nevzatugur
Bi’Garip
3 posts
Don't wanna be here? Send us removal request.
nevzatugur · 3 years ago
Text
Geçmişte kalan anılar vardı
Bir yaprak misali
Geçmişte kalan anlar vardı
Kısık gözleriyle güler gibi
Geçmişte kalanlar vardı
Yıkık sokaklarım misali.
Tumblr media
0 notes
nevzatugur · 3 years ago
Text
Kalbi güzel insanlar gerek azizim
Hayatı bir güvercin gibi yaşayanlar
Güvercinini hapiste tutanlar değil,
Gökkuşağına aşık olan kalpler gerek bize.
Tumblr media
0 notes
nevzatugur · 5 years ago
Text
Yücel’in Çiçekleri
‘Lafı çıktığı yere sokmaksa niyetin durma, bekleme, utanma! Kaleminiz ile savunamıyorsanız doğruları, boşa israf etmeyin kelamlarınızı.’
Tumblr media
O, bir baba.
O, bir öğretmen.
O, bir devlet bakanı.
O, her şeyden önce bir insan.
O, Hasan Ali YÜCEL.
Ve onun inanmış yol arkadaşı,
İsmail Hakkı TONGUÇ.
‘Paşam, gelecekteki irfan hayatımızda medresenin yeri ne olacaktır?’
2 Şubat 1923’de Mustafa Kemal Atatürk’e sorulan bu soru, 1946 yılına kadar sürecek olan eğitim mücadelesini sırtlanan Hasan Ali Bey’e aitti. Hasan Ali YÜCEL, aile geleneklerine sadık bir birey olarak yetişmiştir. Ailesinin de içinde bulunduğu Meslevi geleneğine merak salmış ve Yenikapı Mevlevihanesini birçok kez ziyaret etmiştir. Çocukluğunu bu gelenek ve okuduğu sayısız kitap ile harmanlayarak kendini geliştirdi. Kendini o kadar geliştirecekti ki, Mevlana ile Goethe’nin görüşlerini birleştirecekti. Bu güzide çocuk öğretmen olmak istiyordu ve hayallerinin peşinden de hiç durmadan, pes etmeden devam etti.
İsmail Hakkı TONGUÇ ise Bulgaristan’da doğmuş ve büyümüştü. Öğretmen olma isteği onunda içini yakıp kavuruyordu. Sonunda babasını ikna eden İsmail Bey, dönemin Maarif Bakanı Şükrü Bey sayesinde Kastamonu Erkek Yatılı Okulu’na gelip eğitimine başladı.
Bu iki güzel insanın, iki yol arkadaşının birbirlerine yakınlaşması ise Hasan Ali Bey’in Gazi Eğitim Enstitüsü müdürlüğü döneminde olacaktı.
Dönemimizde ilkokul, ortaokul, lise ve üniversite çağlarında hala yeterince değer verilmeyen, hatta hiç üzerinde durulmayan, çoğu insanın ismini bile duymadığı Köy Enstitüleri…
Kurucularının bazen acıklı, bazen zor, bazen tehditkar geçen hayatlarını incelediğimiz zaman onların temel yeganesinin, Türk milletinin kalkınmasını tetikleyecek en önemli unsurun eğitim olmasını görmeleri ve buna dört elle sarılmalarıdır.
Hasan Ali Bey, İzmir’de öğrenimi bitirdiği tarihlerde hemen öğretmen olarak atanmaz bu yüzden bir süreliğine özel bir okulda paralı ders verir. Daha sonra ise İstanbul’a dönerek İstanbul Üniversitesi’nde Felsefe bölümünü bitirerek öğretmen olarak göreve başlar.
İsmail Hakkı Bey ise öğrenimini bitirdikten sonra, devlet tarafından Almanya’ya 8 aylık bir eğitim programına gönderilir lakin zorunlu bir tebligatla tekrar memlekete dönen İsmail Bey ilk öğretmenliğini Eskişehir’de yapmıştır. Bir süre sonra Eskişehir işgal altında olduğu için Tonguç ve birçok kişi yarım kalan eğitim programları doğrultusunda tekrar Almanya’ya gönderilir.
İsmail Bey, eğitimini bitirip ülkesine döndüğü zaman birçok vilayette öğretmenlik yapacaktı. Bu görevler ona Anadolu insanı hakkında azımsanamayacak kadar deneyim katacaktı.
Hasan Ali Bey, 1927 yılının başlarında Maarif Bakanlığı’nda müfettiş olarak göreve getirilir. 5 senelik bir çalışmanın ardından, öğretim üyelerinin yurtdışında eğitim almış olduğu Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü’ne müdür olarak atanır. Cumhuriyetin en büyük eğitim aydınlanması girişimi için hazırlıklar çoktan başlamıştı bile. Hasan Ali YÜCEL ve İsmail Hakkı TONGUÇ çoğu gün beraber zaman geçirip kafalarındaki eğitim planlamalarını hazırlamaktaydılar. Hasan Bey, bu görev süresince İsmail Hakkı Bey’in Anadolu insanı hakkındaki gözlemlerini büyük bir istek ve dikkatle dinlerdi.
Peki, cumhuriyetin ilk dönemlerinde eğitim nasıl bir durum içindeydi, sıkıntıları neydi, çözümleri var mıydı?
Hasan Ali Bey’in de dile getirdiği gibi ülke genelinde okur yazarlık oranını arttırmak için girişilmesi gerekilen bir proje vardı çünkü Anadolu halkının geniş bir kesimi okumaktan mahrum kalmaktaydı. Bunun içinde hızlı, planlı ve isabetli bir öğretmen kadrosu gerekmekteydi. Ancak bunlar gerçekleştiğinde Anadolu’nun küçük beyefendileri, hanımefendileri eğitim alabilecekti.
İsmail Bey ise gezdiği köylerde, vilayetlerde birçok izlenim kazanmıştı. Anadolu insanı her haliyle kötü bir vaziyetteydi. Ekonomik olarak çöküntü de, dönemin gelişmişliklerinde geride, hatta bir anısında anlattığı gibi temel ihtiyaçlarını gidermekte bile zorluk çekiyordu. İsmail Hakkı Bey, Anadolu insanın kesin ve nihai bir şekilde ülkeye kazandırılması gerektiğine inanıyordu.
‘Ali Bey, köyün canlandırılması tabi ki köy kaynaklarının da fışkırmasına neden olacak. Ve bizim milli kudretimizin özü orada saklı, bu kaynak fışkırmadıkça varlıklı, şen, mesut ve kuvvetli bir Türkiye yaratılamaz. Türk milletinin kültür oluşturabilmesi bu kaynaktan alacağı ilham ve kudrete bağlı.’
İsmail Hakkı Bey’in bu sözleri gerçekleştirilecek olan projenin özetiydi. Hasan Ali Bey, 28 Aralık 1938’de Saffet ARIKAN’ın yerine Maarif Vekili olur. Hasan Bey, İsmail Bey’i de ilköğretim genel müdürlüğüne getirir. Bu iki yol arkadaşı hayallerini gerçekleştirmek için gece gündüz çalışır.
Köy Enstitüleri’nin temeli 1937 yılında Eskişehir Çifteler’de atılmıştı. 17 Nisan 1940’ta Köy Enstitüleri yasası çıkarılarak Köy Enstitüleri hızlı ve pratik bir şekilde kurulmaya başlanır. Hasan Ali Bey, düzenli ve planlı bir şekilde yaklaşık 60 yıl sürecek olan öğretmen açığını 15 yılda kapatacağını ifade eder. Aslında haklıydı, 1944’ten sonra yılda ortalama 2000 öğretmen yetiştirmeye başlanmıştı. Ayrıca, bu köy okullarına görevli yetiştirmek için de Hasanoğlan Köy Enstitüsü bünyesinde Yüksek Köy Enstitüsü kurulur.
Hasan Ali Bey ve İsmail Hakkı Bey tohumlarını attıkları bu köyleri gezip, görüp eksiklerini gidermeye çalışırlar. Bir gezi esnasında ziyaret ettikleri Köy Enstitüsü’nde öğretmenin sorusuna cevap veremeyen çocuğu gören İsmail Hakkı Bey, görevli öğretmenden söz hakkı isteyip çok manidar olan bir konuşma gerçekleştirir.
‘Bu çocukları konuşturmalısınız öğretmenim. Bu çocuklar köylü çocukları, altı yüz yıldır susturulmuş ve baskı altında tutulmuş bir halkın çocukları. O sebeple bu güzel çocukları hep konuşturmalısınız. Onlar bizim geleceğimiz…’
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra mecliste sesler yükselmeye başlamıştı. En başından beri Köy Enstitülerine razı olmayan bazı büyük toprak sahipleri İsmet Paşa’dan çekindikleri için ses çıkartamıyorlardı lakin başta Adnan MENDERES, Fuat KÖPRÜLÜ, Emin SAZAK ve Celal BAYAR gibi milletvekillerinin bulunduğu bir grup artık açık bir dille Köy Enstitüleri’ni suçluyordu. Peki, bu suçlamalar neydi?
Hasan Ali YÜCEL, Milli Eğitim Bakanlığı’na komünizm görüşlü kişileri yerleştiriyor ve devlete sızdırmaya çalışıyordu. Tüm bunların yanında Kazım KARABEKİR’in sert bir dille Hasan Ali YÜCEL’i suçlaması, Nihal ATSIZ’ın kaleme aldığı yazılarla da ortalık tamamen karışmıştı. Tüm bu kargaşaların sonunda İsmet Paşa çok partili hayata geçilebileceğinin sinyallerini vermişti. İşte, Köy Enstitüsü’nün sonu hazırlanmıştı.
1946 seçimlerinden sonra 61 milletvekili çıkaran Demokrat Parti meclisteki yerini almıştı. Meclis başkanı seçilen Kazım KARABEKİR hem Hasan Ali YÜCEL’i hem de Köy Enstitülerini elinden geldiğince eleştirmeye ve kötülemeye devam etmekteydi. Hasan Ali Bey, bu işin böyle devam etmeyeceğini, Atatürkçü çizgide yapılan reformların bir grup feodaller tarafından duraklatılmaya çalışıldığını dile getirdi. Partisi tarafından da yalnız bırakılan Hasan Ali Bey, 1946 yılının ağustos ayında yedi yıl boyunca namuslu ve şerefli bir şekilde yaptığı görevinden istifa etti.
Yeni Maarif Vekili Reşat Şemsettin SİRER sanki bilinçli olarak bu göreve getirilmişti, gelir gelmez Köy Enstitüsü programında değişikler yaptı ve İsmail Hakkı TONGUÇ’u da görevinden aldı.
Görevinden istifa eden Hasan Ali Bey’e suçlamalar devam etmekteydi. O, gururlu bir adamdı. Bu yüzden çocuklarına atılan her suçlamayla yüzleşiyor ve gerçekleri anlatıyordu. Davalarla geçen bir iki seneden sonra Hasan Ali Bey çok yıpranmıştı. 1950 yılının kasım ayında milletvekili olduğu Cumhuriyet Halk Partisi’nden istifa etti.
Peki, geride ne bıraktılar?
Köy Enstitülerinden 27615 kişi yetişti. 17341’i öğretmen, 1599’u sağlıkçı ve 8675’i eğitmendi. Bu kurum, yoksul köy çocukları ve özellikle kız çocukları için ‘pozitif ayrımcı’ eğitim kurumlarıydı. Köy Enstitüleri son olarak 1954 yılındaki isim değişikliği ile tarih sahnesindeki rolünü tamamlamıştı.
Tarihin ışığında dönemin zihniyeti bozuk insanları tarafından ortaya atılan bir söz vardır, bu söz Anadolu insanın unutmaması gereken ders alması gereken bir cümledir.
O güzel çocuklar, Yücel’in piçleri değil, Yücel’in solmayacak çiçekleridir.
Yazımı Hasan Ali YÜCEL’in bir sözüyle tamamlarken tüm okurlara teşekkür ederim.
‘Vatan dağlarında, bayırlarında ve kırlarında hatta en ücra yerlerinde kendi kendine açıp solan çiçek bırakmayacağız…’
Nevzat UĞUR
2 notes · View notes