#Ölüm yeri: Suriye
Explore tagged Tumblr posts
hetesiya · 6 months ago
Text
Sait Çetinoğlu Türkiye'nin Türk, Kürt Burjuvazisinin Kara Tarihinden bir Yaprak: Malatya'da Ermeni Mallarını Kim Aldı? -
Malatya hem Tarihi Ermenistan’ın çeperinde yer alması zengin bir Ermeni nüfusunun yanında Türklerin, Kürtlerin ve Kızılbaşların da nüfusun önemli bir parçası olması dolayısıyla ilginç Osmanlı sancaklarından biridir.
Malatya aynı zamanda 1915 Soykırım sürecinde ölüm yolculuğuna çıkarılan Ermeniler için de bir transit geçit ve toplanma bölgesidir. Ancak Malatya öyle sıradan bir geçiş yeri de değil, büyük sürgün kavşaklarının orta yerinde her istikametten gelenlerin önemli ölçüde eritildiği bir ana istasyon, bir nevi temerküz kampıdır. Esasen Malatya civarında bunlar ikilidir. Birincisi batıdan Fırat’a birleşen Tohma Çayı üzerindeki Kırkgöz isimli köprü ve çevresindeki açık alan. Burası Amasya’dan, Tokat’tan, Sivas’tan, Samsun, Trabzon ve Şebinkarahisar’dan, Erzincan, Eğin, Arapkir ve daha başka yerlerden getirilenlerin yığıldığı, kalan erkeklerin bitirildiği, kadın ve çocuklardan Suriye çöllerine doğru yeni kafilelerin oluşturulduğu bir dağıtım noktasıdır. Malatya’dan Harput’a doğru az ilerde, Fırıncılar denilen yol kenarı büyük düzlük ise ikinci kamp yeri olarak kullanılır. Yaz sıcağında, aç susuz bekletilen sürgünler hasta düşer, günde yüzlerce ölü götürülüp suya dökülür. Fırıncılar kamp yeri ayrıca genç kızların Türk ve Kürt ahali tarafından serbestçe kapışıldığı, bir kısım çocukların da yetimhaneye denerek ölüme götürüldüğü bir alandır. Orada iyice ufalandıktan sonra kalanlardan oluşturulan kafileler Beydağı yokuşuna dizilir ve daha ilerde Kahta gibi yeni katliam noktalarıyla eksilerek devam ederler. Başka bir yığın güzergâh ve nokta vardır, ama Furuncu adını bu taraflardan geçirilen bütün sürgünler anılarında büyük acı ve kederle anlatır, çokları evlatlarını burada yitirerek gitmişlerdir. Şimdi İnönü Üniversitesi kampüsünün oturduğu yer, yüz yıl önce yüzbinlerin kendi Golgota’larına doğru eziyet çektiği ve onbinlerin ölü yada kayıp edildiği bir açık hava mezarlığıdır.[i] Kısaca Malatya mezbaha vilayetlerden biridir.
0 notes
seslimeram · 2 years ago
Text
Başka Bir Hikâye!
Tumblr media
Hep aynı lafzı anlatıyormuş gibiyiz. Her gün sanki yeniden ve yeniden aynı odaklardan o habis döngüye dair ezberleri sıralıyormuş gibiyiz. Her an, sahiden her an yenilenmeye ve aralıksız bir biçimde sabit olunmaya çalışılan cerahat karşısında sözü mükerrer kılarmış gibiyiz. Oysa hakikat, oysa yalın kılınmış gerçekliğin ta kendisi hiçbir şeyin tekrara asla düşmediğini göstere geliyor. İnsanlık mefhumunu çoktan toprağa gömmüş, kendi ezberi olarak bellediği biyopolitik bir şiddet sarmalını aralıksız güncelleyen devri sabık iktidarın var ettiği her şey o lafzı, şuralarda aksettirmeye çalıştığımız sözü tekrardan alıkoyan bir hal / bir istemi bildirir. Cerahat ve ceberut olagelen akılla işlenmiş olagelen her bir eylem, var edilen her bir kanun, nizam ve bildirimle birlikte hayatın ehveni çoktan çalınmıştır. Ki bunu bildirecek bir kelam da kalmamıştır sayelerinde.
Demokrasi beşiği olunduğundan dem vurup, herkesin ama en başta Avrupa ve özellikle ol Almanya’nın bizi kıskandığından dem vurulurken, cerahatle kuşatılmış olagelen ülkeden bihaber kalınmış bir yerin hikayesinde hiçbir biçimde aynı lafzı açabilmek mümkün değil, söz konusu edilemeyecektir. Yaşama vurulan gölgelerin, eksiltme hallerinin, kesintisizliği sağlama alınmış cerahat imini tamamlayan nesnel ayrımcılık ve şiddete tapan erkanın var ettiği her dönemeç bir kere daha kıskanılan yeri değil, doğrudan çürüten ülkeyi bildirendir işte. Tüketimi, dönüşümü mutlak yenilgi adına, kendi iktidarının konforunu yüceltebilme gailesiyle kuran bir ekolün sunduğu her şey sürprizlidir. Ne ki tekrarlansa da, yeniden, hiç arasız bildirilse de olmakta olan bir cehennem tezahürünün ta kendisidir. Hangi ezberleri, hangi kelam ve cümleleri sıralarsanız sıralayın olan / biten hep buradadır. Hep bu halden ileriye taşınandır.
Geçtiğimiz İstiklal Caddesindeki muğlak sahipli bombalı eylemin hemen ardından taşına durulan uçurumun kıyısındaki ülke de o bahse dahildir. Ekonomik çöküşünü çoktandır bir biçimde var eden yerin hazin suretine bir kara daha çalınır. Politik aksiyonun sunduğu her bir hamlenin çok daha iç kıyıcı, psikolojik çöküşü de beraberinde taşıdığı, herkesin istisna barındırmadan herkesin bir biçimde barut kılındığı yerde, seçim sathı mahalline girişin tek yönlü sunumundan sonra çıkagelen savaş çığırtkanlığı ve Kobane başta olmak üzere o Rojava topraklarına dönük saldırılar madun siyasetin / benzerine az rastlanan soykırım hal ve tavrını nasıl yeniden sahiplendiğini de örnekler. Bitimsiz bir halde, doğrudan ve hiç kesintisiz olarak yıldırı / yok etme pratiklerine geri dönüş var edilendir. Cerahatle bir halkın onuruyla yaşam mücadelesini ortaklaştırdığı öteki Mezopotamya halklarıyla eylediği her açılım / tahayyül boğulmak istenir. Bir tek eylem, birkaç zaman önce ülkenin istihbaratçı temsilinin oradan sallarız iki roket, buradan dalarız yollu kurgusunu takip eden bir zihni garabetlik hayatı hiç olmadığı kadar alenen kuşatırken, hangi söz tekrardan ibarettir ki!
Mezopotamya Ajansından aktaralım: “HDP Grup Başkanvekili Saruhan Oluç, iktidarın çatışmacı ortamda seçime gitmek için adım attığını belirterek, “Toplumun değil, iktidarın beka sorunu vardır” dedi.
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Grup Başkanvekili Saruhan Oluç, Meclis Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada, AKP-MHP iktidarının yarattığı savaş ortamı ve sonuçları üzerinde durdu. Savaş ortamının yıkım ve ölüm olduğunu söyleyen Oluç, “Savaş, yokluk, yoksulluk demektir. Savaş, insanlığa kaybettir. Savaş, acı, adaletsizlik, baskı ve zulüm demektir. İnsanlığa kaybettirirken, silah tüccarlarına, uyuşturucu tacirlerine, kara paracılara, çetelere ve mafyalara kazandırır. O yüzden hep savaşlara karşı çıkmak ve savaşların karşısında durmak gerekiyor” ifadelerini kullandı.
‘Demokratik Suriye'ye Katkı Sunmalı’
Türkiye’nin Suriye iç savaşının sonuçlarını yaşadığını dile getiren Oluç, “Bunun nedeni sürdürülen yanlış dış politikadır. Göçmen, mülteci sorunlarından her türlü yolsuzluk ve uyuşturucu ticaretine, kara para aklamasına kadar her türlü melanet aslında Suriye iç savaşında alınmış olan yanlış tutumdan kaynaklanmaktadır. Olması gereken, Suriye'de barışın sağlanması ve demokratik bir Suriye rejiminin inşası için çaba gösterilmesidir. Türkiye'nin hem bir bölge gücü olması açısından hem de yüz yıllardır bu topraklarda birlikte yaşadığımız komşularımız açısından baktığımızda, yapması gereken demokratik bir Suriye rejiminin ortaya çıkmasına imkân sağlayacak katkılarda bulunmasıdır” şeklinde konuştu.
Savaşsız Bir Seçim Ortamı
Türkiye’nin seçim ortamına girdiğine değinen Oluç, “Bizler Türkiye'de savaşsız bir seçim süreci olması gerektiğini düşünüyoruz, cenazesiz bir seçim süreci olması gerektiğini düşünüyoruz. Seçim sürecinin demokratik bir şekilde kutuplaştırıcı ve çatışmacı bir ortamda değil, gerçekten demokratik bir ortamda yaşanması gerektiğini düşünüyoruz, çünkü bu ülkenin ve toplumun beka sorunu yok. Hep söyledik, söylemeye devam ediyoruz, esas itibarıyla bu iktidarın bir beka sorunu vardır ve iktidar bu beka sorunu nedeniyle de mümkün olduğu kadar çatışmacı, kutuplaştırmacı bir seçim sürecinin yaşanması için adım atmaktadır. Bizler bir savaş felaketini önlemek için her türlü çabayı veriyoruz ve vermeye devam edeceğiz, çünkü biliyoruz ki yeniden bir savaşın patlak vermesi demek, Suriye'de ve bölgede sadece bölge halkları için değil, bu ülkede yaşayan bütün halklar için de aslında acı demektir, olumsuz gelişmeler demektir, ekonomik kriz demektir, sosyal kriz demektir. Bunların yaşanmaması için bütün sorunlarımızı savaşla ve çatışmayla değil, tam tersine diyalog ve barışçıl yollarla çözmemiz gerektiğini bir kez daha özenle vurguluyoruz” dedi.”
Demokratik Suriye Güçleri (QSD) Basın İrtibat Merkezi, Türkiye'nin 23-24 Kasım’da Kuzey ve Doğu Suriye’ye dönük gerçekleştirdiği saldırıların bilançosunu açıkladı. Hawar Haber Ajansı'da (ANHA) yer alan açıklamada, saldırılarda alt yapı ve sivil bölgelerin hedef alındığı belirtildi.
23 Kasım bilançosunun ayrıntıları şöyle:
Qamışlo
* Mehşûq, Dêrna Qilinga, Gir Henak, Sawyer, Rotan, Til Zîwan, Elî Fero, Hermê Şêxo, Kodo ve Dodan köyleri, 20’den fazla obüs ve doçkayla bombalandı.
* Şehir merkezinde bir araç SİHA ile bombalandı. Newroz şirketi ve yakıt istasyonu obüs ve havanlarla hedef alındı. Bunun yanı sıra Tirbespiyê ve Dêrna Qilinga köyündeki mazot dağıtım yerleri bombalandı.
Gırê Spî
* Hoşan, Şorbenîsk, Seyda ve Qizelî köylerindeki bombalandı.
Mınbıc
* El Hemam tepesi, Til El Seyada ve Toxar köyü 10 obüs ve havan topuyla bombalandı.
24 Kasım bilançosunun ayrıntıları ise şöyle:
Efrin Bölgesi
* Soxanekê, Bênê, Maliliyê, Meyasê, Şewarqa, Merenaz, Tatmaraş, Kefer Naya, Îrşadiyê, Elqemiyê, Hirbil, Miniq, Bêlûniyê, Til Medîq, Mişêrfê, Zîwan, Kefer Nasih, Eyn Deqnê ve Şêx Îsa köyleri ile Şehba Barajı ve Til Rifat ilçesi 200’den fazla obüs ve havan topuyla hedef alındı.
Tıl Temir
* Qibûr Qerecna, Gozeliyê, Dirdara, Xelf El Rikbê köyleri 20’den fazla obüs topuyla bombalandı.
Amûdê
* Esediyê, Bobî, Mihemela, Rabîat, Cetel, Til Kêf, Şorik, Xeşafiya, Xirzê, Xanikê, Bîhîra, Cirnikê, Elgaziya, Xirbe Şîhîr, Til Werd, Til Emîr ve Zirgan kasabası 80’den fazla obüs ve doçkayla hedef alındı. Bu saldırılarda bir savaşçı yaşamını yitirdi, 2 savaşçı ise yaralandı.
Qamışlo
* Neyîf, Til Cîhan, Digirê, Miherikan, Mele Ebas, Mahşûq, Mizgeft, Hatimiyê, Herem Reş, Zorava köyleri 30’dan fazla obüs topuyla hedef alındı.
Kobanê
* Zormexar, Til Ehmed Mûnîr, Til Ehmed, Zorava, Ziyaret, Kirbenat, Til Cîşan, Til Ebrê û bajaroka Şiyox Foqanî köyleri 50’den fazla obüs, havan ve tanklarla bombalandı.
Gırê Spî
* Meilek, Dibis, Seyda, Îbrahîm Kirdo köyleri obüs ve havanlarla bombalandı.
Mınbıc
* Boxaz, Koryehûk ve Toxar köyleri 12’den fazla obüs topuyla bombalandı.”
Birbirinin tıpkı basımı cümleler kuruyormuş, her dem sadece aynı noktalardan bahisler açıyormuş gibiyiz. Oysa yekpare bir düzlem, tek bir devletli aklı, tahayyülü olmadığı gibi, birbirini tamamlayan bir cerahat halinin her gün farklı tezahürleri karşımıza çıkartılıyor. Bir biçimde odak kılınmış öteki addedilmiş Kürd nefreti kartını yeniden kullana gelen ol devlet aklının var ettiği yegane şey bir farazi meseli değil olduğu gibi yıkım halini doğrudan bildiriyor. Meclis çatısı altında bulunan Halkların Demokratik Partisi vekillerinin suna geldiği, paylaştığı her kelamın “terör” faaliyeti addedildiği bir zeminde, harekat, eylem / saldırı adına her derseniz deyin onun var ettiği yıkıcılık sadece birkaç gün içinde nasıl bir cerahate rehin edildiğimizi de göstere geliyor. Bir kere daha insanlar, sıradan pek çok insanın hayatına göz diken, tahakküm ve tehditle çıkagelen bir kuşatmayla baş başa konulurlar. Yolun, yordamın, anlam ve mananın yıkıcılığa evrilmesi neticesinde ortaya çıkan primitif imgenin toptan / kalıcı bir çözümsüzlüğü, yok ediciliği, ardışık / ardıl sıra bir kötülüğü var ettiği gözlerden kaçırılmak istenir. Bugün ulaştığımız yer, şu sahnede ortaya konan kötülüğün, sınırın içinden dışına çıkanın vahameti bütünüyle / kati bir biçimde o cerahatli saldırganlıkla görünür kılınır. İyi de bu hallerle tek bir iyi gün var edilebilir mi?
Bir haftalık süreç içerisinde kaçıncı yıkımın şeceresi artık sınırları belirsiz kılınıyor. Daim bir biçimde öteki addedilenin sınamak bir kere daha tekrardan var ediliyor. İyi de hayatın bu berhava edici hallerde, sürekli yalın ayak, baldır çıplak bir despotizm elinde çalınması sonrası karanlık bunca yalınken hayat ne hale gelir. Hayattan geriye iz kalır mı? Rojava’dan gayri, Rojhilat Kürdistan’ında eylenen aralıksız şiddet de mi bir şeyleri anlatmaya yeterli değildir? Hala mı mesel anlaşılmamaktadır? Kötülük hallerinin birbirinin peşine eklemlendiği bir zeminde, bir başka tahakküm örneği olarak 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle mücadele günü kapsamında, kolluk denilenlerin var ettiği, içişleri nazırlığının eyledikleri de mi bir şeyleri aksettirmez, misal, bunlar da mı hep aynı cümlelerdir, sözüm ona? Yüzlerce kadının gözaltına alındığı, “jin, jiyan, azadi” sloganı gibi ortaklaşmış bir imdat çığlığının dahi duyulmasına tahammül göstermeyen bir erkin olduğu yerde hangi cümle tekrardır ki? Taksim ve İstiklal Caddesinin ve Gezi Parkının ve Karaköy’den Haliç’e kadar bir sahanın, baştaki üçünün insansız bölge, sondaki ikisinin de toplama / gözaltı merkezi kılındığı bir zeminde, kurşunsuz, bombasız bir imha deneyinin ta kendisinin yinelenmesi değil, cümlelerin tekrardan bildirimi mi sorun teşkil eder nedir ki yani?
Hep aynı lafzı anlatıyormuş gibiyiz. Oysa her gün, yaşatılan her vaka, olay örgüsü, hadise eninde sonunda bambaşka sonuçları beraberinde getiriyor. Bütünüyle bir çürütme halinin en kestirmeden yıkım güncesinin ortasında / kıyısında olduğumuz gerçekliği, cümlesiz alt yazısız, paldır küldür bir mizansenler silsilesiyle karşımıza çıkıyor. Hayatın bu coğrafya iş bu ülke ve etrafında ucuz bir mesel olmasının kanıtları her gün bir kırımla, bir cinayetle, binbir farklı tür / şekilde zulüm ile bütünleşik var ediliyor. Sokaklarında işkence etmenin normal addedildiği bir düzlem güncelleniyor. Hayatın ekonomik pahalılığını örtbas etmek, yaşanmaz kılınması sorgulanmasın diye meşum şahsiyetin var ettiği bir sallarız oradan bir ufak savaş çıkartırız yollu göndermesi mot-a-mot var ediliyor. Bir öyle, bir böyle, bir şöyle insan un ufak ediliyor. Sistemin dışında olanları usandırmak, sorgulamalara girişmesini engellemek ve tabi ki de mutlak iktidarı var edebilmek için her an bir fırsat görülüyor muktedirce. İyi de bu kötülük, bunca afaki bağnazlık, kan dökücülük, kırım haline seferberlik, sınır içinde despotizm, sınır dışında soykırımcılık heveskarı olanların yönetiminde bir tek iyi cümle var edilebilir mi? Tek bir cümle aynı olmadan, kalmadan bir şeyler izah edilebilir mi? Bir hayat tecrübesinin bunca zora koşulduğu, alenen her gün aşağılandığı bir zeminde hayat her neye tekabül edecektir ki bariz birer ahtan gayri. Düşünür müydünüz...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
Görsel: Rojava Never Dies – Rozha v/ @rozhaarchitect Instagram
2 notes · View notes
frjunior · 6 years ago
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
AYIN ŞEHRİ PETRA-ÜRDÜN
Ürdün'de yer alan Petra Antik Kenti'nin geçmişi MÖ 400 yılına dayanıyor. Petra Antik Kenti, MÖ 400 ila MS 106 yılları arasında Nebatiler'in başkenti konumundaydı. Nebatiler, Fırat ırmağından Kızıldeniz'e değin uzanan ve Suriye ile Arabistan arasındaki sınır bölgesini de kapsayan halktı. Deprem ve ekonomik sıkıntılar ortaya çıkınca, Petra ışıltısını kaybedip zaman için unutuldu.
100 kilometre alana yayılan Petra Antik Kent'in ilk yapım amacı halen sırrını korumakta. Ancak son araştırmalar Petra'daki El-Hazne altında gizli bir bölüm olduğunu, burada kral mezarlarının yer aldığını kesin bir biçimde ortaya koydu.
Petra Antik Kent'teki tiyatro, tapınak, yerleşim alanı vb gibi tüm yapılar kireç taşından oymadır. Blok kaya parçalarına oyulan tapınak, amfi tiyatro, mezarlar ve rölyefler Petra Antik Kenti'nin karakteristik özellikleridir.
7 Temmuz 2007 yılında açıklanan Dünyanın Yedi Harikası listesinde Petra Antik Kenti de yer aldı. Ayrıca bu listedeki bir diğer dünya harikası Peru'daki Machu Picchu ile kardeş şehirdir. Petra Antik Kenti, ayrıca 6 Aralık 1985 yılından bu yana da UNESCO Dünya Kültürel Mirası listesinde koruma altında.
Hayatta zamanın durduğu noktalar ve anlar vardır. Bütün zaman kavramlarının yok olduğu bir yer. Bazı insanlar o anın ölüm anı olduğunu söyler, bazıları ise aşkın doruklarında olduğun an olduğunu iddaa eder. Ben size o anı yaşayacağınız yeri söylüyorum.
Petra Antik Kenti...
Hiç gitmeye fırsatım olmadı. Keşke bir milyarder çıkıp bana böyle bir tatili hediye etse. Hayatımda kalbimi bıraktığım bir çok yer var. Bunlardan biri yukarıda gördüğünüz Petra Antik Kenti’dir...
2 notes · View notes
ggoodbyefall · 2 years ago
Text
Yol düşüncesi
Bu defa farkına vardım ki ihtiyarlamışım.
Hayatı bir camın ardında gösteren tılsım
Bozulmuş, anlıyorum, çıktığım seyahatte.
Cihan ve ben değiliz artık eski hâlette.
Mısır ve Suriye, pek genç iken, hayâlimdi;
O ülkelerde gezerken kayıdsızım şimdi.
Bu gözlerim, medeniyetlerin bıraktığını,
Beş on yıl önce, görür müydü, böyle taş yığını?
Bugünse yeryüzü hep madde, her ufuk maddî.
Demek ki alemin artık göründü serhaddi.
Ne Akdeniz’de şafaklar, ne çölde akşamlar,
Ne görmek istedim Nil, ne köhne Ehrâmlar,
Ne Bâlebek'te Latin devrinin harâbeleri.
Ne Biblos’un Adonis'ten kalan sihirli yeri,
Ne portakalları sarkan bu ihtişamlı diyâr,
Ne gül, ne lale, ne zambak, ne muz, ne hurma ne nar,
Ne Şam semasını yalel\'le dolduran şarkı,
Ne Zahle'nin üzümünden çekilmiş eski rakı,
Felekten özlediğim zevki verdiler, heyhat!
Bu hali, yaşta değil, başta farzeden bir zat
Diyordu: "İnsana çarmıhta haz verir iman!"
Dedim ki: "Hazreti İsâ da genç imiş o zaman."
Eğer mezarda, şafak sökmiyen o zindanda,
Cesed çürür ve tahayyül kalırsa insanda,
- Cihan vatandan ibarettir, itikadımca -
Budur ölümde benim çerçevem, murâdımca;
Vatan şehirleri karşımda, her saat, bir bir;
Fetihler ufku Tekirdağ ve sevdiğim İzmir;
Şerefli kubbeler iklimi, Marmara'yla Boğaz;
Üzerlerinde bulutsuz ve bitmiyen bir yaz;
Bütün eserlerimiz, halkımız ve askerimiz;
Birer birer görünen anlı şanlı cedlerimiz;
İçimde dalgalı Tekbir'i en güzel dinin;
Zaman zaman da "Neva-Kar\'ı" doğsun, Itrî\'nin.
Ölüm yabancı bir alemde bir geceyse bile,
Tahayyülümde vatan kalsın eski haliyle.
Tumblr media
0 notes
zekiyuncuoglu · 3 years ago
Photo
Tumblr media
GEREĞİ ÜZERİNE: TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİMİZİN TÜM ALANLARI İLE BAŞTAN AŞAĞI, YÖNETİMDEN AVAMA KURUCU ÖZ UNSURLARINA, #ADAMLAR_BİRLİĞİ'NE TERK İLE TESLİM EDİLMESİNİN HEM DE EN KISA ZAMANDA AMA MAKUL, ETKİLİ YÖNTEMLERLE GEREKTİĞİNİ ÜZERİNE BASA BASA, ONCA DÜŞMANLIK VE ÇİLELER YÜKLEMESİNE RAĞMEN ISRARLA BUGÜN DEĞİL KENDİMİ BİLDİM BİLELİ SÖYLÜYORUM❗ YERİ GELİP ÖYLE OLMASI GEREKTİĞSE DE O ZAMAN ŞARTLARINDA ZEMİN GÖRÜLMÜŞTÜR ORALARDA DA SÖYLENMİŞTİR AMA ARTIK SADECE BİR KURUM, BİR CENAH, BİR DERNEK, BİR SİYASİ OLUŞUM ADINA DEĞİL; TÜRK ULUSUMUN BİR FERDİ OLARAK ŞEHİT, GAZİ DEDELERİM, NİNELERİMİN TÜRK TORUNU OLARAK VE HELE DE MİSAKI MİLLİ'NİN NE OLDUĞU KADAR BİR BÜTÜN OLARAK TARİH BİLİNCİMLE DE❗ BENİM DE BİR ŞARTIM, BİR ÖNCELİK SEÇİMİM OLACAKSA Kİ HEP OLDUĞU GİBİ YİNE VAR; ÖNEM SIRASI İÇERİSİNDE AFGAN, SURİYELİ VB. KADAR, ONLARLA BİRLİKTE ASİL DEVRİŞME KRİPTOLAR, MANKURTLAR DA İLK SIRADA HATTA ÖNCE ONLARIN İŞGAL ETTİĞİ HER MEVKİ, MAKAM, ALANIN GERÇEK SAHİPLERİNE TESLİMİ SAĞLANMALIDIR❗ ÇÜNKÜ ONLAR ORALARDAN GÖNDERİLİRSE ÜLKE BAŞKASINDAN KORUNMAK ZORUNDA KALINMAZ BU KADAR VE HERŞEY OLMASIN GEREKTİĞİ ZEMİNE, ŞARTLARA %65 ORANDA OTOMATİK OLARAK DÖNÜŞÜR; ANT OLSUN 🤘 ☣️ 🤘 #KUVAİ_MİLLİYE RUHUMU/ZU KİMSE TARTIŞAMAZ❗ZATEN NE TARTIŞSIN NE DE TEST ETSİN AMA ELBETTE BAŞKOMUTAN M. KAMAL ATATÜRK AKLI, ZEKASI; KADİM TÜRK DEVLET BİLGELİĞİ ÖNDERLİĞİNDEDİR; BİRKAÇ GURDJIEFF MÜRİDİ, BİRKAÇ ACEM YA DA LEVANTEN İZCİLİĞİ, FİNANSÖRLÜĞÜNDE DEĞİL❗ ÖLÜM GÖSTERİLİP SITMAYA RAZI EDİLEREK , 2023 GÖSTERİP 70'Lİ YILLAR PAZARLANARAK İÇ SAVAŞ TAKTİKLERİ İLE İSE HİÇ DEĞİL; ANT OLSUN❗ BIRAKILSIN ARTIK BAZI DAYATMACI KURNAZ POLİTİK NARACILIK, TEHDİTLER; ŞURDA OLMAYAN ÜLKÜCÜ OLMAZ, BURADA OLMAYAN ATATÜRK'ÇÜ OLMAZ, ŞURDA OLMAYAN MÜSLÜMAN OLMAZ, BURADA OLMAYAN DA KUVVACI OLMAZ⁉️ ESAS ORALARDA OLMAYANDIR EN DOĞRUSU❗ GEÇSİN ARTIK BİRİLERİ ABESLE İŞTİGALİ; EĞER GEÇMEZSE YARINLARDA YİNE DÜNLER GİBİ KARDEŞ ÖZ KARDEŞİNE KUMPASTA BULUR KENDİNİ Kİ; İŞTE ASIL O ZAMAN VATANA HAİN OLUNUR, AMAN HA❗ BİR AN EVVEL EVLİ EVİNE, KÖYLÜ KÖYÜNE AMA KARŞI ÇIKILAN ASIL SEBEPLERE HİZMET EDİLMEDEN, İSTİŞAREYİ EKSİK ETMEYİP, TUZAĞA DÜŞÜRÜLMEDEN; ANT OLSUN 🤘 #ZEKİYÜNCÜOĞLU ☣️ #KÖKTÜRÜGMANAS 🌀 https://www.instagram.com/p/CcVsCW6q8Ch/?igshid=NGJjMDIxMWI=
0 notes
yazarurfa · 5 years ago
Photo
Tumblr media
İstanbul'da 1 milyon adet sahte maske üreten atölyeye baskın kamerada Dünyayı saran korona virüsü salgını nedeniyle her geçen gün vaka ve ölüm sayıları artarken, bu durumu fırsata çevirmeye çalışan şahıslara Beyoğlu polisi göz açtırmıyor. Okmeydanı'nda polis sağlıksız koşullarda sahte maske üretimi yapıldığı ihbarını aldı. İhbar üzerine hemen harekete geçen Beyoğlu Haliç Polis Merkezi Amirliği ekipleri, Piyalepaşa Çavuşoğlu Sokak üzerindeki bir tekstil atölyesine dün saat 16.00 sıralarında baskın düzenledi. Baskında atölyedeki çalışanların maske ürettiğini gören polis, kendini iş yeri sahibi olarak tanıtan Suriye uyruklu Mohammed Alsayed A'ya izin belgesinin olup olmadığını sordu. Şahsın herhangi bir belgeye sahip olmadığını ifade etmesi üzerine polis içeride kontrol ve tespit yapmaya başladı. Yapılan çalışmalar sonucunda 2 bin 375 adet sahte maske ile 100 adet boş karton paketleme kutusu ele geçirildi. 1 milyon maske siparişi almış  Çalışanların neye uğradığını şaşırdığı baskın ise cep telefonu kamerasına yansıdı. İş yeri sahibi, 1 milyon adet maske üretmek için sipariş aldıklarını belirtti. Baskının ardından bilgi verilmesi üzerine atölyeye gelen Beyoğlu Belediye Zabıta Müdürlüğü ekipleri, tutanak tutarak iş yerini mühürledi. Ele geçirilen malzemeler ise polis ekipleri tarafından muhafaza altına alındıktan sonra zabıta ekiplerine teslim edildi. İş yeri sahibi Mohammed Alsayed A. ile beraber 3 şüpheli gözaltına alınarak adli işlemleri yapılmak üzere Haliç Polis Merkezi Amirliğine götürüldü. Doğan Can Cesur #urfahaber #urfayazar #urfa #sanliurfa #urfagündemi #urfasondakika #haber #sondakikahaber #haberler
0 notes
barkoturktv · 5 years ago
Text
Bahçeli: Yunanistan'ın AB tarafından desteklenmesi barbarlığa ortaklıktır
Tumblr media
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, partisinin TBMM Grup Toplantısı'nda yaptığı konuşmada, uygarlıkla özdeşleşmemiş, insani hasletleri özümseyememiş, halen barbar eğilimler taşıyan toplum veya ülkelerin mevcudiyetinin bu çağda derin bir hayal kırıklığı olduğunu belirtti. Lafa gelince haktan, hukuktan dem vuran, sıra uygulamaya geçince kaçak ve korkak güreşenlerin insanlığın yüz karası olduğunu söyleyen Bahçeli, "Utanmadan medenilik pozu verirler, 'muasırız' derler ama gerçekte insani değerlere muarız olduklarını bir türlü gizleyemezler, saklayamazlar. Nitekim husumetle süslenmiş mızraklarını çuvala sokamazlar. Batının hal-i pürmelali tam da budur." diye konuştu.  Bahçeli, Türkiye-Yunanistan sınırında yaşanan ilkel ve iç yaralayıcı olayların "insanım" diyen herkesi ürküttüğünü, infiale sürükleyerek ürpermesine neden olduğunu dile getirdi. "İnsanlık değerlerini alenen çiğnemiştir" Türkiye'nin farklı illerinden Avrupa’ya gitmek amacıyla yollara düşen sığınmacıların Pazarkule Sınır Kapısı'nın Yunanistan tarafından kapatılmasıyla maruz kaldıkları trajedinin tek kelimeyle "barbarlık" olduğunu vurgulayan Bahçeli, şöyle konuştu:  "Yunan güvenlik güçlerinin yapmadığı zulüm kalmamıştır. Kadın, çocuk, yaşlı demeden önüne gelene saldıranların vicdanları kurumuştur. Avrupa'ya gitmek isteyen masumları kara ve deniz sınırlarında durdurup şiddet ve nefretle püskürten, olmadı söven, olmadı döven, olmadı öldüren Yunanistan, zulmün koçbaşı haline dönüşmüştür. Sınırı geçip Yunanistan'a intikal eden sığınmacıları önce soyup sonra da eziyet ve işkenceyle geriye çeviren bu ülke, insanlık değerlerini alenen çiğnemiştir."  Uluslararası hukukun ihlal edilmekle kalmayıp, insan haklarının da tozlu raflara kaldırıldığını belirten Bahçeli, başta Afganistan olmak üzere Suriye, İran, Fas, Cezayir, Tunus, Pakistan ve Kuzey Afrika'dan kopup Avrupa'ya geçmek isteyen, aynı zamanda uluslararası koruma talep eden sığınmacılara acımasız muamele ve müdahalelerin Yunan zihniyetinin ipliğini pazara çıkardığını ifade etti.  Bahçeli, "Sınırda bekleyen savunmasız insanlara biber gazı, sis bombası, tazyikli su, kurşun, kaba güç neyle izah edilecektir? Yazık değil midir? Ayıp değil midir? Rezalet değil midir? Karşımızdaki şiddetseverlik barbarlık değilse o halde barbarlık nedir? Ne ibretliktir ki Avrupa insani felaketlere duyarsız, masumlara kapalıdır." değerlendirmesinde bulundu. "AB ülkeleri Türkiye'yi anlamaktan uzak" Hırvatistan'da 6 Mart'ta yapılan AB Dış İlişkiler Konseyi olağanüstü toplantısında AB Dışişleri Bakanları tarafından kabul edilip yayınlanan sorunlu bildirinin, makul ve mantıklı hiçbir yanının da olmadığını belirten Bahçeli, sözlerini şöyle sürdürdü: "Dünyada en çok mülteci ve sığınmacıya ev sahipliği yapan ülkenin Türkiye olduğu ayan beyan ortadadır. Bu gerçeğe rağmen, Türkiye'yi göç meselesini siyasi bir amaçla kullanmakla itham etmek asılsız, akılsız ve ahlaksız bir yakıştırmadır. AB ülkeleri Türkiye'yi anlamaktan ve kavramaktan tamamıyla uzaktır. İnsan haklarını yok sayan ve sınırlarına gelen mazlumlara düşmanca saldıran Yunanistan'ın AB tarafından desteklenip arka çıkılması, barbarlığa ortaklıktır. 1951 Cenevre Sözleşmesi ve Avrupa mevzuatı bir kenara itilmiştir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi buharlaşmış, Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin Sözleşme ile 1967 Protokolü budanmıştır. Hem Yunanistan hem de diğer Avrupa ülkeleri, uluslararası yükümlülüklerine bağlı kalarak sığınmacıların müracaatlarını almak mecburiyetindedir. Bunun başkaca yol ve çaresi yoktur. Yunanistan'ın sığınmacı başvurularını askıya almasının hukuken hiçbir dayanağı olamayacaktır. Kaldı ki Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği, Yunanistan'ın bu tavır ve tutumunun uluslararası hukukta yeri olmadığını açıklamıştır. Yunanistan'ın sığınmacılara karadan ve denizden ateş açması, botlarını batırması ve maalesef ölümlere neden olması haydutluk, hayasızlık, hukuksuzluktur." MHP Genel Başkanı Bahçeli, uluslararası hukuk ile mültecilere dair uluslararası sözleşmelerin, kendilerini güvende hissetmeyen, savaş ve benzeri korkular yüzünden ülkelerini terk eden her insana başka bir ülkeye sığınma hakkı verdiğini anımsatarak, on yıllardır insanlık nutukları atan, sürekli hamaset yığınağı yapan hiçbir ülkenin, ahlaki ve insani inandırıcılığının kalmadığını söyledi.  "Hani insan hakları? Hani insan onuruna hürmet? Hani zulme karşı mazlumlara himmet?" diye soran Bahçeli, şunları kaydetti: "AB ülkeleri vahim bir tenakuz çukurundadır. Sınırda, şu kış günlerinde, küçücük bedenleri soğuktan titreyen yavrular, çaresiz analar, perişan babalar 'ben insanım' diyen herkesi yaralamaktadır. Parklarda, bahçelerde oynaması gereken çocuklar yağmurda, çamurda, soğukta feryat etmektedir. Üstte yok başta yoktur. Cep delik cepken deliktir. Sabilerin hıçkırıkları, emzikli bebeklerin acıklı halleri vicdansızların, merhametsizlerin, insan sevgisinden bihaber meymenetsizlerin yüzlerine tokat gibi inmiş, Avrupa'nın her köşesinde de yankılanmıştır. İnsani yıkımların kederi yüreğimizin tam orta yerine çökmüştür. MHP olarak bu ağır tabloya sessiz kalamazdık. Bebeklerin, çocukların hazin ve hüzünlü durumlarını atıl ve hareketsiz şekilde seyredemezdik. Bir şeyler yapmalıydık, karınca kararınca yardım elimizi uzatmalıydık. Gönül ve vicdan seferberliğiyle yaralara merhem olmalıydık. Çünkü biz, 'komşusu açken tok yatan bizden değildir' manevi buyruğuna bütün hücrelerimizle inanan milliyetçi ülkücü hareketiz." Bahçeli, geçen hafta Edirne'de 0-10 yaş grubunu hedefleyen "Göçmen Kreşi" kurmak ve mazlumları kuşatmak için samimiyetle devreye girdiklerini söyledi. Solgun bakışlarıyla, sararmış yüzleriyle, üşüyen bedenleriyle sınırda tutacak el bekleyen, yedirip içirip giydirecek müşfik bir irade gözleyen çocukların temel ihtiyaçlarını temin ederek, tırlarla Edirne'ye gönderdiklerini anlatan Bahçeli, "Türk milletinin gıpta edilecek vasfını, imrenilecek vakarını gösterdik. Aynı zamanda Türk milletinin şefkat ve merhametiyle yavrulara dokunduk, onları nakış nakış vicdanlarımıza dokuduk." diye konuştu. Her çocuğun bir dünya, her bebeğin bir melek olduğunu, kokularının da cennet kokusu olduğunu ifade eden Bahçeli, "Bebeğin kökeni, mezhebi, ırkı, milliyeti bahis konusu dahi edilemez. Bebeklere acımayan, çocuklara aldırmayan, düşkün ve muhtaçları dikkate almayan bir medeniyetin temelleri çürük, tedrisatı bozuk, tebessümü sahte, tezahürü karanlıktır. İşte Yunanistan'ın içinde bulunduğu Avrupa Birliğinin (AB) özeti budur. İnanıyorum ki zalimin zulmü bir gün mutlaka kendisine dönecektir. Yine inanıyorum ki zalimin düşmanı Allah'tır." değerlendirmesinde bulundu. Bahçeli, Şair Mehmet Emin Yurdakul'un, "Bırak Ben Haykırayım" isimli şiirini okuyarak, "Çocuklar örselenmesin, bebekler ölmesin." dedi. Göç olgusunun, insanlık tarihi kadar eski olduğunu belirten Bahçeli, pek çok insanın, terör, savaş, işkence ve ölüm tehlikelerinden kurtulabilmek uğruna, plastik şişme botlarla açık denizleri geçmeyi dahi göze aldığını hatırlattı. Bahçeli, 1960'da 76 milyon olan uluslararası göçmen sayısının, 1980'de 100, 1990'da 154, 2015'te ise 244 milyona ulaştığına işaret etti. Uluslararası Göç Örgütü'nün 2020 Dünya Göç Raporu'na göre halen 272 milyon insanın göç yolunda olduğunu anımsatan Bahçeli, 2050 için yapılan göç tahminlerinin 230 milyona ulaşacağı yönünde olmasına rağmen son verilerle birlikte tahminin 30 yıl önceden aşıldığına dikkati çekti. "Aylan bebeğin hiçbir suçu günahı yoktu" Binlerce insanın Akdeniz'i geçip Avrupa topraklarına sığınabilmek için hayatlarını kaybettiklerini söyleyen Bahçeli, 2016'da 6 bin kişinin denizlerde boğulduğunu ve balıklara yem olduğunu dile getirdi. Bahçeli, 2 Eylül 2015'de, Bodrum'dan Kos'a geçmek isteyen sığınmacıların fiber tekneleri batınca 11 kişinin öldüğünü aktararak, "Ne acıdır ki 3 yaşındaki Aylan bebeğin cansız bedeni kıyıya vurmuştu. Bebeklerin denizlerde can verip sahillere sürüklendiği bir dünyanın iyiliğinden, gelişmişliğinden, medeniliğinden bahsedecek kim varsa, şart olsun alnını karışlarız." diye konuştu. Açlık, kıtlık, yoksulluk ve güvenlik tehditlerinin, milyonlarca insanın yerini yurdunu bırakıp başka bir yere gitme arayışının temel motivasyonu olduğuna işaret eden Bahçeli, Arap Baharı isimli dehşet döngüsünün son durağı olan Suriye'de milyonlarca insanın, hayati risk ve tehlikelerinden dolayı yurtlarından koptuğunu, yollara döküldüğünü anlattı. Aylan bebeğin hiçbir suçu günahı olmadığını, ne silahı ne bombayı ne de güç ve hakimiyet mücadelelerini bildiğini vurgulayan Bahçeli, şöyle konuştu: "Eline aldığı kurumuş ekmekle öğün geçiriyor, ailesiyle birlikte umuda yelken açıyordu. Aylan bebekten bütün ülkeler, bütün küresel kuruluşlar yüzleri varsa kızarmalı, gözleri varsa yaşarmalı, vicdanları varsa da sızlamalıdır. Allah bu hesabı bir gün mutlaka soracaktır. Mazlumların ahı, vakti saati geldiğinde zalimleri perişan edecek, inim inim inletecektir. Bizim niyazımız, duamız, dünya gözüyle dileğimiz kesinlikle budur." Türk milletinin, mazlumlara her fırsatta kucak açtığını, sofrasına buyur ettiğini anlatan Devlet Bahçeli, Batılı ülkelerin ise kulak tıkadığını, burun kıvırdığını ifade etti. Suriye kaosunun sosyal ve ekonomik faturasını ödeyen devletin belli olduğunu, ülkelerindeki çatışmalardan kaçan Suriyelilerin, 29 Nisan 2011'dan itibaren kitlesel olarak Türkiye'ye gelmeye başladığını hatırlatan Bahçeli, Mayıs 2011'de sığınmacı kampları açıldığını belirtti. "Türkiye sığınmacı deposu değil" İdlib'de 27 Şubat 2020'de yapılan kanlı saldırıda 34 şehit verilmesi üzerine sınır kapıların açıldığını, ilk etapta 47 bin 113 sığınmacının Türkiye'den ayrıldığını söyleyen Bahçeli, dün itibarıyla Meriç Nehri'ni geçen sığınmacı sayısının 142 bin, Ege Denizi'ni geçen sığınmacı sayısının da yaklaşık bin kişi olduğunu ifade etti. Sayıları 8 bine yaklaşan sığınmacının halen sınırda insanlık dışı önlemlerle, tel örgülerin ve kalın duvarların ardında bekletildiğine dikkati çeken Bahçeli, Türkiye'nin taahhütlerine her zaman sadık kaldığını, sözünü tuttuğunun altını çizdi. Sözünü tutmayanların açık olduğunu dile getiren Bahçeli, Türkiye'nin AB ile 18 Mart 2016'da yaptığı anlaşmaya uymayanların, mükellefiyetlerini yerine getirmeyenlerin bilindiğini belirtti. Türkiye'nin "sığınmacı deposu, mülteci toplama kampı, göçmen barınma alanı" olmadığını vurgulayan Bahçeli, şöyle devam etti: "Ege'de göçmen ölümlerinin önlenmesi, insan kaçakçılığı zincirinin kırılması ve yasa dışı göçün yasal göçle ikame edilmesi amaçlansa da sonuç alınamamıştır. AB, sürekli bozgunculuk yapmıştır. 18 Mart mutabakatının önemli bir unsuru olan 'bire bir formülü' uyarınca, Yunan adalarından 4 Nisan 2016 itibarıyla alınacak her bir Suriyeli için ülkemizde geçici koruma altındaki bir Suriyelinin AB ülkelerine yerleştirilmeleri sağlanacaktı. Böylelikle Türkiye'de mülteci yığılması en aza indirilecekti. Ne var ki uygulamada pek çok pürüz çıkmış, külfet tamamen Türkiye'nin sırtına yüklenmiştir. Buna da hiç kimsenin, hiçbir ülkenin hakkı yoktur.  Gerekirse ekmeğimizi bölüşür, yeriz fakat aklımızla oynanmasına izin vermeyiz. 18 Mart mutabakatı kapsamında vatandaşlarımıza vize serbestisi 2018 yılı içinde sağlanacaktı. En geç 2017 yılı başında Gümrük Birliği Anlaşması'nın güncellenmesi hususunda resmi müzakereler başlayacaktı. Suriyeli sığınmacılara 6 milyar avroluk mali destek vadedilmişti. Bunların hiçbiri gerçekleşmemiş, Türkiye'nin sabrı yanlış yorumlanmış, AB bir kez daha aldatmıştır. Artık gerçeklerin inkarına imkan yoktur. Her şey meydandadır." "Avrupa ülkelerinin paçası tutuştu" Türkiye'nin açık kapı politikasıyla gereğini yaptığını, laftan sözden anlamayan Avrupa ülkelerinin paçasının tutuştuğunu belirten Bahçeli, Türkiye'nin mevcut şartlar altında yeni sığınmacı akınını göğüslemesinin mümkün olmadığına dikkati çekti. İdlib'deki saldırılardan kaçan 1,5 milyon insanın sınırda olduğunu ve insani krizin devasa boyutlara ulaştığını anlatan MHP Genel Başkanı Bahçeli, "Onlara huzurlu bir gelecek hazırlama konusunda her ülkenin eşit ve adil sorumluluğu vardır ve olmalıdır. Hatta 5 Mart Moskova zirvesi ile ülkemizde ve sınırlarımızda biriken Suriyeli sığınmacıların gönüllü ve güvenli şekilde asıl ikamet yerlerine geri dönüşlerinin yolu da açılmıştır." dedi. Türkiye'nin "yol geçen hanı olmadığını" kaydeden Devlet Bahçeli, "Bizim gidecek başka bir ülkemiz, başka bir yurdumuz, başımızı sokacağımız başka bir yuvamız yoktur. Ülkemize sığınmak isteyen mazlumları sahipsiz bırakmayız ama Türk milletinin ve Türkiye'nin de geleceğini yabana atmayız, atamayız, atmayacağız." değerlendirmesini yaptı. Read the full article
0 notes
hanargelisim · 5 years ago
Text
Tumblr media
ALİ EMRE FIRINCIOĞULLARI VE DEVLET
.
.
Devlet bazı dönemlerde birleştirici unsur, bazı dönemlerde genişleme aracı, bazı dönemlerde insanlara gelişim alanı açan sosyal ve dost bir yapı, bazen bir grup insanın çıkarını halk denilen çoğunluk karşında koruyan bir baskı ve yanlış yönlendirme, oyalama, .. aracı, bazen bir uluslararası uyum oluşumudur.
Türkiye Cumhuriyeti tarihî ve süreci itibariyle bir sömürü aracı olarak devleti arabirim olarak kullanmıştır.
Bunun yanında bazı uluslararası odaklara hizmet ettiğine dair tarihî bilgilerin varlığına da erişmek, bu iddiaları ORTAYA koyan kaynakları görmek mümkündür.
Ait olduğu topluluklar ile kurduğu bağlar,
Avrupa Birliği ile ekonomik ve stratejik ortaklık,
Arap Birliği ile dindaşlık, tarihî, Türk dünyası ile Liderlik, soydaşlık,
Amerika Birleşik Devletleri ile ön karakol olmak şeklinde,
NATO ile askerî ortaklık, .. bağları şeklinde listelenir.
Bu bağlara sahip bir devletin Suriye'de işi nedir ve sonuç bu birliklerin tamamını nasıl etkiler soruları güncel hadislerin anlaşılmasını sağlayacaktır.
Uluslararası düzeydeki konumu yanında, iç dinamikleri incelendiğinde ise bu bağlara bağlı kalmasını zorunlu kılan bir denge görürüz.
İç dinamikleri Türk ırkı kökenli Somlar,
Fars kökenli Kürtler,
Araplar,
Burada kalan Ermeniler, Yahudiler, Yunan kökenli Rumlar oluşturur.
Suriye savaşında bu dengeleri oluşturan unsurlardan Arapların, Ermenilerin, Yahudilerin, Yunan haklarının ve Devletlerinin çokça etkilendiği, etkileneceği görülebilir.
Kürtlerin ise Devletleri olmadığı halde iç dinamiklerilerde ikincil çoğunluk etnik grup olmaları etkilenecekleri, geleceklerini ilgilendiren bir sürecin yaşandığı sahadaki varlıklarından okunabilir.
ALİ Emre FIRINCIOĞULLARI burada Somların ülkedeki varlıklarından çok fazla oranda yer kapladıkları Ordu'da,, buna Somların istilasına uğramış Ordu da diyebiliriz,, bir teğmen olarak savaşa Suriye'ye karşı katılarak bir vatanseverlik ve bir vatan haini olarak görülebilir.
Bunun nedeni vatanın, devlet tanımından farklı olmasıdır.
Savaşan kişi bir Arap olduğu halde, savaştığı milis ve düzenli ordu yine bir Arap ordusudur.
Bu durum devletin kuruluşu döneminde ki kabullerinden yola çıkarak, Türk ulusu ifadesi ile farklı algı yaratabilir.
Ancak bilimsel yayınlar, siyasi yayınlar bunu iki şekilde de tanımlamak olanağına sahip olacak, bu imkanı amaca göre istedikleri gibi kullanabileceklerdir.
Devletin bir de şehit tanımlaması ile haksız bir savaşta ölmüş tanımlaması arasındaki fark kişinin gelecekte ve şimdi, kişinin halkın hafızasında edineceği yeri kısa süreliğine etkileyecektir.
Tanımlamalar saflık kazanana kadar.
Ali Emre FIRINCIOĞULLARI Suriye topraklarında Birleşmiş Milletlerin terör örgütü olarak tanımladığı isyancı grupları korurken öldü, buna rağmen halkın algısında bir çarpıtma yaratmak için bir tarihî okulun Akdeniz olan adı değiştirilerek çatışmada ölen, Samandağlı, Arap, Alevi bir Türk vatandaşının ismi yerleştirilmiştir.
Buradaki soru, kişinin kendini nasıl tanımladığı değil,
Devletin o kişiyi bir vatandaş olarak nasıl tanımladığı değil,
Halkın o kişiyi nasıl gördüğü değil,
O okuldan mezun olacak ve kendini Arap olarak tanımlayacak olanların doğal yollardan bilinçlerine tecavüz edildikleri hissini yaşayıp yaşamayacakları mıdır!
Araplara karşı savaşan bir kişinin adını bir Arap kökenli Türk vatandaşı olarak hayatlarının sonuna kadar bir aşağılanma sembolü, ibaresi şeklinde taşıyacaklar mıdır?
Bunca ölüm yanında bir de bir ailenin gönlü olsun diye yapılan bu alçakça girişim burada, Samandağında aileleri karşı karşıya getirmek için yapılan uzun dönemli bir provokatif girişim değil midir!
Devletin başta belirttiğimiz doğası buna göre Türkiye Cumhuriyeti için tanımlanmış olur.
Provokasyon merkezi çatıştırıcı devlet!
.
.
HaNAR
.
.
        #thehanardevelopment #personalconstutionaltrials #hanargelisim #HaNARgelisim #hanargelisimtakvimi #theroad #birey #kişiselanayasadenemeleri #dive #kişiselanayasa #God #bakışaçısı #tasarım #religionofnewworldpeace #религиюмира
0 notes
vatankocaeli-blog · 6 years ago
Text
24 Göçmenin Öldüğü Facia: Kişi Başı 2 Bin Dolar Alıp, Kaptan Vermeden Göndermişler
Son Dakika https://www.vatankocaeli.com/24-gocmenin-oldugu-facia-kisi-basi-2-bin-dolar-alip-kaptan-vermeden-gondermisler-17751h.html
24 Göçmenin Öldüğü Facia: Kişi Başı 2 Bin Dolar Alıp, Kaptan Vermeden Göndermişler
KOCAELİ’nin Kandıra ilçesinde, batan yattaki 24 göçmenin yaşamını yitirdiği faciayla ilgili dava sürerken, yargılanan insan kaçakçılarının göçmenlerden kişi başı 2 bin dolar aldıkları, dümeni göçmenlere bıraktıkları ve parayı aldıktan sonra lüks otelde tatil yaptıkları belirlendi.
Olay, 22 Eylül 2017 tarihinde Kandıra ilçesinin 63 mil açıklarında meydana geldi. Yurt dışına kaçmak isteyen göçmenleri Romanya’ya götürecek ‘Zeynep S’ isimli Amerikan bayraklı yat, Sakarya’nın Kocaali ilçesi Melenağzı mevkisinden denize açıldı. Yat, Kandıra Kefken açıklarında fırtınadan kurtulmak için yanaştığı ‘Island’ isimli Panama bandıralı tankere çarptı. Göçmenlerin çoğu denize düştü, su alan yat battı. Yatta bulunan göçmenlerden 40’ı kurtarıldı. Ancak, 4’ü çocuk, 10’u kadın 24 kişi yaşamını yitirdi.
KURTULANLAR YATA BİNDİKLERİ YERİ GÖSTERDİ
Faciadan sağ kurtulan Muhammet Süphan isimli göçmenin ifade işlemleri sırasında yata bindikleri yeri göstermesi üzerine, çekek yeri tespit edildi. Ayrıca, çekek yerinde olaydan sağ kurtulan 7 yaşındaki Levis Senko isimli göçmen kız çocuğuna ait terlik de bulundu.
KİŞİ BAŞI 2 BİN DOLAR ALMIŞLAR
Olaydan sağ kurtulan 40 göçmen ifadelerinde organizatörler ile kişi başı 2 bin dolara anlaştıklarını, yaklaşık 65- 70 kişinin İstanbul Unkapanı mevkisinden 2 minibüse bindirildiğini, 4 saat yol geldikten sonra yata geçtiklerini söyledi. Göçmenler ifadelerinde, yatı kullanan Suriyeli ‘Ahmet’ adlı kişinin kendilerini fırtınadan kurtarmaya çalışırken yatın gemiye çarparak parçalanıp, su aldığını anlattı. Yapılan çalışmalarda, organizatörlerin yatın dümenini göçmenlere bıraktığı, 1’inci kaptanlığı yapan kişinin adının ‘Ahmet’, 2’nci kaptanın ise ‘Muhammet Balleh’ olduğu belirlendi.
‘KAÇAK ÇİMENTO VAR, NEREYE İNDİREYİM’
Soruşturma kapsamında bilgi sahibi olarak ifadesi alınan F.E. ise Serdar Bütün’ün kendisini cep telefonu ile arayarak “Kaçak çimento var, nereye indireyim?” diye sorduğunu ve Whatsapp konuşmalarında yaklaşık 60 göçmenin kıyıdan tekneye bindirebileceğini belirtip, 1,70 metre derinliğindeki yat için uygun yer var ise fotoğraf istediğini söyledi. Öte yandan, yapılan istihbari çalışmalar sonucunda Serdar Bütün’ün olaydan önceki 15 gün içerisinde Kandıra-Zonguldak arasında sürekli görüldüğü ve göçmenleri yata bindirecek uygun yer aradığı tespit edildi.
Soruşturma kapsamında incelenen telefon kayıtlarında, olayın yaşandığı gecenin sabahında Hüseyin Akar’ın, Engin Turhan’ı arayarak “Haberleri izledin mi? Sayı artıyor” diye konuştuktan sonra telefonunu kapattığı saptandı.
OLAYDAN SONRA LÜKS OTELDE TATİL
Olaydan 2 gün sonra Kefken Jandarma Karakolu’na isminin gizli tutulması şartı ile ihbarda bulunan bir kişi göçmen kaçakçılığının Hüseyin Akar tarafından yapıldığını söyledi. Organizasyonu yapan kişilerin olayın yaşandığı akşam Düzce’den İzmir’e giderek lüks otelde tatil yaptıkları ve üzerlerinde yüklü miktarda para olduğu bilgisine ulaşıldı.
SAVCI, ‘KASTEN ÖLDÜRME’ SUÇU DEDİ
Jandarmanın olayla ilgili düzenlediği operasyonda İshak Ulubay, Hüseyin Akar, Hüseyin Karakoç, Cahit Uzun, Mehmet Halil İnce, Engin Turhan, Ahmet Gültekin, Devrim Albayrakoğlu, Erdoğan Aykut, Nihat Çöymen, Ömer Boran, Ramazan Başgöynük, Rıdvan Bölük ve Serdar Bütün gözaltına alındı. Şüphelilerden İshak Ulubay, Hüseyin Akar, Hüseyin Karakoç, Cahit Uzun ve Mehmet Halil İnce tutuklandı.
Savcının hazırladığı iddianamede, meydana gelen ölüm neticesi bakımından eylemlerin taksir düzeyini aşarak olası kast niteliğinde olduğu, bütün olumsuz koşullara rağmen göçmenlerin denize açılmasını sağlamaları nedeni ile meydana gelen neticeyi öngörme ihtimalinden bahsedilemeyeceği, neticenin meydana gelmesi için herhangi bir çaba sarf etmedikleri ve bu itibarla şüphelilerin olası kast ile 24 göçmenin ölümüne neden oldukları ve hayatları bakımından tehlike oluşturabilecek şekilde maddi menfaat karşılığında göçmen kaçakçılığı suçunu işledikleri belirterek, ‘kasten öldürme’ ve ‘göçmen kaçakçılığı’ suçlarından cezalandırılmasını talep etti.
DURUŞMA ERTELENDİ
Kocaeli 1’inci Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmaya, tutuklu sanıklar İshak Ulubay, Hüseyin Akar, Hüseyin Karakoç, Cahit Uzun ile tutuksuz sanık Engin Tuthan katılırken, Mehmet Halil İnce ise bulunduğu cezaevinden Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi ile katıldı.
Duruşmada, batan yatı Datça Limanı’ndan İstanbul Yeşilköy Limanı’na kadar getiren kaptan N.B. de tanıklık yaptı. N.B. ifadesinde, “Ben sanıklardan Hüseyin Akar’ı tanıyorum, diğerlerini tanımıyorum. Çevremden gemi kaptanı arandığını duydum. Telefonla aradılar, ancak kimin aradığını bilmiyorum. Datça’da ‘Zeynep S’ isimli Amerikan bayraklı teknenin Datça Limanı’ndan Yeşilköy’e getirileceği söylendi. Hüseyin Akar ile görüştüm. Yolculuk sırasında Hüseyin Akar hep yanımdaydı, başka kimse yoktu. Bu yatın normalde kapasitesi 15, maksimum 20 kişiliktir. Yeşilköy’e varınca Hüseyin Akar bana 1600 TL para verdi. Hüseyin Akar yatı Yeşilköy’e götürdükten sonra Kefken’e götürmemi teklif etti. Ben de, ‘Buraya kadar anlaştık, devam edemem’ diyerek teklifini kabul etmedim. İstanbul’daki kaptan çevremi arayarak yata bir kaptan buldum. Tekne yürür vaziyetteydi, ancak bakıma ihtiyacı vardı. Geldiğimiz zaman da Tekirdağ’da makine arızası oldu. Arızayı orada giderdik. Kefken’e de kış bakımı için gideceğini Hüseyin Akar bana söyledi” dedi.
Mahkeme heyeti, bilirkişilerden oluşturulan ekip tarafından yatın niteliğinin, olay tarihinde hava ve deniz koşullarının, gidilmesi planlanan mesafenin, göçmen sayısının öğrenilip rapor edilmesini talep ederek, duruşmayı erteledi.
– Kocaeli
0 notes
yenicagkibris · 6 years ago
Text
Cemal Kaşıkçı olayı ve asıl yapılması gereken analiz - Ulus Irkad
https://wp.me/pXsHy-KhN Cemal Kaşıkçı olayı Orta Doğu Bataklığına balıklamasına dalan ve ideolojik siyasal yönelişi Sunnilik olan AKP’nin, Orta Doğu bataklığındaki maceralarla dolu çelişkili ve tehlikeli yolculuğunun son duraklarından biri. Cemal Kaşıkçı’nın Katar ve Suudi  çekişmesinde Katar ve Türkiye tarafında yer alması, bu arada Orta Doğu’daki dengeler içinde önemli bir yeri olması da oldukça enteresan ve önemli. Bu cinayetin arkasındaki gizli ilişkilere bakarsak bu ilişkiler içinde Mısır, Fas, Tunus ve Libya, daha sonra da Irak ve Suriye bağlamının olduğunu, bu bağlamda menfaat ve emperyal ilişkilerle, ekonomik pazar çekişmeleriyle, menfaat dengeleşmelerinin olduğunu görmekteyiz. Dolayısıyla siz bu bataklığa bu detayları düşünmeden dalarsanız,  kendinizi bir savaşın veya sorunlar yumağının içinde bulmanız da ihtimal dahilinde. Türkiye’ninki de “Yurtta Sulh Dünyada Sulh” olmayınca, elbette buhranlar ve bu buhranlarla ilgili olarak yaşanan ekonomik çöküş de, elbette birbirini tetiklemekte ve çok normal görülmekte. Türkiye o kadar bu sorunlar yumağının içine girmiş ki, şimdi Vahhabiler-Selefiler ve Müslüman Kardeşler-Elkaydeciler arasındaki mezhep savaşları içinde taraf olmaya da mecbur kaldı ki, bu aslında Türkiye’nin başına daha da yeni ekonomik buhranlar açacak. Nitekim Kaşıkçı’nın katledilmesi bu yeni buhranlara bir yenisinin eklenmesi oluyor. Bu hesaplaşma son yıllarda iyice belirginleşen iki eksen arasında. Ayrıştırıcı faktör ise Suudi devletinin resmi mezhebi Vehhabilik ile İhvan'la özdeşleşen "siyasal İslam" arasındaki kan uyuşmazlığı bulunuyor. Bu uyuşmazlığın tarihsel arka planında Kaşıkçı'nın da tam ortasında yer aldığı uzunca bir süreç var. Bu sürece kısaca bakalım:: İhvan’ın Kuzey Afrika ülkelerinde Mısır ve Tunus dahil seçim kazanımları aslında Mısır’ı da harekete geçirdi ve oldukça telaşlandırdı.-Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Rabia'yı simgeleştirerek İhvan'a sahip çıkması ve kadrolarına Türkiye'de himaye sunması kaşların çatılmasına neden oldu.Katar’ın İhvan ve Suddilerin de Vehhabi-Selefi taraftarı olması aslında kendi dinamikleri içinde büyük rahatsızlıklar yarattı. Son zamanlarda bölgede yaşanan cepheleşmenin arkasında bun lar yatmaktadır. Katar’a karşı ABD ile birlikte Suddilerin cephe alması,Türkiye, Katar'da üs kurarak Körfez'in müdahale planlarına karşı kalkan olarak devreye girdi.Suudi Arabistan ve BAE'de "saraylı" çevrenin Türkiye'de AKP iktidarına karşı 15 Temmuz 2016'daki başarısız darbeye girişimine umut bağladıkları görüldü. ABD Başkanı Donald Trump'la, özellikle de damadı Jared Kushner'le özel bir ilişki geliştiren Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman sarayda ipleri eline alırken Türkiye ve Katar'a karşı sıra dışı bir dil kullanmaya başladı. Muhammed bin Selman, İhvan'a "Yok edilmesi gereken terör kuluçkası" derken; İran, Türkiye ve Katar'ı "şer ekseni" olarak niteledi.Suudi Arabistan, ABD'nin yönlendirmesiyle Türkiye'nin "terör oluşumu" olarak baktığı Suriye'de Fırat'ın doğusunda Suriye Demokratik Güçleri'ne el attı. 1960'larda İslam dünyasındaki komünist yayılma ve Mısır'da Cemal Abdünnasır'ın estirdiği pan-Arabizm rüzgârını kesmek için Suudi Arabistan, Rabıta'yı kurarak Selefiliği ihraç etmeye başladı. Bu yeterli olmayınca pan-İslamizm kartı öne sürüldü ve bu süreçte İhvan'a iş düştü. Bu planın baş destekçisi Kral Faysal, Abdünnasır'dan kaçan İhvan'a kapılarını açtı. Örgütün "eğitimli" kadroları Suudilerin hem içerde hem dışarda ihtiyacını görüyordu. Bu sayede İhvan üyeleri Suudi sarayına da girmiş oldu. 1979'dan itibaren Sovyetlere karşı Afganistan'a küresel "mücahit otobanı" kurulurken hem Vehhabi-Selefi havuz hem de İhvan kullanıldı. Bu süreçte iki akım iç içe geçti ve birbirini etkiledi. Kral Faysal, Vehhabi geleneğinden sapmalar gösteren bir çizgiye sahipti. Kadınların eğitimi gibi belli konularda reformlara yönelmişti. Özellikle kadınlar için okulların açılmasına İstanbul doğumlu ve Adapazarlı bir Abhaz olan eşi İffet Hanım öncülük ediyordu. İffet Üniversitesi onun miraslarından biri. Kral Faysal babasından farklı olarak Filistin meselesiyle de ilgilenerek şimşekleri üzerine çekmişti. Afganistan-Pakistan hattında El Kaide ve Taliban'ı doğuran seferberliğin sahadaki takipçisi ise Kral Faysal'ın oğlu Prens Turki bin Faysal idi. Yani Usame bin Ladin'i Afganistan'a gönderirken Kaşıkçı'nın da elinden tutan namlı Suudi Arabistan İstihbarat Şefi. Cemal Kaşıkçı'nın farklı tonlarda "militan İslam" ile teması Afganistan'daki mücahit kamplarında başlıyor. Spekülasyona açık bir konu olmakla beraber yaygın kanı şuydu: El Kaide lideri Usame Bin Ladin dahil, mücahitlerle yaptığı röportajlar biraz gazeteciliğinin biraz da istihbaratla dirsek temasının gereğiydi.Kaşıkçı yıllar içinde Ladin'le dostluktan "Radikalizme karşı siyasal İslam'ın önü açılmalı" diyen bir çizgiye gelmişti. İhvan da Kaşıkçı'ya örgütün hedeflerine ulaşmasına hizmet edecek "zeki bir aydın" olarak bakıyordu. İhvan'ın siyasal alternatif olarak monarşilerin sonunu getireceğine dair korkular zamanla her şeyin önüne geçti. Sonuçta Suudi ölçeğinde bir ülke için siyasal reform yapmak, Vehhabi-Selefi çizginin bir tık üstünde yer alan İhvan'ın önünü açmak demekti. Bunu önlemek için bazı yerlerde İhvan pazarlık sürecine sokuldu; iktidara oynama hevesleri budanarak "Sadece eğitim ve yardım faaliyetlerinde bulunabilirsin" denildi. BAE'de 1970'lerde Islah adıyla örgütlenen İhvan ilk dönemlerde prenslerden destek gördü. Hatta devlet kurumlarına ciddi oranda nüfuz etti. Gidişatı tehlikeli bulan yönetim 1990'larda önlem alma yoluna gitti. Arap Baharı'nda sesini yükseltme şansı bulan örgüt tutuklama furyasıyla susturuldu. BAE nihayetinde Kasım 2014'te Islah ve Mısır'daki İhvan'ı, Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) ile birlikte "terör listesine" aldı. Katar'ın bu örgüte yaklaşımı ise "ikiyüzlü" idi. 1996'da Hammad bin Halife el Sani, Suudilerle bölgesel rekabetten kaçınan babasını devirip emirlik koltuğuna oturduktan sonra El Cezire kanalını kurup İhvan çizgisindeki örgütlere el attı. Ancak Emir, İhvan'ı, başka coğrafyalarda destekledi. Katar içinde faaliyette bulunmasını ise yasakladı. Pazarlıklar sonucu örgüt 1999'da Katar'da kendini feshetti. İhvan 2013'ten sonra tamamen şeytanlaştırılırken Cemal Kaşıkçı da artık ters tarafa düşmüş oldu. Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'ye yapılan darbeye ve İhvan'ın "terörist" ilan edilmesine karşı çıktı. Bölgesel konularda Kral Faysal'ın çizgisinin bugüne izdüşümlerini Prens Turki ve Kaşıkçı'da da görmek mümkün. Prens Turki, ABD'de elçiyken Amerikalılara Ortadoğu'daki asıl meselenin İran değil Filistin-İsrail sorunu olduğunu telkin ediyordu. İran'ın tehlikeli bir yolda ilerlediğini düşünse de bu ülkeye saldırının "çok büyük bir felaket" olacağını düşünüyordu. Kaşıkçı'nın hissiyatı da bu yöndeydi. Bu tarafın bakışına göre İran durdurulmalı ama İsrail'in istediği şekilde değil. Tahtın artık Abdülaziz ibn Suud'un torunlarına geçeceği yeni dönemde saray darbesiyle veliaht prens yapılan Muhammed bin Selman ise bütün sorunu İran'da görüyordu. Onu 2015'te Yemen'e saldırtan da İran'ın kollarını (Ensarullah) kesme hedefiydi. Pek çok konuda Abu Dabi Veliaht Prensi Şeyh Muhammed bin Zayid'le eşgüdümlü hareket eden Muhammed bin Selman'a göre Katar ayrıca Suudi Arabistan'ın Kâtif bölgesi, Bahreyn ve Yemen'de İran bağlantılı grupları destekliyordu. Trump, Mayıs 2017'de ilk yurt dışı gezisini yaptığı Riyad'da 380 milyar dolarlık silah anlaşmasına imza atarken İran'a karşı 40 bin kişilik İslami Askeri Koalisyonu'nun kurulacağını ilan etmişti. Tam bu sırada Katar Emiri Şeyh Temim'in askerlerin yemin töreninde "İran'a yönelik düşmanlık beslemekte bir hikmet yoktur" dediği medyaya sızdırıldı. 2017'deki tecrit ve abluka hamlesinin tetikleyicisi de buydu. Böylesi bir denklemde Cemal Kaşıkçı gibi El Kaide, Taliban ve 11 Eylül'ün hava korsanlarıyla bağlantılar dahil çok sayıda gizli dosyaya vakıf birinin karşı eksene kayması hayatının tehlikeye girmesi için yeterli. İhvan'la bağlantılı tarihsel arka plan da Kaşıkçı'yı çok özel bir yere oturtuyor. Özetle kaçırılma ya da ölüm birkaç adımda geldi: -Amerikan yönetimi, Katar'da Sani hanedanını çökertme planına göz yumarken; Cemal Kaşıkçı'nın Muhammed bin Selman'ın Trump'la yakınlaşmasını Suudi Arabistan için tehlikeli bulması "Yazma, tweet atma, sus" diye uyarılmasını tetikledi. -Cemal Kaşıkçı geçen yıl Muhammed bin Selman'a mesaj göndererek kendisi gibi bir danışmana ihtiyacı olduğunu belirtip birlikte çalışmayı önerdi. Veliaht Prens, Kaşıkçı'nın İhvan ve Katar gibi iki düşmanla ilişkileri olduğunu belirtip reddetti. Bunun yerine ülkeye dönmesi için Kaşıkçı'ya telkinlerde bulunanlar çıktı. Bunların başında Muhammed bin Selman'ın küçük kardeşi ve Washington Büyükelçisi Halid bin Selman geliyor. Büyükelçi son 3 ayda Kaşıkçı ile 4 kez görüşerek tehlikede olmadığını söyledi. -Kaşıkçı'nın geçen yıl New York'ta BM Genel Kurulu sırasında Katar Emiri Temim ile görüştüğü ve daha sonra Doha'da yeniden bir araya geldiği ortaya çıktı. Kaşıkçı'nın Washington Post'ta yazmasını sağlayanın da Temim olduğu öne sürüldü. -Bu arada Kaşıkçı alenen "İhvan'ın Suud ayağı ve Katar'ın adamı" olarak resmedildi. -Erdoğan'ın ekibiyle yakın temaslarına ilaveten Türkiye'den biriyle nişanlanması hassasiyeti artırdı. Tabii böyle zamanlarda insanların şeceresi de hatırlatılıyor: Kaşıkçı, Suudi Arabistan'ın kurucusu Abdülaziz ibn Suud'un özel doktoru olan Kayserili Muhammed Kaşıkçı'nın torunu. Yani Prens Turki anne tarafından, Kaşıkçı büyükbaba tarafından Türkiye'yle bağlantılı. Kaşıkçı Suud Hanedanı'nda oyunun kurallarını bilen biriydi. Prens Turki'nin yanındayken elçiliklerin nasıl çalıştığını öğrenmişti. Buna rağmen İstanbul'a yönlendirilirken oyuna gelmesine kimse anlam veremiyor. Yeni ortaya çıkan bilgilere göre Muhammed bin Selman'ın demir yumruğu altında duran Prens Turki, Kaşıkçı'yı ikna emrini aldı. Kaşıkçı'yı arayan Turki tehdit olmadığını belirtip konsolosluğa gitmesini telkin etti. Bu suçu işleyenlerin hesabına göre Muhammed bin Selman'ın Trump ile dostluğunu bozacak ya da hassas bilgileri düşmanlarla paylaşabilecek aileden biri bertaraf edilmiş, Türkiye ve Katar'a da dersleri verilmiş oldu. Saray oyunları ve çelişkilerinde veya saray oyunlarında Türkiye’de yaşayan halkın hiçbir ilgisi yok. Çok çelişkili ilişkiler ağı ve sonuçta Türkiye Cumhurbaşkanı olacak olan zatın, gene Arap topraklarında macera arama isteği, şu anda bu cinayetten sonra Türkiye’yi, Katar , Yemen ve Suudi Arabsitan üçgeninde Arap toplumlarının mezhep kavgasında, hiç ilgisi olmadığı bir savaş içinde kendini bulmasına sebep olabilir. En doğrusu Türkiye’nin demokratikleşmesi ve tüm Arap-Orta Doğu ülkeleriyle barışçı ve huzur içinde bir bölge sunması. Aksi yapılırsa, Suriye’den sonra Türkiye gene kendisini hiç de ilgisi olmadığı, mezhepler kavgası içinde bulabilir. Bu da artık Türkiye halkı için bir felaket olur. Türkiye Devleti şu anda halkını daha da zortluklara sürükleyecek ve de rasyonel davranırsa tehlikeyi uzaklaştıracağı bir gereksiz mezhep savaşının içinden koruyabilir. Belli ki Tayyip Erdoğan ve ekibi çok daha tehlikeli bir denge ile oynuyor ki daha önceki çözemedikleri sorunlarının da bu sorunla birleşmesiyle, gelecek olan çığ Türkiye’yi mahvedebilir. Bizden sadece söylemesi…
0 notes
seslimeram · 5 years ago
Text
Hayat Zehirleniyor
Tumblr media
Çürümenin tezahürü olarak çıkagelen, bütün bir sathı mahalli kuşatan, yaralayan, yeniden ve yeniden daraltan bir devletli aklı hayatı zehirliyor. Bir uzamın dönüşümü hep tersinden hep fecaat ve kötülükten mülhem her nasıl kurulur bunu gösteren bir cerahat hayatlarımızı mahvetmeye devam eder. Uzun uzadıya değil doğrudan bir yıkım nesnelliği bugünün yeni ülkesinin temellerini oluşturuyor. Fecaat sarmalının karanlığında bir yol / yön arayan ülke hakikat kılınıyor. Velev ki değil doğrudan sıradanın hayatı, bütün o yaşam gayreti / ümidi örseleniyor. Doğru ve kesintisiz olan bir “hayat” istencinin zehirlenmesidir. Doğrudan ve hiç eksiksiz bir yıkım tahayyül değil hakikat kılınır. Böyle ‘kara’ bir zaman mefhumunda hayat her neye dönüşür?
Birbirini takip eden bir sarmal-fasit döngü imal olunuyor. Genel geçer değil, doğrudan bir yer, yurt tahayyülü “zapt ediliyor” artık. Zıvanadan çıkmış bir cerahat ile hayatlar alt üst kılınıyor. Yaşam her nerededir. Hamasetten gayrısını hiç var etmeyen, tüm cürmü resmen onaylayan, destek atan yığınların olduğu bir yerde yaşam bahsi her nasıl açılabilir. Bahis açılırsa her nereden başlar! Birbirini takip eden bir çürütme istencinin ortasında yaşamak genel geçer bir mesele midir? Hayatın bunca zora koşulduğu yerde bir sonu olmayan tüm o cerahat yerle bir ederken her şeyi / her anlamı sonra ne olacaktır? Yarın her ne getirecek her neyi sabitleyecektir, acıdan gayrı. Çürümenin bir tezahürü olarak var edilen, devletli aklının eylemselliği bu hayat meselini yerle yeksan etmenin kıyısına taşıyandır. Devlet biyopolitik hamasetiyle bu menzildeki yaşama gailesini törpüler. Her hangi bir umudu var  etmeyecek kadar kör kılınanların yönetimi altında sıradanın hayatı hiç bildirilir. Esamesi dahi okunmayacak ilam olunandır.
Çürümenin tezahürü olarak bütün bir sahada devletlinin eylemselliği ile hayat / hayatımız kuşatılıyor. Yerle bir edilmeye çalışılan sıradanın hayattaki var olma mücadelesi olduğu gözlerden kaçırılıyor. Cerahat öylesine pek hayatın zayi kılınması onca hesaplı / kitaplı bir mesel ki varılan karanlık hiçbir türlü sonlanmıyor, sonu gelmiyor. Sessizlik daimi bir mesel kılındıkça sıra neferliği tüm bu yara verenlere kayıtsızlık dayatıldıkça menzil de bir çukura dönüşüyor. Çukurun ta kendisi yeni yeni denilen ülke oluyor. İçteki yıkımın dışarı ve öteye taşınmasının hallerine tanıklık ediyoruz. Bütün bu çürüme halinin tezahürü olan, hayat hakkının hiçleştirildiği bir ülke yönetimi şimdi de Suriye’de, daha öncesinde Rojava sınırlarında eylediğine benzer yıkımların sınırlarında dolaşıyor. Beş askerin hayatını yitirmesinin ardından çıkagelen, her nerede kalmış cihatçı varsa onlara arka çıkılıp yola devam denilen İdlib operasyonu denilen yıkım bu hayatın zehirlenmesine sabit bir örneği oluşturur.
Ekonomik krizin darboğazını savaşın yok ediciliğine kurban edilecek insanların varlığı ile örtbas etmeye çalışan muktedire karşı insanlar ses etmektedir. Mezopotamya Ajansı’ndan iliştirelim: “İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri, Türkiye'nin İdlib’te sürüklendiği savaş ve diğer güncel gelişmelere ilişkin İzmir Barosu önünde kurulan Özgür Kürsü’den seslendi. Halkların Demokratik Partisi (HDP) İzmir İl Eşbaşkanı Besriye Tekgür’ün de aralarında olduğu çok sayıda kişi katıldığı açıklamada hazırlanan basın metnini Türkiye Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) İzmir İl Kordinasyonu Kurulu (İKK) Dönem Sekreteri Melih Yalçın okudu.  
Ülkenin 2020’nin ilk aylarına çeşitli felaket ve ölüm haberleriyle girdiğini dile getiren Yalçın, deprem, çığ, uçak kazasında yaşanan kayıplar ile sınır ötesinden gelen kayıp haberlerinin ardı ardına ülke gündemine düştüğünü belirtti. Yaşamın ve insanın hiçbir şekilde değer taşımadığı bir ülke haline geldiklerini söyleyen Yalçın, "Yaşanan felaketler araştırılıp sorgulanınca ortaya yolsuzluk, denetimsizlik, ihmal, talan ve yalana dayalı çürümüş ve kokuşmuş bir sistemin pis kokuları yayılmaya başladı" diye konuştu.
Son yıllarda yaşanan ekonomik kriz ve hayat pahalılığının ise doğrudan yoksul kesimi vurduğunun altını çizen Yalçın, "Her gün işsizlikten, parasızlıktan, açlıktan intihar eden insanların haberleri geliyor. Son olarak Hatay’da ‘çocuklarım aç’ diyerek Valilik önünde kendini yakmaya çalışan bir yurttaşımız hayatını yitirdi. Ancak ölüm nedeninin vücudundaki yanıklardan değil de, müdahale sırasında sıkılan kimyevi maddelerden olduğu anlaşıldı" ifadelerini kullandı.
Yalçın, Türkiye'nin büyük bir bölümünün aktif deprem kuşağında olmasına rağmen depreme hazırlık anlamında etkili bir çalışma yapılmadığına da dikkat çekti.Yalçın, şunları söyledi: “Bu konuda doğrudan sorumluluğu olan hükümet hiçbir şey yapmadığı gibi imar aflarıyla çürük binalara tapu vererek ölümlere, maddi ve manevi kayıplara zemin hazırlıyor, yol açıyor. Depreme hazırlık amacıyla vergi olarak halktan toplanan miyarlarca lira ortada yok, buhar olup uçmuş sanki. Ödediği vergilerin akıbetini soranlar ise tehdit edilip vatan haini ilan ediliyor ve yargı yoluyla susturulmaya çalışılıyor"
Depremin yol açtığı acılar henüz sıcağı sıcağına iken, Kızılay'a bağış kampanyası başlatıldığını hatırlatan Yalçın, “Bu konuyu biraz araştırınca görevi afet sırasında vatandaşa yardım etmek olan Kızılay'ın vergi kaçırmak için bir aracı kurum haline geldiğini görüyoruz. Üstelik aktarılan paralar kamu parası ve aktarılan kuruluşlar da nedense hep AKP yandaşı. Yani kamu parasını hortumladıkları yetmiyormuş gibi yükümlü oldukları vergileri dahi ödememek için Kızılay'ı kullanıyorlar" dedi.
Yalçın, Türkiye’yi bölgede bir alt emperyal güç haline getirme hayalleri içinde olan AKP'nin Suriye iç savaşından rant sağlamak ve alanda yer tutmak için selefi çetelere silah, eğitim, lojistik katkı ve para vererek destek olduğunu da iade etti. Yalçın, “Pek çok savaş suçu işledi. Çeteler yenilince Astana, Soçi görüşmelerine cihatçı çetelerin garantörü, sözcüsü olarak katıldı. O görüşmelerde onlar adına sözler verdi. Ne var ki tüm hamleleri boşa çıkan AKP şimdi ise İdlib kentinde sıkışmış olan suç ortakları El Nusra ve IŞİD artığı çeteleri Suriye ve Rusya’dan korumaya çalışıyor" ifadelerini kullandı.
Açıklamanın devamında ülkenin freni patlamış bir kamyon gibi yokuş aşağı son hızla gittiğini kaydeden Yalçın, AKP’nin tek derdinin akıl ve bilim dışı politikalarda ısrar ederek yandaşlarına daha fazla kâr, daha fazla rant sağlamak olduğunu vurguladı.
Ülkenin her geçen gün biraz daha bataklığa sürüklendiğini ekleyen Yalçın, "Yaşanan bu felaketlerin tek bir sorumlusu var, o da kendi iktidarından başka hiçbir şey düşünmeyen AKP’dir. Aslında AKP ülkemizin başına gelmiş en büyük felaketti" dedi.”
Devam edelim: “İletişim Başkanı Fahrettin Altun Twitter hesabından İdlib’de yaşanan gelişmelere ilişkin açıklama yapar. Altun yaptığı paylaşımda, “Esed rejiminin sivilleri hedef alıp katliam yaptığını, ne yazık ki insan hakları ve masum sivillerin güvenliği hakkında atıp tutanların bu durum karşısında sesinin çıkmadığını” belirtti. Durumun endişe verici olduğunu dile getirmenin yeterli olmadığını dile getiren Altun, Türkiye'nin geride durup bu katliamları izleyemeyeceğini aktardı.
Tumblr media
Sivil halka yönelik saldırıların yerlerinden edilmiş kişileri ve mültecileri Türkiye sınırlarına yığmayı ve bölgenin kolayca ele geçirebilmesi için boşaltmasını amaçladığını vurgulayan Altun,"Yüz binlerce sivilin sınırlarımıza akın etmesine izin veremeyiz ve vermeyeceğiz. Anlaşmalarımız gereğince mevkidaşlarımızla hareket etme noktasında fazlasıyla sabırlı davrandık. Çatışmasızlık bölgelerine dair anlaşma görmezden geliniyor ve rejim şimdi de bizim askerlerimizi hedef alıyor. Biz boş sözlere değil sahadaki duruma göre hareket ediyoruz. Soçi mutabakatı kapsamında şubat ayının sonuna kadar rejimi İdlib'deki gözlem noktalarımızın dışına çıkarmaya kararlıyız. Bunun gerçekleştirilmesi için de havadan ve karadan askeri gücümüzü harekete geçireceğiz. Hiçbir saldırıya müsamaha göstermeyeceğiz. Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın da açıkça söylemiş olduğu gibi, rejimin bizim kuvvetlerimize yönelik en ufak bir tacizine ezici güçle karşılık vereceğiz. Suriye halkının ayakta kalma ve onur mücadelesini desteklemek bizim ahlaki ve insani görevimizdir. Suriye halkının özgürlük ve kurtuluş mücadelesi, Türkiye’nin beka ve ulusal güvenlik meselesinden ayrı tutulamaz. Suriye topraklarının suçluların ve teröristlerin kontrolünde olmasına izin veremeyiz. Bu unsurlarla hem sınırlarımızda hem de bölgemizde mücadele etmek bizim görevimizdir" ifadelerini kullandı.”
Çürümenin bir tezahürü olarak çıkagelen yok etme, her yeri bir Türkiye haline çevirme ve dönüştürmenin bir sonraki etabı Suriye’de tertip edilmek istenir. Rusya’nın, Amerika’nın, El Kaide’nin, Işid ve onlarca küçük çetenin vs.’nin var ettiği cürümlere bir yenisini sekiz koca yıldır küçük kıyametler sahnesi kılınmış yerde biçimlendirmek istenir. Cihatçı çetelere hamilik, bizatihi yobaz takımından kurulmuş / yapılandırılmış çeşitli isimlerle anılan kontrgerilla, paramiliter örgütlere yardım, TSK’nin bütün bu karanlıkta organize edici konumu / konumlandırılmasıyla o tahayyül hakikat kılınmak istenir. Cürümlerle bir cüretle savunulan tüm cerahat ve hala hiç kesintisiz fetih denilen meselle birlikte iki binin yirminci yılında yeni yıkımların altına imzasını atmaya çalışır yeni ülke! İçteki yıkımın, tüm o içte var edilen çürümenin mihmandarlığı kesmediğinden İdlib sathında daha öncesi Efrin ve Bab gibi yerlerdeki yapılmış kötülük hali yenilenmek istenir. Yıkım artık olağan, gündelik bir meseldir. Savaşlar eskisi gibi değil, yıkım hiçbir zaman tam olarak ölçülebilir değildir!
Muktedir yıkımı bu bezirganlık düzenini devam ettirebilmek için elzem görendir. Ortaya serilen her cümle, sahada var edilen her bir cürüm bu halin bir tamamlayıcısıdır. Uçağı düşürülen Suriyeli pilotun, ele geçirildikten sonra yerlerde sürüklenme sahnelerinden ol işgal / iğfal olunan yerlerin başka bir toprak sahası olduğunun unutturulmasına demirlemiş bir Türkiye profili çizilir. Çürüme artık dışarıya taşandır. Sathın içinde olduğu gibi dışında da o var edilmiş kötülük / biyopolitik tahakküm devam olunandır. Bütün bunlar yapılırken savunulan, yurt bütünlüğü, barış götürüyoruz biz ve benzeri savunmalar sadece lafta bırakılandır. Kısa sürede ele geçirilen, barış götürüldüğü zikredilen yerlerde ve sahalarda var edilen cürmün meselesidir, yeniden tekrarlanmak istenen. Devletlinin tüm o yöneten katının hayata değer vermediği açıktır, kaldı ki bir de barış önemsensin. Barışa bir değer / anlam yüklenebilsin.
Dönelim yeniden Türkiye’ye, Bakur Kürdistan’ının kalbindeki şehirlerden birisinde var edilen karanlık hamleye. “HDP Milletvekili Murat Sarısaç, günlerdir kendisini takip eden plakasız bir aracı görüntüledi. Aynı araç kısa bir süre sonra Sarısaç'ın aracını durdurarak, araçta bulunan PM üyesi Yunus Durdu'yu zorla araçtan çıkararak gözaltına aldı. Halkların Demokratik Partisi (HDP) Van Milletvekili Murat Sarısaç, kendisini günlerdir takip eden plakasız bir aracı oturduğu evin önünde görünce, araçtaki kişilere kim olduğunu sordu. Sarısaç'a cevap vermekten kaçınan kişiler araçlarıyla uzaklaştı. Ardından kent merkezine gelmeye çalışan Sarısaç'ın aracı kısa bir süre sonra aynı araç tarafından durduruldu. Plakasız araçtan inen ve polis oldukları tahmin edilen kişiler, HDP PM üyesi Yunus Durdu'yu milletvekili aracından zorla çıkararak gözaltına aldı.
Sarısaç, çektiği görüntüyü sosyal medya hesabında; "Bir kaç gündür beni takip eden plakasız bir araç bugün de oturduğum sitenin bahçesinde bekliyordu kim olduklarını sordum hakaretle karşılık verdiler. Bu kişiler sonrasında da aracımın önünü kesip PM üyemiz Yunus Durdu'yu zorla araçtan aldılar. Şimdide aynı kişiler evimin önünde dolaşıyorlar" notuyla paylaştı.”
Ana akım medyanın vakit kaybetmeden terörist diye ilan ettiği, yukarıdakilerin emirleri doğrultusunda hayatın bunca ucuza koyulmasına bir kez daha tanıklık edilen, her şeyin bu defa kameralar kayıttayken yapıldığı bir kırım hali varken o barışmak, şu savaş hali, bir türlü tükenmeyen nefretin menzili nereye taşıdığı düşündürücü değil midir? Uzun uzadıya değil doğrudan bir yıkım nesnelliği bugünün yeni ülkesinin temellerini oluşturuyor. Fecaat sarmalının karanlığında bir yol / yön arayan ülke hakikat kılınıyor. Can yakmaları artık kare kare çeken bir düzen var. Her günü apayrı bir cehennem kılmaya ant içmiş bir yer, bir yönetim var. Bilindik aşina olunmuş cümlelerin miadının doldurulduğu bir yerden bildiriyoruz. Her şeyin altüst edildiği, tepetakla bir gümbürtüde, hayat meselinin tarumar olunmasına devam edilen bir sahadan bildiriyoruz. İçten içe çürümenin ortasındayız. Her ne yana dönersek dönelim bir ah çıkageliyor. Her nereye bakarsak bakalım bir kez daha bu sahaya baharın gelmeyeceğini gösteren bir biyopolitik cerahat var ediliyor. Görünenin ardı, bildirilenin ötesi, sözcüklerin sunduğundan fazlası sokakta, yaşam diye var edilmiş ol fasit döngünün bendinde güncelleniyor. Hayat zehirleniyor....
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2020
Görseller: Don’t Pause To Think. - Erik Witsoe. - Behance
0 notes
denizlihaberim · 7 years ago
Link
Sokak ortasında tartıştığı akrabasını başından vurarak öldürdü
  İZMİT’te, B.D. cadde ortasında tartıştığı akrabası Sinan Deniz’i (41) pompalı tüfekle başından vurarak öldürdü.
Olay akşam saatlerinde, Mehmet Ali Paşa Mahallesi Ceylanlı Cadde’ta meydana geldi. B.D. ile akrabası olduğu öğrenilen Sinan Deniz aralarında bilinmez bir nedenle ağız dalaşı çıktı. B.D. yanına bulunan pompalı tüfekle 2 el ateş ederek Sinan Deniz’i başından vurdu. B.D. olay yerinden tez kaçtı. Çevredekilerin haber vermesi üstüne durum yerine polis ve 112 Ivedi ekibi geldi. Sıhhat ekibi Sinan Deniz’in yaşamını yitirdiğini belirledi.
POLİS HAVAYA ALEV AÇTI
Olay Yeri Analiz ekibinin alıştırma yaptığı sırada, Sinan Deniz’in yakınları olayın yaşandığı yere girmek istedi. Analiz çalışmasının devam etmesi nedeniyle polisin izin vermediği coşmuş topluluk durum yerindeki polis ekiplerine saldırdı. Polis, coşmuş grubu yaymak için havaya ateş açılmak zorunda kalırken, arbede sırasında bir polis aldığı darbe ile başından hafif yaralandı. Yaşanan arbede esnasında 4 kişi gözaltına alınırken, Çevik Zor ekipleri yardım olarak durum yerine geldi. Olay yeri tahlil çalışmasının tamamlanmasının arkasında Sinan Deniz’in cenazesi otopsi için Adli Tıp Kurumu’na kaldırıldı.
Polis olayın gerisinde kaçan B.D.’yi yakalayarak gözaltına aldı. Olayla ilgili soruşturma sürüyor.
GÖSTERME DÖKÜMÜ
————————–
-Durum yerinden cesetten manzara
-Durum uygun polise saldırgan kalabalık
-Polisin havaya alev açması
-Yaralı polisin ambulans içerisinde görüntüsü, teferruat
Haber-Kamera: Dinçer AKBİR-Uğur AYDIN/İZMİT (Kocaeli),  
================================
Denizli-İçişleri Bakanı Süleyman Soylu Denizli’de konuştu
** BAKAN ARISTOKRAT: AZEZ’DE, CERABLUS’TA, MAREL’DE KAYMAKAMIMIZ VAR
** BAKAN ARISTOKRAT, ŞEHİDİN BABASINI ZİYARET ETTİ
DENİZLİ’de AK Parti’nin Merkezefendi İlçe Kongresi’ne katılan İçişleri Bakanı Süleyman Asilzade, ‘Zeytin Dalı Harekatı’yla ilgili açıklamalarda bulundu. Bakan Aristokrat, dünyanın en meşru harekatını yaptıklarını belirterek, “Ben İçişleri Bakanı olarak söylüyorum, Azez’de, Cerablus’ta, Marel’de bugün kaymakamımız var, emniyet müdürümüz var, jandarma komutanımız var” dedi.
AK Parti Denizli Merkezefendi İlçe Başkanlığı Kongresi EGS Kongre ve Kültür Merkezi’nde yapıldı. Kongreye İçişleri Bakanı Süleyman Asilzade ile Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci katıldı. Kongrede konuşma yapan İçişleri Bakanı Süleyman Aristokrat, ‘Zeytin Dalı Harekatı’yla ilgili açıklamalarda bulundu. Bakan Aristokrat, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, Suriye’nin Afrin bölgesindeki teröristleri etkisiz hale getirmek için başlattığı ‘Zeytin Dalı Harekatı’yla ilgili şöyle konuştu:
“Bugün evlatlarımız büyük mücadele veriyorlar, inşallah oralar sulha kavuşacak. 3,5 milyon misafirimiz de kendi topraklarıyla refah içerisinde buluşacaklardır. Bizim kimsenin toprağında gözümüz yoktur, hiçbir tarihte de olmamıştır. Suriye’de 2 bin kilometrelik sınırda kolaylık oluşturduk. 3.5 milyon Suriyeli bugün Türkiye’dedir ve biz ahali olarak misafirlerimizi başımızın üstüne taç ettik. Cerablus’ta, Marel’de, Azez’de, El-Bab’da, 2 bin kilometrelik sınırda oluşturduğumuz refah ile biz büyük bir milletiz. Biz onlara benzemeyiz. Ben İçişleri Bakanı olarak söylüyorum. Azez’de, Cerablus’ta, Marel’de bugün kaymakamımız var, güvenlik müdürümüz var, bugün jandarma komutanımız var ve orada tesis ettiğimiz huzur ile birlikte orada yüz bine yakın insanın her yerde kendi toprakları ile buluşmalarını, o çocukların annelerinin, babalarının, dedelerinin hatıraları ile buluşmasını sağlayan biziz. Biz büyük bir milletiz.”
‘DÜNYANIN EN YASAL HAREKATINI GERÇEKLEŞTİRİYORUZ’
Türkiye’nin fayda hesabı yapmadan 3,5 milyon Suriyeliye ev sahipliği yaptığını, komşusunu da unutmadığını belirten Bakan Asilzade, “Bugün dünyanın en meşru harekatını gerçekleştiriyoruz. 3,5 milyon insan bizim ülkemizde. anlatmak istiyorum ancak, her birisi seslerini kestiler. Bugün Amerika orada terör örgütüne sahip çıkıyor. PYD’ye, PKK’ya sahip çıkıyor, 5 bin tır silah gönderiyor, yüzlerce kargo uçağıyla birlikte orada o bölgenin keşmekeş içerisine girmesine zemin hazırlıyor” dedi.
BAKAN ASILZADE, TABİPLER BİRLİĞİ’NE DE SERT SÖZLERLE YÜKLENDİ
Bakan Aristokrat, Türk Tabipler Birliği’nin Afrin konusundaki açıklamalarına sert tepki göstererek, “Türk Tabipler Birliği’nin bu anlayışını duyduğumuzda, bu anlayışını okuduğumuzda ve hissettiğimizde içimiz içimizi yiyor. ‘Acaba bunlar bu memlekete mensup mu’ diye soruyoruz. Siyaset, bakanlıklar biter fakat bilmenizi isterim oysa, hayatınızın en önemli, en onurlu işi bu memleketin, bu milletin mensubu olmaktır ve bu millete dahil olmaktır. Biz bu ülkenin vatandaşlarıyız. Savaşta, barıştayken bir terör örgütü ile birlikte Türkiye Cumhuriyeti Devletini ve milletini bir tutmak aymazlıktır, ahlaksızlıktır ve cibilliyetsizliktir. Biz de gelecek nesillere bir ülkeye nasıl ihanet edilir, diye kullanmak istediğimizde, bir ırk gerisinde nasıl hançerlenir diye kullanmak istediğimizde, gösterebileceğimiz örneklerinde olduğunu bugünleri defalarca birlikte yaşıyoruz. Yazıklar olsun! Bu ülke sizi okuttu. Yazıklar olsun, bu ahali dişinden tırnağından arttırdı, biriktirdi. Kimisi kara sabanı ile kimisi tarlasında kimisi direksiyonun başında vergi vererek bu okulları imar ettiler.
EKONOMİ BAKANI ZEYBEKCİ: BAŞI DIK VE ALNI AÇIK BİR TÜRKİYE OLACAK
Kongrede konuşan Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci de Türkiye’nin ihracat rakamlarına değindi. Milletin menfaatinin arkasından olduklarını ifade eden Zeybekci, yurt dışı ziyaretlerinde Türkiye’nin başı düşey alnı açık bir şekilde duruş sergilediğini söyledi. Zeybekci, Türkiye’nin 2017 yılı çoğalma rakamlarının 5 defa revize edildiğini ihracatta da rekorlar kırıldığını belirterek, “Türkiye şu lahza itibariyle artık 157 milyar dolar diye bir rakam tanımıyor, 158 milyarı doları geçti. Mart sonu itibarıyla bundan böyle 150’li rakamlardan kurtuluyoruz. Bundan Böyle Türkiye ihracatını 160’lı rakamlarla konuşacak. Başı dik ve alnı açık bir Türkiye olacak” dedi.
Davos’ta katıldığı toplantıda mültecilerle ilgili konuya da değindiğini gösteren Zeybekci, “Biri, biz 17 bin tane aldık. Öbür, 60 bin tane alacağız, öbür bilmem ne yapacağız diyor. Türkiye Cumhuriyeti Ekonomi Bakanı olarak laf aldım. Türkiye olarak 3 milyon 300 bin Suriyeli kardeşimizi Allah’ın izniyle onlar geri dönene kadar konuk ediyoruz. Asıl niyet mülteci elde etmek yok, onlar niçin mülteci olmuşlar, onu ortadan kaldırmak lazım. Orada zulmü son vermek lüzumlu. Senin haddine mi, Türkiye’nin Suriye’ye girdiğinde ne değin kalacağını anlatmak. Gerektiği dek kalacağız. Orada Türkiye’ye saldıran, çevreleyen, Türkiye’yi kuşatmaya çalıştığınız terörün kökünü kazıyana değin Allah’ın izniyle oradayız, orada kalacağız. Kimsenin toprağında gözümüz yok. Bizim en büyük amacımız Suriye’nin toprak bütünlüğü. Onların amacı Suriye’yi dörde ayırmak. Bizim en büyük amacımız Irak’ın toprak bütünlüğü. Onların amacı Irak’ı üçe taksim etmek. Buna müsaade etmeyeceğizö dedi.
İçişleri Bakanı Aristokrat ve Ekonomi Bakanı Zeybekci, Denizli ziyaretleri kapsamında Vali Hasan Karahan ile Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Zolan’ı da ziyaret etti. Bakan Soylu, daha sonra Bitlis’te çığ düşmesi sonucu şehit olan Jandarma Astsubay çavuş Hilmi Öz’ün babası Özer Öz’ü Çivril ilçesi Ömerli Mahallesi’ndeki evinde ziyaret etti. Baba Öz’e başsağlığı dileklerini ileten Soylu, baba Öz ile bir zaman sohbet etti. İçişleri Bakanı Soylu ile Ekonomi Bakanı Zeybekci sonradan bir otelde düzenlenen nikah törenine katıldı. İki bakan düğünde eski Denizli Belediye Başkanı Ali Aygören’in oğlunun düğün şahitliği yaptı.
BAKIŞ DÖKÜMÜ:
—————————–
Bakan Aristokrat ve Zeybekci’den gösterme
Bakan Asilzade’nun konuşması
Bakan Soylu’nun şehit evini ziyare etmesi
Genel ve detaylar manzara
GÖRÜNTÜLER GEÇİLDİ
Haber – Kamera: Ramazan ÇETİN/ DENİZLİ,
====================================
Adıyaman’da ‘refah’ operasyonu
  ADIYAMAN’da 254 polisin katıldığı, büyük kasaba ve ilçe genelinde ‘Yaman 2’ kolaylık operasyonu düzenlendi.
İl Güvenlik Müdürlüğü göre merkez ve ilçelerde kafe ile ağırlama merkezleri gibi umuma açık yerlerde akşam saatlerinde Asayiş Şube Müdürlüğü koordinesinde; Özel Harekat, Terörle Mücadele, Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele şubelerinde görevli 254 polisin katılımıyla refah operasyonu yapıldı. Operasyonda oluşturulan kontrol noktalarında güvenilmez kişi ve araçlar aranırken, kafe, bar ve lokantalarda bulunanların üst araması ve kimlik kontrolü yapıldı. Vasıta sürücüleri ise alkol kontrolünden geçirildi. Yapılan uygulamalarda haklarında arama kararı olanlar gözaltına alınırken çoğu araçta bıçak, tüfek, tabanca ve sopa bulundu.
GÖRÜNÜM DÖKÜMÜ
———————————
Başvuru noktası
Araçların durdurulması
Araçlarda arama yapılması
Özel Hareket polislerin önlem alması
Sürücüler içki kontrolünden geçirilmesi
Vatandaşların üst araması yapılması
Kafeteryalar
Kimlik sorgulaması yapılması
Araçların bazılarında bıçak ve sopa çıkması
Araçların içi aranması
Genel ve ayrıntısıyla uğraşma görüntüler 
Haber-Kamera: Mahir ALAN-ADIYAMAN-DHA)
===============================
Uzlaştırma Manço’yu anma gecesi düzenlendi
MUĞLA’nın Bodrum ilçesinde, ünlü şarkıcı Uzlaşma Manço ölümünün 19’uncu sene dönümünde düzenlenen etkinlikle anıldı. 
Ortakent Yahşi Mahallesi’nde bulunan bir restoranda düzenlenen etkinlikle, 19 sene önce ölüm eden sevilen artist Uzlaşma Manço sevenleri göre anıldı. Etkinlikte Manço’nun kuzeni Ömer Yüzbaşıgil, kuzeninin sevilen şarkılarını seslendirdi. Manço’yu hatırasına yapmak için düzenlenen geceye katılanlar da unutulmaz şarkılar eşliğinde güzel bir gece geçirdi. Yüzbaşıgil, sahneye Barış Manço’nun unutulmaz şarkısı ‘Kol Düğmeleri’ ile çıktı. sonra ‘Can Bedenden Çıkmayınca’ gibi sevilen şarkıları seslendiren Yüzbaşıgil, “Öldüğünden bu yanlamasına her sene İstanbul’da kutlama geceleri yapıyorduk. Bu yıl da Bodrum’da böyle bir gece yapalım dedik. Barış Manço’yu 7’den 70’e herkes çok severdi. O bizim gönlümüzde, ölmedi. 19 yıl oldu fakat 5 yaşındaki çocuklar bile şarkılarını biliyorlar. Kendisi tarihe geçmiş bir insan” dedi.
GÖSTERME DÖKÜMÜ:
——————————
Ömer Yüzbaşıgil şarkı söylerken görüntü
Eğlenenlerden görüntü
Ömer Yüzbaşıgil ile röp.
Genel ve ayrıntısıyla uğraşma manzara
Haber – Kamera: Hülya ELTEŞ/ BODRUM (Muğla),
===============================
Polis karakolu yakınındaki eczanenin önünde patlama
  ADANA’da kimliği belirsiz kişiler, polis karakolu yakınındaki bir eczanenin önüne ses bombası ve havai fişek attı. Büyük bir gürültüyle patlayan ses bombası ve havai fişek, kısa süreli paniğe niçin olurken, olayda ölen veya yaralanan olmadı.
Durum, saat 22.30 sıralarında merkez Seyhan ilçesi Dağlıoğlu Mahallesi Ahmet Cevdet Yağ Caddesi’nde meydana geldi. Dağlıoğlu Polis Karakolu’nun yakınındaki bir nöbetçi eczanenin önüne, kimliği süresiz kişilerce ses bombası ve havai fişek atıldı. Ses bombası ve havai fişeğin patlamasıyla eczanenin camları kırıldı. Olay esnasında ölen ya da yaralanan olmazken, eczane çalışanları ‘Eylem dolayısıyla kapattık’ yazısı asıp, işyerini kapattı.
BÖLGE ABLUKAYA ALINDI
Büyük bir gürültü çıkartan patlamanın peşinde olay yerine Asayiş, Terörle Çaba, Çevik Baskı ve Özel Harekat şubelerinden fazla sayıda polis sevk edilirken, İl Emniyet Müdürü Selami Yıldız da bölgeye gelerek incelemelerde bulundu. Şüphelilerin kaçış istikametlerini belirleyen ekipler, bölgeyi zırhlı araçlarla ablukaya aldı. Adap tanıklarının ifadeleri doğrultusunda şüphelilerin eşkallerini belirleyen polis, bölgede yaptığı çalışmada 3 kişiyi gözaltına aldı. 
Polisin olayla ilgili başlattığı soruşturma, çok yönlü olarak sürüyor.
Görüntü Dökümü
———————–
Durum yerinden görünüm
Durum yerindeki polislerden görünüm
Olayın yaşandığı caddede uzun namlulu silahla tedbir bölge polisten bakiş
Zırhlı polis aracından manzara
Özel harekat polislerinden görüntü
Eczanenin kırılan camlarından bakiş
Polislerin durum yerinde analiz yapması
Eczane çalışanlarının astığı yazıdan görüş
Genel ve ayrıntı görüntüler
Haber – Kamera:  Gökhan KESKİNCİ/ADANA,
AFRİN OPERASYONU’NDAN DAKİKA DAKİKA BÜTÜN GELİŞMELER
Bu yazı ilk defa Dha Yurt Bülteni-19 sitesinde yayınlanmıştır.
#Denizlihaber
0 notes
bulutbey79 · 8 years ago
Photo
Tumblr media
15 TEMMUZ MİLLÎ BİRLİK GÜNÜ… 15 Temmuz darbe teşebbüsünün amacı; meşru otoriteyi ortadan kaldırmak, devleti, hükümeti ele geçirip yabancı güçlerin egemenliğine bırakmak, Ortadoğu yeniden dizayn edilirken, Türkiye’yi aktör olarak dışarıda bırakmak, ülke topraklarının bir kısmında PYD, YPG işgaline zemin hazırlamak, anayasayı değiştirmek, kaos, iç çatışma yaşatarak ülkeyi Suriye gibi yönetilemez noktaya getirmekti. Cumhurbaşkanımızın vatandaşları demokrasiye sâhip çıkmaya davet etmesi, Başbakan’ın şahsında hükümetin dirayetli duruşu, halkla bütünleşen kucaklayıcı, yönlendirici açıklamaları, TBMM’nin ortaya koyduğu güçlü iradenin, parti liderlerinin ve siyaset kurumlarının yaptığı açıklamalar ve medyanın, darbeye zamanında bir bütün olarak karşı çıkılması, milletin canı pahasına da olsa; uçak, helikopter ve tank ateşinin önüne geçmesi ve polis teşkilatının ilk derece kararlı şekilde demokrasinin ve meşru otoritenin yanında durması darbeyi engelledi. 249 şehit, 2193 kişi gâzi oldu. 15 TEMMUZ MARŞI 15 Temmuz gecesiydi, hava sıcaktı, Bir ihanet kalkışması ülkeyi yaktı. Demokrasi darbe yemiş, şaşkındı millet, Ya özgürlük bundan sonra yahut da zillet. Başkomutan emir verdi: İnin meydana! Sahip çıkın al bayrağa, aziz vatana! Gün bugündü, bütün millet ayağa kalktı, Çoluk çocuk ihtiyar genç sokağa aktı. Milyonların ayak sesi titretti yeri, Elde bayrak, dilde tekbir, koştu ileri. Yerden, gökten o hainler ölüm saçarken, Nice canlar şehit düştü bayrak açarken. Kimi tanka kafa tuttu kimi silaha, Demokrasi çiğnenmesin diye bir daha, Serden geçtik vatan, millet, Allah aşkına, Bütün dünya bunu görüp döndü şaşkına. Demokrasi destanında şahitler biziz, Bir ölünce bin dirilen şehitler biziz… - Hanefi Söztutan
0 notes
kozanhaber-blog · 8 years ago
Text
New Post has been published on Aktüel Kozan Haberleri
New Post has been published on https://goo.gl/QDXQEA
Adana'da 14 Yılda 273 Kahreden Ölüm
Havaların ısınmasıyla birlikte 24 saatte 1’i çocuk 4 kişinin boğularak hayatını kaybettiği Adana’da, son 14 yılda ise 273 kişinin boğulduğu belirtildi.
Tüm Türkiye’de havaların ısınmasıyla birlikte her gün boğulma haberleri gelmeye başladı. Türkiye’nin en sıcak illerinden biri olan Adana’da da hava sıcaklığının 40 dereceyi aşmaya başladığı şu günlerde Seyhan Baraj Gölü, Seyhan Nehri ve DSİ’ye ait sulama kanallarına giren çocuk ve yetişkinlerin art arda boğulma haberleri geliyor.
Adana’da 24 saat içinde 2 Türk, 1 Iraklı çocuk ve 1 Suriyeli boğularak hayatını kaybetti. Seyhan Nehri’nde aynı yerde önce 15 yaşındaki Irak Türkmeni Enver Kaplan boğuldu. 24 saat geçmeden ise aynı yerde bu kez serinlemek için nehre giren Emrettin (45) ile kardeşi Nihat Okur (42) boğuldu. Aynı gün Hadırlı Mahallesi civarında da Suriye uyruklu bir kişi boğuldu. Bir günde sıcaklar nedeniyle 4 kişi boğulurken, bu yıl Adana’da boğulan sayısı 6’ya yükseldi.
Her yıl ortalama 30 kişinin boğulduğu Adana’da 2016 yılında da 32 kişi hayatını kaybetti. DSİ’nin geçen yıl hazırladığı rapora göre 2003-2016 yılları arasında 49 ilde toplam 922 kişi boğulmuş en çok boğulma olayanın olduğu il de 235 vaka ile Adana olmuştu. Rapordan sonra yaşanan 38 boğulma vakasıyla birlikte Adana’da son 14 yılda 273 kişi boğularak hayatını kaybetti.
DSİ yetkilileri özellikle Haziran ayından sonra başlayan boğulmaların önüne geçmek için bir dizi önlem aldı. DSİ yerleşim yeri içerisinde bulunan kısımların da can güvenliğinin sağlanmasına yönelik olarak önce korkuluk, tel çit ve ikaz levhaları gibi koruyucu yapılar projelendirilerek inşa edildi. İşletme aşamasında ise bakım ve onarımlar gerçekleştirdi. Kanal içerisine sağdan sola çekilen zincirler vasıtasıyla boğulma tehlikesi atlatan şahısların zincire tutunup hayatta kalması amaçlanıyor.
0 notes
wesimakyaj · 8 years ago
Photo
Tumblr media
Fârâbî ya da Batı′da bilinen adıyla Alpharabius, 8. ve 13. yüzyıllar arasındaki İslam'ın Altın Çağı'nda yaşamış ünlü filozof ve bilim adamı. Aynı zamanda gökbilimci, mantıkçı ve müzisyendir. Vikipedi Ölüm tarihi ve yeri: MS 17 Ocak 951, Şam, Suriye Farabi Kimdir? (d. 870 Farab - ö. 950 Şam) Fars asıllı olduğu tahmin edilen İslam felsefecisidir (Maveraünnehir). Farabi; 873 (H.259) senesinde Türkistan’ın Farab şehrinde doğdu. İlk tahsilini Farab’da gördü. Arapça, Farsça, Grekçe ve Latince’yi çok iyi öğrenerek, Aristo ve Eflatun’un eserlerini defalarca okudu. Ebu Bekr Serrac’dan gramer ve mantık okudu. Daha sonra kendini tamamen felsefeye verdi ve Yuhanna bin Haylan’la birlikte çalıştı. Vaktini felsefi düşüncelerini kaleme almakla geçirdi. Kitaplarını Arapça yazdı. Bir musiki üstadıydı. Kanun adındaki çalığı aletini o buldu. Ayrıca rübab denilen çağlıyı da o geliştirip, bu günkü şekle soktu. Bir çok bestesi vardır. Matematikle de uğraştı. Farabai, ilimleri sınıflandırdı. Ona gelinceye kadar ilimler trivium (üçüzlü) ve huatrivium (dördüzlü) diye iki kısımda toplanıyordu. Nahiv, mantık, beyan üçüzlü ilimlere; matematik, geometri, musiki ve astronomi ise dördüzlü ilimler kısmına dahildi. Farabi ise, ilimleri; fizik, matematik ve metafizik ilimler diye üçe ayırdı. Onun bu metodu, Avrupalı bilginler tarafından ancak on üçüncü asırda kabul edildi. Hava titreşimlerinden ibaret olan ses olayının ilk mantıki izahını Farabi yaptı. O, titreşimlerin dalga uzunluğuna göre azalıp çoğaldığını, deneyler yaparak tespit etti. Bu keşfiyle musiki aletlerinin yapımında gerekli olan kaideleri de buldu. Aynı zamanda tıp alanında çalışmalar yapan Farabi, bu konuda çeşitli ilaçlarla ilgili eser yazdı. Aristo’dan sonra gelen bir felsefeci olarak kabul edildi. Eskiyi yeni felsefeye ustalıkla aktardı. Montesgieu, Spinoza gibi batılı filozoflar, Farabi’nin eserlerinin tesirinde kaldılar. Asıl adı "Muhammed bin Tahran bin Uzlug" olan ve Batı kaynaklarında "Alpharabius" adıyla anılan Farabi (Türkistan'ın Farab Otrar kentinde doğduğu için Farabi Farablı diye anılır) ilköğrenimini Farab'da, medrese öğrenimini Rey ve Bağdat'ta gördükten sonra, Harran'da felsefe araştırmaları yaptığı (Farabi Koleji)
0 notes
yenicagkibris · 7 years ago
Text
Tam da seçim gününe girerken! – Özkan Yıkıcı
https://wp.me/pXsHy-Ka7
Gün, 23 Haziran ve saat yaklaşık gecenin 11 cıvarında olmaktadır. Pencere kenarında internet dolaşımı yaparken, güne uygun bir yazı yazma fikri beynimde çaktı. Yazıyı yazarken 23 Haziran olurken, ben tamamladığımda 24 Haziran gününe gireceğiz. Günlerdir ve hat ta aylardır durmadan değişik nedenlerle yazdığım Seçim gününe merhaba söyleyecem. Siz ise eğer Murat aldığın anda yazıyı internete kor siz de okursanız, tam da seçim süreci yaşanırken, sandıkta oylar atılırken, en azından seçim sürecinin son anlarındaki bazı görüşlerimi de öğrenmiş olacaksınız. Yok, Murat yazıyı internete koymayı geciktirirse, bu makale tam da seçim gününe girerken yazılmasına karşın, okuyucu seçim sonuçlarını öğrenirken okuyacaktır. Böylesi ilginç paradoksal bir yazı yazılıp, okunma ikilemi vardır.
Ayrıca, her yaşanan seçim süreclerinde, özellikle son günlerinde önemli gelişmeler de yaşanmaktadır. Fakat, insanlar sandığa gidip sonradan çıkan sonuçları üzerinden konuştuğu için de bu önemli kısa dönem de hep gözden kaçırılmaktadır. Bunu düşünerek, tam da Seçim gününe girecek zamanda, son önemli gelişmelerle, bazı uyarıları yazma görevinde kendimi buldum….
Gerçekten, seçimlerde ve özellikle K. Kıbrıs ile Türkiye gibi ülkelerde, seçimin son anlarında önemli hamleler yapılmaktadır. Bunlar, seçim süreçlerinde bazen öngörülerek uayarıları yapılmaktadır. Fakat, gelin görün ki önemli yaşananlar da unutulur. Öyle unutulur ki dalınan sandık rakamları ile “kazanan kaybeden” sayısal ikilemde son anlar hep dikatten kaçırılır. Ortaya çıkan bazı gelişmeler de gelecekte uyarı olarak alınması da önlenir….
Konuyu uzatmayalım: K. Kıbrıs yerel seçimleri ile Türkiyede iki can alıcı seçimler artık sandık aşamasında. Türkiye seçimlerinin siyasi tarihsel önemi de tartışılmazdır. K. Kıbrısın yerel seçimleri için söylenecek fazla söz yok denecek durumdayken, yapılan son anlık siyasal genel hamleler ve Türkiye Kıbrıs eksenli sıçrama ilerde çok tartışılıp, acıları da hisedilecektir. K. Kıbrısta yerel seçimi kim kazanacak veya yerel ölçekte partisel hiçeleşmelerle, kendine has denklemler oluşacakken, özellikle bazı siyasi hamleler, konuşturulmayan Yerel seçim döneminde önemli yeri vardır. Zaten, bazı yazılarımda da belirtiğim gibi “Yerel bazı yöneticilerin 22 Ocakta Afrika linç hareketine ve meclis baskınına” katılmalarının hesabı halkta sorulacak mı? Çünkü, resmen Bazı belediyeler aldıkları direktifle çalışanlarını bu linç kanpanyasına gönderdiler. Buna karşılık birkaçı da ret yaptı. En azından bunun Yerel anlamda etkisinin ve hat ta konuşulmasının olup olmayacağı dahi konuşulmadı. Tabi, ilgili linç olayında gidip konuyu kınayan belediyeci lehine de kamuoyu anımsatıcı da olmadı! Başka bir utanç da şu: ülkemize de yolculaşan mülteci gerçeği, kimine rant kimine de ölüm getirirken, son denizde boğulan 9 Mültecinin cesetlerinin gömülemediği, onların kokmaya başlamasıyla, Lefke belediyesinin bunları insani duygularla gömme olgusu da lehte işleyecek mi?
Yukarda sıraladığım önemli yerel yansımalı politikalar nerede ise hiç konu olmadı. Hat ta, aksi olumsuz yönde desteklerle de yağdı. Politikadan çok kişiseleşme veya yerelsizliklerle donatılan uğraşlarla süreç yaşandı. Son anlarda ise bize hem Türkiyeleşmenin yeni esintisinin sıçrama yapan yükseltisi de geldi. Başlangıçtan beri yeni yapılanma olayı olan ilahiyat koleji, siyasal yapılanma yönünü daha da geliştirdi. Baştan beri dini imamhatip şekli gündeme getirilirken, birileri örtme adına hep banbaşka telden çaldılar. Oysa, orada yaşananlarla K. Kıbrıstaki sosyal yapılanma yeni gericileşme modelinin haykıran örnekleriyle yaşanıyordu. Sadece “Yılbaşı kutlamama” tartışması dahi konunun nedenli dinseleşme gericileşme yoluna gidildiğini gösterdi.
Seçimin son anlarında ilahiyat Koleji yeni bir başka esrumanla gündem oldu. Zamanında kulanılan Türkiyedeki gericileşme imgesi Türban, K. Kıbrısta da diplomaya böylesi resim konulup konulmamasıyla geldi. Tabi olay hemen hazırda tutulan kesimelrle adeta büyütülerek, siyasal damıtma insancılıkla konu Türkiyeleştirilme noktasına dek taşındı. Bu konuda direk Kıbrısla alakalı ikincil Recep gereken tavrı koydu. Teslimiyet le işbirlikci ruhiye hemen kabulenip olayı kapatmaya yöneldi. Savcılık da ilerde çok emsal olup “hukuklaştırdığı görüşle” artık Diplomalarda da Türbanın olmasını resmen kabulendirdi. Cemalım da yalnız kalıp herkesin saldırısına uğradı. Hele de faşistlikleriyle ün yapanların, sıkılmadan içindeki faşistliklerini işbirlikci ruhlarıyla haykırıp Faşist kelimesini dilerine bulaştırdılar. Garip olan, “sol ve demokratım” diyen ve aslında hiç olmayan bir gazete de Türban olayına faşistlik demesi de ibretliktir.
Kısaca, K.Kıbrısta tam da sandıklara gidilirken, yeni teslimiyet örneği ile işbrilikci örneklemin sonunda Türban da siyasal alana sokulup, tıpkı zamanındaki Türkiyedeki gericileşme ile gelinen günün benzeri yolda yeni yapılanma ile yerini aldı. Neyazık ki Yerel basının çoğu bu konuya dokunmak istemedi. Yaağcılar ise kendilerini kanıtlama sırasına sokup bu defa “Türbancılık” esrumanına sarıldılar. Elbet, seçimlerde tepkisel oy dönüşümüne veya “biz yönetmeliyiz” sözleri de duyulmadı. Zaten, olay anında TC elçiliğinin ilgili Eğtim makamına yaptığı katgının önemli kısmını da kesmesi ile K. Kıbrıstaki Türkiyeleşme gerçeğini unutanlara yeniden hatırlatı. Tabi bu arada bazı yerel bölgelerde bazı müdahaleler yapıldığı bilgileri de geldi. Özellikle TC ağırlıklı Dip Karpazdan gelen haberler pek iyi değildir.****
Görüldüğü gibi, K. Kıbrıs seçimleri nekadar gizlense gizlensin, üstüne şerbet dökülse de gerçekler bir yerden fışkırır. Türkiyeleşme gerçeği kadar, Türkiye seçimlerinin sonuçlarının da buraya yansıması kesindir. Özellikle, Tek adam olayı veya dinsel gericileşme sürecindeki tıkanma veya ilerleme, buraya da yansıyacak. Düne dek “Kuran kursları tutmaz, Türban burada sorun olmaz, Burası laiktir ve bunlar sökmez” diyenler, şimdi önemli kısmı bu yeni yükselen yapılanmaya destekler atıyor.Acı olan, tıpkı Kuran Kurslarında “pinpon topu” yapıp küçümseyen Ferdi hazretlerinin resmileştirme gerçeğine, Türban olayında da ayni partinin Ö Muratın genelgesinin olması da tesadüfmü diyeceğiz?
Gelelim Türkiye seçimelrine: Gerçekten, bu seçimlerin siyasal tarihi önemi vardır. Rejim değişiminden, Cumhuriyetin geleceğine dek önemli sonuçlar yaratmaya kesin adaydır. Seçim sürecince oluşan gelişmeleri olanaklar ölçüsünde yazmaya uğraştım. Şimdi, bir seçim düşünün ki milyonlar sandık güvenliği için görevlendiriliyor! Bu dahi neyin ne olacağını anlatmaya yetiyor. Hapisten probaganda yapma ilkleri de yaşandı. 25 Haziran günü belrisizliklerle birlikte tartışılması çok olgularla dolu olacaktır. Tek adam ve buna bağlı sistemin nereye dek gideceğinin tarihi örnekleriyle karşılaştık. Bunu K. Kıbrısta anlamak gerekirken, hala işbirlikci teslimiyet nedeniyle anlaşılmadığı biryana, “bir valiyle düzeltilme” düşünceleri söylenmeğe devam ediliyor. Çünkü, Türkiyeyi Türkiye gibi konuşmayarak yaratılan resmi şekliyle algılama etkindir.Şimdi Erdoğan tapınması yapan önemli kesim, 25 Haziranda konum değişirse nasıl sanki onlar değilmiş gibi de olacağı kesindir.Böylesi bir yalaka zihniyeti oluştu
Şimdiden önemli dersler çıktı. Türkiyede yükselen bir muhalefet dalgası oldu. Israrla, başta CHP dinseleşerek, sağa yaklaşarak, solu tavsiye ederek kazanma düşüncesi de duvara vurdu. Sol söylemlerle ve ulusal olgularla incenin yaptığı probagandanın, tüm medya sansürüne rağmen muhalefet karşılık bulması sanırım önemli geçmişte yapılan yanlışın da haykırışıdır. Otoriteleşme ve yalan söyleme yanına baskılarla istikrar masalı da çöktü. Belli olan, seçimi kim kazanırsa kazansın, sandıklarda inanılmazlar olursa olsun, Türkiye 25 Hazirandan sonra oldukça sarsıntılar yaşayacaktır. Ekonomiden siyasete varan kriz artık yönetilemez durumdadır. Konu, yükselen Halk dalgası ile muhalefet ivmesinin buluştuğu ortaklaşmanın devam edip etmemesidir.
Türkiye hem bölgesel hem de sistemsel öneme sahiptir. Rolleri de çok. Ekonomik bakımdan da değişken dinamiklere sahiptir. Kapitalist yapıdan Ortadoğu projesine varan hem kendi amaçları hem de sistemsel çıkarlar birlikte yürüyor. Çıkacak sonuç kadar, dış dinamik güçlerin gelişmeler karşısındaki tavırları sorunların aşılıp aşılmamada önemli etken hale gelecektir. Öylesine bir iktidar ve sistemsel karmaşa oluştu ki bu yumağın kör düyümleşme durumunda kimin ne yapacağı önemlidir.Sistemin de krizleri yönetemediği, ABD hegemonyasında gerileme olduğu, genelde Ortadoğu, özde Suriye konusunda tam bir kağos aşmazı olduğu dönemde Türkiye seçimleri oldukça yüklü hale geldi. Hem rejim değişimi, hem ekonomik kriz ve hem de bölgesel gerilim rolleri altında bakalım bu karışıklıkta nereye dek gidilecektir. Unutmayın, Ferdinan Markos da seçimleri kabulenmedi, Şili diktatörü Pinoşet de Anayasa referandumunu kabul etmek istemedi! Burada uluslar arası gerçek etkiyle bu geçiş süreci sancısız şekilde uzlaşarak geçildi! Burada soru: Batı özellikle hala Erdoğanla olan ortaklıkların devamındaki son kertenin durumu.
Garip ironiyle konuyu bağlayalım: hesapta sarayda oturanların olayları iyi takip etmesi gerekir. Hele de böylesi belirsiz koşullarda üstelik bu konuda Türkiye merkezli olması gerçeğine rağmen, Bizim saray sözcüsü “Maksimalist Köfteci” yine saçmaladı! Sanki etrafta bunlar yokmuş, K. Kıbrısta yeni adımlarla dinsel gericileşme tırmandırılmıyormuş gibi, tutup yine malum göndermesini yaptı. En azından şamar oğlanı olan arkadaşına destek veya yumuşatma sözleri söylese daha iyi olacaktır. Şimdi, tüm olanlarla burada resmen bildik Ortadoğu gericileşme adımları atılırken, böylesi konuşma yapan kişilere ne demeli?
0 notes