(bu hesap 3 kişi tarafından yönetilmektedir) twitter : @oku_yorumla
Don't wanna be here? Send us removal request.
Text
Bu hayatta daha ne acılar var demek için..
@okuyorumla
25 notes
·
View notes
Text
Her Şey İçin Cok Geç-Bülent Parlak
“Şüphemden başka güveneceğim hiç bir duygum kalmadı artık / Ayaklanmaya hazır bir suskunluğu / tedirgin ettiğim sabahlar / güneşi ve Allah’ı alnıma sürüyorum / keşke bir ihtimal daha olsaydı diyorum / bir ihtimal; bize sabahın bir an önce olmasını / istetecek kadar coşkun / ve yaşıyor oluşumuzun intikamını / en yakınlarımızdakilerden alacak kadar karışık / olmuyor /
@okuyorumla
34 notes
·
View notes
Text
Okudum: Stefan Zweig - Korku Korku cezadan daha berbattır, çünkü ceza bellidir, ağır veya hafif; bilinmeyene, sınırlandırılmışa kıyasla ceza, daha az ürkütür. Cezasının ne olduğunu anlayınca kız rahatladı. Ağlaması seni şaşırtmasın: Gözyaşları şimdi dışarıya akıyor, daha önce içeride birikip kalmıştır. İçerdeki gözyaşları dışarı akandan daha fenadır. @okuyorumla
17 notes
·
View notes
Note
Merhabaa 🙋♀️ Blogunuzu çok severek takip ediyorum. Bu şekilde tavsiye edebileceğiniz farklı kitap blogları da var mı acaba?
Merhaba. Varsa tavsiyeler ben de almak isterim.
3 notes
·
View notes
Note
Biliyor musunuz? Hepsi çok emek verilmiş, ve çok güzel postlar gerçekten elinize ve ruhunuza sağlık ✨
Teşekkür ederim. Yazarlarımızın eline ve ruhuna sağlık. Hepsini de çok özledik.
1 note
·
View note
Text
“yoksunluk hiçbir zaman feci değildir, öldürücü olan doygunluktur: doygunluk, aynı zamanda bir tetanos durumu ve durgunluk durumu yaratır.”
33 notes
·
View notes
Photo
Her kitapta bir iki satır da olsa kendimizden bir şeyler buluruz ama bu kitabı neredeyse clearskin le tarayıp tümünü buraya atmak geldi içimden.. Ezberlemek istediğim “en” lerden bi tanesi :) mutlak surette tavsiyemdir. Mutlu okumalar 😉💎
@okuyorumla
26 notes
·
View notes
Photo
📚 Simyacı 📚
Aslında başından beri yanıbaşınızda olan bir hazineyi ancak uzun yolculuklar sonunda fark edebilirsiniz. Tıpkı çoban Santiago’nun yaptığı gibi. Kendi kişisel menkıbesinin peşine düşmüş olan Santiago, bu uğurda yeri gelmiş çoban olmuş yeri gelmiş billuriyeci. Hayatı boyunca peşinden koştuğu kişisel menkıbesi onu aradığı hazineye de kavuşturmuş. Ama hazineden daha önemli olan çok çeşitli tecrübelere sahip olmasını sağlamış. Endülüs’ten kalkıp Mısır piramitlerine yıllarca yolculuk eden Santiago yol boyunca kendi içine bakmayı da ihmal etmemiş. Her gördüğü yeni şey onu heyecanlandırmış. Yeni bir dil öğrenmiş, yeni hayatlara şahit olmuş ve bu hayatlara dokunabilmeyi başarmış. Kişisel menkıbesini yaşamaya karar verdikten sonra karşısına çıkan her zorluğa bir şekilde göğüs germiş. Her vazgeçmeye kalktığında onun amacına ulaşmasını isteyen bir ve tek evren onu tekrar yola getirmiş. Paulo Coelho kitabı sadece 2 haftada yazmış ve bu kadar kısa sürmesinin nedeninin bu hikayenin zaten ruhunda yazılı olmasına bağlamış. Kısa sürede yazıldığı gibi bir solukta okunabilecek ve ruha dokunabilecek bir roman Simyacı.
Coelho, Simyacı ile hepimize bir nasihat veriyor aslında. Bu nasihate kulak verelim ve kendi kişisel menkıbemizi yazmaya başlayalım. Kendi hazinemizin nerede olduğunu keşfedelim. Kimi bunu çölde tefekküre dalarak arar kimi ise zeytin ağaçlarına bakarak :) @canyayinlari ndan çıkan Simyacı’yı okumanızı tavsiye ederim. İyi okumalar… .
@okuyorumla
95 notes
·
View notes
Note
Merhabalar. Sayfanızdaki kitap yorumlarını izniniz olursa kitabevimiZin sosyal medya hesaplarında paylaşmak istiyoruz. Müsade var mıdır 😊
Merhaba, sayfamızdaki gönderiler farklı hesaplara ait olduğundan paylaşmak istediğiniz kitap yorumlarının sahipleriyle işletişime geçmenizi öneriyoruz :)
0 notes
Photo
Geçtiğimiz ay:
Kitap:
Doğu Avrupa’da Yolculuk
sırf konu aldığı ülkelerden dolayı ilgimi çeken bir kitaptı.Yazar bir gazeteci ve gittiği ülkelere,o ülkenin gerçek insanlarına ulaşıp durumlarını anlamak amacıyla gitmiş. Sovyet rejimi ve komünizm ile alakalı gözlemlerini eğlenceli bir dille kaleme almış.Emperyalist olmakla suçluyorlar Marquez’i. Bilemem. Bildiğim; “moskoftan dost olmaz”
“Tercümanın açıklamalarını bilimsel bir hava içinde izliyordu.Almanların klasik davranışıdır bu.Nazilerin yaptığı gaddarlıklar üzerine yorumlar,onların tüylerini diken diken etmeden üzerilerinden kayıp gider,yanlarında içinizden ne gelirse söyleyebilirsiniz,hiç oralı olmazlar,özür de dilemezler.”
“Koridorlarının,mermerlerinin,frizlerinin,aynalarının,heykellerinin ve sütun başlıklarının mal olduğu paraya konut sorunu kısmen halledilebilirdi.Moskova Metrosu, sonradan görmeliğin feri��tahı.”
Beatrice’ten Sonra Birinci Yüzyıl
Kitap bilim adamlarının bulduğu bir ilaç sayesinde isteyen herkesin erkek çocuk sahibi olduğu bir dünyanın nasıl felakete doğru yol aldığını konu alıyor.Bir böcek bilimci ve gazeteci bu felaketi durdurmak için çırpınıyor.
“Türleri incelemiş biri olarak, aşkın yaşamı sürdürmek için başvurulan bir hile olduğunu biliyorum; yine de insanın gözlerini kapatması pek hoş.”
“Ciddi sarsıntıların yer altında uzun bir varoluş süreci geçirdiklerine inanıyorum.Afetler için de böyle,sinsi kötülükler için de. Doğmuyorlar,açığa çıkıveriyorlar. Savaşlar da böyle.”
Çivisi Çıkmış Dünya
Amin Maalouf insancıl,açık görüşlü ve düpedüz doğulu bir kafaya sahip. Çok seviyorum. Kitabı da çok sevdim. Altını çizdiğim notlar aldığım birçok yer oldu.O,Arap toplumunda Hristiyan,batıda doğulu. Aidiyetleri yücelten bir insan değil ama aidiyetinin getirdiği ön kabüllerle,dağ’ının yazgısı ile uğraşıyor hep.Arap Birliği diye bir şeyin sözünün dahi edilmeyişine,iç savaşlara,yabancı müdahalelere,kültürel yozlaşmalara,cehalete …rağmen ümidini yitirmeyen birisi.Klişe olacak ama aynı gemideyiz diyor.
“Sıradan bir ayrıntı değil bu,göçmen gerçekten iki kişidir,kendini de öyle görür.”
“Benim gözümde ,İslam alemini etkileyen başıboşluk,insanların kargaşaya sürüklenmesini isteyen ilahi bir emirden çok,siyasetle din arasına sınır çekebilecek, “papalığa benzer” bir kurumun yokluğundan kaynaklanıyor.”
@okuyorumla *Maalouf’un Arap Baharı ve Suriye hakkındaki görüşlerini merak ediyorum.
— Podcast Addict uygulamasını indirdim. Fazla kullanmaya fırsatım olmadı ama bayıldım. @adimbitkin sayesinde tanıdığım A.J. Hoge ve başkaca konuşmacıların podcastlerine abone oldum. Bir kez indirildikten sonra offline olarak da dinlenebiliyor. Gerçekten çok yararlı efendim :) Ali İmran Nisa ve Maide surelerinin mealini dinledim. Çocukların doğumgünü için köye gittim. Hastalandım. Kul plan yapar kader güler,aklımda neler vardı…Sergi ve 23 Nisan telaşesi biter bitmez Kıymetli Y.’nin nişanı için İstanbul’a gittim. Antep’te lise ve üniversiteden arkadaşlarım ile buluştum. @yortsavull ile neredeyse 1 yıldır görüşemiyoruz. Çok özledim! (Ohri’de değilse de gel burada trileçe yiyelim) R. ile tanıştım.Bakalım ağacın gölgesi nereye düşecek. Bu ayın şarkısı şu olsun.
32 notes
·
View notes
Photo
Âşıklar Delidir ya da Yazı Tura - Ayfer Tunç
Ayfer Tunç bir hikaye aşığı olabilir. Hikaye aşıkları delidir bu yüzden mümkün olduğu kadar çok hikaye yazar ve acı çekerler, bu şekilde mümkün olduğu kadar çok hikaye okutup mümkün olduğu kadar üzerler. Kendisinin kitapları hakkındaki söyleşilerini pek okumadım ama hikaye anlatmaya fazlaca bir ilgisi olduğunu düşünüyorum çünkü karakterlerine ve onların ailelerine, arkadaşlarına, karşılaştıkları herkese birer hikaye yazarken bir de karakterlerine hikaye uydurtuyor, böylece hikayeler ikiye katlanıyor…
Aşıklar Delidir, aslında aşktan çok yaşamı ve ölümü anlatıyor. Yaşarken ��lmeyi, öleceğini bilerek yaşamayı, “nasıl” öleceğini bilerek yaşamayı, kaderi kabul etmeyi. Hastalığı bekleyerek yaşamayı ve aile olarak böyle bir yükün altında ezilmeyi… O yükler buz dağının görünen kısmı; aile sırları, kaçılan gerçekler, gömülen acılar yokmuş gibi yaşanıyor. Zaten en zoru da yokmuş gibi yaşamak. (Aslında ufak tefek konularda yokmuş gibi yaşamak kendimizi kandırmaya sebep oluyor ve inanırsak büyük ölçüde daha rahat ediyoruz.)
Kitabın adı çok eleştirildi ama buna çok takılmamak gerektiğini düşünüyorum. Aşıklar delidir ve aşıklar acı çeker.
Aşıklar Delidir’in iki ayrı anlatıcısı var, o ikisinin arasındaki değişik bir şey, aşktan öte. Zaten aşk ne ki? Pek de bir şey değil. Romanda birçok başka hikaye var, anne ve babaların aşkları, abilerin ablaların aşkları, arkadaşların aşkları, başkalarının aşkları. O kadar da aşk yok aslında. Kitap normal bir seyirde ilerliyor, ilerledikçe garipleşiyor, acılaşıyor, düğümlüyor. Hikaye anlatma pahasına alakasız yerlerde nükseden hikayeler dışında kusursuz bir kurguydu. Zaman olarak da alışılageldik bir biçimde yazılmamıştı, ama karmaşık değildi, burada bu ayrıntıları anlatmamın manasız olduğunu düşünüyorum. Çünkü ben bu tür bilgileri bir kitabı okumadan önce defalarca okumuş olsam da hatırlamıyorum.
Suzan Defter’i okuduktan kısa süre sonra bu kitabı okumam iyi olmadı, Suzan Defter’e gölge düşürdüğümü hissediyorum ama bunlar o kadar da mühim meseleler değil. yazıyorken söyleyeyim @okuyorumla yı etiketleyip kitap yorumlarınızı yazabilirsiniz, çalışmamız devam etmese de severek yayınlıyoruz yorumlarınızı ve muhataplarınca ilgiyle karşılanmaya devam ediyorlar ✿
32 notes
·
View notes
Text
Veba - Albert Camus
İyakşamlar, daha demin bir şeyi sıkarken sağ el baş parmağım kütledi ve ardından ince bir sızlama baş gösterdi. Umarım durduk durmadık yere parmağı sakatlamamışımdır. Neyse, bu öylesine bir şeydi sonuçta burayı böyle saçma şeyler söylemek içinde açık tutuyorum. Şu sıralar böyle karmaşık bir haldeyim, ortamlarımı yabancılıyorum, söze girip açıklama yapmak boşuna geliyor, insanları genel olarak anlamıyor ve anlamlandıramıyorum. Gülünen şeylere genelde iğrenerek bakıyor ve açılan konulardaki anlamsızlıkları ağzım açık bir şekilde izliyorum. Yüzeysel olan her şeyin iyi, derin olan şeylerin sıkıcı olmasından bıkıyorum ve benden gerçekten bir fikir istemeyene bir öneri vermiyor ve samimi olmuyorum. Siz nasılsınız biraz da siz anlatın?
Veba’ya geçmeden önce bu yazıyı böyle aradan çıkması için yazdığımı itiraf etmeyi değerli okuyucularıma bir borç bilirim. Bu yazıyı bitirdikten sonra Micheal Mann’ın Faşistler kitabını okumaya devam edeceğim. Yanına bir bardak kahve almam lazım, belki annemin yeni pişirdiği tarçınlı üzümlü kekten de yanına alırım. Bugün sabah güzel bir kahvaltı yaptım, sonuçta kiloma dikkat etmem gerek, spor falan filan. Uzun bir önsüzün ardından başlıyoruz efenim.
Doktor Bernard Rieux, Cezayir’de Oran şehrinde sıradan bir güne başlarken, kaldığı binada ölü bir fare görür ve bunu kapıcısına haber verir. Kapıcı, böyle bir şey olamayacağını falan geveler fakat bir gün sonra şehrin farklı yerlerinde ölü farelerin bir anda yayılması, şehrin ileri gelenlerinin arasında bir telaşa neden olur. Daha sonra da yaşlı kapıcı ölür ve bunun üzerine Doktor Rieux, bu hastalığı araştıramaya başlar, Hastalığa yakalanmış insanlara bir bir gider ve ortak belirtileri bulmak için çabalar; vücudun çeşitli yerlerinde yaralar, irinler, göğüste bir sancı ve dinmek bilmeyen bir ateş. Daha sonra Rieux’ye yardım etmeye gelen bir grup daha doktor, Valilik binasında toplanır. Rieux’ya göre kesinlikle şehri karantina altına almak gerekir çünkü bu bir veba olabilir; belirtiler klasik bir vebayı andırmasa da temkinli olmakta yarar olduğunu söyler. Rieux, makyevelist bir tutumla ahlaküstü bir davranış segileyerek, insanlara karşı yapılması gereken bütün kısıtlamaları sıralar. Şehir karantina altına alınır. Castel isimli bir doktor da, bu salgına iyi gelecek bir serum üzerinde çalışmaya başlayacağını bildirir.
Veba hızlı bir şekilde yayılmaya devam eder ve bunun çizelgesini Jean Torrou tutmaya başlar. Bu hızlı artışın en büyük nedeni ise, insanlar ailelerinden hasta olanlara evde bakmak istemeleridir ve bu yüzden evdeki herkese bu hastalık bulaşmaktadır. Bu yüzden karantine çadırları kurulur ve hasta olanlar evlerinden zorla çıkartılıp buralara götürülür.
Kitabın başında Cottard isimli bir karakter intahara teşebbüs eder fakat başaramaz. Veba’nın yayılmasıyla birlikte bu duruma sevinir çünkü ancak bu hastalıkla beraber insanlar eşitlenmiş olmaktadır. O’na göre, bir insan aynı anda iki büyük hastalık çekemez; aynı anda hem verem hem de veba olamaz. Bu bir denge durumudur.
Veba ilerledikçe şehirdeki herkesin hal ve hareketleri değişmeye başlar. Akşam evde aniden ateşlenen biri koşa koşa dışarı çıkıp bir adamın üzerine atlar ve “ben veba mıyım?” diye bağırarak adamın elini vücuduna sürmeye başlar. Ölümlerin artması herkeste bir yaşamı sorgulama sürecini başlatır.
Kırılma noktası ise, Castel’in yaptığı serumun bir çocuk üzerinde uygulanmasıdır. Vebaya yakalanmış çocuk serumu yedikten sonra normale göre daha çok direnmiş fakat sonuçta yine ölmüştür. Bu süreçte çektiği acıyı bire bir gören doktorların, hayattaki amaçları, inançları kendi içinde sorgulanmaya başlar.
Şehrin Rahibi Paneloux ise ilk baştaki vaazlarında vebanın insanların günahları için kendilerine musallat olduklarını dillendirirken, ölümlerin artışından sonraki vaazlarında inancına olan güveni azalmış ve kader dediğimiz kavramı sorgulamaya başlamıştır. Hatta klisedeki eski gravürleri açıp incelemiş ve Büyük İspanyol Vebasından sonra klisedeki yirmi beş kişiden sadece beşi hayatta kalmış, bu beş kişiden dördü ise kaçmıştır. Bütün bunlar herkese yeniden hayatı sorgulatmaya yetmiştir.
Ölümler belli bir seviyeye ulaştıktan sonra veba şehirdeki etkisini azaltmaya başlamış ve aniden çekip gitmiştir. Bu ani gidiş sonrasında yaşam ölümün bu kadar iç içe olması ve bu salgından sonra herkesin bir anda sokaklarda hiçbir şey yokmuş gibi dolanması Rieux’e garip gelmiştir. Bu açıdan bakıldığında romanın nihilist bir yönü vardır. Fakat aynı zamanda, bu acımasız istilaya karşı bile durmadan mücadele etmemiz gerektiğini, yaşamın bu hareket duygusuyla bu sorgulama arasında geçtiğini özellikle vurgulamıştır.
Şimdilik bu kadar, kendinizi sevin. Bu arada okuduğum kitap hakkında bir görüşünüz varsa, bir şekilde paylaşın. ortam şenlensin.
@okuyorumla
34 notes
·
View notes
Photo
Bu kitabı tekrar tekrar okuyup, satır satır ezberlemek istiyorum, yerinde tespitler ve güzel çıkarımlarla dolu 👏🏻hepimiz için burada dursun 😇
@okuyorumla
32 notes
·
View notes
Photo
Bir Günü Bitirme Sanatı - Banu Özyürek
Bir kitap hakkında atıp tutmayı özledim….. Maalesef yine yapamıyorum bunu.
Bu kitabın önce ismi dikkatimi çekti, “bu benim” dedim. (Zaten kitabı ikinci ve üçüncü bir ben olan “Eve Dönmenin Yolları” ve “Yalnızlığın Felsefesi” kitaplarıyla birlikte almıştım.) Kendimi aramazken bulmak gibi bir şey oldu. Yalnız içi ve adı beni doyururken kapağından pek hoşlanmadım, belki yayınevini diğerlerinden ayıran bu ama. Ama.
Bir Günü Bitirme Sanatı, bir öykü kitabı. Bir solukta okunan cinsten öyküler içermesinin yanında çok içten, sevimli, gülünç ama içten içe de acıklı bir anlatımı var. Öykülerin tümünün birbirleriyle bağlantısı olduğundan emin değilim, hepsi birbirinin devamı olmasa da tüm öyküler bir kadının anlatımıyla yazılmış. Bu tür öyküleri çoğu zaman seviyorum, bunları da sevdim ama en çok ilk öyküyü. Yani Bir Günü Bitirme Sanatı’nı. Bu öyküyü okur okumaz da kitabı birine önermeye karar verdim ama sonra diğer öyküleri okudukça bu kitabın önereceğim kişiye hitap ettiğinden emin olamadım. Belki bir kez daha düşünüp önerip önermeyeceğime karar veririm. Bunları biraz çekinerek yazıyorum, paragrafa da başlamıyorum ki çok okunmasın. Bu bahsettiğim öyküde kendimi o kadar buldum ki. Biraz korkunçtu bu hissettiğim. Biriyle buluşmadan önce ön bilgi olarak okutabilirim bu öyküyü, o kadar diyorum. Yalnız, ben buyum demeye cesaretim elbette olmaz. Olmasın.
75 notes
·
View notes
Photo
her şeye rağmen bu benim yalnızlığımdır
Yalnızlığın Felsefesi - Lars Svendsen
Bu defa olanca yalnızlığımla geldim. Yalnızlığı çok boyutlu bir şekilde ele alan bir kitap okudum. Bu kitapta genel olarak yalnızlığın ne olduğundan, nasıl hissedildiğinden, kimlerin daha çok yalnız olduğundan, yalnızlığın güven ile ilişkisinden, tek başınalıktan, yalnızlığın dostlukla sevgiyle ilişkisinden bahsedilmiş.
Peki felsefe bu yalnızlığın neresinde? Her yerinde. Düşünmek, yazmak, üretmek bunların hepsi yalnız yapılır. Yazar bu yazdıklarını yayınlamak için yazdığı halde biri başında onu seyrederse bunları yazamayacağını söyler, ben de bunları yazmak için yalnızlığa ihtiyaç duyuyorum, bunları yazmaya niyetlendiğim zamanla yazıyor olduğum zaman arasında güneş doğup battı çünkü yalnızlığa ihtiyacım vardı.
Bu kitap yayınlandığında dostlarıyla sık görüşenlerin dostlarıyla daha az görüşenlerden daha çok yalnızlık hissettiğiyle ilgili bir tweet okumuştum, bilginin kaynağından haberim yoktu (kaynağı bu kitapmış) ama kitabı o tweetin düşündürdükleriyle almıştım, dostlarıyla az görüşenlerin neden daha az yalnızlık çektiğine bir cevap bulabilirdim bu kitapta. Ve evet, yalnızlık çekmek diyorum, çünkü yalnızlık bir eziyet, çoğu zaman.
Elimizde bir de tek başınalık bilgisi var, tek başınalığı yalnızlıktan ayırıyoruz. Yalnızlığın acı ve rahatsızlık verdiği ama tek başınalığın çoğu zaman bir duygu içermeği ve çoğunlukla pozitif veya nötr bir deneyim olduğu söyleniyor. Çağımızın en büyük probleminin de aşırı yalnızlık değil çok az tek başınalık olabileceğinden söz edilmiş. Bu durumda araya sosyal medya giriyor, insanlara kolayca ulaşabildiğimiz telefonlarımız giriyor. Tek başınayken bile tek başına değiliz. “Yazarın iyi bir tek başınalığı bulmaya herkesin kabiliyeti yoktur” diye belirtmesi ise beni uyandırıyor… Buna kesinlikle kabiliyetimin olmadığını anlıyorum. Yalnızlıkla çok ilintili bir yaşamım olsa da.
Redingot Kitap yeni bir yayınevi, daha önce Yolculuğa Övgü kitapları dikkatimi çekmişti, ama o kitabı ne aldım ne de okudum, Yalnızlığın Felsefesi’yle tanışmış olduk. Çevirisi gayet iyiydi, Murat Erşen Bey’e teşekkür edelim.
Kitabı bir ders kitabı gibi okuduğum için bir süre alıntılar ve fikirlerle yine bu kitapla buralarda olacak gibiyim, şu an böyle bir tanıtımın yeterli olacağını düşünüyorum.
Tüm bunların haricinde hepimizin bildiği gibi hep yalnızlık var sonunda, yalnızlık ömür boyu.
59 notes
·
View notes
Photo
Geç kalmış bir sefiller analizi.. Etkilendiğim yerler o kadar çok ki sonradan okuyup hatırlayalım diye buraya en sevdiğim kısımları bırakıyorum sizin ve benim için.. Ben engin yayıncılıktan çıkan dört cilt halini e kitap olarak okudum gayet başarılı bir çeviriydi, nacizane tavsiyemdir. @okuyorumla
15 notes
·
View notes