Don't wanna be here? Send us removal request.
Photo
“I think human consciousness is a tragic misstep in evolution. We became too self-aware. Nature created an aspect of nature separate from itself - we are creatures that should not exist by natural law… We are things that labor under the illusion of having a self, that accretion of sensory experience and feelings, programmed with total assurance that we are each somebody, when in fact everybody’s nobody…”
1K notes
·
View notes
Text
devasa çölün bittiği yerde bir okyanus başlıyor
sonsuzluğa kadar uzanan kızıl fırtınalar
yerini sonsuz mavi çöllere bırakıyor
evrenin bir noktasında bir döngü kızıl ve mavi
tekrar kızıl ve mavi
çölden kurtulsan da okyanuslarda kaybolacaksın
sonu yok
bir döngü
dalgalar soyutlaştırıyor benliğini
ve kum fırtınalarına karışıyor
üstünde ölü bir gökyüzü
fırtınadan haber veriyor
tıpkı şiirde kaçamadı��ın gibi çöllerden ve okyanuslardan
gerçek hayatta da kaçmak olanaksız
hayal ve gerçek, kızıl ve maviye karışmış durumda
eylemsiz çemberin içinde
7.02.2021 04.49 BD
2 notes
·
View notes
Text
O belde bakir hayal bölgelerinde durur; mavi bir akşam daima üstünde dinlenir, eteklerinde deniz ruhlara bir uyku sessizliği döker. Kadınlar orda güzel, ince, saf, geceye bağlıdır, hepsinin gözlerinde senin hüznün var, hepsi kız kardeş yahut sevgilidir; dudaklarındaki ağlayışlı öpüşler, yahut, o gözlerindeki mavi soru sükutu gönülde acıları uyutmasını bilir. Onların ruhu kızgın akşamdan kesif menekşelerdir ki durmadan sükün ve sessizliği arar.
2 notes
·
View notes
Text
Günlerce ağladım… Dünya’ya, geride kalan kadınlara en çok da kendime ağladım…
2 notes
·
View notes
Text
Eğer vaktim olsaydı sana daha kısa bir mektup yazmak isterdim.
2 notes
·
View notes
Text
İnsanlar değişmez. İnsanlar zamanla kendisine benzer.
2 notes
·
View notes
Video
youtube
Oh lord, there must be something you can say
1 note
·
View note
Text
havanın kararmasıyla telaşın başladığı köy kahvesinde, sandalyeler henüz dolmamıştı. çay bardaklarının çınlamaları kaba erkek seslerine karışıyordu. içe içe geçmiş kalabalığı, belirsiz sesleri yararak kapıyı araladım, girişin yanında duran bir masanın kenarına yaslandım. mevsimden olacak ki içerisi dışarıdan daha tenhaydı. bütün pencereler açıktı. duvar boylarını dolduran masalarda birkaç adam oturuyor odanın tam ortasındaki masa boş duruyordu. yaslandığım yerden kalkıp, pencere kenarında, savrulan dumanlar arasında belli belirsiz seçilen adamın yanına yürümeye başladım.
kıvırcık saç ve sakalları birbirine karışmış esmer yüzünde, küçük gözlükleri aydın tiplemesi yaratıyordu. şarap ve sigara kokusunun samimiyeti adamın dilini bana öğretti.
elimle dumanı dağıttıktan sonra söze girdim.
bu kahvede oturan en yaşlı adam siz olmalısınız.
güneşte kavrulmamış beyaz tenim, mavi gözlerim dikkatini çekmiş olacak ki soruma aldırış etmeyerek başını öne eğdi kendisi bir soru yöneltti yabancısınız. nereden geliyorsunuz
batı’yı gösterdim. Bu köyde karşılıklı üç tepe varmış bilir misiniz? Zirvelerinde yel değirmeni kalıntıları olmalı.
niçin soruyorsunuz?
dedelerim bir zamanlar burada yaşarmış. savaşta varını yoğunu o üç tepeye gömmüşler.
bu köyde yalnızca bir tepe var. ona da tilkitepe derler.
istediğim cevabı alamadıktan sonra yaşlı adamın yanından kalkıp salonun ortasındaki masaya oturdum. çok geçmedi, burasının, köylülerin boşluğunda ve yorgunluğunda bir odak noktasına dönüştüğünü anladım. tapılması gereken bir mertebe gibiydi ortadaki yabancı.
bir süre sonra karşımda tozlanmış kıyafetleriyle köylüler belirdi. yarım saat içinde etrafımı çevirdiler. sandalyelerini bana döndürüp daire oluşturdular dört gözle anlatacaklarımı bekliyorlardı
konuşmadım. masadaki kül tablasını bir kenara itip haritayı cebimden çıkardım. kırmızı kumaşın üzerine yaydım. dalgın bakışların içinden uğultular yükseldi. kuşbakışı çizilmiş üç tepe herkesin görebileceği kadar belirgindi.
kalabalığın içinde hareketlenme başladı. dışarıda kimse kalmamıştı. tırnakları kirli bir el çekingen uzanışıyla masama dokundu. el kalktığında gümüş yüzük kumaşın üzerinde parlıyordu.
kıvırcık sakallı yaşlının gözleri bana, rüzgarlı bir tepeyi; define boynunda, parmaklarında, kollarında bulunduktan sonra panikle yeniden gömülmüş cesedi gösterdi. belki de köy kahvesinin tenhalığında o bana fısıldamıştı bunu. toprağın kabul etmediği, değerli takıları.
2 notes
·
View notes
Text
ekinler parçalanmış bedenlerini bırakır samyeline. köhne ayaklar çiğner toprağa meydan okuyan diri sapları. çocuklar koşuşturamaz yanmayı bekleyen anızın üzerinde. akşamı aydınlatan alevleri dizlerinin üstünde izlerler. makineler toplayamaz savrulan toz bulutunu. duman tıkar uyumakta olanların genzini.
1 note
·
View note
Text
SEKTE
Issızlığımı hırpalıyor toprak
eşiklerinde birkaç yüzyıldır ayak izleri saklayan obur şehir
dağınıklığıyla titrek
asfalt kokulu taşlarında güneş kalıntıları saklayan hayat
ekinlerin parçalanmış bedenleriyle birlikte
samyeline bırakmış kendini
süzülüyor
kolera bina aralarından sızıyor ruhlara
demir kapılara çocukların dokunuşları
bereket rüzgarlarıyla aşınmış
küflü boyasına şekiller kazıyor
mevsimin dirliği akıtır ağız sularını
köhne çamaşır ipleri şeffaf dehlizde
salınır ufuk çizgisiyle bir
kir içinde dirsekler
ılık vücuda sürter kendini
silinir öpüşlerle matem
yitirildiğinde kayıtsızlığın gücü
izi kalır kağıtta yumuşak bir silginin de
0 notes
Text
Anlamaya, dinlemeye ve değerlendirmeye vakit yok insanoğlunun boş şeylere vakti yok. Anlatılana karşılık verebilmek, kendimizi anlayabilmek asıl amacımız. Buna rağmen ısrarla sürdürüyoruz karşılıklı mücadeleyi bir gün bu mücadeleyi bırakanlar asıl hakikatle karşılaşıyor.
doğa, insanı yaratılışına döndürme kabiliyetini gün geçtikçe kaybetti, insan üstün geldi tutkularıyla ona. buna insanın anlam arayışı diyenler oldu, eğlence arayışı da olabilirdi bu. yaşadığı çağa tutunamayışı değil, çağı reddedişiydi belki.
tarih öncesi mağara resimlerinde bıraktı yeteneğini insan, modern zamanda, gözlemin yansımasına içsel çatışmalar girdiğinden beri daha estetik ama içtenlikten uzak eserler var etti. Cehennem tasvirlerini cenneti düşleyerek yarattı ama cenneti düşlerken duyumsamadı cehennemi. kötüyü görmezden gelmesi iyinin değerini azalttı. bunlara rağmen inandı ölüme. hissetmeye çalıştı, bir gün yaşayacağı, ölüm anı boşluğunun acıyı yok etme duygusunu. bu yüzden inandı ona belki.
üstünlük duygusu korkudan kurtulma gücü veriyor şimdi türümüze. Gerçeği görmeyi reddediyoruz.
Hissiyat gibi bir şeyde bile insanlar gerçekten rol yapmadıklarına inanabiliyor. Zira insan yalnız kalmadığı sürece duygularını keşfedemez ama biz o özel güne hayatımızda hiç yer vermedik. Her gün birileriyle tutarsız budalaca ilişkiler içindeyiz artık.
4 notes
·
View notes
Text
rüzgar bir kadının bedenini sömürüyor, ayaz parlatıyor gözyaşlarını, gözlerinde araba farlarının izi, parmak uçlarında sis, saç diplerinde kıvılcımlar. bileğinde eski bir kül izi. sesi birkaç gündür yalnız kalmış ağız boşluğunda. umudunu sindiriyor durmadan kapalı dudakları. teninin kokusu geceye dalgalar gibi vuruyor. onu yeni ay kısık gözleriyle yokluyor. ayak bilekleri sıcak vücuduna inatla çıplak, göğüsleri cılız ve savrulmuş bulutların altında dolgun. soğuk; paçalarından boyun altına kadar kuşatmış vücudunu. doğayla kadının kutsal bir aşkı bu. doğa ancak öldürdüğünde kadına sahip olacak. bedenindeki sıcaklık sabaha kadar teslim olmayacak geceye. şafağın yanıbaşında gün ışığının bacaklarını kavramasını bekleyecek.
0 notes
Photo
2M notes
·
View notes
Photo
1M notes
·
View notes
Text
seni otobüsün ıslak camından izliyorum
gizemli bir yansıma bu
parmaklarından ve saçlarından başka hiçbir görüntüyü içine almıyor
tümseklerden geçtikçe titretiyor bakışların pervazları
ellerini ovalayışın ısıtıyor sabahı
yolun sonu gelmesin
seni tanımak istemiyorum
ne kadar konuşursan o kadar çirkinleşeceksin
bilinemezciliğin tatlı felsefesiyle yanımdasın şimdi
arafın kudreti var saç tellerinde
yansıman baştan başa ulaşılamazlık
1 note
·
View note
Photo
2M notes
·
View notes