Don't wanna be here? Send us removal request.
Text
Devamıııı🌺🌺
Aslında her 80 yaşındaki hayatından memnun değil diyemem. Kışın tüm zorluklarıyla başa çıkıp güneşin kucakladığı bahara merhaba diyebilen biriydi o. Aynı benim gibi. Tüm ömrü boyunca hayatla savaş içerisindeydi. Her zaman çiçeğim açacak mı, meyve verebilecek miyim, bu benim ilkbaharım mı yoksa sonbaharım mı, dallarımda hissettiğim son gün ışığı mı, üzerime konup şarkılar söyleyen son serçe mi diye düşünerek tüm hayatı boyunca tereddütle, korkuyla yaşamıştı o da. Yiyebilecek bir ekmek parçası dahi bulamazken ona acıyan gözlerle bakıp ondan iğrenen kişiler şimdi yaşam standartları değişince önünde düğmelerini ilikliyorlardı. Her şey para mı demekti? Peki, ya duygulara ne olmuştu, vicdana, saygıya, sevgiye?.. Para, insan hayatında pembe bir sis gibi demişti bana. Her şeyi toz pembe gösterip üstünü örtebiliyordu. İnsanların yaşamak için bu yalana ihtiyaçları mı vardı? Zenginler ve fakirler, şart mıydı herkesi bu kalıplara koymak, adil miydi? O başarmıştı kıştan bahara çıkmayı belki ama herkes öyle değil, demişti bana. Bazıları ne zengin ne de şanslıydı. Onun gözünü boyamamıştı para! Her zaman bu kalıplar karşısında direnmişti. İnsanları ayırmanın hiçbir sebebi yoktu. Ne kadar kabul edilmese de. Herkes aynıydı, eşitti…
2 notes
·
View notes
Text
Devamııı 🌺
Mesela yanıma gelen o kadını hatırlıyorum. Yorgundu, yormuştu onu hayat. Derin bir iç çekti ve başladı: “18 yaşımdaydım en büyük hayalim okumaktı, okuyup büyük adam olmak ya da mucit olmak. Dünyaya bir katkım olsun istiyordum ama o zamanlar kimse benim gibi düşünmüyordu. Onlara kalsa kızlar okumak yerine evi çekip çevirmeyi öğrenip, ardından evlendirilip bu hayatı yaşamak zorundaydı. Bana seçim hakkı verilmedi. Halbuki ben asla istemezdim bu hayatı. 80 yaşıma geldiğimde bir ağacın altında yaşamak zorunda bırakıldığım hayatın pişmanlığını doğaya haykırmak yerine insanlığa olan katkılarıma gururla bakıp dolu dolu yaşadığım bir hayatım olsun isterdim.” demişti bana. Haklıydı aslında. Neden istediği hayatı yaşayamıyordu ki insanlar?
2 notes
·
View notes
Text
Hellooo🧸
Eski ama bir o kadar da anlamlı (zaten ne varsa eskilerde var değil miii) bir metnimi sizler için biraz düzenleyip hergün bir bölüm olacak şekilde paylaşmak istedim…
Buyursunlar efenimmm 🌺
Ağaç derin bir iç çekti ve başladı kendi hikayesini anlatmaya… Yazımı kışa çeviriyorlardı. Saatler boyunca başka saatlerin geçmesini beklemiştim. Yandakiler beni ezberler gibi bakıyorlardı; son bakışlarım olduğunu biliyordum, biliyorlardı da… Canım acıyordu ama dilimi anlayan kimse yoktu; ruhumu, düşüncelerimi en çok da acımı onlara tercüme edemiyordum. Yine gülümsedim hep hayır diyen hayata tekrar hayırlısı deyip... Neyse ki yarınlar var dedim, onlar benim umutlarımın en sevdiği günler. Ama umutlarımın ve yarınlarımın tükenmişliği karşısında sadece düşünmeyi unutmayı dileyerek, elimde tek kalan şimdimi dünlerimi anarak geçirdim. Aslında başkaları için geçirdiğim koca mazimi, anılarımı, içimi hiç dökesim yoktu zor sığdırmıştım zaten ama başkalarına ilaç olduğum anları düşünmek acımı hafifletiyordu.
0 notes
Text
hiç fazlasıyla sıradan ve yapayalnız hissettiğiniz oldu mu her neyi denesenizde olmadığı oldu mu sorunu kendinizde aramaktan yorulduğunuz oldu mu hiç onlarca insanın arasında tek başınıza durmaya çalıştığınız oldu mu nasıl olduğunuzu bile bilmediğimiz sadece adet yerini bulsun diye şu evrende yaşadığınız oldu mu
3 notes
·
View notes
Text
o kadar şeyi birbirimize iki yabancı olmak için mi yaşamıştık bilmiyorum sadece her ne yaptıysan gerçekten çok iyi oynadın sevdin mi sevmedin mi bilemiyorum ama o kadar güzel sever gibi yaptın ki sevilebileceğime inandırdın beni bende öyle bir yerin oldu ki dönüp seni asırlara anlatsam şiirler kendilerinden utanır eminim…
3 notes
·
View notes
Text
önceden birden bire gelen şeyler güzel olur sanırdım çünkü sen birden bire karşıma çıkmıştın birden bire en yakınım olmuştum birden bire her şeyim birden bire sevdiğim olmuştun çünkü aşk birden bire gelirdi ama son günlerde birden bire kalbim sızlıyor birden bire aklıma geliyorsun içimde yangınlar çıkarken gözyaşlarım sel oluyor bazen hepsi birden bire oluyo ve benim artık birden bire yaşama bağlanacak gücüm kalmadı… belkide birden bire gitsem üzülmeyecek kadar yoruldum, yıprandım… artık birden bire aklıma gelince içimi ısıtacak kimse kalmadı ben artık ansızın olacak hiçbir şey istemiyorum… birden bire gelen hiçbirşeyin gelmesini istemiyorum
3 notes
·
View notes
Text
sevmiyo ki o dedi belki diyemedim bi umut diyemedim titreyen ellerimle destek vermek istedim ne zaman kalbi paramparça olmuş birini görsem ellerim titrerdi artık olmuyor dedi artık bana sevmek yetmiyo artık onu sevmek bana iyi gelmiyor dedi acı içinde boğulan bir sesi vardı artık ben istemiyorum, isteyemeyorum bunu bana o yaptı beni sevmekten usandıran o dedi
1 note
·
View note
Text
çok sevdiğim bir söz yankılandı içimde o an “bitti o şiir başka mısra gerekmez” güzel günlerdi ama neyse diyelim yine her şeye dediğimiz gibi… yaprağı sıkılmıştı ağaçtan belki de sadece bahanesi sonbahar oldu… ama artık bizim aramızda tek bir mevsim yok ki bizim aramıza koca bir hayat girdi… şimdi bakabilsem gözlerine çıkıp gelebilsem yada… ne derim bilmiyorum sen ne dersin yada… ne kadar susarız ne kadar bakarız bilmiyorum… artık çok geç oldu büyüdük belkide bilmiyorum ama bu saatten sonra kimse gelemez artık… ben seni senin gibilere bırakıyorum çünkü bazı şeyler için sevmek yetmiyor… olsun yinede kavuşamamakla biten bir efsane olduk en azından onu başardık… sen yine de kendine iyi bak
1 note
·
View note
Text
ellerim uzanmaz dokunamam ki..
Deli dolu günler, hayat güzeldi..
154 notes
·
View notes
Text
koskoca okyanuslarda bir başına kalmış gibiyim uçsuz bucaksız denizlerde yapayalnız gibi halbuki bir su birikintisinde ki yansımama bakıyorum aslında… böylesine kalabalığın içinde yalnızlığı tadan ruhuma acıyorum… kimsesizliğime kalabalığıma tekliğime çokluğuma kendi başıma kalmalarıma herkesin yanımda oluşlarına acıyorum…
sonsuz sessizliğimdeki derin nefeslerimle başbaşayız yine bir çift göze bir derin nefese bir cana hasret şekilde…
4 notes
·
View notes
Text
kendine can almayı hak görmüş insanlarla dolu bu adaletsiz dünyada insanlar yerine doğa konuşunca anladım bazı dengelerin bozulduğunu…
Herkese merhaba ben Naz :) bazı şeylere farkındalık uyandırmak için bi yerden başlamak gerektiğini düşünüyorum bu yüzden bu yazımı sizlerle paylaşmak istedim
yazmak benim için her zaman çok başka bi zevk olmuştu neden yazıyorum… derin bir soru… belkide kendi tarihime kazımak belki de yazdıklarımın ölüme karşı gelip ölümsüzleşmesini istediğim için
Ağaç derin bir iç çekti ve başladı kendi hikayesini anlatmaya… Yazımı kışa çeviriyorlardı. Saatler boyunca başka saatlerin geçmesini beklemiştim. Yandakiler beni ezberler gibi bakıyorlardı; son bakışlarım olduğunu biliyordum, biliyorlardı da… Canım acıyordu ama dilimi anlayan kimse yoktu; ruhumu, düşüncelerimi en çok da acımı onlara tercüme edemiyordum. Yine gülümsedim hep hayır diyen hayata tekrar hayırlısı deyip... Neyse ki yarınlar var dedim, onlar benim umutlarımın en sevdiği günler. Ama umutlarımın ve yarınlarımın tükenmişliği karşısında sadece düşünmeyi unutmayı dileyerek, elimde tek kalan şimdimi dünlerimi anarak geçirdim. Aslında başkaları için geçirdiğim koca mazimi, anılarımı, içimi hiç dökesim yoktu zor sığdırmıştım zaten ama başkalarına ilaç olduğum anları düşünmek acımı hafifletiyordu.
Mesela yanıma gelen o kadını hatırlıyorum. Yorgundu, yormuştu onu hayat. Derin bir iç çekti ve başladı: “18 yaşımdaydım en büyük hayalim okumaktı, okuyup büyük adam olmak ya da mucit olmak. Dünyaya bir katkım olsun istiyordum ama o zamanlar kimse benim gibi düşünmüyordu. Onlara kalsa kızlar okumak yerine evi çekip çevirmeyi öğrenip, ardından evlendirilip bu hayatı yaşamak zorundaydı. Bana seçim hakkı verilmedi. Halbuki ben asla istemezdim bu hayatı. 80 yaşıma geldiğimde bir ağacın altında yaşamak zorunda bırakıldığım hayatın pişmanlığını doğaya haykırmak yerine insanlığa olan katkılarıma gururla bakıp dolu dolu yaşadığım bir hayatım olsun isterdim.” demişti bana. Haklıydı aslında. Neden istediği hayatı yaşayamıyordu ki insanlar?
Aslında her 80 yaşındaki hayatından memnun değil diyemem. Kışın tüm zorluklarıyla başa çıkıp güneşin kucakladığı bahara merhaba diyebilen biriydi o. Aynı benim gibi. Tüm ömrü boyunca hayatla savaş içerisindeydi. Her zaman çiçeğim açacak mı, meyve verebilecek miyim, bu benim ilkbaharım mı yoksa sonbaharım mı, dallarımda hissettiğim son gün ışığı mı, üzerime konup şarkılar söyleyen son serçe mi diye düşünerek tüm hayatı boyunca tereddütle, korkuyla yaşamıştı o da. Yiyebilecek bir ekmek parçası dahi bulamazken ona acıyan gözlerle bakıp ondan iğrenen kişiler şimdi yaşam standartları değişince önünde düğmelerini ilikliyorlardı. Her şey para mı demekti? Peki, ya duygulara ne olmuştu, vicdana, saygıya, sevgiye?.. Para, insan hayatında pembe bir sis gibi demişti bana. Her şeyi toz pembe gösterip üstünü örtebiliyordu. İnsanların yaşamak için bu yalana ihtiyaçları mı vardı? Zenginler ve fakirler, şart mıydı herkesi bu kalıplara koymak, adil miydi? O başarmıştı kıştan bahara çıkmayı belki ama herkes öyle değil, demişti bana. Bazıları ne zengin ne de şanslıydı. Onun gözünü boyamamıştı para! Her zaman bu kalıplar karşısında direnmişti. İnsanları ayırmanın hiçbir sebebi yoktu. Ne kadar kabul edilmese de… Herkes aynıydı, eşitti.
Ne de çok ne de güzel anılarım vardı. Gölgemle gurur duyuyordum. Çok kişiye ilaç olmuştum sanki onları dinlediğimi bilirmişçesine anlatırlardı bana. Bazen dertlerini, bazen sevinçlerini, bazen hüzünlerini, bazen yalnızlıklarını, bazen pişmanlıklarını…
Yanıma gelen o çifti hatırlıyorum, o yaşlarda ağaçlara konuşacak kadar yorulmamışlardı insanlardan tabii ama yine de yanıma geldiklerinde beni kendi ağaçları yapışlarını ve üzerime rengarenk ipler ve kağıtlarla yazdıkları dilekleri dalıma astıkları her aklıma geldiğinde içimi ısıtır.
Peki, ya o çocuklara ne demeli? Dünyanın tüm fırtınalarından uzak her saniye başka limanlara yelken açan gemiler gibiler. Her saniye başka düşte, her saniye başka hayallerdeler. Bir topun peşinde kuşlar gibi kanatlanıp ağız dolusu gülücüklerle kötülüklerden uzak saf kalplerindeki, saf dostluklarıyla güneş batana kadar oynarlardı. Ve o işçiler onlar bana yine dünyadaki adaletsizliği hatırlatır. Onları çalışırken pek göremedim ama ne kadar yorulduklarını alınlarından çağlayan terlerden anlayabiliyordum. Her molalarında benim yanıma gelirlerdi, yorgun argın bir parça ekmeği ve peyniri aralarında paylaşırlardı, iş verenleri tıka basa yerken hatta geri kalan yemekleri çöpe atarken… Ardından biraz gölgemde dinlenirlerdi ben de dallarımı ve yapraklarımı gererek onlara daha fazla gölge yapmaya çalışırdım dinlensinler diye…
Beni en çok üzen ise o kadındı… Yanıma geldiğinde hıçkıra hıçkıra ağlıyordu… Derin bir nefes aldı ve başladı: “Canım çok acıyor!” dedi. Öylesine dememişti, gerçekten acıyordu, hissetmiştim hem görebiliyordum da vücudunda ve yüzündeki morlukları… Acı çekiyordu belliydi… Kovuğuma yaslanarak oturdu ve devam etti. “Neden sence?” dedi bana. Anlamadım. “Sence neden aynı yaratılan bir grup fani bu yalan dünyada kendini başkalarından üstün görüyor?” Hayatımda daha haklı bir isyan duyduğumu hatırlamıyordum. Kimdi onlar anlamadım, kimdi ki onlar da kendilerine can almayı hak görmüşlerdi? O iğrenç insanlardan kaçıp bana sığınmasına çok sevinmiştim. Bana, doğaya çok daha fazla güvenmesi harikaydı… Keşke onu anladığımı ve sonuna kadar onun yanında olduğumu bilseydi. Acaba insanlar ne kadar kötüydü de doğaya kaçıyordu, haykırıyordu insanlar merak ettim. Anlamış gibi cevap verdi bana “Doğa başka… Belki cevap vermiyor bana ama anladığını hissediyor insan. Her zaman yanında olduğunu… “Onu anladığımı ve yanında olduğumu hissettiğine çok sevinmiştim. Biraz daha gölgemde dinlendikten sonra yorgun argın kalktı bana sıcacık gülümsedi ve yoluna devam etti. O gün, gün boyu onu düşündüm. Acıyan canını hala hissedebiliyordum.
Daha başka bir şey üzemez beni dediğimde. Yanımda sessizce ağlayan bir köpek gördüm ve uzaklaşan bir araba… Yalnızlık bu dünyadaki en ağır, en zor sınav herkes biliyordur bunu. Peki, neden ona kendi elleriyle yaşatıyordu ki bunu insanlar. Yazık değil miydi?.. Aslında önlemek çok kolaydı: Bakmayacaksan alma!
Kesişleri gittikçe ağırlaşıyordu. Artık acımı unutmakta çok zorlanıyordum. Derimi soyuşları, yapraklarımın çocuklarımın dökülüşleri, dallarımın çıtırdayışları. Kendi cenazemde mutlu olmaya çalışıyor gibiydim… Bu durum bana o çocuğu hatırlattı… O engelli çocuğu…
Tüm dünya ona karşıyken… Herkes ona acıyarak bakarken… Ailesi dahi ondan utanırken… O hayata gülümsemeye çalışıyordu. Aynı benim gibi. Onun yaşındaki çocukların dilekleri genellikle bisiklet, paten ya da playstation olurken onunki yürümekti ya da konuşmak… Yine dünyanın bir tür adaletsizliği demiştim onu ilk gördüğümde fakat düşündükçe yanıldığımı anladım, bu sefer sadece içindekilerin düşüncesizliğiydi. Aslında engelli olmak o kadar da abartılacak bir şey değildi ama insanlar işte onlar olayları başkalarının üzerinden (bir gün onların da başına gelebileceğini düşünmeksizin) abartarak kötülerler… Bir bakıma çok daha farklı bir şey olabilirdi bence engellerimizin olması… Mesela herkeste olmayıp birinde olunca o kişi çok özel ve güzel oluyor hatta zengin ve farklı oluyor hatta herkes ona sahip olmak istiyor. Peki, neden herkeste olup da onlarda olmayan bir şey özel görülmüyordu ki...
Ömrüm boyunca insanları ve yaptıklarını hiç anlamadım. Çok değişik varlıklardı. Aslında bir bakıma doğaya benziyorlardı sadece onların çoğunun kalbi karanlık bürümüştü… Halbuki her şey onlar içindi… Dünya onların ellerinin altındaydı istediklerini yapıyorlardı onunla, ama yine de yetmiyordu onlara… Ben hayatım boyunca onları dinledim, anlamaya çalıştım bazenleri anladım sandım, bazenleri çok üzüldüm daha üzülemem dedim ama çok daha fazla üzüldüm, dahası olmaz dedim. Tahmin dahi edemeyeceğim şeyler yaptılar, bazenleri inanmak istemedim yapmazlar o kadar demek istedim ama her zaman yaptılar. Keşke biri durup neler olduğunu bambaşka bir pencereden görebilseler… Eminim bazı şeyler değişirdi. İnsanlar çok gariplerdi, mesela hep ağlarlardı gölgemde yalnız oldukları zamanlarda… İnsanlardan saklıyorlardı acılarını sanırım. Peki, neden ki?.. Onlar kardeş değil miydi?.. Mutluyken hep öyle diyorlardı birbirlerine… Belki de değillerdi… Hep acılarını düşünürdü onlar hiçbir zaman durup da şu gün çok mutluydum dememişlerdi bana. Onlar hayatları boyunca pişman olurum diye yapmadıklarının pişmanlığını yaşadı… Aslında cesaretlerini toplayıp yapsalar ne kaybedebilirlerdi ki bazenleri halatları çözüp güvenli limandan uzaklaşmak gerekir. Hayatım boyunca neden, dedim ben… Şu an ölüyorum ve hala bulamadım nedenlerini. Sanırım onlar da çoğu soruların cevabını bilmiyorlar ama onlar bu yalan dünyayla o kadar meşgul ki cevap arayamıyorlar…
Hep “mutlu son” aradınız ama belki de yaşayıvermek lazımdı… Her şeye canınızı sıktınız ama ne bu dertler kalıcıymış ne de bu ömür. Hem ne demiş Yunus Emre: “Derdi dünya olanın, dünya kadar derdi olur.” Bakın ben ölüyorum… Hayat çok kısaymış mütevazice ve doğanın bize sunduklarına değecek şekilde yaşamak lazımmış. “Kaf dağı kadar yüksekte olsan da kefene sığacak kadar küçüksün insan.” dememişler boşuna. Hayat, harika diyemem ama hayatı güzelleştirmek senin elinde… Ne olursa olsun doğa seni seviyor…
5 notes
·
View notes