#çok ayrı sevmiştim ben bunları ya
Explore tagged Tumblr posts
Text
Bitti mi hikayemiz? Bu ne biçim son böyle... 🧏🏼♀️🌬🔧
#kendi düşen ağlamaz#alser#çok ayrı sevmiştim ben bunları ya#uzun süre sonra izlediğim tek tv dizisiydi
10 notes
·
View notes
Text
Mayıs 2021
Usta ile Margarita, Mihail Bulgakov
Yazarın ölümünden tam 26 yıl sonra, birçok kısmı sansürlenerek yayınlanmış bir eser. Okurken çok keyif aldım. Zekice kurgulanmış bir sistem eleştirisi olduğunu düşünüyorum. Kitapla ilgili yorumlarda bu kadar uzun tutulmasına gerek olmadığı, yazarın diğer eserlerinin çok daha iyi olduğunu söyleyen insanlara rastladım ama bence dünya edebiyatında gördüğü önem boşa değil.
Kitap iki bölümden oluşuyor. İkinci bölüm ilk bölüm kadar güzel değil. Margarita karakterinin aşkı işleniyor ikinci bölümde. Bazı kısımlarında sıkıldığımı bile söyleyebilirim ama ortasından sonra bence ikinci bölüm de kendini topluyor. İlk bölüm ise şeytan ve ekibinin Rus aydınları arasında yarattığı kargaşa ile geçiyor. Bu insanların ikiyüzlü hallerini gözler önüne seriyor. Bazı yerlerde aydınlara üzülüyorsunuz ama sonra o kadar da üzülmüyorsunuz. İlk bölüme bayıldım :) kitapta en çok sevdiğim karakterler Prof. Woland (kara büyü ustası) kılığındaki şeytan ile onun kara kedi kılığındaki yardımcısı Behennot. Diğer yardımcıları da ilgi çekici ama bu iki karakteri ayrı bir sevdim :)
Ayrı bir kitap havasında Pontius Pilatus’un anlatıldığı bölümler var. Kitabın ortalarına gelmeden bu kısımları Usta karakterinin yazdığını öğreniyoruz. Burada bir karakterin şeytan olduğunu düşündüm ama birlikte okuduğum arkadaşım böyle bir varsayıma ulaşmamış.
Can yayınları basımında yazarın arkadaşının kaleme aldığı bir önsöz var. Burada yazarın hayatı boyunca karşılaştığı zorluklar, sansür ve dışlanma süreci anlatılıyor. Bu kısımda Gorki’ye denk geldim. Bu sene okuma fırsatı bulmuş ve otobiyografilerini çok sevmiştim ama eseri nedeniyle yazarı çok sever, sonrasında da hayatında aslında o kadar sevilesi biri olmadığını öğrenirsiniz ya Gorki’de bu olmadı. Aksine Bulgakov’un eserlerinin çok iyi olduğunu söylemesi, hatta birçok kez okuduğunu dile getirdiğini gördüm. Mutlu etti :)
“Dostoyevski’nin yazar olduğuna inanmak için kendisinden kimlik kartı mı istemeniz gerekirdi? Hiçbir kimlik kartı gerekmeksizin rastgele bir eserin beş yaprak alın, karşınızdaki adamın yazar olduğunu hemen anlarsınız. Hem, onun bir kimlik kartı edindiğini de hiç sanmıyorum! Sen ne dersin?” diye sordu Korovyev Behennot’a.
Behennot, “Hayatı boyunca yazar olduğu göstere bir kimlik kartı bulunmadığına bahse girerim!” dedi.
Korovyev’in mantık örgüsü karşısında iyiden iyiye şaşıran kadın, “Siz Dostoyevski değilsiniz,” dedi.
“Hah haha ha! Kim bilir, kim bilir?” diye söylendi Korovyev.
Şimdiden, kendine güveninin azaldığını ortaya koyan bir sesle, “Dostoyevski öldü,” dedi kadın.
“Protesto ediyorum!” diye ateşli bir sesle haykırdı Behennot. “Dostoyevski ölümsüzdür!”
Bir İdam Mahkumunun Son Günü, Victor Hugo
İnsanların meydanda bir eğlenceymiş gibi idam mahkumlarını izlediği günlerde idam cezasının yarattığı yıkımı anlatmak istemiş sayın Hugo. İdam cezası hakkında bir sürü makale okuyabiliriz, başka açılardan inceleyebiliriz ama iyi yazılmış bu eserin yarattığı etkiyi yaratmayacaktır.
Aziz Bey Hadisesi, Ayfer Tunç
Yazarın okuduğum ikinci kitabı. Küçücük bir öyküyü andıran Aziz beyin hayatını anlatmış. Hem etkileyici hem de çok olağan bir hayat. Ben Aziz beyi kişilik olarak pek sevmedim ama iyi bir kitap olduğunu düşünüyorum.
Mayıs ayı güzel gidiyor diye düşünmüştüm. Ayın ortasından sonra okumamışım yine. Bir sürü bahanem var elbette ama kendime geç artık bunları diyorum :) Bakalım Haziran ayı nasıl olacak?
21 notes
·
View notes
Text
Herşey o kadar güzeldi ki tüm toksik ilişkilerimden kopmuştum ve herşey fazlasıyla yolundaydı. Sevmiştim tekrardan birini ve onun gerçekten sevilmesi gerektiğine inanarak yaptım bunları . O hiç yanlış yapmamıştı bana ve yapmaz diye de düşünmüştüm. Şuan sanmıştım dediğim şeylerden de anlaşılacağı gibi YANILDIM. Ardından bir gözyaşı dahi akıtamadım. Akıtmadım diyemiyorum bakın akıtamadım. Son bir umudum vardı, tutunacak son bir dalım..
O silahı ben dayadım kalbime içine mermiyi ben koydum ama sıkmaz sandım işte o yapmaz dedim o ayrı sevdi ya dedim . Sonra gözünü kırpmadan çekti tetiği, öldürdü hislerimi. Kalpsizin tekiyim artık hislerim yok, doğrusu aklım da var sayılmaz .
Kalakaldım öylece mecazi değil gerçekten ekran başında kalakaldım ve sonra hep öyle devam etti . O kaldığım gibi yaşamaya devam ediyorum.
Ölümüm çok yakın biliyorum . Kurtuluyorum artık sahte insanlardan dillerindeki o sahte duygulardan..
Benim hikayem de buymuş işte herkesten darbe aldım . Aile, kuzen , arkadaş , sevgili ve tanımadığım insanlardan. Sonuna kadar savaştım buna eminim şüphem yok . Kimse bir değil diye diye kim gelirse hayatıma onlara diğerlerinin hatalarını yüklemedim. Onların bana yaptıklarını hiçbirine yansıtmadım. Hep sıfırdan başladım . En sonunda küçük umut kırıntılarına tutundum . Onlar da kayboldu artık hiçbir şey kalmadı tutunacağım. Kimse için yaşamama da gerek yok .
Vasıfsızım artık ..
1 note
·
View note
Text
UÇURUM
Bu gece her şey biraz daha farklı görünüyor gibiydi. Köşe başında duran renkli atkım, üzerine bastığım eski zamanlara esinlenerek dokunmuş olabileceğini düşündüğüm karmaşık desenleri olan halı ve aslında tüm güzelliklerin içinde bulunduğu asil ve bir o kadar da zarif duruşuyla hergün ayrı bir gizemi farketmemi sağlayan kitaplarım.. Evet, o bile ruhunu yitirmiş gibiydi. Tüm bunları bu hale getiren esrarengiz bir güç varolabilirdi. Ya da adı her ne ise.. Çevremdeki birçok insan bu konu hakkında epeyce kafa yormuş olacak ki bu tür durumlarda konuyu enteresan bir şekilde yemekle ilişkilendirerek; "hiç tadım yok" şeklinde açıklayabiliyordu. "Bu kadar basit miydi? Bu mu yani?" diye haykırmak istesem de toplumsal değerlerin engeline takılacağımı bildiğim için yine susmayı tercih etmem gerekliydi. Doğru olabilirdi, güzel bir benzetme de olabilirdi fakat neden bu kadar basitti. Bir insanın duyguları, duyuları ve de ruhu bu kadar değersiz miydi yani?
Birkaç dakika boyunca zihnimi alıkoyan bu düşünce ile savaşımı aniden aklıma gelen bir fotoğraf karesi bozuyordu. Az önce bir moloz yığını gibi üzerime çöken düşünceler şimdi yoktular. Biri benimle oyun oynuyor gibiydi. Ama oyunun bu bölümünü sevmiştim. Çünkü o vardı. Sadece o. Saatime baktım bir ara. Ne önemi var ki diyerek baktığım saati unutma kararı aldım. Evet, zamanın ne önemi vardı yani. Büyü bozmaya çalışmam pek işe yaramamıştı aslında. Yine karşımdaydı. Ya da her yerde olabilirdi. Kim bilir...bu durumun benim açımdan olumsuz sonuçlara yol açtığını biliyordum. Aslına bakarsan olumlu da olabilirdi:
Gözleri bir uçurumu andırıyordu. Yaklaştığın her an, içini kaplayan o müthiş korku. O dayanılmaz his. Bu tür hassasiyet seviyesi yüksek durumları seven biri değildim aslında. Ama uçurumun kenarındayım. Birgün bir uçuruma "ama bu çok güzel" diyebileceğim aklıma gelir miydi bilmiyorum. Bu uçurumu daraltmak veya genişletmek onun elindeydi. Sadece bir gülümseyiş.. Hayatta kalma oranım sadece buna bağlıydı. Bu ihtimal az da olsa vardı. İçimden: "Hadi, at şu adımı" deyiveren sesler de bir yandan beni esir alıyorlardı. Müthiş bir çıkmaz..Uçurumdan atlamayı göze almak da kolay bir şey değil dedim kendi kendime. "Ben göze aldım ama" dedi diğeri çok geçmeden. Atlamak haa.. Sen? Bu soruya bu kadar öfke duyacağıma inanamamıştım. Tam bu öfkeyle adımımı atıyorken diğeri bunca hengamede söze girdi: "Bir insanın yaşamının sonuna sevinmesi de ne güzel bir çıkmaz beyefendi. Merak ediyorum da bunca şey ne içindi? Neden bizi meşgul ettin bizi bu kadar zaman? Benim kim olduğumu biliyorsun. Sen de diğerleri de. O nedenle sakince bana cevap ver. Ver ki, güzel olsun her şey." dedi. Ben sadece öylece kalmıştım. Sadece göz kapaklarımın hareketini hissettim bir an. Ve ona uzunca bakarak " bazen bir ölüm, yeniden doğuştur." dedim. O yoktu şimdi. Gitmişti. Eee.. Atlamadım ama daha.. ? Adımı atmadım ki daha.. ? Kafamı kaldırıp uçsuz bucaksız gökyüzüne baktım bir an. Tenimi sıyırıp geçen soğuğu hissettim. Bir sigara içme ihtiyacı duydum o an. Ceketimin cebinden bir tane çıkarıp yaktım. Derince bir nefes. Gözlerimi kapadım.. Sessizliğin sesini de varmış onu farkettim bu ara. Ve sordum. "Ben neredeyim? Ne oldu bana? Bir ses fısıldadı yanımda: "Düşüyorsun, her adımda". (10.02.2020)
0 notes
Quote
Nasıl başlayacağımı bilmiyorum . Tarifi imkansız duygular içindeyim. Biraz kırgınlık…Yanlızlık…Yandı ciğerimlerim sende yandı çok fazla yandı . Bu zamana kadar olan herşeyin yalan olması. Sevilmeyişim…Gözlerinde kendimi göremem.Sözlerinin , yaptıklarının ve hissetirdiklerinin bir hiçlikten ibaret olması yaktı canımı.Kırıldım…Sadece hayatında bir duvar olmuşum…Mutluluğunu engelleyen.Özür dilerim .Sana karşı hata yapmadım ama özür dilerim hem kendimden hem senden . Birbirimizin hayatına girmemeliydik .Beni yalan duygularla kandırmamalıydın .Seviyorum dememeliydin.Benimsin dememeliydin.Özledim dememeliydin.Hissetmediğin ,hissetiremediğim duyguları bana dememeliydin.Özür dilerim.İnsanlar sever , sevilir yada sadece sever . Bende seni sadece sevmişim.Önemli değil . Başkasında bulduğun duyguları kendimde yaşatamazdım. Ben sigara içmedim , anlatamadım derdimi dumanla . Haykıramadım acımı.Anlatamadım hayallerimi. Tek başına yaşadım duygularımı.Yalanların içinde.Yalanlar…Yalanlar…Afedemedim kendimi beni paramparça eden birini sevdiğim için afedemedim. Özür dilerim.Sen başkasına bağlanırken bende sana bağlandım. Özür dilerim.Sadece mutluluğunu engelleyen duvar oldum.Keşke her şey değer verdiğinde bitseydi.Keşke…Keşkelerin içinde boğuluyorum yine. Sende boğulduğum gibi.Evet selam bile vermiyorsun , mesaj bile atmıyorsun , sevmiyorsun … Ben senin yolunda her şeyimi verdim…Çocukluğumu…Hayallerimi…Her şeyimi ve seni…Çünkü aklında o var.Çünkü kalbinde o var.Çünkü ona aşıksın.Ya ben bir hiçlik.Sadece hiçlik.Yolunu kapatan duvar.O aklında varken konuşamazdın benimle.Selam bile veremezdin.Yalanlar…Yalanlar…Bu hayatta kaçıncı çıkmaz sokağım , düşüşüm,hayal kırıklığım, bilinmez …Sende bilmediğim gerçekler gibi.Yüzleşiyorum…Seninle, gerçeklerle yüzleşiyorum.Aileninde önemi yokmuş sadece kazanma hırsıymışım . Elde edip bir kenara çöp gibi atılma…Önemli değil .Birçok kez en sevdiklerim tarafından atıldım.Hiç oldum.Önemli değil .Kalbimi büyük bir şeyle almıştın.Ama yalanla. İnandım .Özür dilerim.seninle olan her şey darmadağın içimde.Kalanlar , ölenler.Seninle geçirdiğim küçük zaman dilimlerindeki tebessümlerim.İki yıl sekiz ay seninle ayrılıkla , birliktelikle geçirdiğim sandığım zaman Yalanmış.Bu kadar yalana kandığım için kendimden özür diliyorum .Anlattığım hislerim , yazdıklarım , yanışım belki senin için bir önemi yok ama seninle içimde bir şey kalsın istemiyorum .Her şeyin yalan olması…Yalanlarla örtülü bir çarşaf olması ve buna inanmam…Seni hatırlayıp güleceğim bir şey var mı ? Yok.Yalanlara gülemem ben.Sana kırgınım .Sadece kırgın.Bende seninle ilgili kalıcak tek şey kırgınlık ve inandığım kocaman yalan.İlk aşkım olarak kalıcaksın.İlk kırgınlığım.İlk vedam.İlkler güzel derler neden güzel değil bu ? Sormamam gerekiyor aslında.Zorla sevdiremezdim kendimi.Gözlerinde kendimi zorla göremezdim.Bana demiştin her şey bitti diye salmıycam kendimi diye. Keşke yalanlarını bitirseydin.Keşkeler…Sonu olmayan keşkeler.Bak okuyorum bana yazdıklarını , yalanları , yalan hisleri ,hırsını ve kazanma çabanı. Biraz canım yandı.Ne güzelde yalan söylüyorsun.Benim seni üzmek gibi bir amacım yok demiştin.Hatırlar mısın ? Sen beni yıktın paramparça ettin.Şuan ben varım demiştin.Ama hiç olmamışsın.Bana güzelsin demiştin . Değilmişim.Zaten hiçbir zaman güzellik kavramını kendimde bulmadım. “Bak seni seviyorum lütfen beni bırakma falan diye klişe laflar sölemicem ama hatırlıyomusun sen benim büyğk okyanusumsun diyodun bir balık okyanusu olmassa bir şey yapamaz ve ölür, aynı şekilde okyanusun bir balığı olmassa okyanusun hiçbir anlamı yoktur kısacası biz birbirimize aitiz ve bu zorlukları beraber aşıcaz yılmicaz çünkü biz birbirimiziniz” demiştin.Biz birbirimize ait değilmişiz.Aşamadık…Aşamadın beni hep duvardım onunda. Sen konusunda bencil olabiliyorum biraz, demiştin.Benim duygularımı hiçe sayıp yalanlar söyleyerek mutluluğumda bencillik yaptın.“Seviyorum be seni. ” Sevmiyormuşun be beni.“ Sen kiminsin kızım Benim değil mi ,Benimsin lan sen ” Hiç senin olmamışım. “ Aç BAl dinle” . dinliyorum .Aşkım sen benim canımsın Kanıma karışmış kanın Söyle kimlerden kaçarsın Boşuna durmadan ağlarsın Yavrum sen benim balımsın Tadına alışmış canım Aaah güzelkuşum gir kanıma Ben zaten sarhoşum Nerdesin…sevgilim… Söyle nerdesin bal Artık benlesin bal Söyle nerdesin bal Artık benlesin bal Artık sen benim canımsın Canlı kalan tek yanımsın. Şarkımızdı bir zamanlar.Anısı çoktur bende .Hoşçakal Bal.Son kez gömüyorum içime bu şarkıyı.Seninle birlikte bırakıyorum arkada .Dinlerken birkaç damla göz yaşı bıraktığım zemine kalbimi erittiği gibi zeminide eritti. Oysa ki siyah kalemle gökkuşağı çizmeye benziyor zihnimdeki seninle hayaller.Seninle birlikte avucumda birçok çicek oldu.Kalbimde çicek bahçeleri açtı.Sen susuz bıraktın.Sen yalanlar bıraktın.İnsan ruhunun yarası dikiş tutmaz .Bendeki senin yaranda dikiş tutmuycak .Kapanıcak zamanla.Yok olmaya başlıycak…Sonunda izi kalıcak .Benden sonra gökyüzü dokunsun omuzlarına. Bütün yalanların arasında kalırken kendimi boğuluyor gibi hissediyorum.Tarifi olmayan duygular anlatılmayan duygular.Özür dilerim…Her Kaan Tangözenin , Sezen Aksunun ve Deniz Tekinin şarkılarında seni bulucam.Her sözcükte seni anımsıycam . Duygularımın darmadağın olduğu bu yerde yanlızım.Her zaman olduğum gibi yalnızım.Bir mezar taşında sevdim seni.Bir kara toprağa seni anlattım acı bir tebessümle.Anlattığım, soğuk mezar gibi sevmiştim seni.Özür dilerim.Seni çok sevdiğim için ,özür dilerim…Onun kadar sevdiğim için özür dilerim.Her parçam dağılmışken yazıyorum sana.Senin için önemi olmayan duygularımı yazıyorum. “ Serdar Ortaç yar ayrı gayrın mı var bak mesela bunu dinleyince sen aklıma geliyorsun mutlu oluyorum çünkü sözleri çok anlamlı” Bak bende bu şarkıyı son kez dinliyorum sana son kez yazdığım gibi. Yandım alev alev yerine Yağmur yağsa da durduramaz Sanki, kilitlendi yüregim Gitmek istese de, kurtulamaz Deli fırtınam, deli gözyasım Deli yağmurum, bebeğim Üşüdün yine, sakin titreme Bırak üstünü örteyim Yar ayrı gayrın mı var Bilemedim sana nasıl yaranacağım Aşkımdan şüphen mı var Beni bile bile ağlatsan da, unutacağım Alışmışım acılara, nasıl olsa deli hasretine alışacağım. Fazla anlamlı…Ama sadece benim için…Fazla…Boğuluyorum, acıların içinde boğuluyorum .Boğuluyorum sende.Çok yanıyor bilmezsin sen çok fazla. Her cümlenin yalan olması çok acıtıyor.Hissizlik gibi ama değil bu , çok ayrı , çok acı…Kırdığın yerlerden öpemedin beni, saramadın sevginle olmadı.Sevemedin.Önemli değil. Pinhani beni sen inandır şarkısını dinle demiştim sana ve sen “ Bu şarkı seninle benimi anlatıyor banamı öyle geldi .” bende “ ilk dinlediğimde aklımda sen yokken sen gelmiştin.” demiştim .Sonra sen “ Her cümlesinde sen varsın resmen” demiştin .Her cümlesinde ben vardım. Çizdim kendi aklımca Hayatın resmini Bir şey bilmezdim aslında Karıştırdım tüm renkleri Hata yaptım tabi Herkes başka bir şeyden Kaçırmış kendini Bazen yaşlı gözlerle Kabullenmiş gerçekleri Bazen memnun gibi Artık çok uzaklaştım En çokta kendimden Evden, senden Göçmen kuşlar gibi Çok geç kaldığım halde Solmuş resimlerde Kaç yıl geçmiş Hala güzel durur Küçükken çok inanmıştım Eğer çok istersen Her şey mümkün İnanmak zor değil Hikayem senle başlardı Senle devam etsin Beni seni inandır.. Çizmiştim kendi aklımca hayatın resmini. Bir şey bilmezdim aslında inandım tüm yalanlara .Hata yaptım tabi. Bazen yaşlı gözlerle kabullendim gerçekleri. Bazen memnun gibi…Gerçeklerden çok uzaklaştım.Çok geç kaldığım halde solmuş resimlerde kaç yıl geçmiş . Küçükken çok inanmıştım eğer çok istersen her şey mümkün, yalanlara inanmak zor değil .Hikayem senle başlardı sevilmeyişimle son bulurdu. Benim için fazla anlamlı oldu. Ne güzeldi bana olmayan sevgin.Ne güzeldi yalandan sevmelerin.Güzeldi.Güzel bir anıydın hayatımda.Ne kadar düzmece olsada güzeldi.Her seni hatırladığımda yüzümce acı bir tebessüm olucak.Nefret etmiycem senden .Sana hissizleşicem.Hissetmiycem.En büyük şeyleri sana hissederken…Sende hissetmemeyi öğrenicem.Her yazdığım sözcükte gözlerimden bir damla yaş akıyordu .Durdular artık.Akmıyor gözlerimden bir damla yaş.Çok yüklü şeyler hissediyorum.Çok yoğun şeyler yaşıyorum.Dile getiremem yaşadığım şeyi.Dökülmez sözcüklere .Daha ben bile çözememişken.Anlamı sende olmayan bende büyük anlamlar taşıyan şeyler.Ellerimi tutman.Düşmüşken kaldırman.Hatırladığımda en çok şuna gülümseyeceğim . Bir okul çıkışında spor kompleksine gitmiştik .Soğuktu hava , bulutlar üstümüze pusu kurmuştu. Üşümüştüm.Üşümüştün.Üşümüştük.Ellerimi tutup cebine koymuştun ısınsın diye .Unutamam bunu .Atarım diğer her şeyi unutamam bunu.Çocukluğumdaki en güzel anılarımdan.Seviyorum be seni diyemiyorum.Kalbim izin vermiyor.Sindiremiyor olanları.Seviyordum be seni.Seviyordum çocukluğum.Çok derinim atlasan ölürsün içimde.Ölürsün…Bir boşluğa sürüklerken ruhumu senide beraberimde götürüp bırakacağım . Şuan yıkılıyorum.Her parçam paramparça oluyor.Ama biliyorsun beni ne kadar senin için önemli olmasanda ayağa kalkıcam.Gözün arkada kalmasın.Kalmayacağını biliyorum ama…Sana yazdıkça içimi daha da dökülüyor. Armağanım olsun sana bu şarkı. Yürüyorum bomboş sokak Kaldırımlar ıslak Ve gözümde bir damla yaş Duruyorum sonra bir an Geçince zaman Yokluğunu anlıyorum Susuyorum tüm sözler tükenmiş gibi Anlamı yok ya da zaten geç kaldım Zaman ağırdı hani neden çabuk geçti Yalan kolay gelirdi sonu hüsran Sensiz günüm geçemez dediğin o an Yalan, yalan Biri vardı Sever gibi yapıp kandırdı Biri vardı Ateşi yüreğimde yangındı Biri vardı Kalbinde güzü bahar sandırdı Ona sorsan ben yokum Ama bende biri vardı Vazgeçiyorum bak kendimden İnandığım her şeyden Koparıp kalbimi ruhumu söküp giderken Zaman ağırdı hani neden çabuk geçti Yalan kolay gelirdi sonu hüsran Sensiz günüm geçemez dediğin o an Yalan, yalan Ve daha armağan ede bilceğim birçok şarkı.Sana olan hayallerimle yazıyorum bunları son kez yazıyorum. Önünde mutluluğunu engelleyen bir duvardım gidiyorum . Beni ilerde eğer hatırlarsan çok seviyordu dersin.Çok…Çok…Vazgeçiyorum bak kendimden.Veda etmedim hiçbir zaman biriyle.Bende güzel bir anı olarak kalıcaksın . Kendine iyi bak , sevdiğin öpsün kirpiklerinden .Allah'a emanet ol .Hoşçakal…
Bilge N.
3 notes
·
View notes
Text
yıllar önce bir yaz.
-Son bir yemek için karşılıklı oturmuştuk. Aylarca görüşmemeyi tercih ettikten ve görüşmedikten sonra, bir yemek ile veda etmenin saygıya yaraşır olduğu kanaatindeydik. Ortak kanaatlerimizin kesiştiği, nadide bir karardı bu. Yemeği yiyeceğimiz mekana doğru yürürken, “kaç ay oldu görüşmeyeli” diye parmaklarımla ay hesabı yaptığımı anımsıyorum. Ve son akşamı tekrar gözümün önüne getirdiğimi. -
Ramazan ayı. Son yıllarda, yaz mevsimi ile zorluk katsayısı hayli yükselen “on bir ayın sultanı”. O ramazan biz, o taşradaydık. Böyle yerlerde herkes oruç tutardı. Ya da biz öyle sanırdık. “Oruç tutmak ve tutmama halinde de aç kalmak” arasında tercih yapmak zorunda olduğumuzdan oruçluyduk (yani en azından ben bazen o sebeple). O gün evde iftar etmek yerine pizza yemeye gitmiştik. Birlikte bir çorba içip, ikimizin zor bitirdiği bir orta boy pizza söylemiştik, ton balıklı. Ortak noktamız; ton balıklı pizza, bol mantarlı ve bol mısırlı. -Yıllar oldu ona da.- Konuşamıyorduk, düğümlenmiştik yemekte. Ben önümdeki pizzanın son diliminden mısırları ayıklarken sen, “Kış Uykusu gelmiş, izler misin?” sorusuyla sessizliğe bir iğne batırmıştın şükür. Şehirden çok uzakta tek bir sinema salonu vardı ve yaklaşık yirmi dakika boyunca susarak gittiğimiz yol, mezopotamyanın içinde gömülüyor, gömülüyordu. Karnıma bazen sessizlikten kramplar girdiğini anımsıyorum şuan. Ve burnumdan çıkan nefesin ne kadar yüksek sesli olduğunu o zaman anladığımı. Konudan bihaber girdiğimiz filme, yalnız ikimiz gitmiştik. Film garipti, film çok garipti. Nutkumuz tutulmuştu. Birbirimizden habersiz “bunun bir tesadüf mü yoksa, işaret mi?” olduğunu düşündüğümüzden eminim. Arada bana bakıyordun. O sahnede, ikimizin hıçkırık seslerinin birbiri ile yarıştığını hatırlıyorsundur. Hüngür hüngür ağlamaktan burnum şişmişti benim ve bu durum sabaha kadar sürmüştü. Ayrı odalarda sabaha kadar burun çekip durmuştuk. Ardından sabah ayrı uçaklarla o taşrayı terk etmiştik. Ben iş için gittiğim o yerde, sıtmaya girmiş ve yaz ortasında üç gün boyunca ateşli ağır bir hastalığın pençesine düşmüştüm. Haber vermek için aradıklarında ise ulaşılamıyordun-ki sonraki birkaç ay ulaşılamadığını da tahmin edebiliyorum. Ortak bir arkadaşımız bozkırda bir yerlere gittiğini ve orada inzivaya çekildiğini kaçırmıştı ağzından. -Bu tahmin oradandı anlayacağın.- Bense neden orada olduğumu dahi bilmediğim aptal bir şehirde, bir toz bulutuna beton döküyor, bir ağacı söküp yerine temel atıyordum. Herkes iyi olduğum kanaatindeydi. İyiydim ve herkesin tahmininden daha güçlüydüm. Çok çalışıyordum, aralıksız çalışıyordum, durmaksızın, uyumaksızın. Pek param olmadığından ek proje işleri tutup geceleri evde çizim yapıyor, gündüzleri ise koordinatörü olduğum sahalarda bir o yana bir bu yana koşturup mesai saati kavramını işçilerin inzivaya çekilmesine göre ayarlıyordum. Birkaç arkadaşım vardı ve onun dışında kimseleri tanımıyordum. Günler böyle böyle geçiyordu. Bir gün öğleden sonraya kadar.
••
Hala öylesindir tahminim. İçki sevmezdin ve müsaade etmezdin de çoğu zaman. Bir gün öğleden sonra, açtığım temele eğilip baktığımda çok da derin olmadığını düşündüğüm ve nabzımın diğer tüm günlere nazaran yükseldiğini anladığım bir yaz günü, öğleden sonra. O an şirkete dönüp çizim yaparak kafamı meşgul edecek yüzeyselliğimi yitirdiğimi hissetmeye başlamış ve soluğu bir tekel bayisinde almıştım. Bir ufak rakı, yanına bir paket beyaz leblebiyi siyah poşete attıktan sonra, evin yolunu tutmuştum. İşte o öğleden sonra, kimseye haber vermeden ya da izin dahi almadan kaybolduğum o gün, daha güneş batmadan mutfağın yemek masasında kendimle ve senle karşılıklı içmeye başladım. Rakı içmezdim pek; dolayısıyla meredi içmeyi bilmediğimi henüz üçüncü kadehte bünyemde hissedebiliyordum. Daha gece olmadan dibini getirdiğim şişeye sövüp duruyordum- ve sana-ve kendime-ve kendimin o aptal-zayıf haline.
O akşam, artık hiç bir şeyin eskisi gibi olmadığını anladığım öyle bir yaz akşamıydı işte.
Bir akşama neler sığdırılabilirdi?
Bildiğim ne varsa sığdırdım. Saatlerce. Ağladım, dinledim, evin içinde deli gibi dans ettim, giyindim-soyundum, makyaj yaptım, sildim, aynaya tükürdüm, aynayı sildim, telefonumla annemi arayıp böğüre böğüre ağladım, yedim, ne varsa yedim, olmadı sakinleşmek için yüzümü yıkadım, tek tek tüm odalarda uzandım ve sonra okuma odasının ortasındaki çalışma masasına takılıp düştüm. Bunları birebir hatırlayamıyorum ama yarım eksik parçalar geliyor hala gözümün önüne. Sağ dizimin halıya sürtünüp acıdığını da anımsıyorum. Düştüğüm yerde de uzandım ve sırtüstü dönüp solumdaki kitaplığa baktım uzun uzun. Kitaplık ve kitaplar. Yeni sipariş edilenler için ayırdığımız o raflar. Henüz boş olan raflar. Okunacaklar listesi ve o raflardaki dini kitaplardan, sosyolojik olanlara ve tarih yazımından edebiyata kadar farklı disiplinlerden meydana gelen yüzlerce kitap. Sonra senin not defterin çarptı gözüme. Siyah a5 boyutlarında bir defterdi. Pek yaptığım bir şey değildi ya; o an onu dahi yaptım işte. Merak da etmemiştim ama; kıç kadar odada anlamsızca uzattım elimi ve açtım defterini, çizimlerine-notlarına göz attım. Sayfaları çevirirken içinden bir kağıt düştü. “Kış uykusu” filmine aldığımız biletlerdi ve arkasına yazdığın üç beş satırı gördüm. Filmden sonra ben hala burnumu çekerken sen, bunları yazmış olmalıydın. O satırları buraya yazamam, bu yazı benim yazım çünkü ama o biletlerin arkasına yazdığın üç beş cümle hayal meyal aklımda. Üç beş cümleyi yarım saatte okuyup olağan gücümle hiç görmemiş gibi katlamış, aynı sayfaların arasına sıkıştırdığım gibi kapatmıştım defteri. Ve o akşam tüm defterleri.
•••
-Sana hiç aşık olmamıştım evet. Ve sen bunun farkındaydın çoğu zaman. Ama, seni hep çok sevmiştim ki kuvvetle muhtemel bunu da bilirdin.
Sen ise; daha ilk zamanlar bana aşık olduğunu anladığın an, farkettirmiştin kendini. Sonrası ise hezeyan. -
•••••
Neyse ne diyordum. O gecenin sabahı, alarm sesiyle kendime geldiğimde banyodaydım. Annem, arkadaşlarım ve bir kaç kişi daha oldukça endişelenmiş, arama-mesaj yağmuruna tutmuştu telefonumu. Sen ise tüm bu olanlardan habersiz “zaten aşık değildi”lerine, “en azından o üzülmeyecektir, daha yaşı küçük” avuntularını da ekleyip dağı taşı gezmekte idin tahminim.
•
O yaz ben, Zeytin’e daha çok vakit ayırdım. Ona ufak bir barınak yaptırmıştım bilirsin, fırsat buldukça onun kaldığı şantiyeye kadar yürüyüp barınağın yanında oturdum. Her yanıma tırmanmasına ve oramı buramı yalamasına dahi ses etmeden otururdum ve bazen uzun bazen kısa bu zamanlarda geleceğimi düşünmeye başlardım. Yaz bitmek üzereydi ve aylar geçmişti ne garip. Böyle böyle yeni bir ev aramaya koyuldum. Borç paralarla hunharca alışveriş yaptım. Sokak aralarında, cadde üstlerinde, sitelerde farklı farklı evler gezdim. Ardından bir gün telefonum çaldı. Arayan ortak bir arkadaşımızdı. Seninle karşılaştığını ve bizim durumların nasıl olduğunu sormak için aradığını söylediğinde ben, utancımdan döndüğünü dahi ondan öğrendiğimi söyleyememiştim. Yalan yanlış cümleler ile telefonu kapatmış ve şu ev işini daha da hızlandırmıştım. İşte o hafta aramızda bir telefon görüşmesi gerçekleşmişti ve birlikte son bir yemek yeme kararını almıştık. Hak etmiştik son bir yemeği; en azından son bir defa karşı karşıya oturmayı ve birlikte yaşanmak üzere yazıldığını düşündüğümüz o alakasız metnin, altını çizmek yerine üzerini nasıl karaladığımızı konuşmayı.
Son bir yemek için karşılıklı oturmuştuk. Aylarca görüşmemeyi tercih ettikten ve görüşmedikten sonra, bir yemek ile veda etmenin saygıya yaraşır olduğu kanaatindeydik. Ortak kanaatlerimizin kesiştiği, nadide bir karardı bu. Yemeği yiyeceğimiz mekana doğru yürürken, “kaç ay oldu görüşmeyeli” diye parmaklarımla ay hesabı yaptığımı anımsıyorum. Ve son akşamı tekrar gözümün önüne getirdiğimi.
Yemeğe oturmuş, sakince hatır sorup konuşmaya başlamıştık. Sakindik-biz hep sakindik ve ben bu sakinliğin kaynağını tahmin edebiliyordum. Yemekte sen ıspanaklı krep istemiştin bense tavuklu lezzetsiz bir salata. Ardından bir kahve içmiş ve eve kadar birlikte yürümüştük. Giriş kapısında yer alan istinatın üzerinde kendiliğinden, beş dakika daha sohbet edebilmek için oturmuş, ayaklarımızı sarkıtırken sohbet edememiştik. -susmuştuk çok.- Bir müddet sonra aynı anda ağlamaya başlamıştık ama bu kez daha sessiz. Sen karşımda durmuş kendin de ağlayarak, “tamaaaam,tamammm, hşşşş, özleeem tamam ama” dedikçe ben, daha sessiz ama daha yoğun ağlıyordum. İşte o anda gerçekten sarılıp ağlamak eylemini pratiğe dökmüş ve birbirimize “hoşçakal” demiştik. Yani anlayacağın herkesinki gibi “bir hoşçakal bile demeden” şeklinde sonlanmamıştı kısa ömrümüze sığdırdığımız o yaz.
•
Hoşçakalmış mıydık? Bilmiyorum. Ama o yaz sıcaktı, böyle bir yazdı işte ve yıllar sonra ancak bu kadar yazılabilmişti.
0 notes
Photo
Öyle sanıyorum ki en sevdiğim gruptur Isis. Müziğin insan ruhunu derinliklerinden yakalayabilme gücünü kendi müziğinde yaratabilmiş bir grup. Benim için bu anlamda kapasitesi daha yüksek bir başka grup daha yok. Yani kendi duygu dünyasını bu kadar ağır ve keskin bir şekilde tutarlı olarak ortaya koyabilen bir başka grup daha yok. Efsanevi rock ya da metal gruplarından biri değil tabi ki. İçinde göverdiği kültür ortamı kolay okunabilecek bir grup da değil. Öte yandan, benzerleri ile arasında ciddi farklılıklar olduğunu düşünüyorum. Etkilendiği müziklerin çeşitliliği eklektik bir sonuç verme riskini fazlasıyla taşıyor; ancak öyle ustalıklı kompozisyonları ve soundları var ki bana kalırsa bu, bu çağda müzik yapabilmenin en üst düzeyinin ifadesidir. Tüm bu ustalığın yanında duygu yoğunluğunun da yüksek oluşu onları benim için her türlü sanatçıdan ayrı bir yere koyuyor. İstanbul’a üniversite için geldiğim yıl birkaç değerli akranımla tanışmış ve Isis parçaları da çalan bir grup kurmuştuk. Amacımız öncelikle içimizdeki Isis sevgisini ve coşkusunu dizginlenebilir bir seviyeye çekip, benzer tınlayan müzikler yapabilmekti. Bu yarım kaldı. Fakat daha sonrasında kendi müziklerimizi yazdığımız gruplarımda, tarz tamamen farklı olsa da, davul partisyonlarımı oluşturuken en çok Isis’ten ve King Crimson’dan etkilendiğimi söylemeliyim. Stilde öykünmenin ötesinde, davula o gruplardaki gibi yaklaşmaya gayret ettim. Başarabildim mi bilmiyorum elbette. Aslında işin özü belki de şurda saklı. En yakın arkadaşım “Bak sen bunları seversin.” diye Isis’le beni tanıştırdığında 17 yaşındaydım. Geçenlerde o arkadaşıma neden Isis’i seveceğimi düşünüp bana önerdiğini sorduğumda yanıtı şuydu: “Bilmiyorum. Ben çok sevmiştim ve senin de çok seveceğini hissettim. Somut bir şey yoktu yani.” Bir albüm seçmem gerekirse Oceanic derim. İlk dinlediğim şarkı Oceanic albümünden The Beginning and The End. İnanılmazdır. https://www.youtube.com/watch?v=6Qz8e7pgy_Y (02.03.2017)
0 notes
Text
Küçük İskender Sözleri
Küçük İskender Sözleri, Küçük İskender Sözleri Twitter, Küçük İskender Sözleri Facebook, Küçük İskender Sözleri 2017, En iyi Küçük İskender Sözleri;
Sevgilim, sevdanın sevdaya ettiğini etmez et, kemiğe!
Tahterevalliden ilk kim kalkarsa yırtar, öbürünün kıçı yere vurur!
Bu gece alkolle sabahla; ona de ki: ben kanıma kırmızı rengi veren kişiyi kaybettim.
Ayrılmak mı istiyorsun? Sabaha karşı kalkan ilk uçakla git mesela. Ben bir kadeh daha içersem pilot olurum bindiğin uçağa.
Bazı kızları yeni açılan mağazalara benzetiyorum, bekledikleri ilgiyi görmeyince zararına veriyorlar.
Aşkı yüksek yerlere kaldırmalı ve üzerine şu not yazılmalı; ‘Alçak’ların ulaşamayacağı yerlere saklayın.’
Geri gelmemelisin. Ya olduğun yerde kalmalısın ya da gittiğin yerde. Sen bu hayatta gördüğüm en hoş’çakal’sin neticede.
10'suzum ama. 100'süz değilim.!
Ben zilzurna sarhoş olsam da yaşadıklarımdan çıkarken hesabı ödeyecek kadar ayığım.
Ben bir silahım! Ama hiçbir silah yaralamaz insanı, bir başka insan olmadan!
Tabiatın güzelliğine bak! Dedim. Ağaçlardan hiçbir şey göremiyorum dedi.
Yaptığım sakanın ardından gözlerimin içine bakıp, “aşk olsun” dediğinde “keşke!” diyebilmek için can atıyordum.
Bilirsin beceremem yaşamayı. Bir damla su olsam, gider rakıya damlarım..
Her aşkta dönme dolaptayım ve kesiliyor elektrik ben en tepedeyken.
Her rengin bir kişiliği vardır. Her kişiliğin de bir rengi. Ben senin rengini buldum. Kahperengi.
Hiçbir lokantada tek başınıza oturabileceğiniz şekilde dizayn edilmiş masa bulamazsınız, toplum sizi yalnızlıktan kurtarmak için gerekirse ruh sağlığınızla oynar.
Affedilen vazgeçilendir. O, affedildi. Çünkü ondan vazgeçildi!
Okeyde beklenen son taş gibisin. Biliyorum beklemekle gelmezsin. Zaten gelme çünkü sen gelirsen ben biterim.
Gittiğinde “Boş ver dünyanın sonu değil ya” diyen dostlarıma, benim dünyamın senden ibaret olduğunu nasıl anlatabilirdim ki.
Bir silahın şarjöründe tanışan iki soğuk mermi gibi, aynı bedene sıkılan iki el kursun gibi, katille kurban arasında o birkaç saniyelik telaşla sevmiştim seni.
Eğer benim olsaydı sana zaman hediye ederdim. Elimde değil. Ancak şimdi sana koca bir boşluk getiriyorum kucağımda. İçinde saf sözcükler ve dağılmış bir ben olan. Zamanlı zamansız. Tamamen senin. İstediğin gibi doldur. Sevdiğin kadar anla, anladığın kadar sahip ol!
İlla 3. şahıslar girecekse aramıza, minik parmakları olan bir kızımız olsun!
Bir plak olsam. Zeki Müren çalsam, bozulsam. Aynı yerde takılsam, hep tekrarlasam. Elbet bir gün buluşacağız.
Sigarayı bile kıskanırdım; kalbine giden yollara uğradığı için.
Annem: neyin var? Diyerek böldü sessizliğimi. Bende gittiğini ve kaybettiğimi söyledim. O da saçlarımı okşayıp; “Üzülme evladım! Cana geleceğine mal’a gelsin” dedi.
Sevmek ifade edebilmek kadar ifadeyi unutmamaktır da.
Her şeyi geriye saymaktan yorgunum, kaç intiharım varsa o kadar sevgilim var.
Sanma ki adını ağzıma alıyorum diye seni seviyorum. Dudak tiryakiliği benimkisi seni içime çekmiyorum.
Toprak olsam üstüme basmayacaksın, hava olsam içine çekmeyeceksin. Öyle düşmansın!
Benimle oynadın, bir tür yükseldin; aferin! Şimdi git onunla oyna. Ama yanarsan yine benden başlama.
Gelin arabasının önünü kesen çocuklara verilen zarf gibi, bomboş çıkıyorum sana her ne kadar plakasında mutluyuz yazsa da.
Belki de en sevdiğim sakarlığın, gözlerime takılıp yüreğime düşmendi.
Senden evet cevabı alana kadar kendini yırtan sonra havalara giren canlıya “erkek’ denir.
Aşk, bozuk bir pusuladır; seni yanlış bedenlere götürür.
Birini kaybetmek istiyorsanız onu çok sevin yeter.
Meyve vermeyen tek ağaç darağacıdır.
Bana yol vermeyi düşünmeden önce sana verdiğim yolda yürümeyi öğren.
Sağlaması yapılmış bir çarpım gibiyiz sevişmelerden sonra: ikimizden biri sıfır olsa, diğeri ise istediği büyüklükte bir sayı; farketmeyecek sonuç sıfır.
Şeytan, tanrının mastar halidir.
Bugün kitap izledim, film okudum, müzik yedim, yemek dinledim. Aklım sendeydi, hiçbir şeyi doğru yapamadım, şaşkınım.
Ayır bizi hakim bey! Zaten görücü usulü evlendik. Ne ona sordular bunu alır mısın diye? Ne de bana sordular, Dünya’ya gelir misin diye.
Yolun açık olmasın sevgili. Nasıl olsa önün açık her türlü bulursun sen yolunu.!
Sigarayı bıraksam diyorum, tamamen sana başlasam. Sen daha çabuk bitirirsin işimi, böyle çok yavaş ölüyorum.
Soğuk ve şekersiz çay gibisin, ne içimi ısıtıyorsun, ne ağzımda güzel tat bırakıyorsun, sadece uykumu kaçırıyorsun.
Telaffuzu zor bir kelime gibi unutacağım seni. Çünkü telafisi yok insanın! Ve insan bir insanla yenileyemez kendini!
Aşkı dövmek lazım kalbe terbiyesizlik ettiğinde!
Uyurken seni izlemek vardı şimdi. Kokunda sarhoş olmak. Seni uyandırmak için can atmak ama kıyamamak.
Benim gibisini bulamaz demişsin haklısın senin gibi şerefsizi mumla arasam bulamam.
Aşk, ağır iştir: emekli olamazsın, sigortası yoktur, ikramiye alamazsın, yıllık tatil izni verilmez, greve kalkıştın mı yersin sopayı, her dakika lokavt tehlikesiyle burun burunasındır, kaza riski yüksektir, amatörce uğraşılır! Aşk, ağır iştir! Yol boyunca bunları şoföre dayatamazsın. O, uykuya yenilmek üzeredir, sen ise rüyaya!
Gidiyormuş: ağırlaşır yağmurun iade etmediği karanlık bırak gitsin: hiçbir caddeye çıkmayacak o sokak artık.
lQ’lar eşit olmadıkça, insanlar eşit değildir.
Suçumu cezama ikiz sayarken hakim, bari beklenmeyen şahit ol sevdama. İdamıma elin boş gelme. Kendinle gel!
Erkeklerin doğuştan bildiği ana dil. İlgisizce.
Sevgilim seni anlatmaya tutulmuş bir güneş saatinden apaçık başlamalı.
Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır öküzü değil. Neden dönmediğini şimdi anladım.
O kadar düşledim ki seni sevgili, yitirdin gerçekliğini.
Bir kadın aşka inanmıyorum derken, aslında tek bir şey söylemek istiyordur: hadi beni aşka inandır.
Seni Babil’in asma bahçelerinde astım bak bakalım dünyanın kaçıncı harikasısın!
Anlamadım. Ben mi iyileşmemiş yarayım, herkes mi keskin bıçak? Sormadım. Sadece kanadım.
Beni bir öküz sanma sakin sevgili, çünkü sen, o kadar hülyalı bir tren değilsin..
Öyle bir yerin düşünü gördüm ki: insanlar, sabah uyandıklarında hâlâ hayatta olduklarını fark edip, günaydın demeden önce birbirlerini öpüyorlardı.
Bu aşkın gelirinin yarısını sağır sultana bağışladım, duymazlıktan gelip seni, gitsin kulağını açtırsın, diğer yarısını sana bıraktım, kendine protez aşıklar alırsın.
Giderken sana ‘hoşçakal’ demek istedim. İhanetin aklıma geldi ‘hoştçakal’ diyebildim.
Kalbim kırık. Dikkat et elini kesmesin!
Bırak şimdi yanaklarımı dudaklarımı. Gücün yeterse yüreğimden öp beni.
Dönerse senindir dönmezse zaten hiç senin olmamıştır diye bir şey yok. Dönecek! Bir katil olay mahaline mutlaka geri döner.
Biz ayrı dünyaların insanlarıyız dedi. Aman Allah’ım! Üzüntüden kahrolacağım. Ben iki dünya olduğunu sanan bir malı mı sevmişim?
En basit yalanları gözüme bakarak söyleyen ahmaklar tanıdım. Bense onların cahil cesaretlerine ve kuş beyinlerine hayrandım.
Attığın tüm zarlar kaybettirdi bana. Hani sen benim düş-eşimdin.
Ağzı tabanca, dudakları namlu, sözleri gece mermisi!
Bana geleceğin günün adını tıp çok önceden koymuş meğer; ‘kıl dönmesi’
Gözümü bağlayıp atsalar sırtımdan itip; yine senin yanına düşerim, yer çekimi değil, yar çekimi.
Git gidebildiğin yere kadar. Bu liman da kaybettiğim ilk gemi sen değilsin. Ama şunu unutma! Rıhtımda kalanı değil, çekip gideni vurur fırtına.
Kalp bu ulan! Yok öyle bir arkadaşa bakıp çıkmak!
Bir insanı kaybetmek istiyorsanız çok sevin, kendiliğinden gider zaten!
Bir erkeğin en lezzetli yeri ‘ basının eti ‘ sanırım. Bu kadar kadın yanılıyor olamaz zira.
Sevgilim ‘beni aldatıyor musun dedi’ , hayır onu aldatıyorum dedim. Afalladı!!
Ne komünizm, ne kapitalizm, ne ateizm, ne sosyalizm. Kısmetsizim!
Kahvenden bir yudum bile almamışsın; korktun mu beni kırk yıl sevmekten?
Çek bakışlarını gözlerimden, aşk bu şeytan doldurur.
Özne olmayı bırakıp zamir oldum, edat oldum, yüklem oldum. Ama senin gibi, aşk ile ihanet arasına bağlaç olmadım asla.
Bazı kadınların şövalye sandıkları adamların, aslında alüminyum folyo ile kaplanmış denyo olduklarını görmeleri baya zaman alıyor.
Şimdilerde elimde bir bıçak “sevdiğin kadar sevilirsin” diyen yalancı şairi arıyorum .!
Seviyorum affet dedi ya, o an insanın sadece ağzıyla gülmediğini anladım.
Kim demiş ki, en büyük aşklar nefretle başlar diye, benim en büyük nefretim bir aşkla başladı.
Eros, yaşlandın mı? ! Ok’un gideceği yeri göremiyorsun. Ya bir imkansıza, ya da bir hayırsıza denk getiriyorsun.
Seninle ben bir çaydanlık gibiyiz. Ben üst kısmıyım sen alt kısmı. Hani büyüksün ya ! Aramızdaki fark ise şu; ben sensiz de demlenirim, ama sen bensiz ancak şu kaynatırsın.
Sana kemik değil; aşk verdim. Şimdi itlik yapmanın alemi yok gitme diyorsam gitme.
Evde kedi, köpek beslemekle hayvansever olunmaz. Hayvansever dediğin benim gibi koynunda yılan besleyecek..
Yüreği olmayanın kalbimi kırmasına müsaade etmem. Beni bir saniyede unutanı, ben iki saniye ile şereflendirmem.
Sonsuzluk istedim Allahtan! Sanırım “s” yi biraz sessiz söyledim. Şimdi ” onsuzum.
Artık aramızdaki uzaklıktan sık bir matem giysisi diktirebilirsin kendine! Bir tek hücreni bile istemiyorum. Televizyonumun çekmediği bir kanal gibisin çünkü. Sen git, bambaşka hayatların yatak odalarında sıradan insanların tenlerini süsle!
Offff..dedi. Ne oldu? Dedim hiiiiiç, dedi. Herşeyi bırak gel benimle, dedim. Olur mu? Dedi. ..-topu topu bi tabak fazla koyarız soframıza, dedim. Olmaz, dedi. Neden? Dedim. Aynı tabaktan yeriz, dedi. Bir daha sevdim.
Bir bayanın gözyaşının akmasına sadece soğan değil, bir ‘hıyar’ da neden olabilir.
Kadınlar mı zeki yoksa erkekler mi diye merak edenler! Havva bir elmayla kandırmış Adem’i.!
Karpuz seçerken gösterdiğimiz özenin yarısını sevgili seçerken de gösterseydik, bu kadar kelek aşklar yaşamazdık..!
Bulutlar: kuşların konuşma balonu.
Ah o tipine kurban olduğum.. Birde tipine yakışır bir yürek taşısaydın..
Kirpiklerini kıskanasım geliyor meselâ; gözlerine benden daha yakın diye.!
Kötü yola düşmüş gecelerden geliyorum. Kusura bakma gözlerim biraz kirli.
Annem sürekli “hiçbir şey yemiyorsun, kurudun kaldın” deyip duruyor; ben ne kazı..klar yiyorum kimse bilmiyor..!
Kaldır başını aşk belden yukarıda sevgili!
Ağlıyor musun?’ diye soruyor giderken utanmadan. Yok, yanlış yerden işiyorum aptal!
Beklemekte olduğun şey, ancak onu beklemeyi unuttuğunda gerçekleşir. Bu, evrenin ‘sen bakarken soyunamıyorum’ deme şeklidir.
Şimdi aynı bardaktan şu içemiyoruz! Ben bunu biliyorum, şu biliyor, bardak biliyor; bir sen bilmiyorsun!
Neden bu kadar yalnızım, diye sordum tanrıya. Senin ağacından orman olmaz, diye yanıtladı.
Normalde 2 gün zar zor giden telefonun şarjı, artık 5 gün gidiyorsa yalnızsındır.!
Erkek olmak doğuştan gelen bir alın yazısı olsa da, adam olmak her erkeğe nasip olmuyor.
Bana benden iyisini bulamazsın diyen sevgilim.. Ne gemiler yaktım ben, kıçı kırık bi sandalın lafı mı olur.
Dünyanın en uzun gecesi 21 Aralık değil, beni terkettiğin gecedir.
Şimdi sen gittin ya, şairin dediği gibi herkesi sana benzetiyorum. Bu da mı o şerefsiz acaba diyorum!.
Buz tutmuş bir ruhum ben! Erirsem geri dönemem!
O kadar güzel unutmuştun ki beni, hatırlatmaya kıyamadım.
Bırakın bu ayakları. Kaçınız, çırılçıplak bedenler karşısında yalnızca gözlere baktınız. Sorsalar, güya hepiniz aşıktınız..
Hiç görüp, dokunup, öpmediğin birine aşık oldun mu? Olsan bilirdin aşkın ne olduğunu.!
Sıkı sıkı tembihlerler. Unut onu, aklına bile getirme, çıkar kafandan, hafızandan sil. Sanki seven beynimizmiş gibi.
Duydum ki böbreğinde taş varmış sevgili. Kesin kalbinden düşmüştür.
Sen bir defa olsun ‘seni seviyorum’ yalanını at; melekler günahını bana yazsın, olur mu?
Aklını başından almak istemiyorum, mümkünse aklı başında birini alayım ben..
Beni unut diyorsun ya; bu bana imkansız geliyor. Çünkü seni unutmam için, hatırlamam gerekiyor.
Senin için olurum’ dedi. ‘Benim için zaten oldun’ dedim. Cesedini alıp çıktı.
Hadi simit satanı anladım, kestane satanı da. Peki ya dost satan, o da mı ekmek parası?
Yemin ederim ki seviyorum’ dedi. Anladım; dinden imandan da soğutacak şerefsiz.
Sorun ilişki durumu değiştirecek birini bulmak değil, hayatını değiştirecek birini bulmak.
Hatırlıyor musun bana armağan ettiğin ilk şarkıyı, ‘ölünce sevemessem seni’ ulan! Hayattayken bile sevmedin ki…
Bilirsin beceremem yaşamayı. Bir damla su olsam, gider rakıya damlarım…
Öyle bir yerin düşünü gördüm ki: insanlar, sabah uyandıklarında hâlâ hayatta olduklarını fark edip, günaydın demeden önce birbirlerini öpüyorlardı.
1 note
·
View note