendisi de yoktu. Üst insanlar kendilerinden itibaren başlayan tarihin yaratıcıları olmuyorlar. Daha önceki tarihin de kurtarıcıları, aydınlatıcıları oluyorlar. Bu açıdan Atatürk tarihin kurucusu, kurtarıcısı ve aydınlatıcısıdır.
8- Atatürk öncesi Arap töreleri Türk toplumunun beynini öylesine karanlığa gömmüştü ki, iğne deliği denli bir yer bile ışık sızması için kalmamıştı.
Atatürk büyük dinsel aydınlatıcı gibi Kuran’ı Türkçeye çevirttirerek 1000 yıllık katı ve delinmesi güç olan karanlıklara ışık sızdırtmaya çalıştı ve büyük ölçüde başarılı oldu.
Günümüzdeki Osmanlı karanlıklarına dönüşün
macerası başkadır.
9- Atatürk´ten önce edebiyat yoktu, çünkü alfabe yoktu.
Arap alfabesi, sadece Türkçe'nin düşmanı değil, Arapça'nın ve Farsça’nın da düşmanı. Arap harflerinin beyinleri körleştirme sürecini durduran Atatürk olmuştur ve başkası değildir.
Atatürk öncesinde 1000 yıl boyunca Ebu Reyhan El Biruni gibi bilgeler bu alfabeden Orta Doğu’yu kurtaracak kurtarıcı üst insan aramışlardı.
O kurtarıcı Atatürk kişiliğiyle ortaya çıkmıştır.
10 - Atatürk öncesi musiki yoktu.
Osmanlı sarayının saçma ve karmaşık dildeki aruz edebiyatı musiki için asla yatkın değildi ve beyinlere uyuşturucu etkisi bırakmaktaydı. Konservatuarların kurucusu ve eski karanlıklara gömülmüş toplumun estetik zevk algısını aydınlatan Atatürk olmuştur.
11- "Atatürk’ten önce, Tanzimat’tan başlayarak Batılılaşma süreci vardı ve bu süreç Atatürk’ü yetiştirdi" savını kabul edemiyorum.
Çünkü böyle olsaydı, o zaman Atatürk gibi bir önder Batının kendisinde yetişmeliydi?
Ama yetişmedi.
18. YY itibarı ile Rusya’da büyük aydınlanma süreci başladı.
Rusya aydınlanma ve intelenjiyası 19. yüzyılda bütün dünyayı etkisi altına aldı.
Tanzimattan sonra Osmanlı'da Dostoyevski, Tolstoy, Turgenyev, .... gibi dahiler mi yetişti? Yok.
O zaman neden Rusya intelejensiyası Atatürk gibi bir önder değil, Lenin gibi bir terörist yetiştirdi?
Evet, Lenin teröristti ve Çar saltanatını mensuplarının hepsini toptan teröre uğratarak katletti.
Atatürk de Osmanlı hanedanını toptan katledemez miydi?
Ama etmedi.
Hz. Muhammed’in "Yeryüzünde İslam egemen olana dek savaşın!" sözlerine benzer Lenin de "Yer yüzünde işçiler azat olana dek savaşın ve proletar diktatörlüğünü kurun!" dedi.
Ama Atatürk ne Arap, ne de Lenin saçmalıklarına aldırış etti.
Bu saldırgan zihniyetlere karşı "Yurtta barış dünyada barış" söylemini ortaya koydu. Tarihte böylesine bir devlet adamıyla karşılaşmadım ve neler neler...
12- Özetle: Atatürk öncesi yokluk vardı, en önemli ve kıymetli insani ve evrensel değerler yoktu!
ATATÜRK, sadece Türkiye’ye değil, dünyaya eşsiz bir armağandır...
6 notes · View notes
kachatorianpresents · 2 years ago
Text
Daha önce de yazmıştım sana. O zaman sanırım çok ciddiye almamış, alkollü ve heyecanlı diyreke sallamıştın muhtemelen. Mevzuyu veyahut cesaretimi, içtiklerime bağlayıp geçiştirmiştin o zaman. Haklıydın, ama bunun o zaman da anlamı yoktu tek başına, şimdi de yok. Yeterince içtiğim vakit olanları biliyorsun. Yeterinden fazla içince olacakları bir düşün. Korkma, şu an sönmeye başlasa da içimin al sancakları, iki halin tam ortasındayım. Yine o zaman yalnızlıktan şikayet etmiştim, senin oradaki, benim de buradaki yalnızlığımdan şikayet etmiştim. Hatta sitem etmiştim biraz kadere. Oysa yalnızlıkla kimsesizliğin aynı şey olmasığını, yalnızlığım bilinçli bir şekilde elde edilen bir tür konfor, kimsesizliğin de delirten bir lanet olduğunu anlatmıştım. Bir konuşmamızda sana pek çok dersteki çocukları da anlatmıştım. Kimsesiz olmadığımızı bile bile neden bu kadar sitem ettin diyeceksin. Dertten be kuzum, vallahi derten... Biz kimsesiz değiliz. En azından birbirimiz varız birbirimize. Mesafe, ıssızlık yormuştu belki de beni. O yüzden sitem etmiştim belki, bilmiyorum.
Tepemde enteresan bir bulut kümesi vardı. Önce koyuna, sonra yorgana, sonra da ne olur ne olmaz diye sana benzettim. Bir şeyleri seninle ilişkilendirmeyince kötü hissediyorum kendimi. Demiştin ya hani, ben burada öylece duruyorum, sen ise hayatla beraber akıp gidiyorsun diye. O öyle değil be kuzum. Öyle görünse de öyle değil. Yazdığım her satırda göz kırptım sana. Annemin kurduğu sofralarda içimden hep bir tabak ekledim. Şarkılarda seni dinledim. Şirlerde seni söyledim. Allah şahidim, bir gün beraber yeriz diye dört kıştır hiç nar yemedim. Melankolik bir orta yaş bunalımlısı mı dersin, bıçkın bir kenar mahalle külhanı mı bilmem. İmanın en sevdiğim şartı meleklere iman dediğimde şartsız bir refleksle söylemiştim, ciddiyim. Ciddiyeti her halta sulanan bünyeme yakıştıramasan da. Olsun, parktaki bütün ağaçlar şahit. En az birkaç dostum, en az birkaç yüz şişe, en az birkaç bin kitap, en az birkaç milyon saat kefilimdir. Şarkılardan en çok uçurtmayı, saatlerden en çok 12 yi, ve kadınlardan en çok seni sevdim. Görüşememek ne ki? Ben seni bir gün kavuşuruz diye sevmedim. Ben seni o gün hiç gelmese de vazgeçemeyecek kadar sevdim. Allah gülerse yüzümüze amenna oturu nar yer, narı severiz. Olmazsa da ben yine ne olur ne olmaz diye gördüğüm her güzel şeyi sana benzetirim. Tüm bunlara rağmen olmazsa da eğer, olursa çok güzel olacak. Olmazsa da eğer, uzun bir zaman önce kötü bir şairin yazdığı kötü dizelerle bağlarız mevzuyu. Boktan bir hayata katlanabilmemiz için değil mi kelimeler, yoksa ne işe yarayacaklar? Ben seni severim belki de rabbim buna hazır değil. Her şeyin güzelini sever o, ideal birliktelikler ister. Seninle benim yanyana oturacağımız çekyata ne ilahi adalet sığar, ne de diyalektik. İçime çöreklenmiş sığ bir sığır var benim. Ben seni severim sevmesine de, iş çıkarmasana şimdi, ne gerek var güzelim?
Ali Lidar - Bilinmeyen Bir Adamın Mektubu 2 (2016)
Tumblr media
8 notes · View notes
qwacious777 · 2 years ago
Text
୨ ୧ tanrı. . . olmak ne demek ?
Öncelikle uyarmak istiyorum eğer bu kavram size uygun değilse okumayabilir veya tanrı yerine güç vb. kelimler kullanabilirsiniz. 🧿
Tezahürde yeni olan veya bu konuda çok fazla sorun yaşayan insanlarda gördüğüm yaygın bir sorun genellikle "Tanrı" olmanın ne anlama geldiğini tam olarak anlamamalarıdır. Pek çok insan "Sen Tanrısın" sözünü duyar ve bunun özgüvene yardımcı olacak bir tür zihniyet olduğunu düşünür.
Tumblr media Tumblr media
Bu sözün ne kadar doğru olduğunun farkında değilsiniz belki. İnsanlar "Siz kendi realitenizin Tanrısısınız" dediklerinde, aslında hangi realitede olduğunuzu seçtiğiniz sürece atıfta bulunuyorlar. 3000 doları tezahür ettirmeyi "denediğinizi" söyleyin. O 3000 dolar zaten var ve onu tezahür ettirerek, ona sahip olduğunuz bir gerçekliğe geçiyorsunuz. Bu nedenle herkes, tezahür ettirmenin kolay olduğunu ve kan, ter ve gözyaşı gerektirmemesi gerektiğini söyler. 3000 $ yaratmıyorsunuz, ona sahip olan bir versiyonunuzla hizalanıyorsunuz. Bu nedenle tezahür kolaydır. Arzularınız zaten var. Siz Tanrısınız çünkü gerçekliğinizin ne olduğunu siz seçiyorsunuz. Başka hiç kimse, hiçbir güçlü varlık, hiç kimse kaderinize veya hayatınızı nasıl yaşayacağınıza karar veremez. Sen seçersin.
˚ ₊‧ ୨ ୧🕯️🤍˚ ₊‧ ୨ ୧🕯️🤍˚ ₊‧ ୨ ୧🕯️🤍˚ ₊‧ ୨ ୧🕯️🤍˚ ₊‧ ୨ ୧🕯️🤍˚ ₊‧ ୨
Tanrı olduğunu bilmek, sadece kendinden emin hissetmek değildir. İçinizde yatan içsel gücün farkına varmaktır. Bir parmak şıklatmanızla her şeyi değiştirebileceğinizi fark etmektir. 3D'nin üzerinde olduğunuzu, nihai güce sahip olduğunuzu, hiçbir şeyin size karşı çalışmadığını kabul etmektir. Kanun her zaman lehinize işler. Kelimenin tam anlamıyla size karşı çalışamaz. Ve inandığınız hiçbir şey bunu da yapamaz.
˚ ₊‧ ୨ ୧
Tumblr media
Tanrı olduğunuzu bilmek için, onun tezahürünü görmelisiniz. Kendinizi seçtiğiniz bir gerçeklikle hizalamak. İnsanlar "Sen Tanrısın" dediklerinde bunu kastediyorlar. Realitenizin Yaratıcısının siz olduğunuzu söylediklerinde bunu kastediyorlar. Varsayımlarınız, farkında olsanız da olmasanız da her gün kendini gösterir. Tezahür ettirmek, basitçe bu anlatının kontrolünü ele geçirmek ve bunu bilinçli bir şekilde yapmaktır.
Tanrı olduğunuzda koşulların bir önemi yoktur çünkü onları saniyeler içinde değiştirebilirsiniz. Diğer insanlar önemli değil çünkü onların tüm kişiliğini değiştirebilirsiniz. Dış kaynaklar önemli değil çünk�� hiçbir şey ve hiç kimse sizden daha güçlü değil. Hayatınızın her yönünün kontrolü sizde. Tanrı olmanın anlamı budur. Tanrı edimsel güçtür ve siz de Tanrı'sınız.
˚ ₊‧ ୨ ୧🕯️🤍˚ ₊‧ ୨ ୧🕯️🤍˚ ₊‧ ୨ ୧🕯️🤍˚ ₊‧ ୨ ୧🕯️🤍˚ ₊‧ ୨ ୧🕯️🤍˚ ₊‧
Öyleyse benimle birlikte söyle: Ben Tanrı'yım. Bende güç var. Herhangi bir dış kaynaktan yardıma ihtiyacım yok. Kanun her zaman benim irademe boyun eğer. Gerçekliğimin ne olduğunu seçiyorum. Sözlerime aykırı bir şey olması imkansız.🫧🫶🏼
Hepimiz kendi gerçeklerimizin Tanrılarıyız. Sen istisna değilsin. Öyleyse bu kurban zihniyetinden çıkın. Gerçekliğinizi seçtiğinizi kabul edin. Ne kadar güçlü olduğunuzun ve neler yapabileceğinizin farkına varın.
Tumblr media
16 notes · View notes
adam-slx · 1 year ago
Text
cinsel içerikli yazı (muhtemelen aklınıza hangisi değil ki diye geldi, muhtemelen haklısınız) okuma süresi yaklaşık 3 dakika
aeon.co da "13 Things that don't make sense" ile alakalı bir makaleye denk geldim, seksin evrim açısından nasıl bir çelişki olduğuyla ilgili bir paragraf vardı. "şöyle bir durum var: eğer bir canlı, kendi genlerinin devamı için ürüyorsa, neden bunun için (kendi türünde de olsa) başka birine ihtiyaç duyuyor? eşeyli üremede, anne ve baba çocuğun gen havuzunun bir kısmına etki etmek için, diğer kısmından vazgeçiyorlar."
günümüzdeki canlıları ele aldığımızda, bunun cevabı kolay: demek ki zamanında eşeyli (sikişerek) üreme yoluyla oluşan canlılar, diğerlerinden daha iyi adapte oldular ve bu sayede bugünkü canlı türlerinin büyük kısmı böyle. (bu kalıp canlılarla ilgili tüm soruları cevaplayabilir, dikkat ederseniz.) ancak nasıl ve hangi şartlarda soruları hala muallakta. makaleden hatırladığım kadarıyla, yapılan deneyler laboratuvar ortamında sikişerek üremenin daha iyi nesiller ürettiğiyle ilgili net bir sonuç vermemiş.
bence böyle sorular, renkli kitaplara hayvan fotoğrafı basmaktan daha anlamlı bir "evrim teorisi" eleştirisi oluyor ancak bu bilimsel teoriyi insan maymundan gelmiş mertebesinden öte öğrenmek zor geldiği için olacak, pek rating almıyor.
eşeyli üreme evrimsel açıdan bence çok acıklı bir olay. eş bulmak için harcanan enerjiyi, dökülen dili, ayırılan zamanı ve alınan hediyeleri düşünün. (ben erkek tarafıyım, evet.) sonra, ola ola çocuğun %50'si benim genlerimi taşımış oluyor. oturup herkes mitoz bölünerek (sikişmeyerek) ürese güzel güzel, böyle işlerle uğraşmasak olma mıydı? enerjimizi daha yararlı işlerde harcamış ve evliliğin getirdiği sosyal saçmalıkları hiç yaşamamış olmaz mıydık?
işte bu sorunun doyurucu bir cevabı bildiğim kadarıyla yok. makalede birkaç tanesine yer veriyor ancak cevapların, canlı bireylerinin kendilerinden daha üst bir düzen (tür) için yaşamaları gibi bir sonuç çıkıyor. mitoz bölünsek şahsım adına daha güzel olurdu, ancak insan türü açısından evlenip çoluk çocuğa karışmak daha güzel oluyor yani.
bence tür seçilimi pek kabul gören bir düşünce değil, çünkü canlı bireylerin sırf kendi basit menfaatlerini değil, türlerinin akıbetini de düşündükleri gibi bir sonuç çıkıyor ve bu da evrimin temelindeki doğal seçilimle uyumlu değil. doğal seçilim bireyler mertebesinde işleyen bir mekanizma, bireyler sadece kendilerini düşünüyor ve güçlü bireyler türü yaşatmış oluyor. ancak bireyler türü düşünür deyince, bunun nasıl olabileceğini de söylemek lazım ve o daha da göte kazık bir mesele (evet kendime kazık arıyorum) onun için buradan çıkış görünmüyor. en azından bildiğim kadarıyla yok.
makaleyi okurken sex as overfitting protection? diye bir not almışım. bu yukarıdakileri de giriş niyetine yazdım. aklıma gelen bir fikir var: eşeysiz üreme, bireylerin birbirinin (mutasyonlar hariç) tam bir kopyasını çıkarması demek. Bu da çevre şartlarına daha sıkı bağlı bireyler oluşmasına sebep oluyor. belli bir ortamda gelişmiş canlı türü, o ortama azami ölçüde adapte olduğu için, ortam değiştiğinde ayakta kalması daha zor oluyor.
ben biyolog değilim, ancak (sizde ne derler?) makine öğrenimi (machine learning) bilirim. bir model, öğrenme verisine (training data) sıkı sıkıya bağlıysa, test verisinde çakar. matematik kitabındaki bütün sonuçları ezberleyip, sınavda çıkan soruları çözemeyen öğrenciler gibi.
benim bildiğim üzere DNA bir program. bu programı çevre şartlarına azami derecede uygun hale getirirseniz, şartlar değiştiğinde programın çalışması zorlaşır. eşeyli üremenin, DNA'daki programı test edip, öncekinden daha genel ve çevre şartlarına daha iyi adapte olan bir model oluşturduğuna inanıyorum. okuduğum kadarıyla bunu test eden bir deney gerçekleşmiş değil. biyolog olsaydım yapardım. biyolog olmasam da bilgisayar modelleriyle deneyebilirim gerçi ama alan değiştirmek için uygun bir vakitte değilim. buna ek olarak, anne ve babadan gelen genlerin rastgele değil, belli kriterlere bağlı olarak çocuğa geçtiğine inanıyorum. bu kriterleri bilmiyorum ve böyle hiçbir araştırma okumadım. buradaki mekanizmayı çözen, evrimin mutasyonlarının nasıl daha iyi bireyler ürettiğini de açıklamış olur, çünkü doğal seleksiyon işin ikinci adımını açıklıyor sadece. mümkün bütün mutasyonlardan çok az bir kısmı daha iyi bireyler oluşturduğu halde, nasıl oluyor da türler gelişiyor sorusuna da bir cevap olabilir bu. aynı zamanda bireylerin nasıl olup da tür seçilimi yapabildiğini de açıklayabilir. burada hala çok bilinmeyen var.
6 notes · View notes
tferyal · 2 years ago
Photo
Tumblr media
ÖĞRENDİM Kİ
Şair: Ataol Behramoğlu
Öğrendim ki... Kimseyi sizi sevmeye zorlayamazsınız. Kendinizi sevilecek insan yapabilirsiniz, Gerisini karşı tarafa bırakırsınız. Öğrendim ki... Güveni geliştirmek yıllar alıyor, Yıkmak bir dakika. Öğrendim ki... Hayatında nelere sahip olduğun değil Kiminle olduğun önemli. Öğrendim ki... Sevimlilik yaparak 15 dakika kazanmak mümkün Ama sonrası için bir şeyler bilmek gerek. Öğrendim ki... Kendini en iyilerle kıyaslamak değil Kendi en iyinle kıyaslamak sonuç getirir. Öğrendim ki... İnsanların başına ne geldiği değil O durumda ne yaptıkları önemli. Öğrendim ki... Ne kadar küçük dilimlersen dilimle Her işin iki yüzü var. Öğrendim ki... Olmak istediğim insan olabilmem Çok vakit alıyor. Öğrendim ki... Karşılık vermek Düşünmekten çok daha basit. Öğrendim ki... Bütün sevdiklerinle iyi ayrılman gerek Hangisi son görüşme olacak bilemiyorsun. Öğrendim ki... 'Bittim' dediğin andan itibaren Pilinin bitmesine daha çok var. Öğrendim ki... Sen tepkilerini kontrol edemezsen Tepkilerin hayatını kontrol eder. Öğrendim ki... Kahraman dediğimiz insanlar Bir şey yapılması gerektiğinde Yapılması gerekeni Şartlar ne olursa olsun yapanlar. Öğrendim ki... Affetmeyi öğrenmek deneyerek oluyor. Öğrendim ki... Bazı insanlar sizi çok seviyor Ama bunu nasıl göstereceğini bilemiyor. Öğrendim ki... Ne kadar ilgi ve ihtimam gösterseniz Bazıları hiç karşılık vermiyor. Öğrendim ki... Para ucuz bir başarı. Öğrendim ki... En iyi arkadaşla sıkıcı an olmaz. Öğrendim ki... Düştüğün anda seni tekmeleyeceğini düşündüklerinden bazıları Kaldırmak için elini uzatır. Öğrendim ki... İki insan aynı şeye bakıp Tamamen farklı şeyler görebilir. Öğrendim ki... Aşık olmanın ve aşkı yaşamanın çok çeşidi vardır. Öğrendim ki... Her şartta kendisiyle dürüst kalanlar Daha uzun yol yürüyor. Öğrendim ki... Hiç tanımadığın insanlar, iki saat içinde, senin hayatını değiştirir. Öğrendim ki... Anlatmak ve yazmak ruhu rahatlatır. Öğrendim ki... Duvarda asılı diplomalar İnsanı insan yapmaya yetmez. Öğrendim ki... Aşk kelimesi ne kadar çok kullanılırsa, anlam yükü o kadar azalır. Öğrendim ki... Karşısındakini kırmamak ve inançlarını savunmak arasında çizginin nereden geçtiğini bulmak zor. Öğrendim ki... Gerçek arkadaşlar arasına mesafe girmez. Gerçek aşkların da! Öğrendim ki... Tecrübenin kaç yaş günü partisi yaşadığınızla ilgisi yok, Ne tür deneyimler yaşadığınızla var. Öğrendim ki... Aile hep insanın yanında olmuyor. Akrabanız olmayan insanlardan ilgi, sevgi ve güven öğrenebiliyorsunuz. Aile her zaman biyolojik değil. Öğrendim ki... Ne kadar yakın olursa olsunlar En iyi arkadaşlar da ara sıra üzebilir. Onları affetmek gerekir. Öğrendim ki... Bazen başkalarını affetmek yetmiyor. Bazen insanın kendisini affedebilmesi gerekiyor. Öğrendim ki... Yüreğiniz ne kadar kan ağlarsa ağlasın Dünya sizin için dönmesini durdurmuyor. Öğrendim ki... Şartlar ve olaylar, Kim olduğumuzu etkilemiş olabilir. Ama ne olduğumuzdan kendimiz sorumluyuz. Öğrendim ki... İki kişi münakaşa ediyorsa, Bu birbirlerini sevmedikleri anlamına gelmez. Etmemeleri de sevdikleri anlamına gelmez. Öğrendim ki... Her problem kendi içinde bir fırsat saklar. Ve problem, fırsatın yanında cüce kalır. Öğrendim ki... Sevgiyi çabuk kaybediyorsun, pişmanlığın uzun yıllar sürüyor.
5 notes · View notes
onderkaracay · 2 years ago
Text
Tumblr media
🗣️ Nereden Nereye?
Yanlışı, yanlış yerde arayan bir toplum olduğumuzun farkında bile değiliz.
Cumhuriyet devrimleri ile biz o cehalet kabuğunu kırmış çağdaş, medeni, özgüveni yüksek, kim olduğunu hatırlayan, kimseye el avuç açmayan, başı dik, onurlu, birlik ve beraberlikten yana, vatanını ve ulusunu seven dünyada gıpta edilen bir başlangıç yapan toplumduk.
Mustafa Kemal Atatürk gibi bir farkımız vardı. Hala var.
Dünyayı yerinden oynatan fikirlerin sahibi adından her gün dünyanın her yerinde bahsedilen yine tek umut olan ve bizi her zaman tek yumruk yapacak olan bir Mustafa Kemal Atatürk gerçeğimiz var bizim.
Stratejik ve jeopolitik değeri çok yüksek bir vatanımız var.
Kaynakları ve birikimleri hileyle çalınmış olmasına rağmen düşmanların gözü ve hain planları eksik olmayan Anadolu üzerinde yaşamaktan başka da bir yaşam şansımız yok.
Asrın depremi gerçeği bir tokat gibi yüzümüze vurunca biraz umutlandık.
Yalnız bizim birkaç handikap durumumuz var ki o konularda bir türlü kendimize gelecek irade ve cesareti ortaya çıkaramıyoruz.
Gerçeği bize görtermeyen, gizleyen hatta algı operasyonu yapmaktan vazgeçmeyen bize ait olmadığının farkında bile olmadığımız bir medya varken bizim bu fırsatı iyi değerlendirmemiz mümkün değildir.
Çünkü biz ÖZELLEŞTİRME ile bütün gücümüzü bu medyayı bir silah olarak bizim aleyhimize kullanan sermaye ve siyasete kaptırdık.
Bizi medya aracılığıyla yardım toplayan dilenci devlet ve toplum durumuna düşürüyorlar.
Tek yürek olmanın yolu televizyon aracılığıyla sadaka toplamak mı?
Televizyona çıkan insanlar isim ve para tutarı söyleyerek yaptığı iyiliğin reklamını yapıyorlar.
Sağ elin verdiğini sol el görmemeli inancının hakim olduğu bir kültürü ne durumlara düşürdüler.
Vakıf ve dernekler aracılığıyla yapılan yardımlarda aynı rezaletin bir benzeridir.
Devlet bu duruma düşmemek için vardır.
Oysa biz üretim ve hizmet araçlarının tamamının KAMULAŞTIRMA ile sahibi olduğumuz zaman bütün kaynaklar toplum yararına devletin hazinesine girmiş olacak ve devlet hiçbir zaman bu tür bir iğrençliğe konu olmayacaktır.
Devleti SMS ile yardım toplayan bir devlet durumuna düşürmek bu topluma yapılmış en büyük hakarettir.
Oysa biz bir araya televizyonlarda sadaka kutusunu koyarak para toplamak yerine bu sorunu kökten çözüm bulmak adına büyük kararlar almak için Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında gelmeliydik.
Türkiye Büyük Millet Meclisi böyle bir günde büyük kararlar almayacak ise varlığını inkar etmektedir.
Türk ulusu bir dayatmaya boyun eğemez.
Emperyalizmin güdümünde ki televizyonlarda devlet yok şirketler var diyen tehdidin bir silahı ile toplumu yine kendilerine oyuncak ederek yeni oyunlarını sahneye koyuyorlar.
Bugün yaşanacakları bir asır önce okuyan ve bizi buna uygun uyarılar yaparak dikkatli olmamız gerektiğini söyleyen büyük dahi Mustafa Kemal Atatürk'ün dediği gibi olmak istiyor isek;
✓ Türk devletinin, ulusun ve vatanın
yüksek menfaatleri aleyhine olan tüm bozguncu çabaları bertaraf edecek bir duruş ortaya koymak zorundayız.
✓ Alçak, vatansız, parayla vatan sahibi olacağını sanan fitne ve fesatlığın gizli ve kirli emellerine alet olmayacak kadar yüce bir kudretin ordusunun neferleri olduğumuzu unutmamalıyız.
✓ Ve bu hileli saldırılara karşı hoşgörü gösterecek bir ulus olmadığımızı göstermek zorundayız.
✓ Yabancıya toprak, mülk, maden ruhsatlarının ve yurttaşlık satışının devam edildiği bir gerçek ortada iken neredeyse her gün ortak toplum sözleşmemiz Anayasa'ya uygun olmayan karşı çabaları görmezden gelemeyiz. Göç mühendisliği ve demografik yapı değişikliği çabaları bununla birlikte değerlendirildiğinde bu ülkenin birkaç yıl sonra Filistin olması kaçınılmazdır.
Soyduk soyduk kuyruğuna geldik artık son bir darbeyle hedefe ulaşırız sanıyorlar.
Kadim Türkiye Cumhuriyeti devleti ve ulusunun sahipsiz olduğunu mu düşünüyorsunuz?
Sizi işte bu gaflet ve dalalet inadı bitirdi. Son çırpınışlar hiçbir işe yaramaz.
Siz bu yola düğmeyi yanlış ilikleyerek çıktınız.
Emir komuta merkezim bana papaz elbisesi giy derse giyer görevimi yaparım dedikten sonra Müslüman gömleğini çıkartıp üzerine başka gömlekler giyerek müslümancılık oyununa kurban edilmeyecek bir devlet ve ulus ile karşı karşıya olduğunuzu hiç düşünmemiş olabilir hatta sizi sahaya sürenler gerisini ya da sizin karşınıza çıkacak olanları medya, siyaset, sermaye ve para gücüyle satın alarak ortadan kaldıracağını söyleyen şeytanın oğullarına biz o şapkasını bir asır öncesinde olduğu gibi ters giydiririz.
Türk silahsız kuvvetleri Kuvayı Milliye güçleri dağ gibi karşınıza dikilir.
Haddinizi bilin.
Anayasa'ya rağmen tarikat ve cemaatlerin faaliyetlerinin suç olduğu halde devletin içinde şeytanın oğullarının adına çaba göstermelerine göz yuman herkes bir gün bunun hesabını verecek.
Gericilik güç elde etmiş olabilir. Yalnız haklı olamaz.
BOP eşbaşkanı olmanın hesabını vermeden, göğsünüzde gururla taşıdığınız cesaret madalyası varken artık bu ulus size ve sizinle bugüne kadar yol yürümüş kimseye inanamaz.
Devlette israfı önlemek yerine tüm fedakarlığı sürekli hesap vermeden halktan beklemenin artık sonu geldi.
Gösteriş, şatafat, saray, büyüklenmek bu ulusun temsili olamaz.
Ankara gibi bir yere saray yapmış olmanın utancı size yeter.
Atatürk'ün şahsi mirası üzerine vasiyetine aykırı olarak yapılan bu saygısızlık affedilemez. Affetmeyeceğiz.
Türk ulusuna sesleniyorum;
Bizi nereden nereye getirdiklerinin farkında mısınız?
Ya da derin uykunuzdan ne zaman uyanacaksınız?
Bu tür bir tepkiyi kimsenin ortaya koymaya cesaret edemeyeceğini de biliyorum.
] Önder KARAÇAY [
2 notes · View notes
tripuck · 7 days ago
Link
0 notes