Text
Özgecan’a
Kadın olmak zordur bu ülkede. Bakma öyle ciddi ciddi zordur bu ülkede kadın olmak. Dayanılması en zor acıya dayanır, dünyaya bir canlı getirmenin canlı canlı mucizesidir kadın. Zordur bu ülkede kadın olmak 15 yaşında gelin olabilirsin mesela. 15 yaşında hiç acımadan verirler seni yaşının üç katı birine hem de yok pahasına. Veya kız yabancıya gitmesin, takılardan gelecek para içeride kalsın diye aile içinde evlendirirler seni. Sesin çıkmaz, içinde ne fırtınalar kopuyordur belki ama sesini çıkaramazsın çünkü sen kadınsın, okumayıp evlenmelisin evinin kadını olmalısın. Merak etme kocanın SSK’sı varsa sırtın yere gelmez. İtiraz edersin istemezsin bu seferde namus cinayetine kurban gidersin. Sen ölünce namuslar pür-ü pak olur. Sonra bir gün kocan eve sarhoş gelir veya sırf canı istediği için döver seni yine sesin çıkmaz kocamdır döver dersin. Babanın enine gitsen bir postada baban döver senin yerin kocanın yanıdır der gönderir seni koca evine. Annenin de sesi çıkmaz çünkü oda babandan korkuyordur. Dayanamayıp kıyarsın kendine sessiz sedasız bir köşede ölürsün öylece. Niye çünkü kadınsındır sen söz söyleme hakkın, itiraz etme hakkın yoktur ancak ve ancak itaat edersin. Çünkü bu öğretilmiştir sana zamanında. Şimdilerde ise başınıza bir şey geldiğinde çığlık atmayı öğretiyorlar ama sessiz çığlığında boğuluyorsun. Niye çünkü sen kadınsın ve güçsüzsün. Erkek diye tabir ettiğimiz ama adam olmayı becerememiş yaratıkların gözünde seks objesinden başka bir şey değilsin bu ülkede. Dayaktan kaçarsın camiye sığınırsın, Cami orası bişey yapmaz dersin ama orada da bulur döver seni. “Hangi kitapta okudun lan kadına el kaldırmayı” diyemezsin öylece susarsın. Seversin ama çok seversin, güvenirsin ama o senin güvenini boşa çıkarır ve Yapacak bir şey yoktur çünkü sen ona güvenmişsindir. Savunmasızsındır sesin çıkmaz çığlığını kimse duymaz, sessiz sedasız bir köşede bir bavulun içinde parçalanmış cesedini bulurlar, öldüğünle kalırsın. Kimilerine göre masum bile değilsindir. Hemcinsini tacizden tecavüzden korumaya çalışırsın gelir seni öldürür allahsızlar. Birbirine sahip çıkmak birbirini, korumakta suçtur bu ülkede. Sevgilini reddedersin, döver seni, saçından sürükler öldürür seni ama olay trafik kazasıydı der, sen öldüğünle kalırsın. Seversin, evlenirsin senelerini verirsin onun için, o sana acımaz öldürür. Cansız bedenini parçalayıp çöpe atar, sesini kimse duymaz. Evlenirsin anlaşabileceğini düşünürsün ama adam sandığın yaratık hayallerini boşa çıkarır boşanmak istersin kafana sıkar öldürür. sesini kimse duymaz. Boşanmak istersin sokak ortasında herkesin içinde kafana sıkar oracıkta ölürsün. Boşanmak istersin sokak ortasında döve döve öldürür sesin çıkmaz. Boşanmak istersin yine sokak ortasında bıçaklar bıçaklar bıçaklar yetmez yine bıçaklar ölürsün. Elinden başka bir şey gelmez çünkü sen kadınsın ve güçsüzsün onların gözünde. Minicik bedenine tecavüz ederler o da yetmezmiş gibi yakarlar senide hunharca. Küçücük bir kızken daha 13ünde mesela Deden yaşında adam gelir taciz eder seni sesin yine çıkmaz küçüksündür çünkü savunmasızsındır. O da yetmezmiş gibi 70 yaşındaki ihtiyar gelir tecavüz eder sana sesin yine çıkmaz, üstüne üslük bir de rızası vardı derler. Kadın mısın kardeşim bu ülkede tedirginsindir her yerde bakkalda, yolda, sokakta, alışverişte, asansörde, metrobüste, otobüste, dolmuşta, takside her yerde yüzlerce libidosu yüksek bir çift abazanın gözü üstündedir çünkü. Geceleri sokağa salmazlar bizim ülkede kızları çünkü tinercisi, alkoliği, esrarkeşi, abazası, binbir çeşit sapığı tutmuştur köşeleri. Kızı olan tüm aileler tedirgindir, korkuyordur gözünden sakındığının başına bir şey gelecek diye. Özgecan’ın ailesinin içinde de vardır muhtemelen o korku. Ama kızları sadece okuyordu Mersinde. Ve tek amacı sağ salim dönebilmekti evine ama olmadı. Tek o kalmıştı otobüste gözü dönmüş üç cani kaçırdı onu tecavüz etmek istediler direndi Özge teslim olmadı, bıçaklayıp öldürdüler onu o da yetmezmiş gibi yaktılar bir de üstelik. Masumdu, savunmasızdı çünkü kadındı o da diğerleri gibi. Kadın olmak sadece zor değil suçtur da artık bu ülkede. Tek suçu kadın olmaktı Özgecan’ın. Psikoloji okuyordu, Psikolojisi bozulmuş ahlaksızların psikolojisini düzeltmek için okuyordu. Gençliği vardı, gerçekleşmeyi bekleyen hayalleri vardı, henüz yapamadığı ve daha yapacak çok şeyi vardı. Hepsini bir nefs uğruna aldılar elinden, ben erkekliğimden utandım. Özgecan sırf kadın olduğu ve objeleştirilip bir meta haline getirildiği için hunharca katledilirken biz ne yaptık peki, Öncelikle ülke olarak yeniden namusumuza sahip çıkmamız gerektiğini fark ettik ve sonuna kadar da çıktık. Türkiye olarak ayaklandık mini Haziran’ı yaşadık bir nevi. Ülke olarak tulum çıkardık. İdam diye haykırdık. İsyan ettik. Hep bir ağızdan Özgecan’ın sessiz çığlığı olduk. Elimizden bu kadarı geldi ancak. Lakin idam diye haykırırken, Adaleti, ve Kanunların kusursuz bir şekilde işlemediğini unuttu bu ülke. Tıpkı Özgecan dan önce namusuna sahip çıkmayı unuttuğu gibi. İslam dinine sahip en modern, en gelişmiş, ülke olan Türkiye, Kadına şiddetin olmaması gerektiğinin ve Uğruna yaşadığı namusu hatırlaması için, bir namussuzun gelip Özgecan’ı öldürmesi gerekiyormuş ya ben bundan utanıyorum. Bunun utancı hepimize bir ömür yeter. Çekinme, Utanabilirsin Türkiye!
0 notes
Text
"Candan"ız, yüreğimiz Bem"beyaz"
Ülke olarak durumumuz ne, nereye gidiyoruz hepinizin malumu. Her gün televizyonlarda görüyoruz gazetelerde okuyoruz. Tabi ki de onların bize göstermek istedikleri kadarına hakimiz. Ama düzenli bir şekilde okuyan, izleyen ve en önemlisi de yorum yapabilme yetisine sahip biriyseniz size gösterilenle yetinmeyip bir adım öne geçebilirsiniz. Durumun farkında olmayanlar bile bir ucundan yakalamıştır konuyu.
Öyle ki herkes diken üstünde yarına hayırlısını dilemekten başka bir şey gelmiyor kimsenin elinden bir nev’i arkası yarın Brezilya dizisi gibi yaşıyoruz.
Eskiden beridir hep diken üstündedir bu millet, lakin bu günümüzde zirve yapmıştır. Artık kimsenin kimseye tahammülü kalmamıştır. Eskiden tanımadığı birinden aldığı selamı tebessümle karşılayanların torunları bugün niye selam verdin diye birbirlerine girer oldu. Eskiden kahkahalarla yapılan, karşılanan şakalar şimdilerde dayağa sebep. Kimsenin kimseye saygısı sevgisi kalmamış Hoşgörü yerin dibine girmiş, Halk artık öyle bir duruma gelmiş ki birisi ters bir şey söylese de kavga çıkarsam ağız burun dalsam diye bakıyor. Herkes öyle bir kendi derdine düşmüş ki kimse kimsenin farkında değil. “Bana dokunmayan bin yaşasın”ın vücut bulmuş halini yaşıyoruz. Gündem kalabalık, geçim sıkıntısı hat safhada, iş güç sinir stres bir yandan işsizlik ve işsizlikten psikolojisi bozulmuş bunalıma girmiş kesim bir yandan, kimsenin gülmeye eğlenmeye takati yok. Yapılan güzel şeylerin kimse farkında değil, farkında olanların sayısı da iki elin parmağını geçmez.
Herkes her şeyin farkında olduğuna göre uzatmadan mevzuya girelim. Mevzu şu; daha yılbaşına bir hafta varken Beyaz yılın son programına Candan’ı davet etti keyifle izlediğim bir programdı. Programın bir yerinde Beyaz Candan’ın İstiklalde çektiği klibe karşılık, Kapalı Çarşıda bir klip çekmiş, öyle yürünmez böyle yürünür demiş. O gün başlayan atışma bugünlere kadar gelmiştir. Ve en son Beyaz’ın çektiği klibe karşılık Candan Erçetin’i sevenler eğlence olsun diye bir klip çekmiş. Daha bugün izledim ve video’nun altındaki yorumlardan sonra bu yazıyı yazayım dedim ya zaten.
Yorumlarda gülüp geçende vardı. Çok beğendiğini devamını beklediklerini söyleyende, bu kliplere tahammülü dahi olmayanlarda azımsanmayacak derecedeydi. Yapılan yorumlarda sıkıntıların ve gündemin malum olduğu böyle gereksiz şeylere vakit olmadığı hatta ve hatta Beyazla Candan arasında ciddi ciddi kavga olduğunu düşünüp umurunda olmadığını belirtenler bile vardı. Durumu abartıp dinimize aykırı olduğunu söyleyenleri yazmadan geçemeyeceğim. Yalnız hiç kimse bir şeyin farkında değildi. Beyaz, geçim sıkıntısı çekenlerde ülke gündeminden yorulanlarda birazcık gülsün eğlensin ufakta olsa kafasını dağıtsın diye yapıyordu. Birazcık tebessümden kimseye zarar gelmezdi öyle değil mi? Şov programlarının amacıda bu değil mi zaten? Lakin gelen tepkilerden anlaşılıyor ki; millet olarak gülmeye vaktimiz yok. Gülmeye gülmeye gülmeyi unutmuşuz. O kadar ki gülmek için yapılan güzel şeyleri bile gereksiz görür olmuşuz. Millet olarak sadece ay sonunu nasıl getiririz diye düşünüyoruz.
Tüm bunlar olurken ben; Her şeyin farkında olan ama Kliplerden hoşnut olanların yanındayım. Zira her şeyden uzaklaşıp biraz gülmek herkese iyi gelecektir. Çünkü biz aslında; Harika Güzellikte Bir Milletiz. Candanız, Yüreğimiz Bembeyaz, Bar��şımız Gül Pembe, Mutluluğumuz Şen, Birlikteliğimiz Hababam, Sevgimiz Gürses’den, Kavgalarımız Turşudan, Gözyaşlarımız nağmelerdendir. Öyle güzel bir Milletiz. Bunu kaybetmemek dileğiyle, Güzel günler göreceğimiz, Hayatın bayram olacağı yarınlara hep birlikte inşallah. Ne güzel söylemiş şair; Gülmeyi çocuklar icat etti. Biz tüketiyoruz. Hayatın akışına kapılıp sakın gülmeyi unutmayınız.
0 notes
Text
83/7
“Daha hayatımız başlarken biri bize ölmekte olduğumuzu söylemeli. O zaman hayatımızın her anını dolu dolu yaşardık. Bir yapın, yapın da bakın. Yapmak istediğiniz neyse, şimdi yapın! Yarınların sayısı çok değil.”
Michael Landon
Bu yazıyı okuduktan sonra şöyle dedim kendi kendime; Ey hayat senin bana garezin ne Allah aşkına. Niye şimdi durup dururken Hayallerimin arasına “Ölüm”ü saldın ki. Korktuğumdan değil ha, sadece merak ediyorum Bir insan evladı Yaşamın diyetinin ölüm olduğunu bir anda toprak olup havaya karışacağını bile bile nasıl böyle yaşar? Oysa en başından deselerdi ya “Ey arkadaşım sen bu düzeni bozuk dünyaya gözlerini açıyorsun ama bu işin bir ucunda hayat var da her şey iyi güzel hoş, Öbür ucu ölüm bu işin. Yani sen bile anlamadan hop ölüyorsun” Yine de dünyaya gelmeyi kabul eder miydi insan? Veyahut “Arkadaşım söyle bakalım sen bu dünyaya gitmek istiyor musun? Diye Sordular mı? Cevabı tabii ki de “Hayır.”
Her neyse mevzudan uzaklaşmayalım; Hayatın her anını dolu dolu yaşamak dediğin nedir? “Yaşamak” dediğin göreceli bir kavram bir kere Kime göre neye göre dolu dolu yaşıyorsun? Kimi ne göre sevdiğinle bir ömrü paylaşmaktır dolu dolu yaşamak Kimine göre sonunu göremediğin sevdiğine bir ömrü bozuk para gibi harcamaktır körü körüne. Yani üstadım Boşuna mı demiş “Bağlanmayacaksın hiçbir şeye körü körüne” Kimine göre de vur patlasın çal oynasın, nerde akşam orda sabah, sonunu düşünme bugünün keyfini çıkar ohhh’tur dolu dolu yaşamak. Hani derler ya “sonunu düşünen kahraman olamaz” Acaba diyorum sonun da hesabın bu kadar kabarık geleciğini bilselerdi yine de bu kadar hevesli olurlar mıydı Kahraman olmaya…
Peki ya “aşk” işte mevzu aşk olduğunda orda sınır tanımayacaksın içinden ne geliyorsa nasıl geliyorsa öyle dolu dolu yaşayacaksın. Aşk’ta yaşanılası ne varsa.
Velhasıl diyecek laf çok da ben zamanınızı fazla çalmayayım Malum Yarınların sayısı çok değil. Ne yapmak istiyorsanız şimdi yapın, yapın da bir bakın acaba doğru mu yapıyorum diye. “Üç” yanlışın “Bir” doğruyu götürdüğü bir dünyada yaşıyoruz sonuçta.
0 notes
Text
Deneme
Her şey üzerine deneme yazılabilir. Mevzu konuyu iyi seçmekte konuyu kaliteli seçtin mi hele bir de kaleminin kudreti yerindeyse “deneme”nin kralını yazarsın.
Deneme dediğin buram buram kalite kokacak arkadaş, öyle kelimelerle öyle cümleler kuracaksın ki okudukça okuyası gelecek insanın bir sonraki satırı okumak için yarışacak okuyucu ama sıkmayacaksın okuyucuyu öyle masal okur gibi kaf dağından yazmayacaksın. Yazdın mı bir ok gibi yüreğine işleyecek okuyucunun.
Örneğin “Gözleri Okyanus”a yazdığın denemeyi okuduğunda aşık olmalı sana ve diğerleri de saygı duymalı aşkına. Yazdığın kıskandırmalı herkesi. Demeliler ki; ulan herif hislerime tercüman oldu be. Adam ne yazmış arkadaş. Aşık oldun mu böyle aşık olacaksın işte. Böğüre böğüre haykırmış adam aşkını helal olsun. Vs. vs. Hiçbir şey demeseler bile aşkına sırf yazdığından ötürü saygı duymalılar aşkına.
Bir daha yazmayı “Deneme”
Eleştiri dediğin iki yönlü olur; Bir olumlu(yapıcı) eleştiri, iki olumsuz eleştiri. Yalnız “Yurdum insanı” daima olumlu eleştiriden yanadır. Bunu da söylemeden geçmeyeyim istedim. Belli bir kesimin hoşuna giden bir şeyi, takdir edip olumsuz bütün yönlerini es geçip daima olumlu eleştiri yaparsan senden iyisi yoktur bu memlekette şakşakçıların ve seni yüceltecekler daima olur yanında. Bu benim hiç ama hiç tasvip etmediğim yönüdür eleştirinin. Olumlu eleştiri yaptığın kadar olumsuz eleştiride yapmalısın ki eleştirdiğin eksik, yanlış, hatalı yönlerini görsün ve kendine çekidüzen versin. Lakin yine aynı “Yurdum insanı” olumsuz eleştiriyi hiç sevmez. Kendine göre haklı olduğu ve doğru düşündüğü bir konuda, aslında mevzunun doğru olmadığını bu konuda yanlış düşündüğünü ve hareket ettiğinin tam tersi yönde hareket etmesi gerektiğini söylediğinizde veya yazdığınızda sizden kötüsü yoktur. Taraftarı olduğu takımın veya desteklediği bir siyasi parti hakkında yaptığınız herhangi bir olumsuz eleştiride sizi topa koyar uzaya fırlatırlar. Tabi eleştirdiğiniz siyasi oluşumda sizi uzaya fırlatanların en büyük destekçisidir ki uyarı üstüne uyarı alırsınız “Kaleminin ucunu hafif körelt” “Bir daha yazmayı Deneme” gibi. Bunları göze alıp aynı ucu sivrilikte yazabiliyorsanız. Her an diken üstünde yazmaya devam. Ne kadar acı dimi Yurdum İnsanının olumsuz eleştiriye bu denli kapalı olması. Oysa Haksızsa karşındaki “haksızsın” diyebilmelisin korkusuzca her kim olursa olsun fark etmez. Unutmayınız ki; Yazdığınız bir denemede eleştiriler daima olumluysa o denemeyi çöpe atın. Velhasıl Hayatta Olumlu yönde eleştirdiğimiz kadar Olumsuz yönde de eleştirelim ki Neyin doğru Neyin yanlış olduğunun ayırtına varabilelim dimi?
Mizahın İzahı Olmaz
Eğer ki Mizah üzerine bir deneme yazıyorsan en rahatı sensin. Yazdığın herhangi bir Mizah yazısında ele aldığın konuyla yazının en başında da dediğim gibi Kaleminin Ustalığı birleşiyorsa kimse yaptığın eleştiriye bir şey diyemez çünkü yaptığın eleştiri değil Mizahtır o vakit. Daha doğrusu Mizahınla eleştiriyorsundur, Yani Mizah=Eleştiri. Kimseye de hesap vermek zorunda değilsinizdir. Çünkü Mizahın İzahı olmaz da ondan.
Şimdi diyeceksiniz senin bu yazdığın ne, Seviyor musun, Dövüyor musun, N’apıyosun belli değil. Hemen Cevap vereyim; “DENEME”nin denemesini yazmayı denedim. Sırf bakalım oluyor muymuş diye merak ettiğim için. Unutmadan her türlü eleştiriye açığım olumlu eleştirdiğiniz kadar olumsuzda eleştirin ki iyi bir yazar olup olmadığım ortaya çıksın dimi?
0 notes
Text
“ Dar ağacında olsak bile, Son sözümüz FENERBAHÇE ”
Ben kaç yaşından beri Fenerbahçeliyim hatırlamıyorum. Öyle ki kendimi bildiğimden, sesim çımaya başladığından beri Sarı - Lacivert diye bağırırım. Ta ki sesim kısılana kadar. Şimdi Babam bu yazdığımı okusa "Hadi oradan sen küçükken Cimbomluydun, Seni hep kandırırlardı sen de kanardın Cimbomlu olurdun" der. Lakin ben pek ihtimal vermiyorum bu duruma ama Fenerbahçeli olmayı Babamdan öğrendiğim doğrudur.
*
Herkes Fenerbahçelidir aslında ama bi yerde yoğun baskılara dayanamayıp veya başka bir sebeple başka bir takımı desteklerler, sorsanız doğuştan beri desteklediklerini söylerler orası ayrı tabi ama doğuştan Fenerbahçelidirler haberleri yoktur. Şaka bir yana herkesin tuttuğu kendinedir ama Fenerbahçeli olmak çok ayrıdır. Anlatılmaz yaşanır bir şeydir. Öyledir ki; Fenerbahçeli olunmaz Fenerbahçeli doğulur.
*
Benim nasıl Fenerbahçeli olduğuma gelince, Her gerçek Fenerbahçeli gibi bende Fenerbahçeli doğanlardanım. Biz boşuna demiyoruz asıl Fenerbahçeliler sonradan olanlar değil Fenerbahçeli doğanlardır diye. 90'lı yılların henüz başları ben 4 bilemedin 5 yaşındayım o zamanlar Telsim'in sponsorluğunda hazırlanan efsane çubuklu formayla tanışmamla oldu. Babam artık gerçek Fenerbahçeli olmam gerektiğine karar vermiş olacak ki bana Fenerbahçe forması almış o zamanlar çocuğum tabi anlamıyorum bir şey ama şuan diyorum ki Babam çakmada olsa iyi ki o Sarı Laci çubukluyu almışta İyi ki Fenerbahçeli olmuşum.
*
O zamanlar böyle teknoloji nerde? Sporcu kartları vardı, Çıkartmalar vardı. Hatırlıyorum da şuan kalite bir telefona vereceğin parayı harcamıştım ben o kartlara. 90'lı yılların Fenerbahçesinin ilk 11'ini kurar rakip takımın futbolcularıyla kapıştırırdık. Herkes hayalinde bir futbolcu olurdu o zaman benim hayalimdeki futbolcu ise Rüştüydü, Revivo'ydu, Serhat Akın'dı. Engin'in Rıdvan'ın, Aykut'un, Oğuzun, Müjdat'ın, Şenol'un oynadığı dönemleri hatırlamıyorum ben ama unutulmaz hikayelerini dinlemişliğim vardır Babamdan. O zamanlar "Ali Şen Başkan, Fenerbahçe Şampiyon'du.
*
Herkesin Fenerbahçeyle ilgili bir unutulmazlar listesi vardır. E tabi ki benim de var. En unutulmazımı ilk önce anlatayım; Herkesinde tahmin edebileceği gibi Fenerbahçe'nin Galatasarayı Kadıköyde 6-0 yendiği o tarihi galibiyet. İlkokul 4. sınıftayım o zamanlar. Maçın olduğu günün ertesi günüde okulda yazılı sınavım var ona çalışıyorum, Babamda 4/12 vardiyasında çalışıyor. Yani o çocuk halimle beni maça götürecek kimse yok. Bir ara eve telefon gelmişti Metin'i maça götürelim diye ama ben "yarın yazılım var, olmaz" deyip kabul etmemiştim (şimdi olsa koşa koşa giderim :) ) Neyse maç saatine kadar yazılıma çalıştım. Aklımda da maç var he. Odaya geçtim tv izlemeye maç başlamış tvnin sağ üst köşesinde skor tabelası var. Daha yeni başlamış olacak ki aradan 10 dakika bile geçmeden Fener 1-0 öne geçti. İlk yarının bitmesine az kala Fener'im durumu 2-0 yaptı ve ilk yarı böyle bitti. Ben evde heyecandan kuduruyorum ama maça gidemediğim içinde üzülüyorum bir yandan ama belli etmiyorum tabi. Neyse 2. yarı başladı benim gözüm skor tabelasında 2. yarının ortalarına doğru maç bitene kadar 5'er dakika arayla tam 4 gol gelmiş ve Fenerbahçe'm adının bundan sonra 6alatasaray olarak anılacağı Galatasaray'ı 6-0'la ezmiş yerin dibine sokmuş ve evine göndermişti. Bittabi ben maça gidemediğim için kahrolmuştum. Sonradan öğrendim. Golleri: Tuncay, Ortega, Serhat (2) Ceyhun ve Ümit atmış.
*
Diğer bir unutulmazım ise 2001 Şampiyonlar Ligi 1. Turu Fenerbahçe Barcelona maçıdır. Maç 1-0 Fenerbahçe kendi sahasında yeniliyor Barcelonaya, Bir kontra atakla Fenerim hücüma geçer ve golü bulur lakin ofsayt gerekçesiyle gol iptal edilir. Barcelona maçı 3-0 kazanır ve ben hüngür hüngür ağlarım. Hüngür hüngür ağladığım tek maç bu değil tabi ki de Denizli Maçı'nı nasıl unuturum. Maç 1-0 biz yeniyoruz yenersek Şampiyonuz zaten. Tam maç bitecek ortalık karıştı sahada Tribünlerden molotof yağıyor ve bu olayların sonucunda Maç 9 dakika uzadı ve Fener bu 9 dakikaya yenik düştü maç 1-1 bitti. Şampiyon olamadık ve ben ağladığımla kaldım perişan olmuştum o gün. Önümde oturan ismini bilmediğim ama Galatasaraylı olduğunu çok iyi bildiğim bir adamın sandalyesini tekmeleyip adamı oturduğu yerden kaldırdığımı da hala unutmam, 2007 Şampiyonlar Ligi Maçlarını, Zico'yu ve Avrupadan men edilmeden önceki son Avrupa Maceramız ve Beşiktaşlı Pancu'nun kaleye geçip Kadıköy Panteri olduğu o maçta unutulmazlarım arasındadır.
*
Az kalsın unutuyordum yıl 2001 Gaziantep Fenerbahçe maçı var ve ben yine her ne hikmetse o maçı izleyemiyorum ama içim içimi yiyor. Babaannemlere gitmiştim diye hatırlıyorum. Dedem haber izliyor bende sağ üst köşedeki skor tabelasına gözü dikmiş bakıyorum, bir yandan da heyecanlıyım. Her neyse ilk yarıyı 3-0 mağlup kapatmıştık. O yüzden 2. yarıyı takip edemedim . Şimdilerde "totem" dedikleri şeyi ben o zamanlar yapıyormuşum da haberim yokmuş. 2. yarı başladı ben başka odadayım. Dedem içerden bağırdı. 3-1, 3-2, ve 3-3 eşitlik sağlanmıştı bendeki coşkuyu ve heyecanı görmeniz lazım "gol" diye bağırmaktan sesim kısılmıştı. Ve olmaz denilen olmuş biz maçı 4-3 kazanmıştık emin olun sahadaki topçular kadar ter dökmüştüm o akşam izlemediğim için pişman olduğum 2. maçtır.
Olmaz denilip olan sadece bu değildir elbette ki yukarıda yazdıklarım sadece bir kaçı. Onlardan biride Manchester United Fenerbahçe maçı yıl 1996 Elvir Boliç'in muhteşem füzesiyle 1-0 kazanmıştık o maçı. O zaman büyük ses getirmişti gerçi şimdi olsa yine aynı sesi getirir orası ayrı tabi ama bu maçta unutulmazlarımdan sadece bir tanesidir.
Bizim, Galatasaray'ı 6-0 yendiğimiz maçı unutmadığım gibi. Türkiye Kupasında 5-1 yenildiğimiz maçı da unutmadım tabi. O zamanlar Ortaokul son sınıftayım ve okulda göze batan tek Fenerbahçeliyim. Ders ortalarında ve teneffüsler de sınıf arkadaşlarım ve yan sınıftan çok sevdiğim bir öğretmenim maçı Galatasarayın kazanacağını söyleyip sürekli beni kızdırıyorlardı, tabi ki de beni sevdikleri ve değer verdikleri için bunu yaptıklarını biliyor ve kızıyormuş gibi yapıp gülüyordum, sonra hep birlikte gülüyorduk. O günleri unutmak mümkün mü? Hazır yazıyorum beni 6-0'lık maça götürmek isteyen, okulda sürekli benimle şakalaşıp kızdırmaya çalışan Şenol öğretmenime selam olsun.
O gün yine her zaman olduğu gibi derbi hazırlıkları okulda başlamıştı. Daha sabahın köründe "bitse de gitsek" moduna girmiştim okulda. Ve nihayet okul bitmiş eve gelmiştim. Artık her şey hazırdı ve maç başlayabilirdi artık. İlk yarı maç 3-0 olunca bütün heyecanım kaçmıştı arkasından 1 gol bulup umutlansam da ertesi gün okul olduğu için erken yatmıştım. Ertesi gün maçın 5-1 bittiğini öğrendim tabi. Bu maç da üzüntü, şanssızlık ve hayal kırıklıklarıyla unutulmazlarım arasına girmeyi başarmıştır.
*
Gelelim Mabet'e nasıl kavuştuğuma. Aylardan yine Kasım bir kaç gün sonra yıldönümü muhtemelen. Fenerbahçe'nin Milanla Şampiyonlar Ligi maçı var. Babama; "bu maça gitsek çok güzel olur" dediğimi hatırlıyorum. Bir kaç gün sonra hazırlan maça gidiyoruz demişti Babam bu sefer vardiyasını ayarlamıştı ve ben hayatımda ilk defa Kadıköy'e maça gidecektim. Benim için paha biçilemez bir şeydi bu Servet değerindeydi. Düşünsene hayatımda ilk defa Şükrü Saraçoğlu'nda maç izleyecektim. Her ne kadar Fenerbahçe'yi izlemeye gitmiş olsak da Andriy Shevchenko'yu izleyip geri dönmüştük Milan 4-0 yenmişti Fenerbahçeyi. Ama dediğim gibi skor önemli değildi o atmosferi o heyecanı yaşadım ya o bana yetti. Bu yüzden Babama ne kadar teşekkür etsem az gelir.
*
Milan maçından sonra 2 sefer daha gittim Saraçoğlu'na 2 Trabzon maçı birinde berabere kalmıştık birinde de yine son dakikada Şampiyonluğu kaybetmiştik ama olsun İçimdeki Fenerbahçe aşkı her şeye değerdi Önemli olan Fenerbahçe'ydi. En önemlisi de Babamdan mirastı bana Fenerbahçe. Evladıma mirasım olduğu gibi.
*
Aziz Yıldırım Fenerbahçeyi Fenerbahçe yapan adamdır. Tabi Ali Şen den sonra tabi (daha öncesini Babama soracaksınız). O yüzdendir ki 2011 den bu yana Aziz Yıldırım'a benim Fenerbahçeme yapılanların hepsini haksız buluyorum ve kasıtlı olduğunu düşünüyorum. İşte bu yüzden Aziz Yıldırım'ın sonuna kadar arkasındayım ve Ne yapıyorsa Fenerbahçe için yapıyordur kanısındayım. Fenerbahçemi bitirmeye çalışanlar bugün Türk futbolunu bitirmişlerdir, Milli ruhu, Milli Mücadeleyi, Milli Takımı öldürmüşlerdir.
*
Şimdi size bunları niye anlattım yazı 2. sayfasını bitiriyor ama benim anlatacaklarım daha bitmedi. Merak etmeyin bu arada son cümlelerimi yazıyorum. Velhasıl diye başlıyorum son cümleme; Bizler Fenerbahçeliyiz, sonradan Fenerbahçeli olanlardan değil Fenerbahçeli doğanlardanız. İşte bu yüzden Sevincimizde de üzüntümüzde de Fenerbahçe vardır her zaman. Aç kalırız maça gideriz, Akşamdan bilet kuyruğuna girer Tribünlerde sabahlarız. O ayazlarda kıçımız donar, Fenerbahçe diye ağlar Fenerbahçe diye güleriz. Ve gerekirse Fenerbahçe için mahpusluğu bile göze alırız. Niye mi? Çünkü Fenerbahçe son kaledir! Yılmadan, Yıkılmadan, Eğilmeden, Ödün vermeden dimdik durabilen tek Spor Kulübüdür. İşte bu yüzdendir ki; "Dar Ağacında olsak bile son sözümüzdür FENERBAHÇE! Unutmadan bir Fenerbahçeli asla yalnız yürümez!
Not: Bu kadar uzun bir yazıyı zahmet edip okuduğunuz için teşekkür ederim.
0 notes
Text
yeni 1 Blog... iyi 1 Blog...
Herkesin her şeyi yazabildiği, benimde içlerinde bulunduğum tonlarca “Blogger”ın (günce yazarı) düşünmeden, araştırmadan, bilgi sahibi olmadan ağzı olanın konuştuğu, birbirlerinin arkasından pervasızca lafın nereye gideceğini bilmeden konuşanların da var olduğu bir ülkede yaşıyoruz malum…
*
Eskiden böyle değildi, tek bilgi kaynağımız ajanslardı. Her saat başı ülkede ve dünyada ne olmuş Ajanslardan öğrenirdik. Saatlik gündemlerle yetinmesini bilirdik en azından. Şimdi durum çok farklı, anlık gündemlerle yaşıyoruz artık yani her an her şey olabiliyor.
*
Yurdum insanı tabi “zeki, çevik ve ahlaklıdır” çabuk uyandı bu “anlık gündem” mevzusuna. Artık herkes kendi gündemini kendi yaratır oldu. İnternet ve Mikro Blog kullanımı tavan yaptı. Gerekli, gereksiz, asparagas, alavere dalavere ne kadar bilgi varsa hepsi internette. Birey kişisel sayfasından tek bir harf bile paylaşsa bütün dünya görüyor artık. Öyle ki “Sosyal Medya Fenomenleri” diye bir terim var artık dünyamızda. Böylece Sosyal Medya diye adlandırdığımız ortam kendi popülerlerini yaratmış oldu.
*
Tonlarca blog yazarının var olduğu bir ülkede yaşıyoruz demiştim yazının başında ki bu gerçekten böyledir. Herkes kendi aklının erdiği, kendi kulvarında bir şeyler yazar. Okunur okunmaz o yazarın kalemine ve kullandığı üsluba bağlı bişeydir. Lakin her kesimden insanın okuduğu bir blog yazarı olmak çok zordur hatta ve hatta imkansızdır. Çünkü senin doğru görüp savundukların başkalarına yanlış geliyor olabilir. Yanlış yapana “sen yanlış yapıyorsun” denildiğinde alaşağı edecek kadar hazımsızların var olduğu bir ortamda herkesin severek takip ettiği birisi olmak imkansız bu ülkede. Bunun içindir ki herkes kendi okuyucu kitlesini kendisi oluşturmak zorundadır. Tercih meselesidir bir yerde ister başkalarının düşüncelerini, dünya görüşünü, söylediklerini onların istediği şekilde onların cümleleriyle kaleme alırsın, istersen kendi dünya görüşünü ve doğrularını aktarırsın insanlara, her iki şekilde de takip edenin ve sevenin çok olacaktır emin olabilirsin. Sevenin olduğu kadar sevmeyeninde olacaktır yani işin özü aradaki kıldan çizgiye dikkat etmelisin, dediğim gibi tercih meselesidir bu.
*
Şimdi “ne saçmalıyor bu, amacı ne?” dediğinizi duyar gibiyim. Sadece kim olduğumu merak edenlerinizin ve “sen kimsin ki” diye soranların sayısı da azımsanmayacak derecede bunu da biliyorum, belki bu ilk yazıyı okuduktan sonra bana kızacaksınız veya takdir edeceksiniz bilmiyorum. Lakin bildiğim tek bir şey var ben yazdıkça rahatlayacağım. Amacım sadece rahatlamak bundan emin olabilirsiniz. Öyle bilip bilmeden millete çamur atayım haksız yere eleştireyim yaptıklarına yapmadıklarına mana bulayım açık arayayım derdinde değilim.
Sadece yazayım istiyorum. Yazarken de dünya görüşümü ve kendi doğrularımı sizinle paylaşmak istiyorum. Benim doğrularım sizin de doğrularınızdır belki de.
*
Amacım odur ki; Mizahın, zihnimin ve kalemimin gücünü kullanıp sizlerle bir şeyler paylaşmak. Yani ben kalemimin gücünü test edeceğim. “yeni 1 Blog…” yazarı değilim ama “iyi 1 Blog…” yazarı olduğumu düşünüyorum. Takdir tabi ki de sizin. Ben kafama estiği zamanlarda yazacağım ve rahatlayacağım. Vakit ayırıp okursanız ne mutlu bana baş tacısınız, okumazsanız da canınız sağ olsun. Var olunuz.
0 notes