#8 yıldır beraberiz
Explore tagged Tumblr posts
guzortasi · 1 month ago
Text
o kalabalık kız grubu gece konuşması allahım o kadar güzel ki
5 notes · View notes
onlyalperend · 6 years ago
Photo
Tumblr media
‘Çarpışma’ dizisinin ilk bölümündeki çarpışmadan çok sevilen bir ekran çifti doğdu. Birbirinden çok farklı iki coğrafyada yetişmiş olan Melisa Aslı Pamuk (28) ve Alperen Duymaz (27), tesadüflerle de olsa hayatta ne yapmak istediklerini kendileri belirlemiş iki yıldız. Her ne kadar ışıltılı bir dünyanın içine girmiş olsalar da, ikisi de sahiciliğe, doğallığa ve pozitif enerjiye çok önem veriyor. Kemerburgaz Kütük Evler’de buluştuk ve hayattaki seçimlerinin onları getirdiği bugünkü noktadan hem geriye hem de ileriye doğru baktık.
 Show TV’nin Ay Yapım imzalı dizisi ‘Çarpışma’da dört karakterin hayatlarının ve kaderlerinin bir trafik kazasıyla birlikte kesişmesinin ardından yaşanan olayları izliyoruz. Diziyle birlikte kariyerlerinde yeni bir dönemece giren iki genç ve yetenekli oyuncu Melisa Aslı Pamuk ve Alperen Duymaz ile Kemerburgaz Kütük Evler’de buluştuk ve merak ettiklerimizi sorduk.
HELLO!: Sen galiba Ankara’da büyüdün, seninki nasıl bir çocukluktu?
Alperen Duymaz: Babam öğretmen olduğu için çok şehir gezdik, beş yılda dört tane okul değiştirdim. Ama hep Ankara’ya döndük, zaten tüm akrabalarımız da hep oradaydı. Ben liseyi bitirdikten sonra Ankara’da kaldım, tüm arkadaş çevrem de oradaydı. Dört-beş sene önce İstanbul’a gelene kadar. Evin en küçüğü ve tek erkek çocuğu olarak biraz dağınık ve şımarık bir hayatım vardı. En küçüğü benden beş yaş büyük olan üç ablamla, yani üç çiçekle birlikte büyüdüm. Şimdi onlar benim küçük kardeşlerim gibiler; fakat o zamanlar hepsinin ilgisi benim üzerimdeydi. Pek eve girmezdim, üzerime düşmelerinden sıkılıp kaçardım. Aslında kendimi bildim bileli bir arayıştaydım ben; o zamanlar fark etmesem de hep ya müzik ya resim ya başka bir şeyin peşinden koşmuşum; kendimi aramışım.
HELLO!: Buldun mu peki? Mutlu musun?
 A. Duymaz: Mutluyum. Ama arayış ölene kadar sürecek, aksi takdirde gelişemeyiz. Neyi arıyorsun diye sorarsan, gerçek olanı derim... Gerçek sevgi, gerçek muhabbet, gerçek eğlence... Her şeyde gerçek olanı arıyorum ben. Gerçek olmayanları da hayatımdan çıkarıyorum.
HELLO!: Oyunculuk başından beri var mıydı aklında?
A. Duymaz: Hiç yoktu. Çocukken pilot olmak istiyordum, yani diğer çocuklardan pek bir farkım, öne çıkan özelliğim yoktu. Meslek lisesinden mezun olduktan sonraki üç senem ne yapacağımı, ne edeceğimi düşünerek geçti; çünkü yine bir arayıştaydım. Hemen hemen aklıma gelen her işi yaptım ve yapamadım... Neyi seveceğimi bulamadım ama neyin uygun olmadığını açıkça gördüm. Restoranda, barda, hastanelerde çalıştım ama doğruyu bulamamıştım. Ajansa kayıtlıydım; Potanın Perileri kadın milli basketbol takımımız için işler yapıyorduk. Bir gün en küçük ablamın bir arkadaşı evde sohbet ederken beni sanat merkezine davet etti. “Dans ediyoruz, tiyatro derslerimiz var, kurslarımız var, sen de gel, bir bak” dedi. Ertesi gün gittim, bir daha da çıkmadım oradan. Sınıfta 15 kişi vardı. Onların önünde beni ilk sahneye çıkarıp komutlar vermeye başladığında ne yapacağımı bilmez haldeydim. Aklımın ucundan bile geçmemişti oyunculuk...
HELLO!: Ne yaptın sahnede?
A. Duymaz: Sahnenin her köşesinde farklı duyguları çıkarmamı istedi; dediği şeyleri yaptım, kendimce aralarında bir olay örgüsü yarattım ve onları düşünerek farkında olmadan o duyguları oynadım. Öfke köşesinde ergenliğe girişimle ilgili duygularımı; ağlama köşesinde ergenlikten çıktığımda aşık olmamı ve ayrılmamızı düşündüm. Korku köşesinde kapıyı açtığımı ve kötü bir posta geldiğini tasarladım. Sabah 8 akşam 5 çalışacağım bir işim olamayacağını anlamıştım. Yaşıtlarımdan farklı şeyler sorguladığımın farkındaydım. Ben bitirdiğimde dersin sonuna çok vardı ama ara verdi ve beni odasına çağırarak konservatuar sınavlarına hazırlayacağını söyledi. “Seni sınavlara hazırlayacağım çocuk, bana karşı gelme, önce bir konservatuarı kazan, sonra ne istiyorsan onu yap” dedi. Bir sonraki sene Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümü öğrencisiydim.
HELLO!: Bir ara ‘Bodrum Masalı’ dizisinin çekimleri için Bodrum’da yaşadın; zor muydu?
A. Duymaz: Evet, ‘Bodrum Masalı’ zamanında Ateş karakterini canlandırırken Bodrum’da otelde yaşadım; tüm ekip birlikte kalıyorduk. Hiç zorluk çekmedik. Bodrum halkı bizi bağrına basmıştı o zaman. Aile bağlarını anlattığımız çok güzel bir diziydi, seyircisi de çoktu. Üç köpeğimden en büyüğü olan Efe’yi, Bodrum’da sete giderken sokaktan aldım; otelde o da benimle kalıyordu. Ben aynı yerde stabil kalmaktan sıkılırım; yenilik lazım, o yüzden farklı yerlerde yaşayabilirim. Şehir değişikliklerinin bazısı benim isteğim dışında gelişti ama yine de zevk almasını bildim. Aslında iş sende bitiyor; sen hayatı nasıl görüyorsun, hangi açıdan bakıyorsun, penceren nasıl, kulpu var mı? Nerede olduğun değil, nasıl baktığın mühim.
HELLO!: Ankara’dan İstanbul’a, oradan Bodrum’a... En çok nerede yaşamak isterdin?
A. Duymaz: Urla ya da Bodrum... Bir de Salda Gölü tarafları, mesela Fethiye olabilir. Yurtdışında ise en çok Norveç’i merak ediyorum, belgesellerde hep izliyorum. O kuzey ışıkları bambaşka... Mesela orada doğanın içinde küçücük ahşap bir evim olsun, içinde şöminesi olsun, yaşarım orada senelerce...
HELLO!: İstanbul’a gelmek hayatını ve seni nasıl değiştirdi? Kolay bir karar mıydı?
A. Duymaz: Asla kolay bir karar değildi. Hatta cahil cesaretiydi de diyebilirim. 22 yaşındaydım, bir anda tek başına atlayıp geldim. İstanbul’da hayat çok hızlıydı, kafalar farklıydı, çok zor adapte oldum. Ankara’da her şey kurallarına uygundur, aynen uygulanır, biraz farklı düşünsen kendini istisna sanırsın. İstanbul’un dinamikleri çok farklı... Yeni bir şehirde yalnız başıma kalınca kendimi buldum. Bulmak için ara sıra gitmek ve tek kalmak lazım.
HELLO!: Kendini yetenekli buluyor musun?
A.    Duymaz: Yetenekli demeyelim de uygun diyelim. Bu işi yaptığımda görüyorum ki, ben bu mesleğe uygunmuşum. Türkiye’de genelde önüne bir şey veriyorlar, sen de yapıyorsun ya da yapmıyorsun. Senin ne istediğine, ne yapmaya hevesli olduğuna önem veren yok. Mesela ben müzik okumak istedim, güzel sanatlar sınavlarını da kazandım. Ama benim önüme başka şeyler koydular; 18 yaşında değildim ve benim yerime karar veren başka bireyler vardı. İçimde ukde kaldı. Şu anda evde deli gibi müzik yapıyorum. Ama tabii eğitimini almadığım için hep yarım yarım, sadece hevesimi gidermek için... ‘Çukur’ dizisindeki Emrah Amir karakterim için piyano çalmayı öğrenmiştim; ‘-mış gibi yapmak’ istemedim, hakkını vererek çalmak istedim. Ondan sonra iyice keyif almaya başladım.
HELLO!: Diziyi kabul etmenizde ne etkili oldu?
A.  Duymaz: Okuduğumda gerçek bir karakter olduğunu gördüm. Beni en çok etkileyen buydu...
HELLO!: Ali’den (Acı Aşk) Ateş’e (Bodrum Masalı) geçmek için uğraştığını anlatmışsın. Yeni bir karaktere nasıl çalışırsın? Kerem’i (Çarpışma) nasıl tasarladın? Temeline ne koydun?
  A. Duymaz: Ateş’in mimarı Mehmet Ada Öztekin’dir, ona bir kere daha teşekkür etmek isterim. Temel oyunculuk eğitimi haricinde, o karakteri çıkarmak için ses tonumdan artikülasyona, diksiyona kadar çok uğraştı. Bana tanıdık bir karakter değildi; onunla birlikte yapılandırabildim. Ali yaşında ergen bir tipleme gerekiyordu. Kerem ise hayatta hep karşılıksız kalmış, şanssız bir adamdı. Onun temeline merhameti koydum. Cezaevlerine girdim, mahkumları izledim; çünkü Kerem’in beş senesi tutuklu geçiyor. Annesiyle arasındaki çok kuvvetli bir bağ var; zaten babasından değil anne hamurundan almış; onu yansıtabilmek için annemle normalden fazla zaman geçirdim. Kerem’i çok anlık, doğal tepkilerle yoğurmaya çalıştık. Mesela yolda yürürken biriyle çarpışsa nasıl tepki verir diye düşündük; dönüp vurur mu, küfür mü eder, özür mü diler, yürür gider mi? Reaksiyonlarını ne alfa, ne pasif yaptık. Çünkü karşılıksız kalmış insanlar tepki vermezler, veremiyorlar. Önce karşıdan bir tepki alması lazım. Aslında sokakta büyümüş cins köpek gibi Kerem... Sokağa atılmış bir ev köpeği... Önce görüyor, yaşıyor, ondan sonra anlıyor. Önce parçalanıyor, sonra parçalıyor.
HELLO!: Kerem’in mevcut gidişatı değiştirmek için en önemli ihtiyacı ne? Aile kurmayı başarabilecek mi?
A. Duymaz: Öncelikle mevcut sorunlarına odaklanması lazım. Bunları çözerse, aile kurmayı tabii ki başarabilecek.
 HELLO!: Kerem ile Alperen’in benzer yanları var mı?
A. Duymaz: Çok var, mesela aile bağlarımız hemen hemen aynı. Çok özlüyorum ailemi; ben gidemiyorum ama onlar sık sık geliyorlar buraya. İstanbul’a geldiğimden beri hiç durmadım, hep çalıştım. Bu yaz üç ay boşluğum vardı, onun yarısında da karakter çalıştım. Onlar gelip benimle ilgilenince benim başka türlü hoşuma gidiyor! Beni çok güldüren kişi annemdir; doğal bir komikliği var. Bana fazlasıyla düşkündür; annemi soy, Taksim’in ortasına çırılçıplak bırak, oğlum üşümesin der. Babam eskiden daha mesafeliydi, erkek çocuğum kendi halinde büyüsün, ayaklarının üstünde dursun falan derdi; şimdi o da annem gibi oldu. Kerem’den çok farklı olarak, benim babam hayatımda çok önemli bir yerdedir. Sırtımdaki pusula dövmesinin ortasında babamın imzası var.
HELLO!: İlk bölümde Kadir Adalı, “Çarpışan aslında kaderlerimizdi” diyordu. Kadere inanır mısınız, karakterlerinizin kaderinde neler var?
A.  Duymaz: Ben de kadere inanırım. Kerem’in kaderi senaristimiz Ali Aydın’ın kaleminde!
  HELLO!: Son bölümde haksız yere tutuklandığın halde Cemre’ye, “Masumiyetime sen inanıyorsan o bana yeter” dedin; gerçekten yetecek mi? Senin haksızlığa tepkin nasıl olurdu?
A. Duymaz: Zaten başka ne diyebilirdi ki? Durumu anlatması ve reel açıklamalar yapması bir yere kadar... İç rahatlığı başka... Onun dışındaki açıklamalar boş çünkü.
 HELLO!: ‘Çarpışma’ dizisinin set ortamının başarıda payı var mı? Sahneniz olmasa da birlikte vakit geçiriyor musunuz?
 A. Duymaz: Özellikle son 2.5 yıldır çok güzel insanlara denk geliyorum. Şu anda da şahane bir setimiz var; Melisa ile sahnemiz olduğunda sette sürekli beraberiz. Set dışında bazen toplaşıp bölümü birlikte izliyoruz; onun dışında görüşmeye pek vakit olmuyor. Set ekibinin hepsiyle bir iletişimim var aslında; beni çeken, oyunumu yöneten insanla bir iletişimim olmazsa nasıl olacak o iş? Ya da mesela gece 2’ye kadar sahnem var diyelim, set ekibini gerçekten tanımak, göz teması kurmak, hatta dertleşmek çok doğal. O anı değerli kılmak önemli. Ekibe yeni birisi katıldığında onunla tanışmak, şans dilemek önemli... Onlara Alperen değil de ‘X’ bir kişi olarak yaklaşmaya çalışıyorum ki insanlar daha rahat açılsınlar, sıkıntılarını paylaşabilsinler... Ne veriyorsanız size de o geliyor ve bu yakınlıklar, samimiyetler ekranın öteki tarafından da bir şekilde hissediliyor.
 HELLO!: Sizin için mesleğinizin en büyülü yönü ne? Hiç karakterlerinizin sizi değiştirdiği oldu mu?
A. Duymaz: İçimde kalan ama farkında olmadığım şeyleri bağırabiliyor olmak diyebilirim. Bir sürü şey yaşıyoruz, bazılarını yaşarken o anda çok da farkında olmuyoruz. Ama bir oyuncu olarak bir duyguya girmek için bazı anları 10 yıl sonra bile bulup çıkarıyoruz içimizden. Benim oynayabilmem için o sahneye hayatımın bir yerinden temas etmem, gerçek hissetmem lazım. Bir bardağa da aşkımı ilan edebilirim; ama inanmam lazım. Şekilden şekle girebilmek için cam gibi sert değil, plastik gibi esnek olmamız gerekiyor. Her şey olabilme ihtimali... Oyunculuğun en cezbedici yanı bu.
HELLO!: Dizi çekerken çok yoğun bir tempodasınız. Rahatlamak için ne yaparsınız?
A. Duymaz: Ben en çok doğayla şarj oluyorum. O yüzden bu çekimi böyle bir yerde yapmamız çok hoşuma gitti. Ağaç görmek, yeşil görmek çok rahatlatıyor beni. Ev ve aile ortamını da çok severim. Evde sürekli aktif haldeyim; bir bakıyorlar baterinin başına oturmuşum; oradan kalkıyorum piyanonun başına geçiyorum, piyanodan kalkıp PlayStation oynamaya başlıyorum. Kitap okuyorum, köpeklerimle oynuyorum. Üç tane köpeğim var, üçü de en çok kendisiyle oynayayım, en çok onu seveyim istiyor. Sürekli yanımda, gölgem gibiler; ben nereye onlar oraya. Seti de ne kadar evime benzetirsem kameranın önünde o kadar rahat ediyorum. Bir de ateş yakmak müthiş bir terapi oluyor bana, çok dinlendiriyor... Gece saat kaç olursa olsun eve gittiğimde hemen şömineyi yakıyorum, onun çıtırtısıyla uyumak eşsiz bir duygu... Özellikle yalnız yaşamaya başladığımdan beri su sesi, ateş sesi, yani doğadan bir ses istiyorum. Mum ya da tütsü de yakıyorum ve koklaya koklaya uyuyorum.
HELLO!: Eve dert götürmüyorsun galiba?
 A. Duymaz: Hayır, onları ‘an’da bırakıyorum. Baskılamayınca, saklamayınca, ertelemeyince, sorunu ‘an’da çözünce, geriye eve getirecek dert kalmıyor ki... Başını yastığa koyduğunda düşünmen gereken şeyler olmuyor, kolayca uykuya dalıyorsun ve günün fiziksel yorgunluğunu atıyorsun sadece. Sıkıntıları ‘an’da çözebilen, sevgisini de kızgınlığını da ‘an’da gösterebilen bir insan değilsen, rahata eremezsin. Ağacı kesmek yerine evi az öteye taşımak lazım; tıpkı Atatürk’ün yaptığı gibi.
HELLO!: Çok iyi isimlerle çalışma imkanın oldu, şanslı hissediyor musun kendini?
A. Duymaz: Çok! Erkan Can ve Hüseyin Avni Danyal gibi çok usta isimlerle oynayıp karşılarında tir tir titremiştim, benim jenerasyonuma yakın güçlü isimlerle oynadığımda ne olacağını merak ediyordum. Aras Bulut İynemli ile bizi birbirimize benzetiyorlardı, bunu bana söylediklerinde inşallah bir gün beraber oynarız demiştim. İlk karşılaştığımızda o konuşurken ben konuşuyormuşum gibi geldi. ‘Çukur’ dizisindeki 17 bölümüm boyunca, Aras beni hem seyirci hem oyuncu olarak çok iyi hissettirmiştir. ‘Çarpışma’ ise benim şimdiye kadar en rahat hissettiğim set oldu. Kıvanç Ağabey’le (Tatlıtuğ) ilk buluştuğumuzda ona “İnsanı ne güzel hissettiriyorsun” demiştim. Onunla karşılıklı oynamanın nasıl olacağını hep merak etmiştim, şu anda bu şansı yakaladığım için çok mutluyum. Bana hep destek oluyor, alan tanıyor, yeni şeyler keşfetmeme ışık tutuyor. Gerçek ağabeyim gibi... “Buyur kardeşim, sen de oyna” diyen biri o, başkasına müsaade eden bir aktör; benim en vefa duyduğum şey. O da akrep burcu, çok benzer noktalarımız var. Hayatımın sonuna kadar hiç unutmayacağım bir insan.
HELLO!: Dizide Kerem’in idolü Kadir Adalı. Senin örnek aldığın biri var mı?
 A. Duymaz: Örnek aldığım biri yok ama örnek aldığım davranışlar ve dürtüler var. Kafamda tartmam için işe yarayacak fikirleri ya da bana ilham verecek hayat senaryolarını farklı farklı kişilerden, ihtiyacım olduğu zaman ihtiyacım olduğu kadar topluyorum. Daha öznel ve kendime özgü kalmak istiyorum; ama elbette hayatın akışı için de farkında olmadan bazılarından bir şeyler alıyor, bazılarına da bir şeyler veriyorum. Bu karşılıklı alma verme halini seviyorum ben. En önemli şey iletişim; iletişim evrensel bir dildir; ırkı, cinsiyeti ya da bedensel özellikleri yoktur. Ama örnek alma konusunda düşüncem net: Hiçbir şey olma, kendin ol!
HELLO!: Hayran kitlen arttıkça sosyal hayatta zorlanıyor musun?
A. Duymaz: Tanındıkça daha izole yaşamaya meyilli oluyoruz galiba. İlk başlarda korku ve sorumluluk hissettim; çünkü insanlar seni idealize ediyorlar. Daha dikkatli davranman, inanmadığın şeyleri yapmıyor olman lazım, zira ne olursa olsun senin arkandan gelecek bir kitle olduğunu görüyorsun. ‘Çukur’ dizisine girdiğimde bunu çok güçlü hissettim, dizi fenomendi, karakterim absürt bir karakterdi; artık herkes beni tanımaya başlamıştı; o yüzden de daha fazla dikkat etmek zorunda kaldım.
HELLO!: Senin hayatında, yakınında çok insan var mı?
A. Duymaz: Yok, artık yok. Arkadaşlarımın sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Bir arayışa girdikten sonra farkındalığın artıyor, uyanmaya başlıyorsun. Bana zarar verenleri geçtim, olumlu bir şeyler katmayan insanlardan bile uzak duruyorum. Bana ne katıyor, benden ne alıyor... Bunlar önemli. Arkadaşlıklarda gerekiyorsa parantez açabilirim; mantığımı devreye sokabilirim. Sadece aşkta olmaz... Duygusal anlamda bir şeyler hissettiğinde, uzak durmak pek mümkün değil. Mantık devre dışı kalıyor. Aşkta karşı taraftan tek beklentim gerçeklik ve samimiyet. Gerçek olan bir şey zarar vermez çünkü.
 HELLO!: Akrep burcusun, her şeyi çok derin mi düşünürsün?
A. Duymaz: Hem burcum hem yükselenim Akrep. Galiba yaş ilerledikçe burcumun özellikleri daha çok çıktı ortaya. Okuduğumda tüm klişelerini kendimde görüyorum. Mesela artık kabullendim, kıskancım. Derinliklerim, kaygılarım, soru işaretlerim hep var. Fevriyim, çabuk sinirleniyorum ve sinirlendiğimde aslında kendime zarar veriyorum. Hemen kapatırım kendimi bir odaya. Ya da sakinleşmek için alır başımı giderim. Bazen beş dakikada, bazen beş yılda sakinleşiyorum, duruma bağlı...
HELLO!: Mükemmeliyetçi misindir?
A. Duymaz: Kim değil ki? Bence herkes mükemmeliyetçi. Hem mükemmeliyetçiyim hem de bir sürü şeye, bilgiye, duyguya, yeniliklere açım.
HELLO!: Aşkı nasıl tanımlarsınız?
A.    Duymaz: Aşk, çok ihtiyaç duyduğun anda, senin kontrolün altında olmayan bir şeyin sana temas etmesi herhalde. Her şeyinle birine ihtiyaç duyma, teslim olma hali... Denk gelişlerle alakalı bir zamanlama meselesi... Aşkın gelip geçici olduğunu düşünmüyorum. Belki ertelersin, belki bastırırsın ama gerçek aşk kalıcıdır... Karışır; ama kalır... Ki zaten ben de kalması taraftarıyım; kalmazsa niye yaşıyoruz ki? Niye zaman diye bir şey var, niye geçmiş var, niye gelecek var, niye şu an var? Geçecek bir şeyse sevmenin de anlamı olmuyor o zaman.
 HELLO!: Şu an aşık mısın?
 A. Duymaz: Evet.
HELLO!: Ne tip kadınlar çeker seni?
A. Duymaz: Öyle herhangi bir formül ya da tanımlama yok kafamda. İşin içine aşk girince kural koymalar bana saçma geliyor. Bana nasıl baktığı ve ilgisi önemli... Ne yaptığının, kim olduğunun, ne dil konuştuğunun önemi yok, gerçek olsun yeter. Hayat mottom önce sev, sonra saygı duy! Önce sevince ne kendine ne de başkasına zarar veriyorsun; bunu bizzat tattım, gördüm, denedim, yaşadım.
 HELLO!: Bir kadınla flört ederken en güçlü silahın ne?
A. Duymaz: Aşkta silah olur mu?
HELLO!: Evlilik uzak mı geliyor, yakın mı?
 A. Duymaz: Düşüncesi geçiyor aklımdan. Yakın bir şey değil; ama çok   uzakta da değil. Galiba bu soruya verecek çok net bir cevabım yok.
 HELLO!: Ne hayaller kuruyorsun? Gelecekte neler yapacaksın?
 A. Duymaz: Arayışım hiç bitmeyecektir diye düşünüyorum. Alaska’ya gitmek istiyorum. Ve huzur hayal ediyorum. En önemlisi huzur. Bir de heyecan. Huzur ve heyecanı iki el gibi düşünelim... Sağ elim koparsa heyecan gitmiş olacak, sol elim koparsa huzur gitmiş olacak; ikisi olursa mutlu olacağım.
hello reportage via : https://www.showtv.com.tr/dizi/haber/2428864-kariyerimiz-ve-kaderimiz-iyi-ki-carpisti-/19
2 notes · View notes
tirmanac1 · 8 years ago
Text
Gölpazarı’nda 1 Mayıs
İstanbul’da bir Mayıs sabahından herkesi selamlıyorum. “Bir Mayıs” demişken, blog okuru tüm işçi ve emekçi arkadaşların bayramını da kutlarım. Son yazıdan bu yana neler oldu biraz özet geçeyim, sonra da 1 Mayıs kaçamağımız Gölpazarı tırmanışından bahsedeyim.
Tumblr media
Foto: Asya  Ece Uzmay
Bizim hipertrofiyle tekrar periyodizasyona girişimiz patladı öncelikle. O yazıyı yazdıktan sonra 2 hafta daha, toplamda 3 hafta dirayetle devam ettik aslında ama sonra olmuyo gibi ya, meh, deyip bıraktık. Bence sebepleri de bizim (özellikle benim) kendimizi halen bıraktığımız yerde sanıp campus ve fingerboard’a da aynen girişmemiz (hipertrofide campusboard??? diye düşündüğünüzü duyar gibiyim) ve (özellikle Mehmet’in) salonda çalışma olayını hala yeterince sevmemesi olarak özetlesem yanlış demiş olmam. Benim özellikle campuste parmaklarım da acıyınca, tamam ya komple tırmanışla yapalım bu işi dedik. Orda da antreman salonu olayı bizi biraz sıkıntıya soktu, sonra zaten biriken sıkıntıan kurtulmanın yolunu komple bu periyodu artık sonlandırmakta bulduk...
Tumblr media
Evet, biraz üzüldük böyle çünkü sonuçta disiplinle gitmesi gereken bir işe başlayıp sonra da yenilgiyi kabul edip salıyorsunuz. Ama şimdi bakınca iyi ki de salmışız diyorum çünkü iş belki daha da ters tarafa (kötü sakatlanmaya falan, ne bileyim) gidebilirmiş. Peki sonra ne yaptık, durduk mu? 
Tabii ki hayır. Biraz oturup düşündük nasıl devam etsek diye. Aslında direk güç çalışmaya devam edebilirdik, edecektik de ama o haftasonu bana bi geldiler. Bir şeyler yanlış gidiyor gibiydi... Sonra keşfettim ki biz uzun duvar tırmanacağız, hatta belki (kuvvetle muhtemel) kışın da yine duvarlara, kulvarlara gireceğiz amaçlarıyla başlayıp iyiden iyiye işin yönünü spor tırmanışa kaydırmışız! Biraz vaktimi alan bir araştırmaya giriştim ve sonra şu anda da 3. haftasını deviren programa giriştim. Program yine kuvvet temalı başladığı için yapabildiğimiz kadarıyla hipertrofiyi de boşuna yapmamış, periyodizasyonun da canına okumamış olduk. O da güzel oldu. İş nereye evrildi derseniz de şöyle: haftanın 2 günü (şimdi ilk kısım bitti, 3′e çıkıyor) salonda kuvvet  antremanı, ~2 gün tırmanış, 2 gün yüksek nabızlı interval/tempo antremanları ve bir gün de uzun mesafe antremanı var şu an. Son hafta bir gün de mobility-streching ekledim, lazım. Bu kadar söyleyince haftanın 50 saati antremanla geçiyormuş gibi ama değil aslında. Bir kere okulda dönem de bitmek üzere olunca idmanları sabaha taşıyorum, bu vakitten büyük tasarruf. Ayrıca, bahsettiğim antreman takımlarının hepsi max. 2 saatimi alıyor. Bu sebeple haftada toplamda 8-9 saati aşmıyorum. Salonu pek sevmeyen partnerim de bu ara idmandan çalıp işine veriyor olduğundan 3 haftadır sadece tırmanışlarda beraberiz, öyle olunca zaman ayarlaması da tek başıma daha kolay oluyor. E tek başına baya sıkılıyorsun bazen ama pek de yapacak bir şey yok...
Antremanlara okuru antrene etme kısmı tahminimden uzun sürdü, pardon. Gölpazarı’na dalıyorum hızlıca. 
Tumblr media
Foto: Mehmet Boztepe (mb)
Biz böyle fotoğraftaki gibi bir yer var sadece biz de  çadır atıyoruz diye gittik ama Doğan Palut meğer bir kamp alanı inşa etmiş oraya bungalovuyla, çadır alanıyla, taşıma suyuyla. Bir Geyikbayırı-Josito tabii ki değil ama tek kişinin çabasıyla azımsanmayacak işler yapmış burası için Doğan abi. Bir de 6 yıldır açtığı ~200 rotanın arasında bunları yaptığını düşünürsek bolca saygı duyuyoruz kendisine bu emeğinden dolayı tabii ki, burun kıvırmak yerine. Eline-emeğine sağlık. 
Tumblr media
Foto: mb
Böyle büyük kaya öbekleri var sıra sıra. Minerolog değilim ama kayanın verdiği his Ballıkayalar’ınkiyle oldukça benzer. Tabii orası artık kan-ter-gözyaşından iyice mumlandığından, bazı rotalar kötü plastik tutamak kıvamında. Burada hiç böyle bir şey yok. Rotaların kondisyonları harika. Birçoğu çok iyi temizlenmiş. Yine birçoğunun dereceleri gayet ayarında verilmiş. Tek ve en büyük problem halen bir guide’ının olmaması. Rotaların çokluğunu ve potansiyel rota sayısını düşündüğümüzde şimdiye kadar en azından bir internet sitesi üzerinden dahi olsa bunların paylaşılmamış olması büyük eksik gerçekten ama yukarıda da dediğim gibi, tüm Gölpazarı neredeyse tek kişinin emeğiyle ortaya çıkmış olduğu için umduğumuzu değil bulduğumuzu yiyoruz, gayet de memnunuz. 
Tumblr media
Foto: Asya Ece Uzmay (sanırım)
Güzel bir İTÜDAK ekibi olarak toplamda 10′a yakın insan olarak Gölpazarı’ndaydık. Hava da gayet güzel, hatta gündüz bazen gereksiz sıcak olduğundan geceleri ateş başı sohbetleri güzel olabiliyor. Gündüz de rotaların hemen altından, Ballıkayalar’dakinin aksine yüzülebilmeyi bırakın, suyu dahi içilebilen bir dere aktığından sadece Gölpazarı tırmanış bölgesinde bulunmak bile büyük keyif. Bu kadar tırmanış dışı tanıtıcı laf söylüyorum çünkü hem ilk gün 7- bir rotayı kötü bir önyargıyla onsightlayamamanın verdiği moral bozukluğuyla gayet az tırmandım hem de buranın gerçekten bilinmeye, tecrübeye edilmeye ihtiyacı var çünkü özellikle İstanbul’a bu kadar yakın ve bu kadar zengin bir tırmanış bölgesine 6 yıldır ilk defa gitmek beraber gittiğimiz tüm arkadaşlara bir “Ah beee, ne kaçırmışız” dedirtti. 
Kendi tırmanışım hakkında yine de birkaç kelime etmek gerekirse; bir kere dayanıklılığım tamamen yerlerde. Artık şuna iyi bir çözüm bulmanın vakti geldi de geçiyor. Parmaklardaki güç de birazcık azalmaya başlamış ama bu kadarı normal, Geyikbayırı’ndan sonra hakikaten büyük yattık tırmanış anlamında. Ama asıl kötü olan yusuf. Şu an düşününce bile anlayamıyorum ama boltu geçer geçmez nasıl bir bir sonraki hamleyi yapamayacak hissetme, nasıl bir yusuf geliyor anlatamam. Bunu yenmenin hapı falan olsa net bir aylık maaşımı veririm sorgusuz sualsiz. Asıl moralimi bozan güçsüz hissetmek, dayanıksızlığın verdiği özgüven eksikliği falan değil, birebir bu. Yani aşamıyorsun, 2 ay önce Geyikbayırı’nda tam olarak nasıl yendiğimi de biliyorum aynı duyguyu ama bir daha  yap, hadi şimdi falan, ııh, öyle olmuyor o iş işte.... İki günde bir 7′de yattım, bir 7+ denedim, geri kalanları daha düşük dereceler. Hoş olan sadece şu oldu; eski dağdelisi Ali Değer Özbakır’ın büyük övgüleriyle aldığım Five-ten Guide Tennie yaklaşım ayakkabılarıyla bir 5-5+ bir de 6 tırmandım. Gayet de güzel oldular döner ayak. Hayır, rotalar da hoşmuş, bir de o ayakkabılarla tırmanınca ayakkabılara da çok güvendim, iyi de hissettim. Dağda da en azından 4-5′lik etaplarda kullanmayı düşünüyorum şu anda, bakalım nasıl olacak. 
Tumblr media
Foto: mb (?)
Son olarak da önümüzdeki planlardan bahsedip bu artık uzun olan yazıya son noktayı koyayım. Öncelikle  büyük plan: Arcteryx’in Chamonix’de düzenleyeceği “2017 Arcteryx Alpine Academy”ye katılıyoruz ben, yine eski İTÜDAK’lı Özgür ve Furkan. Bu oldukça büyük olay ve çok sevinçliyiz bu olacağı için. Orada Big Wall tırmanma ve 7a+ spor tırmanış üzerine iki clinic’e katılacağım, en baştaki aklimatizasyonu saymazsak. Sonrasında İstanbul’dan bize katılacak bir diğer İTÜDAK’lı olan Barış’la beraber 4 kişi de Mont Blanc klasik (Guether) rotası dahil 3-4 tırmanış yapmayı planlıyoruz. Buna ön hazırlık olarak yine Barış’la bir Aladağlar Hodgkin-Peck kulvarı çıkma fikrimiz ve partnerle Antalya, Aladağlar ya da belki Dedegöl’de çok ip boylu birtakım tırmanışlar yapmak istiyoruz. Bir de Haziran başında geçen sene de gittiğim Trento’daki ECT*’a tekrar gideceğim. Orada uğrayamadığım için üzüldüğüm Arco’ya giderim belki bu sene bir aksilik olmazsa, yani oraya gitmek de planlar içinde desem yanlış olmaz. 
Temmuz ortasına kadar çeşitli çılgın tırmanış aktivitelerinin içinde olacağım velhasılı. Umarım hepsi iyi gider, başarılı olurlar, aksamazlar ve arada yaptığım antremanların karşılığını motivasyon olarak geri alırım. O motivasyonla Ağustos’ta İTÜDAK’ın 21. senesi Aladağlar buluşmasında da yine partnerle üç-beş bir şeyler patlatırsak bu gaz ve daha da motivasyonla gelsin yeni dönem planları, antremanları!!!
Son olarak sizleri Gölpazarı’ndaki ekibin bir kısmı ve sol altta Uğur’ın diliyle başbaşa bırakıyorum. Şimdilik, ciao...
Tumblr media
2 notes · View notes
yanlizlikkorfesi-blog · 8 years ago
Text
Bakın size gerçek bir hikaye anlatacağım bu sefer ki kurgu değil. Benim bir abim var, ben 17 yaşımdaydım. Tam karşı binada yaşıyordu. Her sabah işe gider her akşam 8 de evine gelirdi. Babasından kalma bi dairede kalıyordu. Bi de sevdiği kadın vardı Nazan abla. Hiç unutmuyorum abi, bi akşam üç potalı da takılıyoruz, o da almış siyah bi poşet parkın diğer köşesine gidip ağaçların altına kuruldu. Yanımızdaki arkadaşlar azaldıkça benim merakım arttı. İsmail, Batuhan, Ben kaldık en son. Gelin lan dedim tutup kollarından Verdan abinin yanına götürdüm. Desdur alıp yanına oturdum. İsmail karşımıza çömeldi. Batuhan ayakta dikeldi. Abi hayrola dedik aynı ağızdan. Ki bu adama abi demekte haklıyız, okula harçlığımız kalmadığında para verip bunu sır gibi tutan adamdır. Abi dedik işte hayrola neyin var sen içmezdin. biz konuşuyoruz, soruyoruz o daha bi içli nefes alıyor. Tabi bi noktadan sonra gına geldi adama, gençler beni biraz rahat bıraksanız dedi. Eyvallah abi özür dileriz, deyip kalktık yanından. Yürürken düşündüm ne oldu diye. İçime söz geçiremiyorum ama deli gibi merak ediyorum verdan abinin bu mevzusunu. Noldu lan evinden başka bişeyi olmayan dertsiz tasasız bu adama. Bi gecede yok olmuş gibi gidip köşede içiyor. O kadar ki tek içmek için bize bile yolu gösteriyor. Neyse önce yürüye yürüye ismaili evine bıraktık, sonra batuyu en uzak benim ev, tek yürüyorum ulan bizim evin sokağına giremeden geri döndüm. O adam anlatacak yani başka kaçarı yok. o kadar bok durumumda yanımdaydı. Bende onun yanında olacam. Parka gittim, köşeye geçtim yanına oturdum, hala sek atıyor. ‘’Abi anlatana kadar burdayım, ağzıma da sıçsan gitmeyecem biliyosun. anlat o yüzden abi. Kovma lütfen.’’ Hafifden duygusala bağlamışım o ara. Gözünün içine bakıyorum kovmaması içinde içimden dua ediyorum resmen. Biraz durakladı. Bi kere daha dikti rakı şişesini kafasına. ‘’Hakan’’ deyip durdu. Bunu söylerken o kadar acı bi ses tonu vardı ki, efendim diyemedim, yutkundum. ‘‘Abisi ben 26 yaşımdayım. Bu gün 26 oldum. Doğum günümmüş bugün. Ben son 5 yıldır doğum günü kutlamayan adamım bu gün bizim ofiste bir kız var benden küçük, gelip doğum günümü kutladı. Buna neden üzüldüğümü daha sonra anlatırım ama kız öyle güzel planlar yapmış ki, konuima metni yazmış, benim önümde duran masanın ayağına doğru bi kağıttan okudu herşeyi farkındaydım ama bozuntuya vermek istemedim. Neyse herşey iyi güzel, hoşuma gitmedi mi? Çok mutlu oldum allah yukarda, yalan söyleyecek değilim. Şu var ki kullandığı tek bi cümle bütün herşeyin -tabiri caiz ise- amına koydu. Mumları üflettiler zorla. Bilirsin az çok sevmem böyle şeyleri ama bu gün sevinmiştim biraz. Kapıya baktım, beş dakika kadar baktım ama öyle bakıp gözümü çeviremedim. Kapı açılsın da süprizi yapan gelsin diye bekledim. Sevgilim. Nazan’ım gelsin diye bekledim. Meğerse doğum günümü hazırlayan kişi konuşmayı hazırlayan kızmış, sonunda seni seviyorum ben verdan demiş. Dinlemediğimi anlamamış. Sordu bana sen peki dedi. Ne ben peki dedim bende. Gözü böyle çipil çipil oldu ağlamaklı bi şekilde hala nazanı mı bekliyosun verdan dedi. Ben hep beklicem onu dedim. daha bi ton konuştuk. Bağırdı küfretmedi ama bağırdı. Onu suçlamıyorum ama kırıldım ulan hakan. Anlıyon mu. Ben başkasından şut beklerken başkası gol atmaya çalıştı yine. Kimseye Nazan ablanı anlatamıyorum. Herkes onun gelmeyeceğini söyleyip duruyor. Nazan gitti ama gelecek hakan sen anlıyosun dimi oğlum. Senin sevdiğinde gitti ama gelcek hakan dedi.’’ Ben daha ağzımı açmamama rağmen gözümden yaşlar gelmeye başladı. Tabi o ara bulduğum şişeyi açmış kafama dikmeye başlamışım. Yemin ederim o an’a kadar farkında değildim. Abi sakinleşmen lazım dedim. Konuşmaya hıçkırarak anlatmaya tekrar başladı. ‘’Bi aralık sabahı kalktık, mesaj gelecek diye bekliyorum nazan ablandan. o gün buluşup babasının marangoz atölyesine gidecez. Neyse kahvaltı yaptım. Saçlar jillet gibi ama görsen, harbiden yakışıklı biriydim gençken. Neyse, saçlar jilet gibi, ayakkabıları yeni boyatmışım, takım elbisemi de giydim. Babasıyla tanışmaya gidiyorum o gün. Baya zaman olmuş beraberiz. Sonunda zorla da olsa kabul ettirdim onu babasıyla tanışma isteğimi. Yola çıktım. Durakta beklerken o aradı. Yanına gidiyordum diye meşgule attım. Bir şarkı açtım kulaklığımdan dinliyorum. sekiz durak sonra indim biraz yürüme mesafesi vardı. O yine aradı. Yol az kaldı diye açmadım. Yürüyorum babasının marangozun önüne geldiğimde karşımda gördüğüm manzara karşısında kalbime bişey saplandı demek bile az kalırdı. Kalbimi neşterlerle didikleyip zorla asabi bi şekilde çıkarttılar orda. Koca bina yanıyordu. O aradı o anda. Korkuyla açtım. Ben dedi. Seni seviyorum. Peki ya sen. Sonra telefon kapandı. Elektrik trafosunda yangın çıkmış. binanın altında yangın çıkmış, marangoz olduğu için bütün binaya sıçraması çok sürmemiş. Öyle dediler. Tekrar aradığımda telefonu açılmadı bir daha. O da içerdeymiş. Yangın çıktığında ilk yanan yer giriş ve çıkışlar olmuş. Beni iki üç kere aradı o gün. Açmadım telefonu. Amına kodumun hayatında bi o gün açmadım onun aramasını. Bunun telafisini de yapamadım hiç. O gün bütün hayatım boyunca seveceğimi bildiğim bi kızı kaybettim. Bunun nasıl bir izahı olur bilmiyorum ama bütün hikayem bu. Ben onun o yangında yanışına şahit olmadım ama onun bana seni seviyorum deme şansını elinden aldım. Ben o gün onu o kadar zorlamasaydım o dükkanda olmayacaktı ve bugün burada olacaktı. Herşeyin suçlusu olmak budur hakan. Bilmiyorsun şimdi ama Hasret denilen şey cinnetten daha kemirgen olacak hakan.’’ O gece saat dörde kadar o anlattı ben ağladım. Ona hiç Teselli vermedim. Ona acısının yersiz olduğunu söylemeye yüzüm tutmadı. Bu acının ilacının intihar olduğunu söylemek geldi içimden ama söylemeye cesaret edemedim. Her ilaca başvuracağına emindim çünkü. Verdan abinin hikayesini dinlediğim günün ertesi akşamı evinde cesedi bulunmuş. Akşamında bizim eve bir mektup geldi. Tek cümle yazıyordu mektup zarfının içindeki kağıtta... ‘’Hakan, bana verdiğin cesaret için teşekkür ederim. Aradığı zaman aç aslanım. Kaybetmemek istiyorsan, geldiğinde kabul et. Aradığında aç. Sevdiğini söylemeyi unutma aslanım. Söylememek söylemekten daha büyük kaybettirir adama
0 notes