omer-varlioglu
omer-varlioglu
Ömer VARLIOĞLU
7 posts
Don't wanna be here? Send us removal request.
omer-varlioglu · 5 years ago
Text
Tumblr media Tumblr media
0 notes
omer-varlioglu · 5 years ago
Text
Tumblr media
0 notes
omer-varlioglu · 7 years ago
Text
KABİR AZABI VAR MIDIR?
Hadis temelli geleneksel inançların en önde gelenlerinden bir de kabir azabı inancıdır. Hatta bazı insanların cehennem azabından daha fazla kabir azabını merak edip korktuklarını bile görebilirsiniz. Oysaki Kur’an’da hiçbir ayette insanların kabirlerinde azap göreceklerine dair bir açıklama bulunmamaktadır.
Kur’an ayetlerinden bir hüküm çıkarmak için örneğin kabir azabı konusunda şu şekilde net ve açık ifadelerin yer alması gerekir. “onlar kabirlerinde azap görürler” “kabirlerde azap vardır” vs. Ancak 10’dan fazla ayette kabirler ile ilgili ifadeler kullanılmasına rağmen kabirle ilgili bir azaptan bahsedilmemektedir. Kur’an`da açıkça belirtilmeyen bir hususun olduğunun iddia edilmesi dine ilave olarak insani kabullerin eklendiğini göstermektedir. Kabir azabı konusunda insanların kafalarını karıştıran en önemli sorun binlerce yıldır ölen bu insanların ahiret gününe kadar ne yaptıkları ve nerede bekledikleridir yani zaman problemidir. Nasıl ki biz dünyaya gelmeden önce binlerce yıl beklemişiz gibi hissetmeden yaratılıyorsak, bu dünyada ölenler de binlerce yıl beklediklerini hissetmeden pekâlâ ahirette tekrardan yaratılabilirler. Kur’an’da açık bir biçimde bu dünya hayatının geçiciliği ve ahiret hayatının asıl ve sonsuz hayat olduğu vurgulanmaktadır. Bu dünyada doğuyor, yaşıyor ve ölüyoruz. Tekrardan bu dünyaya dönmek veya öldükten sonra bu dünyadaki olayları hissetmek gibi bir durum söz konusu değildir. Bazı kimseler Kur’an’da Firavun ve ailesinin sabah-akşam ateşe arz olunduklarını ifade eden Mümin Suresinin 45 ve 46. ayetlerinden hareketle Kur’an’da kabir azabının olduğunu zira sabah ve akşam ifadelerinin sadece içinde bulunduğumuz dünyada geçerli olduğunu iddia ederler.
Allah, o adamı ötekilerin kurdukları tuzakların kötülüklerinden korudu. Firavun ailesini de azabın en beteri kuşattı.
Sabah-akşam, ateşe arz olunurlar. Kıyamet koptuğu gün de şöyle denir: “Firavun ailesini azabın en şiddetlisine sokun!”
Mümin Suresi Ayet 45-46.
Sabah ve akşam ifadeleri sadece bu dünyada algılanabilen şeyler dahi olsa yine de söz konusu ayetten ya da başka bir ayetten kabirde azap olduğunun anlaşılması mümkün değildir. Üstelik Kur’an’da sabah-akşam ifadesinin sadece dünya hayatında değil cennette de kullanıldığını görmekteyiz. Bu da sabah-akşam ifadesinden hareketle kabirde azap olduğunun iddia edilmesini imkânsız kılmaktadır.
Tövbe eden, iman edip hayra ve barışa yönelik iyi iş yapan müstesna. Böyleleri cennete girecekler ve hiçbir şekilde haksızlığa uğratılmayacaklar. Rahman`ın, kullarına gaybda vaat ettiği Adn cennetlerine girecekler. Kuşkusuz, O`nun vaadi yerine gelir. Orada boş lakırdı değil, yalnızca “selam” işitirler. Orada kendilerinin sabah-akşam rızıkları da hazırdır.
Meryem Suresi Ayet 60-62
0 notes
omer-varlioglu · 7 years ago
Text
Aracılık ve Şirk
Tevessül yani yüzü suyu hürmetine dua edenlere ayetlerden örnekler. Hala bu şekilde mi dua edeceksiniz? Ölmüş, dünyadan irtibatı kesilmiş ve kendisine veya başkasına yararı/zararı olmayan kişileri araya sokmaya devam mı edeceksiniz? Allah kendisi ile insanlar arasında aracılık yaptığına inanılan kimselere uyarıda bulunuyor. Düşünecek misiniz yoksa bildiğiniz gibi devam mı edeceksiniz?
Kur'an okuyun...
> Onlar da sizin gibi kuldur. Cevap veremezler ve işitemezler.
(Araf 7/194) Allah ile aranıza koyup çağrıda bulunduklarınız sizin gibi kullardır. Dedikleriniz içinize yatıyorsa onlara seslenin de size cevap versinler.
> Ne kendilerine ne de başkalarına yardım etmeye güçleri vardır. Haydi şimdi kendisine faydası olamayana seslenin de icabet etsinler.
(Araf 7/192) Bunlar, ne onlara ne de kendilerine yardım edebilirler.
(Araf 7/195) Ayakları mı var ki yürüsünler; elleri mi var ki tutsunlar; gözleri mi var ki görsünler; kulakları mı var ki dinlesinler? De ki “Çağırın ortaklarınızı, sonra bana tuzak kurun; hiç göz açtırmayın.”
> Allah'tan başkasına çağrıda bulunmak Zat'ına ortaklar koşmaktır.
(Ahkaf 46/5) Allah ile arasına koyarak, (mezardan) kalkış gününe kadar cevap veremeyecek kimselere çağrıda bulunandan daha sapık kimdir? Bunlar, onların çağrısının farkında olmazlar.
> Onlara seslenenlere bir hatırlatma. Hiçbir şey yaratmaya kadir değillerdir.
(Nahl 16/20) Allah ile aralarına koyarak yardıma çağırdıklarının hiçbiri bir şey yaratamaz. Zaten kendileri yaratılmış durumdadırlar.
> Hiçbir şeyin farkında değillerdir ve diriltilecekleri gün hakkında bir bilgiye de sahip değillerdir. Ölüdürler...
(Nahl 16/21) Onlar birer ölüdür, diri değillerdir. Ne zaman diriltileceklerinin de farkında olmazlar.
> Haydi onları çağırın bir ses veya bir fısıltı işitebiliyor musunuz? Eğer öyleyse sıkıntılarınızı gidersin.
(İsra 17/56) De ki “Allah’a ile aranızda olduğunu varsaydıklarınızı çağırın; ne sıkıntınızı gidermeye güçleri yeter ne de sizden uzaklaştırmaya.”
> Allah'a yaklaştıracağını sandıklarınızdan kaçınmanızı öğütleyen nice ayetler vardır.
(İsra 17/57) Onlar, yani çağırdıkları kendilerini Rablerine daha da yaklaştıracak bir vesilenin peşinde olurlar. İkramını umar, azabından korkarlar. Rabbinin azabı kaçınılması gereken şeydir.
> Aradan aracıları çekin demenin daha açık bir söylemi başka türlü olamazdı.
(Hac 22/12) Allah ile araya, kendisine zarar vermeyecek ve bir yararı da olmayacak şeyi koyarak yardıma çağırır. İşte bu, pek derin bir sapıklıktır.
> Aracı saydıklarınız çok kötü bir zarar sağlayacaktır.
(Hac 22/13) Zararı yararından yakın olan kişiyi de yardıma çağırır. O ne kötü bir yardımcı ve ne kötü bir yandaşlar topluluğudur.
> Boş hayaller, kuruntular gerçek dışıdır. Tek gerçek olan yardımcı Allah Teala'dır.
(Hac 22/62) Bu Allah’ın gerçeğin kendisi olmasından dolayı böyledir. Onunla aralarına koyup yardıma çağırdıkları ise gerçek dışıdır. Allah yücedir, büyüktür.
> Araya soktuklarınız da aciz, siz de.
(Hac 22/73) Ey insanlar! Size bir örnek veriliyor iyi dinleyin. Allah ile aranıza koyduklarınız bir araya gelseler bir sinek bile yaratamazlar. Sinek onlardan bir şey kapsa geri alamazlar. İsteyen de acizdir, istenen de.
> Onlar aranıza koyduğunuz putlardır ve aradığınızı size verecek olan Sadece Allah Teala'dır.
(Ankebut 29/17) Siz hurafe üreterek sadece, Allah ile aranıza koyduğunuz putlara kulluk ediyorsunuz. Allah ile aranıza koyup kulluk ettikleriniz, size rızık verecek güçte değillerdir. Siz rızkı Allah katında arayın, ona kul olun; ona teşekkür edin; çünkü ona döndürüleceksiniz.
> Her şeyi haber veren, her şeyden haberdar olan ve her şeyin iç yüzünü bilen Allah Teala'dır. Araya soktuklarınız bir şey bilmezler.
(Fatır 35/14) Onları çağırsanız, çağrınızı işitmezler; işitseler cevap veremezler: Kıyamet gününde de sizin onları ortak saymanızı örtbas ederler. Kimse sana bunları, her şeyin içyüzünü bilen Allah gibi haber vermez.
> Araya soktuklarınıza bir bakın... Onlar neye güç yetirebilirler?
(Fatır 35/40) De ki: "Allah ile ortak sayarak araya koyup yardım istediklerinize baktınız mı? Gösterin bana; onlar yerin hangi parçasını yaratmışlar. Yoksa göklerde bir ortaklıkları mı var? Ya da onlara bir yazı verdik de onu belge olarak mı kullanıyorlar? Hayır; o zalimlerden biri diğerine sadece aldatıcı vaatte bulunur.
> Allah zarar verecek olsa araya soktuklarınızdan hangisi sizi kurtarabilir?
(Yasin 36/23) Allah’tan önce başka ilahlara tutunur muyum ben? Rahman bana bir zarar vermek istese onların şefaati işe yaramaz. Onlar beni kurtaramazlar.
> Yargı gününde hesap verecek olan aracılarınız mı var?
(Mümin 40/20) Allah, hakkını vererek yargılamada bulunur. Allah ile aralarına koyup yardıma çağırdıkları ise hiçbir yargılama yapamazlar. Allah dinler ve görür.
> Kaybolup gidenleri aracı yapmayın.
(Araf 7/37) Bir yalanı Allah’a atfeden veya ayetleri karşısında yalana sarılandan daha yanlış yapan kim olabilir? Defterlerinde yazılı suçlarının cezası onları bulacaktı. Elçilerimiz canlarını almaya gelince: “Hani o Allah’tan önce yardıma çağırdıklarınız?” diyecekler, onlar da “Kaybolup gittiler!” diye cevap vereceklerdir. Kendilerinin kâfir olduklarına bizzat şahitlik edeceklerdir.
(Haluk Yüksel)
0 notes
omer-varlioglu · 7 years ago
Video
youtube
0 notes
omer-varlioglu · 7 years ago
Text
Kandil Geceleri
Ülkemizde kandil geceleri diye bilinen geceler takvim sıralamasına göre; Rebiulevvel ayının 12. gecesi Mevlid, Recep ayının ilk cuma gecesi Regâip, yine Recep ayının 27. gecesi Mirac, Şaban ayının 15. gecesi Berat ve Ramazan ayının 27. gecesi olan Kadir gecesidir.
Bu geceler Osmanlılar döneminde II. Selim (1566-1574) zamanından başlayarak, minarelerde kandiller yakılarak duyurulup kutlandığı için “Kandil” olarak anılmaya başlamıştır.[1]
Bu çalışmada kandillerin tarihi ile ilgili bilgi verilip dinimizin bunlara bakışı ortaya konulmaya çalışılacaktır.
1. Kadir Gecesi
Kadir gecesi ile ilgili olarak Kur’an-ı Kerim’de müstakil bir sûre bulunmaktadır. Bu sûrede Allah Teala, Kur’an’ı Kadir gecesinde indirdiğini ve bu gecenin bin aydan daha hayırlı olduğunu bildirmiştir. Bakara suresinin 185. ayetinde de Kur’an’ın Ramazan ayında indirildiği beyan edildiği için Kadir gecesinin Ramazan ayında bulunduğu net bir şekilde anlaşılmaktadır. Fakat bunun Ramazanın 27. gecesi olduğuna dair kesin bir delil yoktur. Kadir gecesi ile ilgili hadislere bakıldığında Hz. Peygamber’in mü’minlere tavsiyesi, Kadir gecesini Ramazanın son on gününde ve özellikle de tek gecelerinde aramaları şeklinde olmuştur.[2] Buna göre Kadir gecesi Ramazanın yirmi bir, yirmi üç, yirmi beş, yirmi yedi veya yirmi dokuzuncu gecelerinden herhangi biri olabilir. Yani Kadir gecesi, zamanımızda Müslümanlarca ihya edilmeye çalışıldığı gibi herkesçe bilinen sabit bir gece olmayıp, aksine gizlenmiştir. Konuyla ilgili sahih rivayetlerden anlaşıldığına göre Resûlullâh dahi Kadir gecesinin Ramazanın kaçıncı gecesi olduğunu bilmiyordu![3]
Kadir gecesinin değerlendirilmesi/ihyası ile ilgili olarak Hz. Peygamber’den bir dua haricinde herhangi ibadet tavsiye edilmemiştir. Fakat Aişe radıyallâhu anhâ’nın bildirdiğine göre Resûlullâh, Ramazan ayında diğer aylardan daha çok ibadet ederdi. Son on günde ise ibadetlerini biraz daha artırır, geceleri ihya eder, ailesini de geceyi ihya etmeleri için uyandırırdı.[4]
Bir gün Hz. Âişe, Resûlullâh’a: “Ey Allah’ın elçisi! Kadir gecesinin hangi gece olduğunu anlarsam o gece nasıl dua edeyim? ” diye sormuş, O da:  “Şu duayı oku” buyurmuştur:
اَللّهُمَّ إِنَّكَ عَفُوٌّ كَرِيمٌ تُحِبُّ الْعَفْوَ فَاعْفُ عَنِّي
“Allahım! Sen affedicisin, cömertsin. Affetmeyi seversin. Beni de affet.”[5]
2. Berat Gecesi / Kandili
Berat “kişinin bir yükümlülükten kurtulması veya yükümlülüğünün bulunmaması” anlamına gelen Arapça berâe-berâet kelimesinin Türkçeleşmiş şeklidir. Şaban ayının on beşinci gecesinde Müslümanların Allah’ın affı ve bağışlaması ile günah yükünden kurtulacağı ümit edilerek bu geceye Berat gecesi denilmiştir.[6]
Berat gecesinin fazileti ile ilgili olarak Hz. Peygamber’den nakledildiği bildirilen birkaç rivayet bulunmaktadır. Bunlardan bir tanesinde Allah’ın bu gecede dünya semasına tecelli edeceği, Kelb kabilesinin koyunlarının kılları adedince (çokluk belirtmek için kullanılmış bir ifade) insanı bağışlayacağı ve kendisine edilen tüm duaları kabul edeceği anlatılmaktadır.[7] Fakat bu rivayete kitabında yer veren İmam Tirmizî (ö. 279/892) ve onun hocası İmam Buhârî (ö. 256/870) başta olmak üzere birçok âlim, bu hadislerin rivayet zincirlerinde problem bulunduğunu, dolayısıyla hadislerin zayıf olduğunu ve bunlarla amel edilemeyeceğini belirtmişlerdir.[8]
Berat gecesinin faziletine dair Sünen-i İbn Mâce’de geçen iki rivayet daha bulunmaktadır.[9] Hadis âlimleri o rivayetlerin de “zayıf” olduğunu belirtmişlerdir.[10]
Müfessirlerden Ebû Bekir İbnu’l-Arabî (ö. 543/1148) bu gecenin fazileti hakkında bir tek sağlam hadisin bile gelmediğini, dolayısı ile bu konu ile ilgili olarak hadis diye dolaşan sözlere itibar edilmemesi gerektiğini söylemiştir.[11]
Gerçekten de Hz. Peygamber’in ve sahabe-i kiramın mescitlerde bu geceyi ihya etmek için toplandıkları, özel dualar ettikleri, bugün özellikle ülkemizde olduğu gibi bu geceye has namaz kıldıkları şeklinde tek bir rivayet dahi gelmemiştir.
Bazıları Duhân sûresinde geçen: “O gecede her hikmetli buyruk ayrılır ve katımızdan bir emirle ilgilisine yollanır.” (Duhân, 44/4-5)ayetlerine bakarak o gecenin Şaban ayının on beşinci gecesi olan Berat gecesi olduğunu söylemişlerdir. Buna dayanarak da Allah’ın o gecede kulların rızıklarını taksim, ecellerini tayin ve bir sonraki Şaban ayının on beşine kadar olacak tüm olayları takdir ettiğini, dolayısıyla bu gece yapılacak olan dua ve ibadetlerin mutlaka kabul edileceğini iddia etmişlerdir. Böylece Hz. Peygamber ve ashabının yapmadığı, bu geceye has bir takım ibadetler ortaya çıkmıştır. Hâlbuki Allah Teâlâ o sûrede şöyle buyurmaktadır:
“Hâ Mîm. Andolsun o apaçık kitaba ki biz onu mübarek bir gecede indirdik. Çünkü biz uyarıcıyız. O gecede her hikmetli buyruk ayrılır ve katımızdan bir emirle ilgilisine yollanır.” (Duhân, 44/1–5)
Görüldüğü gibi Allah, işlerin taksim edildiği gecenin Kur’an’ın indirildiği gece olduğunu bildirmektedir. Kur’an’ın da Şaban ayının on beşinde değil; Ramazan ayında ve Kadir gecesinde nazil olduğu şu ayetlerde açıkça ifade edilmiştir:
“Ramazan ayı ki o ayda insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur’an indirilmiştir.” (Bakara, 2/185)
“ Muhakkak ki biz Kur’an’ı Kadir gecesinde indirdik.” (Kadir, 97/1)
Âlimlerin büyük çoğunluğu da Duhân suresinde geçen “mübarek gece”nin kadir gecesi olduğunu söylemişlerdir. Ebû Bekir İbnu’l-Arabî bu konuda şöyle demiştir:
“Bu ayette geçen mübarek gecenin Kadir gecesi değil de başka bir gece olduğunu iddia edenler, Allah’a büyük bir iftirada bulunmuş olurlar!”[12]
Bir de Berat gecesi ile alakalı olarak halk arasında “Berat gecesi namaz”ıveya“Salâtu’l-Hayr” olarak bilinen bir namazdan söz edilir. 100 rekât olan bu namazın her rekâtında Fatiha ve on defa İhlâs suresinin okunması gerektiği söylenmektedir.[13] “Kaynakların be­lirttiğine göre Berat gecesine ait özel bir namaz yoktur. Gazzâlî, bu gece her rekâtında Fatiha’dan sonra on bir İhlâs okunmak suretiyle kılınacak yüz rekât veya her rekâtında Fatiha’dan sonra yüzİhlâs okunan on rekât namazın çok se­vap olduğuna dair bir rivayet nakletti­ği halde (İhyâ, 1/203), İhyâ-u Ulûmi’d-dîn'deki hadisleri tenkide tâbi tutan Zeynüddin el-Irâkî ile Nevevî bunun aslının olmadığını söyle­mişlerdir. Bu namazın bir bid’at oldu­ğunu kaydeden Nevevî, bu konuda Kûtü’l-Kulûb ve İhyâ-u Ulûmi’d-dîn'de geçen rivayete aldanılmaması gerektiği­ni söylemekte (el-Mecmû’, 4/56), Ali el-Kârî de bu rivayetin uydurma olduğunu belirterek Berat gecesi namazının h. 400 (m. 1010) yılından sonra Kudüs’te ortaya çıktığını kaydetmektedir. Bu namazın ilk defa h. 448 (m. 1056) yılında Kudüs’te Mescid-i Aksâ’da kılındığına ve zamanla yaygınlık ka­zanarak sünnet gibi telakki edildiğine dair bir rivayet de nakledilmektedir.”[14]
3. Regâip ve Mirac Kandilleri
İkisi de Recep ayında kutlanan Regâip ve Mirac kandilleri ve bu gecelerin kutlanması gerektiğine dair öne sürülen şeylerin de herhangi bir delili bulunmamaktadır. Özellikle tasavvufi eserlerde yer alan, Hz. Peygamber’in Regâip gecesinde ana rahmine düştüğü (!), Recep ayının ilk Perşembe günü oruç tutup gecesinde Regâip namazı adıyla bir namaz kılmanın sevap olduğu ve bu gecenin birçok faziletinin bulunduğu yönündeki rivayetlerin “asılsız” olduğu hadis âlimlerince belirtilmiştir.[15]
Bir de halk arasında “üç aylar” olarak bilinen Recep, Şa’ban ve Ramazan ayları hakkında rivayet edilen: “Recep Allah’ın ayıdır, Şa’ban benim ayım, Ramazan da ümmetimin ayıdır.” sözü hakkında âlimlerin çoğu “bu uydurmadır” demiştir. Ayrıca yine Recep ayının fazileti hakkında: “Kim o ayda şu kadar namaz kılarsa ona şu kadar sevap verilir, kim o ayda istiğfar ederse ona şu kadar ecir verilir.” şeklinde hadis diye rivayet edilen sözlerin hepsi mübalağadır, hepsi âlimler tarafından tekzip edilmiştir.[16] Özellikle Regâip gecesi ile ilgili olarak halk arasında meşhur olan Regâip namazıyla ilgili rivayeti, 1023 (h. 414) yılında vefat eden Ali b. Abdullah b. Cehdâm isimli Mekkeli sûfî bir zatın ihdas ettiği / ortaya çıkardığı kaynaklarda belirtilmektedir.[17] Yine kaynaklarda Regâip gecesiyle ilgili özel ibadet ve kutlamaların hicri 5. yüzyılda (miladi 11. yy) ortaya çıktığına ve bu gecenin ilk defa hicri 448 (m. 1056) yılında Kudüs’te, 480 (m. 1087) yılında da Bağdat’ta “kandil” olarak kutlanmaya başladığına dikkat çekilmektedir.[18]
“İslam âlimlerinin büyük bir kısmı Hz. Peygamber, sahâbe ve tâbiîn dönemlerinde Regâip kandilinin bilinmediğini, kandil geceleri kutlanmasının diğer dinlerin tesiriyle ortaya çıktığını, dolayısıyla bu gecede özel bir ibadet yapmanın dinde yeni ibadet ihdası anlamına geleceğini, Resul-i Ekrem tarafından genel olarak bidatlerin yasaklanmasının yanı sıra Cuma günü ve gecesi özel bir ibadet yapılmasının da yasaklandığını[19], bu sebeple Regâip günü ve gecesinde muayyen ibadetler yapmanın dinen sakıncalı olduğunu belirtmişlerdir.”[20]
Yalnız Recep ve Şa’bân ayları hakkında bir kaç söz söylenmesi gerekmektedir: Recep ayı “dört haram ay”dan bir tanesidir. Diğerleri Zilkade, Zilhicce ve Muharrem aylarıdır. Bu aylarda savaşmak haram kılınmıştır. Dolayısıyla bu ayların diğer aylara göre bir fazileti bulunmaktadır. Âlimler bu aylarda oruç tutmanın müstehab olduğunu söylemişlerdir. Fakat Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem ve ashab-ı kiram’dan “özellikle” bu ayda oruç tutmanın faziletine dair herhangi bir sahih rivayet nakledilmemiştir.
Şa’bân ayına gelince: Sahih rivayetlere göre Hz. Peygamber’in Ramazan ayından sonra en çok oruç tuttuğu ay Şa’bân ayıdır.[21] Sahabeden Üsâme b. Zeyd (ö. 54/674) şöyle bir hadis rivayet etmiştir:
“Resûlullâh, Şa’bân ayında tuttuğu oruç kadar hiçbir ayda oruç tutmamıştır. Kendisine: “Ey Allah’ın Resulü! Senin, Şa’bân ayında tuttuğun orucu başka bir ayda tuttuğunu görmedim" dedim. O da şöyle buyurdu:
“Şaban, Recep ile Ramazan arasında insanların gafil bulunduğu ve amellerin, âlemlerin Rabbi olan Allah’a yükseldiği aydır. Ben de amelimin Allah Teala’ya oruçlu olduğum halde yükselmesini seviyorum.”[22]
O halde bu ayda oruç tutmanın Hz. Peygamber’in güzel bir sünneti olduğu rahatlıkla söylenebilir.
4. Mevlid Kandili
“Doğum yeri” ve “doğum zamanı” anlamına gelen Mevlid, Hz. Peygamber’in doğum günü kutlamalarına denildiği gibi aynı zamanda bu kutlamalarda okunmak üzere kaleme alınan eserlerin ortak adıdır. Hz. Peygamber, Ashâb-ı Kirâm, Emevî ve Abbâsîler dönemlerinde herhangi bir kutlama örneğine rastlanmayan Mevlid kandili, ilk kez hicretten yaklaşık üç yüz elli yıl kadar sonra Mısır’da, Şii Fâtimî Devleti döneminde kutlanmıştır.[23]
Eyyûbîler döneminde birçok tören ve bayram kaldırılmış; fakat Mevlid kutlamaları başta olmak üzere bunlar Erbil Atabegi Begteginli Muzafferuddin Kökböri (ö. 629/1232)tarafından büyük törenlerle yeniden kutlanmaya başlamıştır.[24] Fâtımîler dönemindeki kutlamalar daha çok devlet erkânı arasında olup resmi nitelikli iken Kökböri dönemindeki kutlamalara halkın da katılımı sağlanmış, büyük ziyafetler ve şölenler tertiplenerek adeta bir bayram havası estirilmiştir. Muzafferuddin Kökböri’nin bu kutlamaları yeniden başlatmasının ardında ise Musullu sûfi Ömer b. Muhammed el-Mellâ’ın bulunduğu belirtilmektedir.[25]
Hz. Peygamber’in doğum günü olan bu günün/gecenin birtakım ibadetlerle kutlanmasına yönelik herhangi bir delil mevcut değildir.
Ebû Şâme el-Makdisî, Şehâbeddin el-Kastallânî, İbn Hacer el-Askalânî ve Celâleddin es-Suyûti gibi bazı âlimler Hz. Peygamber’in dünyaya gelmesi sebebi ile sevinmenin, bu gün münasebetiyle muhtaçlara yardım etmenin, şiirler (mevlid gibi) okumanın güzel birer amel olduğunu söyleyerek, bu gibi Mevlid kutlamalarının “bid’at-ı hasene” (güzel bid’ât) sayılması gerektiğini söylemişlerdir. Mâlikî fakihi İbnu’l-Hâc el-Abderî, Ömer b. Ali el-Lahmî el-Fâkihânî, İbn Teymiyye, Muhammed Abduh, Abdulaziz İbn Bâz ve Hammûd b. Abdillah et-Tuveycîrî gibi âlimler ise Mevlid kandili kutlamalarına “bid’at-i seyyie” (kötü bid’ât) gözüyle bakmış ve buna şiddetle karşı çıkmışlardır.[26]
Değerlendirme
Hz. Peygamber ve Ashâb-ı Kirâm dönemlerinde görülmeyip onunla amel edilmeyen, hatta bir benzeri olmayan ve İslam’dan olmadığı halde sonradan ortaya çıkan ve ibadet kabul edilen görüş ve ameller, sünnete aykırı davranışlara bid’at denilir.
Dinde sonradan ortaya çıkan ve hakkında herhangi bir delil bulunmayan bu gibi durumlar hakkında Resûlullâh şöyle buyurmuştur:
“İşlerin en kötüsü sonradan ihdas edilenler / ortaya çıkarılanlardır.”[27]
“Sonradan ihdas edilen her şey bid’attir”[28]
“Her bidat dalalettir, her dalalet de ateştedir.”[29]
İmam Malik’in konuyla ilgili şu sözünü hatırlamakta da büyük fayda vardır:
“Kim, bu ümmet içerisinde (din adına) geçmişte olmayan bir şey ihdas ederse (ortaya çıkarırsa) bu kişi, Hz. Peygamber’in Allah tarafından kendisine verilen risalet (elçilik) görevine ihanet ettiğini iddia etmiş olur. Çünkü Allah Teala “…Bugün dininizi olgunlaştırdım; size olan nimetimi tamamladım. Size din olarak İslâm’ı uygun gördüm...”(Mâide, 5/3) buyurmuştur. Bu yüzden, o gün din olmayan (dine dâhil olmayan) şey bugün de din olamaz!”[30]
Sonuç olarak şunlar söylenebilir:
Kur’an’da da sünnette de bugün geniş halk kitleleri tarafından kutlandığı şekliyle kandil gecelerine işaret yoktur.Mübarek kabul edilen bu geceler, Hz. Peygamber ve ashabından çok sonra (en erken 350 yıl sonra!) Mısır ve Kudüs’te kutlanmaya başlamış, daha sonra İslam dünyasının çeşitli bölgelerine yayılmıştır.
Bu kutlamalar İslam’ın bir emri veya bir tavsiyesi değildir.Müslüman toplumlar tarafından ortaya çıkarılmış ve bir “gelenek” haline gelmiştir. Osmanlı padişahlarından II. Selim döneminden itibaren ‘kandil’ adını alan bu geceler Müslümanlar tarafından mirâciye, regâibiye, mevlüt gibi çeşitli etkinliklerle ihya edilmiştir. Kandil gecelerini kutlayan her toplum kendi kültüründen bir şeyler eklemiş ve böylece bu geceler gelenekselleşmiştir. Neyin ibadet neyin gelenek olduğunun Müslümanlarca bilinmesi de elbette ki zaruridir.
YAYIMLANDIĞI YER: Kitap ve Hikmet Dergisi, Nisan-Haziran 2015, Sayı: 9, s: 18-22.
[1] Nebi Bozkurt, “Kandil”, Diyanet İslam Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, 2001, c: 24, s: 300.
[2] Buhârî, Fadlu Leyleti’l-Kadr 2, 3, İtikâf 1, 9, 13; Müslim, Sıyâm 213, (1167).
[3] Bir önceki dipnotta belirtilen hadislerde Resûlullâh Kadir gecesinin kendisine unutturulduğunu söylemiştir.
[4]Buhârî, Fadlu Leyleti’l-Kadr 5, Müslim, Îtikâf 8, (1175); Ebu Dâvûd, Salât, 318; Tirmizî, Savm, 73; Nesâî, Kıyâmu' l-Leyl, 17.
[5] Tirmizî, Daavât, 84.
[6] Halit Ünal, “Berat Gecesi”, DİA, İstanbul, 1992, c: 5, s: 475.
[7] Tirmizî, Savm, 39; İbn Mâce, İkâmet, 191
[8] Bkz: Tirmizî’nin Savm, 39’da bu hadisten sonra yer alan açıklaması ile Muhammed Fuad Abdulbaki’nin İbn Mâce, İkâmet 191’de yer alan açıklamaları.
[9] Bkz: İbn Mâce, İkâmet, 191.
[10] Bkz: Muhammed Fuad Abdulbaki’nin İbn Mâce, İkâmet 191’de yer alan açıklamaları.
[11] Bkz: Ebu Bekir İbnu’l-Arabî, Ahkâmu’l-Kur’ân, 2. Bs., y.y., 1968, c: 4, s: 1678 (Duhân Sûresi, 2. ayetin tefsiri)
[12] İbnu’l-Arabî, a.g.e., c: 4, s: 1678.
[13] Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, İstanbul, 1986, s: 188.
[14] İhyâ, el-Mecmû ve el-Esrâru’l-Merfûa gibi kaynaklardan naklen: Ünal, “Berat Gecesi”, DİA, c: 5, s: 475.
[15] Hamdi Tekeli, “Regâip Gecesi”, DİA, İstanbul, 2007, c: 34,  s: 535.
[16] Bkz: Yusuf el-Kardâvî’nin Recep ayı ile ilgili bir fetvası: http://www.islamonline.net/servlet/Satellite?cid=1122528600570&pagename=IslamOnline-Arabic-Ask_Scholar%2FFatwaA%2FFatwaAAskTheScholar
[17] İsmail b. Ömer İbn Kesir, el-Bidâye ve’n-Nihâye, Beyrut, trs., c: 12, s: 16; Bozkurt, “Kandil”, DİA, c. 24, s: 301; Hamdi Tekeli, “Regâip Gecesi”, DİA, İstanbul, 2007, c: 34,  s: 535.
[18] Tekeli, “Regâip Gecesi”, DİA, c: 34,  s: 535.
[19] Müslim, Sıyâm, 146 (1143).
[20] Tekeli, “Regâip Gecesi”, DİA, c: 34,  s: 535.
[21] Buhârî, Savm, 52; Müslim, Sıyâm, 176; Tirmizî, Savm 36; İbn Mâce, Sıyâm, 30.
[22] Nesâî, Sıyâm, 70.
[23] Ahmet Özel, “Mevlid”, DİA, c. 29, s. 475.
[24] Özel, a.g.e.,  aynı yer.
[25] A.g.e. s. 475-476. Ahmet Özel'in, tarihi kaynaklara dayandırarak naklettiği bilgilere göre Kökböri döneminde Mevlid kutlamaları için her yıl yaklaşık 300.000 dinar para harcanmakta idi. Bir dinar paranın 4,25 gr altına denk geldiği hesap edilirse Mevlid kutlamaları için sadece bir yılda 1 ton 275 kg altın gibi oldukça yüksek miktarlarda harcama yapıldığı anlaşılmaktadır.
[26] Özel, a.g.e., s. 477-478; Özel, “Mevlid: Tarihi ve Dini Hükmü”, Dîvân İlmî Araştırmalar Dergisi, Bilim ve Sanat Vakfı, İstanbul, 2002/1, sayı: 12, s: 243-246.
[27] Müslim, Cuma, 43.
[28] Nesâi, Îdeyn, 22; İbn Mâce, Mukaddime, 7.
[29] Müslim, Cuma, 43; Ebû Dâvûd, Sünnet, 6.
[30] Ebû Muhammed İbn Hazm, el-İhkâm, fî Usûli’l-Ahkâm, Dâru'l-Hadîs, Kahire, 1984, c: 6, s: 225.
Yazar :
Dr. Yahya Şenol
0 notes
omer-varlioglu · 7 years ago
Text
Kur’an’da Namaz Vakitleri
Genel anlayışın aksine gündüz, geceden önce gelir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
لَا الشَّمْسُ يَنبَغِي لَهَا أَن تُدْرِكَ الْقَمَرَ وَلَا اللَّيْلُ سَابِقُ النَّهَارِ وَكُلٌّ فِي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ
“Güneş ayı yakalayamaz, gece de gündüzü geçemez[1*]. Her biri farklı bir yörüngede yüzüp gider” (Yasin 36/40)
Gece, gündüzü geçemediği için yeni gün, güneşin doğmasıyla başlar. Bu yüzden farz namazların vakitlerini bildiren iki ayette ilk namaz, öğle namazıdır.
وَأَقِمِ الصَّلَاةَ طَرَفَيِ النَّهَارِ وَزُلَفًا مِنَ اللَّيْلِ إِنَّ الْحَسَنَاتِ يُذْهِبْنَ السَّيِّئَاتِ ذَلِكَ ذِكْرَى لِلذَّاكِرِينَ
“Gündüzün iki bölümünde ve gecenin gündüze yakın zamanlarında namaz kıl. Çünkü iyilikler (namazlar), kabahatleri kötülükleri giderir. Bu, aklını başına alacaklar için bir hatırlatmadır.” (Hûd, 11/114)
Taraf (طرف), bir şeyin bölümlerinden biri anlamına gelir[2]. “Gündüzün iki tarafı”, iki bölümü demektir. Aşağıdaki ayette görüleceği gibi namaz kılınması gereken ilk bölüm, güneşin batıya kaydığı öğle vaktidir. İkincisi ise ikindi namazının vaktidir. Bu iki vakit bütün kültürlerde vardır.
Ayetin metninde, “yakınlık” anlamında olan zülfe (زلفة)’nin çoğulu zülef (زلف) kelimesi vardır. Arapçada çoğul, en az üç şeyi gösterir. Ayetteki “زُلَفًا مِّنَ اللَّيْل = gecenin zülfeleri”, gecenin gündüze yakın en az üç zamanıdır. Bunlar gündüzden işaret taşıyan akşam, yatsı ve sabah namazlarıdır.
Gece üçe ayrılır; birinci bölümü, akşam ve yatsı namazlarının vaktidir. Güneşin batmasıyla başlar ve karanlığın iyice çökmesine (ğaseku’l-leyl’e) kadar sürer. İkinci bölümü, teheccüd namazının vaktidir, ğaseku’l-leyl’den tan yerinin ağarmasına kadar sürer. Buna, gecenin yarısı (نصف الليل) veya gecenin ortası (وسط الليل) denir. Üçüncü bölüm ise tan yerinin ağarmasıyla başlayan sabah namazının vaktidir. Bu andan itibaren oruçlu için yasaklar başlar. Sabah namazı, güneşin doğmasına kadar kılınır.
Akşam namazı, güneşin batmasından batı ufkundaki kızıllığın kaybolmasına kadar kılınır. Bundan sonra yatsı namazının vakti girer. Batı ufkundaki beyazlığın kaybolup havanın tam kararmasına kadar devam eder. Hava tam kararınca gecenin gündüze yakın birinci bölümü bitmiş olur.
Abdullah b. Ömer demiş ki, bir gece oturduk, yatsı namazı için Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellemi bekledik. Gecenin üçte biri geçmekte iken veya daha sonra çıka geldi. Bir işi var mıydı, yok muydu bilmiyorum. Dedi ki, “Bu namazı mı bekliyorsunuz? Ümmetime ağır gelmese onlara bu saatte kıldırırdım.” Sonra müezzine emretti, kamet getirdi[3].
Yatsı namazı, karanlık çökmeden kılınmazsa camiye gelenlerin evlerine dönmeleri zorlaşır.
Konuyla ilgili ikinci ayet şudur:
أَقِمِ الصَّلَاةَ لِدُلُوكِ الشَّمْسِ إِلَى غَسَقِ اللَّيْلِ وَقُرْآَنَ الْفَجْرِ إِنَّ قُرْآَنَ الْفجْرِ كَانَ مَشْهُودًا
“Namazı, güneşin zevalinden (batı tarafına yönelmesinden) gecenin ğasakına  kadar, bir de şafak ışıklarının kümeleştiği  sırada sürekli ve tam kıl. Şafak ışıklarındaki kümeleşme gözle görülür.  ” (İsrâ 17/78)
Bu ayete göre de ilk namaz, güneşin batıya kaymasıyla yani güneşin, bulunduğumuz yerin meridyeninden geçmesi ile başlayan öğle namazıdır. Önceki ayet, güneş batmadan iki namaz kılmayı farz kıldığı için öğlenin kılınmasından sonra bir namaz daha kılma gereği ortaya çıkar. Bu da öğle ile akşam arasında yer alan ikindidir. Öğle ile ikindiyi birbirinden ayıran işaret Kur’ân’da açıkça belirtilmediğinden Nebimiz ihtiyaç halinde bu iki namazı birleştirerek arka arkaya kılmıştır.
Ğasak (غسق), ikinci şafağın battığı ve karanlığın yoğunlaştığı[65] vakittir. Bu sırada Güneş, ufkun 18˚ altına inmiş, batı ufkunun diğer ufuklardan farkı kalmamış, yıldız kümeleri ortaya çıkmış, hava iyice serinlemiş ve gecenin ortası başlamış olur.
Yatsı vakti gecenin ortasından önce bitmeseydi yolların aydınlatılmadığı yerlerde yatsıdan sonra camiden eve dönmek zorlaşırdı. Abdullah b. Ömer şöyle demiştir: Bir gece oturduk, yatsı namazı için Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellemi bekledik. Gecenin üçte biri geçmekte iken veya daha sonra çıka geldi. İşi var mıydı, yok muydu bilmiyorum. Dedi ki, “Bu namazı mı bekliyorsunuz? Ümmetime ağır gelmese onlara bu saatte kıldırırdım.” Sonra müezzine emretti, kamet getirdi[66].
“Akşamın vakti şafağın yaygınlığı düşünceye kadar, yatsının vakti gecenin yarısına kadardır[67]”.
Ğasak’ın asıl anlamı serinliktir. Bu saatte canlılar yuvalarına çekilir ve dinlenirler. Kelimenin bu anlamı, beyaz gecelerde yatsı vaktini belirlememizi sağlar. Ayetteki, “Gecenin kararmasına kadar” ifadesi ise güneşin batmasından batı ufkundaki aydınlığın tamamen kaybolup karanlığın iyice çökmesine kadar olan vakti gösterir. Bu, yukarıda da belirtildiği gibi yatsı namazının son vaktidir. Akşam namazı vakti, bundan öncedir. Akşam ile yatsıyı ayıran işaret,  Kur’ân’da geçmediğinden Nebimizin bu iki vakti birleştirdiği olmuştur.
Dört mezhebin büyük âlimlerine göre yatsı vakti, havanın kararmasına kadar sürer. Hanefîlerden es-Serahsî der ki: “İmam Muhammed el-Kitab’da yatsı vaktinin gece yarısına kadar olduğunu söylemiştir.”[4]
Buradaki gece yarısı, havanın iyice kararmasından tan yerinin ağarmasına kadar olan vakittir.
İmam Şafii demiş ki: “Yatsının son vakti, gecenin birinci üçte biri geçinceye kadardır. Gecenin bu bölümü geçince namazın vakti geçer. Nebi aleyhisselamdan rivayetlerin hepsi, bu vakitten sonra vaktin çıktığı dışında bir şeyi göstermez.”[5]
Oğlu Ebu’l-Fadl’in bildirdiğine göre Ahmed b. Hanbel şöyle demiştir: “Şafak kaybolunca yatsı vakti başlar… son vakti kimine göre gecenin üçte biri kimine göre de gece yarısıdır.”[6]
Bu görüş, yukarıdaki görüşlerle ile aynıdır. Ancak âlimlerimiz arasında günün tan yerinin ağarmasıyla başlayacağı görüşü yaygınlaşınca gecenin üç bölümü kavramı anlaşılamaz olmuştur.
İbnu’l-Kâsım demiş ki: İmam Malik’e “Namazı gecenin üçte birine kadar geciktiriyorlar” diye sorduk; şiddetle kınadı ve sanki şöyle dedi: “İnsanların kıldığı gibi kılmalılar.” İnsanların yaptıklarını hoş görür gibiydi. Onlar, yatsı namazını kırmızı şafağın kaybolmasından biraz sonra kılarlar. Şöyle dedi: “Allah’ın elçisi sallallahu aleyhi ve sellem, Ebubekr ve Ömer bu kadar geciktirmemiştir.”[7]
Bu mezheplerin sonra gelen âlimleri, herhangi bir delile dayanmadan yatsı namazının vaktini sabah namazına kadar uzatmışlardır. Hâlbuki insanlar, yatsı ile sabah namazı arasında yatıp dinlenecekleri için bu vakitte kimsenin rahatsız edilmemesi gerekir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Müminler! Elinizin altındaki esirler ile henüz erginlik çağına girmemiş çocuklarınız üç vakitte; sabah namazından önce, öğlen dinlenmesinde elbisenizi çıkarınca, bir de yatsı namazından sonra yanınıza girerken sizden izin istesinler. Bunlar, çıplak olabileceğiniz üç vaktidir. Bunların dışında size de onlara da bir günah yoktur. Onlar sizin, siz onların çevresinde dönüp dolaşırsınız. Allah size ayetlerini böyle açıklar. Allah bilir, doğru kararlar verir
Çocuklarınız erginlik çağına varınca kendilerinden öncekiler nasıl (her zaman ) izin istiyorlarsa onlarda izin istesinler. Allah size ayetlerini böyle açıklar. Allah bilir, doğru kararlar verir.” (Nur 24/58-59)
Nebimiz her gece biraz uyuduktan sonra uyanıp teheccüd namazı kılardı. Çünkü Allah Teâlâ ona şu emri vermiştir:
وَمِنَ اللَّيْلِ فَتَهَجَّدْ بِهِ نَافِلَةً لَّكَ عَسَى أَن يَبْعَثَكَ رَبُّكَ مَقَامًا مَّحْمُودًا
“Sana ek görev olarak gecenin bir kısmında (uykudan) namaza kalk. Belki Rabbin seni pek güzel bir makama, Makam-ı Mahmud’a yükseltir.” (İsrâ 17/79)
Bu namazı, isteyen her müslüman kılabilir. Nebimizin şöyle dediği rivayet edilmiştir:
أَفْضَلُ اَلصَّلَاةِ بَعْدَ اَلْفَرِيضَةِ صَلَاةُ اَللَّيْلِ
“Farzlardan sonra en faziletli namaz gece namazıdır.”[8]
Sabah namazı vakti, tanyerinin ağarıp ufuktaki ışıkların yoğunlaşmasıyla ortaya çıkan açık bir görüntü ile başlar. Bu vakitte gündüzün yaklaştığı anlaşılır. Bu üçüncü zülfedir. Güneş doğuncaya kadar devam eder.
İsrâ 78. ayette sabah vakti, kur’ân’el-fecr diye ifade edilmiştir. Kur’ân (قرآن) Arapçada “toplama ve toplanma” anlamına gelir[9].  قَرَأتُ الشيء قرآنا sözü, “bir şeyi topladım” ve “birini diğerine ekledim”, demektir. قرأت الكتاب قراءة وقرآنا = “Kitabı okudum”, sözü de öyledir. Çünkü okumak, kelimeleri birbirine eklemektir. Son kitaba Kur’ân adı verilmesi, indirilen bütün ayetleri bir araya toplaması sebebiyledir. Fecirdeki toplanma da güneşten gelen değişik renk ve tondaki ışıkların toplanmasıdır. Toplanma güneş doğana kadar sürdüğünden bunun tamamı bir tek namazın vakti olur.
Nebimizin hadislerinde de ilk namaz öğlen namazı, son namaz da sabah namazıdır. İbn Abbas’ın (r.a) bildirdiğine göre Allah’ın Elçisi namaz vakitleri konusunda şöyle demiştir:
“Cebrail Kâbe’nin yanında bana iki kere imamlık yaptı. Birincisinde öğle namazını, gölgeler bir ayakkabı kayışı kadar iken kıldırdı. Sonra her şeyin kendi gölgesi kadar olduğu zaman ikindiyi kıldırdı. Güneşin battığı ve oruçlunun iftar ettiği saatte akşam namazını kıldırdı. Şafağın (batı ufkundaki kızıllığın) kaybolduğu saatte de yatsıyı kıldırdı. Sabah namazını da tan yerinin ağardığı, oruç tutana yemenin içmenin yasak olduğu saatte kıldırdı.
Cebrail ikinci kez imamlık yaptığında öğle namazını, dünkü ikindi vaktinde, her şeyin gölgesinin kendi boyu kadar olduğu vakitte kıldırdı. İkindiyi, her şeyin gölgesi kendinin iki katı olduğu vakitte kıldırdı. Sonra akşam namazını ilk günkü vaktinde kıldırdı. Sonra yatsı namazını gecenin üçte biri geçmekte olduğu sırada kıldırdı (حِينَ ذَهَبَ ثُلُثُ اللَّيْلِ). Sabah namazını da ortalık aydınlandığında kıldırdı. Sonra Cebrail bana döndü ve dedi ki, «Ya Muhammed, bu senden önceki nebilerin ibadet vaktidir. İbadet vakti bu iki vaktin arasıdır. [10]”
[1] Gecenin ve gündüzün yörüngeleri konusu ilgili ilim dalının izahına muhtaçtır. Güneşin, ayın, gecenin ve gündüzün yörüngesinden bahsedilip dünyanın yörüngesinden bahsedilmemesi üzerinde de durmak gerekir.
[2] والطرَفُ، بالتحريك: الناحية من النواحي والطائفة من الشي، والجمع أَطراف. Lisanu’l-Arab
[3] Ebu Davud, salat 7, hadis no 420.
[4] Serahsî, Şemsüddin, el-Mebsût, Mısır l324/1906, c. I, s. 259
[5] Şafiî, Muhammed b. İdris, el-Um, Beyrut 1393/1973, c. I, s. 74
[6] مسائل الإمام أحمد رواية ابنه أبي الفضل صالح - (ج 2 / ص 174)
[7] Malik b. Enes (öl.179 h.), el-Müdevvene, Dar’ul-kutub’il-ilmiyye, 1415 h./1994m. C. I,s. 156.
[8] Müslim, Sıyam 38, Hadis No (1163)
[9] Mekâyîs’ul-luğa
[10] Tirmizî, Mevâkît, 1
Yazar :
Prof. Dr. Abdülaziz Bayındır
0 notes