Don't wanna be here? Send us removal request.
Text
Hani hastalıktan kalkanın nekahat halinin tutunmak zannedilen bir hali vardır ya, o aslında yaşamın tutunacak ve tutunulacak bir yeri olmadığının anlaşıldığı haldir.
| Zamanın Farkında
10 notes
·
View notes
Text
Hastalıkların, marazların hep kalpte olduğunu söylüyor ve kalbi temizlemekten bahsediyorlar. Bende kalbimi yokluyorum sık sık; hep ağrılı, vesveseli, gidip gelen buluyorum. “Huzursuz, hüsran duyan kalp,” diyorlar; “Benim, buradayım,” diyemiyorum. “Allah korusun!” diyorlar. Kendimi nereye saklayacağımı şaşırıyorum. | Zamanın Farkında
23 notes
·
View notes
Text
Otuz sene kasap vitrini seyretmiş, lokma yiyememiş kedi gibi, otuz sene dünyayı seyrettim lokma yiyemeden, artık canım da bir şey istemiyor.
| Zamanın Farkında
39 notes
·
View notes
Text
Beni hiç anlamayacaktı. Olsun, varsın anlamasın. Anlasa beğenmezdi zaten, kim anladığına bir kıymet vermiş ki, anlamak küçümsemektir biraz da. Buna da talip değilim. Üstelik daha açığı şu ki hem anlamayacak hem küçümseyecek, küçümseyebilmesi anlayabildiği zehabını ona verecek. Dünya bir ahmağı daha kazanıp ekini belli etmemenin tadına varacak, dünya Sadullah Efendi'nin izansızlığıyla, her şeyin aynı kalışıyla şöyle bir gerneşecek ve diyecek ki "Oh dünya varmış." Dünya olmasın, ne kaybederiz ki?
| Coşkuyla Ölmek
77 notes
·
View notes
Text
Hayatın yükünü, acıyı ve ağrıyı belli insanların sayarak yaşayamayız. Buna çok derin bir kırgınlığım var. Bu yük kalbi olan herkese verilmiştir, herkes geliyor ve gidiyorsa, bir hesabı bir geçmişi varsa, hem tanık hem suçluysa bazı insanın sırtındaki onulmaz bir ağrı diğerinin ağrıyı da yükleneni de görmezden gelmesi sebebi iledir. Akıl hastalıklarının dahi temelinde kendi sorumluluğunu yüklenmemek başkasına dayamak baş etken iken bir insandan, neyse beşer diyelim, bir kuldan bahsedip de bu eli cebindeliği ve onun müstehzi nazarını benim kalbim almaz.
Söyleşi
52 notes
·
View notes
Text
Aslında bazı şeyler çoğul konuşmaya gelmez. Ziyadesi ile tekildir. “Herkes kendisinin hayal kırıklığıdır” derken bile kim kendisidir, kimin gerçekten hayali ve gerçekten kırıklığı vardır diye düşünülebilir. Dolayısıyla bu bahsedilen herkes değildir. Bunlar sahiplenenin, dahası o olanın önermeleridir. Ancak sözünü ettiğim kırıklık insanın aşkın ve kapsayıcı, gerçek bir ruh heybeti ve kavrayışıyla, acıyı bile hakkı ile çekemeyişi ile her tür insani zaaf ile malul oluşu ile ilgili biraz da.
Kendinin ne olduğu ile ilgilenebilecek hassasiyetlere sahip kişi ise ne kadar didinse kendi gözüne girecek bir yol alamaz. Ani parlayışlar, öne geçmeler, birden kavrayışlar, bir göz keskinliği...
Zaman zaman verse de böyle bir kişi başka şeylerin de farkında olduğundan bunları aslında insan için dünya için hiç de az sayılacak şeyler olmasalar da bir şey olarak göremez, kendini bir şey olarak göremez. Biz zaten ne zaman gerçekten iyi bir insan görsek o kendinden memnun değil, hileli ve bezeli bulmaktadır; ne zaman gerçek bir cömert görsek o aslında ne kadar az verebildiğinden utanmadadır, yüksek akıl ve ruh kendini pejmürde ve alil saymadadır. Bu da buranın derecesi, açılmış gözün, huzmeleri çekilmiş bakanın kederidir.
Çerçi Sanat / Söyleşi
44 notes
·
View notes
Text
İnsan zaten dertli değildir, derdin kendisidir. İnsan öyle büyük bir derttir ki bu büyüklükte bir şeyin kendine sığacağını aklına getirmez de bunu dünyanın, hayatın derdi sayar. Hayat, o durgun, kibirli suyunda kendisine bakan bu çirkin heyulaya bakıp bakıp "Bu herhalde benim…” der. Bu dert de ona yeter.
| Coşkuyla Ölmek
64 notes
·
View notes
Text
Kalbin saklı olduğu yer iyi ki böyle derinde. Acaba beni görüyorlar mı? Acaba bu insanların hiç kalpleriyle işleri oldu mu, kalbin her an soyulmuş hissinde olması nasıl biliyorlar mı, herkesin kalbi bu kadar nasıl biliyorlar mı, herkesin kalbi bu kadar oynak mı, bu kadar kendini bilmez mi, kalp şımarmak mı istiyor, yatışmak mı, bunu nasıl öğrenebilirim?
| Zamanın Farkında
39 notes
·
View notes
Text
Gençliğimde acının pek çok türü ve derinliği ile gerçekte irtibatım, tanışıklığım olmadığından bunları ithal ediyordum. İthal şeyler de malum, daha parlak, daha orijinal, daha şıktır. Kendimi beğenmek için de beğendirmek için de acının parlatılmaya, cilalanmaya, kabartılmaya ihtiyacı vardı. Fiyaka gerekliydi. Fiyakalı bir acısı olanın bunu fiyakalı bir şeye dönüştürebileceği umudu vardı. Yaş geçip, acı yerleşip, ithallerinden kurtulup sahicileşip, tat kekreyip, surat buruşunca bir şeye dönüşemeyen acı artık ancak, sadece, yalnızca, gerçeğe dönüşüyor.
| Zamanın Farkında
36 notes
·
View notes
Text
Hiçbir zaman, hiçbir an kendimi unutup, nasıl göründüğümü yok sayamadığımı, geri çekilip kendime bakmaktan, gördüğümü beğenmeyip ona hayalimdeki şekli vermeye çalışmaktan önümdekini hep ıskaladığımı görüyorum şimdi. “Peki şimdini görüyor musunuz?” diye sormayın, onun da var en az on beş senesi. İnsanın ömrü herhalde bu yüzden uzun, bir halt ettiğinden değil, ne halt olduğunu on-on beş sene de bir anlamasından.
| Zamanın Farkında
106 notes
·
View notes
Text
İtiraf edeyim, gençken ölmeyi çok isterdim. Coşkuyla ölmek isterdim. Kendi gözümde kendim ancak böyle tam ve gerçek olabilirdim. Çok istedim, çok. Her yılı acaba bu yıl ölebilecek miyim diye umarak geçirdim. Bazı yolculuklarda, bazı hallerde öleceğim içime doğdu ama ölmedim. Bazı sabahlar yatağıma bakıp gece dönmeyeceğim diye içimden geçirdim ama dönüp gene o yatakta uykuya vardım. Bazen kırlık bir yerde, bir ağacın altında omzumda telaşla yürüyen bir karınca, bir ağacın altına uzanmış halde sırtımda ve bacaklarımda giderek artan bir nem ile yaprakların arasından görünen gökyüzüne bakarak ve elimde bir şiir kitabı ile şiir okuyarak ölmek, göğe veda etmek isterdim. Bunu sık sık yaptım. Ağaçlardan üstüme serpilenler, ani çıtırtılar ve birden bağıran ve kanat çırpan kuş seslerinin arasında öylece kaybolmak istedim, yükseklerde ve kırlarda. Bazı dizelerde kalbim gümbür gümbür atar, derin ve sert bir sıkışma duyardım. Yazan bir parça ölmüş, okuyan ben kısmi ölü, ama bu hayat nasıl şeyse, böyle yarı canlılara talip, bizi sürükler yine bırakmazdı. Ne olurdu oysa şöyle kayıversem toprağa. Hayır. Hâlâ da sağım ve ölme coşkumu yitirdim. Artık öldüğümde ya hastalıktan ya ihtiyarlıktan öleceğim. Bunu düşünmek beni için için eritiyor, ölümden artık utanıyorum. Genç, hayattan utanandır, burada bu halde olmaktan utanan. İhtiyarsa yaşamış olduğu için artık ölümden utanan.
| Coşkuyla Ölmek
72 notes
·
View notes
Text
Şimdi alıştım, hayatı hissetmemeye alıştım, dışımdaki havayı duymamaya alıştım. Gençken derim yüzülmüş gibiydi de meltem değse ben belki feryat ederdim. Şimdi derim kalın, utanılacak bir şey bu ama ağaç altında bir lokma yiyip de güneşlenen ve kendi postundan başka kürkte gözü olmayan bir kedi gibi güzel miyim değil miyim bilmeden yatmaya alıştım. Olur da beni sevene bir uzun bakmaya ve hayrete alıştım. Unuttum neye kırılmıştım bir vakit, vakit dediğim hani şu ömür, benim olan, bana yazılan yani. Yine de kopan solucanın bir bir yarısına bir öbür yarısına bakıyorum, asıl solucan hangisi bilmek istiyorum. Hayatla üçkâğıtçılığına alıştığım bir arkadaşla beraber gibiyim şimdi. Hâline sözüne alıştım, onun üçkâğıtları kendi kâğıtlarımı da bana açtı. İnsan kendinden yeteri kadar iğrenebiliyorsa hayattan o kadar iğrenmiyor.
| Öyle miymiş?
18 notes
·
View notes
Text
İnsanın ömrü herhalde bu yüzden uzun, bir halt ettiğinden değil, ne halt olduğunu on-on beş senede bir anlamasından. Neyin önüne otursam eğreti kaldım. Ne tuhaf, en yüksek eserleri çalabilen, dinleyen birinin kendi yaptıklarının utanılacak kadar düşük olması ama bunu sergilemekten hiç çekinmemesi, ne tuhaf gitarı eline alıp, piyanonun önüne oturup da kendi ağırlığını duymadan kuş gibi, tüy gibi hafif olmak, ne tuhaf kendinden bir tane daha yapıp, onu da ömür boyu kendini gözetlemeye vermemek ve onun önünde hep mahcup, hep ikircikli, hep aksayan olmamak, ne tuhaf böyle sazları rahat, uçarak çalanların o sazların hammaddesinden yapılmışçasına kaburgası kalın olması, en ince sazı en kalının çalması, ne tuhaf gerçekten ne tuhaf.
| Zamanın Farkında
13 notes
·
View notes
Text
İşte ev, işte hayat. Her şey her şeyin izinde ya da kaybında. Bir iz süreyim, bir yer tayin edeyim, bir bileyim, bir kere olsun bileyim istiyorum, kimse yokken arıyorum, bakıyorum, bir rabıta, bir ayak sesi, kendi hayatıma ait bir iz, bulamıyorum. İz nedir acaba, görmek istediğim mi, gerçekleşmemiş zihni bir hatıra mı, düpedüz hayal mi, var olup da silinmiş ayak izi, parmak izi, göz izi mi? Çok isteyip de olmayan mı, iz ne acaba? İz nedir de ben bu rütbe izsiz, yalınkat gölgeliyim. Önümde uzanıp duran harekete bakıp da onun boyuna hayran oluyorum. Upuzun gölgeme mest, nereye gitsem işte karanlıkta benimle gelmedeki sadakatine minnettarım. Ama işte geç oldu, şimdi kapı açılacak, ziller çalacak, herkes aşındırdığı, asıl gitmek istediği yerden yüz geri gelip yuvasına girecek ve ‘Oh ne sıcak,’ diyecek. Soğuk ne güzeldi. Oh, bir arada ne güzel. Ah yalnızlık, açlık, sefalet, perişanlık sizlerle kucaklaşmadan bu döşeklerde şimdi nasıl yatılacak? Neyin hayali ve saadeti ile uyku tutulacak? Kapat kapıyı, emniyet gibisi yok. Rüzgar ıslık çalıyor, şeytan da karşılık veriyor. Sokak kedileri, köpekler, kurt kuş, evsizler, bedbahtlar, ahlaksızlar perişan, biz bak emniyette, sıcakta ve yerimizde yurdumuzdayız. Pencereden bakarız, şükrederiz, arabanın altına motora kedi girmiş, ölmüş mü ne, vah zavallı, eee hayat, çatılarda kar tutmaya başladı, martılar üşümüyor, Allah'ın işi, bak karnını gerdi karların üstüne, pek memnun, bir kedi miyavlayıp duruyor, yavru mu ne, bunlar da ne çok doğuruyor, bozacı geçse, almayız ama geçse, sesini duymak güzel oluyor. Her şey ve herkes geçse biz muhkem, sabit, emin yerimizde kalsak. Bütün hayat akarken biz camdan baksak, boğulanı, ezileni, itileni… izlesek. Evdeyiz, kapı çelik, üstten de kilitliyoruz, 'Kim o?’ demeden kapıyı açmıyoruz. Bir tek bizim şu kız utanıyormuş 'Kim o?’ demeye, gençlik işte, başına utanılacak bir şey gelmesin diye soruyorsun desen anlamaz; bütün utanılacakları bir bir yaşadıktan sonra da utanmaya başlar. İnsan işte, iş gücü, bittikten sonra elindeki boş bardağı içiyormuş gibi ağzına götürüp getirmek, insan işte, kertenkelenin hallicesi, daha yavaşı, ama sorsan falan da filan.
| Coşkuyla Ölmek
36 notes
·
View notes
Text
Benden, bana kayıtsız kalınması ile benden nefret edilmesi arasında bir seçim yapmam istense, tereddütsüz, nefreti seçerim. Kayıtsız kalınacak bir yanım yoktur. Ve ben söylemek isterim ki, her şey ve herkese kayıtsızım. Değilmişim gibi davrandığım durumlar, yaşıyormuşum gibi yapma zorunluluğumdandır. Bana sorulsa bir gün "Kamburunun düzelmesini mi istersin, yoksa tüm insanların kambur olmasını mı?" diye, herkesi kambur görmek olurdu dileğim.Yerden yüksekliğimin bu gülünç santimleri yüzünden, yaşama da ölüme de sizlerden daha yakınım. Daha sonraki yerimi yadırgamamak için, yükselme isteğini bir türlü anlayamam.
| Kambur
34 notes
·
View notes
Photo
Büyük, binlerce kitabın olduğu kitaplıklar hiçbir zaman bana hitap etmedi. Dünya o kadar zengin bir yer değil çünkü, hiçbir şeyden binlerce yok. Bu sizin hala seçemediğinizi, kalabalıkla oyalandığınızı, onların arkasına saklandığınızı, neyin yanında duracağınızı ve kimlerle yol alacağınızı bilmediğinizi ya da başka bilemeyenlerle teselli bulduğunuzu bile gösterebilir. Çocukluktan yetişkinliğe zaman içinde elden gözden binlerce kitap geçebilir ama sade ve derin olmak, alıkça her şeyin peşine ama ne olduğunu bilerek düşmemek insanı da düşmekten kurtaran yegânedir. Benim evimde dedemden kalma eski kitaplığımda sayıca epey az kitap vardır, kalabalığa bakarak değil tenhalıkta insan önünü görebilir, daha sık kendine yönelebilir gibi duyuyorum. Büyük ruhlara, büyük yazarlara sadakatle yaklaşmak lazım, bir belirsiz gücün, güzel bir tebessümün kimin armağanı olduğunu bazen bilemeyiz, kim bilir kimden geldi demek belki onu daha sabit ve zengin kılar.
(...)
Ben teknik bir insan, bir mühendis vs gibi ya da başka her hangi bir meslek gibi bir şeye göre yetişmedim. Daha açıkçası böyle bir şeyim olsun hiç istemedim. Tahsil görürken de bunun neticesi nereye çıkacak selametli ve variyetli bir limanı nerede bulup demirleyeceğim, kendimi nasıl o limana yeni gelenlere heybetli ve inandırıcı göstereceğim diye düşünmedim. Meslek benim gözümde kendini başkalarına bir mercek kırılması, iki söz bir büyü, bir algı değiştirme ya da bozma ile cazip ve makbul gösterme sanatı değil el çabukluğudur. Daha evinize dönerken aklınız başınıza gelir yine doğru insanı bulamadığınızı, kapı aralayacak, bakışı değiştirecek bir şeye rast gelemediğinizi anlarsınız çünkü. Aklı geriden gelenler daha geç anlar elbet.
(...)
İnsan hangi bulutun altında ise onun yağmuru üzerinize yağıyor. Temiz ve sükun dolu, çok çalışarak az bir işin bin meşakkatle ortaya çıkarabildiği bir atölyede ömür sürenle bin hayhuyun döndüğü yerde nefes alan insanın benzi aynı olmaz elbet. Oraya oranın tesiri yağar, buraya buranın. Herkes bulunduğu yerin rahmeti ya da illeti altında kalır. Ben kendine fazla emniyet ederek kalabalığa karışanın, o sözler, yaşantılar ve telakkiler arasında kalanın belki burun kıvırdığı herkesten nihayette farklı olabileceğine inanmıyorum.
(...)
Rainer Maria Rilke, George Trakl ve Paul Celan herhalde en sevdiklerimdir ya da ben onlara hazırken ve içim böyle bir duygu ararken rast geldiklerim onlar. Şiir bana eskisi gibi tesir etmiyor artık. 23 yaşına kadar aldığım en yoğun tesirler şiirdendi. Ancak sonrasında istisnalar hariç şiir ile arama mesafe girdi. Seylabeler halinde akan ve bir iz ve işaret sürebileceğim metinlerin yanına vardım. Şiirde olduğum yere daha gömülürken sonra iz sürmeye başladım. Bir de mesela bazı rubailer gerçekten ateş gibidir, insanı kavurur ama formun küçüklüğü maalesef yangını da mevzi kılar. O yüzden şiir evet iz bırakır ama alıp götürecek ve başka bir manzara seyrettireceğine sürekli yara izine baktırıp süresiz kendine acımanın ve aynı kalmanın yerini yapar.
Esquire The Big Watch Book dergisi, Şule Gürbüz söyleşisi.
47 notes
·
View notes
Text
Beklemek, bir şeyin yoluna ve haline girmesini beklemek, beklerken olacak olanın olması için gereken her türlü başka hale geçişlere, kalışlara tahammül etmek ne zor şeydi. Başı da, ortayı da, sonu da bilip beklemek ne tahammülü güç şeydi. Tanrı’nın da yaptığı bu muydu? Baş, orta, son belli, helak kaçınılmaz, ancak önemli olan o zamanı geçirmek, o zamandan geçmek. Ve geldiğinde gelmemiş gibi, bilmemiş gibi, yaşamamış gibi gelmek, rüyayı görüp uyanmak ve ‘Neyse rüyaymış,’ demek ve aynı yerden uyumaya devam etmek. Yaşamaya da, ölmeye de yazık. Bu ölüm için yaşamaya, bu yaşamak için ölmeye yazık. Mezarlıklara, servilere, süsenlere, nisan sonunda açan katırtırnaklarına, telaşlı karıncanın adımlarına yazık, mezar taşına konup da bağıran karganın sesine yazık, ölüme ağlayan şaire, yaşam var zanneden filozofun nefesine yazık, şen taklalarla ilk senelerinde koşup zıplayan, ağaçlara tırmanırken seyredilip seyredilmediğini kontrol eden kedinin tırnaklarına yazık, ağdaki balığa, lokantada onu bekleyen anguta, önce ön iki ayağını sonra arkadakileri ovuşturup bu hareketinden büyük kâr ve kisve uman karasineğe yazık, hortumunu sallayan koca file, sanatlı sıçrayışı ile dahi boşluğu dolduramayan yunusa yazık, grafon kâğıdından gelincik ve petunyalara, en pürüzsüz çakıl taşına, kum olmuş zavallıya, sağdan sağdan yürüyen eşeğin inadına, yol kenarlarındaki ısınmış dikenlere, kozalağın içindeki fıstığa, duvara yapışmış yosuna yazık, bu topu binyıllardır çevirip duran sema-i muğlâka, titreyen kanatlara, açılan göğe ve onun katmanlarına, havanın, suyun olduğu, olmadığı yerlere yazık.
| Coşkuyla Ölmek
39 notes
·
View notes