Tumgik
sanalkelam · 5 years
Photo
Tumblr media
Göz yummak dost kazandırır, hakikat ise nefret... #Terentius
Niceliğinde sevgi payesi bulunan dostluk Allah’ın insanlara bahşettiği bir durumdur. Doğanın gereği, insan ya da hayvanların sezgi ve güdülerle yaptığı bir davranış türüdür. İhtiyaçtan daha çok gerekliliktir.
 “...dostun hatalarını görmezden gelen, onun uçuruma yuvarlanmasına neden olur.” (Alıntı)
 Roma’da MÖ 106 tarihinde doğan hitabet ustası, şair bakışlı siyaset adamı. MÖ 75’te questor, MÖ 69’da aedilis, MÖ 66’da pretor ve MÖ 63’te ise consul olmuştur. Hatta dönemin saygın kişisi tarafından “pater patriae” – devletin babası- unvanını almıştır. Bunların hepsini ise kendi tırnaklarıyla kazıya kazıya yapmış ve Roma’da kendi döneminin en önemli şahsiyetlerinden bir tanesi olmuştur. Atlı sınıftan olduğu için Roma tarihinde bir ilk olarak consul seçilmiştir. Küçüklüğünde Yunancayı öğrenmiş ve hocası Yunan Hatip Apollonius Molon tarafından – hocası aynı zamanda Jul Sezar’ın da hocasıdır – “Sana büyük bir hayranlık duyuyorum Cicero ve tebrik ediyorum, ancak Yunanlar için üzülüyorum. Şimdiye kadar elimizde kalan tek sermaye eğitim ve söz hâkimiyetiydi. Ne yazık ki artık senin sayende bunlar Romalıların elinde geçecek.*” diye küçük yaşında övgüye mazhar oldu. Bu söylem ise Cicero’nun dil becerisinin ve ne kadar iyi bir hatip olduğunun bir göstergesidir.
 “Göz yummak dost kazandırır, hakikat ise nefret... #Terentius” (Alıntı)
 Bir önceki kitabı Yaşlı Cato veya Yaşlılık Üzerine 'de de gördüğümüz ve kitabında kendisi değil de dönemin çağdaş kişiliği olan Marcus Porcius Cato’yu diyalog tarzı konuşturmuş, kendi görüşlerini Yaşlı Cato üzerinden biz okurlarına ulaştırmıştı. Bu eserinde de aynı tarzı korumuş; dostluklarına hayran olduğu Gaius Laelius ile Publius Scipio’yu örnek alıp, aklındaki “dostluk üzerine” olan görüşlerini Laelius’u konuşturarak, diyalog tarzında biz okurlarına ulaştırmıştır. Artık Cicero’nun Platon’dan etkilendiğini sürekli söylemesek de yazılarındaki Platon esintileriyle sık sık karşılaşmaktayız.
 “...birine değer verdikten sonra düşünüp taşınmak değil, düşünüp taşındıktan sonra birine değer vermek gerekir.” (Alıntı)
 Cicero dostluğu iyi insanların hak ettiğine inanıyor. Akrabalık ile dostluğu bir araya getirip, arasındaki farkları biz okurlarına sunduktan sonra dostluğun kesinlikle erdem ile alakalı olduğunu ve erdemlik yoksa dostluğunda olmadığını savunup, bunları örnekliyor. Dalkavukluğun, şakşakçılığın yalancı dostluklar olduğunu ve sonunun acıyla bittiğine değiniyor. Paranın, makamın ve mevkiinin kesinlikle en iyi dostlukları bozduğuna birçok kere şahit olduğunu ve dostlarınızı seçerken ihmalkâr davranılmaması gerektiğini sonuna kadar savunuyor.
 Sizin için her şeyi yapabilecek dostlarınız muhakkak vardır. Yaptığımız yanlışların en başında yanlış kişilere dost dediğimizden başımıza geldiğidir. Dost dostu suça teşkil etmez. Bu dost değil suç ortağıdır. Bu ayrımları iyi bilmek ise erdem gerektirir ve yukarıda söylediğimiz gibi erdem yoksa dostluk yoktur.
 Eserde Cicero bize dostluğun nasıl olması gerektiği ve gereksinimlerini, aynı zamanda da dostluk diye tabir ettiğimiz durumun aslında dostluk değil de dostluk payesi altına saklanmış başka ihtiyaç, şehvet, hırs gibi durumlar olduğunu söylüyor.
 Yaptığı gözlemler gerçekten 2000 senelik güncelliğini koruyor ve kitap rehber olacak nitelikte hala kendini eskitmemekte ısrar etmektedir. Bu bilgilerin güncelliğini yitirmemesi 2000 senedir insan olarak üzerimize bir şeyler katıp ilerleyemediğimizin göstergesidir.
 Kitabım Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’ndan, çevirisi olması gerektiği gibi iyi ve anlaşılır. Yazarın sade ve akıcı dili bu kitabına da yansımış ve çevirmenin işini kolaylaştırmış. Kitap yazar hayatıyla başlıyor, yazarın diğer eserlerine değinip, bu eser hakkında bilgi sunduktan sonra konuya geçiyoruz. Sayfaların sol tarafı Latince sağ tarafı ise Türkçe olarak sunulmuştur. Çevirmen notları ve okur bilgilendirmeleri yazımın sonunda “son notlar,” “kaynakça” ve “kişiler/terimler sözlüğü” ile sonlanıyor.
 Sözün özü; kitap okurların hayata bakış açılarını değiştirecek kadar hassas konulara değiniyor ve erdem, ahlak gibi konularda dostlukların nasıl olması gerektiğini söyleyip, kılavuzluk ediyor. Herkesin okuması gereken ender eserlerden bir tanesi olduğuna inanıyorum. Tavsiye ederim.
 “İnsanlar rahatsız olmaları gereken şeylerden rahatsız olmuyor, umursamamaları gereken şeylerden rahatsız oluyorlar, zira hata yapmalarını bir sorun olarak görmüyor, eleştirilmeyi rahatsız edici buluyorlar, oysa tersine, kusurlarına üzülmeleri, düzeltilmekten de hoşlanmaları gerekirdi.” (Alıntı)
Sevgi ile kalın.
 *Plutarkhos – Demosthenes ve Cicero Paralel Hayatlar – Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları – Sayfa 36
https://sessizm.blogspot.com/2019/05/marcus-tullius-cicero-dostluk-uzerine.html
0 notes
sanalkelam · 5 years
Text
Kendini Bil ve Hareket Et...
Merhaba… Sigarayı silah sanan gençler size de merhaba. Aaa… Tv karşısında akşamını sabah eden güzel kadınlarımız ve siz biricik erkeklerimiz, evet size de merhaba. Günün her zamanı sokağımızın başındaki üç katlı binanın giriş katında oturan; sokağın daimi sakini olan, asla kendi fikri olmayan ve başkalarının fikirlerini doğru, yanlış bakmaksızın kendi fikriymişçesine doğru kabul eden Nuran Abla bu merhaba en çok sana. Yumurtadan çıkıp da tavuğu beğenmeyen evlatlarımıza da merhaba. İyiliği, enayilik ile karıştıran canım eniştem sana da merhaba. Ve sen, bunu okuyan güzide insan; biliyorsun ki sen bu dünyanın merkezisin ve sen olmazsan bu dünya var olmaz. Her zaman aklından geçtiği gibi “benim doğumumla başladı yaşam ve benle sona erecek,” düşüncen gibi. Sana da merhaba. Nice nitelikli meslek sahipleri olanlar; sıfatlarınızın kudretinden artık sıkılmadınız mı? Ezmiyor mu artık taşıdığınız üniformalar içinizdeki insan yanınızı; size de merhaba. Merhaba kuşlara, kuşları besleyen doğaya ve doğanın daimi misafiri olan bütün sulara, su damlacıklarına ve yağmura. Can havliyle koşan tavşana, açlık ve yorgunluktan bitkin düşmüş tavşanı kovalayan tilkiye; size de merhaba… “Kendini her yerde bulabilir ve her yerde tanıyabilirsin... Yeter ki, kendi yüzüne bakacak cesaretin olsun.” (Alıntı) Telefonu iletişim aracı olarak icat Sayın Bell artık bütün insanlığımızı icadınla kölen haline düşürdün ve bir haberleşme aracı olan televizyonu icat eden Sayın Baird dahası Farnsworth, Jenkins ve Zvorikin eserinizi izleyen bir mankurt sürüsüyle övünebilirsiniz. Bilim; her zaman kendi zamanına ışık tutan bir uğraştır ve uzun vadede kesinlikle insanlığa faydası değil de zararı olan bir adını arşa yazdırma mücadelesidir. İyi tarafları da yok mudur diyeceksiniz? Elbette vardır, ancak “200 – 300 sene sonraki torunlarımızın bize aptal insansılar” deyip, demeyeceğini bilemeyeceğiz. Bu insanlık atom bombasını icat edip, bu bombayı çekinmeden kullanabilecek insanları da gördü. Bizim toplumla, aile ile başkaca kişiler ile bir alıp veremediğimiz yok. Bizim bütün sorunumuz kendimizle. Çünkü biz kimiz ki? Biz kendimizin gücünün farkında olmayan küçük insanlarız. Çevremizdekilerinin başarılarını küçümseyecek, inanmayacak, destek olmayacak kadar fikirsiz bireyleriz. Çünkü başarı biz gibi küçük insanların harcı değildir? Bu sebeple buna inanmaz ve inanmak istemeyiz. “Şayet yaşam ya da düşünme tarzında yüksek standartlara ulaşamıyorsak, bu vatanımızın küçüklüğüyle değil, kişisel yetersizlikle alakalıdır.” (Alıntı Plutarkhos’un Demosthenes - Cicero kitabındandır) Sayın Wilhelm Reich’in eseri de kendi kabukları içerisine sıkışmış ya da sıkıştırılmış küçük insanlara “belki,” “neden olmasın,” “olabilir” ve en sonunda “başarabilirim” dedirtecek yazı topluluğudur. Eser içerisinde insan yaşam tarzı olan güden ve güdülenin bir nevi karşılaştırılması; tepkileri ve verilen tepkilerin “nedensellik” olarak görülüp bir sonuca vardırılma çabasıdır. Peşlerine taktıkları insanları yıkıma götüren akılsız fikir sahiplerinin toplumdaki sempatik pozisyonlarını ve onları bizlerin nasıl şakşakladığının bir vesikasıdır. Celladına âşık olmuş bir insanlığın kıyımdan kurtulması ise imkânsızdır. Kabuğunu kır ve hareket et. Konfor alanını terk etmedikçe Platon’un “Mağara Alegorisi’nden” öteye gidemezsin. Ancak kafanı mağaradan çıkarır; ışığı görünce yanan gözlerinden çekinir ve bir bilinmeyen dünyadan korkup yeniden zincirlenmek için mağara içerisindeki yerine geçersin. Bu sen değilsin. Nosce Te İpsum - Kendini Tanı – ve “içinden geldiği gibi yap,” kulak asma, eleştir ve eleştirilmekten korkma… Bil ki ancak sen kim olduğunu bilir ve belirlersin. Kendin ol. Hedeflerin daima büyük olsun, dünyayı dolaşacağım de ve kendi çevreni dolaşmakla başla. Hareket etmezsen başaramazsın! “İnsan bilim yapar, sabreder, çiftliğini yönetir, şiir yazar, siyaset yapar, iş çevirir, yolculuk eder, sevişir, hasılı bir alay şey yapar, umut eder, kendine zaman tanır ve hepsinden fazla, hayal kurar.” (Alıntı José Ortega y Gasset ‘in İnsan ve ''Herkes'' kitabındandır.) Kitabım Cem Yayınevi’nden, çevirisi orta ayarda, anlaşılmayacak kadar kötü de değildir. Sözün özü; kitap son derece gerçekçi, kendi doğru ve yanlışlarınızı görmeniz için bir rehber. Kesinlikle okunulası ve tavsiye edilesidir. Ama Fareler Uyurlar Geceleyin kitabından alıntıdır. Sen makine başındaki, sen atölyedeki adam: Sana yarın su boruları ve tencere üretmeyi bırakıp çelik miğferler ve makineli tüfekler üretmeni emrederlerse, yapacağın tek şey var: HAYIR demek! Sen tezgâh başındaki, sen bürodaki kız! Yarın sana mermilerin içine barut doldurmanı ve keskin nişancıların tüfekleri için dürbünler üretmeni emrederlerse, yapacağın tek şey var: HAYIR demek! Sen fabrika sahibi! Yarın sana pudra ve kakao yerine barut üretmeni emrederlerse, yapacağın tek şey var: HAYIR demek! Sen laboratuvardaki araştırmacı! Yarın sana eski yaşama karşı yeni bir ölüm bulmanı emrederlerse, yapacağın tek şey var: HAYIR demek! Sen odandaki şair! Yarın sana aşk şiirleri değil de nefret ve kin şiirleri yazmanı emrederlerse, yapacağın tek şey var: HAYIR demek! Sen hasta yatağının başındaki doktor! Yarın sana hasta kişilerin raporlarına “savaşabilir” diye yazmanı emrederlerse, yapacağın tek şey var: HAYIR demek! Sen mihraptaki rahip! Yarın sana cinayetleri takdis etmeni, savaşı kutsamanı emrederlerse, yapacağın tek şey var: HAYIR demek! Sen gemideki kaptan! Yarın sana geminle bundan böyle buğday değil, top ve zırhlı araçlar taşmanı emrederlerse, yapacağın tek şey var: HAYIR demek! Sen hava alanındaki pilot! Yarın sana bir kentten bir kente bomba ve fosfor taşımanı emrederlerse, yapacağın tek şey var: HAYIR demek! Sen tezgâh başındaki terzi! Yarın sana bundan böyle yalnızca asker üniformaları dikmen emrederlerse, yapacağın tek şey var: HAYIR demek! Sen cüppeli yargıç! Yarın sana bundan böyle “divanıharpte” çalışmanı emrederlerse, yapacağın tek şey var: HAYIR demek! Sen istasyondaki görevli! Yarın sana bundan böyle cephane ve asker taşıyan trenlerin kalkışı için işaret vermeni emrederlerse, yapacağın tek şey var: HAYIR demek! Sen köydeki, sen kentteki adam! Yarın seni silahaltına almak istediler mi, yapacağın tek şey var: HAYIR demek! Sen Normandiya’daki, sen Ukrayna’daki, sen Frisko’daki, sen Londra’daki, sen Hoangho’daki ve sen Mississippi’deki, sen Napoli’deki, sen Hamburg’daki, sen Kahire’deki, sen Oslo’daki anne, siz yeryüzünün dört bir yanındaki, siz bütün dünyadaki anneler, sizlere yarın askerî hastanelerde hemşirelik yapacak kızlar ve yeni savaşlar için askerler doğurmanızı emrederlerse, yapacağınız tek şey var: HAYIR demek! Hayır demezseniz sizler, hayır demezseniz siz anneler... Sevgi ile kalın.
0 notes
sanalkelam · 5 years
Text
Krallar filozof, filozoflar kral olunca...
Tumblr media
Asırlardan beri süre gelen “devlet” hakkında yazılan bütün eserlerin yazımlarının aslında birer cevap olduğunun gerçeği su götürmezdir. Aristoteles’ten günümüze kadar yazılan bütün bu eserler aslında “Devlet” isimli bu esere cevaptır.
Platon MÖ 428 - 348 tarihleri arasında yaşamış ileri görüşlü Yunan düşünce adamı, ekstremisttir. Platon Peloponnes Savaşı başlangıcından 4 yıl sonra doğmuştur. Atina’da demokrasi çöktüğünde 23 yaşındaydı. Yenilenen demokrasi MÖ 399 yılında hocası Sokrates’i idam ettiğinde 28 yaşındaydı. Bu olaydan sonra Atina’dan ayrılmış - tahminen 18 yıl süren bir ayrılık – bütün Yunan topraklarını gezmiştir. Döndüğünde ise Platonik akademinin – Akademos – kurucusu olmuştur. Ki kurulan bu akademi daha sonrasında çevresine ve özellikle de Yunan ve Roma dünyasına felsefi kaynaklık etmiştir. Okulun en bilindik öğrencilerinden birisi de Aristoteles’tir. Yaklaşık olarak 300 yıl etkin bir şekilde eğitimin devam ettiği bu okullarda Hristiyanlığı’nda çıkması ve yaygınlaşmasıyla manastırlara devredilmiş; akabinde ise modern çağın üniversiteleri haline gelmiştir. 80 yaşına kadar yaşamıştır.
“Bir adam güzel şeyleri sever ama güzelliğin kendine inanmaz, onu öğretmek isteyenin ardından gitmezse, gerçekten yaşıyor mu dersin bu adam? Yoksa ömrü bir rüya içinde mi geçiyor? Rüyanın ne olduğunu bir düşün... Uyurken ya da uyanıkken bir şeyin benzerini, onun benzerini olarak değil de, kendisiymiş gibi görmek değil midir rüya?
...
Oysa ki, güzelliğin kendi varlığına inanan, hem onu hem de katıldığı şeyleri gören, güzeli güzel şeylerle, güzel şeyleri güzelle karıştırmayan adam rüya içinde mi yaşar, yoksa gerçek içinde mi?” (Alıntı)
Hazır üniversite demişken Platon’un şehri Kallipolis ve üniversiteler arasındaki benzerliği de görmemek elde değildir. Her iki yerde de kızlı-erkekli kişiler “genç bir yaşta” “bilgi, cesaret, özgüven, liderlik, sorumluluk ve disiplin” kapasiteleri ile seçilip, beraber eğitim görürler ve –burası önemli – “ailelerinden uzakta…” Ortak yaşam alanları, ortak yemek alanları, aile kavramının ortadan kalktığı bir yerde birlikte ders çalışarak eğitimlerini sürdürürler. Her iki kurumda da bu saydığımız özellikler ortaktır ve en iyi olmak, insan yararına, kamu yararına en iyi olanları seçmektir. Akabinde ise yıllar sürecek zorlu bir ders ve eğitimden geçerler. Eğitim sonucunda ise başarılı olanlar hem Kallipolis’te hem de üniversitelerde yani günümüzde liderlik, kamusal pozisyon almak için hayata atılırlar. Bu da bize Platon’un mirasçısı olduğumuz kanısını güçlendirir. Bir deyime ise Platon olmasaydı üniversiteler olmazdı.
Platon’un Devleti neden yazdığını anlamak için yine 70’li yaşlarında kendi yazımları olan otobiyografi değeri taşıyan mektuplarına bakmak en yeterli kaynaktır. Buradaki mektupları bir dönem Sicilya’da bulunmuş olmasından dolayıdır; 7. Mektup olarak ele alınan “Platon'dan Dion'un akraba ve dostlarına” başlığıyla gönderilmiş mektuptur.
“Gençlikte, ben de birçok genç gibiydim. Kendi kendime davranabileceğim gün gelince, hemen devlet işlerine atılmaya karar vermiştim. Ama o zaman, bu alanda birçok değişme olmuştu; kendimi şu durum karşısında buldum: Birçok kimse, o zamanki yönetime saldırmış, ayaklanma çıkmış ve yeni yönetimin başına elli bir kişi konmuştu. Bunlardan on biri kentte, onu da Peiraieus'da görev almıştı; görevleri agorayla kentin yönetimini ilgilendiren işlerle uğraşmaktı. Öteki otuzuna, tam yetkiyle en yüksek erk verilmişti. Bunlar arasında tanıdıklarım, akrabalarım vardı; uygun bir iş vermek üzere beni hemen çağırdılar. Genç yaşım düşünülecek olursa, hiç de aşırı olmayan birtakım düşlemler kuruyordum: Bunların devleti, eğrilik yolundan doğruluk yoluna getirerek yöneteceklerini sanıyor, ne yapacaklarını merakla bekliyordum. Oysa çok geçmeden, eski düzeni sanki altın çağmış gibi arattıklarını açıkça gördüm. Birçok zorbalıktan başka, o zamanın en doğru adamı olduğunu çekinmeden söyleyebileceğim yaşlı dostum Sokrates'e de saldırdılar. Onu başka kimselerle birlikte, bir yurttaşı yakalamaya göndermek; bu yurttaşı ölümle cezalandırıp, Sokrates'i, istesin istemesin, siyasetlerine karıştırmak istiyorlardı. Sokrates onları dinlemedi; onların büyük suçlarına ortak olmaktansa, bütün tehlikelere göğüs germeyi yeğledi. Ben de, bu türlü şiddet olayları ve buna benzer, bunlar gibi önemli daha başka zorbalıklar karşısında tiksinti duydum; olup biten iğrençliklerden uzaklaştım. Az zaman sonra, Otuzlar düştü; kurmuş oldukları yönetim biçimi de onlarla birlikte ortadan kalktı.
… Bununla birlikte, bu durumu iyileştirmek ve tüm yönetim biçimini değiştirmek için yollar aramaktan geri kalmıyor, eyleme geçebileceğim anı bekliyordum. Ama sonunda, o zamanki bütün devletlerin kötü yönetildiğini anladım; çünkü yönetim, uygun koşullar altında yetkin olarak yeniden düzenlenemezse, yasalarının iyileşmesine hemen hemen olanak yoktur. İşte bunun için, felsefeyi överken, ancak felsefenin yardımıyla devletlerin ve kişilerin yönetiminde doğruluk gösterilebileceğini söylemiş; bundan ötürü de, insan soyunun, başına çöken belalardan ancak tam ve gerçek filozofların yönetimi ele almasıyla ya da devletin başında olanların, Tanrı'nın iyicilliğiyle gerçekten filozof olmaları durumunda kurtulabileceğini belirtmiştim.” Kaynak: Platon – Mektuplar - Çağdaş Matbaacılık Yayıncılık Ltd. Şti. – Aralık 1999 – Sayfa 14/15/16
Devlet bir ütopyadır. Bunu söyleyen Platon değildir. 15. Yüzyılda Sir Thomas More tarafından söylenmiştir. Muhakkak ki Devlet bir ütopyadır ve siyasetin çok iyi bir vizyonunu sunar. Kitabın rehber ilkesi karşılılıktır. Devlet ve insan ruhu arasındaki karşılaştırmadır. Modern ve totaliter bir devletin modeli anlatılmaktadır. Şiirde ve teolojide ciddi bir sansürün yapılması, özel yaşam alanı ve ailenin kişilerin hakları olmamasını öngören bir yapıdadır.
“Kamusal eğitim hakkında iyi bir fikir edinmek istiyorsanız Platon'un Devletini okuyun. O, kitapları başlıklarıyla yargılayanlar gibi siyasi bir deneme değildir, eğitim üzerine şimdiye kadar yazılmış en iyi, en güzel eserdir.” Jean-Jacques Rousseau
Devlet on tane kitaptan oluşmaktadır. Birinci kitap bir önsöz, hazırlık, hazırlama mahiyetindedir. İkinci kitap ile altıncı kitap ise kurumun/devletin yani siyaset felsefesinin en yoğun olduğu bölümlerdir. Yedinci ile onuncu kitap ise devlet insan, devlet insan ruhu ve insan metafiziği olarak devam etmektedir.
Birinci kitapta adalet ve doğruluğun tanımı değil de yararlarının konu edildiği diyalog adaletin faydasıyla çözeme ulaşmayı hedefler. Ancak ikinci kitapta bulunan bir hikâye ise mutlak bir gücün hâkiminin neden adaletli ya da adaletsiz olunmasını çürütmektedir. Gyges adındaki bu çobanın hikâyesi bize “güçsüzün” doğruluk arayışı olduğunu hatırlatmaktadır. Çünkü güçlüye adalet gerekmez, o kendi adaletini kendisi yaratabilir. Bu kısım Adeimantos’un sahneye giriş yeridir ve kitabın değiştiği, ismine uygun olarak şekillenmeye başladığı alandır. Sokrates burada bir düşünce fırtınası yaratmayı teklif eder ve bu düşünce paylaşımının ise bir devlet yaratma düşüncesi olduğunu kabul ettirir. Buradan sonraki kısımlar ise kendisi gibi aristokratlara yani diyalogda bulunan Glaukon ve Adeimantos’a göre ilerleyişini sürdürür. Şehir ve ruh metaforunu, her şey kendine benzer ya da benzerini arar düşüncesiyle doğruluğu her ikisine de uygular. Şehir ve ruh hipotezi o şehirlerde yaşayan kişilerinde benzer olduğunu, bu benzerliklerin Timokrasi, Oligarşi, Demokrasi ya da zorbalıkla yönetilen şehirler arasındaki benzerlikleri açığa çıkarır. Her rejim kendinden sonra gelen rejime referans ve rehber olur.
“Bir şehrin duvarları tuğladan değil insandan yapıldı mı, surları olmasa da olur.” (Alıntı)
İdeal insanı keşfe çıktığımız yedinci kitabımızda yapılan bir mağara benzetmesi kişilerin konfor alanından uzaklaşmasından korkmasını, zincirlerini kırıp yeniliklere ulaşamamasını içermektedir. Belki de kitapta bulunan en can alıcı insan psikolojisinin dibine inilen yerdir bu kısım.
Adil bir devlet kurulumda ilk önce yapılacak şeyin şairlerden, mit yaratıcılardan, hikâyecilerden başlanılmasını gerektiğini öne sürer ve bu ütopyada sansürü ileri derecede meşrulaştırır. Çünkü çocuğa küçük yaşta neyi hikâyelerseniz büyüdüğünde de o yönde bir yaşam tarzı benimsemesine olanak tanırsınız. Özellikle üçüncü kitapta Sokrates’i Homeros’un üzerine yürütüp, mitoloji yaratıcısı bu adamı yerdiğini gördüysek de onuncu kitapta bunun daha fazlasını görmekteyiz. Platon’un Homeros kitabından çekinmesinin sebebi günümüz anlayışı ile bakmak yerine; o devirde Homeros kitaplarının dini kitap olduğunu varsaydığımızda ortaya çıkar. Günümüz şiir, destan diye nitelendirdiğimiz bu kitaplar; o devrin yegâne din kitaplarıydı. En küçük bir sorunda o kitaplar açılır, onlardan bakılıp ona göre hareket edilirdi. İnsanlar o kitaplara göre yetişir; özel hayatlarından ziyade siyasal hayatlarını da buna göre düzenlerler ve Homerik kahramanların onları takip edenlere kötü örnek olmaktadır. Hatta Homeros’un iyi, hoş birisi olduğunu da söyler; ancak insanlık adına, devlet adına bir şey yapmadığını da açıkça belirtir. Ne bir Sparta Kralı ve Kanun Koyucusu olan Lykurgos olduğunu ne de Yunan Devlet Adamı Solon olduğunu söyler.
“...şehirlerin de insanlar gibi kaderleri olduğuna... inanılırdı.” (Alıntı)
Platon kitabından bedenin çürümesine değinmiş ve ruhun ölümsüz olduğunu vurgulamıştır. Ruhun ölümsüz olduğunu savunan belki de ilk Yunan filozofu olduğunu söylesek hata etmemiş oluruz. Ayrıca kitabın sonunda verilen “Er’in” hikâyesi ise bir cennet / cehennemvari bir yerin varlığından bahsetmektedir. Genellikle tek bir tanrıdan ve bazen de tanrılardan bahsetmesi ise tek tanrının varlığına inandığını göstermektedir. Bu tek tanrı söylemi de ölümsüz ruh söylemi gibi bulunduğu coğrafyada ilk bir söylemdir.
“Özü gereği, bir şeye bağlantısı olan her şey, tek başına ve kendi içinde ele alınınca, yalnız kendisine bağlı kalır. Buna karşılık belli şeylerle ilgileri bakımından ele alınırsa, kendisi de belli bir şey olur!” (Alıntı)
Diyalog karakterleri;
Sokrates; ana karakter. Diyalogda bulunan diğer karakterlerin doğrularını tartışma, konuşma vasıtasıyla çürütme yoluna giden, bu yolda ikna edebilen, erdemin, bilginin ve insan ruhunun en ince ayrıntılarını çok iyi gözlemleyen karakterdir.
Glaukon; Platon’un kardeşi, aristokrat. Diyalogda düşünceyi edilgen etmeye yarayan iki karakterden biridir. Genellikle içerikte “Evet,” “Hayır,” “Doğrudur…” gibi kelimeler ile karşımıza çıkar. Ancak Kallipolisi yönetebilecek karakterlerden birisi olarak gözükmektedirler.
Adeimantos; Platon’un kardeşi, aristokrat, zevk düşkünü, hedonist. Diyalogda düşünceyi edilgen etmeye yarayan iki karakterden biridir. Genellikle içerikte “Evet,” “Hayır,” “Doğrudur…” gibi kelimeler ile karşımıza çıkar. Ancak Kallipolisi yönetebilecek karakterlerden birisi olarak gözükmektedirler. Glaukon ile arasında fark ise Adeimantos daha cesurdur. Adaletin ise güçsüzlerin dostu olduğunu savunur.
Kephalos; gelenekçi, düz kafalı. Diyalogda aileyi temsil eder. Hatta ailenin başıdır. Ailenin başı olması sebebiyle en yaşlısıdır. Aralarındaki konuşmalar yaşlılığın nasıl olduğu ve cinsel ihtiyaçlara dem vurur. Kitap içerisinde Sophokles ile alakalı bir hikâye anlatır. “Sophokles: “Bırak canım sen de, dedi; bu işten kurtulduğuma bilsen ne kadar seviniyorum. Deli ve belalı bir efendinin elinden kurtulmuş gibiyim”. Sophokles’in bu sözünü beğenmiştim o zaman. Yine de beğeniyorum. Gerçekten, ihtiyarlık bu bakımdan kurtuluş sayılır. İstekler, hırslar gevşeyince insan rahatlar, Sophokles’in dediği gibi zırdeli bir zorbanın elinden yakasını sıyırmış olur. Yaşlıların yakınlarından çektiklerine gelince Sokrates, bunların da sebebi ihtiyarlık değil, insanların kendi huyudur. Ölçülü, uysal olana ihtiyarlık dert olmaz. Öyle olmayana ise, gençlik de bela olur, ihtiyarlık da.” (Sayfa 3) Helenistik dönem yaşam tarzı cinsellik ve para kazanma olarak yaşam tarzıydı. Yaşlanınca ise dine kendini adar ve bu yaşam tarzından kurtulurdu. Platon’a göre bu yaşam tarzı düşündeki devlete uymuyordu ve bu sebeple sadece birinci kitaptan sonra Kephalos’a diyalogda yer verilmemiş, böylece gelenek kovulmuştur. Bu hususta en iyi söylemi Jean-Jacques Rousseau yapmıştır; “Siyasette de ahlakta olduğu gibi, iyilik etmemek kötülük etmektir. Yararlı olmayan her yurttaş zararlı bir insan sayılır.” (Alıntı)
Polemarkhos; mirasçı, vatansever, soylu ya da centilmen. Adalet olarak herkese hakkının verilmesi taraftarıdır. Dostlara iyilik, düşmana ise kötülük yapmayı amaçlar. Dost ve düşman arasındaki ayrım, adil ile adaletsizlik arasındaki ayrım ve iyi ile kötü konularına en iyi sorular bu karakterden sorulur. Sokrates ise gereken cevapları verir ve karakterin düşüncelerini çürütür.
Thrasymakhos; Sokrates’in karşıtı, zıt görüşü, rakibi, realizm taraftarı. Kendisi eğitmendir ve öğrencileriyle beraber girerler diyaloğa. Diyalogda bulunan en dişli karakterdir. Adaleti bildiğini ve bunu diğer kişilere öğrettiğini savunur. En belirgin cümlesi ise; “Doğruluk/adalet, güçlünün işine gelendir.” (Sayfa 17) Kanunları bu güçlü kişiler koyar ve kanunlar tamamen bu kişilerin elindedir. Kanunlar ise bu güçlü kişilere hizmet eder savını ortaya atar. Konunun özeti olacak alıntı ise;
“Derler ki, tabiatta haksızlık etmek iyi, haksızlığa uğramak kötü bir şeydir. Haksızlığa uğrayanlar ise haksızlık edenlerden çok daha fazladır. İnsanlar, birbirlerine haksızlık ede ede haksızlığa uğraya uğraya, birinin tadını, ötekinin acısını duymuşlar. Haksızlığa uğramaktan sakınamayacaklarını, haksızlık etmeyi de her zaman beceremeyeceklerini anlayınca, bir anlaşmaya varmayı düşünmüşler, kanun koymuşlar, kimse haksızlık etmeyecek, haksızlığa uğramayacak diye. Kanunun buyurduğuna, kanuna uygun olana da doğru demişler. İşte doğruluğun kaynağı, özü budur. Doğruluk, en iyi şeyle en kötü şeyin ortasında, yani haksızlık edip ceza görmemekle, haksızlığa uğrayıp öç alamamanın arasındadır. Bu iki şeyin arasında olan doğruluk iyi bir şeydir diye sevilmez: Ona değer verdiren, insanın hep haksızlık etmeye gücünün yetmemesidir. Gücü yetseydi, haksızlık etmeyi, haksızlığa uğramayı ortadan kaldırmak için kimseyle anlaşmaya kalkmazdı. Böyle yapması delilik olurdu.” (Alıntı)
Sözün özü; okuduğumuz bu kitabın görünen kısmı bir diyalogdur. Ancak içerisine girildiğinde edebiyat, felsefe, metafizik, siyaset felsefesi gibi sayısız bir içeriğe ulaşmaktayız. İstenilen açıdan bakılmadığında 50 kere okusak dahi anlamayacağımız bir içeriktir. Her okumada yeni bir şeylerin keşfine açıktır. Diyalog tarzı olduğu için yüksek sesle okunması tavsiye edilir. Okunması gereken naçizane eserlerin en başında olanı dersek hata etmemiş oluruz.
Sevgi ile kalın…
1 note · View note