Don't wanna be here? Send us removal request.
Text
Şu ormanı şu denizi şu dağı
Benim olsun demedim ki Vuruldumsa gözlerinin gül bahçesine
Yürek çizen şimşeklerse kaçamak bakışları
İşte buna sevmek derler dedimse Çattımsa acıların en güzeline
Yedirdimse uykuları o tatlı kuşa
Benim olsun demedim ki
Bu akşam kankırmızı şarap istiyor canım
Bu akşam dünyanın bütün şarkılarını
Bu akşam dünyanın bütün özlemlerini
Bu akşam beni yalnız bırakın
Bu akşam yalnızca onu düşüneceğim
Onu ve kendimi yalnızca
#şiir
1 note
·
View note
Text
Bir karga bir kediyi öldüresiye bir oyuna davet ediyordu.
Hep böyle mi bu?
Bir şeyden kaçıyorum bir şeyden, kendimi bulamıyorum dönüp gelip kendime yerleşemiyorum, kendimi bir yer edinemiyorum, kendime bir yer...
Kafatasımın içini, bir küçük huzur adına
aynalarla kaplattım, ölü ben'im kendini izlesin her yandan, o tuhaf sır içinden!
Paniğini kukla yapmış hasta bir çocuğum ben.
Oyuncağı panik olan sayın yalnızlık kendi kendine nasıl da eğlenir.
Niye izin vermiyorsun yoluna kuş konmasına
niye izin vermiyorum yoluma kuş konmasına
niye kimseler izin vermez yollarıma kuş konmasına?
"Öyle güzelsin ki kuş koysunlar yoluna" bir çocuk demiş.
3 notes
·
View notes
Text
Mübdela-yı derd olandan bir tabib buldun mu sen
Daima ağlar gezersin binde bir güldün mü sen
Vaktin eflatunu olsan da pahan bir akçedir …
Ey dil-i divane gönlüm haddini bildin mi sen
3 notes
·
View notes
Text
dün geldim
geç kalsam da bağışlanır
*
bir bahar bozumuydu yola çıktığımda
yüzümde suçlu bir merak
kalbim heyecandan telaşlı
gözlerimde ısırgan bir hüzün vardı
hüzün: hep bilinir
bir afyon çiçeğidir önceleri
dalayan bir ısırgan yoncası olur sonra
dalayan ve uyandıran o afyon uykusundan
*
dün geldim
acı sırtımda tabiy
*
yolum uzundu
yanımda hiç resim yoktu
dağlara baktım: dağıldım
yollara baktım: yoruldum
gece ayışığı içtim, dudaklarım kurudu
gündüz böğürtlen yedim, dilim buğulandı
siz görmeliydiniz o kanı
bir dağ çiçeği sevdasına bin arı öldü
tam ordan geçiyordum, gördüm diyebilirim
aman nasıl petekti öyle
nasıl baldı
böğürtlen gibi kırmızıydı
kan gibi saydam
bir garip kokuydu, onun kokusuydu
dayanamadım, eli titrekti ama
yedim yedim kalbim çatladı
sevdam o dağ çiçeğinde kaldı
*
dün geldim, anca geldim
usumda vızıldayan bin arı ölüsü
heybemde onarımı gereken bin iğne
önce kendi etime
*
dün geldim
hoş mu geldim
hoş olmayan şeylerden geldim
bir kentten geçtim ki canım titredi
sıtma kabusuyla sallanıyordu uzaktan
girişte insanlar gördüm, hiç görmediğim
ama sanki biryerlerden tanıdığım, yemin
*
edebilirim
*
iğrenç suratları vardı, insandan çok
cüzzamlı bir köpeğe benziyorlardı
kuru birer ağaç dibine çömelmiş
çürümüş bir dalı kemiriyorlardı
omuzlarında soyulmuş yılan derileri
ellerinde pas tutmuş makaslar
iki ucu da kırık
tam ben yanlarından geçiyorken
elma ağaçlarının çiçeklerini kesmeye başladılar
ben sanki tarihini bilmiyormuşum gibi
bakır çalığı bir kasede
elmanın kanını sundular
geldim ya, nasıl geldim
bir elimde tarih atlası
*
bir elimde güneş humması
soğutulmaya zorlanmış bir çöl kızgınlığından
bir kum fırtınasının
soylu kumcuklarından geldim
yorgundum, susamıştım, dilim kuruydu ama
gördüğüm serap mıydı, gerçek miydi
bilirim ben
çölün tam ortasında sonsuz bir ışıltıydı
yedibin rengi yansıtan renksiz bir kuyuydu
duruydu, aydınlıktı, yaz gökleri gibiydi suyu
uzanıp avuçlasam benimdi
*
öyle yakın, öyle kolay, öyle dokunsam
ah o kervancıbaşı
ah o sırmalı soyguncu
ve ellerinde kesik başlar ve zebellah ordusu
birden beliriverdiler tam kuyunun başında
ellerinde kan sızıtan kesik başları
tan kuyunun ağzından sarkıtıyorlardı ki
ne olduysa o anda oldu
kızıl bir bulut ağdı kuyunun ağzından göğe
bulut değil
bir devin alev saçan soluğuydu
ardından muhteşem bir kum fırtınası
kum değil
devin çocuklarıydı saçılan
ah görmeliydiniz o savaşı
ne kanlı kervancıbaşı
ne zebellah ordusu
dayanamadılar kum fırtınasının şiddetine
çöl mü yarıldı
kuyu mu büyüttü ağzını
kızgın çöl kavuşunca dinginliğine
bir ben vardım kuyunun başında diri
ve her şeyi görebilen sağlıklı çöl tanığı
öğrendim çöl kızgınsa öfkesi nice olur
kum fırtınasında neler yapılır
nasıl yok edilir çöllerin sırmalı
soygun kervancıları
gördüğüm serap mıydı, gerçek miydi
bilirim ben
bir elimde güneş humması
bir elimde tarih atlası vardı
vakit dardı
kanarak içtim de kuyunun duru suyundan
uçar gibi aştım çölü o sonsuz ışıltıdan
dün geldim
*
dün ben nerden geldim
ezberlenip unutulmuş bir sıkıntıdan geldim
adı konulmamış bir düşten geldim
terlemiş balıklar gördüm, rengi bozulmuş mavilikler
kabaran denizler gibi coşkun sürücüler
kılçığı beynine saplanmış gözsüz balıklar gördüm
trollenmiş deniz tarlası, iyot vurgunu
derya içindeydim de hani deryayı gördüm
küçük balığı gördüm, peşinde büyük balık
bir su ağası gibi kuvvetli ve saldırgan
oh balık, küçük balık, can balık
anasının kuzusu, deniz kokulum
söyle yavrum, söyle gözüm, söyle kılçığım
kim dokundu senin pullanmamış derine
kim kıydı senin o tazecik gövdene
denizde kum gibi dolgun pullarıyla
doymaz mı büyük balık küçük balığa
ama gördüm ya sonunda
derya içindeki deryayı
büyük balık küçük balık peşindeydi ya
birleşince küçük balık yüzlercesiyle
şaşırıp kaldı büyük balık
şaşırıp kalmadım amma
ne de keskinleşmiş dişleri ol mahilerin
unutulmaz bir deniz anası gibi büyüdü gövdeleri
kıymık kıymık oldu gövdesi büyük balığın
anladım
nice olsa da
denizde kum, büyük balıkta pul
birleşince
edemezmiş küçükleri kendine kul
*
14 Mart 1972
Arkadaş Zekai Özger
7 notes
·
View notes
Text
6 notes
·
View notes
Text
içimde aşka benzeyen bir korku, bir öte zaman görgüsü, masallardan alınmış bir düş, bahar bahçelerindeki şaşkınlık, bir yere atılmış bir taşın ağırlığı, yakılmış bir köyün gözleri, bir bebeğin ilk öğrendiği, yalnız bir bulutun yolu, bir mezarın beklediği, hep aynı yere bakan bir pencerenin sesi, komşuya gönderilmiş çocuğun uslu elleri, sıkıntı, telaş, karınca kümbetleri.
şimdi geceye alıştırdığım kalbimi görüyorum: maşuktan geçip aşka varmış, kendini bir söze çevirmiş, yağmurun gölgesine saymış. onu hevesle görünmez bir ateşin üzerine bırakıyorum.
şimdi söğütlerin çıplak kolları yere dökülüyordur. su terazilerindeki huzursuz eğim bundandır, pusulalardaki çılgın kımıltı bundan. karakolun göğünde gecikmiş bir şafak, gelir, ruhumdaki hançere değer. bir yarayı hatırlarım, bilmem kimin göğsünde. alçak tavanda bakış izlerinin peşine düşerek, daha kaç menzile varırım, bilmem.
uyumadık üçümüz de, vadi şarkısını söylüyor bakıp uşê’nin eline.
5 notes
·
View notes
Text
Konuşma
Aman, kendini asmış yüz kiloluk bir zenci,
üstelik gece inmiş, ses gelmiyor kümesten;
ben olsam utanırım, bu ne biçim öğrenci?
hem dersini bilmiyor, hem de şişman herkesten
iyi nişan alırdı kendini asan zenci,
bira içmez ağlardı, babası değirmenci,
sizden iyi olmasın, boşanmada birinci
çok canım sıkılıyor, kuş vuralım istersen
7 notes
·
View notes
Text
“Ve dedim ki tan ağarınca öp beni
Cümlenin tam ortasında yüzün hala hatıramda.
Benim hatıramda atların kişneyişine, taşın gediğine bakıyor hayat.
Ve gitmek istiyor bitkinin taze adına.
Kuş ötünce olgunlaşır başak.
Ve dedim ki tan ağaracak yakında, öp beni!"
5 notes
·
View notes
Text
Kızma bana
Gitmeyi beceremedim korkularım var benim
Korkarım tenimizin düğümlendiği türkünün son bulmasına
Git derler her aşk her acı büyütür derler
Oysaki ben bunlardan fena korkarım istemem büyümeyi ve acılarla yoğrulmuş
Zemheri dünyayı
Daha çok korkutur tenime değen sen olmayan eller
Git derler kalırsan ateş kavurur kül eder derler
Asıl gittiğimde ateşin olmayacağından korkarım
Gidersem günü yitireceğimden gecenin durmadan içime akacağından korkarım
Gidemem
Ben sende çocuk kaldım
Büyümekten korkarım …
5 notes
·
View notes
Text
söyle bana ey
ölümün açıklayıcı pervanesi
hangi yavru tek başına yiğittir
hangi yangın bir başına söndürülür
ah herkes susuyor
hiçkimse bilmiyor içimin yangınını
ah herkes mi susuyor
kalbimi kalbine bağladığım dostum
ah herkes mi susuyor
kalbi kalbimize benzeyen dostlar
bir çarmıh gibi bırakıyorken kendini dünyaya
hayatın ateş renkli kelebekleri
bir bir tutuluyorken korkunç koleksiyonlar için
ah herkes mi susuyorbağırsam içimdeki dehşeti
hırsım deler mi toprağı
beni
acısıyla onduran
dostumu
aşkla vurduran hayat
sana
yaşananla harlanan bağrımın sevdasını akıttım
dünyanın yeni baharına
çatlarken kadim güneş
bağrım delinirken fidanların kanıyla
anamın doğurgan karnıdır diye
sevgilimin sütlenecek göğsüdür diye
dostumun üretken gülüdür diye
sana bağlandım
sana sarıldımbeni umutsuz koma
tarihle avutma beni
çünki aşkla sınanmışım sana
sana yangınla, suyla, ateşle
ölümle, yaprakla, şiirle sınanmışım
ey yaşarken kanayan acı
şimşekli gök, tufan, kan fırtınası
uçurum kıyısında hızla büyüyen ot
yapraksız bir ölümün anısı için
körpecik kuzuların derisi için
beni tarihle avutma
umutsuz koma beniakıtsam deliren sevdamı
köpürürmü hayatı besleyen su
ey benim
yedi başlı kartalım
her başını
bir dağ başlangıcında koyanım
senin
böyle diri bir akarsu gibi kıvrılan gövdendir
bizim aşkımızı solduranların korkusu
çünki elbette bir su
kendi akacağı toprağın sertliğini bilir
ve suyun gövdesiyle yırtılınca toprak
artık ırmak mı ne denir
işte devrim
ona benzer bir akışın hızına denir
yarın ne olur bilirim ben
bahar gelir, otlar büyür
ölüm de yapraklanır
bir dağ bulur uzun uzun bakarım
bir çam ağacı gölgesi
güzel kokular veren
bir damla güneş görünce
sana da gülümseyeceğim yarin
Şimdi senin uzanıp yattığın otlarda
yarın yeni bir yeşillik büyüyecek
4 notes
·
View notes
Text
kirpiklerinde asılı duruyor gülüşüm
halsiz ve güçsüz çivilerle şiire cümle asarken
bir ressam yanıbaşıma çaresizliği çiziyor
üstelik çok lacivert.
arka fonda gözlerini çalıyor cennet
bremen mızıkacıları gibi alıp şiirimi gidiyorum
bir dakikalık kaygı duruşu
sonra öleceğim usulca
tamiri caizse yüreğimi toplayacağım
birde nane şekerleri
gidilecek bir yer var
ama
gözlerime hırsız girdi.
erotik bir hikayenin ırzına geçilen kahramanı gibi
bir daha ki hikayeye gideceğim.
bil/inçsiz
bir okadar ölçeksiz
patron bir hüzünle...
2 notes
·
View notes
Text
Yalnızlık elimde oyuncak sanki biz de sarılmışız oyuncağımıza. Neyleyelim çocukken hiç olmadıki oyuncağımız. Bir de boş …. Şişelere ihtiyacımız var.
2 notes
·
View notes
Text
Zaman gecenin karanlığına teslim olmaya yakın bir vakit idi. Yüreğimde yanan çıra aydınlığa olan meftunluğunu bırakıp kara dumanlara teslim olmamak için direnmenin son demlerinde bir süreci yaşarken, Bedenim bu kavganın zayıflığı ile titriyor ve kalbimin hızlıca atışı nefesimi kesiyordu. Bütün düşüncelerden soyut yalnızca bu duygunun acımsılığıyla metro durağında bekleyen birkaç kişinin arasında öylece karşı kirden kararmış duvara astım gözlerimi. Kulaklarımı birileri kapatıyor gibiydi ve yalnızca içimde çıtırdayan çıranın mahşeri sesinde kayboluvermiştim. Önümden hızlıca geçen trenin camlarının arasından gözlerim halen kirli duvarda asılıydı ve trenden inen görüntüsünü seçemediğim bir adamın bana çarpışıyla dış dünyaya dönüvermiş, tren kapılarının kapanma sesini duyar gibi olmuş olacağım ki kendimi hızlıca içeri atıvermiştim. Hemen gözüme ilk çarpan Cam kenarı boş bir koltuğa oturup solumdaki camdan kirli duvara bakmaya devam ettim. Tren hareket etmeye başlamıştı ve o kalakaldığım duvar artık yerini tel örgülere bırakmıştı. Öyleki bu tel örgüler ve üzerine çekilmiş jiletten yapılma keskin çitler geçmişten gelen üşümeyi,gökyüzüne dokunamamayı, güneşin dahi arasında paramparça olduğu griye boyanmış günleri ve gözlerimin sığınabildiği tek yer olan gökyüzünün maviliğine gelin olmuş bulutları anımsatırdı bana her defasında.Belki de o an sadece gözlerim değil; her parçam her hücrem bir sığınak arıyordu ve o anda gözümü gökyüzüne çevirdiğimde geçmişteki gri yoksun hayatı yırtan, özgürlüğün soluğunu hissettiren mavilik ve gelinciklerini bu kez sığınağım olamamış, karanlığa teslim olmuş günün umarsızca siyaha boyanışı değiyordu gözlerime.
Gözlerim sızladı o an bir şairin şiirinden ruhuma dokunan şu cümleleri “ve gözleri ancak gözler bağışlayabilir,öyle acıyor ki gözlerim kim bağışlayacak,” beni bir insanın gözüne sığınabileceğim hissiyatını yaratıverdi. Her baktığım gözden bağış dileyip çıranın cehennemi ateşimi dindirebileceğimi umarak cam kenarına yasladığım kafamı trenin içerisine yöneltmiştim. Gözlerim hemen karşımda ince parmakları ve damarları neredeyse dışarı fırlayacak olan bilekleriyle çantasını sıkıca tutan üzerine giydiği kahvemsi mantosunun dizlerine dek düştüğü kısa boylu kadına ilişmişti. Kadın her ne kadar kulağının ardındaki büyük beni taktığı büyükçe Demirden küpeyle gizlemeye çalışsa da kendini belli ettiriyordu. Yanaklarının gerginliği ve göz hatlarının sıkı oluşu olgunluğuna yeni yeni merhaba dediğini sezdiriyordu. Ve sonunda gözlerine bakabilmiştim ürkekçe. Gözleri kahverengiydi ve bir o kadar da mağrur. Kendimdeki boşluğa bakışı görüyordum onda dişlerini sıkıp öylesine trenin bir noktasına bakakalmıştı. Kirpiklerinin arasına bir katre sıkışmış yanaklardan süzülmeyi bekliyor gibiydi. Yapamazdım bu gözlerden bağışlanma ve sığınma dileyemezdim bu nedenle kafamı sol çaprazımda boynunu bükmüş, saçlarına ak düşmüş, yaşlılığa yeni girmenin yükünü kamburlaşmış bedeninde hisseden koca adama çevirdim.nasırlaşmadan dolayı şişkin görünen ellerini ovuşturuyor ve gözlerini yıllarca harcadığı emeğinin izlerini taşıyan avuçlarına dikmişti. Öyle görünüyordu ki halen o nasırlaşmış elleriyle harcadığı emeğinin isyanını taşıyordu. Ağlamaklı ve düşünceli bakışları bir türlü ayrılmıyordu ellerinden. Göz torbalarının şişkinliğinden, kaşlarına çöken alnından gözlerini yakalamakta zorluk çeksem de bu denli yorgun ve kırıklıklarla dolu bir bakışa sahip gözlere tutunamaz kendi yükümü de onlara asamazdım. Arandım durdum. Vagondaki tüm gözlere ilişmeye çalıştımsa da aradığım sığınağı bulamadım. Hiçkimsenin ama hiç kimsenin gözleri parıldamıyor ve her bir çift göz acının, yangının ve hiçliğin resmini çiziyordu. Yüzümü tekrar camdan dışarı döndüğümde tren usulca yavaşlıyor ve gözlerim üzeri kara lekelerle doluşmuş başka bir duvara asılı kaldı. Gözlerim bedenimi ele geçirmişti ve kendimi istasyonda bir bankta oturup o siyahi duvara ruhumu teslim etmiştim. Ruhum içimde tutuşan çıranın kara dumanını duvara göç eyliyor, duvarın her bir noktası acı bir karaya boyanıyordu. Bedenim son tren geçince ayrılmıştı istasyondan ancak ruhum orada asılı kaldı. Ve ben artık bir tutsağıyım kara duvarın çünkü çıram halen aydınlatmıyor, kara dumanlara boğuyor beni.
1 note
·
View note
Text
Yarım kalmışlık demiştim sana yazmaya çalıştığım ve bir türlü tamamlayamadığım mektubun adını işte o da yarım kaldı her şey gibi ben gibi sen gibi duygularımız, dostluklarımız, sevişmelerimiz, dokunuşlarımız sarılmalarımız ve dibini göremediğimiz rakı şişeleri gibi gibi gibi… Ve her şey gibi söyleyeceklerimi burada yarım kalmış sözcükle göç eyliyorum sana …
1 note
·
View note
Text
Doldur Saki Varsın bu gecemize de bir günah yazsınlar
Biz biliriz cennetin bu kadehin ötesinde olduğunu
2 notes
·
View notes
Text
Çünkü bu kahverengi akşam saatlerinde Her şeyi en soğuk ölçülere vuruyoruz Bir uzak han kavramına. Hanların Rahmindeki bir yolcuya, bir semendere Ve soğuk bir çağdan geçiyoruz. Çağlardan Başımızda siyah bir hale. Edip Cansever
2 notes
·
View notes