#Akşam için tekila aldık ve :
Explore tagged Tumblr posts
Text
2 notes
·
View notes
Text
Cumbia Mağarası
El Salto'da günlerden bir gün sabah yatağımdan kalktım ve başımın acayip döndüğünü fark ettim. Kahvaltımı ettim, kalkalı 1 saat kadar olmuştu ama hâlâ biraz garip hissediyordum. Daha önce hiç böyle uyanmamıştım, anlam veremedim. Normal bi günde neyse dinlenirim geçer deyip önemsemezdim, ama bugün farklıydı. Bugün Mike'ın karavanıyla 1 saat uzaktaki Cumbia mağarasına gitmeyi planlıyorduk. Ve mağaranın muhteşem olduğunu duymuştuk. Bugün gidemezsem bir daha gidecek fırsat bulmam zor olurdu çünkü mağaraya ulaşım oldukça zordu.
Millet hazırlanırken düşündüm. İyice medeniyetten uzak, tenha bir mağaraya gideceğiz zor yollardan. Bugün bir garip hissediyorum. Acaba… yok ya geçer ne olacak dedim ve evde kalma fikrini unuttum.
Sabahın erken saatlerinde 7 kişi karavanla yola çıktık. Dağdan aşağı 30 dakika kadar inip bir toprak yola saptık. Yol acayip kötü durumdaydı. Normal bir araba asla gidemezdi o yolda. Mike'ın Ford minibüsü çukurlara girip çıkarken adeta bizim canımız acıdı. Hoplaya zıplaya yarım saat daha aşağı indikten sonra bir nehre ve birkaç eve ulaştık. Nehre yakın bir yerde arabayı park etti Mike.
El Salto'nun Akdeniz’den çıkma gibi görünen bitki örtüsü burada farklıydı. Daha çok, hiç görmediğim İrlanda'nın dağlık arazilerini andırıyordu. Anlatması zor ama kafanızda doğru manzara canlanmıştır kesin. Farklı tonlarda yeşil, uzun çam ağaçları, taze çimen ve sis.
Köprüden nehri geçip mağaraya doğru ormanda yürüdük. Aramızdan sadece Mike burayı daha önce görmüştü ve o bize liderlik ediyordu. Yarım saatlik kolay ama oldukça nemli ve terletici bir yürüyüş ardından mağaraya ulaştık. Bitki örtüsü nedeniyle, neredeyse mağaraya girene kadar onu görmek mümkün değildi. Ve gördüğümüzde hepimizin aklı gitti. Hiçbirimiz bu kadar sarkıtı bir arada görmemiştik. Ve sadece birkaçımız bu açıda bir duvara tırmanmıştı. Duvarın açısı metrelerce yere paralel gidiyor, sonra otuz derece kadar eğimleniyordu.
Millet yürüyüşün yorgunluğunu atarken Wade ve ben daha fazla bekleyemedik ve oradaki en etkileyici görünen rotaya tırmanmaya karar verdik. Kocaman bir sarkıtın yanından geçen bir 7a+. Başlamadan önce Mike bizi bulunma ihtimali olan eşek arısı kovanları konusunda uyardı.
Wade tırmanmaya başladı. Garip açılı duvarda sarkıtlarla güreşerek oldukça yavaş boltdan bolta ilerledi. Tamamen yabancı olduğu bu yorucu stilde bol bol dinlenerek tırmanıyordu. Ben de aşağıda onun emniyetini alıyordum. 40 dakika sonra 20 metre kadar tırmanmıştı, büyük bir sarkıtın arkasına geçti. Bir süre göremedim, düştü, yakaladım. Sonra bağırmaya başladı “İndir! İndir! İndir!”. “He, ha, ne” derken algıladım ve hızla indirdim. İndirirken arkasından takip eden siyah arıları gördüm. Yanına gittim, 8 yerinden sokulmuş olduğunu saydık. Ama iğne yoktu hiç. Eşek arıları iğne bırakmıyor herhalde, bilmiyorum. Canı acıdı ama anormal şişme ya da kızarma gibi bir şey olmadı. Hoş değildi tabii. Bir ipe bağlı ve duvarda asılıyken arı saldırısına uğramak rahatsız edici olsa gerek. Gerçi ipe bağlı olmasan daha fena. Arı olayı böyleydi.
Tırmanmaya devam ettik. Bende aynı rotayı denedim. Arılara çok yaklaşmadan indim. Bir ara, sarkıtlara bağlanmış bir hamakta yatarken sarkıt kırıldı, yere düştüm. Günün başında çıkmaya başladığımızda temiz olan bir rotanın son bölümü günün ilerleyen saatlerinde arılarla kaplıydı. Kapüşonlumu kuşanıp ona çıktım, ekspresleri temizledim. Gün gayet eğlenceli bir şekilde geçiyordu yani.
Akşam üstüne yaklaşırken bir baktık bulutlar çökmüş. Acaba yağacak mı derken, şimşek ve gök gürültüsu eşliğinde bayağı kuvvetli bir sağanak başladı. Tabii mağarada ıslanmıyorduk. Ben hala tırmanışıma devam ederken milletin biraz huzursuzlandığını fark ettim. Sabah kuruyken bile dandik olan dönüş yolunu düşünüyorlardı. Yol daha da fenalaşmadan dönme kararı aldık ve yağmur biraz yavaşladığı anda yola koyulduk.
Yarım saatlik ıslak orman yürüyüşü sonrası nehre ulaştık ve nehrin sabahkinden bir hayli yüksek ve geniş olduğunu gördük. Köprüyle de aramızda yeni bir nehir oluşmuştu. Karavana ulaşmak için paçaları sıvayıp nehri yürüyerek geçtik. Gruptan bir arkadaş dedi ki “Kot pantolonum ıslansın istemiyorum o yüzden çıkartıp geçeceğim” bunun üzerine soyundu. Bu arada don kullanmaya yıllar önce son verdiğini öğrendik. Nehre attığı ilk adım ile kayıp düştü, boylu boyuna yattı suya, elindeki pantolonda suya gömüldü tabi hahaha. Of süperdi cidden.
Neyse. Hepimiz geçtik nehri. Yolun karşısında ufak bir büfe vardı oradan birer bira aldık. Sanki bitmiş gibi kadeh kaldırdık bu harika günün şerefine.
Biralarımızı yudumlarken bütün gün bizimle gezip takılmış olan köyün köpeklerinden biri; yanı başımızda büfenin oradaki genç köpeği öldürmeye karar verdi. Bir anda büyük bir gürültüyle boğazına atladı. Sandalyeleri, masaları yıkarak boğuşmaya başladılar. Bayağı yüksek ve korkunç hırlama sesleriyle köpeğin boğazını kapmış bırakmıyordu bizimki. Mike ve gruptan Kanadalı bir kız, Joe plastik sandalye ve masaları kaptılar ve vura vura ayırdılar köpekleri, sonrada saldıranı duvara sıkıştırdılar. Bağırıp kınadılar biraz köpeği. Köpekte yaptığı şeyin hiç hoş olmadığını anlayıp utandı ve gitti, bir köşede sessizce oturdu. Bu arada Mike'ın köpeği Lola'da olanları bir köşeden endişe dolu bakışlarla izledi ve resmen psikolojisi bozuldu hayvanın, travma geçirdi. Saldırıya uğrayan o öbür köpek ise direk yok oldu
Bu olayda son bulduktan sonra karanlık çöktü. Biz de karavana doluştuk. Herkes merakla yolun durumunu görmeyi bekliyordu. Mike sular altındaki köprüden kolayca geçti, yeni oluşan nehri umursamadı bile. 50 metre daha ilerleyip köşeyi döndü ve herkes hayretle haykırdı “woooaaa” diye, araba durdu ve fenerler yolun nehre dönüşmüş 70 metrelik bölümünü aydınlattı. Mike hızla sürmeye başladı ve yolun sular altındaki kısmından paldır küldür geçti. Büyük bir konsantrasyonla tereddütsüz bir şekilde sürmeye devam etti, biz yolcularda hipnotize olmuş gibi sessizce yolu izledik. Sular altındaki bölümlerden geçerken tezahürat yaptık Mike'ı kutladık. Harika kullanıyordu arabayı, her şey mükemmel gidiyordu. Yarım saat boyunca, durmadan nehirlere ve bataklıklara aldırış etmeden ilerledik. Dandik yolun bitmesine çok az kaldı derken yolun ortasında park etmiş duran bir kamyonet gördük ve ilerisindeki başka kamyonetleri de seçebiliyorduk. Durduk bir iki dakika bekledik. Sonra ben ve birkaç kişi indik, bakalım ne olmuş diye. Yağmur sadece çiseliyordu artık. 100 metre kadar yürüyüp, duran 4 kamyoneti geçtik ve tüm yolu kapayan heyelanı gördük. Bazısı küçük, bazısı 10 metre uzunluğunda bir sürü kaya yolun 15 metrelik bir bölümünü kapıyordu. Ve biz orada etrafa bakarken iki kere daha kaydılar.
Şimdi. Acaba Monterrey Belediyesi bu tarz olayları ne kadar umursuyor? Bu tenha yolu ne zaman açmak ister canı? Meksika’da bu işler nasıl işliyor? En ufak fikrimiz yok. Aramızda Meksikalı da yok. İspanyolca bilenler oradaki kamyonet sahiplerine sorup karmaşık bilgiler aldılar. Bazısı bu akşam imkansız demekle yetindi, bazısı haftaya anca açarlar dedi, bazısı köyden bir makina (iş makinası) bulup kendimiz açacağız arkadaş ayarlamaya çalışıyor dedi.
Böyle, durumu anlamaya çalışmakla geçen bir saat sonunda gruptan biri dedi ki “hepimizin burada durmasının bir anlamı yok. Ana yol yakın yürüyüp otostopla dönelim kamp alanına”. Mike karavanı bırakıp gidemez, Joe ve ben de onu yalnız bırakmayalım diye kalalım dedik. Öteki 4 kişi ayrıldı.
Ayrıldılar. Joe size bir sürprizim var deyip tüm gün gizlice yanında taşıdığı tekila şişesini çıkardı. Onu biraz yudumladık karavanda. Sonra heyelana bakalım biraz diye dışarı çıktık ve bir polis aracının gelmiş olduğunu gördük. Joe harika İspanyolcası ile polisle konuştu. Polis “makina lazım bunun için yarın sabah gelir en erken” dedi. “Aç mısınız? Size yemek getirtelim mi?” diye sordu bizde olur dedik. Bu arada kamyonetlerdeki Meksikalılarda ayrılıyorlardı yürüyerek. Neyse, karavana döndük. Bekliyoruz öyle.
Bu arada ruh halimiz nasıl? Herkes sessiz düşünceli gözüküyor bir şey söylemek zor. Ama şikayet ve isyan yok. Ben şahsen, bu oldukça enteresan macerayı içim kıpır kıpır eğlenerek fakat dışarı pek yansıtmayarak yaşıyordum. Asıl Mike'ın ne düşündüğünü merak ediyordum çünkü arabası kısılıp kalan o, ayrıca iki gün sonra kesinlikle Amerika'ya dönmesi gerekiyor. İşe başlayacak falan, filan. Bayağı sessizdi bütün gece. Sonunda sordum, nasıl hissediyorsun diye. Sakin bir şekilde içten içe bayağı eğleniyorum dedi. Hehehe.
Polisle konuştuktan sonra 1 saat kadar yattık arabada. Bir hareketlenme gördük, heyelana döndük baktık 5 6 tane işçi gelmiş ama makina yok. Joe konuştu ustalarıyla. Adam ‘’makina lazım taşlar çok büyük, makina 3 saate gelir temizlemesi ne kadar sürer bilmiyorum’’ dedi. Sevindik. Arabaya döndük. Yatıyoruz. Uyuyor gibiyiz. Kapı çalındı, polis geldi yemeklerimizle. Bu gringolar ne sever diye düşünüp birer hamburger ve kola getirmiş. Onları yedik. Tam hamburgerimi bitirmiştim ki işçilerden biri geldi yol açıldı dedi. Beynimiz yandı. Adamlar makina lazım deyip 40 dakikada elleriyle açtılar yolu. Nasıl yaptılar anlamadık cidden. Tam karavanın geçebileceği kadar açmışlar oradan heyecanlı bir geçiş yaptık ve 5 dakika sonra ana yola vardık.
Ana yolda yarım saat sürdük, yolun tırmanış kısmı bitti ve yolda yürüyen 4 genç gördük. Otostop çektiler durduk ve tabii ki bizim gruptan ayrılan 4 arkadaştı. Bayağı sevindiler bizi gördüklerine, 4 saattir çantaları ve ıslak kıyafetleriyle durmadan yürümüşler. Yalnızca üç araba geçmiş ve hiçbiri durmamış. Hâlâ 1 saat kadar yolları vardı yürüyerek.
Kısa süre sonra, nihayet eve vardık hep birlikte. İşte böyle harika bir gündü. Arılar tarafından sokulan da, tüm yorgunluğun ardından gece gece 4 saat yürüyenler de, çırılçıplak nehre düşen de bugünü gayet epik bir gün olarak değerlendirdi. Ben de sabah gelmekten vazgeçmediğim için mutluydum. Gün boyunca da aklıma bile gelmedi baş dönmem.
2 notes
·
View notes