#çeşmeler
Explore tagged Tumblr posts
Text
sokaklarda dolaşıyor, bir sinemaya giriyorsun; sokaklarda dolaşıyor, bir kafeye giriyorsun; sokaklarda dolaşıyor, trenlere bakıyorsun; sokaklarda dolaşıyor, daha yeni izlediğin bir filme benzeyen başka bir filmi gördüğün bir sinemaya giriyorsun, dışarı çıkıyor; fazla ışıklandırılmış sokaklarda dolaşıyorsun. odana geri dönüyor, üzerindekileri çıkarıyorsun. çarşafların arasına giriyor, ışığı söndürüyor, gözlerini kapatıyorsun. i̇şte çabucak soyunan hayali kadınların etrafında toplanma vakti. daha önce yüz kez okuduğun kitapları tekrar okuyup bıkma vaktin. gözüne uyku girmeden bir sağa bir sola dönme vaktin geldi. gözlerini karanlıkta fal taşı gibi açıp bir küllük, bir kibrit kutusu, son bir sigara bulabilmek için döşeğinin bacağını elinle yoklayıp üzerine yapışan mutsuzluğunu sakince ölçüp biçme vaktin geldi. gece uyanıyorsun. sokaklarda geziniyorsun, gidip bar taburelerine oturuyor ve kapanana kadar, saatlerce önünde bir bardak birayla ya da koyu kahveyle ya da bir kadeh kırmızı şarapla orada duruyorsun. yalnız ve ipsiz sapsızsın. ıssız caddelerde yürüyor, bodur ağaçların, boyası dökülen duvarların, karanlık sundurmaların yanından geçiyorsun. şehrin sonsuz çirkinliğinde kayboluyorsun. tek görebildiğin yıllar önce kuruyan çeşmeler, viran olmuş kiliseler, bitap düşmüş yarım kalan inşaatlar, solgun duvarlar, parmaklıkları seni hapseden parklar, kanalizasyon ağızlarında oluşan bataklıklar, fabrikaların devasa kapıları. meydanlarda ya da bulvarlarda sabırsız kalabalıklar, gözlerini cennete doğru çeviriyor.
mutsuzluk, üzerine çökmedi. neredeyse usulca sokuldu sana. titizlikle girdi hayatına, hareketlerine, saatlerine, odana. tavanındaki çatlakları, kırık aynanda gördüğün yüzündeki çizgileri, iskambil desteni eline geçirdi. bir hırsız gibi musluğundan damlayan suya sızdı. tuzak, bazen neredeyse seni neşelendiren, kibirlendiren, coşturan o duyguydu; tek ihtiyacının şehir, taşları ve sokakları, seni sürükleyen kalabalıklar olduğunu zannediyordun. tek ihtiyacının mahalle sinemanızda önden bir koltuk olduğunu, sadece odana, o barınağa, o kafese ihtiyacın olduğunu sanıyordun. elli iki kağıdı bir kez daha dağıtıyorsun döşeğinin üzerinde. güçlerin terk etti seni. tuzak: anlaşılmaz olmanın, dış dünyaya bir şey sunmamanın, her şeyi algılayan ama hafızasında tutmayan, yalnızca önüne bakan iki gözle erişilemez şekilde sürüklenmenin tehlikeli illüzyonu. bir şey hatırlamayan, bir şeyden korkmayan. ama çıkış yok, mucize yok, gerçekler yok. ayırıyorsun asları elli iki kağıdın içinden. aynı hareketleri, hiçbir yere varmayan aynı yolculukları kaç kere tekrarladın? fakirhanenden, budala sabrından, yanlışa mahal vermeden seni her seferinde en başa döndüren binbir dolambaçlı yoldan başka sığınacak yerin kalmadı. parktan müzeye, kafeden sinemaya, denizin doldurulan kısmından bahçeye; istasyonların bekleme salonları, büyük otellerin lobileri, süpermarketler, kitapçılar, metronun koridorları, ağaçlar, taşlar, su, bulutlar, kum, kiremit, ışık, rüzgar, yağmur: aslolan yalnızlık: ne yaparsan yap, nereye gidersen git, gördüğün hiçbir şeyin önemi yok. yaptığın her şey boşu boşuna. aradığın hiçbir şey gerçek değil. tek var olan yalnızlık, her karşına çıkışında kendinle yüzleşiyorsun. konuşmayı kestin ve sadece sessizlik cevap verdi sana. ama o kelimeleri, boğazına dizilen o binlerce, o milyonlarca kelimeyi, boş lafları, sevinç göz yaşlarını, aşk fısıltılarını, aptalca gülüşmeleri bir daha nereden bulacaksın? artık sessizliğin dehşetinde yaşıyorsun. ama en sessiz sen değil miydin zaten?
canavarlar girdi hayatına. fareler, türdeşlerin, biraderlerin. onlarca, yüzlerce, binlerce canavar. bilinçaltından gelen işaretlerle, şüphe çeken gidişlerinden, sessizliklerinden, seninkiyle karşılaşınca başka yere çevrilen kurnaz, çekingen, korkak gözlerinden tanıyorsun onları. iğrenç odalarının tavan arası pencerelerinde gece yarısı olmasına rağmen ışık yanıyor. ayak sesleri yankılanıyor. ama yaşı olmayan bu yüzlerin, bu kırılgan ve çelimsiz çehrelerin, bu kambur, gri sırtlıların sana ne kadar yakın olduğunu hissedebiliyor, gölgelerini takip ediyor, gölgeleri oluyor, saklandıkları o küçük deliklere gidiyorsun; sığınakların, mabetlerin onlarınkilerle aynı: dezenfektan kokulu mahalle sinemaları, meydanlar, müzeler, kafeler, istasyonlar, metro, sebze-meyve halleri, senin gibi parkların banklarında oturup kumun üzerine aynı bozuk çemberi bir çizip bir silen umutsuz yığınlar, çöp kutularındaki gazetelerin okurları. çemberleri aynı seninki gibi beyhude, aynı seninki gibi ağır. metrodaki haritaların önünde senin gibi duraklıyorlar. senin gibi çöreklerini yiyorlar nehrin kenarındaki banklarda. yerinden edilenler, dışlananlar, sürgün yiyenler, yürürken duvarlara sürtünüyor, gözleri önlerine bakıyor ve omuzları düşüyor. savaşta kaybedenlerin, topu dikenlerin, bezgin hareketleriyle duvar cephelerine tutunuyorlar. onları takip ediyor, izliyor, onlardan nefret ediyorsun.
tavan arasındaki canavarlar, kokuşmuş pazar yerlerinde terlikleriyle sürtüne sürtüne yürüyen canavarlar, ölü balık gözlü canavarlar, robot gibi yürüyen canavarlar, boş boş konuşan canavarlar, onlarla omuz omuzasın, birlikte yürüyorsun, aralarından kendine bir yol buluyorsun: uyurgezerler, yaşlılar, berelerini kulaklarına kadar indiren sağır ve dilsizler, ayyaşlar, boğazlarını temizleyip kasılmalarını kontrol etmeye çalışan bunaklar, büyük şehirde kaybolan köylüler, dullar, sinsiler, eski topraklar sana geldiler. kolundan tuttular seni. kendi şehrinde kaybolmuş bir yabancı olduğun için sadece diğer yabancılarla görüşebilirmişsin gibi. yalnız olduğun için, üzerine gelen diğer yalnızları takip etmeliymişsin gibi. o hiç konuşmayanlar, kendi kendine konuşanlar, yaşlı kaçıklar, ayyaşlar, sürgün yiyenler. ceketinin etekleri yapışıyor, nefeslerini yüzüne veriyorlar. o güzel gülümsemeleriyle, ellerindeki kitapçıklarıyla, bayraklarıyla sana yanaşıyorlar.
büyük davaların zavallı savaşçıları, arkadaşları için para toplayan hüzünlü şarkıcılar, tabak altlığı satan sömürülmüş yetimler, hayvanları koruyan sıska dullar, sana yaklaşanlar, seni alıkoyanlar, sana pençesini geçirenler, o iyi niyetli gerçeklerini gözüne sokanlar, ebedi sorularını, hayır işlerini, kendi bildiklerini yüzüne tüküren herkes, taşıdıkları pankartlarla dünyayı kurtaracak olan imanlı insanlar, soluk benizliler, yakası yıpranmışlar, sana hayatını anlatan, hapishanede, tımarhanede, hastanede geçen günlerini anlatan kekemeler, hecelemeyi bir düzene oturtmaya çalışan eski öğretmenler, stratejistler, su falcıları, üfürükçüler, aydınlananlar, takıntılarıyla yaşayan herkes, kaybedenler, yorgun düşenler, barmenlerin dalga geçmek için sonuna kadar doldurduğu kadehlerini dudaklarına götüremeyen zararsız canavarlar, ve onlardan da beter olanlar, kendini beğenmişler, çok bilmişler, benciller, bildiğini sananlar, şişmanlar ve hep genç kalanlar, sütçüler ve süslü püslüler, sefahat düşkünü alemciler, kokuşmuş zenginler, aptal piç kuruları.
haklılıklarından aldıkları güçle senden açıklama bekleyen, tanıklık etmeni isteyenler, geniş aileli, çocukları ve köpekleri de canavar olan canavar aileleri, trafik ışıklarında sıkışan binlerce canavar, bıyıklı, yelekli, askılı canavarlar, berbat anıtların önünde dağılan bir otobüs dolusu canavar, pazar kıyafetlerini giyen canavarlar, canavar kalabalık. başıboş dolaşıyorsun ama kalabalık sürüklemiyor. gece korumuyor artık seni. hâlâ ileri doğru, yorulmadan, ölümsüz olarak yürüyorsun. arıyor, bekliyorsun. fosilleşmiş şehirde dolaşıyor, yenilenmiş bina cephelerinin el değmemiş beyaz taşları, put gibi duran çöp tenekeleri, bir zamanlar kapıcıların oturduğu boş koltuklar: hayalet şehirde dolaşıyorsun, bitap düşmüş apartmanların terk edilmiş iskeleleri, sis ve yağmurda sürüklenen köprüler, kokuşmuş, çirkin, itici şehir, mutsuz şehir, mutsuz sokaklardaki mutsuz ışıklar, mutsuz müzikhollerdeki mutsuz palyaçolar, mutsuz sinemaların önündeki mutsuz kuyruklar, mutsuz mağazalardaki mutsuz mobilyalar, karanlık istasyonlar, kışlalar, ambarlar, sahil boyunca sıralanan kasvetli barlar, gürültülü ya da terk edilmiş şehir, solgun ya da isterik şehir, virane, harap, kirli şehir, engellerle, demir parmaklıklarla, çitlerle çevrili şehir, toplu mezarların şehri, kokuşmuş sebze halleri, şehrin göbeğindeki varoş mahallesi, polisler ortaya çıktığında bulvarların dayanılmazlaşan korkunçluğu.
hücresindeki bir mahkum, bir deli gibi, labirentinden çıkış yolu arayan bir fare gibi şehir boyunca yürüyorsun. açlıktan kırılan bir adam gibi, adresi olmayan bir mektubu ileten bir postacı gibi artık kaçacak yerin kalmadı. korkuyorsun. her şeyin durmasını bekliyorsun; yağmurun, zamanın, trafiğin, hayatın, insanların, dünyanın, her şeyin çökmesini bekliyorsun; duvarların, kulelerin, zeminin ve tavanın, erkekler ve kadınların, yaşlılar ve çocukların, köpeklerin, atların, kuşların, felç geçirip, vebaya yakalanıp yıkılmalarını; mermerin param parça olmasını, odunun toz haline gelmesini, evlerin çıt çıkarmadan yıkılmasını, tufan gibi yağmurların, tabloların boyasını dökmesini, yüz yıllık gardıropların ahşap bölmelerinden ayrılmasını, kumaşların paramparça olmasını, gazetelerin mürekkebinin akmasını, alev alev yanan ateşin merdivenleri kül etmesini, sokakların ortadan ikiye ayrılarak kanalizasyonlardan oluşan labirenti ortaya çıkarmasını, sis ve pusun şehri ele geçirmesini bekliyorsun.
ölmedin, daha bilgili birisi de olmadın. gözlerin, güneşin yakıcı ışınlarına maruz kalmadı. yeteneksiz, iki yaşlı aktör, seni almaya gelmediler. sana sıkı sıkı sarılıp diğer hepsine diz çöktürmeden birisini yıkamayacakları bir üçlü oluşturmadılar seninle. merhametli yanardağlar sana dikkat etmedi. annen yeni elbiselerini katlamadı. deneyimin gerçekliğiyle milyonuncu kez karşılaşıp ırkının yaratılmamış bilincini dövmeyeceksin ruhunun örsünde. ne büyüklerinin, ne de eski ustaların bir faydası dokunmayacak sana. yalnızlığın sana bir şey öğretmediğinden, kayıtsızlığın sana bir şey öğretmediğinden başka hiçbir şey öğrenmedin: yalnızdın ve dünyayla arandaki tüm köprüleri yıkmak istiyordun. ama sen öyle önemsiz bir noktayken dünya o kadar uzun bir sözcük ki: binaların, vitrinlerin, parkların ve rıhtımların önünde kilometrelerce yürümekten başka bir şey yapmadın. kayıtsızlık beyhude. i̇nkarın beyhude. tarafsızlığının bir anlamı yok. sadece oradan geçtiğini, caddede yürüdüğünü, şehirde turladığını, kalabalıkları takip ettiğini, gölgelerin ve çatlakların oyunlarına daldığını sanıyorsun. ama hiçbir şey olmadı: ne bir mucize ne de bir patlama.
her geçen gün, sabrın giderek tükendi. zamanın durması gerekiyordu ancak kimse zamanla mücadele edecek cesareti bulamadı. hile yapmış, birkaç zerre, birkaç saniye kazanmış olabilirsin: ama musluktan tahmin edilebilir şekilde damlayan su, saatleri, dakikaları, günleri ve mevsimleri hesaplamayı asla bırakmadılar. uzun süre kendine mabetler kurup, yıktın: düzen ya da eylemsizlik, sürüklenme ya da uyuma, gece devriyeleri, tarafsız anlar, gölge ve ışığın kaçışı. kendini kandırmayı, kendini uyuşturmayı bir süre daha devam ettirebilirdin. ama oyun bitti. dünya yerinden oynamadı ve sen de değişmedin. kayıtsızlık, kayda değer bir değişiklik yaratmadı sende. ölü değilsin. deli değilsin. üzerinde dolaşan bir musibet yok. seni bekleyen hiçbir bela yok. tepende uçan, kem gözlü bir karga yok. sabah, öğlen ve akşam karaciğerine yumulmak gibi hazmı güç bir görev, hiçbir akbabaya verilmedi. kimse suçlamıyor seni, bir suç da işlemedin zaten. her şeyi izleyen zaman, sana rağmen çözümünü sundu. cevapları bilen zaman, akmaya devam etti. yine böyle bir gün, biraz daha geç, biraz daha erken, her şey en baştan başlıyor, her şey en baştan başlıyor ve devam ediyor.
hayal gören bir adam gibi konuşmayı kes. bak! onlara bak. nehir kenarındaki, rıhtım boyundaki, yağmurda ıslanan kaldırımlardaki binlerce ve binlerce sessiz nöbetçi, okyanus hayallerine dalarak deniz serpintisini, setleri aşan dalgaları, deniz kuşlarının tiz çığlıklarını bekliyor fani insanlar. dünyanın isimsiz kahramanı değilsin sen, tarihin, üzerinde hükmünü yitirdiği kişi, yağmurun yağışını artık hissetmeyen, gecenin gelişini göremeyen adam değilsin. ulaşılmaz, saydam, şeffaf değilsin artık. korkuyorsun. bekliyorsun. yağmurun dinmesini bekliyorsun.
277 notes
·
View notes
Text
"mahalle dumanlı, çeşmeler dalgın, katran sızıyor içinden evlerin. ben katranın içindeyim, ne çâre! aşk üzre ağlayan bir seyyârenin gömülüyorum karanlığına. incin ey kalbim."
21 notes
·
View notes
Text
Melankolimi kucaklayan patikalarda oturuyorum...!!!
Ağaçlar yok, umudun filizlendiği çeşmeler yok...
Ruhumun unutması için bana şefkat veren bir melek bile yok...!!!
Dün uzak ve yarın cehennem gölgelerinde...
Yalnızlık buzdan kollarıyla beni eziyor...!!!
Ve ruhum yorgunluk ve soğukla doluyor.
Dün çok uzakta ve yarın gölgelerde.
Ve ben, üzgün ve güçsüz, yolda oturuyorum...!!!
Hahahahaha sanırım deliriyorum..!!!
Yazar kanlı harfler dökerek dizeyi yırtarken...
Şair şiirde ne arıyor senin resmin sevgili benim..!!!
Ama... Sadece uzak bir dünden gelen fısıltıları hissediyor....
Mutluluğun karanlık ruhuma aktığı bir dün...!!!
Yalnız yazarın siyah kanatlarını neşe içinde açtığı yer..
Bugün sadece hüzün, yalnızlık ve melankoli hüküm sürüyor...
Kaderin karanlık arkanlarının sevindiği yer...!!!
Kaderden....!!!
Kızıl-DenizBozan
9 notes
·
View notes
Text
Merhametsiz kalpleri sana benzettiler,
Sana ruhsuz, sana dilsiz dediler.
Halbuki senindir değirmendeki beste.
Seninle biçim verir ruhuna heykeltraş,
Sana yanılır dert, sana vurulur baş.
Milyonlarca yıl, milyonlarca insanın taptığı taş
Sensin süsleyen mehtabı, surlarla sütunlarla
Çeşmeler, kemerler senden yapılır.
Senden yapılır Allah'a uzanan merdivenler
Namaz vakti müslümanlara senden haykırılır
Allah günahkâr kulları taş edermiş
Görmedim, ama inanırım.
Bir gün gelecek, gökten de yağacaksın sanırım.
Taşlar vefa, taşlar ebediyet
Taştan başka ne bırakır tarihe medeniyet?
İnsanoğlu taş olup baş yarar
Taşı üst üste kor, yapar ve bir yandan durmadan yıkar.
Ve bir gün uzatırlar boylu boyunca şehrin musalla taşına,
Yine bir taş dikilir başına
İşte o taştır insanoğlundan bâkî,
Üstünde bir tarih,
bir Fatiha,
ve bir Hüvel-Bâki...
Fahri ERDİNÇ
9 notes
·
View notes
Text
artık görünmüyor mevsimde hüzün
bulutlar bir garip rüyaya dalmış
ufukta güneşi ağlatan yüzün
bir mültecî gibi tenhâda kalmış
toprak yandı gülüm; çeşmeler zehir
şimdi bilsen de bir, bilmesen de bir
kaç kere çağırdım seni öteden
turnalar uçurdum gittiğin yere
bin parça eyledin kalbimi neden
ruhum bir başına düştü göklere
bana tebessümle bakıyor kabir
şimdi gülsen de bir, gülmesen de bir
derdimin yangını sardı gölgeni
bir mahkûm kanıyla aktı izlerin
deniz ölesiye severken seni
neden gemileri yaktı gözlerin
yıkıldı yolunu bekleyen şehir
şimdi gelsen de bir, gelmesen de bir
yağmurun inceden yağdığı yerde
açan gül acıyı damıtır solar
ağustos böceği düşünce derde
içine kuşların sevdası dolar
ölü bir mahzene gömüldü kibir
artık sevsen de bir, sevmesen de bir
çatladı en kavî yerinden tohum
kıvılcım düşürdü sulara gonca
her akşam ölümü koklayan ruhum
seni de kuşanır hâkan olunca
bu yerde bilinir destân-ı kebir
şimdi kalsan da bir, kalmasan da bir
zaman ki, ardımda pervane şimdi
mekân defineler döktü yoluma
fırtınadan umut bekleyen kimdi
söyle, deniz neden gömüldü kuma
zindan çöktü gülüm; kırıldı zincir
benim olsan da bir, olmasan da bir
5 notes
·
View notes
Text
ANKARA'DA BAĞ'A GÖÇMEK VE BAĞ BOZUMU
Her yıl Haziran başında kimileri tek, kimileri çift atlı arabalarla kimileri de At ve eşeklerle mahallelerden bağlara göçerlerdi. Varsıl Hıristiyan aileler Çankaya, Etlik, Keçiören bağlarına, yoksul olanlarla Müslümanlar da Eset ,Lakavuz.Kavaklıder.Gara Geven, Samanlık,Frenk özü, Balkiraz Bağları gibi doğudaki bağlara göçerlerdi.
Öveçler Dikmen Bağları Orta halli Ankaralıların çoğunluk olduğu bağlardı Kara Harp Okulunun olduğu alan Çok değerli üzüm Bağları idi.
Çoraklık da Müslümanların, Keçiören de Katolik Ermenilerin bağları vardı. Bağlar arasında sınır yoktu. Herkes kendi bağının nerede başlayıp nerede bittiğini bilirdi. Her taraf “Karaoğlan” ve “hevenk” üzümleri; Üvez ,badem, vişne, kayısı, elma, armut ağaçlarıyla doluydu.
Eset Bağları Ankaralılarca övünç kaynağı zenginlik simgesi olan Bağlardı ( Ankaralılar bir birlerine Esette Bağınmı var Anırgan işşeğinmi varki kıvanıyon derlerdi )
Ankara ve civarının 100'e yakın üzüm çeşidi vardı. Papaskarası, Dikmen, Boğazkere üzümleri ile Sarı ve yeşil renkli Hasandede ve Songurlu ile siyah renkli Kalecik karası üzümleri şaraplık olarak şaraphanelere giderdi.
Müslümanların pekmezlik ve sofralık olarak tercih ettikleri üzüm türleri ise Çavuş, Erolan, Devegözü, Gülüzümü, Karagevrek, Hevenk, Kadın parmağı, Razaki idi. Bağ bozumu zamanı olan Eylül ayında Bağ komşuları çoluk çocuk, birkaç da yakın köylerden yardımcı alıp bağları “bozarlardı”.
İki metreye üç metre genişliğinde 40 santim yüksekliğinde, bir köşesinde akıntısı olan ahşap tekne sırada hangi Bağ evi varsa o evin avlusuna taşınırdı. Küfelerle getirilen üzümler bu teknelere doldurulur, yıkanmış ayaklarla ezilirdi. Teknenin köşesindeki oluktan aralıksız akan şıralar bakraçlarla biraz ilerde, altında ateş yanan büyük pekmez kazanlara boşaltılırdı. Kazanda oluşan pekmez alındıktan sonra dibinde kalan karamel tadı ve kıvamındaki macun önceden hazırlanmış asma çubuklarına sıvanıp çocuklara dağıtılırdı.
Evliya Çelebi Ankara'yı ziyaretinde Ankara Konaklarından başlayarak Ankara Bağlarını gezmiş Ankara civarında 10 bin Bağdan ve birbirinden güzel Bağ evlerinden Bahsetmektedir.
Her Ankaralının Mutlaka Bir veya iki Atı ve yük taşımaya da Eşeği Olurdu Bağa göçülürken Bu hayvanlar kullanılır Hem ev eşşalarını taşımak hem de Yazın Bağda yapılan pekmez sirke Kak denilen kurutulmuş meyveleri taşımak için kullanılırdı.
Ankaralı seymenlerin İçkili Kadın oynatılan ÇÜMBÜŞ geceleri Gizlice Bu şehirden uzak Bağ evlerinde icra edilirdi.
Ankarada Zenginlik durumuna göre Bağ evleride yapımlarında farklılıklar gösterirdi her Bağ evinin Altında hayvanları için Ahır ve samanlık Yarı katta Hüsamyeli adı verilen meyvelerin saklandığı ve bekletildiği bölüm olur üst Katta Ortada büyük bir salon ve bu salona açılan Muhtelif odalar olur her odada da mutlaka yüklük ve gusülhane olurdu ısınmak için Bakır mangallar kullanılır
Bağ evlerinin yapısı Tamamı ahşap iskelete üzerine iki veya üç katlı yapılar duvarlar ağaç bağdağdı tabir edilen atkı ve çözgü ağaçlardan olur araları güneşte pişmiş Ankara kerpici ile doldurulur sıvanır umumiyetle dış duvar sıvanmaz çünkü kerpiçler her türlü hava şartlarına uygundur ağaçlar mutlaka ardıç katranı ile sıvanır yıllarca çürümez .Evliya çelebi bile Ankara Kerpiçinin sağlamlığını kitaplarında sitayişle bahsetmektedir. Bağ evlerinin Tavanları ahşap tavan olur üstü dımışkı tabir edilen saman ve çorak toprakla doldurulur izalasyon sağlanır.
Ankara Bağ evleride yapılarının azametine bağın özelliklerine göre zenginliğin simgesi olmuştur. Bir çok Bağ evinin Bahçesinde su kuyuları Yağmur sularının depo edildiği zarif çeşmeler Kaynak suları bulunmakta idi. Suları ile ünlü Kavaklıdere Bağları önde gelmekte Bağın Bahçesinde ince zarif mermer işçiliğile Hacettepeli Postacıların Mehmet efendinin Bağı dillere destandır Bu bağın yeri zaman İçinde Polonya sefaretine satılmış muhteşem bağ evi ve çeşmesi yok olmuştur.
HALUK BALABAN.
( Rahmetli Dedem ve babaannemin Bağları Lakavuz da. Harp okulunun olduğu yerde Karabiberlerin Bağına bitişik. Ve Bu gün Ahmetlerde seyrana çıkan iki yol arasında idi ) ve Samanlık Bağlarında idi Rahmetli Babaannem Cebeci Camisinin Olduğu alanı sembolik bir değerden Cami olması için Bağışlamıştır Makamları cennet Ruhları Şad olsun.
Not Ankara da yüzün üzerinde Üzüm çeşiti bulunduğu bilinmektedir Kentin adının da ENGÜRÜ Üzüm Kenti olaraktan Tarih düşüldüğü Unutulmamalıdır.
Alıntı.
5 notes
·
View notes
Text
Eskiden sokaklar da şırıl şırıl akan çeşmeler vardı herkes suyunu alıyordu şimdi çeşmeleri kaldırıp suları şişeleyip satıyorlar. Herkesin hakkı olması gereken suyu parayla satmak ve herkesin de bunu kabul edip tek laf etmemesi
#tarkankurdu#angarakurdu#komik#komikli#komiklik#mizah#komiklikler#postlarım#komedi#funny#fun#saykodelipaylaşımlar#sayko#saykodelik#mizahşör#mizahbilimi#mizahi#mizahsov#kara mizah
20 notes
·
View notes
Text
Toprak yandı gülüm, çeşmeler zehir
Şimdi bilsen de bir bilmesen de bir...
#kalbimyasta#post#postlarım#keşfedilmemiş#keşfet#edebiyat#kitap#şiir#şair#şiirimsi#şiir sözleri#şiirsever#şiirdefteri#gecenin şiiri#tumblr şiir#şiirsokağı#şiirheryerde#şiirsokakta#aşk şiiri#aşk#aşka dair#aşk acıtır#aşk ile#aşk acısı#istanbul#İzmir#Ankara#Antalya#Eskişehir
15 notes
·
View notes
Text
Artık görünmüyor mevsimde hüzün..
Bulutlar bir garip rüyaya dalmış
Ufukta güneşi ağlatan yüzün
Bir mülteci gibi tenhada kalmış
Toprak yandı gülüm; çeşmeler zehir
Şimdi bilsen de bir, bilmesen de bir
Kaç kere çağırdım seni öteden
Turnalar uçurdum gittiğin yere
Bin parça eyledin kalbimi neden
Ruhum bir başına düştü göklere
Bana tebessümle bakıyor kabir
Şimdi gülsen de bir, gülmesen de bir
Derdimin yangını sardı gölgeni
Bir mahkûm kanıyla aktı izlerin jje
Deniz ölesiye severken seni
Neden gemileri yaktı gözlerin
Yıkıldı yolunu bekleyen şehir
Şimdi gelsen de bir, gelmesen de bir...
#enewspaper#aşk#kitaplar#günaydın dünya#plants#çiçek#postlarım#sözler#keşfet#söz mühendisi#foto#gökyüzü
31 notes
·
View notes
Note
gecenin ortasında ne işin var
yıldızlara dokunma yanarsın
bak birazdan ay da batacak
karanlık bulaşmasın ellerine
tersine döner yolunu bulamazsın
içi dışı uzay tozu yansımalar
sahi mi yalan mı anlayamazsın
bir rüya gemisi iskele sancak
dokunup geçiyor hayallerine
ağlayasın gelir ağlayamazsın
sevmek insanın yüreği kadar
küçükse büyüğünü taşıyamazsın
yalnızlığı da dene oldu olacak
nasıl yankılanır derinden derine
iyi midir kötü mü çıkaramazsın
insan insanı kendisi tamamlar
içinde başka dışında başkasın
eksikliğin fazlana elbet bulaşacak
öbürü sığacak bunun derisine
yoksa sabaha sağ çıkamazsın
`` Atilla İlhan
Eski şarkıları sever misin bilmem ama önereyim.
Bendeniz - ağlayayım mı.
Galiba hislerim kuvvetli yada tesadüf bilmiyorum. bende sana yazmayı düşünüyordum :) teşekkür ederim bu arada..
Daha iyi misin Mısra?
Artık görünmüyor mevsimde hüzün
Bulutlar bir garip rüyaya dalmış
Ufukta güneşi ağlatan yüzün
Bir mültecî gibi tenhâda kalmış
Toprak yandı gülüm; çeşmeler zehir
Şimdi bilsen de bir, bilmesen de bir
Kaç kere çağırdım seni öteden
Turnalar uçurdum gittiğin yere
Bin parça eyledin kalbimi neden
Ruhum bir başına düştü göklere
Bana tebessümle bakıyor kabir
Şimdi gülsen de bir, gülmesen de bir
Derdimin yangını sardı gölgeni
Bir mahkûm kanıyla aktı izlerin
Deniz ölesiye severken seni
Neden gemileri yaktı gözlerin
Yıkıldı yolunu bekleyen şehir
Şimdi gelsen de bir, gelmesen de bir.
Nurullah Genç "
Sezen aksu - masum değiliz.
Evet dinlerim arada şimdi önerdiğini açacağım. Teşekkür ederim. 6. His duyun güçlüymüş diyelim:).
İyi bu oldukça bana uzak bir kelime. Bugün kötü bir gündü dün de öyle ondan önceki günde artık kendimi kontrol etmekte güçlük çekiyorum tahammülsüzlük mü ya da başka bir şey mi bilmiyorum. Aldığım nefese bile ters düşüyorum. Çok yorgunum keşke uyuyunca geçse. Hep benden konuşuyoruz, biraz sen anlat nasılsın?
3 notes
·
View notes
Text
ülkeye adım attığım an binalarda görülen kurşun izleri, o binalarda hâlâ yaşayan insanların olması, çocuk parklarının az olması olanlarda da şehit mezarlarının olması, ecdadımızın yaptığı köprüler, osmanlı döneminden kalma çeşmeler ve hala insanların o çeşmeden nasiplenip su içmeleri…
savaşın izleri her yerdeydi. her gün bir yönünü keşfettim bu şehrin. umarım bu gidişim son olmaz tekrar tekrar gelmek ve şehirde yeniden kaybolmak istiyorum.
18 notes
·
View notes
Text
Öylece satmak istiyorum bazen evreni,
herkese verip ederini.
Bir kaç otobüs, bir kaç tren,bir kaç insan kadar koşmalıyım.
Ensemde bir ıslık çalıyor.
Tüm şarkılar artık anlamsızlaşacak kadar tanıdık.
Tüm duraklarda öyle.
Bir kaç otobüs kadar giderim, bir kaç tren kadar dönerim.
Geriye rendelenmiş bir gün kalır ellerimde.
Enseme tanıdık bir ıslık yapışık,ellerim enseme kilitlenmiş.
Ne zaman ensemi tanıdık bir şarkıya eğsem ellerim de eğiliyor.
Yaşadığım çağın kanlı çamuru ellerime bulaşık.
okyanusları kim içti ?
Denizleri ?
Gölleri?
Hepsi kuru ,çeşmeler dahil.
Derime siliyorum ellerimin çamurunu.
Kollarım ,bacaklarım ,göğüs kafesim ,
Derim çamur toprakları ile kaplı,
göğüs kafesim ellerime yapışık .
Ellerim enseme kilitli,
Derimin çamurunda tohumlar yeşerir.
ben yürüyen bir bitki örtüsüyum artık !
bir dilek tutarım, umut kadar giderim ,umut kadar dönerim kendi çamurlarıma
çağın rengi çamur rengi....
benim rengim umut rengi .....
umudun rengi çağın rengi..,..,
Çok sarmal ,çok karışık
tüm çiçeklerin rengi artık anlamını yitirecek kadar tanıdık.
çiçekler ensemde ıslık çalarak açıyor,
kimse duymuyor mu cidden bunu ?
her durağa bir çiçek bırakacağım,
Herkese tanıdık......
Hiç kimseye anlamsızlamamış.....
Çiçekleri satın almak isteyecek herkes,
Verip ederini.
Çamuruna basmak isteyecek herkes çiçeklerimi.
Ama ben o duraktan gitmiş olacağım ......
Ensemden indirdiğim ellerimle ,
göğüs kafesimden bir çiçek çıkarıp...
rendelenmemiş bir gün verirlerse satarım.
Islıkla şarkı bile mırıldanırım insanların ellerine yapışıp.
4 notes
·
View notes
Text
Konya'nın tarihi yürüyüş rotalarına yoğun ilgi
https://pazaryerigundem.com/haber/191353/konyanin-tarihi-yuruyus-rotalarina-yogun-ilgi/
Konya'nın tarihi yürüyüş rotalarına yoğun ilgi
Konya Büyükşehir Belediyesi tarafından, daha önce keşif, rota kaydı ve yön levha çalışmaları tamamlanan Hadim, Taşkent ve Bozkır ilçelerini kapsayan 102 kilometrelik tarihi “Zengibar Yürüyüş Yolu”, doğaseverlerden yoğun ilgi görüyor.
KONYA (İGFA) – Konya’da doğaseverler, bu kez Taşkent İlçesi sınırlarında yer alan Bolay Yaylası’ndan başlayan ve Zengibar Yolu’nun eşsiz güzellikleriyle dolu 16 kilometrelik yürüyüş parkurunda bir araya geldi. Nefes kesen manzaralar eşliğinde, tarihi çeşmelerden su içilerek başlanan yürüyüş, her bir katılımcıya geçmişle bütünleşmiş bir doğa yolculuğu sundu.
Etkinliğe katılan 100 kişilik grup, Ayıboğazı Kanyonu’ndan Çetmi Şelalesi’ne kadar uzanan rotanın her adımında antik çağların derin izlerini ve doğanın huzurunu hissetme şansı elde etti. Antik yolların takip edilmesiyle tarihin ve doğanın iç içe geçtiği bir anıt niteliği taşıyan Bolay Köyü’nün zirvesine ulaşıldı. Köy meydanında yer alan Alakilise Ören Yeri’nden getirilen kalıntılar ve aslan figürlü osthotek kapakları, ziyaretçilere geçmişe götürdü.
DOĞASEVERLER “ZENGİBAR YÜRÜYÜŞ YOLU” ROTALARINA HAYRAN KALDI
Yürüyüş etkinliğine katılan doğaseverlerden Tuna Özgür, etkinliğin çok keyifli olduğunu ve tekrar katılmak istediklerini belirterek, emeği geçenlere teşekkür etti.
Doğal güzellikler eşliğinde çok verimli bir yürüyüş etkinliği gerçekleştirildiğini dile getiren bir diğer katılımcı Meryem Daşgın da “Ankara ve İzmir’de yaşayan biri olarak burada bu yürüyüşlere katılmak benim için gurur verici oldu. Konya Büyükşehir Belediye Başkanı Uğur İbrahim Altay’a ve emeği geçen herkese sonsuz teşekkürler” ifadelerini kullandı.
Alanya’dan yürüyüş grubuyla etkinliğe katılan Osman Yılmaz da çok güzel bir gün geçirdiklerini vurgulayarak, “Tahminimizin çok ötesinde güzel bir rotaymış. Tüm doğasever arkadaşlara tavsiyede bulunuyoruz, gelsinler, yürüsünler. Her şey çok güzel bu kadar güzel organize edilebilirdi. Emeği geçenlere teşekkür ediyorum, inşallah başka etkinlikler yapılır, biz de katılırız” dedi.
Hasan Hüseyin Kahraman da doğa yürüyüşlerinin insan bedeni ve ruhu için çok önemli bir ihtiyaç olduğunu belirterek, emeği geçenlere teşekkür etti.
16 KİLOMETRELİK ROTA KEŞFEDİLDİ
Yüksekliği 1.650 metreden başlayıp, 1.712 metreye kadar uzanan 16 kilometrelik Bolay Yaylası-Ayıboğazı Kanyonu-Çetmi Şelalesi-Bolay Mahallesi arasındaki yürüyüşte katılımcılar, doğayla bütünleşerek toprakla olan bağlarını yeniden keşfetti. Rotanın en düşük noktası olan Çetmi Şelalesi’nde ise 1.432 metre rakıma ulaşıldı.
Konya Büyükşehir Belediyesi, şehrin kültürel ve doğal zenginliklerini turizme kazandırmak, aynı zamanda Konya’daki turizm çeşitliliğini artırmak amacıyla Hadim, Taşkent ve Bozkır ilçelerini içine alan 102 kilometrelik tarihi “Zengibar Yürüyüş Yolu”nu 2023 yılında bölge turizmine kazandırdı.
Adını, milattan önce (M.Ö.) 18. Yüzyıla kadar uzanan tarihiyle Roma’nın en büyük şehirlerinden biri kabul edilen İsauria şehrindeki Zengibar Kalesi’nden alan yürüyüş rotasında antik yollar, kanyonlar, baraj gölleri, tarihi çeşmeler, sarnıçlar, üzüm bağları, ve endemik bitkilerle dolu doğal güzellikler, ziyaretçileri bekliyor. Türkiye’nin dört bir yanından gelen doğa kulüpleri ve dağcıların katılımıyla 2024 yılı boyunca etaplar halinde düzenlenen yürüyüşlerle bölgeye olan ilgi her geçen gün artmaya devam ediyor.
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
Link
0 notes
Note
Nasıl bekliyorum özlemle, görüyor musun? El ayak çekilsin, sonsuz bir gece gel. Tarama saçlarını, öylece gel
"Başka yangınlara benzemez bu yangın, sönmez; bir şey var her yerimi tutuşturan yakan; bu sensizlikte sebil çeşmeler misali akan..."
Bu güzel şiir için teşekkür ediyorum✨🕊️
0 notes