#Adı Zehra
Explore tagged Tumblr posts
Text
"Ben hiç deniz görmemişem." diye farklı bir noktaya takıldı.
"Sen gördün mü?"
"Gördüm tabi. Deniz çocuğuyum ben. Memleketimde var."
"Nere ki memleketin?"
"Denizli."
Güldü Zehra. "Adı bile denizli."
Alican'da güldü. "Öyle."
"Uzak mı buraya?"
"Eeee biraz."
Denizli'de deniz yok ki Alican diye bağırdı içinden. DENİZLİ'DE DENİZ YOK Kİ OĞLUM. SALAK MISIN?
#keşfet#gökçen#Zehraali#winter#sözler#siyahkadarsonsuz#beyzaalkoc#siyahabulandim#yeni#keşke yanımda olsan#0km#siyahkadın#loresima#lore#romeo and juliet#where am i#paranormal#yüzüklerin efendisi#ruh halim#turkiye#wattpadd#yıldız#umutsuzluk#her zaman
38 notes
·
View notes
Text
Adı Zehra - Girl in hospital
12 notes
·
View notes
Note
Selamünaleyküm. Size bir şey sormak istiyorum. Zehra abla vardı burada hesabını kapatıp gitti. Behitçi adı kullanıyordu. Haberiniz var mı ondan. Ulaşılamıyor uzun bir süredir.
Ve aleyküm selam anonim. Hesabını kapatıp numarasını değiştirmiş. Bir bilgim yok.
3 notes
·
View notes
Video
youtube
Ankara Mı Yanacak - Ceylan & Dodo ✩ Ritim Karaoke Orijinal Trafik (Uşşak... ⭐ Video'yu beğenmeyi ve Abone olmayı unutmayın 👍 Zile basarak bildirimleri açabilirsiniz 🔔 ✩ KATIL'dan Ritim Karaoke Ekibine Destek Olun (Join this channel to enjoy privileges.) ✩ ╰┈➤ https://www.youtube.com/channel/UCqm-5vmc2L6oFZ1vo2Fz3JQ/join ✩ ORİJİNAL VERSİYONU Linkten Dinleyip Canlı Enstrüman Çalıp Söyleyerek Çalışabilirsiniz. ⭐ 🎧 ╰┈➤ https://youtu.be/QwW63jaHG2A ✩ (MAKE A LIVE INSTRUMENT ACCOMPANIMENT ON RHYTHM IN EVERY TONE) ✩ Aykut ilter Ritim Karaoke Ekibini Sosyal Medya Kanallarından Takip Edebilirsiniz. ✩ İNSTAGRAM https://www.instagram.com/rhythmkaraoke/ ✩ TİK TOK https://www.tiktok.com/@rhythmkaraoke ✩ DAILYMOTION https://www.dailymotion.com/RhythmKaraoke ⭐ Ankara Mı Yanacak - Ceylan & Dodo ✩ Ritim Karaoke Orijinal Trafik (Uşşak Sebare Ankara Düğünü) Şarkı Adı: Ankara Mı Yanacak Düet: Dodo Söz & Müzik: Özgür Koç & İrem Zehra Koç Aranjör: Coşkun Kıvılcım Klip Yönetmeni: Eyüp Dirlik Mix & Master: Koray Püskül Bağlama: Kutay Özcan Ritim: Yaşar Akpençe Gitar: Soyhan Şenyaylar Bass Gitar: Savaş Akbaba Studio: CK Rec ANKARA MI YANACAK Yine kaldın bir başına Kim elinden tutacak Gidersen git ardından Ankara mı yanacak Sincan mı yanacak Gölbaşı mı yanacak buralar mı yanacak Gidersen git ardandan Ankara mı yanacak İstanbul mu yanacak İzmir mi yanacak buralar mı yanacak İki damla yaş akacak Ondan bana ne olacak Gidersen git ardından Ankara mı yanacak Haymana mı yanacak Polatlı mı yanacak buralar mı yanacak Gidersen git ardandan Ankara mı yanacak İstanbul mu yanacak İzmir mi yanacak buralar mı yanacak Gidersen git ardından Ankara mı yanacak Çankaya mı yanacak Bursa mı yanacak buralar mı yanacak Ceylan Diskografisi Albümleri 1984: Yaktı Beni (Şah Plak) 1984: Bir Gün Bana Döneceksin (Şah Plak) 1985: Kaderin Tuzakları (Şah Plak) 1985: Yolun Açık Olsun/Garip Anam (Şah Plak) 1986: Seni Sevmeyen Ölsün (Şah Plak) 1986: Sevmek Günah mı/Asker Türküsü (Şah Plak) 1987: Bırakmam Seni (Şah Plak) 1988: Sev Beni Seveyim Seni (Şah Plak) 1988: Sana da Güvenilmez/Ağlama Yar (Şah Plak) 1989: Vallah - Hep Ezildim (Ceylan Müzik) 1989: Allah Aşkına (Cem Müzik) 1990: Kadersiz Doğmuşum/Arabacı (Ceylan Müzik) 1990: Beni Bende Bitirdiler (Ceylan Müzik) 1991: Gurbet Yolcusu (Şenay Müzik) 1991: Hayret Nasıl Yaşıyorum (Bayar Müzik) 1992: Geri Ver Beni (Bayar Müzik) 1993: Şantaj & Montaj (Özdemir Plak) 1994: Kritik Etme Beni (Özdemir Plak) 1995: Kır Çiçeğim/Ayrılmam (Özdemir Plak) 1996: Canımdan Ayırdılar (Prestij Müzik) 1997: Güldestim (Prestij Müzik) 1998: Ağlayı Ağlayı - Le Le Kirvo (Prestij Müzik) 2000: Zeyno (İdobay) 2001: Can Cana (Universal-S Müzik) 2003: Söyle (S Müzik) 2004: Gelsene (Özdemir Plak) 2005: Ah Gönlüm (Özdemir Plak) (Mü-yap sertifikası: Altın) 2006: Pirimi Ararım (Prestij Müzik) 2007: Sana Söz (Özdemir Plak) 2008: Bir Daha mı? (Özdemir Plak) 2009: Türkülerin Ceylan'ı (Seyhan Müzik) 2011: Ceylan Arabesk 2012: Kendisi Lazım 2014: Hım Hım Yar (Entarisi Dım Dım Yar) 2014: Bana Bir Şey Söyle 2016: Ceylan'dan 2016 (Ceylan Müzik)[3] Single'ları 2014: Çeker Giderim 2017: Koptum Bu Gece (feat. Melodi) 2017: Kara Kız Kurbanın Olim 2018: Tillillo 2019: Severim Ama Güvenemem ki (feat. Melodi) 2019: Mamudo 2019 2019: Cennetim Ol 2020: İlle de Sen 2020: Ne Feryat Edersin Divane Bülbül 2020: Bir Sivaslı Uğruna 2021: Islanmış Kirpiklerin 2021: Birileri Kandırmış 2021: Mashup 2021: Senin Kadar Hiç Kimseyi Sevmedim 2021: Eski Tadım Yok Artık 2022: Sen Affetsen Ben Affetmem 2022: Yansın Ankara 2022: Van'a Gel Muş'a Gel 2022: Ne Sayarsan Say 2022: Pişmanlıklar Diliyorum (feat. Devran Şengümüş) 2023: Ne Gelirse Sevdadan Gelir 2023: Cane 2023: Ankara mı Yanacak? (feat. Dodo) 2024: Sormaz mıyım? (feat. Alişan) Dodo Dodo: Sanki bütün evren şarkı söylememe karşıydı Bursa’da maddi zorluklar içinde bir yaşam sürerken müzik sevdasının peşine düşen Dodo, karşılaştığı tüm güçlüklerle mücadele etti ve sonunda hayaline ulaştı. “Dolunay Dolunay” şarkısıyla TikTok’ta ünlü oldu, YouTube’da haftalarca trendler listesinde kalmayı başardı. Dodo ile hikayesini konuştuk. Zamanla daha iyi mekanlarda sahneye çıktım. Sadece 25 liraya bütün gece sahne aldığım bile oldu. Sevdiğim işte büyümeye çalıştığım için her şeye göz yumdum. Aileme katkıda bulunabilmek için bir dönem kahvede ve halk pasajında da çalıştım. Müzik yapabilmem için önümde çok engel vardı. Sanki bütün evren şarkı söylememe karşıydı. EMEĞİME ORTAK OLMAK İSTEYEN İNSANLARLA KARŞILAŞTIM ◊ Profesyonel müzik dünyasına adım atışınız nasıl oldu? - Sosyal medyadaki ilgi üzerine bir yapım şirketi aradı, konuşup anlaştık. Şarkımız çıktı. Ancak istediğimiz sonuçları alamadık. Artık müzikle vedalaşmayı düşündüğümüz esnada karşımıza Erol Köse çıktı, bizi kendimize getirdi. Her konuda yönlendirdi, çok ilgilendi. “Dolunay Dolunay” adlı şarkıyı birlikte yaptık. 1 hafta gibi kısa bir sürede milyonlara ulaştı. Bu beni daha çok umutlandırdı.
0 notes
Text
ANMA:
BUGÜN 05 OCAK (1975)
TÜRK EDEBİYATININ VE TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNİN ÖNEMLİ KALEMLERİNDEN, FİKİR ADAMI,
BÜYÜK ŞAİR
ARİF NİHAT ASYA’ININ
ÖLÜMÜN YIL DÖNÜMÜ. RAHMETLE ANIYORUM.
Mehmet Arif Nihat Asya[1] (7 Şubat 1904, Çatalca, İstanbul - 5 Ocak 1975, Ankara),[2] Türk şair, öğretmen ve siyasetçidir.
Cumhuriyet dönemi Türk şiirinin önemli temsilcilerindendir. Sade bir üslupla millî değerleri ve dini heyecanları işleyen şiirler yazmıştır. "Bayrak, Bir Bayrak Rüzgâr Bekliyor, Fetih Davulları, Selimler, Kubbeler, Süleymaniye" en tanınmış şiirleridir.[3] Bayrak şiirinden dolayı Türk edebiyatında Bayrak şairi olarak da anılır.[4] 9. dönem TBMM'de milletvekili olarak görev yapmıştır.
1904'te Çatalca'nın İnceğiz köyünde doğdu. Asıl adı Mehmet Arif'tir.[5] Tokatlı Zîver Efendi ile Tırnovalı Zehra Hanım'ın tek çocuğu idi.[6] Şairin bilinen en büyük dedesi Kapusuz Hacı Ahmet, Tokat'a bağlı Kapusuz köyünden İstanbul'a göçmüş ve orada debbağlıkla uğraşmış olan bir âhî ustasıdır.[6]
Henüz bebekken babası veba hastalığından hayatını kaybetti; annesi yeni bir evlilik yapıp Filistin'e gitmesi üzerine üç yaşından itibaren akrabalarının yanında yetiştirildi.[7]
Öğrenim hayatı Örçünlü Köy Mektebinde başladı. Babaannesinin ölümünden sonra onun bakımını üstlenen halası ile birlikte Balkan Savaşı'ndan kısa bir süre önce İstanbul'a göçtü; Kocamustafapaşa ve Haseki mahalle mekteplerinde öğrenim gördükten sonra I. Dünya Savaşı yıllarında Gülşen-i Maarif Rüştiyesi'ne devam etti. Bu dönemde hakim olan milliyetçi duyguların etkisiyle şiire başladı.[7] Bazı destancıların Haseki’de okuyarak sattıkları harp destanları onu şiire yönelten ilk örneklerdi.[3] Orta tahsilini parasız yatılı olarak Bolu ve Kastamonu liselerinde tamamladı. Millî Mücadele'ye destek verenlerin durağı haline gelen Kastamonu'daki öğrencilik dönemi onun kişiliğini ve sanatını etkiledi.[7] Bu döneme şiire ilgisi arttı, hocası Enver Kemal Bey'in yönettiği Gençlik adlı dergide ilk şiirlerini yayımladı.
Öğrenimine Dârü'l-Muallimîn-i Âliye (sonraki adı Yüksek Muallim Mektebi, bugünkü İstanbul Üniversitesi Yüksek Öğretmen Okulu) Edebiyat Bölümü'nde devam etti. İlk şiir kitabı olan Heykeltıraş, 1924 yılında bu okulda öğrenci iken yayımlandı.[7] Yüksek Muallim Mektebi son sınıfındayken ilk eşi olan Hatice Semiha Hanım'la evlendi.[6] Bu evlilikten iki çocuğu oldu.
1928'de mezun olduktan[2] sonra edebiyat öğretmeni olarak Adana'ya tayin oldu. Adana Kız Lisesi ve Erkek Lisesi'nde öğretmenlik ve idarecilik yaptı.[3]
Adana'da öğretmenlik yaptığı dönemde 1933 yılında Üsküdar Mevlevihanesi'nin son şeyhi Ahmet Remzi Akyürek'le tanışan Arif Nihat, dervişlik çilesini çekip Mevlevilikte şeyhlik makamına kadar yükseldi. Millî şiirlerin yanı sıra tasavvufi şiirler yazdı. Şair, 1940 yılında, Adana'nın düşman işgalinden kurtuluşunun kutlandığı 5 Ocak günü yapılan tören için Bayrak adlı şiiri ile tanındı ve Bayrak Şairi olarak anılır oldu.[4] Şiir, önce Görüşler dergisinde yayımlanmış; daha sonra da Bir Bayrak Rüzgâr Bekliyor adlı şiir kitabının 1946'da çıkan ilk baskısında yer almıştır.[6]
1941 yılında ilk evliliğini sonlandıran şair, kimya öğretmeni Servet Akdoğan ile ikinci evliliğini yapmış ve bu evlilikten de bir kız, bir erkek çocuk sahibi olmuştur.[6]
Malatya Lisesi'ne müdür olarak atanıp Adana'dan ayrılan şair, Malatya Lisesi Müdürü iken Maarif Vekili Hasan Ali Yücel ile yaşadığı sert tartışma nedeniyle huzursuzluk yaşadı.[6] Üç yıl kadar Malatya'da çalıştıktan sonra yeniden edebiyat öğretmeni olarak Adana Erkek Lisesi'ne döndü. 1948'de Edirne Lisesi'ne sürgün edildi.[6]
1950 Türkiye genel seçimlerinde Demokrat Parti'nin listesinden Seyhan (Adana) adayı oldu. Seçimleri Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne girdi. Dönemin sonunda aktif politikayı bırakma kararı aldırarak öğretmenliğe döndü. Kısa bir süre Eskişehir Lisesi'nde öğretmenlik yaptı. Çok uzun bir zaman kalmamış olmasına rağmen şiirinde Eskişehir'in çok yer alması ve bu şehirde çok benimsenmiş olması onun 5. dönem Eskişehir milletvekilliği yaptığı, Bayrak şiirinin Eskişehir'de yazıldığı gibi yanlış bilgilerin günümüzde birçok kaynakta yer almasına yol açmıştır.[6] Arif Nihat Asya, 1955 yılından itibaren Ankara Gazi Lisesi'nde ve Ankara Polis Koleji'nde edebiyat öğretmenliği[8] yaptı. Kıbrıs'ta görevlendirilip iki yıl da Lefkoşa Erkek Lisesi'nde görev yaptıktan sonra 1962'de Ankara'ya döndü ve Gazi Lisesi'nden emekliye ayrıldı.
Emekliye ayrıldıktan sonra Yeni İstanbul ve Babıali'de Sabah gazetelerinde yazılar yazdı. Aralık 1974'ün sonlarında hastalanarak hastaneye kaldırıldı. 5 Ocak 1975'te öldü. Kabri, Ankara Karşıyaka Mezarlığı'ndadır.
Edebi yaşamı
Milliyetçi şiirleriyle tanınan Arif Nihat Asya, yurdun güzelliklerini, doğasını anlatan, kimi zaman yergici ama Türklüğü yücelten şiirler yazmıştır. Şiirlerinde halk ve divan edebiyatı nazım şekilleri yanında modern edebiyatın nazım şekilleri de yer almıştır. En çok kullandığı nazım şekli ise Rubaidir; rubailerden oluşan beş ayrı kitap yazmıştır. İşlemiş olduğu başlıca temalar kahramanlık ve tarih duygusu, din, aşk, tabiat ve memleket güzellikleridir.[3] Şiirleri arasında, Ebced hesabı'yla tarih düşürdüğü manzumeler de önemli bir yer tutar.
Şiirlerinde günlük Türkçeyi bir sanat dili haline getirerek kullanan Arif Nihat'ın rahat, özentisiz ve sade bir üslubu vardır.[3] Şiiri üzerinde Yahya Kemal'in açık tesiri görülmektedir.[3] Sosyal ve siyasal konuları, yurt gözlemlerini, arkadaşlarını, yakın çevresini, tarihi konuları, dini meseleleri, aşkı, tabiatı konu alan nesir türünde eserleri bulunur.
Eserleri
Kitapları
Kanatlarını Arayanlar
Bir Bayrak Rüzgâr Bekliyor
Kubbeler
Ses ve Toprak
Top Sesleri
Dualar ve Aminler
Kökler ve Dallar
Aramak ve Söyleyememek
Fatihler Ölmez ve Takvimler
Ayın Aynasında
Rübaiyyat-ı Arif 1
Rübaiyyat-ı Arif 2
Şiirleri
Heykeltıraş (1924)
Yastığımın Rüyası (1930)
Ayetler (1936)
Bir Bayrak Rüzgâr Bekliyor (1946)
Kubbe-i Hadrâ (Mevlana üzerine, 1956)
Kökler ve Dallar (1964)
Emzikler (1964)
Dualar ve Aminler (1967)
Aynalarda Kalan (1969)
Bütün Eserleri (1975-1977)
Rubaiyyat-ı Ârif (rubailer, 1956)
Kıbrıs Rubaileri (rubailer, 1964, 1967)
Nisan (rubailer, 1964)
Kova Burcu (rubailer, 1967)
Avrupa'dan Rubailer (1969)
Şiirler (Ahmet Kabaklı derledi, 1971)
Bütün Eserleri (1975-1977, Ötüken Yayınları)
Bayrak (1940) [9]
Çocuk ve Ağaç
Bayrak Şiiri
Düz yazıları
Kanatlar ve Gagalar (özdeyişler, 1946)
Enikli Kapı (makaleleri, 1964)
1 note
·
View note
Text
Nil Kayaalp Kimdir
Voleybolcu Nil Kayaalp, 11 Ekim 2005 tarihinde İstanbul’da dünyaya geldi. Kimlikteki adı Nil Zehra Kayaalp dir. Öğrenimine İstanbul’da başladı.Sporla ilgilendi. Voleybol amatör takımlarında oynadı. Profesyonel olarak ilk defa Bursa Nilüfer Belediyesi ve İstanbul BBSK Voleybol takımında forma giyerek adım attı. 2022 senesi kariyerinin zirvesi oldu ve Fenerbahçe Voleybol takımına transfer…
View On WordPress
0 notes
Text
Zehra Güneş Kimdir? Boyu, Kilosu, Yaşı, Sevgilisi, Nereli, Burcu
Zehra Güneş Kimdir? Boyu, Kilosu, Yaşı, Sevgilisi, Nereli, Burcu #zehragunes #zehragunes18 #zehragunesfanclub #zehraguneslove #zehragunesedit #zehragunesfannn #zehragunes🙈 #voleybok #kadınligi #kadınlarligi #voleybol #voleyboloyna #kadinlarligi #magazin
Zehra Güneş, Türk bir voleybolcudur ve orta oyuncu pozisyonunda görev almaktadır. 7 Temmuz 1999 tarihinde İstanbul’un Kartal ilçesinde doğmuştur. Şu anda VakıfBank SK ve Türkiye kadın millî voleybol takımında oynamaktadır. Adı Soyadı: Zehra GÜNEŞ Zehra GÜNEŞ kaç yaşında, nereli, nerede yaşıyor? Memleket: İstanbul – 7 Temmuz 1999 tarihinde İstanbul’un Kartal ilçesinde dünyaya geldi. Zehra Güneş…
View On WordPress
#Magazin Haberleri#Zehra Güneş Burcu Nedir?#Zehra Güneş Göz Rengi#Zehra Güneş Kaç Yaşında?#Zehra Güneş Nereli?#Zehra Güneş Sevgilisi Kimdir?#Zehra Güneş Tuttuğu Takım
1 note
·
View note
Text
Avukat Zehra Leyla Yıldırım İletişim Bilgileri
Av. Zehra Leyla Yıldırım İstanbul Barosu Avukatlar, İstanbul Medeni Hukuk,Antalya İş Hukuku, Tüketici Hukuku, Gayrimenkul Hukuku, Ceza Avukatı, Boşanma Avukatı, Miras Hukuku, İstanbul Ağır Ceza Avukatı, Boşanma Avukatı, Aile Avukatı, Milletler Arası Hukuk, Yabancılar Hukuku, Aile Hukuku, Tazminat Hukuku, İcra Mahkemesi Davaları Hizmeti Vermekteyiz. (Bu kısımda açıklama yer alacaktır.) Özgeçmiş Adres (İstanbul Barosu) İstiklal Caddesi, Orhan Adli Apaydın Sokak, No:2, 34430, Beyoğlu/İstanbul Telefon +90 (212) 393 07 00 E-Mail [email protected] Whatsapp Avukatın whatsapp özelliği aktif ise sol alta çıkan butona tıklayın. Örnek Hukuk Bürosu Bu kısımda hukuk bürosu adı yer alacaktır. Arabuluculuk Hizmeti Bu kısımda avukat arabuluculuk hizmeti bilgileri yer alır. Üniversite Mezun olduğunu üniversite yer alacaktır.) Online Görüşme Bu kısımda avukat premium paketine sahip üyeler online görüşme seçeneği yer alır. Avukatın Bürosuna Nasıl Giderim? (Bu kısımda avukatlık bürosu bilgileri yer alacaktır.) adresine gidebilmek için, aşağıdaki yer alan “Yol Tarifi Al” butonuna tıklayarak, açılan sayfadan yol tarifi alıp koordinat bilgisine göre ilgili adrese ulaşabilirsiniz. Avukat Zehra Leyla Yıldırım İstanbul Barosu‘na kayıtlıdır. Avukatın adresi (İstanbul Barosu) İstiklal Caddesi, Orhan Adli Apaydın Sokak, No:2, Beyoğlu-İstanbul’dadır. Premium Avukat Telefon, Adres, Çalışma Saatleri ve İletişim Bilgileri - Yukarıda yer alan bilgiler size aitse ve web sitemizde yayınlanmasını istemiyorsanız, [email protected] adresinden bizimle iletişime geçerek bilgilerinizin kaldırılması talebinde bulanabilirsiniz. - Talebiniz 3 iş günü içinde gerçekleştirilecektir. - Avukata soru sormak için aşağıda bulunan YORUM YAZ kısmından sorunuzu iletebilirsiniz. - Avukat bilgilerini düzenleme ve yeni kayıt ekleme için tıklayınız. AVUKAT SOSYAL MEDYA HESAPLARI Instagram Facebook Twitter Youtube Read the full article
0 notes
Text
Adı Zehra final mi yapıyor?
Fox TV’nin sevilen dizileri arasında yer alan Adı Zehra dizisi, sevenlerini şaşırttı. Adı Zehra dizisi cumartesi akşamı yayınlanan İnsanlık Suçu dizisine fark atarak başarısını ispatladı ama bu başarı FOX TV için yeterli olmadı. Kanal dizinin 26 Mayıs cumartesi günü yayınlanacak bölümle final yapmasına karar verdi. İşte detaylar… Adı Zehra sadece durumu idare ediyor! Dizi Final […]
Adı Zehra final mi yapıyor? yazısı ilk önce Magazin Haberleri üzerinde ortaya çıktı.
from WordPress https://www.magazinhaberleri.com/adi-zehra-final-mi-yapiyor/ http://ifttt.com/images/no_image_card.png
1 note
·
View note
Text
"İran'da Rejim Değişikliği" Batılı Devletlerin 40 yıllık gündemi...
Bunun ne çarşafla ilgisi var ne de iddia edildiği uzere Diktatoryal yapıyla.
Batı, kendi güdümünde bir yönetim istiyor, mesele bu. Mutevası, uygulanış biçimiyle pek ilgilenmez.
Çevremizdeki yönetim biçimleri ve bunların batıyla ilişkisi ortada. Irak ve Suriye deneyimleri belli. IŞİD gibi bir yapıya vücut veren Batı'nın "İnsan Hakları" iddiası samimi olabilir mi?
Ülkemiz ıdeolojik mahalleleri, maalesef bu konuda henüz toplumu emperyalist kuşatmadan koruyacak bir yetkinlikte değil. Ve hatta son olaylar gösterdi ki, Cübbeli Mahalleyle Muhalefete akredite mahalle, aynı oyun havasında buluşabilen iki orta oyuncu...
Bu çok acınası bir durum. Bir rezil hâl... Ülkemiz aydınlanma ve bilinç seviyesi açısından hepimizi düşündürmesi gereken bir süreç yaşadık kaç gündür. Saçlarını kazıyan Selahaddin Demirtaş ile İşgalci İsrailli Aktivistler aynı fotoğrafta buluştular. Onlara Tekfirci kesimler hoparlör oldu. Faşist mahalleler aynı semtin insanı olduklarını ilan etti. Normalde bir Türk Faşisti Araptan nefret eder ama burada ortaklaştılar. Suud'un fonladığı Tv'ler, seküler oturumlar düzenledi, bakar mısın? Testereyle adam doğrayanlar doğranmış eti siyanürle yok pişirip çuvala koyanlar yaptı bunu. Bizim tatlı su solcularımız onlarla el ele verdi. Eliniz kurusun...
Hani bir deyim var ya "At izi it izine karştı" diye. Tam öyle oldu. Hatta fazlası...
Ve bunların hepisi bir yere, İslâm İnkılâbına vurdu. 2009 "Yeşil Fitne" denilen dönemde de aynısını yaptılar ve hatta o zaman sembol olarak kullandıkları da sakallı-çarşaflı figürler idi... Mir Huseyn Musevi ve eşi Zehra Nehravad üzerinden gidiyorlardı. Kollarında ise yeşil bez bağlı. O dönem renkli devrim modaydı çünkü. Ki, başörtüsünü hiç konu dahi etmiyorlardı. Oysa o günlerde de aynı bugünkü mahfillerdi etki potansiyeline sahip olanlar. Mesele başörtüsü değildi yani. Şimdi de değil. Hesap başka.
Başörtüsü değil ama, bunca yaşanmışlığın etrafımızda döndüğü, 5 milyon Suriyeli'nin sabah akşam kovulduğu, 15 Temmuz'u yaşamış bir ülkede hâlâ batının düdüğüyle oyun havasına dahil olan solundan sağına, İslamcısından LGTB'sine kadar toplumu emperyalizmin çıkarına yazmaya hevesli taifeden nasıl korunacak bu ülke?
FETÖ'nün algı operasyonları farklı biçim ve muhtevada hâlâ tedavülde. Komşumuz İran'a karşı neredeyse onu aratmayacak kötülük ehli yine korosunu kurmuş durumda.
Çok acı bir durum bu. Aynı Fetullah Gülen gibi Amerika'dan ülkesine kötülük yayanı, bizim insanımıza aktivist olarak tanıtıyorlar. Sürecini bilmesek, yutturacaklar kadını. Bunu yapan, sabah-akşam bize emperyalizm, bağımsızlık falan anlatan...
Hadi İran'da başörtüsü, ya Libya'da neydi mesele? "ABD'nin oyunuydu" diyen sol-mualif kesim şimdi aynı ABD'nin yelkenini şişirdiği gemiyle İran'ı, Libya'ya çevirmek icin yolcu topluyor...
40 kişi öldü olaylarda, o hâlâ kan peşinde. Biri saçını kesiyor, diğeri Suriye'den İran'a tayin olmuş etki ajanslarının elemanlarıyla tv stüdyolarından "Devrim" yapıyor. Ki, bazısı da bizdeki Hendek planını İran'a uygulamaya çalışan Kürt-Türk-Arap Faşizminine çanak... Ellerinden gelse IŞİD'i dahi çağıracak denli gözleri dönmüş.
Yaşanan hadiselere "İran'da Devrim!" adı koyulan tuzak, milyon milyon halk basiretinde bozulunca, moral bozukluğunu organize ol(a)madıklarına bağladılar.
Utancınız büyüsün sizin, daha ne organize, topunuz geldiniz yetmedi mi?
"İftira ettiler bana, onun için cezaevindeyim" diyen adama iftira mektubu dahi yazdırdınız, kel bıraktınız adamı, daha ne olsun?
Normalde sabah akşam birbirinize sövdüğünüz kesimler, o nasıl paslaşmalardı öyle?
Bir yalan hamurunu hep beraber açmıyor muydunuz?
Biriniz yorulunca diğeri geçmiyor muydu klavyenin başına, gece boş geçmesin; Sanal devrim sahipsiz kalmasın diye...
Olmadı... Devrimci halk sahip çıktı ülkesine, yenildiniz.
Yenilenmeniz gerekiyor, arınmanız, emperyalizmin kapsama alanından çıkmanız için kendinizi imâr etmeniz gerekiyor.
O halka, halklarımızın tamamına özür borcunuz var sizin. Siz günahı temsil ettiniz, "saçının teli göründüğü için kadın öldürdüler" diye bir yalan 40 insani ayırdı bu dünyadan. Babaların gözyaşını, annelerin feryadını duymadınız siz. Çünkü vicdan özürlüsünüz.
Vataseverlerden helallik almanız gerekiyor, Vatanlarına sahip çıkmak için ölenlerden af dinlemeniz gerekiyor normalde. Ancak ne sizde o ahlak ne de muhatapta sizi görecek göz kaldı.
Ki bizim insanımız Emperyalizmden çok onun maşasından nefret ediyor.
Halklarımıza ettiğiniz kötülüğü görmeniz için Irak ve Suriye'ye ve hatta Libya'ya bakmasına bakıyorsunuz siz, ama görmüyorsunuz. Görm(e)diğiniz için de o yıkımlara İran'ı dahil etmek için gönüllü yazılıyorsunuz Beyaz Baretli oluşa... Beyaz Baret'in onca yalanı sizlerin televizyonlarında yayımlanmadı mı, ülkemin solcuları?! Sahi siz bu kadar balık hafızalı mıydınız? Dedir bu Gurup Yorum Marşıyla Emperyalizme asker yazılmak?!
Hamdolsun, her şeye rağmen Anadolu ruhu var ülkemin yine... Kendinden menkul bir feraseti var. Yunus'un, Mevlana'nın tesiri var. Nasıl ki, İran Milleti binmiyorsa, Türkiye Milleti de binmiyor sizin treninize, lokomotifiniz Amerikan Emperyalizmi, Makinist Siyonizm çünkü. O küçümsediğiniz, kıt aklınızla yönlendireceğinizi umduğunuz halk biliyor bunu.
Ne Fatih'in arka sokakları ne Beyoğlu Meyhaneleri, ne iktidara yalakalık ile kendine alan açmaya çalışan taife ne de muhalefetten istikbal devşirmeye hedefli ülke bünyesine cerahat kesim... Rabbim halklarımızı korusun sizden. Bağımsızlığımızı da...
Ve sen Ey Halkım, Halklarımız!
Sorunların, sıkıntıların var biliyorum.
Biliyorum slogan atanların imza atarken aynı olmadıkları nice tecrübelere sahipsin.
Aman ha aman! Göbek bağını kendin kes yine. Nâmahrem eli değdirme bu coğrafyaya.
Hayini çoktur, hayininin rengi de çoktur ülkelerimizin.
Yılanı, çıyanı...
5 notes
·
View notes
Photo
Saçmalardan Seçmeler
Boş yapmaya geldim. Daha doğrusu mağaramda yapacaktım sonra baktım ki burdan çıkış yapmamışım bari burdan yapayım dedim :) Arkadaşlar bu elimde görmüş olduğunuz :) tamam tamam bu gördüğünüz tişörtler işte erkek reyonundan kendime aldığım hediyeler şşş aramızda kalsın. Ders çalışırken kontes takılamıyorum üzgünüm. Gerçi benden zaten kontes olmaz ya işte :) Tişörtlerin renklerine bakınca durup durup beyleri bu renkleri giymeye nasıl ikna ettiler acaba düşünmekten kendimi alamıyorum. Hadi sarı yine giyilir de pembe ya ben bile alırken üç kez düşündüm hatta alırken somon olarak almıştım. Aslında bakmayın ben rahatlık, ucuzluk falan bunların peşinde görünüyor olsam da en azında iki erkeği bu renkleri giymekten alıkoymayı hedefliyordum :)) Kadın reyonlarını hepten boykot etmekten de korkmuyor değilim aslen. Hatırlayan varsa kışın da iki tane polar almıştım aynı mantıkla ama Allah var onların renkleri çok güzeldi :) Kadın reyonunda şöyle bir tişört 25-40 lira bandında, zulüm bu ya. Erkek reyonunda 15-20 liraya satılıyor. Bir de pamuklu mis gibi. Kadınlarınki polyester mi ne acayip rahatsız bir kumaş. Hele ki benim mevsim koşullarına iki kat fazla uyum gösteren bu özerk bölgemde hepten yakıyor. Bi de hep mi kadın kıyafetleri konuşulacak biraz da beylerin kıyafetlerini ele alalım :) (İroni yapıyorum sakın. Aşk olsun ben öyle bir insan mıyım? İki taraftan da diğerine ne.)
İşte öbür taraftan anne tarafındaki kız kuzenler arasındaki lanet ortadan kalkıyor galiba şşş nenem bize büyü yapıldığını düşünüyor kimseye söylemeyin siz yine de :) Kızların makus talihi tersine dönecek galiba kuzenlerden birini vereceğiz nasipse ve hayırlıysa inşallah. (Evet Zehra, Kübra. Ben sana ayrıntıları veririm sonra kızlarla konuşma daha ultra gizli tutuluyor, ben burdan Kübra’ya bahsetmemiştim sahi değil mi :) Dayım, damat adayını soruşturacakmış nereye soracağını bilememiş. Babam da görev yaptığı yere sorsun diyordu. Mantıklı ama yine de milletin dediğiyle hareket edilmiyor. Siz ölçün, tartın dedim. Dönüp babama biliyorsun “Sana da zamanında sorduğun kişi, ‘Abi, kızım olsa ben verirdim. Gözün kapalı verebilirsin, daha iyisini bulamazsın’ demişti. Ders aldığı bir hoca. Sonra gördük ne olduğunu...” dedim. Annem, şaşırarak kim diye sordum. Adı lazım değil deyince anladı. Annemin hafızadan çıkarmış olması sevindirici bir hareket doğrusu :) Babamla bu konuyu bu kadar rahat konuşabilmek de... Ben ne çektim buraya gelene kadar beee. Ama geldim ya hamd olsun gerisi mühim değil. Sonunda bu konu travmatik bir vaka olmaktan çıktı ya onlar için ben zaten halletim. Ara sıra zihnim acı hatıraları geviş getirmese.. Onun da çaresi başka nasip. Dün Muhammed’le asırlar sonra oturup film izledik. İyi geldi birlikte bir şeyler yapmak. Bitirmem gereken testler vardı ama o an bir daha gelmeyecekti. Bugün 2 saat uykumdan feda eder kapatırım arayı ama ona dair kaçırdıklarım geri gelmeyecek biliyorum. Hem derdini bana rahat açmasına zemin hazırlamam lazım. Ortada büyük bir sıkıntı var söylediğinden beri gönlüme dert olan elimi kolumu bağlatan bir şey. Dua ediyorum hayırla sonuçlansın tüm bu meseleler. Çok mutlu olsunlar hayırla diye. Rabbim lutfetsin.
Öbür yandan Zeynep, beni rüyasında görmüştü bugün onu hatırlattı. Ben inanıyorum olacak dedi. Bir motivasyon konuşması yaptı. Yaşlanmışım arkadaşlar eskiden şak diye anlar uzun süre aklımda tutardım bir şeyleri, ama artık zorlanıyorum. Zeynep’in rüyası bana kendi rüyamı ve uyandığımda kalbimde kalan o hissi hatırlattı. Evet pes etmemeliyim dedirtti. Zeynep atandı geçen sene. Geçenlerde konuşurken de bi anda gözleri dolu bir şekilde keşke kendi öğretmenliğimi sana devredebilsem, çocukların bana değil sana ihtiyacı var demişti. Bu nasıl bir cümle benim için nasıl bir sorumluluk ve ne kadar kıymetli bir cümle ne kadar anlatabildim bilmiyorum. Onun da çok iyi bir öğretmen olmaya çalıştığından hiç şüphem yok hem de...
Olacak biiznillah.. Bu defa olmazsa bir sonrakinde muhakkak olacak Rahman murad ederse. Dua edelim de bir defayla olsun hayırla, zira bir takım mızırdanmalar söz konusu işsizliğimden sebep. Amcama şikayet edildim hatta :) Geçeeeer. Ben ne yaptığımı, ne niyetle yaptığımı biliyorum ya gerisine kulak tıkamak gerek;) Hatta görmezden gelme yöntemini izlerseniz bir süre sonra söz konusu davranışta sönme gözlenecektir. Ders çalıştığımı da güzelce belli edeyim şöyleeee :)) Yeterince boş yaptım mı acaba? Bence yaptım. Saçmalardan seçmeler seansımız burada sona ermiştir. Çok güzel mesajlarım var biraz deşinizi meşgul edeceğiz. En azından benim mağaranın deşi benle doluyor :) Özletiriz inşallah kendimizi. Gözden ırak olan duadan ırak olmasın aman ha mübarekler :)
11 Ağustos 2020, İstanbul
11 notes
·
View notes
Text
⭐⭐⭐⭐⭐
Bu ümmetin anneleri nereye gidiyor Allah aşkına?
Atalarının o güzel "islamî" örfleri nelerine yetmedi ki son bir kaç yıldır tuhaf tuhaf şeyler ürettiler... Bakın benim bu sözlerim cahillere değil bilakis "İslami düğün! yapıp,
Asr-ı saadet misali yuvam olsun diye nikahtan keramet bekleyen Müslümanlara! "
Allah Rasulu kızlarına nikah yaptığında "Gücü neye yetti ise" misafirlere de o kadarını yedirdi.. Fakat kimse onu ayıplamadı, abes görmedi... Oysa bugünün babaları sırf yarısı çöpe gidecek yemekler dağıttırıp kredi ile düğün yapmaya kendini mecbur hisseder hale geldi.
Çünkü akraba ve konu komşu denilen bir güruh, insanların başına dert oldu..!
Bu durum Müslüman ahlakına sığar mı soruyorum sizlere?
Daha en başından "elalem ne der?" Putu ile insanı faize sürükleyen bir nikahtan keramet beklenir mi?
Ne kerameti bela olur bela!
Avrupa "düğün böyle olur" diye paketleyip önünüze ne koysa sizde aynısını islami bir kılıfla yapmaya çalışıyorsunuz.
Kaldı ki onlar kiliselerinde sade bir nikahla evlenirken, gelde bizimkilere kabul ettir bakalım.
Bugün 20-30 bin liraya 5 saatlik salon kiralayan birinin yakasında çok el olacak ahirette buda böyle biline... 6 saatlik kirası 3 bin lira olan gelinliğin bedeli ile Arakan'da 3 su kuyusu açılabileceğini biliyor musunuz?
Ama yok kızımız bi kere evleniyor! Öyle mii?
O çocuklarda bir kere ölüyor zaten derim bende size...
Hani komşusu açken tok yatan bizden değildi?
Bunu söyleyen iman ettiğiniz Rasulullah değil mi?
Her türlü israf yapılır, sonra ortada iki semazen döner, birde o an kimsenin dinlemediği iki ayet okunur alın size İSLAMİ DÜĞÜN... Haa birde islami halay çıktı şimdi de.... İlahiye halay katıştırılmış ve islam adı altında müslümanları bozmanın bir yolu daha...Tabi bunun birde düğün sonrası hezimeti var.
Mesela;
İslamı benimsemiş bir kadının ne işi olur misafir odası ile? Ayda bir misafir gelecekte görecek diye her hafta temizliğini yaptığı, dağıtmasınlar diye çocuklarını sokmadığı, insanlardan daha değerli eşyaların bulunduğu bir oda... Hiçbir zaman anlamadım
anlamayacağım oturma odasının ortasında bardak tabak dolu olan gümüşlük ne işe yarar? Bardak dediğin mutfakta olur, ihtiyaç halinde kullanılır. Salonda tozlanan bardak tabaklar hakikaten ihtiyaç için mi yoksa gelen görsün diye konulan riya kokulu bir gereksinim mi?
Kadife kılıflı sandalyeler, üzeri mumlarla dolu tamda yahudi usulu çektikce uzayan masalar. Evde dolaşacak, çocukların oynayacağı alan yok her yer eşya dolu..
Sonra niye ruhum bunalıyor diye doktor doktor geziyorsunuz...
Sizin evinizde "size" yer kalmamış ki, elbette bunalırsınız.
Ev misafire göre döşenmiş..
Bu evde misafir mi yaşıyor, yoksa siz mi?
Neden herkes sizi tebrik etsin diye ziyan ediyorsunuz bu güzel ömrünüzü?
Hiç düşünüyor muyuz acaba Rabbimiz rahmetle bakıyor mu şu evlerimize?
Bizim ne işimiz olur bilmem kaç parçalık yemek takımları ile..
Bunu duyduğumda çok şaşırmıştım;
Günlük yemek takımı, misafir yemek takımı..
Günlük bardak takımı, misafir bardak takımı..
Günlük çatal takımı, misafir çatal takımı..
Yazdıkça yazarım gelmez bunun sonu..
Hangi gün, hangi saat kandırıldık biz?
Neyi çaldılarda bizden, verdiler bu çirkin algıları?
Peygamber ve ashabı öyleydi böyleydi diye her mevlütte ağlaşıyoruz ama bilmiyoriz ki 100 kişide olsalar hepsinin eli aynı kaba uzanıyordu.
Ashabın 300 parçalık porselenleri yoktu.
Ama Vallahi isteseler olurdu!
Allah "altından dağları" peşlerinde sürütmez miydi dileselerdi? Ama onlar dünyaya ve içindekilere tenezzül dahi etmediler.. Hiç içinizden geçirmeyin ki:
- Ama Peygamber zamanında fakirlik vardı alamıyorlardı, yapamıyorlardı.
Güya siz çok mu zengin kadınlarsınız..? Her işiniz borçla krediyle olmuyor mu?
Borçla insan mutlu olurmu bu nasıl psikoloji bozukluğudur.
Gerçekten zihnimizle oynuyorlar hanımlar.
Aslında elimizdekilerle yetinsek, bizden daha mutlusu olmayacakken; Her düğün damadı boğazına kadar borca sokarak yapılıyor benim Müslüman ülkemde... Misafirler, perdeyle halının uyumunu görsün diye bir adam borca sokulur mu?
Siz hiç sevdiğinize merhamet etmez misiniz?
Yazık değil mi sizi Allah'tan emanet olarak alıp, zaten sizin sorumluluğunuz ve namusunuzu korumak için ezilecek olan adamı birde saçma sapan eşya, altın, milyarlık gelinlik borçları ile çıkmaza sürükleyeceksiniz?
Ayın sonunu nasıl getireceğini düşünen adamda, akşam size çiçek alma isteği olur mu?
Aklına hoş şiirler gelir mi?
Yada sizin yüzünüze bakınca ferahlık bulur mu?
Burası alice harikalar diyarı değil kızlar kendinize gelin!
Rasulullah'ın karnına taş bağlatan, Ebu Bekir'in evinde bir çömlek bırakmayan, Musab bin Umeyr'i kefensiz gömdüren dünya!
Ama pardon!
Siz bir kere evleniyorsunuz!!!
Tamda bunu anlatmaya çalışıyorum. Madem bir kere evleniyorsunuz. Öyleyse, kırılacak ve eskiyecek iki parça çaput için hürmetinizi ve sevginizi yok etmeyin!
Siz yatağa kalbi kırık girip, sofraya gönülsüz oturup, muhabbetinizi yok ettikten sonra inanın evinizin kusursuzluğu sizi ısıtmaz.
"Aişe'n olayım" demeyi biliyorsanız, dünya da rahat etmeyeceğinizide bilin!
Çünkü Rasulullah'ın hiçbir hanımının sizin gibi kusursuz birbiri ile uyumlu eşyaları olmadı.
Bu mübarek kadınlar perdelerle uyumlu, koltuklarla bezenmiş, yumuşacık halılar da gezmedi.
Bilakis Fatıma annemiz evlenirken, evin içine yumuşak çöl kumu serptiler ki evde gezerken ayakları acımasın...
Ne babasını zorladı ev eşyası için, nede kocasına:
- Ben kirada oturmam bana ev al Ya Ali! Dedi..... Bu yüzden " Zehra" dediler Fatıma annemize yani "Çiçek"
"Kübra" dediler Hatice annemize yani "Büyük"
"Hümeyra" olmuştu Aişe annemiz efendisine yani "Güldüğünde kırmızı yanaklı olan".....😔
Nasıl güzel vasıflar, nasıl hoş lakaplar... Nasıl sevildiler nasıl kıymet gördüler! Kıskanmamak elde değil onları ve güzel ipek gibi kalbe nüfúz eden o latif kelimeleri...
Çünkü onların kocaman yürekleri vardı ki; aşka hürmetleri, Allah'a itaatleriyle dolup taşmıştı.
Zerrece tenezzülleri yoktu bizim bugün uğruna haramları helal saydığımız dünya metahına...
Son olarak diyorum ki:
-Sen kocanı kamçılarken dünya yarışında, Cennetin kadınları bunca yokluk içinde yinede "benden razı mısın?" Diye dert yandı kocalarına.
Aişe annemizin malı mülkü olan bir kocası yoktu ama o öyle bir kadın oldu ki,
Rasulullah son vakitlerinde:
-Cennette sana kavuşacağım ya, ölüm bile güzel geliyor ya Aişe" diye fısıldadı son nefesinde karısının kollarında...
İşte asıl Mülk böyle bir kadın olup, geçip gitmektir bu dünyadan... 😔
Geçip Gittiğimiz Bu Dünyadan
Dualarda Buluşmak Ümidi ile
O En Güzele Emanetsiniz...🌺
________________°🌺💞🌸°_________________
🎀
14 notes
·
View notes
Text
1919'du.
İzmir işgal edildi.
Ertesi gün, İstanbul'da Asri Kadınlar Cemiyeti kuruldu.
Bu topraklarda kurulan ilk kadın örgütüydü.
Daha ortada Tbmm filan yoktu.
Cumhuriyet'in hayali bile yoktu.
Türk kadını cemiyet kurdu.
Halide Edip, Meliha, Sabahat, Naciye, Münevver Saime, Şukufe Nihal, Nakiye, Zekiye hanımlar… Direniş başlattılar, İzmir'in işgalinden dört gün sonra Üsküdar'da protesto mitingi düzenlediler, 40 bin kişi katıldı.
Fatma Seher.
Aralarında kendi kızının da bulunduğu, neredeyse tamamı kadınlardan oluşan 300 kişilik müfrezesi vardı.
İnönü'de Sakarya'da Dumlupınar'da çarpıştı, Ege dağlarında vuruştu, 9 Eylül 1922'de İzmir'e ilk giren süvarilerimizin arasındaydı.
Onbaşı olarak başladı, üsteğmen olarak emekliye ayrıldı.
Nezihe Muhiddin.
15 Haziran 1923'te, henüz Cumhuriyet ilan edilmeden önce “kadın şurası” topladı.
Cumhuriyet Halk Fırkası bile kurulmadan önce, 13 kadınla birlikte Kadınlar Halk Fırkası adıyla siyasi parti kurma kararı aldı, resmi kuruluş dilekçesini verdi.
Cumhuriyet tarihinin ilk siyasi partisi olacaktı.
Ancak, o dönemin seçim kanununa göre kadınların siyasi temsili mümkün olmadığı için, parti kuruluşunu gerçekleştiremedi.
Kadınlar Halk Fırkası, Türk Kadınlar Birliği adıyla derneğe dönüştü.
Sabiha.
1927 yılında Yüksek Mühendis Mektebi'ne, bugünkü adıyla İstanbul Teknik Üniversitesi'ne girdi, İTÜ'nün ilk kız öğrencisi oldu, 1933 yılında mezun oldu, Türkiye'nin ilk kadın inşaat mühendisi oldu.
Bir başka çok çok önemli ilk'i vardı.
Sporcuydu, İTÜ'de öğrenciyken voleybola başlamıştı, üstün yetenekti.
Fenerbahçe'nin kadın voleybol takımına girmişti ama, kadınlar liginden vazgeçtik, başka kadın voleybol takımı bile yoktu.
Fenerbahçe erkek voleybol takımıyla idman yapıyordu.
Erkek takımının kaptanı Bedii Süheyl'di, fikir ondan çıktı, “Sabiha'yı neden bizim takımda oynatmıyoruz?” dedi.
Yönetmeliğe baktılar, “erkek takımlarında kız oyuncu yeralamaz” diye bir ibare yoktu.
Yıl 1929'du…
Sabiha formayı giydi, sahaya çıktı.
Üstelik, kaptanlık bandı Sabiha'nın kolundaydı.
Takım beş erkek ve bir kadından oluşuyordu, kaptan kadındı!
Sabiha'nın yeraldığı Fenerbahçe erkek voleybol takımı, 1929 yılı sezonunda hiç yenilmeden, İstanbul Şampiyonluğu'nu kazandı.
Şampiyon erkek takımının, kaptanı kadın'dı.
Sadece Türkiye'de değil, dünyada ilk'ti.
1935…
Türkiye'de Dünya Feminizm Kongresi düzenlendi!
36 ülkeden tamamı kadın 360 delege katıldı.
Türkiye'yi 24 delege temsil etti.
Türk Kadınlar Birliği Başkanı Latife Bekir'di.
Yardımcıları Aliye Esad, Lamia Refik ve Nermin Muvaffak'tı.
Ayrıca, 1935 seçimlerinde Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne giren Türkiye'nin ilk kadın milletvekilleri de oradaydı.
Yıldız Sarayı'nda düzenlendi, bir hafta sürdü, konuşmaların yapıldığı kürsünün arkasında iki büyük Türk Bayrağı vardı.
Bayraklarımızın arasına “Justice-Adalet” yazılı pankart asılmıştı.
Konuşmalar Fransızca, Almanca, İngilizce yapıldı.
Hukuk önünde kadın-erkek eşitliği, eşit eğitim hakkı, eşit meslek hakkı, ekonomik özgürlük hakkı üzerinde duruldu.
“Çocuk gelin” sorununa dikkat çekildi.
Savaşların, tek tek farklı ülkelerin değil, evlatların ölmesi sebebiyle “dünya kadınlarının ortak sorunu” olduğuna dikkat çekildi.
Türk Kadınlar Birliği Başkanı Latife Bekir, konuşmasını Fransızca yaptı.
“Türk kadınını haremin kafeslerinden kurtarıp, parlamento kürsüsüne getiren, Türk kadınını erkeğinin yanında hak ettiği yere davet eden Mustafa Kemal Atatürk'e minnet borcumuz var” dedi.
Satı.
1935'te TBMM'ye seçilen ilk kadın milletvekillerinden biriydi.
Beş çocuk annesiydi.
1890 doğumluydu.
Ama hep “19 Mayıs 1919'da doğdum” diyordu.
“O tarihten evvel nefes alıyorduk ama, insan gibi yaşamıyorduk” diyordu.
Zehra Say medeni kanunla evlenen, Türkiye'nin resmi nikahlı ilk kadını oldu, 1926'da.
Suat Berk ilk kadın hakimimiz, Nebahat Sarıyal ilk kadın savcımız, Süreyya Ağaoğlu ilk kadın avukatımız oldu, 1925'te.
Yüksek yargı üyesi ilk kadınımız Melahat Ruacan, sadece Türkiye'nin değil, dünyanın ilk Yargıtay hakimi oldu, 1945'te.
Fürüzan İkincioğulları ilk kadın Danıştay başkanımız oldu, 1994'te.
Ferdane Bozdoğan ilk kadın diş hekimimiz oldu, 1924'te.
Esma Deniz ilk diplomalı hemşiremiz oldu, 1924'te.
Kamile Şevki Mutlu ilk kadın tıp profesörümüz oldu, 1935'te.
Sabire Aydemir ilk kadın veteriner hekimimiz oldu, 1937'de.
Bugün bile hâlâ kadınların kahkaha atmasına tahammül edemiyorlar ama, Selma Emiroğlu ilk kadın karikatüristimiz oldu, 1943'te.
Nüzhet Gökdoğan ilk kadın gökbilimcimiz, ilk kadın dekanımız, 1933.
Saffet Rıza Alpar ilk kadın rektörümüz, 1972.
İclal Ersin ilk kadın muhasebecimiz ve ilk kadın banka müdürümüz, 1928.
Jale İnan ilk kadın arkeoloğumuz, 1943.
Gül Eser ilk kadın muhtarımız, 1933.
Müfide İlhan ilk kadın şehir belediye başkanımız, 1950.
Türkan Akyol ilk kadın bakanımız, 1971.
Behice Boran ilk kadın siyasi parti başkanımız, 1975.
Tansu Çiller ilk kadın başbakanımız, 1993.
Filiz Dinçmen ilk kadın büyükelçimiz, 1982.
Lale Aytaman ilk kadın valimiz, 1991.
Özlem Bozkurt ilk kadın kaymakamımız, 1992.
Bedriye Tahir Gökmen ilk kadın pilotumuz oldu, 1933'te.
Sabiha Gökçen ilk kadın savaş pilotumuz oldu, 1937'de.
Semiha Es dünyanın ilk kadın savaş muhabiri unvanı kazandı, 1950'de.
Leman Bozkurt Altınçekiç sadece Türkiye'nin değil, NATO'nun ilk kadın jet pilotu oldu, 1958'de.
Adile Tuğrul, Mualla Bayülken, Münevver Erdoğdu, Nermin Şen ilk hosteslerimiz, 1946.
Yıldız Uçman ilk kadın paraşütçümüz, 1935.
Dilhan Eryurt, NASA'da görev yapan ilk Türk kadını, 1961.
Tülin Tepedeldiren ilk kadın komando subayımız, 1999.
Feriha Tevfik ilk Türkiye güzelimiz oldu, 1929'da.
Keriman Halis Ece ilk dünya güzelimiz oldu, 1932'de.
Zehra Kosova Durmaz ilk kadın sendikacımız, 1933.
Dervişe Koç ilk kadın sendika başkanımız, 1955.
Emel Gazimihal ilk kadın radyo spikerimiz, 1937.
Nuran Devres ilk kadın televizyon spikerimiz, 1968.
Samiye Cahid Morkaya ilk kadın otomobil yarışçımız, 1932.
Asıme Şahsuvaroğlu resmi otomobil ehliyeti olan ilk kadınımız, 1934.
Afife İpek ilk kadın zabıtamız, Erzurum belediyesinde görev yapıyordu, 1952.
Feriha Saner ilk kadın emniyet müdürümüz, 1953.
Hikmet Cengiz ilk kadın komiserimiz, 1957.
İlgi Öztuncer ilk kadın kaptanımız, 1959.
Seher Aytaç ilk kadın makinistimiz, 1990.
Nesrin Olgun, Manş'ı yüzerek geçen ilk kadın sporcumuz, 1979.
Lale Orta ilk kadın futbol hakemimiz, 1986.
Tennur Yerlisu ilk kadın dünya şampiyonu sporcumuz, 1987.
Sabiha Bengütaş ilk kadın heykeltıraşımız, 1924.
Seniha Sami Moralı ilk kadın müzecimiz, 1927.
Semiha Berksoy ilk kadın opera sanatçımız, 1934.
Cahide Sonku ilk kadın film yönetmenimiz, 1949.
Yıldız Moran eğitim almış ilk kadın fotoğrafçımız, 1950.
Aliye Berger ilk kadın gravürcümüz, 1951.
İnci Özdil ilk kadın orkestra şefimiz, 1983.
Beyza Bilgin ilk kadın vaizimiz, 1962.
Akp grup başkanvekili Özlem Zengin, Ak parti gelene kadar bu ülkede kadın kelimesinin adı bile yoktu dedi, 2020!
1 note
·
View note
Text
On üç ayrı şairin dilinden kızım için yazılan şiir... Çiğdem Kader, Zehra Bardakçı Uslu, Bilal Bütün, Sibel Gökben Yalçın, Şengül Coşkun, Dursun Ali Sağlam, Fevzi Daşkın, Mustafa Çelebi Çetinkaya, Nermin Akkan, Ayşegül Bahçeci, Ünal Kar ve Osman Savaş'a sonsuz teşekkürler. Eklemek isteyen dostlarımı da beklerim.
Gül bahçemin ıtırı 7 oldu.
En güzel yaş, en güzel yıl, en güzel hayat, en güzel sevgiler seninle olsun...
Nice güzel yaşların olsun Canımıneniçi...
NE CAN İÇREDİR BEREN
Varlığıyla ömrüme ölçüsüz huzur katar
Ruhuma tek saltanat, ne can içredir Beren
Gözlerin aydınlığım, bakışın ışık tutar
Adı en güzel sanat, ne can içredir Beren
(Mustafa Çelebi ÇETİNKAYA)
Bu ihtişam, bu muştu, bu saflık neyin nesi
Demlenir sabahların huzur vaktiyle sesi
Onun olsun tüm dokuz gezegenin cümlesi
Onun olsun kâinat, ne can içredir Beren
Lafı mı olur gülün, yayılır ıtır ıtır
Mısra diz çöker ona, yazınca satır satır
Benzine bir çiğ düşse zindanı aydınlatır
Güneşe, aya inat, ne can içredir Beren
(Çiğdem KADER)
Ondan ayrı kalsam burnumun direği sızlar
Anlatamaz sevgimi ne melodi ne sazlar
İstemem senden gayrı ne sohbet ne de yüzler
Göze şavk, kola kanat, ne can içredir Beren
Gökçe göklerde mavi yüce dağlarda kardır
Candan öte canıma hem sevgili hem yardır
Yuvamın birtanesi yürekte aşk-ı nardır
İhlas isminde onat, ne can içredir Beren.
(Alparslan DEMİRBİLEK)
Canlara can katıyor dilden dökülen sözün
Cennetten nur bulaşmış ayın on dördü yüzün
Ömrün uzunca olsun hayra baksın hep gözün
Gönle doğan serenat, ne can içredir Beren
(Zehra Bardakçı USLU)
Boynunu bükme öyle, bu can telef oluyor.
Sen durdukça nâzenin, gönül ateş soluyor.
Bakışın aya benzer, gece senle doluyor.
Yüzündeki o rikkat, ne can içredir Beren.
(Dursun Ali SAĞLAM)
Gözlerinden öptüğüm saçlarını ördüğüm
Olmadığın her anım gece gibi kördüğüm
Göğsüm üzre saklayıp tüm alemde gördüğüm
Bahtımda sonsuz kırat, ne can içredir Beren
(S.Gökben YALÇIN)
Gördün mü gece saçlı kömür gözlü yârimi
Ay ışığında aks eden o nur cemâlli mi?
Gülüşü güneş dili bülbül sahi peri mi?
Hak canı canla donat, ne can içredir Beren
(Şengül COŞKUN)
Yaradan’dan emanet, cennet bağında güldür
Niyazımız o dur ki Rabbim bahtını güldür
Bugün bizim olsa da yarın bakmışsın eldir
Sanki affıma berat, ne can içredir Beren
(Fevzi DAŞGIN)
Gülümsemen de arın asaleti dökülür
Gözündeki mahcupluk yüreklere ekilir
Bir gün gelir ki ey can, ele kına yakılır
Rabbim gersin kol kanat, ne can içredir Beren
(Bilal BÜTÜN)
Babasının siması sinmiş gül didarına
Bülbüller yuva kurmuş gülistanı darına
Kefilim diyor aslı namusuna arına
Nesline has semahat ne can içredir Beren
(Nermin AKKAN)
Bezenir tüm kâinat seninle gül bahçesi
Ömrüme ömür katan Yaradan'ın müjdesi
Sevgin ey gözbebeğim aşkların en yücesi
Ne güzel yazmış hattat, ne can içredir Beren
(Ünal KAR)
Küçücük yüreğine dünyalar sığar onun
Gözünden damla düşse gönlüme yağar onun
Gülüşü güneş gibi ömrüme doğar onun
Dualarıma yanıt ne can içredir Beren.
(Ayşegül BAHÇECİ)
Sana Elif denmişse hikmetine var kızım
İyilikle kardeş ol, güzellikle yar kızım
Babanla çok günümüz, hatıramız var kızım
Dostumun can parçası, ne can içredir Beren.
(Osman SAVAŞ)
3 notes
·
View notes
Text
Anonime cevap
Üzgünüm ben bu sorunun cevabını siz sorduğunuz anda uzun uzun yazdim. Ama sonra gönderirken iki üç kez hata oluştu tedbir amaçlı göndermeden kopyaladığım o yazım kopy panomdan uçtu gitti. Sinirlerim bozuldu. Sonra yazmaya üşendim. Simdi 04.49 da üşengeçliğimi yenmeye çalışıp yazıyorum. Medrese ortami. Açıkçası yerden yere çok farklı ortamlarla yüz yüze gelinebilir. Çok çok sıkıntılı milletin birbirine kinli olduğu yerlerde duydum, ihlas seviyesi daha iyi ve daha kaliteli insanların olduğu yerlerde. Bu biraz nasip işi. Ama baktığımız zaman daha önceden okul dönemimde kız yurtlarinda yıllarca kalmama binaen söylüyorum çok fazla kızın olduğu yerfe fitne fesat öyle yada böyle oluyor. Erkek medreselerini bilemem ama kızlar böyle durumlarda genelde daha kinci ve ağlak. Olayları büyütme potansiyelleri de var. Bu yönleri bir kenara bırakırsak. Cidden buraya gelmek gelmiş bulunmak büyük bir şans. Benim yaşadığım yerde bile yaklaşık 35 talebe falan var düşünebiliyor musunuz bu ne kadar büyük bir lutuf. Sanki bir liste hazırlanmış -liste hazir mi? +evet -Kimler vardı? +Zeynep, Ayşe, zehra -cekicenfani ni da ekleyin. Ve kaderde sizinde böyle bir ortamda bulunma kismetiniz varmis. O 35 kişilik kontenjanda size de yer açılmış hakettiniz haketmediniz. Gelmeniz istendi. Allah gitmenizi istemiş. Burasi bi demirci ocağı gibi. Tava alınıyorsunuz. İmtihanlar demişsiniz şunu söyleyeyim burda büyük bir savaş var. O demirci küflenmiş paslanmış eğri büğrü demir parçaları olan bizleri sizleri bir güzel dövüyor. Çekiç yer sırtınıza indiğinde içten içe "halıyı dövenin amacı canini acıtmak değil tozları silkelemektir" olgunluğuna erişir ve yapışırsaniz işler kolay değil ama en azından teslimiyetçi olursunuz. Kimisi cidden burada islam adına hazir ve nazır kiliclara dönüşür üzerinde "Korkaklikta ar, ilerlemekte şeref var" yazan kılıçlar bunlar (Allah bizi onlardan eylesin) Kimisi bi arpa boyu yol alamaz. Nasipte ötesi olmuyor bazen işte. Bataklıgin en pis noktasında açan guller vardır mis kokusuyla boy verir ve evet kimi zamanda insan güller içinde dikenleșir. Problemler her daim olur. Kimsenin bize mükemmel bir hayat vaad edemeyeceğini öğrenmiş olmalıyız şu zamana dek. Öyleyse madem güzel bir hayat olmayacak en azından rıza yolunda olsun istemeliyiz zannımca. Bakin burası zor bir yer. Ağır bir yer. Demek istediğim gençliğinin baharında kanın deli dolu akarken ve yaşıtların baharın gelmesiyle çayıra ilk kez salınmis yavru kuzu gibi koşarken sen yazın sıcağında kışın pencereden yağan karı izleyerek ama bi yandan fıkıh sınavına çalışarak vakitlerini geçirebilirsin. Bu zor. Ama nafise uyulup yapılan anlık zevklerden sonra gelen pişmanlık nasil bir Müslümanı içten içen yiyen bir kurt bilirim/bilirsin. Kurt demeye çekinelim belki ona. Güzel bir kurt o. Bize Allahi hatırlatmaya çalışan bir kurt. Ama bakıyorsun Allah rızası için uğraşıp didindigin bu yerde başına zor şeyler gelsede doğru yolda olduğunu bildikten sonra... Kimin umrunda. 0 dünyevi çıkarın olduğu bi yerden bahsediyoruz. Kadin bildiğin henüz 50 günlük bebeğiyle cebine kuruş para girmeyeceği halde sabahın 9 unda eşini işe yolladiktan sonra gelip bize, ona buna derse girip ders anlatıyor. Söylesenize böyle bir fedakarlık şu asırda nerede? Doğum iznine ayrılmaya çalışan milyonlarca personel varken? Bazen derslerde öyle anlar oluyor ki... Hiç yaşamadığıniz hisler ve duygular sariveriyor sizi. Maaşlı dili kiskaclilarin size onlarca yılda veremediğini sadece 1 saatte gönlünüze kazıya kazıya aksettiriyor bir halis kul. Diyorsun ki "Abi... Ben şuan ya burada olmasaydim? Hangi amfide boş dersin notunu tutacaktim yahut hangi kafede kızlı erkekli ortamda kahkahaların havada uçuştuğu espirilere ayak uyduracaktim... Elhamdulillah. Sana hamd olsun Rabbim" Sıkıntı var mı? var. Bakın olucak. Sizi soğutanda olur, kan kusturanda. Aile bireylerimiz bile bu dünyada bize içten içe imtihanken medresedeki arkadaşın neden olmasin? Ama kul için mi geldin ki oraya bir kul için çıkıp gideceksin? Ilmi imtihan demisssin. Nedir? Öğrendiğinde amel etmezsen kibir yapar derdi hocam. En büyük zoru bu belki. Aktarman lazim. İnsanlar koşa koşa cehenneme giderken kalkıp çalışman lazim. Çünkü biliyorsun. Çünkü sen onlardan daha iyi biliyorsun. Vebali var. Bu konuyla alakalı bir olay anlatirlar. Almanyada henüz yeni Müslüman olmuş bir genç. Camide öyle böyle cemaatle kıldığı bir namazın ardindan hocadan müsaade istiyor mikrofonu alıyor yarim yamalak arapca kem küm fatihayi okuyor. Sadakallahülazim dedigi anda diyorlar Allah razı olsun ama neden okudun? Diyor ki ben efendimizin öğrenilen ilmin paylaşılmasinin vacip olduğu hakkındaki hadisini okudum. Bildiğim tek şey fatiha. Okuyup sizinle paylaşıp bu yükü omuzlarımdan atmak istedim" şu seviye... Şu anlayış... Değil fatiha neler neler biliyoruz. İşte bunlar boynumuzun borcu. Ha öğrenmiyim borcum olmasin. Olmaz. O zaman ogrenmediginin borcunu ödemek zorundasin. Çünkü ilim herkese lazım gerek. Boyle sıkıntılı bir hal. Ben şahsen hakkini veremiyorum Allah vermek nasip eylesin. Zor cidden zor. Denildiği gibi şeytanın beyoglunda işi yok şeytanın fatihte isi var. Ayni şekile şeytan discoda barda ne gezer gelir kim Allah rızası yolunda bırsey yapacak onun önüne taş koyar ona çelme takar. Dışarıdakine bir gelir medresedekine belki 10 gelir şeytan. Ortam diyorduk. Cidden mükemmel hocalar olduğuna teminat verebilirim. Sizi kendisine hayran birakicak. Aklınıza adi geldiğinde Allahi hatirlayacaginiz insanlar. Bu çok güzel birsey. Yani öyle bi insan ki. Adı kalbinizden geçtiğinde yaninda Allahida hatırlıyorsunuz. Çünkü öyle bir yasayisi var. Edep adap görüyorsunuz. Mesela bir kalem düşse katiyen hocam onu yerden alıp öpüp alnina koymadan tekrar yazmaya başlamaz. Ilme verilen değer kıymet bu. Hiç unutmam yağmurlu bir günde derse yetişmeye çalışıyorum ıslanıyorum. Bi anda gayriihtiyari kitabimi kafama koydum. Sonra dank etti dedim napiyorsun. Tuttum bu kez onu sardım uzerimdekine yağmurda zarae görmesin diye.Okuldan alışmışiz öyle kitaptır atilir yakılır kullanilir. Burda yokkk... Yere dahi koyamazsin. Edep adap küçük şeyler gibi görünür ama çok sey var der hocam. Kim ne kazandıysa edebe riayetten kazandi ve kim ne kaybettiyse edebe riayetsizlikten kaybetti. O yüzden o küçük davranışta bizim için ne sırlar gizli bilemeyiz. Ne mükafatlar yahut ne imtihanlar... Ortam dicem yine :) problemli insan oluşu çok diyorum. Buraya zaten çok doğru insan gelmez. Eğri gelsin ki düzelsin. Ama harikulade arkadaşlarim oldu. Allah rızası için kurulmuş dostluklar bunlar. Başka amaç gütmeyen. Ben medreseye yahut bu tarz ortamlara doğmuş biri değilim. O yüzden objektifligimden şüpheniz olmasin. Uzun bi eğitim hayatimda oldu. Orayida gördüm burayı da. Ama ordaki ilim bir damlaysa burdaki bir derya bir deniz... Kıyas edilemez dahi. Ve ben buraya geldiğime üniversiteyi geride birakip gitmediğime dair bir gün olsun pişman olmadim. ALLAH oyle bir his vermesin kalbime. Söylediğim şeyler medreseyi az buz anlatmak içindi. Ben sıkıntılı bi insanim. Allah noksanliklarimi izale etsin ve bana dava şuuru versin. Biraz vaizlik var o yüzden çenem düşük sorulunca anlatırım yoksa içim dolu olduğundan değil bilakis koftur. Sözlerimde bi yanlışlık olduysa bendendir tümevarimsal yöntemlerle bir gruba izafe etmeyin. Baskalarinada sorun onlardanda dinleyin ortamı. Şimdilik bu kadar çok uzattiim. Gitme düşünceniz varsa Allah hakkinizda hayırlısını nasip etsin :)
2 notes
·
View notes
Text
ANMA
BUGÜN 16 KASIM(1974)
ERZURUMLU
PROF.DR. ZİYAEDDİN FAHRİ FINDIKOĞLU’NUN
VEFATININ YIL DÖNÜMÜ.
RAHMETLE ANIYORUM.
Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu (d. 1901, Erzurum - ö. 16 Kasım 1974, İstanbul), Türk sosyolog, akademisyen ve fikir adamı.
1901 yılında Tortum yakınlarındaki Öşkvank, yeni ismiyle Çamlı Yamaç[1], (bugün Uzundere'ye bağlı) doğmuştur. Asıl adı Ahmed Halil’dir. Fındıkoğulları ailesine mensup Halil Fahri Bey’in oğludur. Halil Fahri Bey de 1860 yılında Öşkvank’ta doğmuş ve çeşitli bölgelerde kadılık yapmış ve 1916 yılında ölmüştür. Annesi Fatma Zehra Hanım 1865 yılında Tortum’un Dikyarlı ilçesinde doğmuştur. İkinci Dünya Savaşı sırasında hac vazifesini yapmak için gittiği Hicaz’da ölmüştür.
Babasının memuriyeti ve Doğu Anadolu’da o yıllarda savaş ve göç olayları sebebiyle Ziyaeddin Fahri’nin çocukluğu sürekli yer değiştirmeler içinde geçmiştir. Fındıkoğlu, babasının memuriyeti sebebiyle ilk öğrenimini Erzincan ve Hakkâri'de yapmıştır. Orta öğretimini ise Malatya İdadisi (lise), Kayseri Sultanisi (lise) ve İstanbul Gelenbevi Sultanisinde (lise) tamamlamıştır.[2] Gelenbevi Sultanisinde, 10. sınıfta okumakta iken daha büyük yaştaki sınıf arkadaşlarının askere alınması sonucu sınıfta kendisi ile birlikte iki arkadaşı kalmıştır. Okul idaresi üç çocuk için eğitim faaliyetine devam edemeyeceği gerekçesiyle sınıfı kapatır. O sıralarda Ziyaeddin Fahri, Posta-Telgraf Mektebinin sınavla öğrenci aldığını öğrenir. Vilayetler için posta müdürü yetiştiren bu okulun sınavlarına girer ve kazanır. 1922 yılında Posta –Telgraf Mektebini bitiren Ziyaeddin Fahri, aynı yıl "Galatasaray Postahanesi"’nde görev alır. Ayrıca Ziyaeddin Fahri Aynı yıl İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde Felsefe öğrenimine başlar. Geceleri posta hanede çalışıp gündüzleri fakülteye devamederek buradan 1924 yılında mezun olur.Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, Edebiyat Fakültesini bitirdikten sonra postahanedeki görevinden ayrılarak Erzurum Lisesi Felsefe Öğretmenliğine atanır(8 Aralık 1924). Bir süre aynı okulda Fransızca Öğretmenliği de yapan Fındıkoğlu 1925 yılı Ekim ayında Sivas Lisesi Felsefe ve Sosyoloji Öğretmenliğine atanır. Fındıkoğlu bir yazısında tarihçi Memduh Turgut’tan bahsederek “Erzurum Lisesi’nde o ders senesinin sonuna doğru vukua gelen bir hareket dolayısıyla Erzurum’dan uzaklaştırıldığımız zaman ben Sivas’a o da Bursa’ya gittik” diyor. Bu konuyla ilgili dipnotta ise şu kaydı düşmüş: “Bu hadise hakkında müşahede ve vesikalara dayalı notların yayımı yararlı olur. Bu nevi yayım eski Erzurum Lisesinin talebe hareketlerine bakmak lazımdır.Ziyaeddin Fahri 1926 eylül’ünden sonra da Ankara Erkek Lisesi ve Ankara Kız Lisesi’nde felsefe, sosyoloji ve edebiyat öğretmenliği yapar. Bu görevini 1929 yılı sonuna kadar sürdürür.1930 yılı başında doktora yaptırmak üzere yurt dışına gönderilecek bir öğrencinin seçimi için yapılan sınavda başarılı olarak Strasbourg Üniversitesi’ne gönderilir.
Türkiye’deki lisans öğrenimi geçersiz sayıldığı için Strasbourg Üniversitesinde ikinci felsefe lisansına başlar ve 1933 yılında bu bölümden mezun olur. Fındıkoğlu, daha sonra 23 Ekim 1933 tarihinde İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde İçtimaiyât ve Ahlak Doçentliğine atanır.Bu göreve kısa bir süre devam ettikten sonra Strasbourg’a dönerek hazırlamakta olduğu doktora tezi üzerine çalışmaya koyulur. Ziya Gökalp üzerine olan doktora tezini 1935 yılında tamamlayan Ziyaeddin Fahri, 1936 yılında doktor unvanı ile İstanbul Üniversitesi doçentlik görevine döner. 1937 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Sosyoloji ve Komün Bilgisi Doçentliğine atanan Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, bu görevini sürdürürken bir taraftan da Prof. Dr. Gerhard Kessler’in tercüme işleriyle uğraşır. 1941 yılında profesör olan Fındıkoğlu, 1944’te İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Sosyoloji ve sosyal siyaset kürsüsüne geçer. Ayrıca Fındıkoğlu 1947-1949 yılları arasında İktisat Fakültesi Dekanlığı görevinde bulunur. Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu 1958 yılında da ordinaryüslüğe yükseltilir. 6 Haziran 1973 tarihinde emekli oluncaya kadar bulunduğu fakültede kürsü başkanlığını sürdürür.
Ölümü
Fındıkoğlu ilk ciddi rahatsızlığını 16 Aralık 1971 günü yaşar. Aşırı yorgunluk nedeniyle geçirdiği kriz sonucu bilimsel çalışmalarına ara vermek zorunda kalır. Fındıkoğlu, 1974 yılının 15 Kasım’ı 16 Kasım’a bağlayan gece ölmüştür. 18 Kasım Pazartesi günü kalabalık bir topluluğun katılımıyla gerçekleşen cenaze töreninden sonra Edirne Kapı Şehitliğinde toprağa verilmiştir.
Ailesi
Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu’nun eşi Efser Hanım 1913 yılında İzmir’de doğmuştur.İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi mezunudur. Efser Hanım, Ziyaeddin Fahri Bey’e daima yardımcı olmuş, ona rahat bir çalışma ortamı hazırlamıştır. Fındıkoğlu’nun Emin (1940) ve Ali Halil (1949) adında iki oğlu; Pınar (1942) adında bir kızı vardır.
Eserleri
2000'i aşkın eserlerinden bazıları şunlardır:
• Erzurum Şairleri(1927)
• Tortum Seyahatnamesi
• Ziya Gökalp (1935)
• Ahlâk tarihi (3 Cilt, 1936-1946),
• İbn-i Haldun’un Hukuka Ait Fikirleri ve Tesiri (1939)
• İçtimaiyyat(1958)
• Hukuk Sosyolojisi(1958)
• Le Play Mektebi ve Prens Sabahattin(1962)
• İktisat Sosyolojisi Açısından Sosyalizm(1965)
• İçtimaiyata Giriş (1944)
• İçtimaiyyat Dersleri(1971)
• Karl Marx (1818 - 1883): Hayatı ve Şahsiyeti, Eserleri ve Tahlilleri, İktisadi Nazariyeleri
• Türkiye’de Kooperatifçilik:Tatbiki Sosyoloji Denemesi (1953)
• Kooperasyon Sosyolojisi (1967)
• Yunus Emre -Anadolu Edebiyatı Notları- (2014)
Hakkında yazılanlar
• Bilgiseven, Âmiran Kurtkan. Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları,
0 notes