#Çağırılınca
Explore tagged Tumblr posts
Text
Kusursuz Kiracı 3. Bölüm 1. Fragmanı Yayında!
Kusursuz Kiracı 3. Bölüm 1. Fragmanı Yayında! Mona Karakola Çağırılınca Çok Korkuyor!
Kusursuz Kiracı, 2. bölümüyle ekrana geldi. Dizinin yayınlanan yeni bölümünde; Mona, kendisine saldıran maskeli kişinin Muzaffer olduğunu ve onun kaybolduğunu öğrendikten sonra işin peşini bırakmıyor. Kendisine mesajlar gönderip apartmandan gitmesini isteyen kişileri buluyor. Onları bulmak için yetimhanede oynadığı saklambaç oyunu aklına geliyor ve onları suç üstü yakalıyor. Kusursuz Kiracı 3. bölüm 1. fragmanı yayınlandı. Mona, karakola çağırılınca çok korkuyor. Bakalım durum Mona’nın korktuğu gibi bir şey mi çıkacak? Mona Karakola Çağırılınca Çok Korkuyor! Kusursuz Kiracı 3. bölüm 1. fragmanında; Mona, apartman sakinlerini kazı kazarken yakalıyor. Onların kendilerine oynadığı oyunu anlayıp sobeliyor. Mona, apartman sakinleri tarafından tehdit edilince, o da onlara Yakup’a dedesine ait altınları aradıklarını söylemekle tehdit ediyor. Karakola çağrılan Mona, oraya korkarak gidiyor. Birde üzerine cinayet olayı için kendisini çağırdıklarını öğrenince korkusunu gizleyemiyor. Kusursuz Kiracı 3. bölüm 1. fragmanı… https://www.youtube.com/watch?v=jTgQbXU06g0 KUSURSUZ KİRACI 2. BÖLÜMÜNDE BAŞKA NELER OLDU? Yakup’un amcası, diğer kiracıları kovduğu gibi Mona’yı da kovmak için korkunç bir maske takıp onun odasına giriyor. Mona, onunla boğuşup kafasından yaralıyor. Onu öldürdüğünü zanneden Mona, eve gelen Yakup’tan olanları gizliyor. Onunla mutfağa gidip kahve içtikten sonra odasına dönüyor ve Muzaffer’in orada olmadığını görüyor. Hemen Leyla’yı arayan Mona, ondan yardım istiyor. Leyla ise, orada kalıp olayları ondan çözmesini istiyor. Bu arada Mona’ya, mesajlar ve tehdit mektupları geliyor. Mona, herkesten şüphelenmeye başlıyor. Muzaffer ise, o günden sonra ortadan kayboluyor. Yakup, komşuların zoruyla amcasının evini açıp evde olmadığını öğreniyor. Onun, bir yerlerde olduğunu düşünüp merak etmiyor. Mona, komşuları tek tek inceliyor. Kimin neden kendisine böyle bir şey yapabileceğini düşünüyor. Gözlemlediklerini bir araya getirip Cüneyt’in evine gidiyor. Onun evinde masada duran bulmaca gazetesinde harflerin kesilmiş olduğunu görüyor. Kusursuz Kiracı 2. Bölüm 2. Fragmanı Yayında! Mona Peşindekinin Kim Olduğunu Bulmaya Çalışıyor! Sabahat, Mona’ya kahve yapmaya gittiği sırada oda onun oğlunun yanına gidiyor ve odasında maskeler olduğunu görüp ona, Muzaffer’in taktığı maskeyi soruyor. Oda, babasının bir arkadaşının çocuğuna şaka yapmak için kendisinden aldığını söylüyor. Mona, Cüneyt’ten emin oluyor. O geldikten sonra onun Muzaffer’i karısıyla birlikte taşıdıklarını anladığını söylüyor. Mona, valizini alıp evi terk ediyor. Apartman sakinleri Mona’nın gittiklerini görünce hemen kazlarına devam ediyor. Mona, onlar kazı yaparken yanlarına gidip beliriyor. Yetimhanede oynadığı saklambaç oyunundaki gibi Mona, onları bulup sobeliyor. Apartman sakinlerinin tüm planları suya düşüyor. Read the full article
#Bölüm#Çağırılınca#Çok#Diziler#ElyricsyMüzik#FoxTv#Fragmanı#Karakola#Kiracı#Korkuyor!#Kusursuz#Mona#Yayında!
0 notes
Text
ilk defa bir yere çağırılınca elli kere emin olmaya çalışıyorum
16 notes
·
View notes
Text
Dışarı çağırılınca gitmemek 🤝 Hep evdeyim ya diye sıkılmak
14 notes
·
View notes
Text
Çizgi
Kişiselleştirmeyelim derken eline yüzüne bulaştırmak tüm meseleleri. Tam olarak bilmiyorum ya da belki hiç öğrenemedim bir takım tabulaşmış çizgileri. İstediğimiz şeyler öyle durduk yere çıkmıyorlar yokuşlardan düzlüğe sanırım ya da çağırılınca gelmiyorlar yanına, elinde ödül mamasıyla beklesen dahi. Keşke sadece birileri belirsin diye bekleseydim kapının önünde, yüzüm sokağa dönük, normalden biraz daha yaş almış halde. Bugün yapmam gereken hiçbir şeye gerekli özeni göstermedim. İki gün önce yapmam gereken önemli bir konuşmayı yapamadım. Yeteri kadar sarılmadım hayatım boyunca sevdiklerime. Salaklık. Oysa ki en korkutan şeylerden biri beni, birgün aradığım telefonların cevaplanmayacak olması. Hani, istenmediğimden, sevilmediğimden değil de, artık cevaplayacak kişilerin var oluşlarıyla ilgili bir kaygı bu. Kişiselleştirmek istemiyorum herkesin başına gelme ihtimali olan olguları. Ben hiç öğrenemedim kabus gibi yakama tutunan düşünceleri kovalamayı. Ben hiç öğrenemedim, çıkarsız sevgilerin adam gibi hakkını vermeyi. Hiç öğrenemedim, kimden öğüt almalı, kimi olduğu gibi olduğu yerde bırakmalı. Bazen amacını kaybediyor, erken uyanıp güne erken başlama heveslerim. Olduğumu düşündüğüm insan olamadığım gerçeği değil de belki de hiç olamayacağım gerçeği, okyanuslarla gökyüzünü ayıran çizgide bekliyor sanki.
26 notes
·
View notes
Text
Kadıköy’e önceden dandik kıyafetlerime gider denizi izliyorum bahanesiyle karı kıza bakardım (18-20 yaş) şimdi Kadıköy’e çağırılınca gitmiyorum elbiselerim de dandşk değil girsin sana aqdum Kadıköy’ü
0 notes
Photo
"Kediler doğanın başyapıtıdır." Leonardo da Vinci "Köpeklerin sahipleri, kedilerin ise personelleri vardır." Erdil Ünsal Kediler 'her şey insanlar içindir' atasözünü çürütmek için dünyaya gelmiştir." Paul Gray "Kediler asla sabaha kadar havlayarak sizi rezil etmezler. Komşularınızı ısırmazlar ama perdeye tırmanıp odanın tavandan nasıl göründüğünü merak ederler." Helen Powers "Kediler büyülüdür, onları ne kadar çok severseniz, ikiniz de o kadar uzun yaşarsınız." Arthur Asley "Bir kedi sizin dostunuz olur ama köleniz asla!" Theophille Gautier "Kedimizle oynarken, o mu bizi eğlendiriyor, yoksa biz mi onu eğlendiriyoruz kim bilebilir?" Montaigne "Kediler bize şunu öğretir: Doğadaki her şeyin illa bir işe yaraması gerekmez." Garrison Keillor "Kedilerden hoşlanmayan insanlardan uzak durun!" (İrlanda atasözü) "Kediler duyguları konusunda dürüsttürler. İnsanlar ise duygularını gizlerler." Ernest Hemingway "Bir kediyle geçirilmiş zaman asla vakit kaybı değildir." Sigmund Freud "Kediler köpeklerden daha zekidir. Altı kediye, karda kızak çektiremezsiniz." Jef Valdez "Bir kedinin bir odaya ilk kez girişini inceleyin, her yeri inceleyip, koklar, kediler kimseye iyice araştırmadan güvenmezler." Jean Jacques Rousseau "Tanrının yarattığı tüm hayvanlar arasında köle yapılamayan tek hayvan kedidir." Mark Twain "Birçok filozof ve kedi tanıdım, kedilerin bilgeliği daha üstündü." Hippolyte Taine "Bir köpeğiniz olabilir ama bir 'insanı' olan kedilerdir, çünkü kediler için insanlar faydalı evcil yaratıklardır." George Mikes "Köpekler çağırılınca gelirler, kedilerse mesajı alırlar ve sonradan size dönerler." Marty Bly "Hayatın sıkıntısından iki şeyle uzaklaşabilirsiniz: Müzik ve kediler." Albert Schweitzer (Sayın Yunus Beypınar paylaşımından (ç)alınmıştır.) https://www.instagram.com/p/CHc5P-Ap53n/?igshid=atb1lzg5p1mh
0 notes
Text
•Birçok filozof ve kedi üzerinde çalıştım. Kedilerin bilgeliği sonsuz derecede üstün. •
❤️Hippolyte Taine
•Kediler köpeklerden akıllıdır. 8 kediyi bir kızağa yerleştirip karda çektiremezsiniz. •
🧡Jeff Valdez
•Kedileri eğitemezsiniz onlar sizi eğitir. •
💛Allen ve Ivy Dodd
•Sanatçılar kedi sever, askerler köpek. •
💙Desmond Morris
•Köpekler çağırılınca gelirler, kedilerse mesajı alırlar ve sonradan size dönerler. •
💚Marty Bly
Kediler Hakkında Söylenmiş En Güzel Sözler – Ajanimo
🎬
https://ajanimo.com/kediler-hakkinda-soylenmis-en-guzel-sozler/
iPhone’umdan gönderildi
0 notes
Text
Okuldan çıkalı daha bir hafta olmasına rağmen enstitüye çağırılınca şaşırsa da, büyük şehre taşınma hayalleriyle gözleri parladı. Kocaman bavulunu hazırlayıp bir gece önceden New York'a gitmiş ve odasına yerleşmişti. Daha dışarı çıkmaya bile vakti olmamasına rağmen, üstüne düzgün bir şeyler giyip aşağıya inmişti. Biraz aksiyona hazırdı. Uzun paltolu bir adam gelip kendi yaşındaki çocukları gruplamaya başlayınca onun söylediğine uyup kendi grubuna hızlıca gitti. Okuldan tanıdığı birkaç kişiyle konuştu, birbirlerine sarıldılar. Zaman çok hızlı geçmişti ve hepsinin hayallerindeki şey gerçekleşmişti. Henrynin bile orada olduğunu görünce gerilmişti. Okulda sürekli sınıf, belli bir süre sonra ise okul birinciliği için kapışmışlardı. Onu nerede görse ona bir şekilde laf sokmuştu. Sertçe yutkunup önüne döndü ama yanlışlıkla aynı gruba düştüler. Kızın bütün savaş duyguları geri gelmişti. Arkadaşları yanını terk ederken arkasını döndü, Atlas tam olarak ondan bir adım arkada duruyordu.
"Sanırım." Elleriyle ile saçının bir tutamını yakalayıp oynamaya başladı, onunla göz göze gelmemek için elinden gelen her şeyi yapıyordu. "Seni mi?" Sonunda ona döndüğünde, fit ama zayıf ve delici mavi gözlere sahip olan çocuğu gördü. Göz altları sanki bir gece öncesinde heyecandan uyuyamamış gibi çökük duruyordu. Kendisinden uzundu, ve işin en kötü yanı ise yakışıklı olduğunun farkındaydı. Burnuna gelen parfümüyle karışık kokusuna karşı koymak için her şeyi yaptı. "Aklıma bile gelmemiştin."
New York Enstitüsü
Bay Blackwell her enstitüden en az 10 kişi gönderilmesini talep etmişti. Yanında duran adamla çok ciddi bir şey konuşuyormuş gibi gözükünce aralarına girmeyi tercih etmemişti ama belirli kişileri grup yaptığını biliyordu. Bu sıralamanın neye göre olacağını merak ediyordu. Kafasına göre mi yapıyordu? Hayır, o bunu yapmayacak kadar zeki bir adamdı. Uzun paltolu adam ile konuşmak için odasına ilerlediğinde burada biraz daha bir şey yapmadan bekleyeceğini anlamıştı. Etrafına bakınırken akademideyken sürekli atıştığı kızı gördü. Onun burada olması içinde bir şeylerin kıpraşmasına sebep olmuştu. Neydi bu böyle? Belki de uzun süredir onu görmemenin verdiği heyecan olabilir diye düşünmeden duramamıştı. Onun yanına gidip gitmemekten tereddüt duyuyordu. Ne yapmalıydı acaba? Bir türl�� karar veremiyordu. Bu ikilemde kaldığı için kendini pataklayası gelmişti. O bir Jones’du. Doğuştan harika yeteneklere ve çekiciliğe sahipti.
Uzun süre çelişkide kaldıktan sonra kızın yanından ayrılan arkadaşlarını gördükten sonra ona yavaş yavaş yaklaştı. Yanına geldiğinde kollarını birbirine dolayıp ona baktı. “Biraz daha bekleyeceğiz gibi gözüküyor.” Yisie bakışlarını ona çevirdiğinde gülümsemesini yüzüne yerleştirdi. “Beni özlemişsindir diye düşünüyorum.”
@yisietudor
5 notes
·
View notes
Text
Köpekler çağırılınca gelirler,kedilerse mesajı alırlar ve sonradan size dönerler.
0 notes
Text
Türkiye'de her 600 bebekten 1'i hayata yenik başlıyor
Türkiye'de her 600 bebekten 1'i hayata yenik başlıyor
Türkiye’de her 600 bebekten birinde doğum öncesi, doğum sırasında veya doğum sonrası beyinde meydana gelen yaralanma sonucu fonksiyon bozukluğu ortaya çıktığını söylendi. ABD’de toplam nüfusun 1000’de 2’sinin Serebral Palsy olduğunu belirten Dr. Fzt. Gamze Şenbursa, akraba evlilikleri, hamilelik döneminde geçirilen hastalıklar, doğum şartlarının olumsuzluğu, ilk çocukluk yıllarında bebeklerde bulaşıcı ve ateşli hastalıkların fazlalığı, beslenme yetersizliği gibi nedenlerin Türkiye’deki vaka sayısını artırdığını bildirdi. Dr. Şenbursa, hayatın ilk anlarında oluşan ancak bireyin tüm yaşamını etkileyen beyin hasarları ve tedavi yöntemleri hakkında şu bilgileri verdi: YÜZDE 60’I DOĞUM SIRASINDA OLUŞUYOR “Serebral Palsy’nin doğum öncesi nedenleri %30’luk bir kısım içerir. Anne-baba arasındaki akrabalık veya kan uyuşmazlığı, hamilelik sırasında geçirilen enfeksiyon hastalıklar, kullanılan ilaçlar, geçirilen kazalar bu nedenlerden bazılarıdır. Prematüre doğum ve düşük doğum ağırlığı, sezeryan, morarma, doğum sırasında hatalı forceps (doktorların kullandığı bir materyal) kullanımı, oksijensiz kalma, doğum sırasındaki nedenlerdir ve %60’lık bir kısmı içerir. Travmalar, yüksek ateşli hastalıklar, zehirlenmeler, tümörler, sarılık gibi nedenler doğum sonrası %10’luk kısmı oluşturur.” BEŞ SINIFA AYRILIR “Serebral palsy beş şekilde sınıflandırılır. Spastik çocuk CP teşhisi altında etkilenen vücut kısmına göre tanımlanır. Monoplejik; Sadece tek bacağı/kolu etkilenen, Diplejik; Bacaklarda baskın tutulma olan, Kuadriplejik; 2 kol ve bacak etkileyen, Hemiplejik; Vücudun bir yarısı tutan çeşididir. Distonik tip kas tonusu bozukluğu ile karakterizedir. En çok atetoid tip görülür, istemsiz ve yılanvari hareketler mevcuttur.” Ailelerin ortalama 1-1,5 sene içinde çocuklarındaki problemi tespit edemediklerini veya çocuklarına problemi kondurmak istemedikleri için vakit kaybettiklerine dikkati çeken Dr. Şenbursa, psikolojik açıdan yıkılan ebeveynlere şu önerilerde bulundu: “1 aylık bebekte sürekli ağlama, emme bozukluğu, ısrarlı ve sürekli kusma, çevresinden gelen uyarılara cevap vermeme, havale; 2 aylık bebekte, 1 aylık bebekteki belirtiler, bulunması gereken reflekslerin kaybı, kas kasılma bozuklukları; 3 aylık bebekte gözde istemsiz ritmik hareketler, bel kaslarında oluşan spazm sonucu vücudun yay gibi gerilmesi, bebeğin gülmemesi, annenin yüzüne bakmaması; 4 aylık bebekte baş kontrolünün olmaması, şaşılık, bazı reflekslerin devam etmemesi; 8 aylık bebekte dönme ve oturma aktivitelerinin olmaması, el göz koordinasyonunun yokluğu, tekme atarken iki bacağında geriye gitmesi, uzun oturmada bacakların makaslama hareketi yapması; 10 aylık bebekte emeklemenin olmaması ya da her iki bacağın birden çekilerek, sıçrar tarzda emekleme, ayağa kalkmada zorluk, ismi ile çağırılınca tepki vermemesi, ağızdan salya akması, verilen yiyeceği ağzına almaması ya da ağzına götürememesi; 1 yaşındaki bebekte tutunarak yürüyememe, parmak ucunda yürüme, makaslama şeklinde yürüme gibi belirtiler görülür.” TEDAVİ YÖNTEMLERİ Ailelerin çocuklarını dikkatli gözlemesini ve bu tarz durumlarda bir uzmana başvurmasının erken teşhis olanağı sağladığını vurgulayan Dr. Şenbursa, tedavi yöntemleri hakkında şu bilgileri verdi: İlaç tedavisi: Hastalığı ilaçla tedavi etmek olanaksızdır. Sadece spastisiteyi bir miktar azaltmak, nöbetleri kontrol altına almak veya salya problemi için kullanılabilir. Cerrahi Tedavi: Cerrahi sinirlere, kaslara, kemiklere yönelik olabilir. En sık yapılan cerrahiler kas tendon gevşetme, uzatma, transfer, kısaltma veya kemik artrodez ve osteotomidir. Fizik tedavi ve rehabilitasyon: Cp’li çocuğun klinik tablosu, Cp’nin nedenine, lezyonun şiddetine, şekline ve eşlik eden semptomlara bağlı olarak çocuktan çocuğa değişir. Bu nedenle her çocuğun tedavi ve rehabilitasyon programı farklılık gösterir. Fizik tedavinin amaçları kolların normal veya normale yakın kullanımını sağlamak, bacakların fonksiyonel kullanımı ve yürümeyi arttırmak, çocuğa normal veya normale yakın görünüm kazandırmak, anlaşılabilir konuşma öğretmek, Cp’li çocuğun eğitimi konusunda aileye yol göstermektir. Ev egzersiz programında dikkat edilmesi gereken konular; egzersizler aile tarafından öğrenilmeli ve evde her gün tekrar edilmelidir. Egzersizler çok uzun ve sıkıcı olmamalıdır, oyun aktiviteleri ile birleştirilerek yaptırılmalıdır. Oturma, emekleme, dizüstü durma, ayakta durma gibi gelişim aşamaları terapistin uygun gördüğü zamanlarda başlatılmalıdır. İş uğraşı terapisi: Çocuklara motor fonksiyonlarını kullanma becerisi sağlar. Genel amacı çocuklara günlük yaşam aktivitelerinde bağımsızlık kazandırmaktır. El fonksiyon ve kavramalarını geliştirme, tuvalet eğitimi, giyinme ve soyunma, beslenme yönündeki becerileri üzerinde çalışılır. Klasik tedavilerin yanı sıra uygulanan birçok tamamlayıcı ve alternatif teknik bulunmaktadır. Bu teknikler ile alakalı en önemli sorun alanında uzman olmayan kişiler tarafından yapılan uygulamaların çocuğa verdiği zararlardır. İleri seviyede verilen vaatler gerçekleşmemekle beraber aileyi maddi ve manevi açıdan zora sokmaktadır. Bunun için ailelerin uygulayan kişinin eğitim ve ünvanını sorgulamaları ucuz tedavi yöntemlerine tamah etmemeleri gerekmektedir.
Dr. Fzt. Gamze Şenbursa
Refleks terapi: Refleks Terapi, ayaklara ve yüze uygulanan özel ovma ve basınç hareketleriyle vücudun belli bölgelerinde bloke olmuş enerjiyi çözerek, bedenin kendi kendisini iyileştirme gücünü harekete geçirmesi olarak tanımlanabilir. Refleks Terapi ‘denge’ sağlayan bir terapidir. Refleks Terapisi kişinin kendisini, fiziksel, duygusal ve ruhsal bakımdan iyi hissetmesini sağlar ve kişiye doğal dengesini kazandırır. Refleks Terapi, bedenin tüm bölgelerine, beyine, merkezi sinir sistemine, organlarına ve sistemlerine karşılık gelen refleks noktaları, akapunktur noktaları ve sinir noktalarının ayaklarda ve yüzde olduğu ve bu noktaların beden anatomisinin aynası olduğu prensibine dayanan bir sanattır. Refleks Terapi, özel el ve parmak teknikleriyle bu refleks noktalarına basınç ve ovma yoluyla uygulanır. Derin rahatlama sağlar, kan akışını arttırır ve dengeler, uykusuzluğu azaltır ve derin uyku sağlar, Spastisiteyi (kas kasılması) azaltır, eklem hareketliliğini arttırır, Vücuttan toksinleri temizler, Hormonları dengeler, Sindirim sistem ve bağırsak problemlerini azaltır. Refleks Terapi, refleksoloji tedavisi ile karıştırılmamalıdır. Refleksolojide herkese aynı uygulanan tedavi, refleks terapide çocuğun etkilenen beyin bölgesine, organa ve semptomlara göre tamamen kişisel olarak planlanır. Sonuçlar 1 ay ila 3 ay arasında gözlemlenmeye başlanır. Haftada 1-3 seans arasında değişen sıklıklarla yapılır. Sonuçlar ve tedavinin sonlanması hastada oluşan değişikliklerle paralel olarak değerlendirilir.
0 notes
Text
Umberto Eco kimdir
New Post has been published on https://arkadasca.org/umberto-eco-kimdir.html
Umberto Eco kimdir
Umberto Eco kimdir, İtalyan edebiyat eleştirmeni, akademisyen, gazeteci, işaret bilimcisi (öteki adıyla göstergebilim), roman yazarı ve yeniçağ filozofodur. Entellektüel bir üslupla ele almış olduğu polisiye romanı “IL Nome Della Rosa” (1980, Gülün Adı) ile geniş kitlelerce tanınır hale gelmiştir. Göstergebilimin, Ortaçağ öğretilerinde, İncil tefsirlerinde, yazınsal teorilerde, gizemli ve kurgusal olayların açıklanmasında birleştirici – bütünleştirici bir unsur olarak kullanılabileceği hususuna dikkatleri çekerek, bu değişik bilim branşının kullanım alanının genişletilebileceğini savunmuştur. Günlük hayatta karşılaşılan birçok kültürel fenomeni, düşünsel temelden yazınsal açıklamalara dönüştüren ve bu tarz şeyleri işaretlerin kuramsal bir öğretisi şeklinde kurgulayan şahıs olarak bilinmektedir. Tam bir Ortaçağ uzmanıdır ve beş dili anadil seviyesinde konuşabilmektedir. Yazarın ilgi çekici soyadının deposu bilinmese de, nüfus müdürlüğünden bir işgören tarafınca, yetim olan büyükbabasına verildiği ve muhtemelen “ex caelis oblatus” (cennetten gelen armağan) söyleminin kısaltılmışı olduğu düşünülmektedir.
Düşünsel alanda “Dedalus” takma adıyla malum meşhur yazar, 5 Ocak 1932‘de İtalya‘da ufak bir kasaba olan Alessandria‘da dünyaya geldi. Muhasebeci olan babası Giulio, hükümet tarafınca harbe çağırılınca, anası Giovanna ile beraber Piedmontese dağlarının eteğinde küçer. Bu cenk sürecinde, yaşadıkları kırsalda düşünsel yaşamı şekillenen Eco, faşistlerle partizanların siyasal erk mücadelesini heyecanlı fakat dingin bir ruhla izledi. Sözkonusu süreç sonraları, meşhur düşünürün otobiyografi tadında yazacağı, ikinci romanı “Foucault’s Pendulum“un altyapısını oluşturacaktı.
Hukukçu olmasını isteyen babasına karşılık Eco, hukuk eğitimini yarıda bırakarak, kendi ilgi alanlarının izinden gitti ve Torino Üniversitesi‘nde Ortaçağ Felsefesi ve Edebiyatı eğitimi aldı. 1954‘te eski filozoflardan olan din düşünürü Thomas Aquinas ve onun Ortaçağda oluşturduğu ekolün güzel duyu anlayışı üstüne yazdığı bitirme teziyle felsefe doktorasını tamamlayan yazar, kendisinin düşünsel yorumlarından ve güzel duyu ifade tarzından oldukça etkilenen, üniversite hocası Luigi Pareyson‘un “Estetica for Lettere Italiane” eserinin eleştirisini yazdı. 50’li yılların başlarında, entellektüel bir Katolik militan olan Eco, doktorasından sonraki yıllarda dini inanç sistemini sorguladı ve dinin varlığını inkar ederek Roma Katolik Kilisesinden ayrılmaya karar verdi.
1954 – 1959 yılları aralığında meşhur yazar, Milan‘da, İtalyan devlet televizyonu RAI‘de kültürel programlara editörlük halletmeye başladı. Bu editörlük deneyimi Eco’ya, medyanın gözüyle çağdaş kültürün eleştirisini yapma fırsatı verdi. Hem de prefosyonel yazın çalışmalarına başladı. 1956‘da doktora tezini daha geniş bir perspektifle detaylı olarak ele almış olduğu ilk kitap emek harcaması “Il Problema Estetico di San Tommaso“yu gösteren Eco, bununla beraber Torino Üniversitesi‘nde düzenlenen konferanslara konuşmacı olarak katılmaya başladı. Sonrasında ise, avangard yazarlar, müzisyenler ve ressamlar içinde bir yazışma ağı kurarak, bilginin paylaşımına öncülük etti.
1958 – 1959 yılları aralığında askerlik hizmetini yerine getirdikten sonrasında, Ortaçağ düşünsel felsefesiyle ilgili olan “Sviluppo Dell’estetico Mediavale” adlı ikinci kitabını kaleme aldı ve RAI’deki işini yitirdi. Bu yapıt Eco’yu, Ortaçağ felsefesinin önde gelen düşünürlerinden biri duyuru etmedi; sadece yazarın babasını, doğru mesleği seçtiği mevzusunda ikna etmeyi başardı. Yazarın edebiyatçı ve öğretici kimliğinin yükselişe geçmesinin, işini kaybetmiş olduğu dönemle kesişmesi, aslına bakarsak Eco için bilhassa düşünsel ve yazınsal bir kariyerin önünü açtı. Bu sebeple 1959‘da, Milan’da etkinlik gösteren Casa Editrice Bompiani‘de kıdemli editörlük halletmeye başladı. Gene aynı yıl, entellektüel bir magazin dergisi olan II Verri için, her ay “Diario Minimo” adını verdiği köşesinde yazmaya koyuldu. Avangard düşüncelere ve dilbilimin kurallarına sadık kalmak suretiyle, magazinel kültürün ve modernleşen dünyanın yozlaştırdığı birçok parodiyi, eleştirel bir söylemle ele almak, Eco için oldukça eğlendirici hale gelmişti. Meşhur edebiyatçı sonraları, değindiği bu yazıları “Misreadings – Diario Minimo]]]” (Yanlış Okumalar) adı altında bir kitapta topladı (1963). 1961‘de, süreli bir gösterim olan Marcatré‘nin kurucuları içinde yer aldı.
50’li seneler süresince, yazınsal kariyeri yardımıyla, işaretlerin anlamı, güzel duyu anlayışı, yazışma ve düşünsel öğretilerle ilgili fikirlerini geliştirme fırsatı yakalayan edebiyatçı, bunlar üstüne birçok tecrübe etme yazdı. Sözkonusu denemelerinden derlediği “Opera Aperta” (Açık Yapıt) adlı kitabını 1962‘de gösteren Eco, bu çalışmasında moderniteye ilişkin kavramların geleneksel köklerine indi ve farklılıkları eleştirel bir bakışla ortaya koydu. Aynı senenin Eylül ayında, Alman bir sanat eğitmeni olan Renate Ramge ile yaşamını birleştirdi.
Artık tanınmış bir köşe yazarı haline gelen Eco’nun birçok makalesi, Il Giorno, La Stampa, Corriere della Sera, La Repubblica, L’Espresso ve Il Manifesto benzer biçimde İtalya’nın büyük basın-yayın kurumlarında yer alarak okuyucuyla bek için 1964‘te Milan’a yerleşen meşhur edebiyatçı, gelen bir teklif üstüne, Floransa Üniveristesi‘nde Görsel İletişim Profesörü olarak ders vermeye başladı. 1966 senesinde ise, Milan Politeknik Okulunda, Göstergebilim Profesörü ünvanıyla kariyerini sürdürmek için Milan’a geri döndü. Aynı yıl yazdığı Le Poestische di Joyce: dall “summa” al “Finnegans Wake” adlı kitabını okuyucunun beğenisine sundu. Milan’da bulunmuş olduğu süreç içinde, işaretlerin anlamı ve gücü üstüne teoriler geliştirmeye süregelen Eco, teorilerini satırlara dökmeye başladı. Yazarın bu anlamdaki ilk göstergebilim kitabı, 1968‘de yayınladığı “La Struttura Assente“dir. Eco’nun Ortaçağ estetiğine yönelik ilgisinin, gittikçe kültürel değerler ve edebiyat benzer biçimde daha oldukça insanoğlunun buluşabildiği ortak paydalara doğru dönüşüm göstermesiyle beraber, yazar hemen sonra, göstergebilim felfesini bu dallar üstünde tekrardan şekillendirerek, La Struttura Assente’yi takrar düzenleyecek ve 1976‘da “A Theory of Semiotics“i yazacaktı.
1971 senesinde, Bologna Üniversitesi‘nde gene Göstergebilim profesörü olarak dersler vermeye süregelen Eco, teorilerine ve felsefik düşüncelerine sağlam bir altyapı oluşturma sürecine girdi. 70’li seneler süresince, işaretlerin düşünsel çözümlemeleri ile ilgili teorilerini devamlı geliştirerek, bunlar üstüne birçok kitap yazdı. 1973 senesinde, bazı gazeteler için değindiği yazılardan “Il Costume di Casa” adıyla gene bir derleme kitabı oluşturdu. 1974 yılına gelindiğinde, başkan yardımcılığını yürüttüğü Internasyonal Göstergebilim Öğretileri Derneği için ilk kez bir konuşma düzenleyen meşhur edebiyatçı, bu öğretinin, öteki bilim dallarının amaçlarına yönelik eleştirel bir bilimsel davranış şekli bulunduğunu belirtti ( 1979‘da bu konferansta değindiği mühim mevzulara ilişkin söylemlerini kitap haline getirerek, A Semiotic Landscape adıyla yayınladı). Bu çalışmalardan sonrasında, 70’li yılların sonlarında bir göstergebilim profesörü olarak ünlenen Eco, bilimsel kariyerinden roman yazarlığına doğru asla umulmadık köktencilik bir dönüşüm gösterdi.
1980 senesinde, işaretlerin gizemini, yaşamlarımızdaki karmaşık varlığını, kurgusal; fakat açık bir üslupla vurguladığı ve polisiye roman türünde işlediği “The Name of the Rose” (Gülün Adı) adlı çalışmasını yayınladı ve yapıt dünya genelinde çok büyük bir yankı uyandırdı. Eco’nun bu romanı yazmaktaki amacı, göstergebilime duyduğu ilginin şekillenmeye başladığı dönemden beri tuttuğu notları, yayınladığı yazıları ve birçok çalışmasını bütünleştirerek; bu bilimi, Ortaçağın egzotik havası içinde geniş kitlelerin bilgisine sunmaktı. Sözkonusu amaca ulaşmaktaki en verimli aracının da, roman türünde yazılmış bir kitap olacağını düşündü. Alt-türün polisiye olmasının sebebi ise, işaretlerin gizemini okuyucuya tam olarak yansıtabilmekti. Gündelik dünyadaki bu izleri, sadece analitik bir bakış açısıyla görebilirdik; zira esrarengiz olan da buydu. Esasen kitabın adındaki “gül” de simgesel bir figürdü ve kısa fakat varlıklı bir anlatımı ifade ediyordu. Kısacası Gülün Adı, modern ve mütevazı söylemlerle Ortaçağ sürecinin gizemine ışık tutuyordu. Roman, edebiyat dünyasında da büyük beğeni topladı; oldukça pozitif eleştiriler aldı. Bundan sonrasında, Umberto Eco adı, bir tek bilimsel ve bilimsel niteliği olan bir anlam taşımayacak; yazarın ünü tüm dünya edebiyat çevrelerince zikredilir hale gelecekti ( Yayınevi bir tek otuzbin kopya satmayı umuyordu; sadece roman dokuz milyon kopyalık bir satış rakamına ulaştı). Günümüzde dahi tesirleri sürmekte olan kitabın birçok dile çevirisi yapılmış oldu ve Eco roman yazarları camiasına oldukça elit bir halde girmiş oldu. Romanın bu beklenmedik başarısı, edebiyatçının internasyonal bir yazar kimliği edinmesini sağlamış olduğu benzer biçimde, medyanın ve dünya kamuoyunun da ilgisi birden üstüne çekildi. Peşinden, Fransız film yapımcısı Jean – Jacques Annaud romanı, aynı adla film senaryosuna uyarladı ve 1986‘da beyaz perdeye aktardı. Filmimizde Sean Connery, F.Murray Abraham ve Christian Slater benzer biçimde meşhur oyuncular rol aldı. Sadece dikkat çekmekten pek hoşlanmayan Eco, bu yapımda emeği olmadığını belirterek medyanın ilgisinden uzak durmayı seçti ve ayrıca bilimsel niteliği olan çalışmalarına devam etti.
Eco, Semiotics and The Philosophy of Language (1984) ve The Limits of Interpretation (1991) benzer biçimde bilimsel niteliği olan ve bilimsel çalışmalarına da devam etti. 1986‘da gösterilen “Art and Beauty in the Middle Ages” (Ortaçağ Estetiğinde Sanat ve Güzellik) adlı çalışmasında yazar, Ortaçağ kültürünün değişik evrimlerini klişelerden uzak, gerçekçi bir bakış açısıyla tekrardan ele alarak, dönem insanlarının sanat ve güzelliğe ilişkin güzel duyu anlayışlarını orataya koymaya çalıştı.
Gülün Adı’nın fikirlerini ve iletmek istediği mesajları tam olarak yansıtmadığını düşünen Eco, başka bir roman yazmaya koyuldu. Edebiyatçının 1988‘de gösterilen ikinci romanı “Foucault’s Pendulum” (Foucault Sarkacı) gene büyük bir başarıya imza atarak, Eco’yu, dünyanın mühim roman yazarları içinde üst sıralara yerleştirdi. Bu çalışmasında meşhur edebiyatçı, irrasyonel düşüncenin Ortaçağ’a uzanan felsefik – tarihsel sürecini ele almış; pozitif bilimlerin gelişmesine katkıda bulunan, fakat hep geride kalmış olan gizli saklı bilimlerin varlığından bahsetmiştir. Romanın başarısının peşinden, 1992‘de “How to Travel with a Salmon” (Somon Balığıyla Seyahat) derleme kitabını gösteren Eco, militanizm, bilgisayar jargonları, futbol fanatizmi, jet-mail, fax makineleri benzer biçimde birçok yeniçağ terimini, tarih – bilim ve insan döngüsünde eleştirel bir ironiyle mevzu etmiş olduğu yazılarını biraraya getirdi.
1994‘te, yazarın üçüncü roman emek harcaması “The Island of the Day Before” (Önceki Günün Adası) gösterildi. Aslen Eco, öyküsel kurgusu olan başka bir kitap daha yazma niyetinde değildi. Sadece “katışıksız tabiat” hakkında yazmak istedikleri kendiliğinden hikayesel bir kalite kazanmıştır ve normal olarak gene tarihin değişik zamanlarında üç boyutlu bir anlatımla ortaya çıktı. 1997‘deki Kant and the Platypus adlı bilimsel – felsefik tecrübe etme çalışmasında Eco, algılarımızın ne kadarının bilişsel algı kabiliyetimize, ne kadarının da gramer kaynağımıza dayandığını Pascal, Aristotales, Heidegger benzer biçimde düşünürlerin öğretilerinden yola çıkarak çözümlemeye yöneldi. 1995‘teki “The Search for the Perfect Language” (Kusursuz Dil Arayışı) kitabıyla meşhur edebiyatçı, iletişimin temeli olan dillerin çokluğu ve farklılığının, aslına bakarsak yazışma gücümüzü sınırlandırdığı düşüncesini, Babil Kulesi’nin Tanrı’nın lanetiyle yıkılması sonucunda ortak dili kullanan insanların dilde de ayrışmasını efsanesini baz alarak açıklamakta; “Kusursuz dil” hayalinin gerçekliğini de sorgulamaktaydı.
2000 yılına gelindiğinde, inanç sistemlerimizi sorguladığı “Belief or Non-Belief?” (İnanç ya da İnançsızlık Yüzleşme) benzer biçimde yazarın daha ziyade eleştirel yönünü; gene kusursuz dil ütopyasına değindiği “Baudolino” benzer biçimde düşünsel yönünü açığa çıkaran yapıtlarını yayınladı. Son olarak, 2004‘te beşinci romanı olan “La Misteriosa Fiamma Della Regina Loana” (Kraliçe Loana’nın Gizemli Alevi) ‘yı kaleme aldı.
Ortaya koyduğu oldukça yönlü yapıtlarla birçok ödüle layık görülen Eco’nun arşivinde ağırlığı olanlar, Strega, Viareggio, Anghiari, Medicis ve McLuhan Teleglobe ödülleri olarak sayılabilir.
Umberto Eco, içinde 30.000’den fazla kitabın bulunmuş olduğu geniş bir kütüphaneye haiz olan Milan’daki evinde yazın çalışmalarına halen devam ediyor. Bir kız ve bir adam evladı olan elit edebiyatçı, Bologna Üniversitesi’nde İletişim Bilimleri Programı’nda eğitmenlik görevini sürdürüyor ve haftalık gösterilen L’espresso‘da köşe yazarlığı yapıyor. Halen günde birkaç paket sigara içiyor ve gece geç saatlere kadar çalışıyor.
Uyarı: Sitemizde yer edinen ve alacak yazı, haber, yazı, video, yorum ve tüm mevzular kategoriler tıbbi bilgiler bir tek genel bilgilendirme amaçlıdır. Bu bilgiler süre içinde geçerliliğini kaybedebilir. Sitede yer edinen bu bilgiler hiçbir süre doktor muayenesinin yerini alamaz, doktor muayenesi ve tedavisi yerine kullanılamaz, kişisel teşhis ve tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilemez. Sitemiz, uzman bir doktora danışılmadan meydana getirilen herhangi bir uygulamadan doğabilecek zarardan görevli tutulamaz. Sitemizi ziyaret eden, yorum icra eden kişiler, bu ikazları kabul etmiş sayılacaktır. Arkadasca isminde herhangi bir bireysel yada kurumsal şirket , siteler ve kişiler ile ilgili en küçük bir bağlantısı , ortaklığı ve benzeri ilişkileri yoktur.
0 notes
Text
Kuzuların Sessizliği
Kuzuların Sessizliği Thomas Harris Nemesis Kitap
Buffalo Bill lakabıyla tanınan bir seri katil, bazı kadınların peşine düşmektedir. Katilin belli bir amacı vardır ama cesetler farklı eyaletlerde bulunduğu için kimse bunu kavrayamaz. FBI Akademisi’nde genç bir stajyer öğrenci olan Clarice Starling, büronun davranış bilimleri bölümünden Jack Crawford tarafından çağırılınca şaşırmıştır. Görevi, çok zeki bir psikiyatr ve korkunç bir katil olan, Baltimore Akıl Hastanesi’nde tutularak kriminal cinnet açısından yakından izlenen Dr. Hannibal Lecter ile görüşmektir. Lecter’ın, katillerin zihin yapısıyla ilgili öngörülerinin, Buffalo Bill’in izinin sürülmesine ve adamın yakalanmasına yardım edebileceği düşünülmektedir.
Zeki ve çekici bir kadın olan Starling, kendini Lecter gibi keskin zekâlı biriyle garip ve yoğun bir ilişki içinde bulunca sarsılır. Adamın, Buffalo Bill ve genç kadının kendisi hakkındaki şifreli ipuçları; Starling’i tüm okurların tüyler ürpertici ve son derece sürükleyici bulacağı bir araştırmaya sürükler. Büyük bir yaratıcılık ve ustalıkla kaleme alınmış olan Kuzuların Sessizliği romanı bir gerilim klasiğidir. (Tanıtım Bülteninden)
Sayfa Sayısı: 426
Baskı Yılı: 2014
Dili: Türkçe Yayınevi: Nemesis Kitap
ISBN: 9786055092986
0
.bookmarked-avatar imgmargin: 3px;
Bookmarked By
devamı burada => https://goo.gl/SRC4a8
0 notes
Text
Şeytanın Oğlu
Vahim bir kaza sebebiyle tekerlekli sandalyeye mahkum olarak yaşayan Dr. Seth Ember’ın çok özel bir yeteneği vardır. Ruhu şeytan tarafından ele geçirilen insanları, onların zihinlerine girerek kurtarabilmektedir. 11 yaşında bir çocuğa yardım etmesi için çağırılınca hiç tereddüt etmeyen doktoru çocuğun zihninde gördüğü şey şaşkına çevirir. Rastladığı şeytan, seneler önce doktorun eşi ve çocuğunun…
View On WordPress
0 notes