Tumgik
Text
Yalnız insan, ya da varlık / Kerem Ağralı ile Homo Evolution üzerine söyleşi
Tumblr media
Daha önce kendisinin Kadıköy’deki atölyesine yaptığım ziyarette çalışmalarını keşfettiğim  sanatçı Kerem Ağralı’nın Mixer’de açtığı kişisel sergisi ‘’ Homo Evolution’’  ile ilgili sohbet ettik.
İlk serginden dört yıl geçtikten sonra tekrar bir solo sergi yapmaya nasıl karar verdin?
Bu tamamen kendinizi,  ve eserlerinizi doygun hissetmeye başladığınız zaman ortaya çıkan bir dürtü. Dürtü derken bunu solo sergi yapma iç güdüsü , ve isteği olarak ele alıyorum. Bundan evvelki sergim 2010 Şişli Terakki Vakfı Okulları Sanat Galerisi’ndeydi. Mesela o sergim daha heykel ağırlıklı bir sergiydi, elbette tuval üzerine bir kaç resmim, ve destekleyici olarak da desenlerim vardı, ama bu sergideki gibi baskın, dominant değillerdi. Sonuç olarak bir sergi açarsınız, yani bir nevi ölürsünüz, ve tekrar doğup ileride ki potansiyel bir sergi için  çalışmaya başlarsınız... Olay bundan ibaret, kanımca da her samimi çalışma serüveninin arkasından, kendi tik takınız zaten sizi uyarmaya, dürtmeye başlıyor... İşte o zaman anlarsınız ki, zaman yaklaşmıştır, ve artık hazır hissetmeye başlarsınız...
Serginin başlığına baktığımızda karşımıza  ‘’ Homo Evolution’’  tanımlaması çıkıyor? Bunu seçmende  özel bir neden var mı?
Elbette ki var, yoksa zaten ismi, tanımlaması bu olmazdı... ben evrime, evrene ve bu enerjiye inanan... hatta duyumsayan bir bireyim. Eğer kendi mevcudiyetimin, varlığımın biraz farkın da isem, bunu kendi üzerimden tüm insanlık için söyleyebilirim... Benim eserlerimin çıkış noktası esasen bu dolaşan enerjiydi.  Bu enerji, frekans ya da her ne derseniz deyin her yerdedir... Ve aynı zaman da insan  DNA ' sında da geçmişin ve hatta geleceğin bilgisi de  bana göre bir bilgi topluluğu olarak mevcuttur. Benim yaptığım, resimler ya da heykeller aynı zaman da benim de tanığımlardır, yani bunlar bir nevi insanlığın ve tabi ki de benim de dönüşüm geçirmiş ya da dönüşümün eşiğindeki iz düşümlerimizdir. Evrim, değişim yadsıyabileciğimiz bir gerçek değil kanımca... Değişmeyecek tek olgu da  bildiğiniz gibi değişimin kendisidir... Benim de düsturum budur aslın da. Ben herkesin kendi iç güdüsüne, geçmişine göre şekillenen eserler üretmeyi seviyorum... İstiyorum ki, tek bir söz olmasın, çoklu yollar olsun.... Ve bu çoklu yollarda umut ederim ki her birey kendi dönüşümüne , evrimine ( iyi ya da kötü ) ait  bir parça bulsun  ve üzerine çok değil bir on saniye kafa yorsun. Sözün özü, bu anda ve hatta her saniyede de değişiyoruz zaten, benim çabaladığım da bu değişimin belli noktalarından bazı pasajlar yakalayıp,  bu pasajları fazla yormadan izleyiciye, ve tabi ki de kendime sunmak... Evolution, evrim, değişim bana göre çoklu olasılıkları barındıran olağanüstü bir hazinedir. Ben yarın şu anda yaptıklarımı da dönüştürmek isterim, zaten bu tadı bir kere aldıysanız, bu bal ağzınıza sürülmüş ise, zaten aksi de pek mümkün olamaz gibi geliyor... Zaman zaman menünüzü değiştirmeniz gerekir, her gün aynı şeyleri tatmaktan, deneyimlemekten sıkılmalısınız ki, başka denizlere, maceralara yelken açabilesiniz ...
Tumblr media
Sergideki  resim ve heykel çalışmalarında bir çok sembolik öğe görüyoruz.  Modern bireyin kendi evrimini bu semboller içerisinde hangileri ile tanımlayacağını söyleyebilirsin?
 Simgeler, imgeler... Bunlar bana göre etkiyi  güçlü kılabilmeniz adına kullanma gücüne sahip olduğunuz detaylar, araçlardır. Ama elbette ki eserde ki rolleri azımsanmayacak kadar çoktur. Olaya şu açıdan bakacak olursak;  evrim, değişim teknolojinin de insan hayatına girmesiyle hızlanarak  devam ediyor. Benim eserlerim de sizin de fark edebileceğiniz gibi makineleşme kafasıyla ilgili bazı göndermeler, imgeler mevcuttur; vida başları, dişliler gibi... Hatta bir saatin iç mekanizması olarak algılanabilir bazı kullandığım imgeler. Bu varlıklar da, ya da yaratıklar da bir yerde tin ( öz, ruh ) yeni bir mevcudiyet kazanıyor, ama bu, ‘’ tözün ‘’ ( kök ) ten  koptuğu anlamına da gelmiyor kanımca... Aslına bakarsanız benim burada ki sanırım en güçlü imgem ( ki ben bunu da bir imge  ve durum değerlendirmesi olarak görmekte sakınca görmüyorum ) varlığın ‘’ tek başınalığıdır ‘’ … yalnızlık ve tek başınalık arasın da ince, ama çok önemli bir çizgi var bence... Yalnız insan, ya da varlık... Yalnızlığa itilmiş olan, ve haliyle de bunun acısını sürekli kor halde için de taşıyandır, kısaca orta da büyük bir çatışma vardır. Oysa ki  tek başınalıkta sular durulmuştur, ortada bilinçli bir seçim, ve bu bilinçli seçim, ve yaşanmışlık nedeniyle kendini tam bir kabul ediş vardır , benim dünyam da; işte insan ,  ya da kırma melez hayvan... Her ne olursa olsun , çatışmasına son verecektir. Mesela kötücül bir varlık, kendisini artık iyi olduğuna inandırmaya çalışmayacak , ve bunun sonunda da kendini kabul edecektir. Çok olası ki  bu kabul edişin sonun da, öyle ya da böyle çatışmanın bitişi söz konusudur... Bu kabul edişten de yeni bir tür algı , ve farkındalık ortaya çıkabilir : tek başına, ama kendini kabul etmiş, kendi gücünü her hücresine kadar duyumsayan bir yaşam türü...
Daha önce atölyende yaptığımız röportajda çalışmalarını üretirken bir birinden farklı birçok konu  çerçevesinde oluşturduğunu belirtmiştin.  Bu belirttiğin nokta ise çalışmalarına bakıldığında paralellik izliyor. Fakat çalışmalarını tanımlama konusunda bir zeminle ilişki kuramadığın izlenimine kapıldım. Bu konuda ne diyebilirsin?
Bir zemine oturtmak... İlginç bir konu bu zemin meselesi, her yere çekebileceğimiz, uzatabileceğimiz, üzerine de türlü şeyler yazabileceğimiz… Hatta ve hatta kafamızı karıştırabilecek kadar ilginç olmaya çalışan bir mesele kanımca. Benim şahsi fikrim; sözcükler, kelimeler anlatım dili olarak bir yere kadar hükümdarlıklarını sürdürebilirler, bana göre illa ki  buna zemin diyeceksek, benim zeminim,  insanlığın zeminidir diyebilirim... Homo Sapiens ilk bilincine kavuştuğu andan itibaren ki bütün yaşanmışlıklar, bilgiler kanımca bizdedir...  Mesela 160.000 sene evvel yakın akrabamız olan '' Homo Sapiens İdaltu ‘’ ‘’ Afrika ‘ da yaşamış  ve soyu tükenmiştir, ama bana göre onların bilgisi de Homo Sapiens, yani  bizledir...
Ki aslın da biz de ‘’Homo Sapiens  Sapiens ’’ in bir alt türüyüz, ama kısaca kendimize ‘’ Homo Sapiens ‘’  diyoruz. Homo Sapiens ‘’ düşündüğünün üstüne düşünebilen insan ‘’ demektir... Düşündük, denedik, savaştık, seviştik, öldürdük... Tekerleği icat ettik, uçmayı becerebildik, uzaya çıktık, Hubble uzay teleskobunu yaptık... Atomu icat ettik, yüz binleri öldürdük... Ve gene seviştik...  Kısaca insanoğlu bu sayede bilgiyi de kendin de, beynin de biriktirdi , ve bu bilgi de nesilden nesle aktarıldı , ama sürekli değişerek, evrimleşerek, hatta bozguna uğrayarak... Ben de bir insan oğluyum, bilinç ortak bilinçtir... Ve bende de kanımca bütünün bilgisi vardır... İşte ben bu zeminden yola çıkarım, ve buna güvenirim orta da koca bir okyanus varken ... Bunun dışın da ekstra bir kaynak, zemin aramaya çalışmak benim şahsi fikrime göre zaman kaybıdır... Ki bana göre de zaten zemin, ya da fikir aranmaz, doğru şartlar oluşmuşsa    ( bu kişiye göre değişir) , o sizi bulur. Bir de paragrafın başlangıcın da dediğim gibi... Yaptıklarımızı sözcüklere, kelimelerle anlatma durumu zordur, çünkü algıya ve yaşanmışlığa göre kişi de bulduğu karşılık çok değişken, ve görecelidir... Ama herkesin de yaptığınızla bağ kurabileceğini düşünmemek lazım... Birine güzel gelen, diğerine direk kötü gelebilir, herkes beğenecek diye bir kaide de zaten yoktur... Esas güzel olan da bence zaten budur. Ama her zaman sözcüklerin ve kelimelerin dokunamayacağı, yetmeyeceği bir alan olmak zorundadır... Bana göre giz de buradadır. Mesela ben şimdi size anlattım, ama bir başkası benim bu kadar konuşmama çıkar ve der ki   ‘’ abi , sen böyle dedin, ama ben burada bunu görüyorum. ‘’    İşte bu da benim yolculuğuma müthiş bir katkıdır, çünkü ben inanıyorum ki ben de aslın da bir izleyenim, tıpkı sizin gibi... Yaparım, geçerim karşısına izlerim... Bir tanık gibi, bir şahit gibi... Sanırım bu süreçte en keyif aldığım bölüm de budur...
Çalışmalarındaki resimsel etki dışında çalışma  pratiğini açıkta bırakan çizimleri de açıkta bırakıyorsun?  Üretim sürecini izleyici ile paylaşmak senin için önemli bir nokta olsa gerek ?
Ben eser üretirken nasıl çıplak isem, izleyen karşısında da öyle kalmak isterim, benim tekniğimin, ya da çalışma pratiğimin özel bir karar sonucun da ortada kalması, algılanması gibi bir durum ben sezmiyorum... Aslın da açık konuşmak gerekirse bunun olması için gerçekten özel bir çabam yok. Ama malzemelerim belli sonuçta da, merak eden de bana gelip her zaman istediğini sorabilir, ki, sergi açılışın da bu tarz sorular da geldi.
Tumblr media
Mixer’deki kişisel sergi sonrası yapmayı planladığın bir proje var mı?
 Şu an için gözüken en yakın proje, Küçük Çiftlik  Park’ ta olacak olan Mamut  Art Project. Oraya bir kaç eserimle katılıyorum, gene yazın olması muhtemel bir kaç proje var. Buralarla görüşmelerim hala sürüyor.
Bir galerinin bildiğim kadarıyla temsil ettiği bir sanatçı değilsin.  Şu an için Mixer’deki proje sonrası bu bağımsız kalma durumunu devam ettirecek misin?
 Evet, şu an gözüken , bu durum bir müddet daha böyle sürecek gibi . Bakalım tabi gelişmeler, projeler neler gösterecek, hep beraber göreceğiz.
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
http://www.mixerarts.com/homo-evolution
0 notes
Text
İnsan Olma Halleri ve Gölgeler / Metanoia
Tumblr media
Yaşam Şaşmazer , 2009 yılında Cağla Cabaoğlu’nda açtığı ilk kişisel sergisi sonrasında aradan geçen dört yıllık sürenin ardından BAP İstanbul ile ikinci sergisini Tophane-i Amire’de açtı. İlk sergisindeki çalışmalarındaki çocuksu ifadeler değişkenlik göstererek daha olgun bedenlerde  keskin ve karamsar ruh halleri çerçevesinde tamamlanmış.
11-30 Ocak 2014 tarihleri arasında  Tophane-i Amire de açılan ikinci serginin kavramsal çerçevesi ‘’Metanoia’’ da Şaşmazer , insan olma hallerini gölgeleri ile ilişkilendirerek  nasıl farklı biçimlere dönüştüğüne dair bir arayış içerisine girmiş. Bu çerçeveden bakıldığında sergi alanında bir birinden farklı pozisyonlarda yerleştirilmiş ahşap heykellerin mekan içerisinde yeni alanlar yaratarak düzenlendiğini belirtmek gerekiyor. Bu da izleyiciyi  ister istemez çalışmaların bir parçası haline getirerek kendisi ile  yüzleşmek durumunda bırakıyor
Mekandan bağımsız birer dekoratif öğe olarak algılanacak çalışmaları, yerleştirildikleri alanlardaki uyumlu düzenlemeleri birer enstalasyon algısından çıkararak çalışmalara gerçekçi bir izlenim hissi katmış.
Tophane-i Amire’ deki sergi alanı dışında BAP İSTANBUL’un Tophane’deki galeri mekanında da sergiyi tamamlayan bir eser yer almaktaydı. Yeni ve eski bir yapı arasındaki ilişkiyi de bireysel dışavurumlarımızı somutlaştıran gölgeler çerçevesinde ele alan bu eserin, bir bütünlüğü ilişkilendirmesi açısından da sergiye nitelik kattığını belirtmek gerekir.  
Sergideki  çalışmalara dönecek olursak eğer,  Contemporary Istanbul’da  gördüğümüz eser ‘Taming the Darkness’  bu sergide de karşımıza çıkıyor.  Serginin kataloğunda küratör Marcus Graf, bu çalışma ile ilgili “Bulundukları yere formal ve kavramsal açıdan daha bağımlı olmaları nedeniyle mevcut eserler klasik heykel nosyonunun ötesine geçerek, enstalasyonvari bir müdahaleye özgü, mekâna-has bir anlatım ortaya koyar” diyor. Özellike Graf’ın belirttiği bu tanımlama bu sergi özelinde diğer çalışmalarda etkin bir şekilde kendini gösteriyor.
Bir diğer çalışma olan ‘Scimachia’ ise, sergiyi oluşturan kavramın kendisi olan ‘Metanoia’, ile doğrudan ilişkili.
Jung’un belirttiği gibi “Kişi, aydınlık figürler imgeleyerek değil, karanlığın bilincine vararak aydınlanabilir. Ancak bahsi geçen ikinci yöntem tatsızdır ve bu nedenle tercih edilmez.”  Aslında ‘Scimachia’ da, figürün aydınlık bilinci örten gölge ile bir hesaplaşmaya gittiğini ve onu kontrol altında tutmaya çalışırken ki fiziksel ve ruhsal değişimi bir arada görme fırsatı yakalıyoruz. Şaşmazer’in figürlerindeki olgun duruşları ister istemez karşılaştıkları sorunlara karşı bir mücadeleyi de beraberinde getiriyor.  
Bir başka çalışması ‘Fear Of Reason’ (Akıl Korkusu)’ nda ise  saldırgan yerde kendini korumaya çalışan bir kişinin, kuşlar tarafından kuşatıldığını görüyoruz. Bu çalışma Goya’nın ‘Sleep of Reasons Create Monsters’ çalışmasını hatırlatıyor. Uyku, ya da bir açıdan daha net bir şekilde belirtecek olursak, cahilliğin kendisi, hem zihinsel hem de ruhsal yaratıklar yaratıyor. Yerde savunmasız bir şekilde oturan figür ile karşılaşınca uykusundan bir an önce uyanıp etrafını saran karanlıkla mücadele etmesini istiyor insan. Belki bu mücadeleye bireysel bir şekilde başlanırsa toplumsal anlamda da bir anlam kazanacağı fikrini güçlendiriyor.
   Şaşmazer’in ‘Preyer’ (Sömürücü) adlı çalışmasında ise Kafka’vari bir ruh halini görebilmeniz mümkün. Belirli bir mesafeden çalışmaya bakıldığında ayakta duran güçlü bir erkeğin kendisini temsil etmeyen gölgesini sırtlayarak taşıma kaygısını huzursuz bir şekilde gözlemliyoruz. Bu erkek figürünün kendisini temsil etmeyen gölgemsi bir cismi ciddi bir biçimde taşımaya çalışması öncelikle şaşkınlık hissi yaratmış olsa da figürün yüz ifadesindeki umutsuz ruh hali bu ilişkideki çelişkileri ele veriyor.
Sergiye genel olarak bakıldığında uyumlu bir birliktelik izlenimi  var. Şaşmazer daha önceki çalışmalarında olduğu gibi bu sergideki çalışmalarında da ahşaptan vazgeçmiyor. Şaşmazer bu durumu “Ahşap, rengi ve dokusuyla ten etkisine çok yakın. Ama hiperrealistlerin kullandığı silikon veya lateks gibi de değil. Bakınca ahşap olduğu anlaşılıyor. Yani tam arada bir malzeme ve istediğim nokta da bu” diye açıklıyor. Fakat Şaşmazer,  bu sergide ahşap malzemenin dışına da çıktığını ve çalışmalarına şu an için eşlik eden zift, köpük, çizim gibi tamamlayıcı öğelerin de süreç içerisinde tek başına birer iş olabileceği hissini de barındırıyor.
‘Metonia’ :  Son birkaç yıldır Berlin merkezli olan galeri Berlin Art Project ile çalışan tek Türk ve genç sanatçı olan Yaşam Şaşmazer’in  hem çalışmaları hem de kavramsal içeriğindeki uyum sayesinde, sergi bitmiş olmasına rağmen zihinde yer ediyor. 
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
0 notes
Text
Interviw with Emre Baykal
Intensifying its activities in the field of contemporary art since 2007, Koç Holding has taken an important leading mission in this field by being the main sponsor of the International Istanbul Biennial as well as providing support for various projects through the Vehbi Koç Foundation. Founded by the Vehbi Koç Foundation on May 8, 2010, in Istanbul and being an important phase within this process, ‘Arter – Space for Art’ continues its exhibitions and events within a plan of transition into a museum for contemporary art in the next step. We asked Emre Baykal, ARTER Exhibitions Director, curator of ‘Second Exhibition’ and co-curator of ‘Tactics of Invisibility’, who directly experienced this process: - What can you say about the display process of the artworks included in the foundation’s collection at ARTER? First of all, I have to indicate that ARTER is a space which acts independently from the collection. One should perceive ARTER and the Vehbi Koç Foundation (VKF) Contemporary Art Collection as two different projects which are developed and supported by the same institution as well as planned to be brought together from time to time. ARTER’s inaugural exhibition ‘Starter’ on May 2010 gathered together works from the Vehbi Koç Foundation Contemporary Art Collection. However, there will not be a new collection exhibition taking place at ARTER in the short-run. The VKF Contemporary Art Collection is being brought together for the new museum to be founded in the future. As for ARTER, it is a space built to increase the visibility of production in contemporary art and to contribute to this production. On the other hand, although it is considered independent from the collection, it is a place of experience and preparation. One should consider the relation between ARTER and the collection in terms of the fact that the independent exhibitions organized at ARTER consitute an important domain of experience for the museum project to be hosting the collection in the future and that some of the new productions coming out within the context of these exhibitions might be brought in the collection rather than in terms of exhibiting the collection at ARTER. Our wish to support new productions in the organized exhibitions does not start and end with the idea of museum and collection. However, we certainly wish to benefit from the circumstances in which we can establish a dialogue between new works that we supported and the collection. - What are the long-term targets of the collection? Will it be possible to see similar projects to Tactics of Invisibility which has been constructed as a co-production of the Vehbi Koç Foundation and Thyssen-Bornemisza Art Contemporary in the next periods with different collaborations? Tactics of Invisibility is the first co-production of ARTER. This exhibition has been again constructed independently from the collection. While bringing together a section of contemporary art production from Turkey first in Vienna and then in Berlin and Istanbul, it also included works produced exclusively for the exhibition in accordance with both VKF and TB A-21’s visions allowing the realization of new productions. The works borrowed from the collection for Tactics of Invisibility are included in the exhibition due to the dialogue they establish with the conceptual framework of the exhibition. Tactics of Invisibility illustrates the relation between ARTER and the VKF Contemporary Art Collection well, since the exhibition does not set out from the collection but some of the exhibited pieces and new works produced with the support of VKF have been brought in the collection. - What is ARTER’s point of view for the artistic movements developing around? This is a very comprehensive question. ARTER itself is a part of and included in the artistic movements you mention. - ARTER’s first exhibition ‘Starter’ was held after René Block associated the works in the collection with the space to be newly opened. Afterwards, we had the opportunity to see the process at ARTER with the ‘Second Exhibition’ and ‘Tactics of Invisibility’ curated and co-curated by you, respectively. Will there be independent curator and artist exhibitions thereafter? ARTER is a young institution; along with ‘Tactics of Invisibility’ there are 3 projects we have realized until now. There might be the perception of a closed circuit working practice in the curatorial sense as a result of these 3 exhibitions, however, we will also realize projects with independent curators in the forthcoming period. Furthermore, the young team working at ARTER will also take its place in this curatorial process. - What kind of a role did you take with the ‘Second Exhibition’ as institution and curator concerning contemporary art production in Turkey? There were two basic issues that the ‘Second Exhibition’ wanted to respond to. The first of is the fact that there is scarcely any institutional support for art production in Turkey. It is a serious problem that in an art environment which is perceived from outside as vivid and productive artists are left alone in their efforts to realize new projects. Therefore, we wanted the works in the ‘Second Exhibition’ to be new projects which were produced with the support of VKF. The exhibition targeted a productive collaboration between the institution and the artists as well as carried the mission of encouraging the enlargement of the production network. Another issue that the exhibition tried to respond to was institutionalization. In this period when institutionalization in the field of art in Turkey gained acceleration, we wanted to reevaluate the relations between the institution, the artist, the artwork, and the audience from the perspective of the artists. While being nourished from the Institutional Critique practices in an art historical sense, we also tried to extend the limits of project proposals to be brought forward by the artists to the exhibition by placing the notions of institution and institutionalization into a wider framework which would also include art. In this sense, I can say that the ‘Second Exhibition’ is a project which attempted at responding to and produce new questions for the artistic context it is a part of. - Is it possible to say that the artist talks during the exhibition enlightened the audience within the context of the conceptual framework? We wanted to open up the questions raised by the ‘Second Exhibition’ for discussion in different formats as well. Therefore, artist talks have been organized throughout the exhibition at ARTER. Artists producing new works for the exhibition talked about their own artistic strategies and their projects within the ‘Second Exhibition’ and answered the questions of the audience. These talks attracted more attention than we expected. We are also pursuing a similar format in the exhibition ‘Tactics of Invisibility’. I can say that the visual and audio records of these talks already started to constitute an important archive. It is also necessary to remind that two publications accompany the ‘Second Exhibition’. The first book which was published during the opening of the “Second Exhibition” and written by me as curator, was dealing with the conceptual framework of the show and the practices pursued by the artists invited to the exhibition within this context and the strategies through which the projects in the exhibition related to the notions of institution and institutionalization, while the second book published at the end of the exhibition required the contribution and participation of various art professionals; the interviews by these nine people with the artists in the exhibition on their projects along with the images of the works in the ‘Second Exhibition’ were gathered in a comprehensive publication. - Did you have any influence as a curator during the production process of the works for the exhibition? The ‘Second Exhibition’ has been a very exciting and informative process for me in the curatorial sense. Due to the exhibition’s structure that consisted of new productions, I experienced a very close working environment with the 20 participating artists and closely witnessed the development and realization processes of the projects nourished by different strategies. Conveying the general context of the exhibition correctly to the artists and providing that the works meditating on this context are correctly situated within the exhibition becomes possible only through an uninterrupted dialogue. I think that my contribution as a curator to this production process can be evaluated at the rate that I succeeded to establish this communication. In this sense, I can tell that the preparation process of the exhibition has been an extremely intense and satisfying process intellectually. - ‘Starter’ was a collection exhibition. The ‘Second Exhibition’ following thereafter had a conceptual framework concerning institutional identities in general. What did you aim in ‘Tactics of Invisibility’? Considering that artists from different generations come together in this exhibition, is it possible to read it in the context of the visibility of contemporary art in Turkey? ‘Tactics of Invisibility’ has been designed as a three-staged exhibition to be shown in Vienna, Berlin and Istanbul. As you have mentioned, taking into account that especially its first two presentations have been realized in European cities, it targeted to contribute to the visibility of contemporary art from Turkey. With an approach taking also various previously organized ‘exhibitions abroad’ into consideration, we wanted to add a new one to potential readings of contemporary art production in Turkey and put the works of artists from different generations into a dialogue around the notion of ‘invisibility’, while trying to keep away a simplifying mentality. Furthermore, ‘Tactics of Invisibility’ has a special importance for us also because it was ARTER’s first experience in institutional collaboration. - Since its foundation, ARTER’s indicated position has been expressed as the preview of a contemporary art museum project. How much time is anticipated for the concrete emergence of this idea of a museum? When relating ARTER to the museum project, it is more correct to define it as a domain of preparation rather than a preview. ARTER is a project by the VKF and the artistic production processes realized there establish an important background for the museum project to be put into practice in the upcoming years. We need a little bit more time for the museum project, however, I can say that efforts for establishing the collection are continuing uninterruptedly and important steps have been taken for the solution of problems concerning the location of the museum. - What do you think about the contemporary art spaces opening one after the other and this dynamism in contemporary art in Istanbul? I find it promising that an environment of dialogue is also flourishing especially between these new formations.
0 notes
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Çınar Eslek
1976’ da Tunceli de doğdu.Çalışmalarına İstanbul da devam ediyor.
2006 yılında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Resim bölümünden mezun olan Çınar Eslek ardından Marmara Üniversitesi’nde aynı alanda yüksek lisansını tamamlar.
Resim,video ve fotoğrafla kavramsal seriler üreten sanatçı, çoğunlukla kendi bedeni ile yaşadığı deneyimler ve insan bedeninin mekanla olan ilişki biçimilerinden yola çıkarak insan-beden-mekan sorunsalları üzerine yoğunlaşır.2005 yılından beri birçok karma sergi ve sanat fuarına katılan sanatçı, 2008-2011 yılları arasında İstanbul daki Pi Artworks de Farkında Değilim, Paralel Diyarlar,Dolayısıyla ve Bir de adlı dört kişisel sergi açmıştır.
2011 yılında İstanbul Modern’deki Tekinsiz Karşılaşmalar sergisine,2010’da ise Mardin Bienaline katılan sanatçı, 2008 dde Siemens Sanat:Sınırlar ve Yörüngeler 04 seçkisine, 2006 yılında Aksanat 25. Günümüze Sanatçısı Başarı Ödülünü ve Rotary Kulübü  Genç Sanatçı Ödülünü kazanmıştır.Milliyet Sanatın 2008-2009 için sanat eleştirmenlerine yaptırdığı seçimde gelecek vaat eden genç sanatçılar arasında gösterilen Eslek 2009 sonbarında Paris Cite İnernationale des Arts daki Türkiye Atölyesi misafir sanatçı programına davet edilmiştir.
0 notes
Text
Think Art
Recenty developments in art seem to move further and further away from and form of essentialism and autonomy.Instead of operating from a deliberately distance position,much of today's art is aiming to dissolve into visual culture and everyday life.This shift runs parallel to recent restructuring of specialized methodologies into cultural studies in the universities.
0 notes
Text
Öznenin bitimi /temsilin krizi
 Dile bağımlı bir gerçeklik nosyonunu savunulamaz bulmasına rağmen, yapıbozum meşhur “dil hapishanesi”nden kurtuluş bağlamında herhangi bir şey vaat etmez. Ne dilin özüne ne de sembolik olanın üstünlü��üne pek dokunulmamakta, tersine, herhangi bir tatmin sağlamamalarına rağmen yine de kaçınılmaz olgular olarak gösterilmektedir. Hiçbir çıkış yok; aynen Derrida’nın bir zamanlar dediği gibi: “Sorun kişinin kendisini baskıcı olmayan yeni bir düzende var etme sorunu değildir (yeni olabilecek hiçbir düzen yoktur).”
Sağladığı katkı, gerçekliğe olan güvenimizin erozyona uğramasından ibaret olmakla birlikte, yapıbozum, gerçekliğin – ki bunun iki yapay örneği olarak reklam ve kitle kültürünü belirtmek yeterlidir – bu erozyonu çok önceden başardığını unutmaktadır. Böylece postmodernin mükemmel örneklerinden biri olan bu bakış açısı, en çaptan düşmüşünden tutun da mersiye tarzına veya düşünce ötesi bir düzeye uzanan bir düşünme faaliyeti talep etmektedir.
Gerçekten de günüzmüdeki temsil silsilesi, teknolojik sınıflı toplum içinde geçen yaşamımızın radikal bir şekilde yoksullaştırılmasına hizmet ediyor – teknoloji artık mahrumiyet anlamına gelmiştir. Klasik temsil teorisine göre, anlam ve gerçek, kendilerini iletecek olan temsil biçimlerinden önce gelecek ve bu temsil biçimlerini belirleyeceklerdi. Oysa şimdi, imgenin bireysel bir öznenin ifadesi olmaktan çok anonim tüketim teknolojisinin bir metası haline geldiği postmodern bir kültürde yaşamakta olduğumuz söylenebilir. Bilgi Çağı’nda her zamankinden çok daha fazla dolaylandırılmış yaşamımız günden güne imgelerin, sembollerin, pazarlama ve deneme tekniklerinin manipülasyonu altına girmektedir. Bizim zamanımızi diyor Derrida, “doğadan arındırılmış bir zamandır”.
Temsilin kriz içinde olduğu olgusu, postmodernin tüm formülasyonları tarafından kabul edilmektedir. Yukarıda da belirtildiği gibi, Derrida, kökleri bizzat temsile dayanan felsefi projenin doğasına yönelik bir karşı çıkışı geliştirerek temsil ve düşünce arasındaki ilişki hakkında cevaplanması mümkün olmayan bazı sorular ortaya atmıştı. Yapıbozum temsilin epistemolojik iddialarını yumuşatarak, örneğin dilin, temsil görevini yerine getirmekte yetersiz olduğunu göstermektedir. Ancak temsilin bu iddiaları yumuşatılırken, temsilin baskıcı doğasına hiçbir şekilde dokunulmamakta, temsil dışında bir varoluş alanının veya yalın bir duruşun ancak ütopik bir hayal olacağı hususunda ısrar edilmektedir. Bu yaklaşıma göre, dolaylanmamış hiçbir ilişki ve iletişim biçimi var olamaz ki böylece elimizde kala kala semboller ve temsil kalmaktadır; bu yüzden yapıbozum, sonsuz ve zorunlu bir şekilde ertelenen varoluşun ve tatminin arayışıdır.
Derrida ile aynı geri çekilişi paylaşan Jacques Lacan, en azından temsilin kötücül özünü daha fazla açığa çıkarmıştır. Freud’un görüşlerini daha da derinleştiren Lacan, öznenin sembolik düzene, yani dile tabi kılınmakla hem var edildiğini hem de yabancılaştırıldığını saptamıştır. Lacan, varoluşun yitirilmiş umutlarının yeniden yeşertilebileceğini dil öncesi bir duruma dönüş olasılığını yadsımakla birlikte, hiç olmazsa, dizginlenmemiş arzuların sembolik dünyaya boyun eğişine ve böylece biricikliğin dile teslim oluşuna yol açan o öldürücü darbeyi görebilmiştir. Lacan jouissance (keyiflilik) kavramını sözle anlatılamaz bir kavram olarak nitelemiştir, çünkü keyiflilik eksiksiz bir şekilde ancak dilin alanı dışında gerçekleşebilir; ve bu keyiflilik, para veya yazı tarafından kirletilmemiş bir dünyaya ve temsilin olmadığı bir topluma duyulan özleme tekabül eder.
25 notes · View notes