Text
uzun bir aradan sonra buraya iç dökmeli bir şeyler yazayım diye düşünmüştüm ama vazgeçtim. vazgeçmedim daha doğrusu, üşendim. konumuz 30 mumlu pastaydı. taşacak kadar dolmamışım herhalde henüz, bekleyelim bakalım.
16 notes
·
View notes
Text
loop'a alındı. hadi bakalım...
zor benjamin, çok zor.
2 notes
·
View notes
Text
iliklerime kadar arafta olduğum bir dönemdeyim. araf da değil tam aslında. böyle tarifi de zor: beynimin kuytu köşelerinde, kalbimin tam orta yerinde taşıması zor bir ağırlık gibi bir şey. sürekli bir şeyler yazacağım, susmayayım, içimdekileri saçayım etrafa diyorum ama uyumak çok daha mantıklı geliyor ve uyuyorum. günde 11 saat kesintisiz uyuyorum. tabi bunda atlatamadığım migren krizlerinin de etkisi yok değil.
bugün dedim ki “uyumayayım. hazırlamam gereken sunumlar var, onları yapayım.” spotify’ı açtım. daily mix’e bastım, sonra powerpoint sayfasına gömüldüm. spotify’ın kendisine gelmesi 15-20 saniye sürdü ve ilk duyduğum şarkı: “yeni türkü - başka türlü bir şey”
2-3 haftadır bir buhranın içindeyim. yaptığım şeylerle yaptıklarım arasında bir tutarsızlık var. bu değil benim istediğim demiştim bir konuşmada geçenlerde. 2 haftada bir şey değişmemiş. biraz önce şarkıdaki cümleyi ilk duyduğumda da geçenlerde hissettiğim o aynı hisse kapıldım. gerçi benimki de laf 10 senedir değişmeyen şey, 2 haftada mı değişecek?
şarap koydum kendime. bu gece değiştiremediğim her şeye içiyorum.
en çok da sana benjamin.
2 notes
·
View notes
Text
her şey bok gibi giderken hatırlayarak mutlu olduğum anılarımın tümü antalya'da geçiyor. neredeyse 10 yıl olacak. benjaminli 10 yıl. vay be.
ucuz fıçı biralarla rockbull'dayız. zaten biz hep rockbull'dayız. guns n'roses çalıyor. akvaryumun yanındaki masada oturmuşuz, karşımda benjamin solumda pembe balık. hiç konuşmuyoruz ama beraberiz. insanları izliyoruz ve bira içiyoruz. aerosmith'e geçti şarkı. buranın şarkı listeleri çok güzel oluyor diyor bana benjamin. onaylıyorum kafamla ve bira içmeye devam ediyorum. zaten hep bira içiyorum ve biz hep rockbull'dayız. ac/dc çalmaya başlıyor. biz beraberiz. rockbull'dayız, bira içiyoruz ve birazdan sarhoş olacağız. ben haykırarak gülerken benjamin suratını gizleyerek gülecek. şarkı bon jovi'ye geçecek ve biz bu duruma çok sevinmeyeceğiz. biralarımızdan kocaman yudum alıp ağzımızın kenarından akan biraları sileceğiz elimizin tersiyle. biz beraberdik ve rockbull'daydık. benjaminle. ve pembe balıkla. mutluyduk.
neyse. hayat kısa, kuşlar uçuyor ve ben hep benjaminle kalıyorum.
ne iyi.
1 note
·
View note
Text
"... bazen söylenebilecek sözcüklerin hepsi eksik ve bir o kadar da anlamsızdı. o yüzden konuşmadan yanında durdum. dibimdeki, loş ışığı yayan ayaklı abajurla birbirimize çok benziyorduk. tek farkımız ben ahmet'i seviyordum."
- mevsim yenice | bilinmeyen sular
1 note
·
View note
Text
"... kışları ise kar iyice bastırana kadar kasabanın girişindeki kahvenin önündeki o alçak kursî'de, kamburunu çıkararak oturup ayakkabı boyuyordu. arada tek tük sataşan, densizlik eden olursa, başını yukarı kaldırıyor, içinde tevekkül kadar hınç, eziklik kadar kin, hüzün kadar alay da taşıyan bakışlarla uzun uzun karşısındakine bakıyor, sonra dönüp elindeki ayakkabıyı sabırla parlatmaya devam ediyordu.
ne demeli! en gariplerimiz, hayatta kalabilmek için böyle yollara ihtiyaç duyar. bir de o eski kasabalar merhamete ve hayal gücüne fırsat verirler ki, dünya azıcık daha iyi bir yer olabilsin..."
0 notes
Text
mutsuzları buraya alıyoruz.
#morcheeba#enjoy the ride#tımarhanedennotalar#müzik#35mm photography#35mm film#analoguepeople#analogchannel#analogfeatures#analogphotography#believeinfilm#buyfilmnotpixels
2 notes
·
View notes
Photo
29K notes
·
View notes
Text
By Edvard Munch, Self-portrait with bottle of wine.
489 notes
·
View notes
Text
3 notes
·
View notes
Photo
pamuk şeker.
6 notes
·
View notes
Text
bu bir filmleri aratmayan upuzun bir onkoloji anı yazısıdır!
beni tanıyan çoğu kişinin yaklaşık 2.5 sene önce annemin bir kanser savaşı verdiğini bilir. atlattı, çok şükür, 3 ayda 1 kere ankara onkoloji'de kontrollere gider, gelir, o kadar. işte o kontrollerden sonuncusu geçen perşembe günüydü. benim de salı ve perşembe günleri 10'ar dakikalık aralarla 8 saat ders ile okuldaki en yoğun günüm. annemle arada konuştuk işte sonuçları, "kanı biraz geç verdiğim için çıkmadı, yarına kaldı işim, akşam da arkadaşım bilmemkim'de kalıcam, haberin olsun" dedi. ben de tamam dedim, ne diyeyim, koca kadın. benim de dersler bitti, odaya geldim, yemek yap/ye, maç izle, yorumları izle falan derken saat oldu 12 neredeyse. tam yatacağım, dedim "annemin şu sonuçlarına bir bakayım. (burada bir parantez açmalıyım, annem bazen ben üzülüyorum, derslerim çok etkileniyor diye bazı yaşadığı hastalıkları söylemez. mesela ben istanbul'dayken annem bir kez daha sağ memeden parça aldırmış ve ben bunu neredeyse 6 ay sonra öğrenmiştim. bunun için kimlik numarasıyla kontrol zamanlarında hastane laboratuvarını kontrol ederim. ) neyse işte, sonuçlara bir baktım ki ne göreyim; tüm sonuçları yerlerde. yani o kadar yerlerde ki, kemoterapi alırken bile bu kadar kötü değildi. erkek arkadaşımı arıyorum, beni sakinleştiremiyor, "sabahı bekle" diyor. hayır doktor da değilim ki yorumlayayım, tek bildiğim sonuçlar çok kötü. sonra son çare gittim sözlükte uyanık doktor arıyorum. allahtan biri yazdı, (çok teşekkürler 'söylesem tesiri yok sussam gönül razı değil' ) gönderdim sonuçları. dedi "bu sonuçlar çok kötü, hemen tedaviye başlamalı." dünyam başıma yıkıldı. sakinleşemeyen ben kafayı iyice sıyırdım. komşumuzu arıyorum, açmıyor. aha dedim, gerçekten bir şey var ve bana söylemiyorlar. sonra annemin 35 senelik arkadaşını aradım, canım ablam o da ben bilmiyorum sonuçları diye önce bir şey söylemedi, sonra benim bildiğimi anlayınca o da döküldü bir bir. ay durum gerçekten çok ciddi ve annem yalniz! saat gece 1 ve ben beni hiçbir zaman yalnız bırakmayan ilkokul arkadaşlarımı aradım, dedim "benim acil ankara'ya gitmem lazım, bu saatte taksicilere güvenemem, n'olur beni gelin alın, otogara bırakın." sağ olsunlar okulum dağın başında olmasına rağmen karşıdan beni aldılar, sakinleştirmeye çalıştılar ve otogara bıraktılar. ve ben 2 otobüsüyle ankara'ya yol aldım. istanbul ankara arasının bu kadar uzun olduğunu hiç bilmiyordum, ay yol bitmiyor. ben salya sümük ağlıyorum, muavin tip tip bakıyor, arkamdaki çocuk sürekli ağlıyor, benim selpağım bitiyor falan felaket bir durumdayım. uyku zaten yok, canım sevgilim de ertesi gün işe gidecek 4'e kadar beni sakinleştirmeye çalışıyor. o uyudu, bu sefer canımın diğer yarısı 'hayvangibiarı' yı uyandırdım, konuştum, azıcık sakinleştim falan ama bu durum öyle bir durum ki, lösemi şüphesiyle karşı karşıya olan annemin uzağındayım, uzun zamandır da yanında olamadım, böyle bir vicdan azapları, pişmanlıklar, kızgınlıklar falan, kabir azabını bu yolculukta yaşadım resmen. sürekli planlar yapıyorum: okulu bırakırım, tüh arabamı da sattım, neyse 6 aylık falan araba kiralarım, olmadı hastaneye yakın diye şuraya taşınırız, tedavi şöyle olur, böyle biter falan... anlatamam yazıyorum da yazıyorum kafamda. neyse, ben ankara'ya indim. indiğimde de annemi aradım hemen. dedim "günaydın sultanım n'apıyorsun?" saat de sabah 7. kadın anam da bana belli etmeyecek ya durumu, dedi "yeni kalktım hazırlanıp hastaneye gidicem kızım, sen napıyorsun?" ne hazırlanması ayol annemin 7:30'da hastanede randevusu var. dedim "anne ben ankara'dayım hastaneye geliyorum, orada görüşürüz." aa nasıl olur, sen nereden biliyorsun falan filan derken ben hastanedeyim. normalde annemin kontrolleri onkolojide oluyor, ama sonuçlar kötü çıkınca hematolojiye yönlendirmişler. kanlarını vermiş bekliyoruz, ay burada da zaman geçmiyor. derken bir bakayım dedim şu sonuçlara çıkmış mı. bir baktım ki ne göreyim, sonuçların hepsi normal. haydaaa! bu nasıl oluyor anlamadım gitti. annem oturuyorken bir ara çaktırmadan doktorun yanına gidip 2 sonuç arasındaki farkı sordum. bana, yüzüme bile bakmadan "olabiliyor bazen farklar, sıranız gelsin inceleriz" dedi, kovdu. sıramız geldiğinde de eski sonuçlara bakıp, "sizin kan almanız lazım, aldınız mı kan acilde?" dedi. ben de farklılıkları söyleyince "1-2 puan tamam da bunlar çok farklı" dedi. yayma kan sonucunu inceleyip, "ben bir sıkıntı görmüyorum ama yeniden kan alıp baktıralım." dedi. aldık, verdik derken annemim kan değerleri normal ve hiçbir şüphe taşımadığını öğrendik. sonuç laboratuvarda yaşanan bir sorundan dolayı böyleymiş sanırım ve yanlışmış. şimdi koskoca onkoloji hastanesinde sonuçların yanlış çıkmasına mı sinirleneyim yoksa annemin sağlıklı olmasına mı sevineyim bilemedim. ama 5 karış suratla girdiğimiz odadan gülerek çıktık, bunu biliyoruz. ama durun, daha bitmedi. önümüzdeki kontrol tarihi için onkoloji doktoruna gittik. kadın annemi görünce "sen neredesin, dünden beri sana ulaşmaya çalışıyorum, senin için hastaneyi birbirine katıp oda ayarladım ben, çocuğu anneme bıraktırttım, sana telefonla ulaşamadım, yakınına ulaşamadım. yatış işlemlerini yaptın mı, kan aldın mı, ne yaptın sen?" diye hararetle sordu. perşembe günü annemin işleri uzun olunca nedense yatış işlemi yapmamışlar, annem de geri dönmüş nasılsa yarın yeniden geliceğim diye. biz de doktora yaşanan yanlışlığı anlattık ve hep beraber derin bir nefes aldık. ben perşembe günü dersteyken beni bir özel numara aramıştı. hem dersteydim diye açamadım, hem de zaten özel numaraları açmıyorum. işte meğerse o özel numara bu doktormuş! eğer ben telefonu açsaydım annemin bu yanlış tahlil sonuçlarından erken haberim olacak ve ortalığı birbirine katıp annemi bir şekilde o hastaneye geri göndererek, annemi yanlış teşhis konan bir hastalığın tedavisinin başına sürükleyecektim. yani demem o ki; ne olursa olsun sonuçlarınızı mutlaka ikinci bir doktora da gösterin ve hayatınızdaki insanları sevdiğinizi anlamak ya da hayatınızın ne kadar değerli olduğunun farkına varmak için böyle filmleri aratmayan bir saçma sapanlığın yaşanmasını beklemeyin. ütopyaları bilmem ama bu yaşadığımız hayat güzeldir!
1 note
·
View note
Text
‘’İnsan neticede çok sınırlı bir şey. Kendisine umman dememesi lazım; dese dese, havuz diyebilir. Kiri, durgunluğu, dışarıdan gelen kıpırtıları kendi hareketi sayması, içine düşeni atamaması ile. Yüzebilir, birkaç kulaç atabilir ama gider kafasını vurur. İnsanın kul olmayı küçümsememesi gerek. Sonuçta, bir şeyin içerisinde çok kalamıyor, içine girdiği şey olamıyor.’’ demiş Şule Gürbüz bir röportajında. Yine, ne kadar da haklı.
9 notes
·
View notes
Photo
🎧 Desi Valentine - Fate Don't Know You (Haydarpaşa railway station)
3 notes
·
View notes