ROLEPLAYINGGAME; SINIR. || 18, yunanistan , greece. >>> Dövüş Sanatları >>> NELSON...
Don't wanna be here? Send us removal request.
Text
İnanması güç ama uzun süredir depresyona giremiyorum arkadaşlar. Arada kızgınlıklarım oluyor ama kesinlikle kendimi yıpratmıyorum. Hayat böyle daha güzel, daha yaşanılası inanın. Bırakın dertlerinizi bir kenara, zihninizde ki boş soruları bir çuvala doldurun atın denizin dibine, yahut toğrağın en derinine. Seviyorsanız ve seviliyorsanız üstelik sevdikleriniz yanınızdaysa sorarım, üzülmek neden? Yaşayın hayatınızı, dinleyin, okuyun, konuşun, eğlenin, dans edin, araştırın, öğrenin, keşfedin. Hayatta bilmediğimiz daha çok şey var! Çünkü bu hayat oflamakla, derdinize dert eklemekle geçmiyor. İnanın bana çok fazla yaşadım bunu. En güzeli yaşadığınız hayattan zevk almak, bunu başardığınız da göreceksiniz ki pencerenizin önünde kış gelse bile çiçekler açacak, yağmur yağsa bile kuşlar ötüşecek. Her şey insanın zihninde bitiyor. İnsan kendini nereye koşullandırırsa, öyle görür, öyle hisseder. Ne alaka bunları neden söylüyorsun? derseniz haklısınız. Okumak istemeyen okumaz be, ne havalara giriyorsunuz?! :D Sadece söylemek istedim; hayat güzel... Bir şarkıyla taçlandırmak lazımsa eğer bu metni; https://www.youtube.com/watch?v=oglP5VQR5Bk dilime takıldı, buyrun sizinde takılsın!
17 notes
·
View notes
Photo
ÖZGE BAKIR / PLAYLIST
Duydum ki benimelodim etiketi ile bizi yansıtan şarkıları paylaşıyormuşuz. Bir insanı tanımanın en kolay yolu budur galiba. Çünkü insanoğlu 4 dakikalık bir şarkının içine tüm hayallerini, mutluluklarını, acılarını, gözyaşlarını sığdırmayı başarabiliyor. Düşünenin yüreğine sağlık, birbirimizi konuşarak değil şarkılarla anlayalım. Kulaklıklarınızı takıın ^.^ 1- https://www.youtube.com/watch?v=wXhMqDotfLk 2- https://www.youtube.com/watch?v=T_x21mDaI50 3- https://www.youtube.com/watch?v=fzty7IvvKmU 4- https://www.youtube.com/watch?v=3C4S4W7GElk 5- https://www.youtube.com/watch?v=YRerQwKAM2A 6- https://www.youtube.com/watch?v=S5onhXnrZgE 7- https://www.youtube.com/watch?v=ECfeFhVd5Hw 8- https://www.youtube.com/watch?v=98plycP955Y 9- https://www.youtube.com/watch?v=-NJjDOJCnjc
14 notes
·
View notes
Photo
Daha küçük bir çocukken her birimizin hayali değil miydi gökkuşağının altından geçmek? Kimimiz saçının uzayacağına inanırdı, kimimiz tuttuğu dileğin gerçekleşeceğine. Kiminiz başka başka şeylere inanırdı. 6-7 yaşlarımda ben saçımın uzayacağına inandım. Öyle demişlerdi çünkü; "Gökkuşağının altından geçersen saçların uzar." Kısaydı o zaman saçlarım ve bende uzun, belime kadar uzanan saçlarımı daha çok severdim. Çocuksun ya, safsın inanıyorsun. İnandım ve olabildiğince koştum sarı buğday başaklarının arasında. Koştukça yetişeceğimi düşündüm, koştukça başaracağıma inandım. Saçlarım uzayacaktı ya daha hızlı koştum. Koştukça daha uzaklara kaçtı gökkuşağı, ben koştukça başka evrenlerde yansımaya başladı sanki. Yeri, yönü her şeyi değişti. Ve en sonunda durdum. Saçımın kısa olduğuna bir kez daha üzüldüm. Diyeceğim o ki; çocuklara ve hatta mümkünse büyüklere de, boş umutlar vaat etmeyiniz. Bir çocuğun kalbi dünyada ki en pahalı ve en güzel mücevherden daha özel, daha kıymetli. Ve kurulan hayaller, yeşeren umutlar, bir çocuk kadar saf ve temiz.
24 notes
·
View notes
Photo
[Vücudumda ki yaradan süzülen kan adeta bir ateş çukurunun sıcaklığını taşıyor, canımı yakıyor. Açılan yaradan ruhum çıkmak ister gibi sarsılıyor. Etrafım bulanık, sadece sesler duyuyorum; anlamlandıramadığım. Birbiriyle ardı sıra dizilmiş kelimeler dolaşıyor zihnimde ama sıraya koyamıyorum, seçemiyorum. Gözlerimin aralığından sarı bir saç görüyorum, az önce düşünmeden silahının namlusunu bana doğrultmuş adamın saçları bunlar, gözlerine kayıyor gözlerim. Korku, telaş... göz bebeklerine dağılmış. Ama neden, ama niye? Hem ne için? Ölmek için daha çok erken demek istiyorum, dudaklarım aralanıyor ama sesim çıkmıyor, sesimi duymuyorlar. Bedenim yavaş yavaş uyuşuyor, sanki hissediyorum ölümü, sanki biraz sonra bedenim ruhumdan ayrılacak gibi. Sonsuzluğa gitmek istemiyorum diyorum. Zaman nasıl geçti, damarlarımdan kan nasıl süzüldü, akrep yelkovanı saniye saniye kovalarken ölüm ne ara yaklaştı hatırlamıyorum. Kiminle ve nerede olduğum hakkında da bir fikrim yoktu, sadece yaşamak istiyordum. Nefes almaya devam etmek istiyordum. Bedenim bir sedyenin üzerine serildiğinde zar zor nefes alarak dudaklarımı ıslattım. Ölümün acı tadı vardı sanki dudaklarımda. Zehir gibi, acı... Bedenimin kontrolünü kaybediyorum, ince tiz bir titreme sarıyor bedenimi. Engel olmak istiyorum, ellerimi sıkıyorum ama güç bedenimi terk ediyor, parmaklarım bana engel oluyor. Gözlerimi kapatıyorum ve nefes almaya çalıştıkça zorlandığımı, engel olmak isterken fazlalaştığını hissettiğimde güçlü iki el kavrıyor kollarımı. Kirpiklerim birbirinden dermansızca ayrılırken sarı saçları yine görüyorum karşımda. Önce beni vurup, sonra beni kurtarmaya çalışan adam burada. Dudaklarından kulağıma sadece iki kelime süzüldüğünde gözlerimi gözlerine odaklıyorum. Belki boş, belki anlamsız bir bakışma. Katil ve kurban arasında ki garip bir diyalog. Konuşmuyorum, konuşmuyor daha fazla. Ve gözlerim, gözlerim artık dayanmıyor. Yavaşça duyduğum son sözle kapatıyorum gözlerimi..]
Uzuvlarıma dolan koyu kırmızı kanın, bedenimi titretirken burnuma dolan kokusunu unutamıyorum. Öldürdüğüm ilk insan, katline karar verdiğim ilk adam, gözlerime dolan karanlık ve şeytanın tatlı melodisi. Boş bir odadayım, adımlarım hiçliğe savruluyor, hiçbir şey göremiyor ama koklayabiliyorum. Kan kokusu. Acı bir kırmızı şarap misali, uzuvlarımı acıtıyor. Ellerimden damla damla yere dökülüyor ama zemini göremiyorum. Sanki her yer karanlık ve kucağımda ki bu kadının yüzü, tek aydınlığım. Ağzından aşağı, gırtlağından acı bir kan süzülüyor. Öldürdüğüm onlarca cesede gözlerimi kapatmış gidiyor gibiyim. Bir an için omuzlarım seyrelir gibi oluyor, nefeslerimin sıklaştığını hissediyorum. Her neredeysem, bu bir kabus ve bana kurulan bir komplo. Hayal dünyasındayım, hayal görüyorum fakat ellerimde ki kan, gerçekçi. Şeytanım beni inine çağırıyor gibi, duyuyorum. Şeytanın bir piyanosu var, sanki adımlarım ile ritm tutuyor. Ezgileri kulaklarımda hissediyorum, anlamlandırmaya çalışıyorum. Hayır… ezgiler kayıp. Bu piyano sesleri, herhangi bir parçanın kayıp notaları değil. Anlıyorum. Bu ezgiler, şeytanın parmaklarının rastgele bir tuşa basmasının sonucunda havaya doğru yansıyan sesler. Şeytan kusuyor, şeytan inliyor, şeytan burada, şeytan her yerde… Şeytan içimde. Sesler kesiliyor. Kucağımda taşıdığım kanlı beden daha da ağırlaşıyor ama bu seferinde içime dolan karanlığın yerini saatin 10 civarı bir ay tutulması ışığı esir alıyor. Bir çocuk parkındayım, yavaşça sallandığımı hissediyorum ama salıncakta değilim. Kaydıraklardan bir sürtünme sesi geliyor, salıncağımın demirleri iki yana, rüzgar esintisi gibi gidip geliyor, tahterevallinin iki yanı bir yukarı bir aşağı sallanıyor. Bir parktayım ama etrafımda hiç çocuk yok. ‘Burada,’ diyor kucağımda ki kadın kurumuş dudaklarını kıpırdatarak, ’…burada ancak şeytanın çocukları, ölmüş çocuklar ile oynar..’ Ellerimin titremesi, gözlerimin oyuluyor gibi yerlerinden çıkartılması ile kucağımda ki bedenin yer çekimine karşı gelip aşağı doğru düştüğünü hissederken geriliyorum ve uyanıyorum. Sesler… sesler gidiyor. Park? Artık can çekişen çocukların cesetlerinin salıncakları salladığını göremiyorum. Gözlerim yavaşça açılıyor ve karşımda ki sedyeye yatırılan bedende az önce kucağımda ki kadının bedenini görüyorum.] “BİRİ DOKTOR KADINI ÇAĞIRSIN, REVİR DE BAŞKA HASTA VAR MI? Herkesin dağılmasını istiyorum! Diğer tutsak acilen şehre indirilsin, komutanın onayı isteniyor!” [Peşimize dolaşan üniformalı adamlar, revir çalışanları yanımıza geliyor ve bir şeyler anlatmaya çalışıyorlar fakat duymuyorum. Kulaklarımda bir davulun ağır, kulak tıkayan bir sesi var. Galiba bu kalbimin ritm tutar gibi atan sesi. Hızlı, yüksek, ince saz ve davul. Bir an için havada ki uçuşan helikopter seslerini duyuyorum. Büyük ihtimal yakın mevki köylere doktor ulaştırabilmek için yola koyuluyorlar. O kadar zamanımız yok… Şeytan zamanı hızlandırıyor, saatler hızlı akmak için geriye alınıyor ve gözlerimi karşımda ki bedene döndürdüğümde titremeye başladığını hissediyorum. Tıpkı cesedinin içinden çıkmak isteyen bir ruh gibi, durmadan titriyor. Ellerimi kadının kollarına yerleştiriyorum ve parmaklarım titrerken, son nefesim ile gücümü oraya veriyorum.] “…özür dilerim.”
25 notes
·
View notes
Text
Arkadaşlar Berke'nin kedisi olduğundan beri delirdi. Kedim diyor, evladım diyor başka bir şey demiyor! Tamam bende çok sevdim, aşırı tatlı bir minnak ama arkadaşım totosunda da nöbet tutulmaz ki! İkinci plana atıldım resmen. Kedinin de ateşi var, benim de ateşim var ama adam ilk kedisine koşuyor! Siz diyorsunuz Özge yetiyordu ama ohoo Özge'nin kediliği mi kaldı artık, yaşlandık yerimizi bebek kedilere bıraktık
23 notes
·
View notes
Photo
Şuralara bir Lip Gallagher bırakıyorum, gözünüz gönlünüz açılsın. 2. Sezon ortasındayım ve en sevdiğim karakterlerden biri de bu zeki ama haylaz Gallagher. Karen sevgisi başına sürekli iş açıyor yahu! Frank'ten Liam'a herkes harika bir iş çıkartıyor. İzlemeyen varsa izlesin, düşünen varsa bir an önce başlasın derim. Harika bir yapım ve ben daha önceden neden başlamadım diyorum. Alkol, sigara, hırsızlık, cinsellik ve kavga'nın yanı sıra çok ince mesajlar veren bir dizi. Bu yüzden Frank'in sözlerine dikkat edin! [Her sözünü de ciddiye almayın tabii :D]
24 notes
·
View notes
Photo
Hep söylenirdi aslında; iyilikten kötülük doğar. Çok sonradan fark ediyorsun perdenin ardında ki gerçekleri. Aslında hep ikinci plana atıldığını geç görüyorsun, güç oluyor... Önce kulak vermiyorsun söylenenlere, doğrusu bu değil diyorsun. Ama zamanı geliyor ve ardına bakıyorsun. O zaman anlıyorsun kulağına fısıldadıkları her kelimenin doğruluğunu. 14 yaşında da olsan, 18 de olsan hatta saçına aklar bile düşse ilk düşünülen olamayacaksın...
22 notes
·
View notes
Text
https://www.youtube.com/watch?v=7ruYUQruYfg
-Bazı şarkılar bazı anları iyi anlatırdı. Bazen bazı şarkılar sanki bir insana yazılırdı. Sanki bir nota; tüm kırgınlıkları, üzüntüler, sevinçleri, hayal kırıklıklarını içinde barındırırdı. Sanki diyorum, biten bir ruhu hapsederdi bazı şarkılar. Küçük bir kız çocuğu gibi elinizi yüzünüze kapattığınızda, yılların ardından elinizde hiçbir şey kalmadığını anladığınızda boşluğun dibi, boşluğun ucu bucağı gözükmez olur…
19 notes
·
View notes
Photo
Çiçekleri seven, çiçekler kadar güzel ve özel olan herkes için...
Gökyüzünün maviliğine ve temizliğine, saflığına ve duruluğuna bir demet çiçek uzatsak çok mu olur? Şiirlerimizi ıs��tan, yüreğimize ve en saf duygularımıza dokunan gökyüzüne bir merhaba demek, yeryüzünden bir selam vermek, mis kokan çiçekleri onun için sunmak, ona adamak lazım değil mi ki?
‘‘Çiçekler kadar güzel, gökyüzü kadar hür yaşamak dileğiyle...’‘
22 notes
·
View notes
Photo
Çok fazla bir anımız, çok fazla bir tanışmışlığımız yok belki. Ama burada bana Erdem ağabey’den sonra gerçekten ağabey olduğunu hissettiren, konuşmasak dahi oralarda bir yerlerde bir Komutan, bir Giraylar, bir ağabeyimin olduğunu bilmek benim içimde ki huzura dokunuyor. Sana bağırdığım o günü hatırlıyor musun? Boşver hatırlama... ben hatırladıkça utanıyorum. Ama sana bağırdıktan sonra o tepkin, o önemsemen, bana söylediğin her söz hala zihnimin bir köşesinde. Zihnimde, zihnimin tam o köşesinde yeşerdikçe bana değerli olduğumu, benim güzel olduğumu hissettiriyor ve bunlar senin sözlerin sayesinde.
Senin bende ki ilk anın, senin benim için ilk değerli olduğunu anladığım an ise, kendini kaybettiğinde bana seslenişindi... Aslında bana benim adımla seslenmemiştin fakat bu önemli değil çünkü ben o gün içinde ki çaresiz çocuğu görmüştüm. Fatih Giraylar ve çaresizlik mi? dediğinizi duyar gibiyim... Ama her sert adamın içinde çiçekler toplayan minik bir erkek çocuğu vardır değil mi? En azından ben öyle gördüm... Aslında tanıdığım, gördüğüm Fatih’ten daha fazlası olduğunu biliyorum, buz dağının denizin altında ki gölgesini görüyorum sende... Her ne kadar sana yeri geldiğimde çok kızsam da ‘’sen kimsin ki.’’ moduna girsem de sen; Fatih Giraylar’sın, sen Komutansın, sen bir ağabey, bir evlat, bir adam, bir çocuk... Sen her şeysin Fatih Giraylar... Ama en çok benim ağabeyimsin... Seni seviyorum, iyi ki doğdun, iyi ki seni tanıdım, iyi ki varsın... Hep ‘iyi ki’lerime anlam katman dileğiyle..
-Doğum günün kutlu olsun, nice senelere güzel adam...
20 notes
·
View notes
Photo
Arkadaşlar birisi Serkan’a HD fotoğraflar yüklemesini uygun bir dille [Türkçe olmak zorunda değil.] anlatabilir mi? Kendisine her story atmasında ‘’HD at!’’ DM’i atıyorum ama galiba anlamıyor, anlayamıyor. Çıldırtılmak üzereyim, teşekkürler ^.^
20 notes
·
View notes
Photo
Arkadaşlar birisi Serkan’a HD fotoğraflar yüklemesini uygun bir dille [Türkçe olmak zorunda değil.] anlatabilir mi? Kendisine her story atmasında ‘’HD at!’’ DM’i atıyorum ama galiba anlamıyor, anlayamıyor. Çıldırtılmak üzereyim, teşekkürler ^.^
20 notes
·
View notes
Photo
Something about my lips... it's tasty, it smells good. Is it red wine or pink chocolate? I prefer something very sexy. Don't you?
21 notes
·
View notes
Photo
‘‘ Her şeyin çok küçük olduğu gezegenimi gösteremem sana . Belki böylesi daha iyi.Yıldızım senin için herhangi bir yıldız olsun . Böylece gökyüzünde ki bütün yıldızlara bakmayı seveceksin . Yıldızlardan birinde ben yaşıyor olacağım . Geceleyin gökyüzüne baktığında bütün yıldızlar gülüyor gibi olacak...Yalnızca senin gülen yıldızların olacak… ’’
20 notes
·
View notes
Text
[Dudaklarımda ki gülümseme kulaklarımda çınlayan sesle silinmişti bir anda. Karanlık daha fazla yoğunlanmış ve sanki siyah mümkün olabilirmiş gibi daha çok kararmıştı. Kasığımın üzerinde ki yaradan süzülen sıcak kan ve bedenimi sızlatan, yakıcı his... Gözlerim seyreliyorken Alex'in sözleri kulağımda boğuklaşıyor, dizlerim titrerken yavaş yavaş bedenimi toprağın üzerine bırakıyordum. Uzaklardan gelen bir bağırtı daha kulağıma iliştiğinde, bir kez daha vurulmam ile dudaklarımdan acı bir ses yükselirken derin nefesler almaya çalıştım. Olabildiğimce çok nefes alıyordum. Sanki ne kadar çok nefes alırsam o kadar uzun yaşardım gibi geliyordu o an... Başım toprağa yerleşirken toprağın kokusunu içime çektim. Güzeldi... ölüm kokuyordu ve sanki bir nebze yaşam. Ölmek istemiyordum, lütfen Tanrım.. ölmek istemiyorum... Karanlıkla ve kısılmış gözlerden zar zor seçtiğimle Yavuz bize ulaşmıştı. Başaramadığım gibi ölecektim şimdi de. Küçük kız bana gölgelerin arkasından bakıyordu, öyle korku solu, öyle acıyarak... Bedenim bir bedenin sıcaklığına ilişip yerdem kalktığı sıra bileklerimde ki özgürlüğü hissettim. Gözlerimi açmakta zorluk çekerken elimi adamın omzundan süzüp göğsüne yerleştirirken bedenimde ki iki parça kurşun tüm kanımı dışarı çekiyordu sanki. Acı, zihnimi ve bedenimi ele geçirmişti. Biraz sonra ölecek gibi hissediyordum. Nefesimin azaldığını, kalbimin ritminin yavaşladığını.. dudaklarımı zor bela araladım ve acıyla fısıldadım.] lütfen... ölmek, ölmek istemiyorum ben... [Kasıklarımda ki yakıcı hisse oranla gözlerimden yanağıma doğru sıcak bir damla yaş süzülürken bir kez daha fısıldadım. Kollarının üzerinde bulunduğum adama kısık gözlerle baktım ve dudağım belli belirsiz yukarı kıvrıldı. Bu fısıldayışım sanki ölümeydi, bu fısıldayışım sanki ölümün güzel yüzüne; annemeydi...] mitera...
“Bu sınırın ardında senin için bir hayat yok Nelson! Ya çekileceksin, ya da şerefinle… o da olmadı, şerefsizliğin ile geberip gideceksin!” [Sırtımı yasladığım taş döküntülerinden yavaşça kaldırırken sert ayakkabım çamur zeminde ters dönerek hedefe yöneldi ve küçük bir sis tabakası ayaklarımın altından yükseldi. Ya şimdi Yavuz, ya da hiç… Ellerimin yavaşça karıncalanmaya başladığını hissederken elimde ki ses cihazının butonunu kapattım ve yavaşça arkama doğru dönerek arkamda ki üstçavuşa parmak hareketlerim ile saat 10 yönünü gösterdim. Harekete geçen asker ayağının tozu ile kaldırdığı topraktan taş yığınlarının olduğu diğer bir kuleye geçerken ben elimde ki ses kaydını tekrar aktif ettim.] “Son iki dakikan var… anladın mı beni? Son iki dakika… etlerini dört ayrı parçaya ayırmak için son iki dakika Giuseppe.” [Başımla yardımcı üsteğmenime onay vererek “kılıç” devriyesinin saat 3 yönünde ilerlemelerine onay verdim ve tüm tim yerini alırken silahı manevra halinde kendi etrafımda çevirerek gözlerimin önüne silah rotamı getirdim. Saat bir yönünden 6 yönüne; yukarıdan aşağıya… belini döndür ve saat 3 yönüne savrularak, çapraz ateş et.] “ÜÇ ADIM!” [Kafamda dönen rota ile tek gözümü kapatarak silahıma asılırken kendi etrafımda döndüm, taşlar belimi ezerken silahın emniyetini çektim ve ateş edilerek namludan sürülen silah analitik hesaplamalar ile belirlediğim rotada ilerlerken bir an için kendi silah sesimi duyamayacağım kadar hızlı yükselerek karşı dağda patlayan bir bomba beni hızlıca geriye savurdu ve hamlemi attığım gibi kendimi taş yığınına geri sürükledim.] “KILIÇ, GERİ ÇEKİL!” [Tim üç adımda üç kez attığı ateş sonrası geri çekilirken sırtımı savaş alanına dönmüştüm ve önüm karanlık bir araziye, ormana doğru açılıyordu. Aniden çatılan kaşlarım ile neye uğradığımı şaşırırken, dört siluetinin hızlıca ormanların içinden çok kısık bir ışık ile ilerlediklerini ve bu ışığın… 50 metreli bir mp5 tarama ışığı olduğunu kavradım. Donanma taktiği..ucuz. Demek ki Guiseppe Nelson'ın kaçırmak istediği birileri var. Ya da kendisi…, Tek adım ile kendimi ileri, ormanlara doğru sürerken arkamdan gelen üstçavuşa doğru elimi uzattım ve bağırdım.] “Yerinde kal asker!” [Taramalı ışığın ilerlediği yönde ilerlerken görüş alanım iyice aydınlandı ve önümde iki kadının, yanında ise iki dev adamın olduğunu temel hat çizgilerinden anlayarak adımlarımı daha da hızlandırdım ve sonunda yolun ayrım noktasına geldiğimde onlara ulaşmak için önümde ki dağlığı çıkarak, onlara ulaşmak için hızlıca silahımı belime iliştirerek ellerimi toprağa buladım ve bileklerime ağırlığımı vererek yüksekliği çıkmaya başladım. Nihayetinde de son adımımı attığımda beni fark etmişler ve ağaçların arasına doğru hızlı adımlarla, ama sessiz adımlarla yürümeye başlamışlardı…]
26 notes
·
View notes
Text
[Tüm olanlar kısacık bir zaman diliminin içinde yer edinirken adamın belimden kavramasıyla tüm kanım damarlarımdan çekilmiş, buğday tenimin beyaz kesildiğini hissetmiştim. Gözlerim karşımda duran ablama, Alex'e ilişirken vereceği kararı can kulağı ile dinledim. Beni kurtarmayacak olması düşüncesi zihnimin kuytu köşelerine ilişip orada hareketlenirken, az önce cesur görünmek isteyen kadın, şimdi içinde ki küçük kız çocuğuna sığınmış ve gölgesinde kaybolmuştu. Ki Alex'in teslim oluşu göz hedefime iliştiğinde koyu pembe dudaklarım birbirinden ayrılıp, küçük bir boşluğu yer ederken soğuk hava ciğerlerime dolmuştu. Bu kararına ne itiraz edecek kadar cesur ne de ölüme hazır olacak kadar ihtiyardım. Ben yolumun daha başındaydım ve bu gece ölmek istemiyordum. Sıkıca kavramasına inat kollarından kurtulma umuduyla hareketlensem de bunu başaramayacağımı bildiğimden üstelemek yerine Alex gibi bu adilere teslim olmayı kabul etmiştim. Dişlerimin arasından hırslı nefesler alırken bileklerimizi kaplayan metal kelepçenin soğukluğuna kendimi bıraktım. Ve karşımda ki adamın bizi iterek yönlendirmesiyle geldiğimiz konumda diz çöktüm. Etrafımda küçük bir göz taraması yaparken karanlığı ve ağaçları hesaba katarak izimizi kaybettirme ihtimalimizin daha yüksek olduğuna karar verince ablama seslendim.] Alex, sta si e parno! [Alex'in dur çağrısına aldırış etmeden olduğum yerden ayağa kalkarken bu gecenin kahramanı olmak için içimde ki korkak küçük kızı susturdum ve Yavuz Barutlu daha ne olduğunu çözemeden eğitim almamızın getirisiyle karın boşluğuna bir tekme indirdim. Her ne kadar sert olmayıp, uzun süre etkisiz bırakmasa da iki-üç adım ilerlememize yardımcı olmuştu. Alex arkamda ve bende onun önündeyken olabildiğimce hızlı ilerlemeye çalışıyordum. Alex bana yunanca bir sürü laf söyleyip, kızarken aldırış etmek yerine dudağımın kenarında küçük bir tebessüm belirivermişti çoktan. Teslim olmuş muyduk? Hayır. Kurtulmuştuk ve galiba bu.. benim sayemdeydi. Pek fazla uzaklaşamasakta bulunduğumuz yerden 5-10 adım ilerideydik..]
“Bu sınırın ardında senin için bir hayat yok Nelson! Ya çekileceksin, ya da şerefinle… o da olmadı, şerefsizliğin ile geberip gideceksin!” [Sırtımı yasladığım taş döküntülerinden yavaşça kaldırırken sert ayakkabım çamur zeminde ters dönerek hedefe yöneldi ve küçük bir sis tabakası ayaklarımın altından yükseldi. Ya şimdi Yavuz, ya da hiç… Ellerimin yavaşça karıncalanmaya başladığını hissederken elimde ki ses cihazının butonunu kapattım ve yavaşça arkama doğru dönerek arkamda ki üstçavuşa parmak hareketlerim ile saat 10 yönünü gösterdim. Harekete geçen asker ayağının tozu ile kaldırdığı topraktan taş yığınlarının olduğu diğer bir kuleye geçerken ben elimde ki ses kaydını tekrar aktif ettim.] “Son iki dakikan var… anladın mı beni? Son iki dakika… etlerini dört ayrı parçaya ayırmak için son iki dakika Giuseppe.” [Başımla yardımcı üsteğmenime onay vererek “kılıç” devriyesinin saat 3 yönünde ilerlemelerine onay verdim ve tüm tim yerini alırken silahı manevra halinde kendi etrafımda çevirerek gözlerimin önüne silah rotamı getirdim. Saat bir yönünden 6 yönüne; yukarıdan aşağıya… belini döndür ve saat 3 yönüne savrularak, çapraz ateş et.] “ÜÇ ADIM!” [Kafamda dönen rota ile tek gözümü kapatarak silahıma asılırken kendi etrafımda döndüm, taşlar belimi ezerken silahın emniyetini çektim ve ateş edilerek namludan sürülen silah analitik hesaplamalar ile belirlediğim rotada ilerlerken bir an için kendi silah sesimi duyamayacağım kadar hızlı yükselerek karşı dağda patlayan bir bomba beni hızlıca geriye savurdu ve hamlemi attığım gibi kendimi taş yığınına geri sürükledim.] “KILIÇ, GERİ ÇEKİL!” [Tim üç adımda üç kez attığı ateş sonrası geri çekilirken sırtımı savaş alanına dönmüştüm ve önüm karanlık bir araziye, ormana doğru açılıyordu. Aniden çatılan kaşlarım ile neye uğradığımı şaşırırken, dört siluetinin hızlıca ormanların içinden çok kısık bir ışık ile ilerlediklerini ve bu ışığın… 50 metreli bir mp5 tarama ışığı olduğunu kavradım. Donanma taktiği..ucuz. Demek ki Guiseppe Nelson'ın kaçırmak istediği birileri var. Ya da kendisi…, Tek adım ile kendimi ileri, ormanlara doğru sürerken arkamdan gelen üstçavuşa doğru elimi uzattım ve bağırdım.] “Yerinde kal asker!” [Taramalı ışığın ilerlediği yönde ilerlerken görüş alanım iyice aydınlandı ve önümde iki kadının, yanında ise iki dev adamın olduğunu temel hat çizgilerinden anlayarak adımlarımı daha da hızlandırdım ve sonunda yolun ayrım noktasına geldiğimde onlara ulaşmak için önümde ki dağlığı çıkarak, onlara ulaşmak için hızlıca silahımı belime iliştirerek ellerimi toprağa buladım ve bileklerime ağırlığımı vererek yüksekliği çıkmaya başladım. Nihayetinde de son adımımı attığımda beni fark etmişler ve ağaçların arasına doğru hızlı adımlarla, ama sessiz adımlarla yürümeye başlamışlardı…]
26 notes
·
View notes
Text
[Soğuk hava bedenimize adeta keskin bıçak darbeleriyle işlerken, elimde tuttuğum CZ-75 siyah kaplama silahımı iyice kavradım ve Alex'in tersine doğru dönerken etrafımı taradım. Kuru otlar spor ayakkabılarımın altında ses çıkartmasını önlemek için, toprağa ayağımı bastırarak dengeledim. Ve omzumun arkasından söyledim,] "Onu çevreledikleri o kapandan kurtarmamız gerektiğini biliyorsun Alex.. [Buraya gelme amacımız başından beri belliydi zaten. Fakat o adam... Yavuz Barutlu denen adi. İşlerimize çomak sokup, bu gece ki işimizi batırmıştı. Kardeşimin yanında adamlara emir vermesini izlerken silahımın namlusunu toprağa çevirdim ve bana döndüğünde başımı salladım.] Tamam, senı takip ediyor olacağim merak etme. Bir an önce arabaya ulaşmamız gerek hadi Alex. [Alex önünü dönüp arabaya doğru ilerlediğinde, başımı etrafta döndürerek arkasından onu takip ediyor ve elimi silahın tetiğinde hazır bekletiyordum. İlk karşıma çıkan hedefi vurabilirdim, bunu yapabilirdim. Bunun için eğitilmiştik biz; kardeşime cesur olduğum kanıtlayabilirdim. Nişan al ve ateş... Yapmam gereken tek şey bu. Kahverengi saçlarımı arkadan balık sırtı şeklinde ördüğüm için bana rahatsızlık vermemelerine teşekkür ettim. Yolda spor ayakkabılarımla da oldukça rahat ilerlerken Alex'in topuklularının ilerlediği konumu takip ederek yolumda ilerliyordum. Soğuk yolda sessizlikle ilerleyip, arabaya ulaştığımızı düşünürken en kalabalık yerde bile olsa kolaylıkla kavrayacağım bir ses doğru döndüm; tetiğin sesine... Karşımda gecenin ışığı saçlarına yansımış ve karanlık bir silueti gördüğümde bu adamın Yavuz Barutlu olduğunu tanımladım. Bu gece tüm işerlerimizi bozan, yegane ve hırslı düşmanımız, Yavuz Barutlu... Alex'in tiz topuklularının sesi kesildiğini fark ettiğimde gözlerini üzerimde hissettim. Dudaklarımdan dökülen sadece tek bir kelime oldu.] synìthis..
“Bu sınırın ardında senin için bir hayat yok Nelson! Ya çekileceksin, ya da şerefinle… o da olmadı, şerefsizliğin ile geberip gideceksin!” [Sırtımı yasladığım taş döküntülerinden yavaşça kaldırırken sert ayakkabım çamur zeminde ters dönerek hedefe yöneldi ve küçük bir sis tabakası ayaklarımın altından yükseldi. Ya şimdi Yavuz, ya da hiç… Ellerimin yavaşça karıncalanmaya başladığını hissederken elimde ki ses cihazının butonunu kapattım ve yavaşça arkama doğru dönerek arkamda ki üstçavuşa parmak hareketlerim ile saat 10 yönünü gösterdim. Harekete geçen asker ayağının tozu ile kaldırdığı topraktan taş yığınlarının olduğu diğer bir kuleye geçerken ben elimde ki ses kaydını tekrar aktif ettim.] “Son iki dakikan var… anladın mı beni? Son iki dakika… etlerini dört ayrı parçaya ayırmak için son iki dakika Giuseppe.” [Başımla yardımcı üsteğmenime onay vererek “kılıç” devriyesinin saat 3 yönünde ilerlemelerine onay verdim ve tüm tim yerini alırken silahı manevra halinde kendi etrafımda çevirerek gözlerimin önüne silah rotamı getirdim. Saat bir yönünden 6 yönüne; yukarıdan aşağıya… belini döndür ve saat 3 yönüne savrularak, çapraz ateş et.] “ÜÇ ADIM!” [Kafamda dönen rota ile tek gözümü kapatarak silahıma asılırken kendi etrafımda döndüm, taşlar belimi ezerken silahın emniyetini çektim ve ateş edilerek namludan sürülen silah analitik hesaplamalar ile belirlediğim rotada ilerlerken bir an için kendi silah sesimi duyamayacağım kadar hızlı yükselerek karşı dağda patlayan bir bomba beni hızlıca geriye savurdu ve hamlemi attığım gibi kendimi taş yığınına geri sürükledim.] “KILIÇ, GERİ ÇEKİL!” [Tim üç adımda üç kez attığı ateş sonrası geri çekilirken sırtımı savaş alanına dönmüştüm ve önüm karanlık bir araziye, ormana doğru açılıyordu. Aniden çatılan kaşlarım ile neye uğradığımı şaşırırken, dört siluetinin hızlıca ormanların içinden çok kısık bir ışık ile ilerlediklerini ve bu ışığın… 50 metreli bir mp5 tarama ışığı olduğunu kavradım. Donanma taktiği..ucuz. Demek ki Guiseppe Nelson'ın kaçırmak istediği birileri var. Ya da kendisi…, Tek adım ile kendimi ileri, ormanlara doğru sürerken arkamdan gelen üstçavuşa doğru elimi uzattım ve bağırdım.] “Yerinde kal asker!” [Taramalı ışığın ilerlediği yönde ilerlerken görüş alanım iyice aydınlandı ve önümde iki kadının, yanında ise iki dev adamın olduğunu temel hat çizgilerinden anlayarak adımlarımı daha da hızlandırdım ve sonunda yolun ayrım noktasına geldiğimde onlara ulaşmak için önümde ki dağlığı çıkarak, onlara ulaşmak için hızlıca silahımı belime iliştirerek ellerimi toprağa buladım ve bileklerime ağırlığımı vererek yüksekliği çıkmaya başladım. Nihayetinde de son adımımı attığımda beni fark etmişler ve ağaçların arasına doğru hızlı adımlarla, ama sessiz adımlarla yürümeye başlamışlardı…]
26 notes
·
View notes