Don't wanna be here? Send us removal request.
Text
Finally I put the question: has a woman ever herself conceded that a woman's head is profound, that a woman's heart is just? And isn't it true that, speaking generally, "woman" up to this point has been held in contempt mostly by woman herself - and not at all by us?
Nietzsche
0 notes
Text
La culture, c'est comme la confiture, moins on en a, plus on l'étale.
0 notes
Text
The gap between perception and reality causes discomfort and agony. Cognitive dissonances accumulate over time, and at some point, there is no turning back.
0 notes
Text
“Smart people learn from everything and everyone, average people from their experiences, stupid people already have all the answers.” —Socrates
0 notes
Text
"L'uomo medio guarda senza vedere, ascolta senza udire, tocca senza sentire, mangia senza gustare, si muove senza consapevolezza, respira senza sentire gli odori e parla senza pensare"
- Leonardo da Vinci
0 notes
Text
0 notes
Text
Ateşli sözlerimle kandırıp Yanlış yolun karanlığından Düşmüş ruhunu kurtardığım zaman, Derin bir azap duyarak Seni saran ayıbı Pişmanlık içinde lanetledin. Unutkan vicdanını anılarınla cezalandırmak için, Benden önce olanları Tek tek bana anlatırken Birden bire yüzünü ellerinle kapadın; Ruhundaki isyan sonunda Utançla, dehşetle sarsılarak Gözyaşlarına boğuldun... vb. vb. vb...
0 notes
Text
“I am tired of myself tonight. I should like to be somebody else.”
― Oscar Wilde, The Picture of Dorian Gray
0 notes
Text
Yeryüzünde yalnızım; artık ne bir dostum var, ne de ait olduğum bir toplum. İnsanların en şefkatlisi, bu insanlar arasından söz birliğiyle dışlandı. Bunlar, olanca kinleriyle beni kendilerine bağlayan bağları kesip attılar. Jean Jacques Rousseau
2 notes
·
View notes
Text
Zaman geçtikçe, ailenin ne kadar önemli olduğunu daha iyi anlıyorum. Her ebeveynin kendine has bazı bencillikleri olsa da, koşulsuz olarak dönüp sığınabileceğin bir yuvanın varlığını hissetmek büyük bir ayrıcalık.
Şartsız bir şekilde seni fedakârlıklarıyla kuşatan ebeveynler, çocuklarına güven ve huzur hissini ister istemez aşılıyorlar. Çocuklar, ancak belirli bir olgunluk düzeyine ulaştığında bunun farkına varabiliyorlar ve ne yazık ki her çocuk bu ayrıcalığa sahip değil. Bu ayrıcalığa sahip olanlar ise, ebeveynlerin bu duyguyu koşulsuz olarak aktardığı için, sahip olduklarının farkına varacak kadar nadiren duraksıyorlar; çünkü söylenmeyenleri fark etmek zor olabiliyor.
Bir insanın, ailesi tarafından kabul edilebilmek için bile belirli şartları karşılaması gerektiğinde ve aileden gelen güvenin belirsiz temeller üzerine kurulu olduğunda yaşayacağı acıyı tahmin etmek çok zor. Bazı eksikliklerin duygusunu, onları yaşamadan anlamak zor. Kendini aileye dahil hissetmek ve kabul edilmek adına rol yapmak zorunda kalmak çok zor.
Her taraf koşullarla çevrelenmiş olduğunda derin bir huzursuzluk kaplar insanın içini. O huzursuzluk ancak insanın kendiyle konuşmasıyla, yani yazarak, hafifleyebilir. Bazı lükslere sahip olamamış çocuklar, kendi davranış kalıplarını olduğu gibi anlamlandırmalıdır. İnsan kalıcı bir huzura erişmek istiyorsa, her zaman içine bakmalıdır çünkü belirli bir olgunluktan sonrası "herkesin kendi yüzünden"dir.
1 note
·
View note
Text
Milyonlarca insanın aynı ahlaksızlıkları paylaşıyor olması bu eylemleri erdemli kılmaz; birçok hatada müşterek olmaları onları doğru yapmaz; ve milyonlarca insanın aynı zihinsel patoloji biçimlerini paylaşıyor olması onları aklı başında yapmaz.
- Eric Fromm, The Sane Society
3 notes
·
View notes
Text
Kırılganlık ve duyarlılık insanın yara alma kapasitesini gösteren kavramlardır. Genelde bu kavramlar negatif olarak nitelendirilse de, yara alabilen insan büyümeye devam eden insandır. Yara almaya açık olan insan daha derin ilişkiler kurabilir.
Özellikle çocukluk döneminde alınan yaralar ve kırgınlıklar, bireyin kendisi için katlanılması çok acı verici bir hale sebep olmuş olabilir. Bu noktada, insan kırılganlıklarını kapatmaya çalışır ve bu durum bireyin hep "haklı" olduğunu düşünmesine sebebiyet verir çünkü haklı olmak güçlü hissettirir. Ne yazık ki sürekli haklı hissetme durumu, kişinin büyümesini durdurur ve kendini sürekli haklı olmak zorunda hissettiği bir sarmalın içine sokar. Bir yengeç sert bir kabuğun içinde büyüyemez. Büyüyebilmek için kırılgan bir halin içinde bulunması gerekir. İnsanların acıdan korunmak için geliştirdiği her bir savunma mekanizması, aynı hayatların taklitlerini yaşamalarına sebebiyet verir.
"Yaşamak dünyada en nadir rastlanan şeydir. Çoğu insan sadece var olur, hepsi bu" --- Oscar Wilde
En üzücü olan ise insanların ne yaşacaklarının, bu denli önceden belirlenmiş olmasıdır. Bu durumu kimi inanış kader olarak nitelendirse de aslında her şey nedensellikten ibarettir. İnsan, kendisini eleştirebilme yeteneğinden acizdir ve çoğu insan yaşadığı acıları haketmediğini düşünerek, sonraki davranışlarını buna göre şekillenir. Sanki, dünyanın bir adalet sistemi varmış da, acı ve zorluk yaşadıkça, başkalarının acılarını o kadar umursamama hakkı kazanıyormuşuz gibi hissederiz.
Her insan belirli bir derece değersizlik duygusu yaşar ve çoğu insan bu değersizlik hissini en az yaşayacağı ortamlarda bulunmayı tercih eder. Çocuklukta yaşanan ve bireyin kendisini diğerleriyle kıyaslamasına sebebiyet veren her durum, kişinin yetişkinlikteki motivasyonlarını direkt olarak etkiler. Birey, değersizlik duygusu ile baş etmek için yöntemler geliştirir. Bu yöntemler, kişinin hayatını ve karakterini şekillendirir.
Her motivasyonun altında bir eksiklik yatar ve her bir eksiklik motivasyon yaratır. Kişi, motivasyonlarını öldürmeden bu eksikliklerini fark edebildiği kadar özgür ve huzurlu olur.
"İnsan dünyaya sadece yemek, içmek, koynuna birini alıp yatmak için gelmiş olamazdı. Daha büyük ve insanca bir sebep lazımdı." ---Sabahattin Ali
Derin farkındalıklar, motivasyonları öldürür çünkü hem farkında hem gülhane parkında olmak zordur. Farkında olan insan devam etmek için kendini gerçekçi yalanlara inandırmalıdır ya da çevresindeki insanların hayalleri doğrultusunda şekillenmelidir. Oyunu oynamamanın bedeli dışlanmaktır ve yaşlandıkça bu algı daha da kemikleşir.
2 notes
·
View notes
Text
Ölüm, intihar ve karanlık kendini sürekli hatırlatıyor. Bu durumlara subjektif benliği ile yaklaşan insan, kendini katlanılmaz ve sürdürülemez bir duygu havuzunun içinde buluyor. Kimisi bu havuzun içinden daha güçlü çıkarak, daha önce kendisi hakkında fark edemediklerini keşfediyor, kimisi ise bu duyguların esiri oluyor.
Her şeyin bir sonu var. Yaşamın bir sonu var. Bir gün sevdiklerimizle son yemeğimizi yiyeceğiz ve bundan haberdar bile olmayacağız. Eninde sonunda bir gün, son yemeğimizi yiyeceğiz ve hayata gözlerimizi yumacağız. Bunları açık bir şekilde kendimize hatırlatmadığımız takdirde, hayatımız, kendi kurmadığımız hayallerin esiri olarak yaşayacağımız bir simülasyondan ibaret olacak.
Tek gerçekliğimizin kaygılar olduğu bir dünyada, düşünmenin ve anlamanın ne kadar zor olduğunu fark etmemek elde değil. Sanki yaşadıklarımız bizim değil, başkalarının hayalleri, amaçlarımız önceden belirli. Ve bu sarmalın içinde kendimizi mutlu hissettiğimiz anlara ve sahte mutluluklar yaratmaya tutunuyoruz. Bir gülüşün, bir anlayışın, bir anının kıymetini bilmekten acizken, sanki ötede daha fazlası varmış gibi davranıyoruz.
Farkındalık, insanın kendini bir oyunun içine sokamamasına sebep olur çünkü neyin gerçek neyin sahte olduğunu düşünen insan, bir anlam arayışının esiri olur. Sonu belli olmayan, belirsiz olan her şey insanı kaotik bir zihin yapısına sürekler. Belirsizliğe tahammül edebilmek mümkündür ancak emek ve çaba gerektirir. Nitekim hayatın kendisi tamamen bir kaostur ve trajikomik olarak insan bu kaosun içinde bir düzen arayışı içindedir. Her insan bir düzenin parçası olmak ister ve mutlak özgürlük düşüncesi özünde insanı korkutur. Tarikatların zeki insanları içine katabilmesinin yegane sebebi budur, yapay bir özgürlüğün içinde düzen durumu, hem özgürlüğü hem de düzeni aynı anda hissettirir.
İnsan, gerçeğin farkında olmak istemez çünkü gerçek yıpratıcıdır. İnsan özgür hissetmek ister ama özgür olmak istemez. İnsan güçlü hissetmek ister ama güçlü olmak için gerekli olan davranışları sergilemekten kaçınır. Her şey yansımanın yansımasıdır ve bu yansıma kimi insan için yeterli hissettirir. Kimi insan kendini kandıramayacak kadar farkındadır ve bu büyük bir anomalidir. Ancak kendini kandırarak, bir şeylere devam edebilir insan.
Mutlak ihtiyaçlarını karşılamak zorunda olan insan, yaşamın anlamını düşünme lüksüne sahip değildir. Her şey belirlidir ve belirli olanlar için yapması gereken eylemleri gerçekleştirmek zorundadır. Bu ihtiyaçlarını karşılamayı başaran kişi, eğer kendini entellektüel anlamda doyurmayı başaramadıysa, bir amaç bulmakta zorlanır ve tüketimin bir esiri olur. Refah ile kültürün eşit derece artmadığı toplumlarda mental hastalıklara bu nedenle daha çok rastlarız. Çünkü insanın dışarısı dolu, içerisi boş kalmıştır. İnsanın içinin boşluğu ancak kişinin kendisinin isteğiyle dolabilir, diğer türlü her zaman bir köleden ibaret olacaktır.
İnsan yalnızca temel gereksinimlerinin karşılanması sonucunda ortaya çıkan bir tür değildir, çok daha komplekstir ancak hayatı boyunca yokluk çekmiş insanlar bütün problemlerinin çözümü olarak parayı mutlak doğru olarak konumlandırırlar. Çoğu insan içlerindeki boşluğa dönüp bakma cüretini göstermezler. O yüzden günümüzde psikoloji klinikleri bu denli doludur çünkü para kazanmak belirli bir hedeftir ancak kendini anlamak tamamen bir belirsizliktir.
Milyonlarca insan, kendi hissettiklerinin sebeplerini anlayamadan hayatlarını kaybedecek ve bu yaşamların hepsini düşününce içimi derin bir azap kaplıyor. Farkındalık toplumda varolabilmek açısından bakınca bir anomali olsa da kendine bakma cüreti gösteremeden yaşayan her insan, bir ceylanın yaşamına kıyasla ne kadar farklı yaşamış sayılır?
Burada yazılan düşüncelerin büyük bir kısmının toplumda herhangi karşılığı olmayacak. Çoğu değersiz, peş para etmeyen birer düşünceden ibaret olacak. Bu düşünceleri farklı bir ortamda, farklı bir kişi tarafından duyan kişiler belki bunlardan etkilenebilirdi ancak düşüncelerin kendisi mi önemli yoksa kimin söylediği mi? Kimin söylediği önemliyse toplum için, bu sahte bir yanımsamadan ibaret değil mi? Kimi insan bunları düşünme lüksüne sahip olarak doğar. Ki bunu bir lüks olarak nitelendirmek doğruluk taşımayabilir. Çocuklukta eksiklik hissetmemiş herkes belirlil motivasyonlara karşı eksiklik hisseder. İnsanların çoğu yaşadıkları eksikleri birer erdem olarak nitelendirir ancak bu eksikler özünde kendi içlerindeki motivasyonun yaratıcısıdır. Her şeyi yapabilecek olan hiçbir şeyi yapacak kadar motivasyon hissetmez.
Anlam arayışı olmaksızın bir amacın askeri olan her insana imrenmek gerekir çünkü gerçek bir amacı hisseden insan, huzurun yakınında seyreder.
1 note
·
View note