#A�es
Explore tagged Tumblr posts
Text
💐ES-SELÂM💐 BENİM CANDAN ÖTE YÂRİM
🙂 ▪️Tanrım, bu güzel yüze vermişsin emek, ▪️O sümbülü koklamak, saçın ellemek... ▪️Sonra da ona bakma dersen, anlamı: ▪️Dolu kadehi ters tut, hiç dökme demek!
Ömer Hayyam
🙂 ▪️Söyle sevda içinde türkümüzü, ▪️Aç bembeyaz bir yelken. ▪️Neden herkes güzel olmaz, ▪️Yaşamak bu kadar güzelken?
Fâzıl Hüsnü Dağlarca
🌹💙🌿🌹💙🌿🌹💙🌿🌹 AŞKLA GÜVENLE, DUAYLA.. 🌹💙🌿🌹💙🌿🌹💙🌿🌹
45 notes
·
View notes
Text
BismillahirRahmanirRahim
Es Selâmün Aleyküm ve Rahmetullâh ve Berakâtullah, Hayırlı Akşamlar.
Lâ Ilahe illallah Muhammedür Resulullah
Allahümme Salli Ala Seyyidina Muhammediv ve Ala Ali Seyyidina Muhammed (sallallahu Aleyhi ve Sellem )
"Yâ Rabbi ben sana tevekkül ettim, sana dayandım!"
"Allah'ım! Neye ihtiyacım olduğunu ancak sen bilirsin. Kendimi senin ellerine teslim ediyorum."
Allahım!
Ey alemlerin Rabbi!
Ey sevgiyi sevgiyle yaratan!
Ey seven, sevdiren ve sevindiren!
Ey rahmetin sonsuz kaynağı!
Ey merhametlilerin en merhametlisi!
Ey gönüllerin mutlak hakimi!
Ey zâtını hamd ile azîz olduğum!
Ey zâtını hamdden âciz olduğum!
Ben, layıkıyla övemem Seni!
Sen, övdüğün gibisin kendini!
Seni, layıkıyla ancak Sen tanırsın!
Seni, layıkıyla ancak Sen översin!
Hamd’im Sana mahsustur, senâm Sanadır!
Umudum, korkum ve sevdam Sanadır
Özümü Sana çevirdim, Sana tutundum!
Elimi Sana açtım, gönlümü Sana sundum!
Beni kovmaz diye kapına geldim
Affı boldur diye affına geldim
Tuttum günahımdan yüzüme perde
Kulluk edemedim, lütfuna geldim!
Allahım!
Kanadı kırık bir kuş gibiyim.
Uçsam uçamıyor, göçsem göçemiyorum.
Yarım bırakılmış bir düş gibiyim.
Yardan da serden de geçemiyorum.
Menzile erememe korkusu sardı benliğimi
Kolum kanadım kırık, gönlüm bin pare!
Ey kalpleri evirip çeviren, ey gönüller sahibi!
Yaraları saran, dağılanı toplayan Sensin!
Varlığım Senin varlığının şahidi
Varlığım Senin rahmetinin şahidi
Allahım!
Ey Vedud olan!
Hem seven, hem de sevilmeyi dileyensin.
Ey varlığı sevgi olan, ey sevginin sonsuz kaynağı!
Biz var ettiğini severiz, Sen sevince var edersin.
O sonsuz hazinenden bizim için de bir sevgi var et!
O sonsuz sevgi selinin içine bizi de kat; sev bizi!
Sen seversen sevdirirsin; sevdir bizi!
Sevdiğini cennetinle sevindirirsin; sevindir bizi!
Allahım!
Varsın, bütün kainat varlığının aynası.
Birsin, bütün mevcudat birliğinin şahidi.
İnanmışız her ne ki tek, o Yaratan’dır
Biliriz ki her ne ki çift, o yaratılandır.
Her şey Sana muhtaç, hiçbir şeye muhtaç değilsin Sen.
Ehad’sin, Vahid’sin, Samed’sin Sen!
Allahım!
Maddedeki her atomun tesbih ettiği Sensin.
Nefes alan her canlının zikrettiği Sensin
Akıl emanet ettiğin her varlığın aklettiği Sen
Duyan ve duyuran her duyunun hissettiği Sensin.
Kadr ü kıymet bilenlerin şükrettiği Sen
Varlığı nimet bilenlerin hamd ettiği Sensin!
Allahım!
Yalnız Senden yardım diler yalnız Sana kulluk ederiz.
Seni sığınak, barınak, tutamak bilir Ya Allah deriz.
Şeytandan Sana sığınır e’uzü billah deriz
Her işe Seninle başlar bismillah deriz.
Nimet verdiğinde gönülden şükrederiz.
Versen de alsan da elhamdülillah deriz
Hayran kaldığımızda maşallah,
Pişman olduğumuzda estağfirullah deriz.
Sevindiğimizde Allahüekber,
Üzüldüğümüzde inna lillah deriz.
Canımız sıkıldığında fe-sübhanallah,
İlendiğimizde katelehumullah deriz
Zafer kazandığımızda nasrun minallah,
Rızık kazandığımızda er-rızku ala’llah deriz
Bir işi arzu ettiğimizde inşallah
Bir işi başardığımızda bi-izni’llah deriz
Güçlük karşısında la-havle ve la-kuvvete illa billah
Söz verdiğimizde vallah ve billah deriz.
Allahım!
Ben kulum, Sen Allah’sın.
Ben isteyenim, Sen verensin
Ben susayanım, Sen su verensin
Ben muhtacım, Sen ihtiyaç giderensin
Ben kendine yetmeyen, Sen her şeye yetensin
Ben beni bilmeyen, Sen beni benden iyi bilensin.
Ben bende olmayan, Sen şahdamarımdan yakın olansın.
Kul kulca ister, Sen Allah’ça verirsin
Halim arzuhalimdir, duruşum duam
Sensizken neyim var, Senleyken ne gam?
Allahım!
İmanı olanın imkanı tükenmez
İmandan ve Kur’an’dan ayırma!
Kur’an’dan mahrum kalana ışık erişmez
Kitaba uyanlardan kıl, kitabına uyduranlardan kılma!
Kur’an’ı bizden razı, bizi Kur’an’dan razı kıl!
Hesap gününde Kur’an’ı şahit kıl, şekvacı kılma!
Kur’an’ı bize aç, bize Kur’an’ı aç
Susuz yüreklere vahyi ellerimizle saç!
İnsanlık zaman çölünde bu suya muhtaç Ya Rabbi!
Allahım!
Sorunlarımızın elinde imanımızı kar gibi eritme!
İmanımızın elinde sorunlarımızı kar gibi erti.
Bizi dünyalıklarımızın altında at etme.
Dünyalıklarımızı altımızda Burak et!
Sahip olduklarımızın bize sahip olmasına izin verme!
Aklımızı ak, aşkımızı ak, yüzümüzü ak eyle!
İmtihan potasında bizi cevher et, cüruf etme!
Bize götüreceğimiz yükü yüklet!
Götüremeyeceklerimi yükletme!
Kahrından lütfuna sığınırız Allahım!
Celalinden cemaline sığınırız Allahım!
Senden Sana sığınırız Allahım!
Yalnız Sana sığınırız Allahım!
Allahım!
Beni Allah’la aldatanlardan etme!
Allah’la aldatanlara aldananlardan etme
Şeytanın eylemlerimizi süslemesine izin verme!
Şeytanın süslediği emellerimize izin verme!
Bana Hz Adem’in tevbesini, Hz Nuh’un direncini ver.
Hz İbrahim’in imanını, Hz İsmail’in teslimiyetini ver.
Hz Yakup’un dirayetini, Hz Yusuf’un iffetini ver
Hz Musa’nın celadetini, Hz Harun’un sadakatini ver.
Hz Davud’un sadasını, Hz Süleyman’ın gayretini ver.
Hz Eyyub’un sabrını, Hz Lokman’ın hikmetini ver.
Hz Zekeriyya’nın hizmetini, Hz Yahya’nın şahadetini ver.
Hz Meryem’in adanmışlığını, Hz İsa’nın safiyetini ver.
Ve Hz Muhammed’in muhabbetini ver Ya Rab!
Allahım!
Bana eşyanın hakikatini göster.
Bana hakikate itaat, batıla isyan liyakati lütfet.
Dininin derdini derdim kıl, özel dertlerimi satın al.
Öyle aziz dertlere mübtela kıl ki, dermana bakmayayım.
Bana, tadına doyum olmayan kerim acılar yaşat
İrademi inayetsiz, bilgimi hikmetsiz bırakma Allahım!
İmanımı gayretsiz, sadakatimi mesnetsiz bırakma Allahım!
Mizacımı fıtratsız, ahlakımı nezaketsiz bırakma Allahım!
Hayatımı muhabbetsiz, ahretimi cennetsiz bırakma Allahım!
İmanımı aklımın elinde esir etme!
Aklımı hissiyatımın elinde rezil etme!
Hissiyatımı şehvetimin elinde zelil etme!
Allahım!
Ağlamayan gözden, sızlamayan özden, kızarmayan yüzden Sana sığınırım.
Şirkten, küfürden, müşrikten,
Cahilden, gafilden, kafirden Sana sığınırım.
Harama dayalı servetten,
Hak edilmemiş şöhretten Sana sığınırım.
Korkaklıktan, pısırıklıktan, kıskançlıktan Sana sığınırım.
Hasetten, fesattan, kesattan, nifaktan,
Fısktan, fücurdan Sana sığınırım.
İftiradan, ihanetten, cimrilikten, kincilikten
Sana sığınırım.
Allahım!
Benliğimin yaktığı ateşte yakma beni!
Beni nefsime kul etme, kul et nefsimi Sana
Bir lahza dahi bana bırakma beni!
Sen bana yetersin, yetmem ben bana
Bilmediğimi bildir, görmediğimi göster!
Sen bildirmezsen bilemem, göremem göstermezsen.
Gönlüme huzur, gözlerime nur, dizime derman ver!
Sen “Ol!” deyince olur, olmaz “Ol!” demezsen.
Canana can, cana canan, kalbe ferman ver!
Al işte ellerim, uzattım Sana
Ne olur, ne olur bırakma beni bana!
Sen bana yetersin, yetmem ben bana
Allahım, ellerimi bırakma!
Allahım
Bırakma bizi..
Tut elimizi!.. AMİN.AMİN.AMİN
9 notes
·
View notes
Text
Say
Son cümlesi fırtınaya yakalanmış bir kadının uğultulu sesinden, Sesini rüzgâra takan adamın kısık ve yetersiz lisanına kadar sev, Aksatarak, hayatı. Ki bir ülkenin en ucundan ılık bir iklim alıp, Diğer ucunda ağlayan bir kadının dudaklarına sürene kadar es... Aksatarak, aşkı.
Konuş. Yuttuğun bütün cümleler aç bırakmaz seni, Yutkunduğun noktalar ve akıcı konuştuğun şeyler, su olurken. Aç bırakmaz derken de kalbim, Aç mir. Aç beni. Açlık başımı döndürsün...
Bir ayrılığın tetiğinde bekleyen elini sustur ne olur, Hangi saat öleceğimi bilmezken, Ve riski sıfır iken gitmelerin, bir kala yürümeye, Ve gidişin başlamasına bir adım kala, Cennet kapısına benim ellerimi sıkıştırmaktan vazgeç...
Hangi elbise fakir gösterirse seni, Ya da hangi ayakkabı aksatmadan yürütürse bu yolda, Ve kaç gülüş istediğin şekilde mutlu ederse seni, Bak, Gidiyorsan say, Kaç adımda ölürüm
İyi temennilerinse arkamdan söylediklerin, Ve şükretmeyi biliyorsan eğer, Bırak şükürler olsun demeyi, benden bahset biraz, daha makul... Ve sonra dediklerini, Allah'ına kadar unut...
Şimdi ben kalıyorum, sen de kal... Hep öyle güzel. Ben zaten, Elini öpsem de, ağzını öpmüş gibi olurum, Sen, dişini tırnağına takarak severken...
Hadi, Görüşürüz,
Gittim, Ben...
"Ne acı... Bugün yine bir sürü insan öldü, Ve ben aralarında değildim..."
3 notes
·
View notes
Text
SENİ SEVDİM EFENDİM...
Herkes canını verecek kadar seni severken, kimseye yük olmamak için, kendi işini kendin yapışını sevdim.
Başının ağrıdığını öğrendiğimde, başımın ağrısını sevdim.
Kuşu ölen çocuğun evine taziyeye gittiğinde... Anne ve yavru köpekler için koskoca ordunun yolunu değiştirdiğinde, merhameti sevdim, hayvanları sevdim..
"Benim çocuğum yok,ardımdan okuyacak kimse olmayacak" diye ağlayan Hz.Bilal'i, "Üzülme! Ümmeti Muhammed her ezandan sonra sana okuyacak" diye teselli edişini sevdim.
Bir gün,oturarak namaz kıldığını gören Ebu Hureyre'nin "Ey Allah'ın elçisi, hasta mısın?" sorusuna, "Hayır, açım!" deyişini sevdim.
O kadar uzun süre hiç aç kalmadım ben ama, kızın Hz.Fatma'ya, "Vallahi kızım,üç gündür baban bir şey yememiştir." deyişinde, açlığı sevdim.
Hz.Hatice'ye düğün için hediye ettiğin gülleri sevdim... "Hatice'nin sevgisi benim rızkımdır." deyişini sevdim.
"Beni nasıl seviyorsun?" diye soran Hz.Ayşe'ye, "kördüğüm gibi" cevabını... Ve zaman zaman "kördüğüm ne alemde?" sorusuna, "ilk günkü gibi" deyişini sevdim.
Sevgili kızın Hz.Fatma,her yanına girdiğinde,ayağa kalkıp karşılamanı, "hoşgeldin kızım" diye öpmeni, elinden tutup,yanına oturtmanı sevdim.
Hz.Ali ile Hz.Fatma'yı evlendirirken,ikisini karşına alıp, "Ey Ali, kızımı sana cariye olarak veriyorum, ama unutma, sen de onun kölesisin" deyişini sevdim.
Mirâc'a çıktığında, Allah Teala, "Seni ne ile şereflendireyim?" dediğinde, "Beni Sana kullukla şereflendir" deyişini sevdim.
Yine mirâçta Rabbim "İste! Ne isteğin varsa vereyim" dediğinde, secdeye kapanıp, gözyaşlarıyla "Senden ümmetimi istiyorum" deyişini sevdim.
Refik-i Alâ'ya, Yüce Dost'a giderken, "Sizi kevser ırmağı başında bekleyeceğim. Bana kavuşmak isteyen, elini ve dilini kötülüklerden çeksin." deyişini sevdim.
Ve Rabbimizin, "Andolsun size kendinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız O'na çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatlidir,merhametlidir (Tevbe-128) deyişiyle, seni sevdim.
Ve Rabbimizin, "Şüphesiz ki, Allah ve melekleri, Peygamber'e çokça salât ederler (överler,yüceltirler). Ey müminler! Siz de O'na salevat getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin."(Ahzab-56) buyurmasıyla, seni daha çok sevdim..💦
Es-selâmu aleyküm
Hayırlı sabahlar 🌹
5 notes
·
View notes
Text
Es Selâmün Âleyküm Cumâ Sabahımızın Teheccüdünde, Râbbîlâlemîn Duâlarımıza Îcâp Eyle, Cümle Geçmişlerimizin Ve Anne-Babalarımızın Kabirlerini Efendimizin Kabirlerine Komşu Eyle, Bizleinde Affedeilmeyecek Günahlarınızı Bırakma, Bizlere Merhamet Eyle, Hastalıklarımıza Şifalar, Dertlerimize Devâlar, Borçlarımıza Ödeme Kapılarını Aç Râbbîlâlemîn, Bekâr Kullarına Cennet Ehli Âmeller, Cennet Ehli Eşler Vede Namaz Ehlî, Kur'ân Ehlî, Cennet Ehlî Sâlîh Ve Sâlîhâ Kullarından Zürrîyetler Îhsân Eyle, Yuvalarımıza Huzur Ver, Geçim Kolaylıkları Ver, Senin Saltanatına Yakışır Kulluk Görevlerimizi, Peygamber Efendimizin Hadisleriyle Sevgi Ve Muhabbetlerimizi Nasip Eyle, Şüphesiz Senin Herşeye Gücün Yeter, Yalnız Senden İster, Sana İnanırız Râbbîlâlemîn...
Âmîn Âmîn Âmîn Velhâmdûlîlâhî Râbbîlâlemîn Înşâllâhû Rahmân 🤲🏻
11 notes
·
View notes
Text
Sana Gelemedim
Sevmiştim. Kalbi buhran sofralarında her diyete bir aşk, her bekleyişe yaşamak gibi sen ekmiştim.
Şimdi gücü yoksa sevdanın bu fakir cehennemde ve çiçekler açmıyorsa gönül evimin saadetinde; kabul yağmurları içime yağdığı içindir. Kabul ettim, her sensizlik dev gibi büyüyen bir yalnızlıktı ömrümde. Bedelini yağmurlara bırakan gözyaşı ve mutluluğu bilemeyen aşklarda seni arayıştı. Ceketini giydirip hüzün faslına; olmasını istediğim senli dünyalara bir sensiz yaşamak ektim. Ömürde çürüyen es, bekleyişlere acımasızca işleyen ses oldu; seni sensizlikte kovalamak. Kabul ettim, hiç inanmadığın aşkın mutluluğa sen yağdırmadığı gecelerde, sensizliğin içildiği sofralara bir ekmek kırıntısı kaldı sensizlikte doyuma ulaşmak. Yedim, yedim de aç öldüm sevdalara; ilgi ekinin -ki- şükrüne bir şemsiye açtı aşk. Kandı da benimki yapamadı aşk çığırtkanlığı sevda, şimdi sen kimin gönül şarabında kana kana içilen mutluluk isen orada mutlu kal. Kabul ettim, sana sensiz gelmemeyi ve bir daha bu aşkın kilidini açmamayı... Sen, yazıldıkça çoğalan hasretimin bana ölüm girdabısın. Seni sevmeye hakkım yok sensizlikle. Kabul ettim; hiç sevilemediğim, yağan her yağmur gözlerimin doymaz hasretiydi sana. Çoğaldıkça sensizlik, sellere karışıp boğuluyor hasretim ve bir kuş konuyor gönül pencereme; kırılan her cam, biten merhabaların soluk cumhuriyeti. Ben sana hiç sevmek vaat etmedim, elleri nasırlı bebeklerin külfet ecdadından girdi dört duvarlı sevda; büyüdüm, yürüdüm, yine de sana gelemedim...
Dilara AKSOY
2 notes
·
View notes
Text
Sanki yaşarken yapıp ettiklerimizi, nereye varacağını bilmediğimiz bir cümlenin tamama ermesi için yapıyoruz. Sanki her şeyi anlamlı ve anlaşılır hale getiren bir gizem var, hissediyoruz bunu ama tam manasıyla anlayamadığımız için dışında kalıyoruz. Buna karşılık, zihinsel olarak kendimizi dışında kalmış hissettiğimiz bu gizemin tam içinde, en ortasında, onun bir parçası, bir gerçekleştiricisi, her neyse o gizem, onu belki farkında dahi olmadan inşa eden birer karınca gibi azimle ve sadakatle çalışıyoruz. Sanki her şeyi kuşatan derin bir mana var ve bizler, yani her birimiz, esaslı bir cümlenin sıralanmış kelimeleri gibi kendi taşıdığımız ve farkında olduğumuz mananın çok ötesinde bir mananın hayat bulmasına hizmet ediyoruz. Öyle değil midir kelimeler? Kendi taşıdıkları sınırlı bir mana vardır, onları bir cümle içinde başka kelimelerle o kadar büyük bir maharetle buluşturursunuz ki, tek tek bütün o kelimeler kendi manalarından çok daha kuşatıcı, çok daha büyük bir mananın yapı taşı olurlar.
“Ne işe yarıyor bütün bunlar, neden yapıyoruz bütün bunları?” diye isyan etti yorulmuş biri. “Şöyle düşün” dedi kendini daha iyi hisseden, “Belki biz ikimiz bir rengin iki ayrı tonuyuz ve harikulade renklerden oluşan bir kır tablosunun bizim tonlarımıza ihtiyacı var!”
Tuğlalar bilir mi mesela, yan yana ve üst üste sağlam dururak, birbirlerine tutunarak içinde türlü hikayeler dönen bir evi ayakta tuttuklarını? Dağ deyince, yamacındaki bir kayaya tutunarak açan o minik kır çiçeği bilir mi onu da kastettiğimizi? Bilir mi mesela az sonra dalından düşerek oradan toprağa karışacak olan bir meşe palamudu aklının alamayacağı bir büyük ormanın kendisinden besleneceğini? Farkında mıdır mesela kıyıya vuran beyaz köpüklü küçük bir dalga, onu oraya uçsuz bucaksız bir denizin gönderdiğini? İki nota arasındaki o küçük es, o minik boşluk ne kadar ayırtındadır mesela, gönle sürur veren asude bir bestenin mütemmim bir parçası olduğunun.
“...eğer insanlığı birleştiren kutsal bir bağ yoksa, eğer ormanın yaprakları gibi bir nesil diğerinin ardından doğuyorsa, bir nesil ormandaki kuşların şarkıları gibi bir diğerinin yerine geçiyorsa, eğer insan soyu dünyadan, denizden geçen bir gemi ya da çöldeki bir rüzgar, düşüncesiz ve meyvesiz bir kapris olarak geçiyorsa, eğer ebedi bir unutkanlık; avı için aç bir biçimde pusuya yatmış bekliyorsa ve onun pençelerinden kurtaracak kadar güçlü bir güç yoksa -o zaman yaşam ne kadar boş ve huzurdan yoksun olacaktır!” diyor ‘Korku ve Titreme’ ismini verdiği kitabında Soren Kirkegaard.
Hayat boş, yaşadıklarımız boşuna, uğraşlarımız boşu boşuna değil... Durup nazar-ı dikkatle baktığımızda; alemde husule gelen her bir şeyin varlığın manasına (ki manası aslıdır) hizmet ettiğini, olmasa boş kalacak bir yeri doldurduğunu, hakikat dediğimiz sonsuzca büyük asli ifadenin bizim tek tek taşıdığımız manalardan zuhur ettiğini muhtemel ki hepimiz hayretle fark edebiliriz. Alemdeki her şey, bizim görüş gücümüzün ötesindeki bir büyük nakşın ilmeği, rengi, tonu, cüzü olarak anlamını kazanır ve başlayıp biten her bir hayat da kendi içinde sonsuzca ihtimal barındıran bir hikayeye, ‘Mana’yı tamamlayan manaya karşılık gelir.
“Az önce parmağının ucuyla alıp ağzına attığın şu küçük susam tanesi var ya” dedi meczup, “bil ki sabahtan beri burada senin gelip onu bulmanı bekliyor.”
Gökhan Özcan / Bir susam tanesi olarak insan
30.03.2023-Yenişafak
2 notes
·
View notes
Text
ispanyolca öğreniyorum 1.bölüm
ALFABE
A=a
B=be
C=se
CH=çe
D=de
E=e
F=efe
G=he
H=açe
I=i
J=hota
K=ka
L=ele
M=eme
N=ene
Ñ=enye
P=pe
Q=ku
R=erre
S=ese
T=te
U=u
V=ube
W=ubedoble
X=ekis
Y=igriega
Z=seta
1 note
·
View note
Text
evet tam olarak, şimdi biraz müsaadenizle iç dökümü. bu öfkeden bir şekilde arınmalı ve yarın sabah kalbim sekinete kavuşmuş bir şekilde kalkmalıyım.
cumanın gölgesinde gölgelenirken, yağmurun bereketiyle ıslanırken rabbimden niyazımdır.. ve bir süredir dua eder iken es geçemediğim a.abi. ya rabbi şafi isminle izi, emaresi kalmayan bir şifa ver. bizim senden başka mevlamız yok. el-eman.
bu kadar kelamdan sonra öfkeye bürünmüş kelimelerimi buraya dökmeye haya ettim,, ama ya rab benim halim sana benim her türlü arz edişimden daha ayandır. sen hayırlı bir kap�� aç. bana yolumu öğret. hakkı şeksiz ve doğru bir şekilde söylemeyi öğret. hazreti musaya öğrettiğin gibi öğret. belki dilime kekemelik vermedin ama gönlümden çöz. zahirimi güzel kıldın, batınımı da güzel kıl.
ve
allahümme eınni ala zikrike ve şükrike ve husni ıbadetik.
244 notes
·
View notes
Text
Enes b. Malik [radıyallahu anh] anlatıyor:
Hz. Ali'nin annesi Fâtıma bint Esed vefat ettiğinde Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem] yanına geldi, baş ucunda oturdu ve şöyle buyurdu:
رَحِمَكِ اللهُ يَا أُمِّي كُنْتِ أُمِّي بَعْدَ أُمِّي تُشْبِعِينِي وَتَعْرَيْنَ وَتُكْسِينِي وَتَمْنَعِينَ نَفْسَكِ طَيِّبًا وَتُطْعِمِينِي تُرِيدِينَ بِذَلِكَ وَجْهَ اللَّهِ وَالدَّارَ الْآخِرَةَ
"Allah sana rahmet etsin anneciğim! Sen öz annemden sonraki annemdin. (Aç kalır) Beni doyururdun. Kendin giymez beni giydirirdin. Güzel yiyeceklerden kendini yoksun bırakır, onları bana yedirirdin. Bunu yaparken de sadece ahiret sevabını ve Allah rızasını isterdin." Ardından üç defa yıkama- larını emretti. Kâfur karışımlı su döküleceği sırada Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) kendi eliyle suyu döktü ve gömleğini çıkarıp ona giydirdi. Kefeni de onun üzerine sardı.
Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem); Üsâme b. Zeyd'i, Ebû Eyyüb el-Ensârî'yi, Ömer b. Hattab'ı ve siyahî bir köleyi çağırarak mezarını kazmalarını emretti. Mezarın lahit kısmına gelince burayı Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) kendi elleriyle kazdı ve toprağını çıkardı. Ardından kabre girip içine uzandı ve sonra şöyle dua etti:
اللَّهُ الَّذِي يُحْيِي وَيُمِيتُ وَهُوَ حَيٍّ لَا يَمُوتُ اغْفِرْ لِأُمِّي فَاطِمَةَ بِنْتِ أَسَدٍ وَلَمِنْهَا حُجَّتَهَا وَوَسِعْ عَلَيْهَا مُدْخَلَهَا بِحَقِّ نَبِيِّكَ وَالْأَنْ��ِيَاءِ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِي فَإِنَّكَ أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ
"Dirilten ve öldüren Allah'tır. O ise diridir, ölmez. Allahım, peygamberin ve önceki peygamberlerin hakkı için annem Fâtıma bint Esed'i bağışla. Ona kendini savunacağı delilleri telkin et, kabrini genişlet. Çünkü sen merhamet edenlerin en merhametlisisin." Ardından Resûlullah (sallallahu aleyhi vesselâm] dört tekbir getirerek cenaze namazını kıldırdı. Sonra Hz. Abbas ve Hz. Ebû Bekir es-Sıddık ile birlikte onu kabre koydu.
Taberâni, el-Mu'cemü'l-Kebir, 10/337-338
1 note
·
View note
Text
435MR’den bildiriyorum 😅
Bu yıl yeni bir otobüs hattı ile yeni bir ilçe ve yeni bir okuldayım. Materyal açısından daha zengin, öğrenci bakımından daha algıları açık, daha sakin bir yapısı mevcut. Sabah 05.30’larda yollara düşüren sisteme başlarda kızsam da alıştım sanırım. Karşımda Venüs hemen güney batısında Ay ve biraz ilerisinde Sirius’la 1,5 saatlik bir yolculuk yapıyorum.
Göz operasyonu sonrası en sevindiğim konu gök cisimlerini daha kolay ayırt edebilmek oldu. Eskiden hepsinin ışığı aynı gibi gelirdi. Şimdi hangisi kimdir necidir, komşularına kadar çıplak gözle ayırt edebilmek şu kan dolu Dünya’da mutluluk sebebi.
Ortalama 70 yıllık ömür için canlının bir başka canlıya, insan olmayanın insana eziyetini anlamak o kadar zor ki. Her şeyi paylaşabilirdik olsa ki. Mısırı olan olmayana mısır, suyu olmayana su verilebilirdi. Karanlıkta kalana bir mum uzatılabilirdi. Yolda kalan gideceği yere kadar bırakılabilirdi. Bu kadar basitken çözümü böylesine zorlaştırmak, insanların alacağı oksijene bile göz dikmek bu denli aç ve kan gözlü olmak.
Halbuki aynı gökyüzünün altında aynı Ay’ın ışığıyla aydınlatılan, aynı Güneş’le gözleri kamaşan canlılardık biz. Aynı sudan içen, aynı yerden gelip aynı toprağa gidecek insanlarız. Her şey öğretilebilir bir insana. Newton hareket kanunları, termodinamiğin 0,1,2,3. yasası, Maxwell denklemleri ve daha nicesi. Bunları öğretmeye çalıştıkça empatiden yoksun, canlıya, kendine, varlığına karşı saygısız, bulunduğu konumu, topluluğu, doğayı ve kendini sevmeyen, hayal kurmaktan üşenen, bir amaç uğrana emek harcamayı aptallık olan bir nesil yetiştiriyoruz el birliğiyle.
Eskiden çok daha eksiktik madden, her şey o kadar az ve sayılıydı ki bir kitap bir önlük 3 4 öğrenci tarafından kullanılırdı. Okulun istediği kitapları alabilmek için kırtasiyeye önceki gün isim bırakan kitap ayırtan, okuma kitaplarını değiştirerek okuyan, bir sonraki yıl bir alt nesile kitaplarını verip bir üst sınıftan kitap isteyen bir nesil olarak büyüdük. Babamın iş yerinden getirdiği masa takvimlerinin boş yerleri resim defteri gibi kullanıp resim çizdiğimi hatırlıyorum. Şeker ambalajlarından uçurtma yapar, sigara kutusu içindeki ambalajları, eski gazeteleri toplayıp satardık. Ama daha mutlu daha umutluyduk daha fazla Dünya’yı değiştirebilme inancımız vardı ve daha fazla hayalimiz.
Şimdi bütün diziler, filmler, oyunlar, haberler; katillerden, hırsızlardan, insan katlinin meşru olduğundan, ilgisizi yetersizi aldatmanın hak olduğundan bahsediyor. Daha doyumsuz, daha saygısız, daha mutsuz ve daha umutsuz insanlar görüyorum artık. Bu sebeple her sabah 435MR’ye her bindiğimde gökyüzünü daha iyi izleyeceğim bir yere oturuyorum. Gökyüzüne bakmak bir kaçış bir es verme durumu belki de fakat iyi geldiği aşikar.
#İkimizbirdensevinerebiliriz
#Göğebakalım
#Sabahsabahicdökme
#Engüzelmavi
0 notes
Text
Kuyudan Gelen Ses
Güçlü bir motor sesi duyuldu. Ardından, uzay gemisinin, yere iniş yapmasını sağlayan alt kapakları açıldı. Ses azaldı, gemi sakince yere indi. Yaklaşık on dakika sonra, astronot kıyafetli iki adam ve bir robot indi gemiden. Manzaraya baktılar. Deniz leş gibi kokuyordu, ancak bu kokuyu almaları mümkün değildi. Dalgalar sahili deli gibi dövüyordu.
Buranın adı, bir zamanlar İzmir'di. Antik adı Smyrna. Büyük kitlesel yok oluş öncesinde, bölgenin en güzel şehirlerinden biriydi. İki adam, telsiz vasıtasıyla konuştu:
-Buralarda bir anıt olacak..
-Evet. Heykel gibi bir şey..
Civarda bina yoktu. Yüzlerce yıldır insan ayak basmamıştı buraya.. Çetin şartlarda yetişebilen birkaç diken ve ot vardı sadece.. Hava kapalıydı, heybetli bulutlar kaplamıştı göğü.
Sonunda, yıkılmış anıtı gördüler. Etrafı taşlarla çevriliydi. Eski anıtın hemen yakınlarında, yere açılan bir kapak olmalıydı. İnsanlar, gezegeni tamamen terk etmeden önce, belirli bölgelere, insanlık tarihini anlatacak dökümanlar bırakmışlardı. Sonunda kapağı, robota açtırdılar. Yeraltına inen bir merdiven vardı. Fenerlerini açıp, aşağı indiler. Alt katta, büyük bir salon vardı, ve bu salona bağlı odalar.. Salonda, yanlarında getirdikleri güçlü bir aydınlatmayı açtılar. Her odanın kapısında, eski alfabeyle yazılmış yazılar vardı. Bu yazıları bilgisayara okutarak, yapay zekaya çevirttiler. Kapıların üstündeki yazılar şu şekildeydi:
Tarih
Din-mitoloji
Edebiyat- sanat
Bilim -teknoloji
Tarım
Üzerinde 'edebiyat' yazan kapıyı kırdılar. İçerisi, kitaplarla doluydu. Çürümüş ve yıpranmış kitaplar.. Kitap, eski insanların bilgiyi aktarma yoluydu, kağıtların üstüne yazılar basılıyordu ve bu kağıtlar ciltleniyordu.
Nihayet, bir dolap gördüler Dolabın içi, hava geçirmeyen kutuların içine konmuş eski teknoloji hard disklerle doluydu. Hard disk, eski tip bilgisayarların, bilgi saklayan hafıza bölümüydü. Aradıkları tüm bilgi, bu hard disklerin içindeydi. Dolabın içindeki her şeyi yanlarına aldılar, önce odadan çıktılar, sonra yukarı tırmandılar.
Gemiye döndüler. Bilgisayarda, eski hard diskleri araştırdılar. Bu hard diskleri çalıştırmak için, eski tip bilgisayara ihtiyaç vardı. Yapay zekayla çalışan robotun yardımıyla, eski tip bir bilgisayar inşa edeceklerdi. Yanlarında konuyla alakalı donanım, hammadde ve bilgi getirmişlerdi.
Eski tip bir bilgisayarı inşa etmek, yaklaşık yarım günlerini aldı. Sonunda, başardılar. Hard diski bilgisayara yerleştirdiler ve kendi monitörlerine bağladılar. Heyecanlandılar. Bir sürü dosya vardı. 'Şunu aç' dedi biri. Diğeri, üzerinde 'Borges' yazan dosyayı tıkladı. Tok sesli bir adamın sesi duyuldu:
'Al otro, a Borges, es a quien le ocurren las cosas. Yo camino por Buenos Aires y me domoro, acaso ya mecanicamente, para mirar el arco de un zagua y la puerta cancel..'
Bilgisayarın başındaki adam, ses dosyasını durdurdu, sonra yapay zekaya seslendi:
-Metni modern ingilizceye çevir.
Kısa sürede, yapay zeka metni çevirdi ve okumaya başladı:
'Borges Ve Ben
Her şey ötekinin, Borges denenin başına gelir. Ben, Buenos Aires'te gezinirim, alışkanlıkla bir geçidin kemerini ya da bir avlunun demir parmaklı kapısını seyretmek için oyalanırım; postadan Borges'in haberlerini alırım ve adını bir profesörler kurulunda veya bir biyografi sözlüğünde görürüm. Kum saatlerini, yerküre haritalarını, 18. yüzyıl tipografisini, kahvenin tadını ve Stevenson'ın düzyazısını severim; öteki de bu seçimleri paylaşır, ama kasıntılıkla ve oyunculara yaraşır bir şekilde. İlişkimizin hasımca olduğunu ileri sürmek abartılı olur; ben yaşıyorum, kendimi yaşama kaptırıyorum, Borges edebiyatını dokusun ve bu edebiyat benim varlığımı geçerli kılsın diye. Değerli birkaç sayfa yazdığını seve seve itiraf ederim, ama bu sayfalar beni kurtarmaz, kuşkusuz iyi olanın kimseye, hatta ötekine bile değil, dile veya geleneğe bağlı olmasındandır bu. Zaten ben yok olmaya yükümlüyüm, sonsuza dek, yalnızca benim birkaç anım ötekinde yaşamayı sürdürmeyi başaracak. Yavaş yavaş her şeyi ona devrediyorum, çarpıtıp abartmak gibi sapkın bir alışkanlığının farkında olmama rağmen. Spinoza her nesnenin kendi varlığını korumaya çabaladığını kavramıştı; taş sonsuza dek taş, kaplan da kaplan olmak ister. Ama ben Borges'te diretmek zorundayım, kendimde değil (eğer ben biriysem). Oysa, kendimi onun kitaplarından çok, başkalarında veya bir gitarın zahmetli tıngırtısında buluyorum. Yıllar önce ondan kurtulmaya çalıştım ve kenar mahalle mitolojilerinden, zaman ve sonsuzluk üzerine oyunlara geçtim, ama bu oyunlar da artık Borges'e ait, benim de başka şeyler düşlemem gerekecek. Böylece yaşamım, her şeyi yitirdiğim ve her şeyin ya unutulmaya ya da ötekine terkedildiği bir kaçışa dönüştü.
Bu sayfayı ikimizden hangisinin yazdığını bilmiyorum.'
0 notes
Text
Sana Gelemedim
Sevmiştim. Kalbi buhran sofralarında her diyete bir aşk, her bekleyişe yaşamak gibi sen ekmiştim.
Şimdi gücü yoksa sevdanın bu fakir cehennemde ve çiçekler açmıyorsa gönül evimin saadetinde; kabul yağmurları içime yağdığı içindir. Kabul ettim, her sensizlik dev gibi büyüyen bir yalnızlıktı ömrümde. Bedelini yağmurlara bırakan gözyaşı ve mutluluğu bilemeyen aşklarda seni arayıştı. Ceketini giydirip hüzün faslına; olmasını istediğim senli dünyalara bir sensiz yaşamak ektim. Ömürde çürüyen es, bekleyişlere acımasızca işleyen ses oldu; seni sensizlikte kovalamak. Kabul ettim, hiç inanmadığın aşkın mutluluğa sen yağdırmadığı gecelerde, sensizliğin içildiği sofralara bir ekmek kırıntısı kaldı sensizlikte doyuma ulaşmak. Yedim, yedim de aç öldüm sevdalara; ilgi ekinin -ki- şükrüne bir şemsiye açtı aşk. Kandı da benimki yapamadı aşk çığırtkanlığı sevda, şimdi sen kimin gönül şarabında kana kana içilen mutluluk isen orada mutlu kal. Kabul ettim, sana sensiz gelmemeyi ve bir daha bu aşkın kilidini açmamayı... Sen, yazıldıkça çoğalan hasretimin bana ölüm girdabısın. Seni sevmeye hakkım yok sensizlikle. Kabul ettim; hiç sevilemediğim, yağan her yağmur gözlerimin doymaz hasretiydi sana. Çoğaldıkça sensizlik, sellere karışıp boğuluyor hasretim ve bir kuş konuyor gönül pencereme; kırılan her cam, biten merhabaların soluk cumhuriyeti. Ben sana hiç sevmek vaat etmedim, elleri nasırlı bebeklerin külfet ecdadından girdi dört duvarlı sevda; büyüdüm, yürüdüm, yine de sana gelemedim...
Dilara AKSOY
2 notes
·
View notes
Text
Öfkenizi Kuşanın
Deprem bölgesine ait görüntüleri izlememeye özen gösteriyorum. Hayır, derdim kendimi korumak falan değil. Acıyı normalleştirmek istemiyorum. Bazı şeyleri göre göre insan bir yerden sonra tepkisizleşiyor çünkü. O hale gelmek istemiyorum. Fon müzikli videoları direk es geçiyorum. Hayır, kaldıramam diye değil. Acının romantize edilmesine tahammülüm yok. Ahlayıp vahlayıp geçecek duruma gelmek istemiyorum. Öfkemi hiçbir suçsuza yönlendirmiyorum. Hayır, hiçbir yaftadan kendimi korumaya çalışmıyorum. Öfkemin sahibinin kim olduğunu çok iyi biliyorum ve öfkeme her zamankinden daha çok sahip çıkmam gerektiğini biliyorum. Ayrıca öfkem biraz olsun hesap sorulması gereken insanlardan kayarsa sallantıdaki insanları nasıl galeyana getirir tarihten çok iyi biliyorum.
İnsanların soğukta aç, barınaksız, hijyensiz koşullarda nasıl biçare bırakıldığını biliyorum. İnsanların göçük altında acaba kurtarılacak mıyım umudu ve ölecek miyim korkusu ile nasıl yalnız ve çaresiz bırakıldığını, ölüme terk edildiğini biliyorum. Bildiklerim bazen çok ağır geliyor. O kadar ağır geliyor ki bedenim tepki veriyor ya da bugün olduğu gibi dışarda yemek yerken bir anda ağlamaya başlıyorum. Ve ağlarken kafamdan geçen tek cümle “İnsanları ölüme terk ettiler” oluyor. Bunu haykırmak istiyorum. Sağıma, soluma bakıp ağlarken “İnsanları ölüme terk ettiler” hayat bu şekilde devam etmemeli diye haykırmak istiyorum. Sonra sadece yeniden ağlamaya devam ediyorum. Ve kendimi sakinleştiriyorum. Çünkü o anda boşaltacağım öfkeme çok ihtiyacım var.
Öfkeme ihtiyacım var çünkü bu ülkede diyanet çıkıp evlat edinenle evlatlık arasında evlenme engeli yoktur diye fetva verdi.
Öfkeme ihtiyacım var çünkü bu ülkede depremzede çocukların tarikat yurtlarına, cemaatlere verildiği söyleniyor.
Öfkeme ihtiyacım var çünkü bu ülkede “küçüğün rızası var” dendi.
Öfkeme ihtiyacım var çünkü bu ülkede Ensar Vakfı adlı kurumda 45 erkek öğrenciye tecavüz edildi.
Öfkeme ihtiyacım var çünkü bu ülkede İsmailağa Cemaati’ne bağlı Hiranur Vakfı’nın kurucusu 6 yaşındaki kızını dini nikahla evlendirip cinsel istismara maruz bıraktı.
Öfkeme ihtiyacım var çünkü bu ülkede 301 madenci Soma’da katledildi.
Öfkeme ihtiyacım var çünkü bu ülkede atanamayan onlarca öğretmen hayatına son vermek durumunda kaldı.
Öfkeme ihtiyacım var çünkü bu ülkede bir bakan ilaçlarının teminini isteyen genç kadına sadaka vermeye kalktı.
Öfkeme ihtiyacım var çünkü bu ülkede Dilek Doğan evinde katledildi.
Öfkeme ihtiyacım var çünkü bu ülkede insanlar annelerinin cansız bedenini sokaktan günlerce alamadı.
Öfkeme ihtiyacım var çünkü bu ülkede 12 yaşındaki Uğur Kaymaz 13 kurşunla katledildi.
Öfkeme ihtiyacım var çünkü bu ülkede sırf rant elde etmek için binlerce canlı ile beraber yaşam alanları yakılarak yok edildi, talan edildi.
Öfkeme ihtiyacım var çünkü bu ülkede çocuklar açlıktan öldü.
Öfkeme ihtiyacım var çünkü bu ülkede kadın katilleri ödüllendirildi.
Öfkeme ihtiyacım var çünkü bu ülkede LGBTİ+ bireylere karşı düşmanlık körüklenerek insanlar öldürüldü.
Öfkeme ihtiyacım var çünkü bu ülkede cumhuriyetin ilerici değerleri, laiklik, liyakat, bilim, sanat, eşitlik, adalet, hukuk, hak, anayasa katledildi.
Öfkenizi kuşanın bu ülkeyi yeniden kuracağız!
17 Şubat 2022
0 notes
Text
Bütün kaygımı tek kelimenle alabilirsin yahut, bakma artık yüzüme.
her ne ise seni böyle imkansız, imkansızlığınca güzel yapan o şey.
Bana o şeyin, o sesin
Bana o müstakil tekliğin
Bana o es duruşunun imtiyazını ver.
Benim çelikten değil ellerim tutmazsan üşürüm
Düşünür halim hep nerede nasıllardan ibaret..
gözlerinizden öperler.
"Bir kerecik daha" kaç hal saklarım kimbilir?
Bir kerecik daha açsa saçlarını kar yağarken.
bir kerecik daha taksa kiraz küpelerini.
Ben bir kerecik daha çarpsam baktığı yere.
benden bilsinler.
Uykusuzluğumu da, uygunsuzluğumu da.
Denk değilse yüzüm güzelliğine,
Sen benim yüzümü sevmemişsen hiç
Güzel değilsem yeterince kalman için öp mesafesinde
Benden bilsinler
En çirkini benim bilinen her yerin
En güzeli sen bilmediğim her yerin.
İç kanaması ne tuhaf his sen akıldan geçerken..
Olsun..
Sen yine de aç bir kerecik saçlarını kar yağarken..
7 notes
·
View notes
Text
YENİ BİR TEHLİKELİ AKIM BAŞLADI ÇOCUKLARIMIZI TAKİP EDELİM.
Selcan T. HAMŞİOĞLU
K-Pop tarikatı!
11 Ağustos 2021 Çarşamba
Konunun yabancısı olanlar için, dünün en garip haberlerinden biriydi;
"İstanbul'da yaşayan ve 'K-Pop fanı' olan üç kız çocuğu 'Kore'ye gitmek için' evden kaçtı."
Biri henüz 11, biri 13, biri de 15 yaşında olan çocuklar, başlarına bir fenalık gelmeden, sağ salim bulundukları için belki es geçilecektir; son üç-dört yıldır hızla yayılan ve özellikle ergenlik çağındaki çocuklar için ciddi tehdide dönüşmüş olan böyle bir akım var.
K-Pop dinleyen ve K-Drama izleyen ergenlerin oluşturduğu "army(!)"ler, en iddialı trol çetelerine taş çıkartacak hızla, sosyal medyada, çoktan "Ne alakası var" kampanyasına başladılar;
"K-Pop da bir müzik türü sadece…"
*
Değil ama…
Bir sözde "kültür"; çocukların o güne değin donanmış olduğu bütün değerleri, öğrenilmiş/edinilmiş bütün nitelik ve alışkanlıklarını sıfırlayıp onları "sadık" birer robota dönüştüren bir "kültür(!)" üstelik de!
"İdol"lerin her biri cicili-bicili giydirilmiş, şirin mi şirin, güzel mi güzel kız ve erkekler; neredeyse birer oyuncak bebek gibiler.
Asi, serseri, kirli, dağınık, pespaye olmayan bu fazla "temiz görünüm"ün etkisiyle olmalı, çoğu aile tepkisiz karşılıyor ilk anda çocuklarının bu yeni "bağımlılığını".
Halbuki, K-Pop'un temel hasarı çocuğu önce ailesine karşı bağsızlaştırması.
Uyuşturucu yok, ırkçılık yok; sorsan K-Pop şarkıları sadece "kendilerini sevmeyi" öğütlüyor/öğretiyorlar; kendilerini en sevmedikleri çağda olan ergenlere.
Nobel verilirse yeridir; öyle dev yani insanlığa hizmetleri!
Çocuklar, belki de en değersiz hissettikleri dönemde "ne kadar değerli" olduklarını anlıyor dinledikleri müzik sayesinde!
"Love myself/Kendimi seviyorum" neredeyse marş olmuş dillerinde.
Ve fakat bu öyle bir kendini sevmek ki; kendilerinden başka hiçbir şeyi önemsemez hale geliyorlar zaman içinde.
Onlar o kadar değerliler ki; hiç kimse, hiçbir konuda, onlara tek söz edemez… Anne-babaları dahil hiç kimse "tercihlerine" müdahale edemez, yol gösteremez, uyarıda bulunamaz… Onlar zaten "mükemmel"ler; her şeyi, herkesten daha iyi bilirler! Çocukların sadece müzik dinleyerek böyle bir dönüşüme uğrayabilecekleri gerçekçi gelmiyor olabilir. Emin olun sadece müzik dinlemiyorlar!
Karşısından ayrılmadıkları o bilgisayar ekranında, "öteki mükemmel"leri arıyorlar. Wi-Fi bağlantısında verilmiş isim bile ipucu onlar için; mahallelerinde, gittikleri kafede, okulda, başka bir fan olup olmadığını kolayca fark edebiliyorlar bu yolla. Bazı grupların "okul temsilcileri" bile var!
Kendilerini "army" diye adlandırıyor BTS grubu hayranları mesela; ordulaşıyorlar(!)
Yegane insani semptomu narsizm olan bir robot ordusuna dönüşüyorlar.
Hayranı oldukları idollerce, yardım kampanyası benzeri etkinliklerle toplu tavır almaya, toplu hareket etmeye yönlendiriliyorlar; ortalama bir sivil toplum kuruluşundan çok daha organize ve yoğun çalışıyorlar. Kendileri ait haberleşme altyapıları, dilleriyle birlikte bir de olmazsa olmaz şartları var:
Sadakat!K-Pop idolleri dünyanın dört bir yanındaki hayranlarından "sadakat" istiyorlar; milyonlarca çocuk "sadakatle bağlı oldukları" idolün emrini bekliyor bilgisayar/telefon başında! Bu mu "sadece müzik"?
Bunun herhangi bir tarikat yapılanmasından ne farkı var; kendi ailelerinden, kendi değerlerinden, kendi ortamlarından tamamen koparılmış, K-Pop idollerinin "askeri"ne dönüşmüş milyonlarca çocuktan söz ediyoruz…
En büyük hayalleri Güney Kore'ye gitmek; bunun planlarını yapıyorlar aralarında! "Bir uçak bileti" uğruna yapmayacakları yok!
Ve tabii şu cinsiyetsizlik meselesi; "anne" ve "baba"nın kimliklerini "ebeveyn1" ve "ebeveyn2"ye dönüştürmeyi tartıştıracak boyuta varmış durumda, kız veya erkek değil de "nötr" olmak dünyada!
Okul gibi, meslek gibi, "ergenlikten sonra kendi iradeleriyle seçmeleri gereken" tercihe tabii bir unsur olarak görüyor K-Pop'çular cinsiyeti!
Sadece bu zihin işgaline maruz kalan çocuklar değil işgalci çocuklar da kurban aslında.
Tam bir esaret var o pırıltılı görünümün arkasında.
K-Pop üyeleri, Güney Kore gettolarından daha 7-8 yaşlarındayken seçiliyorlar. Sözde "kendini sevmeyi" öğreten idoller, herkesin beğenebileceği kadar "kusursuz" görünebilmek için düpedüz işkenceye uğruyorlar. Daha çocuk yaşta estetik ameliyatlar geçiriyorlar. Her hafta tartılıyor; zayıf görünmek için neredeyse aç geziyorlar.
Öyle bir elleri yağda bir elleri balda lüks içinde sanılıyor ama yurt benzeri yerlerde ve toplu halde yaşıyor, katı bir disiplinle eğitiliyorlar.
Hitap ettikleri çocukları kural tanımamaya itiyorlar ama kendilerinin bir tek karar bile yok alabildikleri kendi haklarında. Saç renkleri, giysileri, makyajları; dahil oldukları projenin yöneticileri belirliyor hepsini.
Evlenmeleri yasak.
Cep telefonu üzerinden milyonlarca çocuğun hayatını etkiliyorlar ama kendilerinin cep telefonu taşımaları yasak özel hayatlarında!
Türk çocuklarının yeryüzü cenneti Güney Kore, dünyada teknoloji bağımlılığında zirvede, intihar vakalarında ise ikinci ülke; 40 dakikada bir kişi intihar ediyor. İntihar edenlerin çoğu 20'li yaşlarında ve intiharlar K-Pop idolleri arasında da yayılmaya başladı son yıllarda.
Sözün özü;
Ey anneler! Ey babalar!
Çocuğunuzu, bir gün "başkalarının değerli hissettirmesine muhtaç kalmayacakları" kadar çok sevin, sahiplenin; ilgi ve emeğinizi esirgemeyin…
Doğa boşluk kaldırmı
13 notes
·
View notes