#üçüncü sayfa
Explore tagged Tumblr posts
Text
Kadim kadınsın, muhtelif hayati tehlikelerde, üçüncü sayfa manşetlerinde ve her yok satan roman önsözünde bir ceset kadar rahatsız Hiroşima’dan beri büyümeyen ölü çocuklar gibi dedim ya kadınsın, belki emir kipiyle anne.
56 notes
·
View notes
Text
Zihnimizin sahip olduğu en büyük beceri belki de acıyla başa çıkmak. Klasik yaklaşım bize herkesin ihtiyacı doğrultusunda geçtiği dört kapı olduğunu gösterir.
Birinci kapı uykudur. Uyku bize dünyadan ve onu dolduran tüm acılardan kaçabileceğimiz bir sığınak sağlar. Bir insan ağır yaralandığı zaman genellikle kendinden geçer. Aynı şekilde travmatik haberler alan birinin bayıldığı olur. Zihin ilk kapıdan işte böyle geçerek kendini acıdan korur.
İkinci kapı unutmaktır. Bazı yaralar kısa zamanda kapanamayacak, hatta belki de asla iyileşemeyecek kadar derindir. Ayrıca bazı anılar o kadar azap vericidir ki, onlara alışmak mümkün değildir. “Zaman tüm yaraları iyileştirir” sözü yanlıştır. Zaman çoğu yarayı iyileştirir. Geri kalanlar bu kapının ardında saklıdır.
Üçüncü kapı deliliktir. Bazen insanın aklı öyle bir darbe alır ki kendini delilikte saklar. Bu ilk bakışta faydalı gözükmese bile öyledir. Gerçekliğin acıdan başka bir şey getirmediği zamanlar vardır ve bu acılardan sakınmak için zihnin gerçekliği geride bırakması gerekebilir.
Dördüncü kapı ölümdür. Son sığınak. Öldükten sonra bizi hiçbir şey incitemez. Ya da en azından bize öyle söylenir."
Rüzgârın Adı, sayfa 145
Patrick Rothfuss
45 notes
·
View notes
Text
Meursault'la Konuşmalar 44
Uzun bir aradan sonra merhaba dijital günlüğüm. Elimde nefretlik seviyesinde sıkıldığım bir iş var. Deadline'ı 3 Haziran'dı, hala bitmedi. Üstelik yarılamadım bile. Başına otursam bitecek ama başında oturmakla da bitmiyor. Tamam saçma oldu. Bu şu demek, her iki sayfada bir dikkatim dağılıyor kaç sayfa olduğuna bakıyorum dakikaya bakıyorum, aslında okusam hızlı gidiyorum diyorum sonra hop bakıyoruz başka bir sekmeye geçmişim. Böyle bir şey yok. Bu daha önce editörlüğünü yaptığım bir cildin son okuması. Piyasaya kıyasla güzel para getiren bir iş ama gel gör ki aynı metni üçüncü kez gözden geçirmek bıkkınlık veriyor ve neredeyse 700 sayfa. Bumerang gibi bir iş, bitti diyoruz başa dönüyor. A. Y.'nin alacağı olsun, bana "ilgini çekeceğini düşündüğüm bir iş var" girizgahıyla işi kabul ettirdi sonra bi baktım bizim bumerangmış. Arada bir de korkunç derecede hatalı yazılmış bir metnin son okumasını yaptım o da editörlüğe dönüştü ve bitirene kadar fenalık geçirdim. Üst üste geldiler yani. Biriyle de tezi için görüşmüştük, güya 1 Haziran'da elimdeki işi bitireceğim için ona tezini okuyup tashih etmeye o tarihte başlayabileceğimi söylemiştim. Daha elimi bile sürmedim. Haftaya çarşamba seansım var, doktor "tezi ne yaptın, hani karar almıştık" diyecek ve ben ne diyeceğim bilmiyorum. Teze bakmaya beş dk bile vaktim olmadığı için bakasım da geliyor biliyor musunuz?
Bu ara moralmanlarım inanılmaz bozuk, öyle böyle değil. Pazar gününü bütünüyle ağlayarak geçirdim mesela. Bu muhtemelen önceki hafta kendime çok yüklenmiş olmamdan oldu. Özellikle cuma günüm sabahtan akşama doluydu. O günün tek güzel yanı @tahrirdefteri ile buluşmuş olmamız. Bana Sevincini Bulmak kitabını almış Mustafa Kutlu'nun. İnşallah sevincimi bulurum falan derken Pazar günü kendimi ağlarken bulmam da çok ironik. Bir de o günün akşamında ders verdim bir platformda, derse başlar başlamaz bir baş ağrısı geldi yerleşti ve 36 saat perişen etti beni. Yeni yeni geçiyor gibi, hatta geçti de sayılmaz. Perşembe günü de tüm gün çalışıp sonrasında akşam konsere gitmiştim. Çarşambayı hatırlamıyorum. Salı günü gündüz İsam'da bahsettiğim tez görüşmesini yapıp üstüne biraz çalıştıktan sonra akşam Abdülmecit Köşkü'ne seminere gittim. Seminer beklediğim perspektiften olmadığı için bir şey katmadı ama öncesinde rehberle Maziden Atiye Zarafet sergisini gezdik, o güzeldi.
Lacivert olanı Afet İnan kadınlara seçme seçilme hakkı ile ilgili Türk Ocağı'nda konuşma yaparken giysin diye M. Kemal tasarlamış. Baya iyiydi, kendime diktirsem mi aynısından diye düşündüm. Diğeri de Yunanistan CB'ının şerefine verilen bir davette yine Afet İnan'ın giydiği elbise. Çok güzeldi.
Pazartesi akşam yorgun argın eve geldikten sonra hastalanan kuzenimi almaya gittik annemle, yolda kötü oldu eve varmak üzereyken acile gittik, onu bekle al eve gel derken gece yarısı oldu tabii ki. Bir de o hasta olduğu için odamı ona vermem gerekti, bu sefer akşamları uykum gelince perişan oldum çünkü salonda yattım pazar gününe kadar. Öncesinde bir gün kütüphanemi toplayıp kolilemiştim o da çok canımı sıkmıştı ama buraya yazmış mıydım hatırlamıyorum. Kendi evimde göçebe gibi kolilemem gerekti kitaplarımı. İşin kötüsü kolileri koyacak yer de yok evde. Tahammül sınırlarımın burcundayım. Bir an önce evlenmek ve kendi düzenime sahip olmak, kitap alınca "nereye koyacağım" diye düşünmemek, hayatımın her anını benim dışımda gelişen olaylara ve kişilere göre planlamamak istiyorum. Biliyorum son kısımdan evlenince de kaçılmıyor ama en azından kendi evim ve düzenim olur. Onun için de efor sarfedecek durumda değilim bu arada. Hazır bir düzene yerleşmek istiyorum, öyle çeyiz alayım ona bakayım buna bakayım hevesim yok, gücüm de yok.
Geçtiğimiz cumartesi değil ondan önceki cumartesi kendime lale almıştım. Aslında bu renk pembeyi sevmem ama lalede seviyorum. Bu sefer suyuna 1 lira attım, daha uzun dayandılar gibi. Bu süreçte bin tane öğrenci görüşmesi yaptım, o da ayrı tabii.
Arada mutlaka başka şeyler de olmuştur ama ne hatırlamak istiyorum ne de düşünmek. Aa bir de bu cumartesi halamlarla pikniğe gittik, sofra efsaneydi ama bana bir şey oldu pikniğin yarısında. Halam fark etti, dönüş yolunda bunu anneme söyledim o fark etti sen dalga geçtin benimle "hayırdır nerede nazar oldun" diye dedim annem de hep bana suç buluyorsun zaten dedi. Neyse dedim geçtim.
İyi hissetmiyorum ama deadlinelar benim nasıl hissettiğimi umursamıyor. İşi bitirme hevesim gelsin diye Suadiye Kronotrop'a geldim, dondurmalarında su da olduğu için affogato istediğim gibi olmuyor ama idare eder diye düşünüp aldım, dondurma damla sakızlıymış benim sakızdan midem bulanır. O hisle kalktım Civitas'a geldim, biraz para harcasam ne olur diye düşünüp kendime yemek ısmarladım. Şimdi onun pişmanlığı var içimde ve çalışamıyorum yine. Onun yerine bu yazıyı yazıyorum. EVe gitmek istiyorum. Doktor bu eve gitme isteğimden bahsettiğimde bunun kaçınan tarafım olduğunu, büzüşüp kendimi korumaya alarak yüzleşmekten korktuğumu hatırlatıyor. Biliyorum ama eve gitmek istiyorum. Ben adam olmayacak mıyım?
Ek
Bir önceki günceden sonra aslında ben Seyyid Hüseyin Nasr'ı dinlemeye gitmiştim. Hoca yaşından dolayı bazı kelimeleri yutarak konuşuyor olmasına rağmen kulaklığa gerek duymadan dinledim ve not aldım. Çıkışta da Taksim Camii'ne uğradım, İlhami Atalay'ın öğrencilerinin sergisi vardı, güzel şeyler gördüm. Bir gün önce "bir süre yeni kitap almamalıyım" kararı almış olmama rağmen kitabevinden de bir kitap aldım ama en azından kendimi birde durdurdum. Geçen cuma da İSAM'da İngilizce bir konferans vardı, aksanlı bir konuşmaydı çok zorlanmadım. Arada İngilizcem çok zayıfladı perileri geldiği için iyi geldi bu bana. Bunu da tarihe not düşmüş olalım.
13 notes
·
View notes
Text
İLME TEŞFİK (İMAM-GAZÂLÎ)
İLMİN FAZİLETİNE AYETLER
İlmin, İlim Öğretmenin ve İlim Öğrenmenin Fazileti ve Bunlara Dair Aklî ve Naklî Deliller:
"Allah kendisinden başka ilah olmadığına adaletle şehadet etti.
Melekler ve ilim sahipleri de O'ndan başka ilah olmadığına şehadet ettiler" (3 Ali İmran/18)
Görüldüğü üzere ayette Allah (Subhanehu ve Tealâ), kendisinden başka ilah olmadığı gerçeğine önce kendi zatını daha sonra melekleri, üçüncü olarak da ilim sahiplerini şahid göstermektedir.
Bu ayet, ilmin ve ilim ehlinin yüceliğini gösteren büyük bir delildir.
"...Allah, inananları ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin.
Allah yaptıklarınızdan haberdardır. (58 Mücadele/11)
İbni Abbas (radıyallahu anhuma) bu ayetin tefsirinde şöyle der:
"Alimler, cahillerden yedi yüz derece üstündür ve her derece arasında beş yüz yıllık mesafe vardır."
"De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünür." (39 Zümer/9)
18 SAYFA İMAM-I GAZÂLİ
"Kulları içinden ancak âlimler, Allah'tan (gereğince) kor- kar." (35 Fâtır/28)
"De ki: Benimle sizin aranızda şahid olarak Allah ve yanında Kitâb'n bilgisi olanlar yeter." (13 Rad/43)
"Nezdinde kitaptan bir ilim bulunan zat
'Sen gözünü kapayıp açıncaya kadar ben sana onu (Belkıs'ın tahtını) getiririm' dedi." (27 Neml/40)
Kitaptan bir ilme mazhar olan zat, ilmin nelere kâdir olduğunu göstermek için Süleyman (Aleyhisselam)'a böyle hitap etmiştir.
"Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise şöyle dediler: Yazıklar olsun size!
İman edip iyi işler yapanlar için Allah'ın mükâfatı daha hayırlıdır." (28 Kasas/80)
Allah (Subhanehu ve Tealâ) bu ayette âhiretin kıymetinin ancak ilimle bilineceğini beyan etmektedir.
"İşte biz, bu temsilleri insanlar için getiriyoruz.
Fakat onları ancak ilim ve iz'an sahipleri idrak ederler."13 (29 Ankebut/43)
"Onlara güven veya korkuya dair bir haber gelince hemen onu yayarlar.
Halbuki onu, Rasul'e veya aralarındaki emir sahiplerine götürselerdi, onlardan işin içyüzünü anlayanlar, bunun ne olduğunu bilirlerdi." (4 Nisa/83)
Allah (Subhanehu ve Tealâ) bu ayette olayların yorumunu âlimlerin istihraç ve istinbatına bırakmaktadır. Böylece âlimlerin mertebelerinin yüce olduğunu ve bu mertebenin peygamberler mertebesine eşdeğer olduğunu bildirmektedir.
"Ey Ademoğulları!
Sizler için avret yerlerinizi örtecek elbise ve ziynet eşyası var ettik.
Ancak takva elbisesi daha hayırlıdır." (7 A'raf/27)
Bazı müfessirler ayette geçen avret yerini örten elbise ile ilmin, ziynet ile yakîn mertebesinin, takva elbisesi ile de hayânın kastedildiğini söylemişlerdir.
"Gerçekten onlara, inanan bir toplum için yol gösterici ve rahmet olarak, ilim üzere açıkladığımız bir kitap getirdik." (7 A'raf/52)
"Ve onlara (olup bitenleri) tam bir bilgi ile mutlaka anlatacağız" (7 A'raf/7)
"Hayır! O (Kur'an), kendilerine ilim verilenlerin sinelerinde yer eden apaçık ayetlerdir. Ayetlerimizi ancak zalimler bile bile inkâr ederler." (29 Ankebut/49)
"İnsanı yarattı, ona beyanı öğretti." (55 Rahman/3,4
#İLME #TEŞVİK
#İLMİN #FAZİLETİNE #DAİR #AYETLER
#İMAM-I #GAZÂLÎ
3 notes
·
View notes
Note
şoyle reading slumptan çıkaracak güzel tek serinlik bir kitap onersene
Hemen şöyle açıklayarak söyliyim 😅
Her kimsen:kitap çok akıcı sayfa sayısı olarak çok kalın değil yaklaşık 250 sayfa civarında.Konu olarak deva adlı kızımızın bazı nedenlerden ötürü babası yerine geçip basketbol takımının koçu oluyor tek sorun sadece erkeklerden oluşan bir takım olduğu için erkek gibi giyiniyor.Çok eğlenceli ve güzel bir kurgu yakında ikinciside çıkacak sabırsızlıkla bekliyorum 😻✨
Float:Tam bir yaz kurgusu ☀️alaskadan gelen waverly bu yaz ilk defa halasının yanına floridaya geliyor.Orda yeni kurduğu arkadaslıkları ilk aşkı ile tanışmasını okuyoruz.Çok tatlı bir kitap yaklaşık 340 sayfalık 💗
Çalıntı sözler :bu kitap hakkında postlarımda konuşmuştum.Kitap +18 smut bulunduğu için fakat sadece smut yok aynı zamanda karakterlerin geçmişlerini ve onların arasaında olanlarıda okuyoruz bir enemies to lovers diyebilirim 🫶
Sessiz hasta:kitap çok aksiyonlu türü paikolojik gerilim.çok fazla ters köşe bulunuyor ve ben sonunda şok olmuştum bir oturuşta bitirilebilir çünkü baya akıcı bir kitap 😌
İyi bir kızın cinayet rehberi:çok heyecanlı ve aksiyonlu ters köşe barındıran bir kitap yine çok hızlı bitirilebilen ve reading slumptan çıkarmalık bir kitap
Bu arada sessiz hasta,çalıntı sözler,float tek kitaplık
Her kimsen seri ikinciyi bekliyorum iyi bir kızın cinayet rehberi ise tek sadece bu kitap okunabilir ikinci ve üçüncü kitapta çünkü farklı olaylar bulunuyor 🥹✨
#alıntı#sözler#güzel alıntılar#kitap okumak#my post#kitap alintilari#text post#skyholee#kitaplar#kitap#post
5 notes
·
View notes
Text
“SAYFA GÖRÜNTÜLENEMİYOR” DENEN O YERDEYDİK"
Brecht bir gün Hitler’e ses çıkarmayan sanatçılara seslenir:
"Sizler şu an batmakta olan geminin duvarlarına çiçek resimleri yapıyorsunuz ve bunun adına da sanat diyorsunuz"
Bertold Brecht’in bu uğultulu seslenişi bugün hâlâ devam ediyor, hem de yükselerek. O günden bugüne hiçbir şey değişmedi. Sıcak ve soğuk savaşlar hep oldu. Krizler, ekonomik, toplumsal, sosyal bunalımlar hiç hız kesmedi. İnsanlar, mekânlar ve zaman değişti ama kötülüğün hep zirvede olması ve güçlünün güçsüzü ezmesi karşısında insanların büyük çoğunluğunun suskunluk bulutlarının altına sığınarak yaşamayı seçmesi hiç değişmedi.
İnsan kavramına peş peşe vurulan çekiç darbelerinin çıkardığı otomatik sesler ve etrafa sıçrayan sistem kanı; sermaye sınıfının atığının boşaltılmasıdır. Bu manzara dünyanın birçok ülkesinde (üçüncü dünya ülkeleri başta olmak üzere) devam etmektedir. Vahşi kapitalizmin işleyişi böyledir. Bazı yerlerde sadece kapitalizm bazı yerlerde de vahşi kapitalizm denmesi de yanlıştır. Çünkü kapitalizm doktrin olarak zaten vahşidir. Varlığı o kelimeye dayanmaktadır. Marx’ın seslenişi hâlâ devam etmektedir.
Manzara böyleyken, hiçbir şey olmamış, yaşam dolu evler söndürülmemiş, ışıklar hiç sönmemiş, göz göre göre karanlıklar gelmemiş, katliamlar olmamış, faşizmin saraylarından aşağıdakilere zulmün mızrakları savrulmamış gibi… Çiçek resimleri yaparak buna sanat demek, ne büyük bir aldanış, değil mi?
Yaşamsal olan her şey edebiyat ve sanatı mutlak ilgilendiriyor. Sanat, emeğe bandırılmış fırçaların ve dağlardan getirilmiş sözcüklerin sahne aldığı bir tepki gösterme yöntemidir. Slogan da bir tepki yöntemidir. Bağırmak, toplanmak, yürümek, kötülüğün karşısında olmak, örgütlenmek… Hepsiyle beraber, hepsini de içine alarak; en sonuç getirici tepki yöntemi sanattır. Çünkü sanatta estetizm vardır. İmgeler, hayal gücü ve yola çıkmış düşler vardır, dikkatleri bu yöne çeviren.
Bu sıkıcı, sevimsiz kavramsal sözlerden sonra; kitaplar, yazarlar ve şairler bağlamında küçük değinilerle kısa bir yolculuk iyi gelir sanırım. Bu iki kasaba veya iki şehir arasında bir tren yolculuğu da olabilir veya Akdeniz’de bir yelkenliyle şiirsel bir yolculuk. Etrafımızda hakiki hislerin bizi yalnız bırakmadığı içsel ve varoluşsal bir yolculuk.
Bilinç akışı tekniğinin en iyi ustalarından biri olan James Joyce’un üç kitabını ıstırap dolu bir sabırla okudum belirli zaman aralıklarıyla. Istırap diyorum çünkü okuduğum en karmaşık yazarlardan biridir Joyce. Onu okurken düşünceler ırmağına dalmak ve sık sık eski sayfalara dönüp imgelere yeni baştan şekil vermek gerekiyor. "Ulysses" bunların en zoruydu. Brosh’un “Vergilius’nun Ölümü” kitabından sonra dünyanın en zor ikinci kitabı diyebilirim. Bu kitabı okumaya başlayıp da azimle sonunu getirmeye çalışmak büyük bir çılgınlık. Onlar öpülesi insanlardır. 700 küsur sayfadan oluşan ve Dublin’de geçen 24 saati anlatır. Bambaşka ve tatlı bir kamaşmayla beyni yoran bir roman tekniği ile yazılmış ve çeviri açısından da büyük güçlükler oluşturmuş bir kitap. Gözlerine, belleğine ve sabrına güvenen o öpülesi insanlar, sizler ne güzelsiniz.
Joyce’un "Dublinliler"i Ulysses’e kıyasla daha yalın ve anlaşılır bir dille yazılmış öykü parçacıklarından oluşur. Romanda olay ve aksiyon sevenlerin tercih etmeyeceği ancak gerçek edebiyatseverler ve okurlar için önemli bir kitaptır.
Yine Joyce’un "Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi" ise iki solukta bitirilebilen bir yarı biyografi kitabı. İlk iki kitaba göre çok daha sade ve akıcı. Modernizm akımın temsilcilerinden olan Joyce’un bu kitabının bazı bölümlerinde post-modernizm esintileri de görülmektedir. Mistisizm, Hristiyanlık, kilise ve azılı geleneğin baskıladığı genç bir karakterin “sanatçı kimdir” sorusu karşısında afallayarak kendini bulmaya çalışması kitabın bence en önemli bölümüdür.
Ahmet Cemal tarafından çevirisi kırk yılda bitirilen ve yine bilinç akışı tekniği ile yazılmış olan Hermann Broch’un “Vergilius’nun Ölümü” adlı eseri Roma’nın en büyük şairi olan Vergilius’nun ölmeden önceki son 18 saatini anlatıyor. Orada kendisiyle yüzleşmesi, hayatının amacı ve sanatıyla hesaplaşması ön plana çıkıyor. Şairin, edebiyatçının o acı verici sorgulaması ve hesaplaşması başlar: “Ne işe yaradı eserim?” diye sorar kendine Vergilius. Kitabın çevirmeni Ahmet Cemal kitaba yazdığı önsözde şunu vurgular:
“Roma’da iktidar sahipleri ve halkın bir kesimi tarafından daha kendisi hayatta iken onca yüceltilmiş şiirleriyle, gerçekte acılarla, kargaşayla ve adaletsizliklerle dolu bir dünyada aslında neyi değiştirebilmiş olduğunu sorgular. İç monoloğun akışı boyunca bu sorgulama, şiir sanatından yola çıkarak sanatın geneline yayılır ve ‘Sanat neyi değiştirebilir?’ sorusunda odaklaşır.”
Sanatta ve edebiyatta; insanlık adına sorgulamalar, hesaplaşmalar ve sistem eleştirisi yapan örnekleri çoğaltabiliriz. Ülkemizde de özellikle birinci dünya savaşından sonra bazı akımlar sanata ve edebiyata sokulmuştur. Bütün dünyada faşizmin ve savaşların korkunç sonuçlarının ortaya çıkmasıyla toplumcu gerçekçilik akımı; şiir, roman, resim ve sanatın birçok dalında kendini göstermiştir. Garip, ikinci yeni, Maviciler de 1940 ve 2000 yılları arasında yerini almıştır. Toplumcu gerçekçiliğin temsilcilerinden Nazım Hikmet, iyi bir şair ve aynı zamanda iyi bir devrimciydi. Marksist devrimciliğini çıkardığımızda belki de sadece şiiriyle bu kadar yüksek derecede anılmayacaktı. Ama o hem sanatı hem de devrimci kimliğiyle en güzel şekilde ortaya koymuştur memleketindeki insan manzaralarını. Ona vatan haini dedikleri gün bütün sosyalistler ve devrimciler vatan haini sayılmıştı. Biz bugün vatan haini olmaya devam ediyoruz. Mahpuslarda yatarak bedel ödeyen ve sürgünlere yollanarak en güzel yıllarını feda eden Nazım, onu vatan hainliği ile suçlayanların Amerikan emperyalizminin işbirlikçileri olduğu gerçeğini haykırmıştı ve azılı kapitalizmin piyonlarına karşı “Hiçbir korkuya benzemez halkını satanın korkusu.” diye en yüksek perdeden seslenmişti. Nazım’ın seslenişi gerçeği parçalarcasına hâlâ devam ediyor.
Zor yılları başka bir yerinden tuttu İkinci Yeniciler. Absürt ve anlaşılmazdılar. Çok anlamlı kelimeler, anlam oyunları, anlamsızlık, kıstırılmışlık, kolu kanadı kırık imgeler, postmodernizm. Ete kemiğe bürünen bir başkaldırı ve genellikle ideolojik altyapıya dayanan bir isyan olmaksızın yazdılar… Bir keresinde şiir tıkanmıştır diyen Turgut Uyar’a yanıtı 2000’li yıllara kadar kimse veremedi. Çünkü ikinci yeniden sonra istisnalar hariç her şair ikinci yeniyi taklit etmiştir. Ama İkinci Yeni de Brecht’e yanıt verememişti. "Sizler şu an batmakta olan geminin duvarlarına absürt resimler yapıyorsunuz ve bunun adına da sanat diyorsunuz." Brecht’in seslenişi bugün hâlâ devam ediyor, hem de üzerine ıssızlık sosu ekilerek.
Nobel ödüllü Orhan Pamuk çok iyi bir yazar ama çok iyi bir fikir-düşünce adamı değil. Neredeyse bütün kitaplarını okudum. Yazma ve öyküleme konusunda her biri birer altın kaynak. Yazı ormanında zor şeylerin üstesinden gelmesini bilen ender yazarlardan. Bu oldukça belirgin ve tartışılmaz. Onu biraz Marcel Proust’a benzetirim. Onun gibi çok iyi bir anlatıcı. Ama kala kala aklımda en çok Masumiyet Müzesi’ndeki Füsun’un donu kalmış. Füsun’un çiğnediği sakız ve sigara izmariti de yabana atılmaz.
Bu ülkenin en iyi yazarı (dünyanın da sayılı birkaç yazarından) Yaşar Kemal’dir. Bütün kitaplarında hem edebi hem de toplumsal açıdan en iyi resitalleri o sunmuştur. Şair olsaydı daha da zirveye çıkacağından eminim. İnce Memed’leri okuyup da etkilenmeyen kimse yoktur sanırım. Bütün akımların ortalama bir karışımı vardır onun kitaplarında. O yazıyı siyasallaştırırken, toplumsal mesajlar verirken; gerçekçilikten uzaklaşmadan, edebiyattan kopmadan yapmıştır bunu. Ta eskiden bugüne zulme başkaldırma yeteneği olmayan Anadolu insanına her ne kadar kızgın olsa da, zulmün ve kötülüğün temsilcileri olan ağalara ve beylere şöyle seslenmiştir: “Ağalar biter de ince memedler bitmez.” Bunu söylerken örgütlülüğü de ekleyerek söylediğini zannediyorum. Çünkü ancak o zaman anlam kazanır bu söz. Yaşar Kemal’in seslenişi hâlâ devam ediyor.
2023 yılındayız. Şiir ve yazı nerede olmalı? Batan gemi metaforu devam ediyor. Çünkü bunca yıkıntı, yoksulluk, sömürü, felaket ve kötülüğün hâlâ sürüyor olması, işçi ve emekçi sınıfının yeterince örgütlü olamaması, birliktelikten gelen gücünü kullanamamasının yaşama bıraktığı umutsuzluk irini; sanat ve sanatçının yüzüne de yerleşmiştir. Edebiyat bir korkaklar yığını haline gelmiştir. Evet, çok iyi anlatıcılar var. Zaten her yer anlatıcı dolu. Ama tepkisel yürüyüşlerde, mitinglerde, alanlarda ne bir şair ne bir yazar görürsünüz, birkaç sinemacı hariç. Çünkü bütün vakitlerini küçük burjuva normuna bürünerek, kısıtlı konformist hareketlerle, sevimli salonlarda hâlâ çiçekli resimler yapmaya devam ediyor sözde sanatçılar. Onların adına “Salonsalcılar” diyorum.
Eğer gerçek bir şair, yazar veya sanatçı olarak anılmak isteniyorsa; “sanat sanat için mi yoksa toplum için mi” çıkmazına düşmeden, her ikisini de önemseyerek, edebilikten kopmadan ama bizi öldüren şeyin ne olduğunu asla unutmadan bir yumruk gibi taşımalıyız yürek ve zihin işçiliğinin akşamında oluşan sözcükleri ve onların cesur renklerini. Sanatçı ve edebiyatçı, sistemin ürettiği iktidarların değil, direnenlerin yanında olmalıdır. Yoksa ekrana düşen tek sanat eseri “sayfa görüntülenemiyor” olacaktır. O sayfa toplumların körlük sözleşmesidir.
“Salonsalcılar” adlı eski, sevimsiz, biraz postmodern, toplumcu, absürt, gerçekçi, garipçi, hiçinci, olmayan üçüncü yenici ve mavici bir şiirle sizi baş başa bırakıyorum ve sır (t) çantamı alıp kısa bir süreliğine uzaklaşıyorum dünyadan, yeni sözcükler toplamak için.
“SALONSALCILAR”
geç kaldınız, yalnızlık az önce başladı salonda adım atacak yer yok his yoğunluğundan
toplum bükücüleri, cehennem uzmanları yer göstericiler, oturma ustaları, koltukçular hiçlik bilimcileri, yedek peygamberler, anayasa yapıcıları, vicdan tacirleri, çıkma İslamcılar, çakma devrimciler, sömürene sonsuz sadakatle bağlı oldukça kullanışlı kusursuz bayrak sevicileri, umutsuzluğun itaatkâr tasarımcıları, şeklen ahlakçı ruhen ayakçılar, şiir baronları, lirik koro, harf tamircileri ve üst düzey orijinal cümle kurucuları her biri, her biri elinde başkaları için hazırladığı mağlubiyet defteriyle cebelavi sokağının bütün çocukları orada
sizi gidi mutlular!
yedek şefkat ve acı çekme korkusu kokuyor içerisi öpüşmek için şımarttığım dudaklarımı sakladım iç kanama geçiren bir kıyı karşıladı gölgemi herkesin ağzı nasıl da hazır keskin nişancı sözcüklere gülüş mesafesi sıfır, göz gözü görmüyor salonda sis yoğunluğundan
sizi gidi aşksızlar!
merhamet kısa boylu bir kelime üstelik saat sekizi acımasızca geçiyor hem siz ertelenmiş bir ıstırap görünce başka yöne çevirmeyin kafalarınızı hem şimdi siz niye geldiniz ki bu saatte sürekli unutup dururken bizi neyin öldürdüğünü
kısa bir sessizlikten sonra herkes yüzüne taktığı mezarlıkla “ama ve çünkü” lerle dolu çekmesine geri döndü bense mahkûm olma arzumu büyüterek içimde tebessüm ederek ayrıldım göğsümde yanıp sönen katarsis yoğunluğundan
13 notes
·
View notes
Text
🎧 Digital Daggers - In Flames
.
Fantastik romanların içinden çıkamadığım bu dönemde, yeni bir seriye başladım. Hikayeler üzerinden de kitabı sizlerle paylaşmıştım. Maas'in kurduğu başka bir evrene adım atmaktan çok mutluyum.
.
Hilal Şehir bir fantastik kitap serisi, üçüncü kitabı bu yıl yayınlandı. İlk kitabı olan Toprak ve Kan Hanesi, yaklaşık 850 sayfa. Evet ne söylediğimin farkındayım. Kitabı iki haftada bitirdim, konusuna geçmeden önce gerçekten kitaba dair en büyük sorunun bu olduğunu düşünüyorum. Romanın temelini daha kısa bir şekilde oluşturabilir miydi yazar? Neden olmasın? Geçelim konuya.
.
Bryce, eğlenceli ve neredeyse kusursuz olan hayatından en yakın arkadaşının vahşice öldürülmesiyle bir gecede kopar. Aradan geçen vakitte ölü gibi gezinirken, cinayetlerin arkası gelir ve kendini bir soruşturmanın ortasında bulur. Düşmüş bir melek olan Hunt ile birlikte bu cinayetlerin sorumlusunu bulmak zorundadır. Aksi takdirde, ikisi de özgürlüğe adım atamayabilir.
.
Neredeyse "cyperpunk". Tam olarak böyle tanımlardım. Fantastik bir evrende geçiyor olmasına rağmen, içerik bakımından bana verdiği enerji buydu. Şehrin çürümüş ve başı belada durumu, çeşitli türlerdeki varlıkların alkol ve yasaklı maddelerle zevke düşmüş hali, yeraltı pazarları... Kitap, yüksek dozda bir cinsellik içermiyor olsa da bahsettiği konular gereği yetişkin okurlar için. Açıkçası tüm beklentileri karşılayabilecek cinsten. Aşk, arkadaşlık, entrika, polisiye, bolca aksiyon ve yüzleşme sahnesi barındırıyor.
.
Sayfa sayısı sizi yormayacaksa, kesinlikle okumanızı öneririm. Bayıldım, bayıldım ve bayıldım.
.
Reklam değil, tavsiyedir.
.
#kitap #neokudum #kitapyorumu #sarahjmaas #crecentcity #hilalşehir #houseofearthandblood #kitaptavsiyesi #booklover #book #bookphotography #booknerd
instagram
4 notes
·
View notes
Text
AZ GİTTİK UZ GİTTİK Bu kitabımın başına gelenler çok ilginçtir. İlk basımı 1959’da (6 bin), ikinci basımı 1971’de (10 bin), üçüncü basımı 1974’te (10 bin), dördüncü basımı 1976’da (10 bin), beşinci basımı 1982’de (10 bin) yapılan “Az Gittik Uz Gittik” adlı kitabımın beşinci basımı daha satışa bile çıkmadan savcılığın istemiyle toplatıldı. On bin kitap, yayınevinin deposundan Sultanahmet’teki Adliye Sarayının mahzenine resmî araçla taşındı. Arkadan Ağır Ceza Mahkemesine verildim. AZİZ NESİN ... İlk basımının üstünden 33 yıl geçmiş bir kitabın beşinci basımı niçin toplanır ve böyle bir kitap neden mahkemeye verilir? En saçma işlemlerin bile niçininin ve nedeninin sorulamadığı bir dönemdi 12 Eylül 1980 darbesi sonrası… Eğer şimdiye kadar Aziz Nesin'i tanımıyor ve biraz da merak ediyorsanız 114.sayfada geçen "Tanışma" başlığı altındaki düşüncelerini özetleyim. Yazar, Öncü adlı bir dergide köşe yazmaya başlamış ve nasıl bir yazar olduğunu ifade etmiş: "Ulusal gelirimizin yüzde otuzsekizi, yurttaşlarımızın yalnızca yüzde ikisi arasında dağıtılmaktadır. Bundan daha göze batan sömürülme olmaz… Biz, işte bu bozuk düzene karşıyız. Karşı olmayanlar da, ya bu bozuk gidişten çıkarı olanlar ya da bu gerçekten habersiz aldatılmış olanlardır… Yazarlıktaki tutumuma gelince, kısaca söyleyeyim. En kolay kaytarılabilen iş, gazete yazarlığıdır. Bir yazar kendisi için tehlikeli gördüğü günün konularını yazmayıverir, başka konuları ele alır. Çünkü hiç kimse bir yazarı, ille şu konuda yazacaksın, diye zorlamamaktadır. Yazar böylece yan çizince, okurların çoğu yazarın kaytardığını anlamaz. Günün en önemli konularından yan çizip, okurları eğlendirici yazılar yazmak da yazarın elindedir. Oysa bu tutum, düpedüz sahteciliktir. Bir satıcının mostralık mal gösterip, başka bozuk malları sürmesi nasıl dolandırıcılıksa, bir yazarın da, korkusu yüzünden, en önemli konuları bırakıp sudan konular üstüne yazması, yazı dolandırıcılığıdır. Sizi hiçbigün dolandıracak değilim.” * Okuyunca şaşıyor insan, tee o günlerde/yıllarda yaşanan aksaklık, eksiklik, yolsuzluk, haksızlık,,, ne kadar da günümüze benziyor. Dili ve anlatımı kendisini zevkle, merakla okutuyor. * Bu kitaptan kazandığım en özellikli şey “LULUMBA” hakkında edindiğim bilgilerdir. Kongo devrimcisi Lulumba’nın karısına yazdığı mektubu okuduğumda çok etkilendim. Lulumba’yı anlatan belgeseli hemen o gün izledim… Size de kesinlikle tavsiye ederim. * Bu kitapta, yazarlığı hakkındaki tutumunu da net bir dille ifade ediyor. Okuduğum birkaç kitabında da bunu gördüm. * Emperyalizme karşı. Savını açıklıyor. Yalama/yalaka/yandaş köşe yazarları gibi değil. Bilgisine, aklına, tezine göre fikir ortaya koyuyor. Emperyalizm karşıtlığından olsa gerekecek herhalde, sosyalizmi savunuyor. Ama sosyalizm hakkında pek bir şey bilmediğim için bu yönden bir şey diyemeyeceğim. Kitabın kendi öyküsü bile bana göre komik yukarıda yazmıştım…
Bundan sonrasını okumanıza pek de gerek yok aslında. Hoşuma giden alıntıları ve kendim için "hatırlataç"lar koydum. (Bu sözcüğü daha önce ne duydum ne okudum. Umarım ilk ben kullanıyorumdur :)
"Oysa şu saatlerce konuştuklarından bir kıpılık bilgileri olsaydı, ağızlarını açabilirler miydi?" (sayfa:69) *Balo Gazetesi İçin Yazı *** "Öğrenci yavrularımızın durumu nedir, biliyor musunuz? Okullarda başarı yüzde 3-5 diye yine her yılki gibi gürültüler kopar. Herkes birbirine suçu yükler. Başarı oranı düştükçe, her eğitim bakanı, çocuklara sınıf geçmeleri için yeni kolaylıklar çıkarır. (sayfa:86) *Ha Yavrum Ha... *** “Biz, eskiye bakarak bugün ilerledik sanıyoruz. Geçen yıl 100 okul var da bu yıl 103 okul olmuşsa, buna ilerlemek diyoruz. Bu ilerlemek değil, kendimizi kandırmaktır. İlerleme geçen yıllara göre ölçülmez, artan nüfus oranına göre ölçülür. Okul sayısı yüzde bir artıp, nüfus yüzde üç artmışsa, artan okul sayısı, artan nüfus sayısını karşılamıyorsa ilerleme yoktur, gerileme vardır. Bu, her alanda böyle; eğitimde, endüstride, tarımda...” (sayfa:105) *Üçbin Çıplak *** “ “Din ve Dünya İşleri ayrılacak!” denilmişti. Bu, dünkü sözdür. Bugün yeni bir söz var: -Bilim ve dünya işleri ayrılacak! Hoş bunu açık açık söylemiyorlar. Dillerini döndüre döndüre, üstü kapalı söylemek istedikleri budur: -Canım efendim, bilim başka bir iş… Sen profesörsen profesörlüğünü bil! Otur kürsünde dersini ver. Memleket işlerine ne diye burnunu sokarsın… Yaşam başka, kitap başka. Sen kitabını yaz oku, bu dalgalara karışma! ” (sayfa:142) *Horoz Şekeri *** -Aaaa… diyorlar, o adam çok namusludur. Şimdiye dek eline ne fırsatlar geçti de, yine çalmadı. Şu namus anlayışına şaşmaz mısınız? Sanırsınız, esas olan çalmaktır. Çalmayınca namuslu olur kişi. (sayfa:146) *Aaa… Çalmadı *** Başkaları sevişir öpüşürse, inanın bizim ahlakımızdan bir gram bile eksilmez. Öpüşen öpüşsün, bizi öpmüyor, bizden birini öpmüyor, biz de onu öpmüyoruz. E peki, bize ne oluyor? Öpüşmenin bir, ama bitek ayıp olanı var: El etek öpmek. (sayfa:158) *Öpüşüyorlardı Komiser Bey
7 notes
·
View notes
Text
İNCİLERDEN SANA EN GÜZEL GÖRÜNENİ SEÇ! İNCİ içindeki saf, kendine has ve yüksek enerjiyi temsil ediyor. Çekim duyduğun inci duyman gereken ruhsal mesajları verecek.
BİRİNCİ İNCİ: KARANLIKTAN AYDINLIĞA ÇIKIYORSUN Evet oldukça zorlayıcı günler geçirdin ama iyi haber; aydınlık günlere çok yaklaştın. Yaşam stilinde ve özellikle diyetinde bir değişiklik yapma zamanın geldi. Daha hafif beslen ve uyku düzenine dikkat et. Parasal sıkıntılar güzel bir haberin gelmesiyle azalıyor ve bununla beraber içinde daha önce hissetmediğin bir huzur ve güvenlik hissi oluşuyor. Yakınındaki bir kişiye içerlemek yerine kendi içinde uzlaşmayı denemelisin. Doğru iletişim her şeyi düzeltecek.
İKİNCİ İNCİ: DEĞERİNİN FARK EDİLMESİ SENİ MUTLU EDİYOR Öyle bir çıkış yakalayacaksın ki içindeki değerin görünür olmasını sağlayacaksın. Bu seni çok mutlu edecek. Emeklerinin karşılığını alma zamanın geldi. Zihninde olumsuz senaryolar yazmaktan vaz geçersen fırsatların ayağına daha hızlı gelmesini sağlarsın. Şüpheci düşünce yapın bazen seni belirsizlikte tutuyor. En sevmediğin şey ise belirsizlik. Sözünün eri insanları hayatına çekeceksin ve hayal kırıklıkları sona erecek. Gönül yorgunluğun sona eriyor.
ÜÇÜNCÜ İNCİ: KENDİN İÇİN DOĞRU OLANI YAPMAYA KARAR VERİYORSUN Hep başkaları için yaşayan ve onların ihtiyaçlarını kendinden önde tutan birisi oldun. Şimdi ise kendini onurlandırma dönemin başlıyor. Kendini olduğun gibi sevmeye ve takdir etmeye başlıyorsun. Aynı zamanda kendi adına doğru kararlar alıp bunları uygulamaya başlıyorsun. Daha düzenli ve disiplinli bir yaşam düzenini seçerek hedeflerine çok daha yakın olacaksın. Sana çıkarları doğrultusunda değil gerçek değerini fark ettiği ve derinden sevdiği için çekilecek insanlar hayatına giriyor. Kendi değerini önemsemen her şeyi değiştiriyor.
DÖRDÜNCÜ İNCİ: KALBİNİN TEMİZLİĞİ İYİLİKLERİN YOLUNU AYDINLATMASINI SAĞLIYOR Saflık kalbinin öz değerini korumandan kaynaklanıyor. Günümüz dünyasında nadir bulunan özelliklere sahipsin. Sadakat, asalet ve incelikle dolu düşünceler. İşte böyle olduğun için yolun hep açık olacak ve tüm dileklerin gerçekleşecek. Özel bir şey yapmana gerek yok. Sadece niyetini kalpten istemen yeterli. Onu hayatına çekeceksin. Hakkında olumsuz düşünenler kendilerini yansıtıyorlar ve kısa dönemde canını sıksalar bile uzun vadede kendilerine zarar veriyorlar. Merak etme; melekler senin yanında ve seni koruyorlar.
BEŞİNCİ İNCİ: HAYATIN SANA HEDİYELER SUNMA DÖNEMİ BAŞLIYOR Hep çok çabayla ve zahmetle bir şeyleri elde etmeye alışmış gibisin ama bu böyle olmak zorunda değil. Çabalamak tabi ki bazen gerekli oluyor ama zorluklardan ders çıkarma dönemin sona eriyor. Artık hayatın sana su gibi güzellikleri akıttığı yeni bir sayfa açılıyor. Yorulmadan ve akış içinde kalarak da her şey yolunda gidebilir. Bunu fark etmek tüm yaşamında önemli bir değişimi başlatıyor. Artık çok daha rahat, çok daha pozitif ve çok daha sakinsin. Hak ettiğin güzelliklere ulaşmak üzeresin.
ALTINCI İNCİ: BOLLUK VE BEREKETİN KAPISI SANA AÇILIYOR Maddi akışında zorluklar ve bazı gereksiz kayıplar yaşadın ama bu dönem nihayet sona eriyor. Şimdi tam aksine maddi ferahlığın oluşacağı bir döneme başlıyorsun. Biriken borçlarını ödeyebileceksin ve sonunda artıya geçeceksin. Bunun nasıl mümkün olacağını hayatın akışına bırak. Sadece kendini tüm olasılıklara açık tut ve gün içinde moralini yüksek tutmaya çalış. Sonuçta enerji düzeyini yüksek tutmak asıl değişimi yaratacak olandır. Fiziksel olarak daha hareketli olmak titreşimini de yükseltecektir.
YEDİNCİ İNCİ: ÇOK DAHA KONFORLU BİR YAŞAMA DOĞRU İLERLİYORSUN Yaşadığın yerde ve zamanını en çok geçirdiğin mekan her neresi ise orada bazı değişimler yapacaksın. Bu değişimler ruhuna çok iyi gelecek ve kendini daha pozitif hissedeceksin. Kendini daha konforlu bir düzende yaşarken bulacaksın. Sana fazlalık gibi gelen psikolojik yüklerinden de arınıyorsun. Bazı insanların negatif enerjisini taşımak zorunda olmadığını fark ediyorsun. Neşelenmek, gülmek ve eğlenmek seni hakkın ve lütfen kendine böyle zamanlar geçirmek için izin ver. Keyifli bir insan olmak sana yakışıyor.
SEKİZİNCİ İNCİ: DUALARIN VE NİYETLERİN KABUL OLDU BİLE! Son dönemlerde niyet ettiğin bazı net hedeflerin için ettiğin duaların kabul olduğunu bilmeni isterim. Zihninde isteklerin için net hedefler koyarsan başarı hep seninle olur. Zihnindeki dağınıklıktan kurtulmalı ve bunun için düzenli meditasyon yapmalısın. Zamanını doğru değerlendirirsen ve ertelemeden yapman gerekenleri motivasyonunu kaybetmeden yaparsan başarı sana hep yakın olur. Konsantrasyonunu üzerinde tuttuğun şeyi kendine çekme yeteneğin çok güçlü. İçsel isteksizliğini yenersen her şeyi başaracak güçtesin. Kendine güvenini hep güçlü tut.
mistikyolyoutube #mistikyol #ruhsalmesaj #incilerdenbiriniseç #mistikyolruhsalmesaj #kişiselgelişim #ruhsalgelişim #meditasyon #olumlama #çekimyasası #düşüncegücü #didemçiloğlu #cemçiloğlu
#mistikyol#kişisel gelişim#mistikyolyoutube#çekim yasası#meditasyon#olumlama#youtube#farkındalık#kişiselgelişim#olumlamalar#ruhsal gelişim#ruhsal mesaj#mistikyol ruhsal mesaj#didem çiloğlu#cem çiloğlu
6 notes
·
View notes
Photo
T.O.K.İ.
kentsel dönüşümlere uğrar aşklar da
atılırlar şehirlerden topluca
ıstırap gücü yüksek dozerle
damardan gecekondulara enjekte
sürgün yeri önceden belli
şehrin artığı me’lun bir köşeye
onlarsız şehirde boy gösterir
üstünde siyah geceliğiyle karabasan sürüleri
turuncuya yakın günah rengine boyarlar şehri
kaldırımlara damlayan topuk sesleriyle ritim tutarlar
tamtamlarını çalan sokak çalgıcılarına
onlarsız şehir
kırmızı rujlu palyaçoların caddelerinde
izleyicisi kaçmış güç gösterisidir artık
kentsel dönüşümlere uğrar aşklar da
Tutsak Olunmuş Konutlarda İntiharlar
girişimcilere jüri özel ödülü
“altın üçüncü sayfa haberleri’ni” sunarlar
alkışların arkasına sinmiş korkak tabanca sesiyle
artık aşk yoktur
iş yoktur
bir evi yoktur
kimi sevse yoktur
bir caddesi bile yoktur gecekonduların
Tevfik Hatıpoğlu
2 notes
·
View notes
Text
Bölüm 247: Kimseye anlatılamayacak binlerce duygu
Nangong Jingnu doğruca Chengchao Sarayı'na gitti. Tahtırevandan indi, fakat uzunca bir süre içeri girmeyip saray kapılarının önünde dikildi.
Chengchao Sarayı'nın kapıları açıktı fakat onun önünde görünmez bir duvar daha varmış gibiydi. Nangong Jingnu uzunca bir iç çekti, ardından bakışlarını kaldırarak saray duvarlarının ötesine baktı.
Vakit sonbaharın son demleriydi. Saraylar bölgesindeki en güzel manzaraya sahip Chengchao Sarayı bile bir zamanlar sergilediği canlılığı kaybetmişti.
Nangong Jingnu saray odasının güneydoğu köşesine doğru baktı. Beklendiği üzere, belli belirsiz göze çarpan çatallı ağacın yaprakları da dökülmüştü.
Saraylar bölgesinde, arka çiçek bahçesi haricinde başka yerlere özel olarak ağaç dikmek yasaktı. Bunun birinci sebebi saraylar bölgesinin fengshui'sinin yetenekli ustalar tarafından hesaplanmasıydı. Bölgenin doğal görünümü öyle kafaya estiği gibi değiştirilemezdi. Ve ikinci sebebi, suikastçıların ağaçlıklarda saklanmasını önlemekti.
Koca imparatorluk sarayında bir tek Nangong Jingnu'nun Weiyang Sarayı, şu anki adıyla Chengchao Sarayı böyle bir meyve ağacı barındırıyordu. Nangong Jingnu altı yaşındayken meyve toplayan bir çiftçinin hikayesini okuduğunda bunun kendisinde merak uyandırdığını hatırlıyordu. Sarayına bir meyve ağacı dikmekte ısrarcı olmuştu. İmparator babası onun ısrarlarına daha fazla karşı koyamamış ve birilerine sarayların dışından bir ağacı kökleriyle beraber söküp Weiyang Sarayı'nın avlusuna dikmesini emretmişti. Ve böylelikle bu meyve ağacı saraylar bölgesinin "özel olarak büyüyen tek dalı" olmuştu.
O yılın sonbaharında Nangong Jingnu ilk defa meyve hasadının sevincini tatmıştı. Kendi başına topladığı meyveleri yıkamış, ardından İmparator babasına götürmüştü. Nangong Jingnu, İmparator babasının meyveleri gördüğünde kendisini kucaklayıp havaya kaldırdığını ve sakallı yüzünü onun yanaklarına sürdüğünü hatırlıyordu. İmparator babası içinden gelerek gülmüştü.
Ama bir sonraki yıl belki de yeterince yapı maddesi sağlanamadığından, o ağacın meyveleri kuru ve küçük olmuştu. Üçüncü yıla geldiklerinde Nangong Jingnu meyve toplama hevesini çoktan tamamıyla kaybetmişti. Fakat meyve ağacı ta bugüne dek olduğu yerde bırakılmıştı.
Nangong Jingnu bakışlarını oradan çekti. Görünüşe göre o uzun süreli bir ilgiye sahip olabilecek biri değildi...
Çok küçük yaştan beri kararlarının çoğu bir anlık hevese kapılıp verilmişti. O heves geçtiğinde o şeye daha fazla devam etmezdi. Hiçbir işi başından sonuna dek yapmamış gibi görünüyordu.
Ta ki Qi Yan ile tanışana kadar, o zaman her şey değişmişti.
Onu okumaya aşık etmişti. Ta bugüne dek, Nangong Jingnu ne kadar meşgul olursa olsun uyumadan önce birkaç sayfa okuyordu.
Onu yazmaya aşık etmişti. Her gün vakit ayırıp pratik yapıyordu.
Onu kendisine aşık etmişti... Ve bu, bir kez olsun azalmamıştı.
Fanxing: "Majesteleri?"
Nangong Jingnu düşüncelerinden sıyrıldı ve sakince, "Hepiniz burada bekleyebilirsiniz. Ben kendim girerim," dedi.
Fanxing: "Anlaşıldı."
Nangong Jingnu meclis giysisinin uzun kuyruğunu arkasında sürükleyerek Chengchao Sarayı'na girdi. Yolda hiçbir saray hizmetçisine ya da hadıma rastlamamıştı. Anca ana odaya yaklaştığında kapılarda nöbet tutan iki saray hizmetçisi görebildi. Nangong Jingnu'yu gördüklerinde büyük bir telaşla eğildiler, "Bu hizmetçi Majestelerini selamlıyor."
Nangong Jingnu: "Burada bekleyen niye sadece siz ikinizsiniz? Diğerleri nerede?"
İki saray hizmetçisi çaresizlik içinde bakıştı. İçlerinden biraz daha cesur olan söze girdi, "Majestelerine cevap veriyorum, bizler de daha dün burada göreve başladık. Şu an Chengchao Sarayı'nda duran sadece iki saray hizmetçisi ve iki hadım ağası var. Diğerleri ise... bu hizmetçi de bilmiyor."
Nangong Jingnu anlamıştı, "Yuanjun nerede?"
Saray hizmetçisi: "Majestelerine cevap veriyorum, Dagong çalışma odasında. Bu hizmetçi şimdi hemen gidip Dagong'u çağıracak."
Nangong Jingnu: "Gerek yok, ben kendim giderim. Sen... gidip yemek hazırlanmasını bildir. İmparatorluk mutfağına eski kurallara göre yapmasını söyle, bu gece Chengchao Sarayı'nda yiyeceğim akşam yemeğini."
Saray hizmetçisi: "Anlaşıldı!"
Nangong Jingnu yalnız başına çalışma odasına geldi. Vakit çoktan öğleni geçmişti ve hava soğumaya başlıyordu.
Çalışma odasının önünde, Nangong Jingnu kapıyı çaldı. Ağzını bir miktar araladı, fakat ne diyerek seslenmesi gerektiğini bilmiyordu...
Qi Yan o sırada "Eski politikaların on yanlış uygulaması hakkında makaleler"in son kitabını yazmaktaydı ve tam önemli kısmındaydı. Kapının tıklatılma sesini duyduğunda yine bir saray hizmetçisinin ona yemeği hatırlatmaya geldiğini sandığı için, "Öğle yemeği yemeyeceğim, bir daha çağırmaya gelme," diye karşılık verdi.
Nangong Jingnu acı acı güldü, ardından bir kez daha kapıyı çaldı.
Odanın içinde Qi Yan kaşlarını çattı. Kenardan ipek bir kumaş alıp yazdıklarının üzerini örttü ve fırçasını bıraktı. Ayağa kalkıp giderek kapıyı açtı.
Qi Yan: "Dedim ki..." Azarlayıcı sözler boğazına dizilmişti. Qi Yan kapının önündeki kişinin görüntüsü karşısında afallamıştı.
Nangong Jingnu onca yıllık evlilik hayatlarında ilk defa o an Qi Yan'ın afallamış yüz ifadesine şahitlik etmişti, "...Benim."
Qi Yan bakışlarını aşağı çevirdi, fakat elleri hâlâ kapı pervazlarındaydı. Nangong Jingnu'yu içeri davet etme gibi bir niyeti yok gibiydi.
Zaten Nangong Jingnu'nun da acelesi yoktu. Bu fırsattan yararlanarak Qi Yan'ı düzgünce incelemeye koyuldu. Nihayet gerçeği net bir şekilde görmüştü: Qi Yan sahiden bir kadındı.
Gözlerinin önündeki kişinin bıyığı yoktu ve tıraş olduktan sonra kalan gözenekler de yoktu. Bu açık renk ve düzgün ten, yetişkin erkeklerde olabilecek bir şey değildi...
Nangong Jingnu daha sonra Qi Yan'ın kapıyı kavramış olan eline bir bakış attı. Bu parmaklar oldukça inceydiler ve narin olarak nitelendirmek hiç de abartı olmazdı...
Düz göğsü ve giymekte olduğu erkek kıyafetleri görmezden gelinirse kadınsı özelliklerinin gayet belli olduğu söylenebilirdi. Nangong Jingnu onca yıldır ciddi ciddi hiç bundan şüphe etmediyse, suç kimdeydi?
Elbette Nangong Jingnu Qi Yan'ın parmak uçlarının renginin atmakta olduğunu görebiliyordu. Her ne kadar Qi Yan yüzüne hiçbir ifade yansıtmasa da hemen göze çarpmayan birkaç hareketi, içindeki duygulara ihanet etmişti.
Nangong Jingnu: "Zayıflamışsın."
Qi Yan birdenbire başını kaldırdı. O an, her zaman bir ifadeyi korumakta iyi olan Qi Yan'ın gözleri hayret ve şaşkınlıkla doluydu.
Nangong Jingnu tekrar sessizce iç çekti, "Meclis toplantısından dönüyorum, biraz oturmam için içeri davet etmeyecek misin beni?"
Qi Yan en sonunda ellerini çekti. Dudakları titredi, fakat tek bir kelime dahi edemedi. Sessizce kenara çekildi ve Nangong Jingnu'nun yanından geçmesini seyretti.
Çalışma odasının içindeki eşyalar eskiden olduğuyla aynıydı. Nangong Jingnu iç kısma girmedi, bunun yerine ön kısımdaki sandalyeye oturdu. Qi Yan kapıları kapattıktan sonra Nangong Jingnu'nun önündeki koltuğa oturdu.
Sessizlikle geçen bir sürenin daha ardından ilk söze giren yine Nangong Jingnu oldu, "Bu sabahki meclis toplantısında Ding Yi ile bir tartışma yaşadım."
Qi Yan: "Mm."
Nangong Jingnu: "Geçen seferkiyle aynı meseleydi. Ding Yi işin peşini bırakmayı reddetti, hatta Lu Boyan ile güçlerini birleştirerek konuyu meclise taşımayı denedi. Ama meseleyi geçici olarak bastırmayı başardım. Gongyang Huai'ye birkaç güvenilir astını seçip Jin vilayetinde olayı temizlemesini emrettim..."
Bu noktaya kadar anlatan Nangong Jingnu bir an durakladıktan sonra devam etti, "Ben imparator olsam da, elimden bir şey gelmeyen birçok şey var. Ding Yi'ye karşı bu durumu zorlamak akıllıca olmaz. Şimdilik yapabileceğimiz tek şey en uca itilmekten kaçınmak ve Jin vilayeti tarafının icabına uygun bir şekilde bakılmasını beklemek, sonra her şey yoluna girecektir. Bu zaman zarfında... bazı şeylere dişini sıkman gerekebilir. Ama ne tür bir sorgulamadan geçersen geç suçlamaları katiyen reddetmelisin, gerisini bana bırak."
Nangong Jingnu'nun sesi oldukça sessizdi. Endişeli bir ton barındırıyordu ve içindeki teslimiyet de gayet barizdi. Konuşmasını pazarlık eder gibi bir tonda bitirmişti.
Qi Yan'ın içinde her türden duygu bir araya gelmişti. Nangong Jingnu gerçeğin büyük bir kısmını biliyordu lakin hiç tereddütsüz onun tarafında yer almayı seçmişti. Hâlâ aklını yorarak bu günahkarı korumayı istiyordu.
Qi Yan: "Majesteleri..."
Nangong Jingnu: "Mm?"
Qi Yan: "Öncesinde anlattığım her şey doğru, sen..."
Nangong Jingnu bir an sessiz kaldıktan sonra zayıfça, "Şimdilik bu meseleyi tartışmayalım, olur mu? Bana... biraz daha zaman ver. Henüz bu meseleyi tartışmaya hazır değilim, önce şu önemli durumu atlatalım. Kalanını ise... Başka bir gün konuşacağız," dedi.
Qi Yan'ın bakışları karardı. Bir cevap vermedi.
Nangong Jingnu'nun kalbi sızlıyor ve zonkluyordu. Her ne kadar Qi Yan'ın bir kadın olduğunu öğrenmiş olsa da... onu üzgün ve mahzun bir halde görmeye dayanamıyordu.
Nangong Jingnu açıklamaya çalıştı, "Seni ilgilendiren meseleler... bizim aramızda. O meclis yetkililerinin gösterip işaret etmesine kalmadı. Dinle beni, bu konuda inatçılık etmemelisin. Sadece ağzını kapalı tut ve nasıl sorular yöneltilirse yöneltilsin bir şey anlatma. Diğer her şeyi bana bırak, tamam mı?"
Qi Yan'ın başını salladığını gören Nangong Jingnu üzerinden devasa bir yük kalkmış gibi nefesini verdi. Yüzündeki ifade de epey aydınlanmıştı.
Nangong Jingnu biraz düşündükten sonra ekleme yaptı, "Ding Yi 'sorunu kökten çözmek' için gözünü karartmış. Hem Ding hem de Lu hanesinin geçmişte Jing Krallığı'nda yaşanan olaylarda parmağı olduğu için şimdi gizlice anlaşma yapmışlar. Bu yüzden şu an kesinlikle dehşete kapılmış olduklarını düşünüyorum. Bu meseleyi zorla kapatmış olsam bile meclis yetkililerinin hususi görüşmelerini pek kontrol edemem... Bugünkü durumdan yola çıkarak söyleyebilirim ki eğer yine yaygara çıkarırlarsa olayı kontrol altında tutamam. Ama endişe etmene gerek yok. Daha fazla kontrol altında tutulamaması daha iyi bile olur... Şu anda bir yetkili mevkisinde olmadığın ve İmparatorun Eşi İmparatoriçe'ye denk bir statü olduğu için ne olursa olsun meclis yetkilileri benim yastığımın yanına el uzatamaz. Ding Yi'nin olayı büyütmesine göz de yumabilirim, sonra da seni iç meclis, Yüce Kurul ve İmparatorluk Ailesi Bakanlığının ortak yargılamasına teslim ediyor gibi davranırım. Ceza Bakanlığı senin tarafına el uzatmayı unutabilir. İç meclisteki kişiler akıllıdır ve İmparatorluk Ailesi Bakanlığı Gongyang ailesi tarafından yönetiliyor. Yüce Kurul'a gelince... Ding Yi ve Lu Boyan sonucu aceleye getiremez zaten. Onların araştırma yapmasına izin vereceğim, sonra da ellerindeki kozlar ve kaynaklar tükenince..." (Ç/N: Kendinden resmi bir dille 'ben' diye söz ediyor)
Nangong Jingnu dudaklarını sımsıkı kapattı. Güzel gözlerinde bir ışık parladı, "Olay geçtikten sonra hesaplaşma vaktim gelecek."
Afallayan Qi Yan Nangong Jingnu'ya bakıyordu. Gözlerinin önündeki bu imparatoru geçmişteki küstah genç kızla bağdaştıramıyordu. Nangong Jingnu nihayet kendi imparatorluk yeteneklerinin farkına varmıştı. Artık düşünce süreci tamamen heveslerine dayanan ve hiç gizli planları olmayan o genç kız değildi.
Qi Yan'ı asıl etkileyen ve utanç duyduran ise Nangong Jingnu'nun "onu ilgilendiren meselelerin kendi aralarında" olduğunu söylemiş olmasıydı...
Ne var ki o kısımdan da bir dehşet yükseliyordu. Nangong Jingnu'nun "gerçekler" hakkında bilgisi buz dağının görünen kısmından ibaretti. Her şeyi öğrendiğinde bir kez daha kandırılmış gibi mi hissedecekti? Qi Yan'ın onu alçakça kullandığını mı düşünecekti?
Qi Yan artık böyle yaşamak istemiyordu. Zaten Nangong Jingnu'ya itiraf etmeye karar vermesinin sebeplerinden biri de buydu.
Qi Yan: "Majestelerinin... bu kula soracak hiçbir şeyi yok mu?"
Nangong Jingnu bir an sessiz kaldıktan sonra, "Nasıl olmasın... Bana biraz daha zaman tanıman gerek, çünkü..." diye mırıldandı.
Qi Yan: "Majestelerine bir tavsiyede bulunacağım. Muhtemelen bu kulun icabına bakmak daha iyi olacaktır."
Nangong Jingnu'nun yüz ifadesi soğuk bir hal aldı, "Ne diyorsun sen? İçinde bulunduğumuz duruma bir bak, neden hâlâ inatçılık ediyorsun?"
Qi Yan: "Bu kul yapılan iyilikleri takdir etmeyi bilmiyor değil, sadece... Bu kul Majestelerinin sonradan pişman olmasından endişeleniyor."
Son zamanlarda o birkaç imparatorluk mirasçısının ölümlerinin Qi Yan ile bir ilgisi olabileceği ihtimali Nangong Jingnu'nun da aklına gelmişti. Eğer Ding Yi ve diğerleri bu kadar telaşlı bir şekilde baskı kuruyor olmasalardı bu kadar erkenden gelip Qi Yan'ı görecek cesareti kendinde bulamazdı.
Nangong Jingnu biraz sivri bir şekilde yanıtladı, "Dediğim gibi... Bu senin ve benim aramda. Ödeşmek lazımsa da bunu yapan ben olacağım. Başkalarının dahil olmasına kalmadı."
Qi Yan Nangong Jingnu'ya baktı, "O halde bu kul Majestelerinin bu kulla ödeşmesini bekleyecek."
Nangong Jingnu: "Qi Yan..."
Qi Yan: "Benim adım Agula."
Nangong Jingnu: "Biliyorum... Bu, bu gece akşam yemeği için Chengchao Sarayı'nda kalacağım. Ondan sonra bir müddet seni görmeye gelemeyeceğim. Bana verdiğin sözü unutma, yeter."
Qi Yan: "Pekala."
***
Yazarın notu:
İşte bugünün bölümü. Endişe verici yerler daha sonra gelecek. Nangong Jingnu da demedi mi? O ve Qi Yan'ı ilgilendiren meseleler, başka bir gün konuşulacak.
O günün ne zaman olduğunu ben de bilmiyorum.
0 notes
Text
Barış Neydi?
Çürümenin bütünleşik suretinde yol da yön de kayıp kılınıyor. Üçüncü sayfa haberlerinin ülkenin yegane gerçeği / tek istikameti olarak bizzat devletli nezdinde yankı bulmayan hiç sorgulanmayan tezahürü çürüten / ezen bir menzili görünür kılıyor artık. Gösteri toplumu tahayyülünü Guy Debord’un bildirdiği satıhtan yol alan, biçimsiz, yıkım ve mahvetmenin normatif kılındığı bir düzlem hakikat eyleniyor. Sessizlik güçlendikçe daha da derinden ve kalıcı kırılmaların yolu / yönü var ediliyor. Çürüme bir temsil olmaktan çıkıyor her an, her şekilde. Guy Debord’dan alıntılarsak şayet, “İzleyici ne kadar çok seyrederse o kadar az yaşar; kendisini egemen ihtiyaç imajlarında bulmayı ne kadar kabul ederse kendi varoluşunu ve kendi arzularını o kadar az anlar. Gösterinin etkin insan karşısındaki dışsallığı, kendi davranışlarının artık bu insana değil, bu davranışları ona sunan bir başkasına ait olması gerçeğinde ortaya çıkar. İşte bu yüzden izleyici hiçbir yerde kendini evinde hissetmez, çünkü gösteri her yerdedir.” 7 gün yirmi dört saat yaratılan tahayyüller ile birlikte o gösteri toplumunda şok doktrinleri tastamam biçimlendirilir. Hayatlarımızın sabiti kılınır. Aralıksız bir biyopolitik cerahat nüksederken memleket sathında var edilmiş olagelen demokrasi, adalet, hakkaniyet gibi ortaklıklar topyekun zayi olunur. Çürümenin refakatinde hayat mahvedilen bir mesel oluyor. Ak parti ve beraberindekilerin sunduğu ol yenilenmiş ülke tiradı bütün bu bezirganlık dolu hallerin üstünde yükseliyor. Yirmi iki yıl boyunca var edilen iktidar deneyimi, deyim yerindeyse şüphe taşımayacak bir yıkıcılığın ta kendisinden imal olunur. Tahakküm her yerdedir. Gözetim aralıksız, cerahat kesintisiz, bütün bunları kapsayan çürüme noksansız olarak yenilenir, her şekilde. Gösteri her yere, her şekilde taşındıkça yıkıcılık da o aralıktan yinelenir, yeniden ve yeniden!
Modern bir toplum imgesini çoktandır yitirmiş, anti militarist olmak bir yana onun tam da istediği kıvamda bir ayrımcılığa tutunan, ne lider kültü, ne de kurucu önderinden bugünkü baş efendisine aralıksız rekabette taraftarlık yapmaktan kendini alıkoymayan temsiller bir biçimde çürümenin yeni girift tahayyüllerini var ederler. Demokrasi deneyiminin hiçbir ama hiçbir biçimde tam anlamıyla kotarılmadığı bir zeminde gündelik yaşama vurulan ol ketler, duraksamadan icra edilen / sizden bizden olmaların yamacında tarafgirlik başkaca ayrımları var ederken, gümbürtü sonrasında çıkagelen her şey belirgin bir istikameti imler kör karanlığı. Siyasal İslamın, milliyetçilik kılıfında görünüp duran ırkçılıkla bulduğu tüm o yeni ülke damarı, kurucu liderin ardından sabitlenmiş asla değişmez addedilen ötekileri hiç, kalanları işe yarar veya zararlı olarak gören eleme anlayışının refakatinde, kemalistler ve ötekiler diğer ayırdığı, buna devam dediği bir zeminde yıkıcılık artık ana içkindir. Yer, saha, ülke çürümenin içindedir varsın olsun. Birisi yol ortasında namazını kılar gibi yapar diğeri kurucu önderi anıyorum derken yol ortasında kontak kapatıp hizaya geçer. Birbirini tamamlayan argümanlarla, hiçbir yere ilerleyemeyen ülkenin sureti temsili ol Debord’un var ettiği / sunduğu / bildirdiği karakteristik çürüme eksenini yeniden imal eder. Ayrımcı dil, birbirini taklit eden nefret söylemi, kesintisiz kötülüğü var etme istemi, bütünüyle bir toprak parçasında kesintisiz kılına gelen ol ötekilerden hınç alma ayinleriyle birlikte ne muğlak, ne mübalağa bir toplumu günceller, her günü apayrı cerahatin esiri bir çukur var edilir.
Mezopotamya Ajansına bağlanalım: “Kayyım değil demokrasi” buluşmasında konuşan DEM Parti Sözcüsü Ayşegül Doğan, barış için önce kayyımlardan vazgeçilmesi gerektiğini belirterek, “Türkiye'nin adil onurlu barışı için yıllardır elimiz havada” dedi.
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti), kayyımları protesto etmek amacıyla İstanbul Sancaktepe’de "Kayyım değil demokrasi" şiarıyla halk buluşması gerçekleştirdi. Sancaktepe'deki Demokrasi Caddesi’nde toplanan kitle buradan yürüyüşe geçerek, DEM Parti Sancaktepe İlçe Örgütü binası önüne geldi. DEM Parti Sözcüsü ve Şirnex Milletvekili Ayşegül Doğan ve İstanbul Milletvekili Kezban Konukçu'nun katılım sağladığı buluşmada, “Belediyeler bizimdir, gaspa izin vermeyeceğiz” pankartı açıldı. Çok sayıda yurttaşın katılım sağladığı buluşmada, “Jin jiyan azadî” ve “Bijî berxwêdana gelan” sloganları atıldı.
Buluşmada ilk olarak konuşan DEM Parti İstanbul İl Eşbaşkanı Murat Kalmaz, iktidarın kayyım politikasının demokrasiye darbe olduğunu belirterek, “İki dönemdir Kürt halkının iradesini tanımayan politikalarınıza direneceğiz. Bu politikaların uygulanmasına Kürt halkı ve demokrasi güçleri izin vermeyecektir. Yaptığınız diktatörlüktür, yaptığınız faşizmdir. Kürt halkı size boyun eğmedi, boyun eğmeyecek” dedi.
‘Çok Büyük Yanılıyorsunuz’
Ardından söz alan DEM Parti Sözcüsü Ayşegül Doğan, DEM Parti'nin onurlu bir adalet ve barış için işkence, hapis, ölüm ve birçok baskıya karşı seslerini İstanbul'dan Êlih’e Mêrdîn'e kadar yükselttiklerini vurguladı. Doğan, “Sesimizin duyulmasını istemeyenler bilsinler ki biz buralara sığmayız. O yüzden bizi tehditle, şantajla baskıyla yıldıramazsınız. Gücümüzü haklılığımızdan alıyoruz. Sizin gibi darbelerle güçlenmiyoruz. Siz darbelerle büyüyeceğinizi zannediyorsunuz ama çok büyük yanılıyorsunuz. 1990’larda süper valiler vardı. Kara bir leke olarak durur. Biz diyoruz ki kayyım değil, demokrasi gerçektir ve bir kardeşleşme halidir. Bunların sözde değil, özde olması gerekir.”
‘Halkların Ortak Mücadelesi Kaldı’
Birçok belediyeyi iktidarın taşımalı seçmenlerine rağmen kazandıklarını ifade eden Doğan, “Bu kazanımlar kolay elde edilmedi. Tabi ki alanlarda, meydanlarda, sokaklarda olacağız. Ama sizin bu kayyım modelini, bu ülkenin yönetim biçimi yapmanıza izin vermeyeceğiz. Türkiye'nin İstanbul'dan verdiği fotoğrafa bakın. Bizim güvenliğimiz için mi? Hayır bizim sözümüzü söylemememiz için. Kaç hükümet, başbakan geldi geçti, onlar kalmadı. Ama halkların ortak mücadelesi kaldı” diye konuştu.
‘Önce Kayyımlardan Vazgeçin’
Doğan, iktidara kayyım politikalarından vazgeçmesi çağrısında bulunarak, son dönemde gündeme getirilen “Kürt sorununun çözümü” tartışmalarına da değindi. Doğan, devamla şunları kaydetti: “Bugün Kürdistan’a reva görülen Esenyurt'a da reva görüldü. ‘Kürt yönetemez, konuşamaz’ diyorlar. Her şeyi yasaklayabileceğini sananlara diyoruz ki, bu yol yol değildir. Biz sokakta alanda olmaya devam edeceğiz. Bizi vazgeçiremeyeceksiniz o yüzden gelin siz vazgeçin. DEM Parti olarak diyoruz ki el sıkmaya hazırız. Türkiye'nin adil onurlu barışı için yıllardır elimiz havada. Ama siz bir elinizde sanki barış elinizi uzatıp, diğer elinizle kayyım atarsanız toplumsal uzlaşı yapılamaz. Önce bu kayyımlardan vazgeçin.”
Çürümenin bütünleşik suretinde bir yoldur gidiliyor ki katran karanlığı bir asır öncesinde o Ermeni, Süryani ve Rumlara doğrudan nasıl var edildiyse bugün de halen inat ve ısrarla Kürd halkına, onlarla birlikte mücadele sergileyen tüm Mezopotamya halklarının handiyse tamamına doğruda müdahalelerle çıkageliyor. Baş efendi, hazır gaz almışken ve giderek dibine doğru çuvallamış bir ülkenin, ekonomik ve sosyal politik karanlığından çıkışı yine o Kürde saldırarak var edebileceği imgesine tutunur. 10 Kasım günü var ettiğ demeçlerinden birisinde sınırın ötesindeki terör unsurlarıyla(!) mücadelenin süreceğini bildirerek takım arkadaşı olagelen Bahçeli’yi boşa düşürür. Azez, Efrin ve yöresindeki ol besleme takımının kötülüklerini kafi görmeyip, Ezidi, Süryani, Ermeni, Arap, Mıhellemi ve Kıptiler ile birlikte mücadele eden, evini yurdunu kollayan Kürd özgürlük hareketinin tüm unsurlarını terörist ilan ederek barışın hiçbir zaman var olmayacağını bildirir. Kesin ve kati olarak var edilmiş olanın cerahat sarmalına esir, çürümenin daraltılmış olagelen o katran karanlığında yol alan bir menzil olduğu gerçekliğe yeniden kavuşturulur. Cürüm her yerdedir.
Binbir badirenin var edildiği, hemen her durumda Bahçeli gibi bir ismin topyekun üçüncü defa barışa dair söz almaya çabaladığı, belki bilinçli belki hesapsızca baş efendi ile arasını kolaçan eden / sorgulatan bir iklimin mihmandarlığı var edilir. Gösteri ne de olsa hemen her yerdedir. Çözüm denilirken çözümsüzlük öne sürülür. Barış denilirken pat diye çıkan o sınır ötesindeki Kürd nüfusu başta olmak üzere Mezopotamya halklarının tamamına karşı bariz yıkıcılığı bildiren operasyon hazırlıkları vesaire. Bütünüyle eksik gedik olmadan bir yok edicilik ile hemhal olunan mahvetme retoriklerine devam olunurken ol barış ne yana düşer sahiden? İkinci haftasına girmiş olagelen kayyım tahayyülünün hemen tüm bölgeye yayılabileceği fikriyatını aralıksız ısıtıp duran sözüm ona köşe kadısı ile adalet ve kalkınma partisinin hegemonyasının sürdürülecek olduğu bir gelecek / yarın ne gibi bir barışı var edebilecektir ki? Gösteri toplumunun gereklerini imleyen, sorgusuz, sualsiz yıkım, kötülükle bütünleşmiş olagelen bir ayrımcılık ve nihai anlamda bir inkarla yol alınan / yön aranan bir menzilde bir asırlık yaranın çözümü sahiden söz konusu edilecek midir, bir biçimde? Uçurumun kıyısına yeniden itilecek bir barış idesine daha, heder edilecek bir asra daha sahip midir bu ülke, nedir?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Batman'da Kayyım Protestosu Sonrası Gözaltına Alınanlar Foto İHD Batman
Meramda Paylaşılan Haber
‘Kayyım Değil Demokrasi’ Buluşması: Gücümüzü Haklılığımızdan Alıyoruz - Mezopotamya Ajansı https://mezopotamyaajansi40.com/tum-haberler/content/view/258184
#meram#zulmat#demokrasi#adalet#eşitlik#bakur kürdistan#elih#merdin#xelfeti#çözümsüzlük#özgürlük#mücadele#yarınsızlık#karanlık çağ#başka türkiye vardır#cerahat ekseni#cürüm#söz#yıldırı#tehdit#siyasa#biyopolitika#gösteri toplumu#guy debord
0 notes
Text
13 Kasım 2024 Umana Reyer Venedik Türk Telekom Maçı
*Giuseppe Taliercio Spor Salonu'nda saat 22:00'de başlayacak olan BKT EuroCup Normal Sezon B Grubu 8. maçı. Cluj galibiyeti nefeslenmemizi sağlamıştı. Bugün İtalya deplasmanında kazanarak yükselişimizi sürdürelim ve milli araya sevinçli girelim. Venedik'in durumu her ne kadar olumlu olmasa da ülke basketboluna ve atmosferine dikkat edelim. Galibiyetle dönelim. Yürekten başarılar takımımıza.
*İlk dilimin bitmesine 8:14 kala TRT Spor Yıldız'dan naklen yayınlanmaya başlayan maç.
*İlk çeyreğin ardından 12-10 Venedik üstünlüğü var. Az sayılı ve yakın geçen bir mücadele var. 8-8'den sonra ivme biraz onlara geçti ama son sözü söyleyerek yeniden tek topa indirdik.
*İlk yarının bitimiyle 30-24 gerideyiz. İtalyan ekibi skor avantajını koruyarak hep önde oynadı bu dilimde. Yaklaştık bazı anlarda ama çoğunlukla 5-6 bandında gidiyor. 8'e çıktığı da oldu. Rüzgar vermememiz lazım. Kopmadan dönüş yoluna başlayalım bir an önce.
*Üçüncü periyot sonunda ev sahibi taraf 55-46 yaptı. Fark 13'e kadar çıkardılar bir ara. Sonlara doğru iyi bir refleksimiz vardı. Tek haneye düşürdük neyse ki ama bu da yetmez. Skoru almamız şart.
*75-67 mağlup olduk ve 4. yenilgimizi aldık. Bir türlü akşam güzel geçmedi bizim adımıza. Buna rağmen 68-66'yı da görüp 2 sayı kadar yaklaştık ama o andan sonra hatalarla 7 sayılık seri yedik. İş de orada bitti. Ara sonrasında yeni bir sayfa açmaya bakacağız artık. Umana Reyer Venedik'te Rodney McGruder 20, Kyle Wiltjer 16 sayı kaydetti. Mfiondu Kabengele 10 sayı - 15 ribaund ile ikili çifte yaptı. Türk Telekom'da Anthony Brown 18, Braian Angola 15 sayı attı.
#spor arşivi#maç arşivi#bkt eurocup#eurocup#umana reyer venedik#reyer venedik#t��rk telekom#basketbol#basketball#spor#sport
0 notes
Text
Bir Dünya Var Ve Bir Gün O Dünyayı Başınıza Yıkacağız.
✍🏻 Kadir Veral
https://www.gundemarsivi.com/bir-dunya-var-ve-bir-gun-o-dunyayi-basiniza-yikacagiz/
Bir dünya var ve bir gün o dünyayı başınıza yıkacağız.
Siz öldürüyorsunuz, bizler ölmüyoruz!: Bizler, Ebru Eroğlu, İkra Kuyumcu, Şeyda Yıldırım, Mustafa Kemal’in kadın askerleri olarak, isimlerimizi kılıçlarımızla güneşe kazırken, mavi bir çift gözün ışığında aydınlanan yolda korkusuzca yürüyoruz…
Siz öldürüyorsunuz, bizler ölmüyoruz!: Bizler, “Filenin sultanları” Cansu Özbay, Elif Şahin, Ebrar Karakurt, Hande Baladın, Eda Erdem Dündar, Zehra Güneş, Melissa Vargas, Gizem örge, Beyza Arıcı olarak, Mustafa Kemal’in şaha kalkan at üzerindeki heybetiyle yükselip smacımızı gericilin, cahilliğin, zorbalığın, Vandallığın, karanlığın yüzüne yüze çarpıyoruz…
Siz öldürüyorsunuz, bizler ölmüyoruz!: Bizler, Cumhuriyet tarihinde ilk defa UEFA Kadınlar Şampiyonlar Liginde oynamaya hak kazanan Galatasaray Futbol Kulübü Kadın Futbol Takımı oyuncuları olarak, Gamze Yaman, Sare Öztürk, Eda Karataş, Berna Yeniçeri, Arzu Karabulut, Ebru Topçu ve diğerleri, uzatılan yandaş mikrofonlara “Kadın kadının yurdudur, kadın dayanışması yaşatır! Birlikte olursak bizi kimse yenemez!” derken, aslında, “Geliyor Gelmekte Olan” demek istiyoruz…
Siz öldürüyorsunuz, bizler ölmüyoruz!: Sizler, öldürdüğünüz kadınların, çocukların, buz gibi mezar taşlarına isimlerini kazımak için sabırsızca beklerken bizler, Artistik Jimnastikte Ay yıldızlı bayrağımızı göndere çektirip, sizin karanlığınıza inat en parlak yıldızlarla Ayşe Begüm Onbaşı, Yaşam Suğra Akın, Gülcenaz Gülen, Bilge Korkusuz yazıyorduk…
Siz öldürüyorsunuz, bizler ölmüyoruz!: Sizlerin sakat, ipe sapa gelmez erkeksi inanışlarınızla, kadınların ciğerini delen serseri kurşunlarınızı sayarken, adını ilk kez duyacağınız Para Okçuluk branşında Öznur Cüre Girdi, Para atletizm alanında Aysel Önder, para masa tenisi alanında Kübra Korkut, para atıcılık alanında Aysel Gürdal, para tekvando branşında M. Betül Çavdar, para halter branşında Nazmiye Muratlı, para masa tenisinde Ebru Acer, para yüzme branşında Sevilay Öztürk, para atletizm alanında F. Damla Altın, para judo alanında Ecem Taşın Çavdar, Cahide Eke, Nazan Akın Güneş Paris olimpiyatlarında başarı üstüne başarı kazanarak, madalyalarımızı boyunlarımıza takarken asıl engellilerin bizler değil; karanlık ve bağnaz düşüncelere sahip insanların olduğunu gözlerinizin taa içine bakarak haykırıyoruz…
Her gün bir kadının kaybolduğunu, şiddete, tacize maruz kaldığını, hatta acımasızca katledildiğini üçüncü sayfa haberlerinde okumaktan yorulduk… bıktık… usandık!..
Sığamadık şu koca dünyaya…
Bizlerden bu kadar mı korkuyorsunuz?..
Bir, iki gün önce sosyal medya, yazılı ve görsel medya bizlerin yok sayıldığı, her gün birimizin eksildiği dünyamızda “günümüzü” kutluyordu…
Bizlere, gün yüzü göstermediğiniz şu dünyada kutlayacak gün mü, gönül mü bıraktınız?…
Yalnız!!!
Yazıyoruz bunları… biliniz…
Tanını çıkarın, sararmış dişlerinizle, cellat suratlarınızla, kirlenmiş ellerinizle…
Bizlerin, doya doya kutladığımız “11 Ekim Dünya Kız Çocukları Günümüz” olmuyor ama başınıza yıkacağımız bir dünyamız var. “Belki yarın, beklide yarından da yakın.” Bekleyiniz…
Gülümseyin; çekiyorum…
Kadir Veral
0 notes
Text
DUALAR ZİKİRLER İmamGazâlî
ÂYETLER
"(İtaat ve ibådet ederek) beni anın ki, ben de sizi (mağfiretimle) anayım." (Bakara, 152)
Sâbit el-Bennâni bir keresinde "Rabbimin beni andığı zamanı biliyorum!" dedi.
Onun bu sözü üzerine orada bulunanlar ürktüler ve kendisine "bunu nasıl bildiğini" sordular.
Bunun üzerine "O"nu andığım zaman O da beni anar" cevabını verdi.
"Ey iman edenler! Allah'ı çok zikredin!" (Ahzab, 41)
"Arafat (taki vakfe)den (Müzdelife'ye) akın ettiğiniz zaman, Meşar-i Haram'ın yanında (Müzdelife'de) Allah'ı (dua ve telbiye ile) anın.
Ve sizi doğru yola hidayet ettiği gibi (siz de), aynı şekilde O'nu (tevhid ve tâzimle) öylece anın." (Bakara, 198)
"Hac ibadetlerinizi bitirdiğinizde, vaktiyle (orada) atalarınızı (sevgi ve övgü ile) andığınız gibi, artık bundan böyle daha kuvvetli bir şekilde Allah'ı anın.” (Bakara, 200)
"Onlar ayaktayken, otururken ve yatarken (daima) Al- lah'ı anarlar." (Al-i Imran, 191)
SAYFA 16 İMAM-I GAZÂLÎ
"Artık namazı bitirdiğiniz zaman ayakta iken, otururken ve yanlarınız üzerinde (uzanmış) iken Allah'ı zikredin." (Nisa, 103)
İbn-i Abbas (radıyallahu anhu) bu ayetin tefsirinde "Yani 'Gecegündüz, karada ve denizde, seferde ve hazarda, zenginlikte ve fakirlikte, hastalıkta ve sıhhatte, gizli ve açık Allah'ı anın!' demektir" buyurmuştur.
Allah Teâlâ münafıkları kötülemek üzere şöyle buyurmuştur:
"Münafıklar Allah'ı pek az anarlar." (Nisa,142)
Yine Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
"Rabbini, içinden yalvararak ve korkarak, sabah akşam sessizce (hafif bir sesle) an! Sakın gâfillerden olma!" (A'raf, 205)
"Allah'ı anmak (bütün ibadetlerden) daha büyüktür." (Ankebût, 45)
İbn Abbas (radıyallahu anhu) şöyle buyurmuştur: "Bu âyetin iki mânâsı vardır:
1)Allah'ın sizi anması, sizler için, sizin O'nu zikretmenizden daha büyüktür,
2)Allahın zikri, içerisinde zikir bulunmayan diğer ibadetlerin hepsinden daha büyüktür.
Zikrin büyüklüğünü bildiren, bunlar gibi daha nice âyetler vardır.
HADİSLER
Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
"Gafiller arasında Allahı zikreden kimse, tıpkı kuru otlar arasında biten yemyeşil ağaç gibidir."
DUALAR ve ZİKİRLER 17
Gafiller arasında Allah'ı zikreden kimse, hezimete uğramış askerler arasında düşmanla amansızca muharebe eden kimse gibidir.
Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)' in naklettiği bir hadis-i kudsîde Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
"Kulum beni andıkça ve dudakları beni anmak için kıpırdadıkça ben onunla beraberim."
Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) bir keresinde "Ademoğlu kendisini Allah'ın azabından kurtaracak ameller içerisinde, O"nun zikrinden daha faydalı bir amel işlemiş değildir" buyurdu.
Ashab-ı kiramın Allah yolunda cihad da mı zikir kadar faydalı değildir?' diye sorması üzerine şöyle cevap verdi:
"Evet, Allah yolunda cihad da zikir kadar faydalı olamaz. Ancak kılıcın paramparça oluncaya ve sonra ikinci ve üçüncü kılıçlarında parçalanıncaya kadar düşmanla savaşman müstesna..."
"Cennet bahçelerinde eğlenmek isteyen kimse Allah'ı çok zikretsin."
Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'e "Amellerin hangisi daha üstündür?" diye sorulduğunda şöyle cevap vermiştir:
"Dilin Allah'ın zikriyle ıslak olduğu halde ölmendir."
"Dilin Allah'ın zikriyle taptaze olduğu halde sabahla ve akşamla!
Böyle yaptığın takdirde günahsız olarak sabahlamış ve akşamlamış olursun."
"Sabah-akşam Allahı zikretmek, Allah yolunda ve
O'nun düşmanlarıyla savaşılırken kılıçların kırılmasından
daha efdal olduğu gibi O'nun rızası için fakirlere bol bol infakta bulunmaktan da daha efdâldir."
SAYFA 18 İMAM-I GAZÂLÎ
Bir hadis-i kudside Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
"Kulum beni kalbinde andığı zaman, ben de onu nefsimde anarım.
Beni bir cemaatte andığı zaman, ben de kendisini onun beni andığı cemaatten daha hayırlı bir cemaat içerisinde anarım.
Bana bir karış yaklaştığı zaman, ben ona bir arşın yaklaşırım.
O bana yürüyerek geldiği zaman, ben ona koşar adımlarla varırım."
"Yedi sınıf insan vardır ki Allah Teâlâ onları, kendi gölgesinden başka hiçbir gölgenin bulunmadığı bir kıyamet gününde kendi gölgesinde gölgelendirir. Bunlardan biri de, tek başına kaldığı zamanlarda Allah'ı anan ve O'nun korkusundan gözleri yaşaran kimsedir."
Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)
birgün "Ey ashâbım!
Size amellerinizin en hayırlısını, Rabbiniz nezdinde en verimlisini ve derecelerinizi en fazla yükseltecek olanı, Allah yolunda altın ve gümüş harcamanızdan ve düşmanlarınızla karşı karşıya gelip onların boynunu vurmanızdan ve onların da sizin boynunuzu vurmalarından daha hayırlısını haber vereyim mi?" diye sordu.
Sahabîler "Ey Allah'ın Rasûlü!
Bu amel nedir?" diye sorduklarında da şöyle buyurdu:
"Devamlı olarak Allah'ı anmaktır."
Bir hadîs-i kudside Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
"Beni zikretmekle meşgul olduğu için benden ihtiyacını
istemeye vakit bulamayan kimseye, isteyenlere verdiğimden
daha fazlasını veririm."
#DUALAR #VE #ZİKİRLER
#ÂYETLER
#HADİSLER
#İMAM-I #GAZÂLÎ
3 notes
·
View notes
Text
0 notes