#22 Mayıs 2019
Explore tagged Tumblr posts
Video
youtube
Ben Buyum - Fatih Bulut ✩ Ritim Karaoke (Uşşak Minör Maya 8/8 Düyek Disk... ⭐ Video'yu beğenmeyi ve Abone olmayı unutmayın 👍 Zile basarak bildirimleri açabilirsiniz 🔔 ⭐ KATIL'dan Ritim Karaoke Ekibine Destek Olun (Join this channel to enjoy privileges.) ✩ ╰┈➤ https://www.youtube.com/channel/UCqm-5vmc2L6oFZ1vo2Fz3JQ/join ✩ ORİJİNAL VERSİYONU 🢃 Linkten Dinleyip Canlı Enstrüman Çalıp Söyleyerek Çalışabilirsiniz. ⭐ 🎧 ╰┈➤ https://youtu.be/PNB3qqvaWwM ✩ (MAKE A LIVE INSTRUMENT ACCOMPANIMENT ON RHYTHM IN EVERY TONE) ✩ Aykut ilter Ritim Karaoke Ekibini Sosyal Medya Kanallarından Takip Edebilirsiniz. ✩ İNSTAGRAM https://www.instagram.com/rhythmkaraoke/ ✩ TİK TOK https://www.tiktok.com/@rhythmkaraoke ✩ DAILYMOTION https://www.dailymotion.com/RhythmKaraoke ⭐ Ben Buyum - Fatih Bulut ✩ Ritim Karaoke (Uşşak Minör Maya 8/8 Düyek Disko Beste Hakkı Bulut) ❤ @RitimKaraoke Müzisyenlerin Buluşma Noktası.... ➤ SANATÇININ DİĞER ŞARKILARI İÇİN OYNATMA LİSTESİNE BAKABİLİRSİNİZ... ⭐ 🎧 ╰┈➤ https://www.youtube.com/playlist?list=PL9SktAtLVupNgWzFc_2cF6lJrOheQKGlg ➤ ESER ADI : BEN BUYUM ➤ SÖZ GÜFTE : HAKKI BULUT ➤ BESTE - MÜZİK : HAKKI BULUT ➤ USÜL : 8/8 DÜYEK ORYANTAL - DİSKO ➤ MAKAM - BATI DİZİ : UŞŞAK - MİNÖR ➤ THM AYAK : MAYA AYAĞI ➤ ARANJÖR : SİNAN TOPRAK ➤ ENSTRÜMANLAR : YAYLI GRUP KEMAN, ELEKTRO BAĞLAMA, NEY, DİLSİZ KAVAL ➤ KİMLER OKUDU : FATİH BULUT, HAKKI BULUT ➤ FİRMA - ŞİRKETİ : ST MÜZİK (SİNAN TOPRAK MÜZİK) ➤ KÜNYE : Fatih Bulut ''Ben Buyum" isimli çalışması, video klibi ile ST Müzik Youtube kanalında ve Sinan Toprak Müzik Prodüksiyon etiketi ile tüm Yapım:Sinan Toprak Müzik Prodüksiyon Prodüktör: Sinan Toprak Genel Koordinatör: Bilal Menteş Söz-Müzik: Hakkı Bulut Müzik Yönetmeni: Sinan Toprak Düzenleme: Cüneyt Yalmaz Klip: Recep Yenigün ŞARKI SÖZÜ ve AKORU Ben buyum, ben buyum, ben buyum sevgilim Ben buyum, ben buyum, ben buyum sevgilim Ne köşküm, sarayım, ne servetim var Ne malım, ne mülküm, ne şöhretim var Sana bir saltanat vaat edemem ki Yalnız seni seven temiz bir kalbim var Ben buyum, ben buyum, ben buyum sevgilim Ben buyum, ben buyum, ben buyum sevgilim Yalanla kuramam aşkın temelini Allah'tan korkarım, aldatamam seni Yeminler uydurup çalamam kalbini Aşkın öldürse de, mahvetse de beni Ben buyum, seversen, canım sana feda Ben buyum, sevmezsen, bana de elveda Razıyım, bir ömür böyle geçip gitsin Zaten gülmek yasak bana bu dünyada Ben buyum, ben buyum, ben buyum sevgilim Ben buyum, ben buyum, ben buyum sevgilim Ben buyum, ben buyum, ben buyum sevgilim Ben buyum, ben buyum, ben buyum sevgilim İstemem en güzel günlerin zehrolsun İstemem o güzel gençliğin mahvolsun İstemem sen beni acıyıp sevesin İstemem benimle ızdırap çekesin Ben buyum, ben buyum, ben buyum sevgilim Ben buyum, ben buyum, ben buyum sevgilim Fatih Bulut Doğum 23 Mayıs 1984 (40 yaşında) Kayseri, Türkiye Tarzlar Pop • Folk rock Meslekler Müzisyen Etkin yıllar 2019-günümüz Fatih Bulut (d. 23 Mayıs 1984, Kayseri) Türk şarkıcıdır. Hayatı ve kariyeri 23 Mayıs 1984 tarihinde Kayseri’de dünyaya geldi. Müzik sektörüne girmeden önce düğün şarkıcısıydı. 2019 yılında DMC etiketiyle yayımlanan şarkısı "Çok Sevdim Yalan Oldu" adlı şarkıyla müzik piyasasına giren Bulut, evli ve iki çocuk sahibidir. İrem Sak’ın şarkıyı paylaşmasının ardından şarkının klibi YouTube’da toplamda 318 milyon kez dinlenmiştir. Diskografi Albümleri Yıl Albüm Plak Şirketi Tarih 2019 Baba Ocağı Adg Müzik 9 Eylül 2019 2020 Sivas Caddesi 5 Mayıs 2020 Teklileri Yıl Adı Plak Şirketi Tarih 2019 Çok Sevdim Yalan Oldu Dark'n Dark Music 29 Ağustos 2019 Nazlı Yar Emir Müzik 14 Eylül 2019 15 Kişiye Saldırdım Dark'n Dark Music 13 Aralık 2019 2020 Hayat Beni Vura Vura 22 Şubat 2020 Yırtıl 6 Mart 2020 İçmeden Oy Oy 12 Nisan 2020 Bedelini Öde Adg Müzik 10 Eylül 2019 Sokak Lambası (Remix) 27 Eylül 2020 Sultan Süleyman Dark'n Dark Music 29 Ekim 2020 Hakkını Helal Et Adg Müzik 30 Kasım 2020 2021 Sen Leyla Ben Mecnun (Aysellou İle) Musicom Prodüksiyon 5 Şubat 2021 Yanımda Sen Olmayınca İkmmedya 30 Mart 2021 Sensiz Yaşıyorum Sanma Dark'n Dark Music 15 Nisan 2021 Zoruma Geldi & Açma Pencereyi & Ben Sana Yandım Özdemir Müzik 16 Haziran 2021 Saracaksan Gel Dark'n Dark Music 18 Haziran 2021 Yeter Artık 17 Kasım 2021 2022 Ölme Eşeğim Ölme Musicom Prodüksiyon 13 Ocak 2022 Kıskanıyorum ST Müzik 4 Ağustos 2022 Ben Buyum 25 Ağustos 2022 Bu Aşkta Zararım Var Özdemir Müzik 13 Eylül 2022 Eliminen Dayı Eliminen (Armağan Arslan İle) Canayakın Müzik 7 Ekim 2022 2023 Antep'ten Ötedir Maraş'ın Yolu Dark'n Dark Music 21 Şubat 2023 Kurban Olduğum 25 Ağustos 2023 2024 Gör Bak (Elmas ile) 7 Mart 2024 Vay Aklıma 24 Mayıs 2024 şarkıcıları2010'ların şarkıcıları 21. yüzyılda Türk erkek şarkıcılar DMC sanatçıları
0 notes
Text
Devam eden bankacılık krizi, Fed’in likiditeyi daha fazla gevşetmesi beklentilerini artırdı. Bu da doların bedel kaybetmesi manasına geliyor. Birçok analist, doların zayıflaması ve faiz oranı değişiklikleri nedeniyle 2023’ün kripto için optimist olmasını bekliyor. Lakin, analistler Bitcoin için şimdilik düşüş uyarısı yapıyor.Bitcoin bir düzeltmeye şahit olmak üzereBu yılki kripto rallisini kestirim eden DonAlt takma isimli analist, Bitcoin’de (BTC) bir düzeltmenin kapıda olduğu konusunda uyarıyor. Analistin isabetli kestirimleri için cointahmin.com’un bu makalesine göz atınız. DonAlt , Bitcoin’in günlük grafikte simetrik bir üçgen formasyonundan ayrıldığını söylüyor. Buna nazaran, üçgenin kırılması muhtemelen Bitcoin’in uzun bir düzeltme devrine gireceğini gösteriyor. Analist, “Eğer kırılırsa, bence elinizde hakikaten bir düzeltme var demektir,” diyor.Kaynak: DonAlt/TwitterDonAlt ayrıyeten, Bitcoin’in Kasım 2022’deki taban düzeyinden itibaren yaklaşık %100 oranında yükseldiği düşünüldüğünde, düzeltmenin BTC boğalarına kripto hükümdarını daha düşük fiyatlardan biriktirmek için vakit vermesi gerektiğini söylüyor. Bu bağlamda analist, şu açıklamayı yapıyor:Bence genel olarak biraz vaktimiz var. Bence genel olarak piyasalar soğuyacak. Bu ister fiyatların düşmesi yoluyla olsun, isterse de fiyatların yatay seyretmesi ve bizim yaşadığımız üzere dalgalanmalar yoluyla olsun, sonuçta olacak.Bitcoin önümüzdeki aylarda ayı piyasasına girecekUsta analist Bejamin Cowen, Bitcoin’in 2015, 2019 ve 2020’de misal eğilimlere sahip olduğuna dikkat çekiyor. Ayrıyeten, piyasada bir düzeltme olması durumunda, altcoinlerin daha düşük likiditeleri nedeniyle Bitcoin’den daha önemli halde etkileneceği konusunda uyarıyor. Cowen, halving öncesi bir yıl boyunca altcoin piyasasındaki likiditenin kıymetli ölçüde kuruduğunu söylüyor. Bu nedenle yatırımcıların dikkatli olması gerektiği konusunda uyarıyor. Bir düzeltmenin altcoinlerin hem ABD doları paritelerinde hem de Bitcoin paritelerinde düşmesine neden olacağını ileri sürüyor.Uyarılara karşın Cowen, Bitcoin döneminin hala tüm süratiyle devam ettiğine inanıyor. Başkan kripto para ünitesi son 60 gün içinde en önemli altcoinlerden daha yeterli performans gösterdi. Piyasa iddialarına nazaran, Bitcoin döneminin Haziran’dan Temmuz’a kadar başlaması mümkün. Bununla birlikte, Bitcoin’in mevcut eğilimi %42’den 22 ayın doruğu olan %49’a yakın bir hakimiyet gösteriyor. Bu da Bitcoin’in genel kripto piyasasındaki hissesinin ABD bankacılık krizinin başlangıcından bu yana değerli ölçüde arttığına işaret ediyor.Altın, resesyonda Bitcoin’den daha düzgün performans gösterir!Bloomberg Intelligence’ın kıdemli makro stratejisti Mike McGlone, ABD’de bir ekonomik sakinlik yaşanması halinde Bitcoin’in atından daha berbat bir performans sergileyeceğini iddia ediyor. Analistin isabetli varsayımları için bu makaleye göz atınız. McGlone’a nazaran altın son iki yılda yükseliş eğilimi gösterirken Bitcoin düşüş eğilimi gösterdi. Bu bağlamda analist, şu yorumu yapıyor:Trendler, sakinlik Bitcoin’e karşı altının lehine olabilir. Momentum ve ABD’nin sakinliğe girme eğilimi, bilhassa borsanın düşmesi halinde, 2023’te altına Bitcoin karşısında avantaj sağlayabilir. Kripto için düşüşlere karşı sarı metalin üst gerçek hareket etmesi, 100 haftalık bazda mevcut yörüngedir.McGlone’a nazaran, Bitcoin bedel kazanır ve 30.000 dolarlık kilit düzeyin üzerinde kalırsa gidişatın değişmesi mümkün. Lakin analist, BTC’nin baskı altında olan pay senetleri ve risk varlıklarıyla daha yüksek korelasyona sahip olduğu için savunmasız bir pozisyonda olduğunu söylüyor. Bu bahiste ise şu açıklamayı yapıyor:Bitcoin’in 30.000 dolar direncinin üzerinde kalması, tüm kriptolar için gelgitin döndüğünün birinci göstergesi olacaktır. Fakat tavan 2 Mayıs itibariyle güçleniyor üzere. Mayıs ayının başında BTC’yi savunmasız bir pozisyona sokan şey, borsa ve risk varlıklarıyla altın ortasındaki yüksek korelasyon.BTC yakında 25 bin dolara düşecekAltcoin Sherpa takma isimli kripto analisti, Bitcoin’in yakında 25 bin dolara düşeceği varsayım ediyor.
Analist ayrıyeten, bu fiyat amacı için münasebetini açıklıyor. Altcoin Sherpa’ya nazaran, 25 bin dolar düzeyi 200 günlük EMA çizgisi, 0.382 Fib düzeyi ile çok fazla çakışıyor. Ayrıyeten, daha evvel dayanak ve direnç olarak iki kere test edilen düzey.Basın vaktinde BTC, 27.520,99 dolar ile 25 bin dolar düzeyinin epeyce üzerinde süreç görüyor. Lakin CoinMarketCap’e nazaran fiyat, evvelki 24 saat içinde %2,67 düşüş kaydetti. Bu olumsuz fiyat performansı, BTC’nin haftalık fiyat performansını da kırmızıya zorladı. Sonuç olarak, BTC son 7 gün içinde %1,73 düşüş gösterdi.BTC için günlük grafik / Kaynak: TradingView
0 notes
Text
10 Mayıs 2019'da Yeniçağ yazarı Yavuz Selim Demirağ evinin önünde altı kişinin saldırısına uğradı. Saldırganlar 888 gün sonra 15 Ekim 2021’de hakim karşısına çıktı. Mahkemede sanıkları 22 avukat savundu. Saldırganlar “bize selektör yaptı” dedi ama Demirağ araç kullanmıyordu.
0 notes
Text
Yaşamla ölüm arasında bir yerdeyim
Yaşamak için çırpınıyorum
Ama adımlarım inatla
Ölüme gidiyor
Sanki başka çarem yokmuş gibi
Sanki tek yolu buymuş gibi
(22 Mayıs 2019)
#şiirheryerde#benimkalemimden#yazdıklarım#edebiyat#şiirsel#aesthetic#yazılarım#kitap#tumblr yazılı post#yalnızız#sen gittin ve herkes ölmeye başladı#ölüyorum#sevgisizlik#denizkenarı#blog yazıları#blog post#blog yazısı#geceyebirsozbirak#geceye bir söz bırak#gece ve hüzün#geceye not#demiş şair
6 notes
·
View notes
Link
#şok market 22 mayıs 2019#22 mayıs 2019 şok kataloğu#şok 22 mayıs aktüel ürünler#şokta bu hafta neler var
0 notes
Photo
https://kizilbayrak56.net/ana-sayfa/kizil-bayrak-yazilari/dunya/almanyanin-degismeyen-gundemi-irkcilik-ve-fasist-hareketler
Almanya’nın değişmeyen gündemi: Irkçılık ve faşist hareketler
C. Ozan
Hitler faşizmi şahsında faşizmin en berbat halini yaşamış Alman toplumunda faşizmin tekrar yükselişe geçmesi kaygı vericidir. Alman sermaye sınıfı kriz koşullarında faşist hareketleri sınıf mücadelesine karşı dalga kıran olarak el altında tutmaya devam ediyor. Alman burjuvazisinin faşizme daha ne kadar yol vereceği onun ihtiyaçlarına ve daha da önemlisi toplumsal güç dengelerine bağlıdır.
Irkçılık ve ırkçı saldırılar Almanya’nın değişmeyen gündemlerinden biri olmaya ve gün geçtikçe artmaya devam ediyor. Almanya ırkçılık suçunda sicili en kabarık ülkelerden biridir ve bunun tarihi çok eskiye dayanıyor. Öncesi bir yana, ikinci emperyalist paylaşım savaşından sonra ırkçı saldırıların yeniden tırmanışa geçmesi, 1990’lı yıllara, yani “duvarların” ve Doğu Bloku’nun yıkıldığı, sözüm ona “demokrasi ve özgürlüğe” kulaç atıldığı yıllara rastlar.
O tarihten bu yana, ülkenin değişik yerlerinde sayısız ırkçı saldırı gerçekleştirildi. Bunlardan en çok bilinen ve hafızalarda kalanları şunlardı:
- 23 Kasım 1992, Mölln: 3 Türkiyeli öldürüldü.
- 29 Mayıs 1993, Solingen: Aynı aileden 5 Türkiyeli yakıldı.
- 18 Ocak 1996, Lübeck: Çoğu çocuk 10 Afrika kökenli insan öldürüldü.
- 7 Ekim 2003, Overaht: 3 kişi öldürüldü.
- 2000-2007 yılları arası NSU cinayetleri: 8’i Türkiyeli 10 kişi öldürüldü.
- 22 Temmuz 2016, Münih: Bir alışveriş merkezine düzenlenen saldırı sonucu 10 göçmen öldürüldü, 36 kişi yaralandı.
- 2 Haziran 2019, Kassel: CDU’lu Kassel valisi Walter Lübcke öldürüldü.
- 9 Ekim 2019, Halle: Bir Sinegog’a araba yüklü patlayıcıyla yapılan saldırı başarısız olunca, yolda geçen bir kadın ile Türkiyeli bir esnaf öldürüldü.
- 1 Ocak 2019, Bottrop: 8 göçmen yaralandı. - 20 Şubat 2020, Hanau: 9 göçmen genç öldürüldü.
Bunların dışında yaşanan çok sayıda ırkçı saldırı sonucu Almanya’da 1990-2020 arası toplam 200’den fazla kişi katledildi. Bu rakamlara bizzat polisin ırkçı saiklerle katlettiği göçmenler dahil değil kuşkusuz. Çünkü sadece sivil faşistlerin katliamları ırkçı saldırı kategorisine giriyor, resmiler değil!
Bu kabarık faturaya rağmen, ırkçı örgütlenme ve saldırılar önlenmek şöyle dursun, aksine gün gittikçe artmaya devam etti. Geçtiğimiz haftalarda Almanya’nın Bavyera eyaletinde yayınlanan bir rapor ülkedeki ırkçı-faşist örgütlenmenin ve saldırıların vardığı korkunç boyutu bir kez daha gözler önüne serdi. Bahsi geçen rapor eyalet meclisindeki Yeşiller grubu tarafından hazırlandı. Grubun, eyaletteki radikal sağ örgütlere karşı strateji geliştirme sorumlusu Cemal Bozoğlu, 25 meclis araştırma önergesinden elde ettiği bilgi ve belgeleri rapor haline getirerek kamuoyu ile paylaştı. “Bavyera’daki aşırı sağcılar” başlığıyla hazırlanan, resimler ve istatistik tablolarıyla desteklenen 27 sayfalık kapsamlı rapor durumu ayrıntısıyla ortaya koyuyor. Yeşiller bu tür raporları 2014’ten bu yana her yıl düzenli olarak hazırlıyor.
Raporda onlarca ırkçı-faşist örgüt, bunların özellikleri, yaptıkları eylemler, vakalardaki artışlar, polisin ve istihbaratın yaklaşımı, talepler, öneriler ve uyarılar ayrıntısıyla yer alıyor. Raporun Bavyera’dan çıkması önemli. Zira Bavyera, Almanya’nın coğrafik olarak en büyük ve ülkenin en zengin eyaletlerinin başında geliyor. Allianz, BMW, Leoni, Audi, Schaeffler, MAN, Adidas, Media-Saturn-Holding GmbH, Siemens, Netto ve dünyaca tanınmış daha onlarca firmanın merkezi bu eyalette yer alıyor. Eyalette sağcı parti CSU (Christlich-Sozial Union) 1960’lardan bu yana kesintisiz bir şekilde hükümette bulunuyor. Muhafazakar (konservatif) ve gelenekçi özellikleriyle tanınan, kendine has bir şivesi olan, kendini Almanya’dan ayrı gören ve hatta zaman zaman ayrılmayı dillendiren bir eyalet Bavyera. Bu özellikleri ve başka birtakım etkenlerden dolayı, doğu eyaletlerinde olduğu gibi ırkçılığın ve yabancı düşmanlığının yüksek olduğu ve ırkçı-faşist örgütlerin üslendiği temel alanlardan biri durumunda. Dolayısıyla bu tipik ve deyim uygunsa “steril” bölgeden yansıyan veriler oldukça önemlidir ve tüm ülkeyi kesen niteliktedir.
Sayıda, çeşitlilikte ve yöntemlerde artış
Raporda en dikkat çeken hususlardan biri ırkçı-faşist örgütlerin sayısındaki artıştır. Kendilerini özellikle tarihteki gerici-faşist sembollerden esinlenerek isimlendiren, kimisi yasaklanan, kimisi ise hala faaliyet yürüten onlarca oluşum, örgüt ve partiden bahsediliyor. Önemli bir kısmı raporda da yer alan, Almanya’daki ırkçı-faşist yapılanmaların bazıları şöyle sıralanıyor:
Partiler:
• AfD
• NPD
• Die Rechte
• Pro NRW
• Der 3. Weg
Faal olan örgütler:
• Old School Society
• Freie Kamaradschaft Dresten
• Nauener Gruppe
• Gruppe Nordadler
• Kamaradschaft Aryans
• Devrim Chemnitz
• Gruppe Freital
• NSU 2.0
• Reichbürger
• Wodans Erben Germanien
• Viking Security Germania
Yasaklananlar:
• Blood and Honour Division
• Combat 18
• Weisse Wölfe Terrorcrew (WWT)
• Atermedia Deutschland
• Heimattreue Deutsche Jugend
• Collegium Humanum
• Freitliche Deutsche Arbeiterpartei
• Viking-Jugend-WJ
• Nationale Offensive
• Deutsche Aternative
• Nationalistische Front
• Atomwaffen Division
Sayılan bu kabarık listenin dışında, raporda adı geçen irili ufaklı daha onlarca oluşum var. Adı geçen “yasal” partilerin dışında bu örgütlerin çoğu yarı-legal ya da illegal faaliyet yürütüyorlar. Yine çoğu, legal veya illegal yollardan edindikleri silahlara sahipler. Sayı ve çeşitlilikteki bu artış yapılan eylemlere de yansıyor.
1945’ten bu yana Almanya’daki en yoğun saldırılar 2019’da yaşandı. Resmi rakamlara göre son bir yıl içerisinde ülke çapında, 1.000’i hafif veya ağır yaralama olmak üzere, toplam 22.337 ırkçı saldırı gerçekleşti. Anayasayı Koruma Örgütü’nün verilerine göre, 13 bini şiddet yanlısı olmak üzere, Almanya’da 24 binden fazla kişi “aşırı sağcı” olarak nitelendiriliyor. Bunların işledikleri suçlar arasında, mültecilere, göçmenlere, yabancılara, siyasetçilere yönelik saldırılar ile mala zarar verme, tehdit, baskı, nefret suçları, iftira vb. sayılmaktadır. Saldırılar, mülteci akınının tırmanışa geçtiği 2013’ten itibaren yükselerek 2016’da doruğa çıkıyor. Sonraki yıllarda düşse bile 2019’da tekrar yükseliyor. Almanya İçişleri Bakanı Horst Seehofer (CDU), ülkede 50 civarında aşırı tehlikeli radikal sağcının yaşadığını ve bunların izlendiğini açıkladı.
Sayılardaki bu artış Bavyera için verilen rakamlardan da görülebiliyor. Eyalette ırkçı motifli saldırılar önceki yıl 1.771 iken, 2019’da 2.042’ye yükseldi. Göçmen yurtlarına saldırı 18’den 25’e, politik motifli ırkçı saldırılar 198’den 296’ya (bunlardan sadece 5’nin faili yabancı), nefret suçları 659’dan 793’e, ırkçı motifli tehditler 44’ten 48’e, nefret suçları 180’den 293’e yükseldi. Anti-Semitik saldırılarda da %40 artışla son 12 yılın en yüksek seviyesine ulaşıldı. Bavyera’da toplam 2.570 ırkçı tespit edildi. Bunlardan 1.000’i şiddet eğilimli. 2019’da çeşitli birey ve kurum temsilcilerine yönelik cezai işlem gerektiren, 20’si şiddet içerikli toplam 158 saldırı (2018’de 8 idi) gerçekleşti. Yine politikacılara yönelik saldırılar 44’ten 51’e yükseldi vs. Liste böyle uzayıp gidiyor.
Bütün bu saldırıları, hazırlanan ölüm listeleri tamamlıyor. Almanya çapında toplamda 85 bin kişilik ölüm listelerinden bahsediliyor. Bunlardan 2.000’i Bavyera’da yaşıyor. Lağvedildiği iddia edilen NSU’nun da 10 bin kişilik ölüm listesi vardı. Öldürülen CDU’lu politikacı Walter Lübcke’nin de bu listede yer aldığı söyleniyor. Lübcke yabancılar sorunu konusunda ılımlı politikalarıyla tanınıyordu ve bu yüzden sık sık Neonazilerin tehditlerine maruz kalıyordu. Bavyera polisi de 15 değişik ölüm listesi tespit etti.
Neonazilerin propaganda, eylem ve örgütlenme yöntemlerinde de önemli değişiklikler var. Eskisi gibi bir avuç “dazlaktan” ibaret değiller artık. Toplumun her kesiminden taraftar bulmakta zorlanmıyorlar. Özellikle çağın yeni iletişim aracı olan internet ve sosyal medyayı çok yoğun kullanıyorlar. Var olan örgütlerin en az yarısının internet ortamında örgütlendikleri iddia ediliyor. Kullandıkları diğer bazı araçlar basın, spor kulüpleri, futbol taraftar grupları, müzik grupları, gece kulüpleri vs.dir. Bunların içinde dövüş sporları ve atış poligonları önemli bir yer tutuyor. İnsanlar buralarda bedensel ve psikolojik olarak şiddete hazırlanıyorlar. Hanau katliamının faili olan faşistin de kısa bir süre önce Bavyera’dan geldiği ve burada silahlı atış talimi yaptığı ortaya çıktı. Ticari amaçlı da kullanılan bu tür yerlerin dışında, emlakçılar, müzik stüdyoları, “sosyal” amaçlı görünen bazı dernekler vb. üzerinden de maddi kaynak sağlanıyor. Sadece Bavyera’da Neonazi bağlantılı 22 emlak bürosu var örneğin. Bu bürolar vasıtasıyla hem maddi kaynak ve hem de özellikle illegal olanlara barınma olanakları sağlanıyor. Başta küçük kasabaları olmak üzere Almanya’nın her yerinde Almanlar için “kurtarılmış bölgeler” yaratmayı hedeflemekten bazı mahallelerde sopalı ve silahlı devriye atmaya kadar varan bir kudurganlık söz konusu.
Irkçı-faşistlerin sadece sivil alanda değil, polis ve ordu içinde de çeşitli örgütlenmelere gittikleri çeşitli defalar basına yansıdı. Frankfurt polisi içerisinde bulunan ve NSU davasını takip eden Türkiyeli bir avukata karakol bilgisayarından tehdit mektupları göndermeleri üzerine ortaya çıkan NSU 2.0 adlı oluşum buna bir örnektir.
Neonaziler kültür-sanat alanına da eskisi gibi mesafeli değiller. Özellikle müziği bir örgütlenme aracı olarak gittikçe daha fazla kullanıyorlar. Almanya’nın birçok kentinde onlarca müzik grupları mevcut. Sırf Bavyera’da 10 müzik grupları var. 2019’da bunların 5 konserleri yasaklandı. Nürnberg’de‚ “Patriot TV” diye bir televizyon kanalları var. Bunun dışında her yıl ulusal ve uluslararası onlarca seminer, konferans, kongre, konser ve kültür festivali düzenliyorlar.
Irkçı-faşistlerin yeni el attıkları alanlardan biri de işçi sınıfıdır. Eskiden girmeleri oldukça zor olan sınıf alanına gittikçe daha fazla yoğunlaşıyorlar. Sendikalara ve özellikle de işçi temsilciliklerine sızma çabaları var. Bavyera’da ve Baden-Wüttemberg’de bazı önemli işletmelerin işçi temsilciliklerine girmeyi başardıkları da bir gerçektir. Gerek bu çabaların bir ürünü olarak ve gerekse de genel siyasal atmosferin etkisiyle, faşist ideoloji ve örgütlenmelerin işçi ve emekçi tabanı içindeki etkisi de gün geçtikçe artıyor. Mesela Ver.di ve IG-Metal üyeleri içinde AfD seçmeni olanların oranının %20-25 civarında olduğu ileri sürülüyor. Sendikaların, bünyelerinde bilinen ve tespit edilmiş faal faşistlere yönelik herhangi bir yönelimi ve tavrının olmaması da cesaretlerini arttırıyor.
Gittikçe artan bu yoğun propaganda ve örgütlenme faaliyeti, parlamenter alanda sağlanan başarı ile taçlanıyor. Irkçı-faşistlerin öne çıkan yeni odağı olan AfD en son 2017 genel seçimlerinde %12,6 oy oranı ve 89 milletvekiliyle Alman meclisindeki üçüncü büyük ve aynı zamanda ana muhalefet partisi konumuna yükseldi. AfD’nin bu seçim başarısı ne tesadüf ne de geçici bir durumdur. Aksine, yukarıda anlatılmaya çalışıldığı gibi, son derece yoğun ve istikrarlı bir taban çalışmasına dayanıyor. Bu açıdan son derece ciddiye alınması gereken tehlikeli bir gidişatla karşı karşıyayız. AfD’nin meclisteki varlığı, ırkçı-faşist hareketi güçlendiren, cesaretlendiren ve meşrulaştıran bir rol oynuyor. Bu‚ “kravatlı faşistlerin” her konuşması sokaklarda yankısını buluyor.
Bu bir yana, birçok AfD’li, yerel faşist gruplarla doğrudan ve dolaylı ilişkilere sahiptir. Mesela AfD içinde öne çıkan iki faşist olan Thüringen ve Brandenburg eyaletlerinin başkanları Björ Höcke ve Andreas Kalbitz, çeşitli yerel faşist organizasyonların düzenledikleri panel ve konferansların aranan konuşmacıları arasındalar. Özellikle AfD’nin gençlik örgütü “Junge Alternative” ve partinin “halkçı-milliyetçi” olarak nitelenen kanadı yerel ırkçı örgütlerle bağlantı ve örgütlenme faaliyeti yürütüyor. Kamuoyunda artan tepkiler üzerine bu halkçı-milliyetçi kanat AfD tarafından lağvedildi. Yakın zamanda Anayasayı Koruma Örgütü (Alman istihbarat teşkilatı) tarafından AfD “şüpheli”, “Junge Alternative” ise izlenmesi gereken örgütler listesine dahil edildi. AfD’nin Bavyera’da 5.100 üyesi var.
Zemin hazırlayan, kollayan ve aklayan devlet
Almanya’da yakın zamana kadar, ırkçı-faşistler tarafından işlenen onca cinayete, suikastlara, tehditlere ve ölüm listelerine rağmen, bu hareketler ciddi bir tehlike olarak ele alınmadı. Aksine, neredeyse yaşanan her ırkçı saldırı ve cinayet “münferit” diye nitelendirilerek önemsizleştirildi. Buna karşılık hiçbir dayanağı olmayan “sol terör”den bolca bahsedildi. Böylece, gerçekte var olan ve toplumu tehdit eden sağ terör görmezden gelinerek gölgelendi. Gittikçe yakın bir tehlike ve tehdit haline gelen faşistlerden bahsedilirken bile, onları gerçek isimleriyle nitelemekten kaçınıldı. En fazlasından “aşırı sağ” olarak nitelendirildiler. Böylece anti-faşist hareketler ile faşist hareketler, devletin iradesi dışında ortaya çıkmış, birbirlerinin karşıtı aşırı uçlar olarak sunuldu. Sol sağa eşitlenerek anti-faşist mücadele gözden düşürülmeye çalışıldı.
Oysa dost da düşman da biliyor ki devlet sağ ile sol arasında bir hakem değil bizzat “sağ”ın kendisidir, en hafif deyimle sağdan yanadır. Her defasında bir avuç Neonazi’yi “demokrasi ve fikir özgürlüğü” kisvesiyle, binlerce polis korumasında yürütenler, onlar yürüsünler diye binlerce insana barikat kuran, anti-faşistleri gözaltına alıp tutuklayanların kimden yana olduğu açık değil mi?
Her gün göz önünde yaşanan bu çıplak gerçek bir yana, bundan daha önemli olan ise ırkçı-faşist hareketlerin yeşerdiği alanı kimin düzlediğidir. Irkçı-faşist hareketler işsizlik, yoksulluk, savaş ve göç gibi, kapitalizmin doğrudan sonuçları olan uygun sosyal ve ekonomik zeminde boy verirler. Yani kısacası devlet, faşist hareketlerin kaynağı olan objektif koşulları yaratmakla kalmayıp, bu nesnel zeminde ortaya çıkan sonuçlara yaklaşımda da, yani sübjektif olarak da faşistleri koruyup kollayan bir pozisyondadır. Bunun en bariz ve en çarpıcı örneği NSU davasıdır. Ortaya serilen tüm kanıtlara rağmen devletin bu cinayetteki rolü “ustaca” inkar edildi. Tüm suç birkaç kişiye yüklenerek, neredeyse olay “münferit” olarak görüldü. İlk defa bir ırkçı katliamda en yüksek ceza olan “ömür boyu hapis” cezası verildi. Ki bunu da mağdurların verdikleri yoğun mücadelenin bir başarısı saymak gerekiyor. Yoğun kamuoyu baskısı olmasa bu kadarı bile olmazdı.
Devletin ırkçı-faşist saldırı, katliam ve cinayetlere yaklaşımı Bavyera raporunda da ayrıntısıyla yer alıyor. Açılan davalarda olay tüm kapsamıyla ele alınmıyor. Eğer kamuoyunda yeterince bir sahiplenme yoksa, olay “münferit” olarak ele alınıp en düşük cezalarla geçiştiriliyor veya takipsizlikle sonuçlanıyor. Alman anayasasında ırkçı motiflerle işlenmiş suçlar “insanlığa karşı işlenmiş suçlar” kapsamında ele alınıyor. Fakat bir “hukuk” devleti olmakla övünen Alman devletinde pratikte işler hiç de böyle yürümüyor. Verilen cezalar son derece yetersiz ve caydırıcılıktan uzaktır. Geçmişte yaşanmış Solingen, Möll, Lübeck katliamlarının failleri bugün aramızda dolaşmaya devam ediyorlar. Açılan davaların hiçbirinde tüm bağlantılar ortaya çıkarılmadı. Çünkü eğer sonuna kadar gidilirse iş gelip kendilerine de dayanabilir. Altından savcılar, emniyet yetkilileri, istihbaratçılar, bürokratlar ve hatta akademisyenler çıkabilir. O yüzden sol ve ilericilere karşı oldukça tez canlı olan devlet, sıra “kendi” çocuklarına gelince son derece isteksiz davranıyor.
Bavyera’da aranan 92 Neonazi “bulunamıyor” örneğin. Oysa bahsi geçen örgütler son derece tehlikeli örgütlerdir. Bu örgütlerin yakalanan bazı üyeleriyle birlikte, içerisinde ağır silahların da bulunduğu cephaneler ortaya çıkıyor. Yine bunlardan bazıları Avrupa ve hatta dünya çapında bağlantılara sahipler. Örneğin “Blood and Honour Division” ve onun silahlı kanadı olarak bilinen “Combat 18”, Amerika menşeili bir örgüttür. Amerika’da 5 cinayetten sorumlu tutuluyor. Alman polisi, faşist örgütün Amerikalı bir temsilcinin gelip Almanya’dakileri ziyaret etmesini sorun etmiyor. Yine bunlardan bazıları hedeflerinin iç savaş çıkarmak olduğunu söyleyebiliyorlar. Ya da bazıları “X günü” denilen bir günde devlet yöneticilerine eş zamanlı şok saldırılar düzenleyerek düzeni altüst edip, yönetimi ele geçirmekten bahsedebiliyorlar vs. Bütün olup bitenler karşısında devletin tutumunda şaşılacak bir şey yok yine de. Tümüyle Hitler’in polis teşkilatı olan “Gestapo”nun altyapısı üzerine kurulmuş ve yurtdışından birer birer geri getirilen eski Nazi kadrolarının eğittiği bir teşkilattan daha fazlası da beklenemez zaten.
Fakat 2019’da Kassel Valisi Walter Lübcke’in öldürülmesi ve Halle’de Sinagog’a yapılan saldırı, devletin ırkçı-faşistlere yönelik tavrını kısmen değiştirmişe benziyor. Demirel’in bir zamanlar, “Bana sağcılar cinayet işliyor dedirtemezsiniz!” dediği gibi, her koşulda ırkçılara arka çıkan Alman devleti, son bir yılda ilk defa “sağcı terör” kavramını kullanmaya başladı. Bavyera İçişleri Bakanı Joachim Herrmann (CSU)‚ “Almanya’nın aktüel en büyük iç güvenlik sorunu sağcı terördür” demeye başladı. Yasal silah edinme kısmen zorlaştırıldı. Çünkü işler beklemedikleri şekilde çığırından çıkmaya başladı. Legal ve illegal olarak hızla silahlanan Neonazilerin hazırladıkları ölüm listeleri, iktidardakiler de dahil politikacılara kadar uzanmaya başladı. Öyle ki ele geçirilen bazı ölüm listelerinde, Yeşiller milletvekilleri Cem Özdemir, Claudia Roht, Robert Habeck ve Toni Hofreiter gibilerin isimleri de yer alıyordu. Bu yılın kış aylarında yapılan bir operasyonda toplam 12 Neonazi tutuklandı. Buna rağmen şüpheli Neonazilerin tam sayısı, bunların sahip oldukları silahlar, ölüm listelerinde kimlerin yer aldığı, silahsızlanmaya dönük bir adımın atılıp atılamayacağı gibi sorular açıkta kalmaya devam ediyor. Kısacası, Davutoğlu’nun bir zamanlar IŞİD’ciler için kullandığı, “eyleme geçmeden tutuklayamıyoruz” türünden bekle gör politikası, Alman sermaye devleti için de geçerliliğini koruyor.
“Irkçılık zehirinin” panzehiri sınıf mücadelesidir!
Hanau katliamından sonra Angela Merkel, “Irkçılık bir zehirdir” demişti. Evet, doğru, ırkçılık bir zehirdir. Ama onun açıklamasına eklemeyi unuttuğu bir şey var. Bu zehrin sahibi kimdir ve kim bunu silah olarak kullanmaktadır? Irkçılık, kapitalizmin kaynaklık ettiği savaş, işsizlik, yoksulluk, zorunlu kitlesel göç ve daha envai çeşit sosyal sorunlar zemininde yeşeren, burjuvaziye ait bir ideolojidir. Burjuvazi bu zehirli ideoloji sayesinde işçi ve emekçi hareketini bölüp parçalayarak, düzene karşı çıkmasını engeller. Çoğunlukla azınlıkta olan belli bir toplumsal kesimi günah keçisi ilan etmek ve toplumdaki tüm melanetlerin sebebi olarak onları göstermek, egemen sınıfların başvurduğu çok eski bir taktiktir. Almanya bunu en iyi yapan ülkelerden biridir. Geçmişte Yahudilerdi bu günah keçisi, bugün ise yabancılar, göçmenler veya Müslümanlardır. Oysa şimdi oldukça aktüel olan mezbahanelerdeki durumun gösterdiği gibi, bu ülkede “yabancılar” veya göçmenler en ağır şartlarda çalışan ve en ağır sömürüye maruz kalanların başında geliyorlar. Buna rağmen bu insanları bu ülkelerin ekonomisinin sırtında bir yük olarak lanse etmek burjuva riyakarlığından başka bir şey değildir.
Irkçılık zehrinin biricik panzehiri sınıf mücadelesidir. Milliyetçilik ve ırkçılığın ayrıştırıcı ve ötekileştirici özelliğine karşılık, sınıf mücadelesi birleştiricidir. Sınıf mücadelesi, hangi ulustan, dinden, renkten veya mezhepten olursa olsun tüm emekçilerin aynı sınıfsal çıkarlara sahip olduğunu ve birlikte mücadelesini öğütler. Tüm uluslardan ve inançlardan emekçilerin eşitliğini ve ortak mücadelesini mümkün kılacak olan sınıf mücadelesi olmadan, faşizmin ve ırkçılığın kaynağı olan kapitalizmi ortadan kaldırmak mümkün değildir. Faşizme karşı mücadele etmek elbette önemlidir fakat bu tek başına yetersiz ve eksiktir. Tüm öteki sorunlar gibi, faşizm sorununun da kesin ve kalıcı çözümü için, anti-faşist mücadele aynı zamanda anti-kapitalist mücadele ile birleştirilmelidir. Anti-kapitalist bilinç temelinde örgütlenmiş bir işçi sınıfı, düzenin basit milliyetçi tuzaklarına kolay düşmez. Onun çok eski olan, “böl, parçala, yönet” oyununda figüran olmayı kabul etmez. Dolayısıyla işçilerin birliği ve halkların kardeşliği için sınıf mücadelesinin dışında bir yol yoktur.
Hitler faşizmi şahsında faşizmin en berbat halini yaşamış Alman toplumunda faşizmin tekrar yükselişe geçmesi kaygı vericidir. Alman sermaye sınıfı kriz koşullarında faşist hareketleri sınıf mücadelesine karşı dalga kıran olarak el altında tutmaya devam ediyor. Alman burjuvazisinin faşizme daha ne kadar yol vereceği onun ihtiyaçlarına ve daha da önemlisi toplumsal güç dengelerine bağlıdır. George Floyd eylemleri şahsında sokaklara çıkan yüzbinlerce genç, bu işin öyle kolay olmayacağına dair umut verdi. Fakat bundan da önemlisi, toplumsal güç dengelerinde benzersiz bir rol oynayan işçi sınıfının sahneye çıkıp çıkmayacağıdır. İşçi sınıfının sahne aldığı yerde faşistlerin esamisi okunmaz. 50. yılında öğretmeye devam eden 15-16 Haziran büyük işçi direnişi günlerinde, bugün topluma kan kusturan faşistler kuyruklarını kısıp kaçacak delik arıyorlardı. Dönemin değerli ozanı Aşık İhsani bu gerçeği, “15-16 Haziran’ı olan bir ülkede faşizm fazla yaşamaz!” dizeleriyle kayda geçmişti.
0 notes
Text
Aşk,Büyü ve Nostalji
Aşk,büyü Vs filmi üzerine,
(Love,Spells and All that)
Senaryo ve Yönetmen Ümit Ünal,2019 Türkiye
Uzun bir süredir oyunculuğun bu denli öne çıktığı bir film izlememiştim.Ümit Ünal’ın Aşk,Büyü,vs filmi 2019 yılında çekimleri tamamlanan,iki yılın evrensel ‘ne yazık ki’si covid önlemleri nedeniyle gösterimi sinema salonlarında yapılamayan öyküsü.
Filmi 22 Mayıs 2021 Mubi gösterimi ile izleyebildik,çok da güzel online gala yapıldı.
Bir ada,çocuklukları,hayalleri ve aşkları birbirine mühürlü iki kız çocuk veya bir ada,hayatları,yaşanmamışlıkları ve aşkları birbirine mühürlü iki kadın.Reyhan ve Eren’in şimdisinde onların çocukluk ve gençliklerinin yarım kalmışlığına,boynu büküklüğüne,vazgeçmişliğin ve kabullenmenin ağırlığı altında ezilmişliğine yolculuk ediyoruz.Bir ada,konumlandığı coğrafyanın yaşam şartlarından ne kadar uzak ve bulutlu rüyaların bir nebze gerçekliğine ev sahipliği yapsa da sırtını bu coğrafyaya dönemeyen,kopup gidemeyen bir ada.
Ümit Ünal söyleşilerinde öyküsünün sınıfsal farklılıklar arasında yaşanan bir aşkın öyküsü olduğu çerçevesini belirtiyor.Başlangıçtan itibaren yaşanamayan ve devam eden queer bir aşk seyrinde özellikle Selen Uçer’in sahiciliği büyüleyen ve insanı saran oyunculuğunun oldukça etken olduğu bu aşk öyküsüne bir büyünün,çocukluk hayallerinin saflığının etkisiyle teslim oluyoruz.Ümit Ünal’ın öyküsü ve anlatımı çok sevecen,romantik ve çocuk kalbi kadar güven veren bir havaya sahip.
(Reyhan,Selen Uçer)
Reyhan ve Eren arasında bir duvar gibi dursa da aşkın,büyünün,inandığı şeyden asla vazgeçmemenin vuku buluşuyla eriyen sınıf farklılığının Eren’in sahip olduğu imkanlarla aldığı eğitimin,cinsel tercihini yaşayabildiği Fransa’da geçen hayatının Reyhan’ın yasak ve engellerle sekteye uğramış eğitiminin,eril tahakkümün işaret ettiği ve onayladığı birlikteliklerle devamını sağlayabildiği yaşamının izlerini ve yaralarını şimdide tekrar Eren’in inanç ve vazgeçmeyişleriyle canlanan aşklarının içerisinde onlarla birlikte deneyimliyor ve hissediyoruz.Gökhan’ın gizli takibiyle bir tedirginliğin içinde heyecanla tırmandığımız Ada’nın en yüksek tepesinde Reyhan’ın şarkısıyla aşka teslim oluyor,bu tedirginliği omuzlarımızdan silkeliyor ve nadiren olabilecek biçimde gün batımında iki aşığın kavuşmasına şahit oluyoruz.Alınan kararın ve birlikteliğin gücüyle Reyhan’ın bu kararı Gökhan’a anlatma isteğinin olumlu ve bu kez aşk kazandı ruhunun sanki Gökhan’ın veya başka birşeyin bozacağı korkusuyla tepeden aşağı yol alıyoruz.Bu denli zor bir çıkışın mutlaka güzel inişi olmalıydı.Ve Gökhan’ın sadece Reyhan’ın eşyalarını dağıtmasıyla karşılaşma ile bizi saran bu tehdit tatlı bir sevince bırakıyor kendisini.
(Ada’nın zorlu tırmanışları)
Romantikler çoğunlukla kendi ruh hallerinin melankolik manzaralarını yansıtan memleket topraklarının duygusal coğrafyasının haritasını çıkarırlardı.(*) Ümit Ünal’ın anlatımı bu bağlamda romantik ve Ada tercihinin,öyküsünün neticesinde yaşattığı aşkın tarihin aşırılıklarının dışında kalan bir canlı mevcudiyeti oluşturarak nostaljik özleminin nesnesi olmasıyla,finalde seyirciyi geleceğe olan iyimser inanca değil de yitirilen bir geçmişin tekrar canlanma umudunun sevinciyle o ana konumlandırıp alternatif bir son yaşatmasıyla,özlem ile yaraların,geçmiş ile şimdinin,rüya ile günlük hayatın üst üste bindiği dinamik anlatımıyla nostaljinin sinemaya özgü imgesini ustalıkla işlediğini hayranlıkla söyleyebilirim.
(Yönetmen Ümit Ünal,Büyükada)
(Büyükada)
(Reyhan ve Eren)
Film müziklerinde de şimdinin Ezgi Altıneri’nin Rüya Bozumu ve geçmişin Safiye Aylası’nın Güzel bir göz beni attı bu derin sevdaya’sıyla benzer ruhun eşlik edişi şahane.
Yok olmaya yüz tutmuş dünyanın bütünlüğünü belli bir mesafeden gören,romantik gezgindir.(**)
başak,son mayıs günü 2021
(*) (**) Svetlana Boym,Nostaljinin Geleceği,Metis
3 notes
·
View notes
Video
youtube
Antep'ten Ötedir Maraş'ın Yolu - Fatih Bulut ✩ Ritim Karaoke Hicaz Majör... ⭐ Video'yu beğenmeyi ve Abone olmayı unutmayın 👍 Zile basarak bildirimleri açabilirsiniz 🔔 ⭐ KATIL'dan Ritim Karaoke Ekibine Destek Olun (Join this channel to enjoy privileges.) ✩ ╰┈➤ https://www.youtube.com/channel/UCqm-5vmc2L6oFZ1vo2Fz3JQ/join ✩ ORİJİNAL VERSİYONU 🢃 Linkten Dinleyip Canlı Enstrüman Çalıp Söyleyerek Çalışabilirsiniz. ⭐ 🎧 ╰┈➤ https://youtu.be/KDYXReIjuNc ✩ (MAKE A LIVE INSTRUMENT ACCOMPANIMENT ON RHYTHM IN EVERY TONE) ✩ Aykut ilter Ritim Karaoke Ekibini Sosyal Medya Kanallarından Takip Edebilirsiniz. ✩ İNSTAGRAM https://www.instagram.com/rhythmkaraoke/ ✩ TİK TOK https://www.tiktok.com/@rhythmkaraoke ✩ DAILYMOTION https://www.dailymotion.com/RhythmKaraoke ⭐ Antep'ten Ötedir Maraş'ın Yolu - Fatih Bulut ✩ Ritim Karaoke Hicaz Majör Vahde Beste Ahmet Satılmış ❤ @RitimKaraoke Müzisyenlerin Buluşma Noktası.... ➤ SANATÇININ DİĞER ŞARKILARI İÇİN OYNATMA LİSTESİNE BAKABİLİRSİNİZ... ⭐ 🎧 ╰┈➤ https://www.youtube.com/playlist?list=PL9SktAtLVupNgWzFc_2cF6lJrOheQKGlg ➤ ESER ADI : ANTEP^TEN ÖTEDİR MARAŞ'IN YOLU ➤ SÖZ GÜFTE : YUNUS TAŞKIN ➤ BESTE - MÜZİK : AHMET SATILMIŞ ➤ USÜL : 4/4 VAHDE BALAD ➤ MAKAM - DİZİ : HİCAZ - MAJÖR ➤ ARANJÖR : ERCAN BAL (BAL RECORDS) ➤ ENSTRÜMANLAR : ZURNA, ELEKTRO BAĞLAMA, ➤ KİMLER OKUDU : FATİH BULUT, HÜSEYİN KAĞIT, DİLBER AY, DİCLE DİLGE, AYNUR POLAT, LATİF DOĞAN, FATMA ESEN, NEŞET ABALIOĞLU ➤ FİRMA - ŞİRKETİ : DARK'N DARK MUSIC Fatih Bulut'un, Dark'n Dark Music etiketiyle yayınlanan "Antep'ten Ötedir Maraş'In Yolu" isimli tekli çalışması, video klibiyle netd müzik'te. Söz: Yunus Taşkın Müzik: Ahmet Satılmış Düzenleme: Ercan Bal ( Bal Records ) Yönetmen: Bekir Şenlik / Honeybee İstanbul Produktör : Firuz Anlı ŞARKI SÖZÜ ve AKORU Antepten ötedir maraşın yolu Geçmez oldu burdan gardaşın yolu Kapımı çaldı da bir kara haber Kırıldı gönlümün kanadı kolu N’oldu gardaş n’oldu yolda mı kaldın Doluya mı düştün darda mı kaldın Bir zalım elinden yara mı aldın Ölem gardaş ölem bağrımı yaktın Geleceksin diye gözüm yoldaydı İçimdeki ataş o gün soldaydı Nere gittin gardaş neydi acelen Keşke kalan ömrüm senin olaydı N’oldu gardaş n’oldu yolda mı kaldın Doluya mı düştün darda mı kaldın Bir zalım elinden yara mı aldın Ölem gardaş ölem bağrımı yaktın Fatih Bulut Doğum 23 Mayıs 1984 (40 yaşında) Kayseri, Türkiye Tarzlar Pop • Folk rock Meslekler Müzisyen Etkin yıllar 2019-günümüz Fatih Bulut (d. 23 Mayıs 1984, Kayseri[1]) Türk şarkıcıdır. Hayatı ve kariyeri 23 Mayıs 1984 tarihinde Kayseri’de dünyaya geldi.[1] Müzik sektörüne girmeden önce düğün şarkıcısıydı.[2] 2019 yılında DMC etiketiyle yayımlanan şarkısı "Çok Sevdim Yalan Oldu" adlı şarkıyla müzik piyasasına giren Bulut, evli ve iki çocuk sahibidir. İrem Sak’ın şarkıyı paylaşmasının ardından şarkının klibi YouTube’da toplamda 318 milyon kez dinlenmiştir. Diskografi Albümleri Yıl Albüm Plak Şirketi Tarih 2019 Baba Ocağı Adg Müzik 9 Eylül 2019 2020 Sivas Caddesi 5 Mayıs 2020 Teklileri Yıl Adı Plak Şirketi Tarih 2019 Çok Sevdim Yalan Oldu Dark'n Dark Music 29 Ağustos 2019 Nazlı Yar Emir Müzik 14 Eylül 2019 15 Kişiye Saldırdım Dark'n Dark Music 13 Aralık 2019 2020 Hayat Beni Vura Vura 22 Şubat 2020 Yırtıl 6 Mart 2020 İçmeden Oy Oy 12 Nisan 2020 Bedelini Öde Adg Müzik 10 Eylül 2019 Sokak Lambası (Remix) 27 Eylül 2020 Sultan Süleyman Dark'n Dark Music 29 Ekim 2020 Hakkını Helal Et Adg Müzik 30 Kasım 2020 2021 Sen Leyla Ben Mecnun (Aysellou İle) Musicom Prodüksiyon 5 Şubat 2021 Yanımda Sen Olmayınca İkmmedya 30 Mart 2021 Sensiz Yaşıyorum Sanma Dark'n Dark Music 15 Nisan 2021 Zoruma Geldi & Açma Pencereyi & Ben Sana Yandım Özdemir Müzik 16 Haziran 2021 Saracaksan Gel Dark'n Dark Music 18 Haziran 2021 Yeter Artık 17 Kasım 2021 2022 Ölme Eşeğim Ölme Musicom Prodüksiyon 13 Ocak 2022 Kıskanıyorum ST Müzik 4 Ağustos 2022 Ben Buyum 25 Ağustos 2022 Bu Aşkta Zararım Var Özdemir Müzik 13 Eylül 2022 Eliminen Dayı Eliminen (Armağan Arslan İle) Canayakın Müzik 7 Ekim 2022 2023 Antep'ten Ötedir Maraş'ın Yolu Dark'n Dark Music 21 Şubat 2023 Kurban Olduğum 25 Ağustos 2023 2024 Gör Bak (Elmas ile) 7 Mart 2024 Vay Aklıma 24 Mayıs 2024 Kaynakça Bu madde önerilmeyen biçimde kaynaklandırılmıştır. Gösterilen kaynaklar kaynak gösterme şablonları kullanılarak dipnot belirtme biçemine uygun olarak düzenlenmelidir. (Bu şablonun nasıl ve ne zaman kaldırılması gerektiğini öğrenin) ^ a b c "Arşivlenmiş kopya". 19 Nisan 2021 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 19 Nisan 2021. Kategori: Yaşayan insanlar1984 doğumlularKayseri ili doğumlu müzisyenler2020'lerin şarkıcıları2010'ların şarkıcıları21. yüzyılda Türk erkek şarkıcılarDMC sanatçıları
0 notes
Text
Kadın İşsizliği katlandı: Yüzde 45,3…
Zengin, AKP iktidarından önce kadınların hiçbir mesleği olamadığını öne sürerken, tablonun AKP ile değiştiğini öne sürüyor. Oysa sadece salgın döneminde ortaya çıkan kadın işsizliği oranı Zengin’in sözlerini boşa düşürmeye yeterli:
"Mart 2019-Mart 2020 arası kadın işgücü yüzde 11, kadın istihdamı ise yüzde 9 azaldı. Covid-19 döneminde revize geniş tanımlı kadın işsizlik oranı yüzde 45,3 olarak hesaplandı. Mart 2019’da yüzde 28,8 olan istihdamdaki kadınların oranı ise Mart 2020’de 3 puan azalarak yüzde 25,8’e geriledi. Zaten düşük olan kadın istihdam oranı daha da düşmüş oldu. Böylece çalışma çağındaki her dört kadından sadece biri istihdama katılmış oldu. Öte yandan istihdamda görünen ancak işbaşında olmayan kadın sayısı bir yılda Covid-19’un etkisiyle 5 katına çıktı.”
Kadın cinayetleri: AKP korumuyor, seyrediyor
Tam 23 kez Cumhuriyet Savcılığı’na başvurmuştu Ayşe Tuba Arslan. Defalarca önlem alınmasını istedi, “ben öldükten sonra mı önlem alacaksınız?” diye sordu. 23 kez başvurmasına rağmen Arslan için hiçbir önlem alınmadı ve katledildi.
2019 yılı verilerine göre, devlet koruması altına alınan kadınlar da devlet tarafından korunmadı. Son 5 yılda devlet koruması altında olan 94 kadın hayatını kaybetti.
Kadınları korumak adına kılını kıpırdatmayan AKP, kadın cinayetlerini seyrediyor.
Sadece 2020 yılında yaşanan kadın cinayetlerinin listesi şöyle:
Ocak ayında 27, Şubat ayında 22, Mart ayında 29, Nisan ayında 20 ve Mayıs ayında 21 kadın cinayeti yaşandı.
Yani sadece 5 ayda 119 kadın cinayeti yaşandı.
‘Kadın partisi’ AKP’nin kadın açıklamaları: Kahkaha, fıtrat, kürtaj...
AKP’li Özlem Zengin’in kadın partisi ilan ettiği AKP’nin bazı yöneticilerinin kadına bakışını özetleyen açıklamaları şöyle:
Erdoğan: Bu sabah bakıyorum bir televizyon kanalında Ankara'da bir polis panzerine tırmanan bir tane kız mıdır, kadın mıdır bilemem…
Bülent Arınç: Kadın cazibedar olmayacak, herkesin içinde kahkaha atmayacak.
Erdoğan: Yatıyorsunuz kalkıyorsunuz Uludere diyorsunuz. Her kürtaj bir Uludere'dir diyorum.
Mehmet Şimşek: İşsizlik oranı niye artıyor biliyor musunuz? Çünkü kriz dönemlerinde daha çok iş aranıyor. Özellikle kadınlar…
Erdoğan: Kadın ile erkeği eşit konuma getiremezsiniz, o fıtrata terstir. Tabiatları bünyeleri fıtratları farklıdır. İş hayatında hamile bir kadını erkekle aynı şartlara tabii tutamazsınız. Çocuğunu emzirmek zorunda olan bir anneyi, bir erkek ile eşit konuma getiremezsiniz.
11 notes
·
View notes
Text
T.C Şikago Başkonsolosluğu
19 Mayıs 2019
19 Mayıs 1919’un 100. yılı münasebetiyle düzenlediğimiz programın açılış konuşmasını, halen Indiana Bloomington’da yaşayan ve hayattaki en büyük halk bilimcimiz olarak kabul edilen Cumhuriyetimizle yaşıt Prof.Dr. İlhan Başgöz yapacaktı.
Kurtuluşa giden yolun hikayesini Cumhuriyetimizle yaşıt asırlık bir çınardan daha iyi kim anlatabilirdi ki?
Lakin ilerlemiş yaşının getirdiği sağlık sorunları sebebiyle İlhan hoca çok arzu etmesine rağmen aramızda olamadı.
Hazırladığı konuşmayı Başkonsolos Umut Acar okudu.
“Değerli Konuklar
Ben Cumhuriyetle yaşıtım, size anlatacaklarım yalnız duyup işittiklerim, okuyup öğrendiklerim değil, aynı zamanda kendi hayat hikâyem olacaktır.
Cumhuriyet yedi büyük savaşın ardından kurulmuştur. 1856 Kırım,
1877 Osmanlı Rus, 1892 Yunan,
1911 Trablus,
1912 Balkan,
1914-18 Birinci Dünya Savaşı,
Nihayet 1920-22 Kurtuluş Savaşı...
Bu savaşlardan yalnız sonuncusu zaferle bitmiştir.
Ama bu zafer vatandaştan yalnız canını ve kanını istememiştir. Vatandaştan atını, arabasını, çorabını, kağnısını, keten bezini, pencere demirini alarak bu savaş kazanılmıştır.
Birinci Dünya Savaşı’na niçin girdiğimizi bugün bile bilmiyoruz.
Ama kardeşlerini bu savaşa kurban veren, Avşar kadını biliyor ve parmağını Alaman’a uzatıyor:
Mektup saldım da varmadı,
Tel vurdum aynı gelmedi,
Alamanya harbeylesin,
Gayri kardaşım kalmadı.
Savaş yılları Osmanlı İmparatorluğu’nun ekonomisini tümden harap etmiş, ekin tarlada çürümüş; toprak tohumsuz, evler erkeksiz kalmıştır.
Kağnıya ve sabana koşulacak hayvan, çiftin sapına yapışacak erkek yokluğunda çifte, hayvan yerine kadınlar koşulmuştur.
Bu çöküşün en gerçekçi destanını, hemşehrim Şarkışlalı Serdari yazmıştır.
Bu uzun destandan dörtlükler veriyorum:
Tahsildar da çıkmış köyleri gezer
Elinde kamçısı fakiri ezer
Yorganı döşeği mezatta gezer
Hasırdan serilir çulumuz bizim.
Evlat da babanın sözün tutmuyor,
Açım diye çift sürmeye gitmiyor,
Uşaklar çoğaldı ekmek yetmiyor,
Başımıza bela dölümüz bizim.
Benim bu gidişe aklım ermiyor.
Fukara halini kimse sormuyor.
Padişah sikkesi selam vermiyor.
Kefensiz kalacak ölümüz bizim.
Savaş yılları, Türk aydınlarının en yiğit, en idealist, en eğitimlilerini ölüme sürmüş, onlar geri gelmemiştir.
Birinci Dünya Savaşı’nın felaket tablolarından birini unutamıyorum.
Bu tabloda Tarsus tren istasyonunda bir kadın görünür. Ordu, Kanal bozgunundan dönmektedir. Çul çaput içinde, hasta perişan, vagonlarda çuvallar gibi istif edilmiş, bir asker döküntüsü.
Ak saçlı bir ana, yazması omuzuna düşmüş, saçları darma dağın, bir vagondan ötekine koşarak feryat ediyor:
“Mehmedimi gördünüz mü? Mehmedim nerede? Mehmedimi gördünüz mü?”
Falih Rıfkı Atay diyor ki:
“Ana biz senin Mehmedini kumarda kaybettik.”
Türkiye Cumhuriyeti’nin talihsizliği çökmüş bir ekonomi ve harabeye dönmüş bir memleket üzerine kurulmasıdır.
Büyüklüğü de bundandır.
16 Mayıs 1919’da İstanbul’dan ayrılan Bandırma vapuru bu çöküşü tersine çevirecek bir umudu taşıyordu.
Bu umudun adı Mustafa Kemal Paşa’dır.
Üçüncü ordu müfettişliğine tayin edilen Paşa İstanbul’dan ayrılıyordu. Yanında 12 kişiden oluşan Erkan-ı Harbiye’sinden başka kimse yoktu.
Karadeniz’in azgın dalgaları ile sarsılan Bandırma vapurunda Mustafa Kemal Paşa arkadaşlarına şunları söylüyordu:
“Bunlar işte böyle yalnız demire, çeliğe, silah kuvvetine dayanırlar. Bildikleri şey yalnız maddedir! Bunlar hürriyet uğruna ölmeye karar verenlerin kuvvetini anlayamazlar. Biz, Anadolu’ya ne silah ne cephane götürüyoruz; biz ideal ve iman götürüyoruz!”.
Bandırma vapuru ile bu küçük grup 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkınca bir şarkı söylüyorlardı:
“Güneş ufuktan şimdi doğar.
Yürüyelim arkadaşlar.”
O tarihlerde, ufuktan güneşin doğacağına dair hiçbir işaret yoktur.
Tersine memleket bir zifiri karanlıktır.
Adana Fransızlar,
Urfa, Maraş, Antep İngilizler tarafından işgal edilmiş,
Başkent İstanbul İtilaf Devletlerinin işgalinde,
Antalya ve Konya’da İtalyan birlikleri bulunuyor.
Merzifon ve Samsun’da İngiliz askerleri var.
15 Mayıs 1919’da Yunan birlikleri İzmir’e çıkmış; Batı Anadolu’nun verimli topraklarından memleketin kalbine doğru ilerlemekte.
Dahası var. Cumhuriyet, memleketin en önemli gelir kaynaklarını yabancı şirketlerin elinde bulmuştur. Demiryolları, limanlar, önemli tarım ve ticaret alanları, bayındırlık tesisleri, gümrük ve maliye gelirleri büyük Batılı şirketlerin elindedir.
Türkiye Cumhuriyeti bu şirketleri birer birer satın almıştır.
İzmir-Aydın demiryolu 2 milyon İngiliz pounduna satın alınınca öğretmenimiz ödev vermişti, sevincimizi dile getirmeliydik.
Ortaokul öğrencisi idim, ödevimin başlığı “Demir yolumuz, Bağımsızlık yolumuz.” idi.
Tütün rejisi 4 milyon Frank’a satın alınınca bu sefer ayınkacılar bayram etmişti. Ayınkacı tütün yetiştirici demektir. Köylümüz yetiştirdiği tütünü eşeğine yükleyip, pazara indiremezdi.
Tütün ille de bir yabancı tekele, bu tekelin biçtiği fiyattan satılacaktı.
İndirse kaçakçı sayılıyor, ya hapse atılıyor veya tütün kolcuları ile çatışıyor ve vuruluyordu.
Bir ayınkacı türküsü şöyle der:
Hacılar köyüne bastığım oldu,
Tütünümün dengi yastığım oldu,
Aman dostlar bakın benim çareme,
Tütünün tozunu basın yareme.
Cumhuriyet savaşlardan çıkıp da, ekonomik gelişmesine odaklanınca 1930 Dünya Ekonomik Buhranı patlak verir. Buhranın Türkiye’ye etkisi, tarım ürünleri ve meyveyle sınırlı olan dışsatımı vurması olur. Buğdayın kilosu 15 kuruştan 3 kuruşa düşer.
Köylü gelirinin bu kadar düştüğünü gören Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne şöyle bir teklifte bulunur:
“Bizim maaşlarımızla halkın geliri arasında büyük bir fark ortaya çıktı. Bu Cumhuriyet idaremize yakışmaz.
Benim maaşım dâhil milletvekili maaşlarını yüzde elli azaltalım.”
Teklif kabul edilir.
Cumhuriyet ilan edilince memlekette yatırıma harcanacak sermaye ve ekonomik hayatı idare edecek eğitilmiş insan yoktur.
Bu nedenle Cumhuriyet ekonomik kalkınmayı devlet eliyle yapmaya karar vermiştir.
Devlet sermayesi ile iki banka Etibank ve Sümerbank kurulmuş, vatandaştan birikimlerini bankaya yatırmaları istenmiştir. Devletine güvenen vatandaş da elinde avucunda ne varsa bankalara yatırdı.
Ben çamurdan yaptığım kumbarama her hafta babamın verdiği yüz paraları biriktirir, bankaya yatırırdım.
Bu ekonomik kalkınma hamlesini bir yerli malı seferberliği izlemiştir.
Biz bayramlarda ziyaretçilerimize şeker ve çikolata yerine incir ve fındık ikram ettik.
Çayı Kazova’nın kızıl üzümü ile içtik.
Çünkü şeker dışardan satın alınıyordu.
Cumhuriyet yurdun doğusuyla batısını, güney ve kuzeyini demiryolları ile birleştirmek istemiştir.
Bu bir milli savunma sorunu idi.
Atatürk diyor ki; “700 kilometre demir yolumuz var, bir kilometresi bile bizim değil.”
1932 yılında ilk tren Gemerek’e ulaştığında ben istasyonda idim. Halkın tabiri ile kara treni alkışlar ve yaşa var ol sesleri ile karşılamıştık.
Hoş bir fıkra var.
İlk tren Erzurum’a varınca belediye başkanı nutuk veriyor;
“Vatandaşlar, Cumhuriyet fabrikalar yaptı. Sanmam ki kâr edeler vallahi de zarar edirler, billahi de zarar edirler.
Otobüsler aldı, yollar düzenledi, sanmam ki kâr ederler.
Bunlar hep sizin içindir.
Cumhuriyet ayağıza kadar tren getirdi bundan sonra iki ayda gittiğimiz İstanbul’a üç günde varacağız.”
O vakit bir vatandaş sorar:
“Peki biz 57 gün ne yapacağız?”
Değerli Dinleyicilerim
Ben 1929 yılından itibaren Cumhuriyetle beraber iyili kötülü olayların içinde çalkalandım. Size söyleyeceklerimin bir kısmına ben tanık oldum.
Bunların arasında beni çok etkileyen bir olay var.
Mustafa Kemal Atatürk 1937 yılında Sivas lisesinde benim bulunduğum sınıfa geldi.
Atatürk adı etrafında oluşan efsanenin etkisindeyiz.
Gözleri o kadar kuvvetli imiş ki gözlerine bakan çarpılırmış.
İlkin korka korka, gözlerine bakıyoruz.
Çarpılmadığımızı görünce o mavi gözlere 45 dakika doya doya baktık.
Dersimiz hendese idi. (Yani geometri).
Atatürk dişçinin kızı Saadet’i tahtaya kaldırdı.
Geçen derste müselleslerin nasıl eşit sayılacağını okumuştuk.
Saadet bunun için tahtaya iki müselles çizdi. Biz o vakit üçgene müselles derdik. Saadet müsellesin kenarlarına alfa, beta ve gamma harflerini koydu.
Atatürk’ün birden kaşları çatıldı ve Saadet’e neden Yunan harfleri kullandığını sordu. Saadet, hocamız böyle yazdı, ben de onun için kullanıyorum deyiverdi.
Matematik hocamız müdür Ömer Bey sınıfta idi.
Atatürk aynı soruyu ona sorunca Ömer Bey topu bakanlığa attı. Bakanlık bir kitap göndermişti, onda bu harfler kullanılmıştı. Atatürk kitabı istedi o sayfayı buldu, yırtıp yere attı.
Sonra gidip parmakları ile Yunan harflerini sildi yerine abc yazdı. Bize; “arkadaşlar Türk alfabesi matematik terimlerini de ifade etmeye yeterlidir.” dedi.
Aradan bir hafta geçmeden abc’li yeni kitabımız geldi.
Atatürk dilin sadeleşmesine ve halkın, aydınların dilini anlamasına çok önem verirdi.
Halkçılık onun inanışında kuru bir slogan değildi.
Halkın arasına karışmaktan çok hoşlanırdı.
Bir gece Atatürk kayıp, polis ve jandarma seferber olmuş her tarafı aramış taramışlar. Atatürk yok.
Sabaha yakın Onu Samanpazarı’nda bir kahvede, halka karışmış Zeybek oynarken bulmuşlar.
Cevat Dursunoğlu şunları yazdı:
“Mustafa Kemal Paşa Erzurum kongresine gitmektedir, yıl 1919. Ilıca köyüne varınca bir ağacın altına oturup kahve içmek isterler. Kahveler içilirken yolda bir kağnı belirir. Pılı pırtı yüklü kağnıda iki de delikanlı oturmaktadır.
Kağnıyı yetmişlik bir ihtiyar sürmektedir. İhtiyar çağrılır.
Paşa sorar:
“Baba nereden gelip, nereye gidiyorsun?”
İhtiyar:
“Çukurova’dan gelirem, Erzurum’a gidirem.”
Paşa sormaya devam eder:
“Baba Erzurum’da ortalık karışık, savaş tehlikesi var. Eşkıya tehlikesi var, niye gidiyorsun? Çukurova’da geçinemedin mi?” İhtiyar Mevlut Dayı:
“O nasıl söz paşam Çukurova verimli topraktır, insanı diksen yeşillenir. Bizim uşaklar da çalışkandır, bey gibi geçinip gidiyorduk. Ama duymuşam ki padişah Erzurum’u düşmana verecekmiş, gelmişem ki görim, kimin malını kime verir?” der.
Paşa yanındakilere der ki
“Arkadaşlar bu milletle başarılamayacak hiçbir iş yoktur.”
Değerli dinleyiciler
Size Atatürklü yıllardan unutamadığım bir olayı daha anlatacağım. 1930’lu yılların başında sanıyorum, Atatürk, gece geç vakit Mısır Büyükelçiliğini ziyaret eder.
Sabaha kadar yenir, içilir, eğlenilir.
Güneş doğarken Atatürk Mısır elçisini balkona çağırır ve şunları söyler.
“Buradan güneşin doğuşunu nasıl görüyorsam, esir milletlerin de birer birer kurtulacaklarını ve bağımsızlıklarını elde edeceklerini öyle görüyorum.”
Atatürk'lü Cumhuriyet her zaman müstemlekecilere karşıt, küçük devletlerden yana, onurlu bir politika uygulamıştır.
Cezayirli gençler Fransız müstemlekecilere karşı kanlı bir savaş verirken ellerinde Mustafa Kemal’in resmini taşıyordu.
Hindistan bağımsızlığının büyük lideri Gandi İngiliz parlamentosunda şöyle konuşuyordu:
“Haydi beni tutuklayın, ama tutuklamakla iş bitmiyor.
İşte Türkler kendi cenaze törenleri için hazırlanan tabutu istilacıların başında parçaladı.”
Pakistan’ın ilk cumhurbaşkanı Muhammed Ali Cinnah 30 ağustos zaferimiz üzerine şöyle diyecekti:
“Bu zafer bütün esir milletlerin zaferidir.”
İngiliz başbakanı Lloyd George, Çanakkale savaşının en büyük destekçisi idi. Türkler koca İngiliz İmparatorluğunu Çanakkale’de dize getirince Lloyd George parlamentoda şöyle konuşacaktı:
“Tarih nadiren dahi yetiştirir, bizim talihsizliğimiz şu ki böyle bir dâhiyi bugün Türk milleti yetiştirmiştir, ne yapsak, ne tarafa gitsek Mustafa Kemal’in iradesini kıramadık, ben istifa ediyorum.”
Değerli dinleyicilerim
Ben yüz yaşına yaklaşmış bir faniyim.
Öyle zannediyorum ki İngilizce, Türkçe, Fransızca kitaplarım, makalelerim ve Amerika’da Norveç’te, Rusya’da, İngiltere’de, İran’da ve Türkiye’nin birçok kentinde yaptığım konuşmalarımla bu kadar güçlüklerle bana emanet edildiğine inandığım Cumhuriyete karşı görevimi yaptım...
Genç arkadaşlarım,
Atatürk Cumhuriyeti özellikle sizlere emanet etmiştir.
Onu çağdaş ve gelişmiş memleketlerin daha yücesine çıkarmak sizin çalışmalarınıza ve gayretinize bakıyor.
Bu görevi başaracağınıza ben inanıyorum.
Konuşmamı bitirirken hepinizi sevgi ve saygı ile selamlıyorum.”
Prof.Dr. İlhan Başgöz
T.C. Şikago Başkonsolosluğu
19 Mayıs 2019
./.
4 notes
·
View notes
Text
[E'LAST TANITIM]
E-Entertainment adı altında 9 Haziran 2020'de çıkışları gerçekleşen ve şirketin tek grubudur. E'LAST : Rano, In, Seungyeop, Baekgyeul, Romin, Wonhyuk, Wonjun ve Yejun isimli 8 üyeden oluşuyor. Fandom isimleri ELRING. Onları tanımak için ↓
Sahne adı: Rano
Doğum adı: Byun Youngseop
Doğum günü: 10 Aralık 1998
Olası pozisyonları: Lider, rapper ve ana dansçı
Boy - Kilo : 175 / 60
Rano 19 Ağustos 2019'da açıklandı. Dalgona kahvesini sevmiyor. En parlak üye. Önceden No.1 DEF dans okulunda bulunuyordu. Grupta baba görevini üstleniyor. Kötü espriler yapıyor. En disiplinli üye. Yejun ile aynı bölgede oturdukları için aynı ortaokul ve liseye gittiler. Gece 2-3 gibi atıştırmalık yemeyi sever ve geç uyur. Rol modelleri BTS, Seventeen, Astro
Sahne adı: Choi In
Doğum adı: Choi In
Doğum günü: 11 Şubat 1996
Olası pozisyonu: Dansçı ve vokal
Boy - Kilo: 170 / 50
In 17 Ağustos 2019'da açıklandı. Gruptaki en büyük üye. Önceden D.O.B ve T.O.Y isimli sokak dansı Gruplarındaki. Piyano çalabiliyordu. Grupta anne görevini üstleniyor. Çok iyi yemek yapıyor. Uzun süre yalnız yaşamış. Aegyo yapmayı seviyor. Rol modelleri Jimin, Kai, Taemin, Taeyong
Sahne adı : Seungyeop
Doğum adı: Choi Seungyeop
Doğum günü: 8 Mayıs 1997
+ İngilizce ismi: Joseph Choi
Olası pozisyonu: Vokal ve visual
Boy - Kilo: 176 / 60
Seungyeop 21 Ağustos 2019'da açıklandı. Prison isimli bir müzikalde Brian isimli karakteri oynadı. DIMA'da müzikal üzerinde ustalaştı. E-Entertainment'de en uzun süre eğitim alan üye. Seungyoep güçlü. Biraz akrobasi yapabiliyor. Rol modeli Yunho (TVXQ - U-Know)
Sahne adı: Baekgyeul
Doğum adı: Baek Sunwoo
Doğum Günü: 1 Aralık 1999
Olası pozisyon: Lider vokal
Boy - Kilo: 180 / 61
Baekgyeul 30 Aralık 2019'da açıklandı. Gitar çalabiliyor. Üyeler modaya uyduğunu düşünüyor. Evde vakit geçirmeyi seviyor. Star Wars hayranı. Spectrum üyesi Minjae ile stajyerlik zamanından beri arkadaşlar. Rol modelleri Baekhyun, Seventeen, Kim Sam, Park Hyoshin
Sahne adı: Romin
Doğum adı: Choi Youngmin
Doğum günü: 24 Mayıs 2001
Olası pozisyon: Alt vokal ve dansçı
Boy - Kilo: 179 / 58
Romin 31 Ocak 2020'de açıklandı. Üyeler en yakışıklı üyelerden biri olduğunu düşünüyor. Modayla çok ilgileniyor. Üyeler swag olduğunu söylüyor. Rol modelleri Justin Bieber, NCT 127 (özellikle Taeyong), NCT DREAM, BTS
Sahne adı: Wonhyuk
Doğum adı: Won Hyuk
Doğum günü: 22 Şubat 2002
Olası pozisyonlar: Ana vokal ve rapper
Boy - Kilo: 181 / 63
Wonhyuk Produce X 101'da 1 yıl 2 ay eğitim aldı. Produce X 101'ı 33. sırada bitirdi. Trot söyleyebiliyor. 6 yıl futbol oynadı. Biraz Japonca konuşabiliyor. EXID'den Solji'ye benzediği söyleniyor. Hayranlarını Wonchudan olarak çağırıyor. Wonhyuk ve Wonjun 14 Ağustos 2019'da 1hyuk + 2wonjun + 3 isimli ücretsiz bir hayran buluşması düzenledi. Gruptaki en uzun üye. İdollerin videolarını izlemeyi, uyumayı ve şarkı sözü yazmayı seviyor. Rol modeli BTS ve ATEEZ (özellikle Hongjoong & San), The Boyz, NCT
Sahne adı: Wonjun
Doğum adı: Lee Wonjun
Doğum günü: 08 Mart 2002
Olası pozisyonlar: Ana rapper ve vokal
Boy - Kilo: 171 / 58
Wonjun Produce X 101'da 9 ay eğitim aldı. Produce X 101'ı 47. sırada bitirdi. Bateri ve piyano çalabiliyor. İngilizce ve Çince konuşabiliyor. Hayranlarını 21Dan olarak çağıyor. Ortaokulda sınıf başkanıydı. Wonder Girls'den Sohee'ye benzediği söyleniyor. Ailesi profesör. Wonhyuk ve Wonjun 14 Ağustos 2019'da 1hyuk + 2wonjun + 3 isimli ücretsiz bir hayran buluşması düzenledi. Jellyfish'ten Kim Minkyu, Source Music'ten Kim Hyunbin ve MBK'den Nam Dohyon ile yakın. Rol modelleri BTS, ATEEZ, DAY6, Lee Seunggi
Sahne adı: Yejun
Doğum adı: Oh Yejun
Doğum günü: 23 Ağustos 2002
Olası pozisyon: Alt vokal ve maknae
Boy - Kilo: 178 / 58
1Yejun 28 Mart 2020'de açıklandı. Üyeler ona saçlarından dolayı "chocolate poodle" diyor. Çok yemek yiyor ve çok fazla gülüyor. Rano ile aynı bölgede oturdukları için aynı ortaokul ve liseye gittiler. Rol modelleri EXO, TXT
5 notes
·
View notes
Text
"Doğu Türkistan" yalanları ve gerçekler-7
Doğu Türkistan meselesinde, en çok yalanlar sosyal medyada. Bu yalanlara babası FETÖ imamı olan Youtuber Ruhi Çenet, Mesut Özil gibi birçok ünlü isim de katılıyor. Karar, Yeniçağ, Yenişafak, Yeniakit, Milli gazete Türkiye'de bu yalanları en çok duyuran basın organları.
Sosyal medyadaki yalanlar.
Gelin o yalanlara bakalım.
Kasım 2018:
Bu fotoğrafın Çinliler tarafından işkence edilen bir Doğu Türkistanlıyı gösterdiği iddia edildi. 28 Kasım 2018’de Bir Yusuf Olmak adlı bir Facebook sayfasında paylaşılan fotoğraf 7 bine yakın paylaşım aldı. Fotoğraf 2012 yılından beri benzer bağlamlarda paylaşılıyor. Fakat fotoğrafın işkence gören bir Doğu Türkistanlıyı gösterdiği doğru değil. Fotoğraf, 2004 yılında Chicago’da düzenlenen bir protestoda yapılan bir canlandırmadan. Fotoğraf, bir spiritüel öğreti olan Falun Gong (Falun Dafa olarak da bilinir) takipçilerinin 24-26 Mayıs 2004 tarihlerinde Chicago’nun Federal Plaza meydanında düzenlediği bir gösteriden.
Aralık 2018:
Bir fotoğrafta, Çin polisinin Uygur Türklerinin evlerinden Kuran'ları topladığı iddia edildi. Oysa fotoğrafların Ekim 2016’da Fas’taki yoğun yağış yüzünden zarar gören Suudi Arabistan Büyükelçiliği’nden çıkaran Kuran'lar olduğu ortaya çıktı.
Aralık 2018:
Bu fotoğrafta birbirine sarılan iki çocuğun Çin’in işkencesinden kaçan iki kardeş olduğu iddia edildi. Oysa 2007'de çekilen fotoğraftaki çocuklar Vietnam'ın bir köyünde ailesi tarlada çalışmaya giden kardeşlerdi.
Ocak 2019: Mihrigul Tursun isimli bir Uygur, Urumçi Hapishanesi'nde tutuklu kaldığı süre boyunca dokuz Uygur kadının öldüğünü iddia etti. Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hua Chunying, 'Tursun hiçbir zaman Urumçi'de hapishanede tutuklu kalmadı' dedi.
Ocak 2019:
Sanatçı Bedirhan Gökçe’nin resmi hayran sayfası tarafından 9 Ocak 2019’da paylaşılan, elleri bağlı şekilde yerde yatan ve kollarını açan insanların olduğu fotoğraflar yaklaşık 2 bin kişi tarafından beğenildi. Ancak, elleri bağlı şekilde yerde yatan ve kollarını açan bir adamın olduğu fotoğrafların Çin tarafından işkence yapılan Doğu Türkistanlı Müslümanları gösterdiği iddiası doğru değil. İşkenceye uğramış gözleri bağlı kişi, Falun Gong (Falun Dafa olarak da adlandırılıyor) isimli spiritüel bir kuruluşun üyesi. Diğer fotoğraf ise Çin’deki Hristiyan bir kiliseye mensup olan Cai Xiangdong isimli kişiye yapılan işkenceyi gösteriyor. İlk kez 1992 yılında Li Hongzhi tarafından açıklanan Falun Gong, Buda okuluna bağlı kişisel gelişim uygulaması olarak kendisini tanımlamakta. Uygulamanın temelinde evrenin en yüksek nitelikleri olduğu belirtilen “Doğruluk, Merhamet, Hoşgörü”nün yer aldığı ifade ediliyor. Öğretinin kurucusu Li Hongzhi 1998 yılında ABD’ye göç etti. Çin Hükümeti ise öğretinin tehlike oluşturduğunu ileri sürerek 22 Temmuz 1999’da aldığı kararla Falun Gong’u yasakladı.
Ocak 2019:
Bu videonun Çinli birkaç kişinin Uygur Türkü bir kız çocuğuna yaptığı işkenceyi gösterdiği iddia edildi. Söz konusu videoda bir grup çocuğun aralarına aldıkları bir kız çocuğunun başına kola döktükleri görülüyor. Videodaki kız çocuğu bu nedenle sürekli ağlıyor. Facebook’ta 17 Ocak 2019’da Peygamberimizin Sevenleri isimli sayfa tarafından paylaşılan video şimdiye kadar 347 bin görüntülenmeye ulaştı ve yaklaşık 5 bin 800 defa paylaşıldı. Ancak videonun Doğu Türkistan’da Uygur Türkü bir kız çocuğuna yapılan işkenceyi gösterdiği iddiası doğru değil. Video, Mart 2016’da Meksika’nın Naucalpan şehrinde Castores (Kunduzlar) kız izci grubunda yaşanan bir olayı gösteriyor. İzci grubunu yöneten kişi diğer çocuklardan aralarına aldıkları kız çocuğunun başından aşağı kola dökmelerini istiyor. Eyalet valisinin açıklamasına göre sorumlular hakkında soruşturma başlatılmış.
Haziran 2019: Uygur yazar Nur Muhammed Tohti'nin sorgu ve işkence sırasında öldüğü ileri sürüldü. Oysa Tohti'nin 31 Mayıs 2019 akşamı evinde kalp krizi geçirdiği belirlendi.
Kasım 2019: New York Times, Çin Yönetimi'ne ait resmi belge olduğu iddia edilen 403 sayfalık rapor, yayımladı. Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Geng Shuang, Çin'in Sincang'daki çabalarını karalamak için bu sözde iç belgelerin abartılarak sunulduğunu belirtti. 24 Kasım'da ise 14 ülkeden 17 medya kuruluşu aynı anda China Cables adıyla sözümona belgeler yayınladı.
Aralık 2019:
Facebook’ta yapılan bir paylaşımda yer alan ve yedi fotoğraftan oluşan bir kolajın da Çin’in Doğu Türkistan’da uyguladığı zulmü gösterdiği iddia edildi. Facebook’taki bir kullanıcı tarafından 1 Aralık 2019’da paylaşılan fotoğraflar, şimdiye kadar 34 binden fazla paylaşım aldı. Ancak bir araya getirilen fotoğrafların hiçbiri yeni tarihli değil, bazılarının da Doğu Türkistan ile ilgisi yok. İddia konusu kolajda bulunan fotoğrafların dördü, 5 Temmuz 2009’da Çin’in Urumçi şehrinde başlayan protestolardan; sağ üstteki fotoğraf ise 2003’te Çin’de kreşte çocukları zehirlediği için tutuklanan bir adama ait. Sol alttaki fotoğrafsa 2000 yılında yine Çin’de bir kaçakçılık suçlamasıyla yargılananları gösteriyor.
Aralık 2019:
Sosyal medyada paylaşılan bir fotoğrafın, Çin devletinin Müslüman Uygurlara yaptığı işkenceyi gösterdiği iddia edildi. Paylaşımda Uygurların boynuna oruç tuttukları için cansız köpekler asıldığı da öne sürüldü. Bir kullanıcı tarafından 3 Aralık 2019’da Facebook’a yüklenen fotoğraf, şimdiye kadar 4 bin kez paylaşıldı. Ancak iddia doğru değil. Fotoğraflar, 2012 yılında köpek hırsızlığı yaptıktan sonra yakalanan ve hukuksuz şekilde cezalandırılan iki kişiye ait. Köpek hırsızlığının sıkça görüldüğü Çin’de, yakalanan hırsızlar benzer yöntemlerle cezalandırabiliyor.
Aralık 2019:
Üç bine Uygur'un idam edileceği iddia edildi. Facebook’ta yaygınlaşan fotoğraf, 18 bin kullanıcı tarafından paylaşıldı. Aynı fotoğraf daha önce Pakistan’da işkence yapıldığı iddialarıyla da dolaşıma girmişti.Bu uçuk iddiayı Seyit Tümtürk sosyal medya hesabından yalanlamak zorunda kaldı. Ancak iddia doğru değil. Fotoğraf 1992’de 111 kişinin öldürüldüğü Brezilya’daki Carandiru hapishanesi katliamını anlatan Carandiru (2003) filmi için çekilmiş.
Aralık 2019:
Doğu Türkistan’da Çin’in işkence ettiği bir Uygur çocuğu gösterdiği iddia edildi. Facebook’da 5 Aralık 2019 tarihinde paylaşılan bir gönderi, 400’e yakın beğeni ve paylaşım aldı. Ancak iddia doğru değil. Fotoğraf 2007 tarihli “Mongol: The Rise Genghis Khan” (Moğol: Cengiz Han’ın Yükselişi) adlı filmden bir sahneyi gösteriyor.
Aralık 2019:
Sosyal medyada paylaşılan video görüntülerinin, Çinlilerin Doğu Türkistan’da işkence ettiği Uygur Türklerini gösterdiği iddia edildi. 10 Aralık 2019’da paylaşılan video, yaklaşık 1400 retweet ve 1000 beğeni aldı. Ancak iddia doğru değil. Video, Endonezya’da hırsızlık yaptıkları gerekçesiyle dövülen üç genci gösteriyor.
Aslında böyle çok yalan var. Ben yakın tarihli olanları ya da çok ses hgetirenleri seçmeye çalıştım. Görüldüğü gibi Eğitim Merkezleri yalanları ortada. Biz gerçek fotoğrafları paylaştık.
Diğer yalanlar:
İbadet özgürlüğü yok: Sincian-Uygur Özerk Bölgesi'nde resmi verilere göre 13 milyon Müslüman, 25 bin civarında camii var. 530 kişiye bir cami düşünüyor. Türkiye’de ise 910 kişiye bir cami düşüyor. Sinciang’a gidin en teknolojik, galoşla girilen en hijyenik camileri göreceksiniz.
Her eve Çinli yerleştiriliyor: Çin, teröre karşı toplumsal dayanışmayı kuvvetlendirmek, komşuluk ilişkilerini güçlendirmek için seferberlik başlattı. Uygurların evlerine Çinlilerin yerleştirilmesi gibi bir uygulamama ise yok.
Dil yok ediliyor: İlkokuldan üniversiteye kadar Uygurca, Kazakça ve Kırgızca eğitim yapılmaktadır. 24 saat Uygurca yayın yapan televizyon var. Divan-ı Lügat-it Türk gibi birçok kitap Uygurca basıılmaktadır. Bölgede çok sayıda Yaşar Kemal’in, Sabahattin Ali’nin kitapları da dahil olmak üzere Türkçe roman ve tarih kitabı da yayınlanmıştır.
Kültür yasaklanıyor: 2017 itibariyle Sinciang’da 112 halk kütüphanesi, 173 müze, 57 sanat galerisi, 119 kültür merkezi ve binlerce spor tesisi bulunmaktadır. Uygur kilimleri, Etles İpeği gibi kültürel ögeler de 91 adet kültürel miras koruma noktasıyla korunmaktadır.
Uygurlar yönetimde temsil edilmiyor: Yalnız Uygurların değil bütün milliyetlerin temsilcilerinin hem merkezî yönetimde hem de bölgesel ve yerel yönetimlerde etkin olarak görev yapmaları sağlanmaktadır. Sincian-Uygur Özerk bölgesinin başkanı Şöhret Zakir Uygur’dur. Çin Komünist Partisi Merkez Yönetimi içinde Uygur temsilci bulunmaktadır. Kongrede çok sayıda Uygur temsil edilmektedir.
15 notes
·
View notes
Link
Tek yol devrim!
ATILIM
22 MAYIS 2020 CUMA
Yalnızca sosyalist bir devrim kan emici burjuvazinin iktidarına son verir. Varoluşsal kriz koşullarında reformlar yoluyla yaşamı emekçiler adına yaşanılabilir kılmanın, doğa ve canlı yaşamını kurtarmanın zemini objektif olarak kalmamıştır. Burjuvazinin gidebileceği bir yol yok; liberal, her türlü reformcu aklın da yolu yol değil. Bu nedenle komünistlerin çözüm önerisi olabildiğince sade ve yalındır: Tek yol devrim, kurtuluş sosyalizm!
Hayat nelere kadir! Gözle görülmesi imkansız bir virüs kapitalizmin çürümüşlüğünü ve çözümsüzlüğünü olduğu kadar "yeni bir dünyanın" zorunluluğunu da birkaç ay içinde dünyanın gözünün içine soktu. Egemen sınıf olarak burjuvazinin tahakkümü altında yaşayan işçi sınıfı ve ezilenler, ister tek tek bireyler olarak olsun, isterse de sosyal sınıf ve tabakalar olarak olsun, kapitalist-emperyalist sistem içindeki gerçek konumlarını, oynadıkları rolü bizzat günlük olarak yaşadıkları çelişkinin yarattığı farkındalık üzerinden görmeye başlıyor. Bu bir tür kendiliğinden gelişen sosyal bilinç biçimidir ve genel olarak şekillendiği burjuva ideolojik hegemonyanın hükmünün altında değil, uzlaşmaz çelişkilerin can alıcı şekilde kendini dışa vurmasıyla oluşuyor. Salgın koşullarında çalıştırılan işçi patron karşısında insandan daha az bir şey olduğunu, ömrünce sömürülmüş bir yaşlı yeri geldiğinde bir safra gibi atılabildiğini, kapitalizmin gelişimiyle evden çıkan ve yeniden toplumsal bir varlık olarak yaşama giren kadın her fırsatta ev köleliğine döndürülmek istendiğini görüyor, deneyimliyor örneğin. Bu sosyal bilinç hali, sömürü ve kâra dayalı kapitalist düzenin sonucudur ve artık burjuvazinin ideolojik, politik, örgütsel hegemonyasının kırılmasının mümkün olduğunu gösterir.
Peki, salgın olmasaydı bu gerçeklik olmayacak mıydı? Elbette olacaktı ve vardı. Sözü edilen kriz gerçekliğinin nesnel olarak varlığı değil, onun kavranma ve şimdilik kendiliğinden olsa da bilince çıkarılma düzeyidir. Bugün milyonlar kapitalizmin dünyasal yaşamı yok oluşa sürüklediğini daha berrak biçimde görüyor, algılıyor. "Yeni bir düzen/dünya" söylemi daha çok yer buluyor kendisine.
Pandemiyle daha görünür hale gelen kapitalizmin varoluşsal krizi, işçi sınıfı ve ezilenlerde bu tür bir sosyal bilinç hali yaratırken bilinçli öznelerde ise yeni bir yol arayışını açığa çıkarıyor. Her kriz döneminde mutat durumdur; egemenler ya da ezilenler cephesinden krize çözüm bulma, yeni yollar arama eğilimi açığa çıkar ve kimi zaman bu somut bir gerçeklik olarak karşılık bulur. Kapitalizmin genel bunalımının ilk doruk noktası olan 1. Paylaşım Savaşı sürecinde proleter çözüm sahne aldı ve krize Ekim Devrimi'yle devrimci bir yanıt verildi. 1929 büyük bunalımının ardından burjuva iktisatçılar Keynes modelini esas alarak kendilerine yol buldu. 70'li yıllarda kapitalist yeniden-üretimin adı neoliberalizm oldu ve emperyalist küreselleşme evresine geçildi. Bugünlerde ise varoluşsal kriz yaşayan kapitalizmin varlığı kimi zaman burjuva ideologlar tarafından dahi sorgulanır hale geldi. Herkes, burjuva ideologlar, liberaller, sol liberaller, sosyal reformcular, akademisyenler, ekolojistler, feministler, sendikalistler, demokratlar bir çıkış ve yol arayışı içindeler. Herkes durduğu yerden, kendi görüş açısından ilerlemeye çalışıyor.
Coğrafyamızdan DİSK'in yakın zamandaki açıklaması bunlardan biri oldu. DİSK, 1 Mayıs bildirisiyle kapitalizmin teşhirine girerken "Yeni bir toplumsal düzen" kuracağını ilan etti. Bu açıklamanın DİSK'in de üyesi olduğu kimi uluslararası sendikal platformların etkisi altında olduğunu, 2019'un ikinci yarısından itibaren gelişen ayaklanmaların rüzgarı altında yazıldığını söyleyebiliriz. Başka bir toplumsal düzenin adını koymasa da DİSK'in açıklamasının uyanmakta olan bilincin belirli bir öznedeki somut karşılığı olarak yorumlamak mümkün.
Dünya işçi sınıfı ve ezilenleri cephesinden mayıs ayı içindeki bir diğer yol arayışının adı ise İlerici Enternasyonal oldu. Mayıs-eylül ayları arasındaki "inşa" döneminin ardından girişim, İzlanda'da toplamayı planladığı zirveyle kuruluşunu ilan edeceğini duyurdu. Girişimin özneleri arasında 31 ülkeden 50'yi aşkın danışman arasında Türkiye'den HDP Onursal Başkanı Ertuğrul Kürkçü ve yazar Ece Temelkuran da var. 2019'da dünyayı sarsan ayaklanmalar dalgasının dünya çapında bir ortak mücadele cephesi için koşulları olgunlaştırdığı tespitinden hareket eden girişim, Covid-19 salgınının "herkes için sağlık, işçilerin korunması ve uluslararası işbirliğine duyulan acil ihtiyacı açığa çıkardığı" ve "kolektif haklar için mücadele edilmesi" gerektiğinden hareket ediyor.
Daha yakın zamanda ise uluslararası düzlemden bir yol arayışına daha tanık olduk. "Krizden Çıkış Manifestosu" ilan eden 3 bin araştırmacı, aydın, akademisyen krizden nasıl bir çıkış düşündüklerini işçi sınıfı ve ezilenlere ilan ettiler. İşin ve işletmenin demokratikleşmesini, sektörleri ve emekçileri "serbest piyasa" yasalarından korumayı, "demokratik yönetişim mekanizmalarıyla gezegen ve sermaye arasında bir denge sağlamayı" önerdiler. Sınıf uzlaşmasını temel alan bu eğilim bu kadar çürümeye karşı ahlaki bir kapitalizmi çözüm olarak göstermiş oldu.
Bütün bunlar birbirinden farklı düzlemlerden kapitalizmin varoluşsal krizine verilen, verilmekte olan yanıtlar ya da yol arayışları. Her biri tek tek ele alınarak analiz edilebilir, eleştiri süzgecinden geçirilebilir elbette. Ancak bu yazıdaki amacımız bu fikir ve metinlerin kritiğini yapmak değil, dosdoğru bu fikirlerin boy verdiği toprağa, zemine bakmak. Açık ki, alenen söylensin ya da söylenmesin tartışılan şey doğanın ve toplumsal yaşamın gelişmesinin yasalarıdır. Tekelci sermaye ile toplumun geri kalanları arasındaki çelişkilerin bu denli şiddetlendiği bir süreçte "krizden çıkış yolu" var mıdır ve nasıl çıkılır? "Yeni bir toplum düzeni" nedir ve daha önemlisi nasıl kurulacaktır? Kapitalist bir toplum düzeni içinde, emperyalist küreselleşme koşulları altında insan ve doğa yaşamını idame ettirmek mümkün müdür? Değilse çözüm nedir?
2019 yılına damgasını vuran ve küresel bir karakter kazanan ayaklanmaların tamamı kapitalist-emperyalist düzene karşı patlak vermiştir ve sınıf mücadelesinin gelişim seyrini yansıtır. Uzlaşmaz çelişkilerin olduğu bir toplumda bir sınıf başka bir sınıfın emeğine el koyar. Sınıfsal uzlaşmazlığın kaynağı tam olarak burasıdır ve bunun değişim yolu sömürücü sınıfın emeğin sömürülmesinden belirli oranda vazgeçmesi ya da göreli olarak bu emeği sömürdüğü sınıflarla paylaşıma açması değildir. Uzlaşmaz sınıf çelişkileri ancak bir sosyal devrim yoluyla, politik iktidarın sömürücü sınıftan zor yoluyla alınmasıyla çözülür, başka hiçbir biçimde değil! Bu bir niyet değil, rastlantısal bir gelişim değil, düpedüz tarihin zorunlu gelişim yasasıdır.
Krizin geldiği düzey ve kendi iç dinamikleriyle çözülmesinin nesnel zemininin kalmadığı, emperyalist küreselleşme evresine ulaşan kapitalizmin kendisini yenileyemediği, tam da bundan dolayı patronların ancak işçi sınıfının bugüne kadarki bütün kazanımlarını gasp ederek ayakta kalabildiği, burjuvazinin çelişkilerin keskinleştiği oranda yalnızca kemer sıkmakla kalmayacağı, aynı zamanda emekçilerin isyanlarını bastırmak için faşist rejimler yoluyla toplumun gırtlağını da sıkacağı, yayılmacı heveslere kapılarak savaş ve işgal yoluyla yeni sömürü ve talan alanlarına girişeceği bir zeminde bulunuyoruz. Bugünkü koşullar, patronla işçiler arasındaki çıkar birliğinin düzmeceden ibaret olduğunu, işletmelerin demokratikleştirilmesi ve kâr paylaşımının en iyi tabirle hoş bir hülya olduğunu, tekellere kabul ettirilecek uluslararası yasalarla doğa ve canlı yaşamının kurtarılabileceğinin boş bir beklenti olduğunu yeterince ortaya koyuyor. Tüm bunlar 30 yıl önce burjuva ideologların ilan ettiği gibi "tarihin sonunun" değil, kapitalist-emperyalist dünya düzeninin sonunun geldiğini gösteriyor.
Yeni bir düzen kurulması gerektiği muhakkak. Ancak bu ne kapitalizmin karşısına adsız bir dünya çıkarmaktır ne de mevcut dünya düzeninin içinde reformlar yoluyla d��zenleme yapmaktır. Bir ekonomik toplumsal düzenin yerini bir başka ekonomik düzenin alması üretici güçlerle, artık eskimiş, yıkıma uğramış üretim ilişkileri arasındaki uzlaşmaz çelişkinin, yani sınıf mücadelesinin bir toplumsal devrimle aşılmasıdır. Bugün sorun burjuvaziyi sınırlamak, geriletmek, kontrol altına almak ya da dünyanın yok oluşa doğru döndüğünü yana yakıla anlatıp ispata girişmek değildir. Sorun, dünyanın sırtından burjuvaziyi indirmektir. Güncel koşullarda çelişkilerin alabildiğine keskinleşmiş ve görünür olması yalnızca sınıf mücadelesinin şiddetli bir biçimde gelişmekte olduğunu, dolayısıyla şiddetli bir devrim durumunun kapıda olduğuna işaret eder. İşçinin, kadının, boyunduruk altındaki ulusların, dünya halklarının kurtuluşunun tek bir çıkış yolu vardır, o da toplumsal bir devrim yoluyla kapitalizmin yıkılması, yerine yeni bir toplumsal düzen olarak sosyalizmin kuruluşunun başarılmasıdır. Yalnızca sosyalist bir devrim kan emici burjuvazinin iktidarına son verir.
Varoluşsal kriz koşullarında reformlar yoluyla yaşamı emekçiler adına yaşanılabilir kılmanın, doğa ve canlı yaşamını kurtarmanın zemini objektif olarak kalmamıştır. Burjuvazinin gidebileceği bir yol yok; liberal, her türlü reformcu aklın da yolu yol değil. Bu nedenle komünistlerin çözüm önerisi olabildiğince sade ve yalındır: Tek yol devrim, kurtuluş sosyalizm!
2 notes
·
View notes
Text
Kimseyi sevmeyeceğim dediğim anda seni nasıl her şeyden çok sevdiğimi anladım.
22 Mayıs 2019
♥︎
3 notes
·
View notes
Link
Türkiye İş Bankası İktisadi Bağımsızlık Müzesi, bankanın Ankara Ulus’taki tarihi binasının müzeye dönüştürülmesiyle gezilecek yerler listesine girmiştir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulan ve oldukça köklü bir tarihe sahip olan İş Bankası, milli iktisat tarihi açısından büyük önem taşıyan birikimini, İş Bankası Müzesi’nde sergilemektedir. 2 Mayıs 2019 tarihinde ziyarete açılan müze, bankanın tarihi hakkında bilgi sunmakta ve Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren Türkiye’nin iktisadi hayatını anlatmaktadır.
Ücretsiz olarak ziyaret edilebilen müzede İş Bankası’nın personeli görev yapmaktadır. Müze içerisinde 10-15 kişilik gruplara ücretsiz rehberlik hizmeti verilmektedir.
İktisadi Bağımsızlık Müzesi Binası
İktisadi Bağımsızlık Müzesi Müzesi Bölümleri
1929 yılında İş Bankası’nın 3. Genel Müdürlük binası olarak Mimar Giulio Mongeri tarafından tasarlanan müze binası, Genel Müdürlük Kavaklıdere’deki yere taşındıktan sonra Ulus Heykel Şubesi olarak hizmet vermeye devam etmiştir. Bina, müzeye çevrildikten sonra ise bankanın birçok bölümü restore edilmiştir.
Kiralık Kasa Bölümü: Bankanın zemin katında yer alan ”Kiralık Kasa Bölümü” ziyaretçilerin ilgisini çekmektedir. Zırlı bir kapının içerisinde yüzlerce kasa yer almaktadır. Kasalardan bazılarının içerisine sergilenecek eşyalar yerleştirilmiştir.
Paranın dijitalleşmesinden önce oldukça ilgi gören kasalar, müşterilerin değerli menkullerini, mücevher ve kıymetli belgelerini saklamaları için kullanılmaktaydı. Müşteri için ”Kiralık Kasa Sözleşmesi” düzenlenirdi ve müşterinin eşyaları zırhlı kapı ardından kilitli kalırdı.
İktisadi Bağımsızlık Müzesi Kiralık Kasalar
Zemin Bölümü: Müze kapısından girdikten sonra başarılı düzenleme ve ilgi çekici mimariden etkileniyorsunuz. Binanın zemin bölümünün restore edilen kısımlarında İş Bankası’nın tarihi çalışma alanlarını görüyorsunuz. Girişin sağ ve sol tarafında yer alan bölümlerde bankanın şube olarak hizmet verdiği dönemden kalan eşyalar sergileniyor. Daktilolar, senetler, kasalar, telefonlar, evrak çeşitli belgelerle tarihe yolculuk yapıyorsunuz.
İş Bankası Müzesi Giriş Katı
Zemin bölümünde giriş sağ ve sol kısmında yer alan banka çalışma alanlarının ardından ise son dereceyle başarılı bir şekilde hazırlanmış olan başka bir alan sizi karşılıyor. Bu alanda Osmanlı İmparatorluğu’ndan başlayarak Türkiye Cumhuriyeti’nde iktisadi gelişmeleri hem sergilenen eşyalarla hem de dijital ve basılı yazılarla takip ediyorsunuz. İş Bankası’nın 100 yıllık tarihinde yaşadığı olayları da yine müzenin bu kısmında görüyorsunuz.
İş Bankası Müzesi’nin zemin katındaki farklı bölümlerde fotoğraf, belge, obje ve filmler sergilenmektedir. Bu bölümlerin bazıları Şişe Cam ve Anadolu Sigorta gibi İş Bankası’nın iştiraklerine ayrılmıştır.
İktisadi Bağımsızlık Müzesi Giriş Katı
1. Kat: İş Bankası Müzesi’nin birinci kat bölümündeki en dikkat çekici kısım, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün binayı ziyaret ettiği sırada misafir edildiği odadır. 22 Ekim 1929 tarihinde “İdare Meclisi Salonu” kısmında Atatürk’ün misafir edildiği oda aslına uygun olarak dekore edilmiştir. Yine müzenin bu kısmında İş Bankası’nın basılı ve görsel materyalleri sergilenmektedir. Cem Yılmaz’ın oynadığı İş Bankası reklam filmleri bu kısımda izlenebilmekte ve İş Bankası’nın tarihi reklam afişleri görülebilmektedir.
İş Bankası Müzesi
Sergi Bölümü ve Sanat Galerisi: Türkiye İş Bankası Müzesi’nin ikinci katı, Sergi Bölümü olarak hizmet vermektedir. Bu kısım, çeşitli sanatçıların sergilerine ev sahipliği yapmaktadır. Müzenin üçüncü katı Sanat Galerisi, dördüncü katı Süreli Sergi ve beşinci katı ise Etkinlik bölümü olarak kullanılmaktadır. İş Bankası Müzesi, Ankara’da kültürel etkinliklere ev sahipliği yapmaktadır.
İktisadi Bağımsızlık Müzesi Sergi Salonu
Ankara İş Bankası Müzesi Ziyaret Saatleri ve Giriş Ücreti
Türkiye İş Bankası İktisadi Bağımsızlık Müzesi, pazartesi günleri haricinde haftanın 6 günü ziyarete açıktır. Ramazan ve Kurban bayramlarının ilk günü ve 1 Ocak günü ise müzenin yıl içinde kapalı olduğu diğer tarihlerdir. Müze, 10:00 – 18:00 saatleri arasında ziyaret edilebilmektedir. İş Bankası Müzesi, ziyaretçilerinden ücret almamaktadır. Müze, ücretsiz olarak ziyaret edilmektedir.
İş Bankası Müzesi Nerede? Nasıl Gidilir?
Ankara’nın Ulus semtinde yer alan İş Bankası Müzesi; 1.TBMM Müzesi, 2. TBMM Müzesi ve Ulus Atatürk Anıtı gibi Ankara gezilecek yerler listesindeki birçok lokasyonun hemen yanındadır. Müzeye ulaşmak için Kızılay’dan Ulus tarafına giden birçok ulaşım aracı bulunmaktadır. Sıhhiye tarafına giden ve Ulus’tan geçen EGO, Özel Halk Otobüsleri’ni kullanarak müzenin yanında inebilirsiniz. Ayrıca Ankara Metrosu’nu kullanarak Ulus Metro İstasyonu’nda indikten sonra yaklaşık 10 dakika yürüyerek müzeye ulaşabilirsiniz.
Bankanın İstanbul’da yer alan müzesi hakkında bilgi almak için muze.isbank.com.tr adresini ziyaret edebilirsiniz.
İş Bankası Müzesi Adresi: Çam Sokak No: 3 Ulus Altındağ Ankara
İş Bankası Müzesi Telefon Numarası: 0 312 311 42 68
Yazı içeriği ve görseller, Tatil Ana sitesi tarafından hazırlanmıştır. Link kullanarak kaynak göstermeden kullanılması yasaktır.
The post İş Bankası İktisadi Bağımsızlık Müzesi Ankara appeared first on Tatil Ana.
via Tatil Ana
1 note
·
View note