Text
Karantinanın bilmem kaçıncı günü ve benliğimizin bilinmeyen yanlarına doğru keşfe çıkarken adlı resmim....
Şaka şaka sadece Michelangelo mezarında ters dönmesin diye 1 Fatiha okumanız yeterli...
14 notes
·
View notes
Text
Evde karantinada kaldığımız şu günlerde “sanatsallığımı” kendi çapımda yükseltmeye çalışıyorum. Keşke bu görüntüyle değil de melodiyle olsaydı fakat ben bu güzelliği bir iki sene kadar yalnız bıraktım ve bana darılmış olacak ki elime alır almaz tellerinden biri elveda diyerek kemanı terk etti...
Oysa ki ben daha balkondan serenad yapacaktım?
2 notes
·
View notes
Text
Sırf bakmayı ihmal ettiği için yaşamında neler kaçırdığını düşündü. Yoksa bakmış da görememiş miydi?
23 notes
·
View notes
Text
“He was responsive to beauty, and here was cause to respond.”
2 notes
·
View notes
Text
Sayısız yolu vardır iyi olmanın ve iyi olmadığınız, kötü olduğunuz anlamına gelmez.
Uyuşuk davranıp aylaklık etmektesinizdir sadece.
Yazık ki, geyikler kaplumbağaların hızına yetişemezler.
Yüce benliğinize duyduğunuz arzuda yatıyor iyilik; her birinizin de yüreğinde var.
Fakat bazılarınızda bu arzu denize koşan kuvvetli bir taşkın, yamaçların sırlarını ve ormanın şarkılarını da yanında taşıyan.
Ve diğerlerinizde de dingin bir akıntı bu, kıyıya ulaşmadan evvel kendini yollara ve kıvrımlara bırakan.
Ancak arzusu çok olan az olana dememeli ki ‘Niçin böyle yavaş ve aksaksın?’
Zira gerçek iyi ne çıplağa kıyafetini ne de evsize yıkık evini sorar.
3 notes
·
View notes
Text
Aman yarabbi
Yine bilmem kaç ay kaç gün sonra tumblr’a yeni bir kişilikle geri döndüm. Aslında kişilik de değil insanın tamamlaması gereken o dönüşüm çemberinde birkaç adım daha attım diyelim.
Ayrıca Tumblr ve benim aramdaki tek ve en büyük çatışma da bu galiba. Yazmak için en uygun platform artı ben bir edebiyatçıyım ama zihnim o kadar dağınık ki bir türlü burada söylemem gereken şeyleri toplayamıyorum, hayır bu sefer söz de vermiyorum artık yazıcam diye... Nasıl denk gelirse ve evet sanırım Tumblr benim bir türlü bırakamadığım eski sevgilim.
Şu sıralar da muhatabım Beauvoir ablamız. Kitaptaki o cümleleri hışımla nasıl çizdiğimi bir görseniz... Ansiklopedi gibi bir kitap ve eminim ki kaç renkli kalemim bu kitabın sayfalarını aydınlatacak.Belki “birkaç” alıntı atarım buralara...
He bu arada orada burada denk geldiğim aşırı dar kafalı insanlardan da çok yoruldum Allah karşılaştırmasın efendim
Sizi zihnimin dağınıklığının bu portresiyle başbaşa bırakıp (sizi diyorum ama deactivated olmaktan eminim bunu okuyan üç kişiyi geçmeyecek, sad story..) gelecek haftaki sınavlarıma, FİNAL SINAVLARIMA, girişmeye gidiyorum.
Mutlu günler, özgür geceler efendim..
1 note
·
View note
Text
Ve artık Krakow’dayım.Yeni hayatımın çoktan başladığı o yer.Genellikle Erasmus dışardan eğitim bahane publar barlar yemeler içmeler şahane gibi gözükür ama işler içerden hiç de öyle yürümedi benim için.Çünkü okulumu seçerken 13.yyda kurulduğunu gördüm,iyi bir eğitim verdiği her halinden belliydi ama “biz erasmusuz ya hani” düşüncesiyle gideceksem iyi bir yere gideyim dedim o kutucuğu tikledim.Geçen dört ay içerisinde keşke o tiki atmasaydım düşüncesi aklımdan yüzlerce defa geçti ama ben kabuğumu kırmak zorundaydım ve bu yüzden yapabildiğim kadarını yapmaya çalıştım.Konu ta nerelere geldi ama Erasmus sadece eğlenceden ibaret değil bazı kesimler için onu göstermek istedim :’) Neyse şehre adımı atmamla o tarihi kokuyu içime çekmem bir oldu çünkü tarih hala o binalarda,kaldırım taşlarında yaşıyordu.Evvel zaman içindeki düşmanlar burayı talan etmeye zaman bulamamış ve burdan onlara da teşekkür ediyoruz efendim.Evet ne diyorduk,şehre adımımı attım,benden bir gün önce gelen arkadaşlarım beni karşılamaya geldiler ve yurdumuza geçiş yaptık.Ama yurt nasıl bi yurt.Koridorda bir taraftan diğerine yürümeniz nerdeyse bir dakika sürüyor ve arada bir hapishanede koğu��ta yürüyormuşsunuz hissi uyandırıyor o dar geçitler.Beni odamda Tayvanlı bir kız karşılıyor,odanın içi kozmetik dükkanı gibi kokuyor ve benim yatağım pencere kenarı -iyi yanından bakarsak-Ben yerleşiyorum odaya ardından hızla ufak bi sohbet edip günün yorgunluğunu atmaya yataklarımıza dönüyoruz ki ertesi gün okulun düzenlediği Welcoming Meeting’e katılabilelim.
Haritaya bu binanın adını kodlayıp toplantı için yola çıkıyoruz.Burası okulun öğrenci işleri birimi gibi bi yer ama toplantılar vs de burada gerçekleşiyor.Fakülteler bu ufak şehrin dört bir yanına dağılmış,onlar da küçük ama bayaaa kullanışlılar.
İçerde bizi bu üniversitenin kurucusu ve şehrin Kraliçesi -ortada- sağında kralı ve diğer tarafında muhtemelen mimarı karşılıyor.O zamanlarda Kraliçemiz Kraldan çok daha fazla rol oynamış ve bu üniversiteye birçok şey bağışlamış-bunu müze bölümünde gördüm ve ayrı bir postun konusu şimdilik-
Toplantıda bize şehir hakkında detaylar veriliyor mesela yaya geçidinden geçerken koşmak uygunsuz bir hareketmiş ve bunun için ceza yiyebilirmişsiniz.Ve burası gerçekten kurallara uyan bir memleket diğer Avrupa ülkelerine kıyasla.Bu,bu yüzden daha sonra dikkate aldığımız bir konu oldu.Bize erasmusla alakalı tüm gerekli bilgileri verdikten sonra sorumuzun olup olmadığını soruyorlar.Her ülkeden bir ses çıkıyor,bazıları güldürüyor bazıları düşündürüyor ama hepsi çok rahatlar,o rahatlık size de yansıyor o esnada ama ben genelde bu tür olaylarda soru sormam çünkü cevaben tatmin olmuş oluyorum ve cidden aklıma herhangi bir soru gelmiyor.Biz şehri turlamak üzere binadan ayrılıyoruz.
Meşhur Vistula Nehri ve onun tepesindeki kale öncelikli hedefimiz ve tam zamanında vardığımızı şu kareden anlayabilirsiniz
Nehir,batan bir güneş ve onun yansıması.Daha ne kadar gözalıcı olabilirdi?
Ama o manzaradan önce şu Wawel Castle denilen şehrin kalesine çıkmamız gerekliydi ki manzarayı ordan tam manasıyla görebilelim.
Kalenin iç tarafına doğru girdiğimizde ilk fotoğraftaki manzara karşıladı bizi.Bir tarafta tipik Krakow mimarisi kiremit rengi bina ve diğer tarafta renkli kiliseler dizesi -bknz 2 ve 3. fotoğraflar-Efendim bu kiliselerin içinde krallar,kraliçeler,papalar kategorisinden önemli insanların mezarları bulunuyor ve içeride fotoğraf çekmek yasak olduğu için biz sadece incelemekle yetiniyoruz ama memnun da olmuyor değilim çünkü bazen fotoğraf çekmek anın büyüsünü bozuyor gibi geliyor.Son fotoğraf ise geçmişte kral ve kraliçenin yaşadığı kışlık binaymış ve baktığınız zaman gözünüze ilk önce kolonların ve bina üzerindeki taşların farklılığı çarpıyor diğer yapıların mimarisinden farklı olarak.Bunun sebebi ise kraliçenin İtalyan mimarisine çok düşkün olmasıymış ve bunu yaşadığı yerde de yaşatmak istemiş ama duvarların üzerindeki Rönesansı hatırlatan desenler bi yerden sonra kayboluyor çünkü şu an hatırlayamadığım kötü bir sebepten ötürü yakılmış.Daha sonra kral ve kraliçe Varşovadaki yazlık evlerine temelli taşınmışlar ve bu da artık Varşova’nın o günden bugüne Polonya’nın başkenti olmasına sebebiyet vermiş ama resmi kaynaklarda Krakow hala “Polonya’nın başkenti Krakow” adıyla yer almaktaymış ki benim gözümde de Kraków hala başkent olma unvanını hakediyor.
Biz de bugünlük bu kadar tarih dersi yeter deyip çıkışa doğru yolumuzu alıyoruz ve bu Harry Potter filmlerinden kopup gelmiş hissi veren kuleye veda ederek yurdun yolunu tutuyoruz.
Şubatla Mart arası bir zamanda ve hava tam manasıyla üşütüyor.
7 notes
·
View notes
Text
Şimdi yaklaşık bir beş ay öncesine dönüp olan biteni,hikayemi en baştan yaşıyormuşçasına anlatacağım.Sonu nereye varır ben ne kadar sürdürürüm bilinmez ama bu gerçekten anlatmak istediğim bir şey.
Bu gördüğünüz kare Budapeşte’den,arka planda ben bir bankta oturuyorum yanımda bir valiz bir sırt çantası bir de bilgisayarla.Güneşin ışıltılarını farkedip zaten birazdan kapanmak üzere olan telefonumla birkaç fotoğraf yakalamaya çalışıyorum.O sırada couchsurfing’den tanıştığım kızı bekliyorum evinde bir gece misafir olup Polonya’ya geçmek için ve bu benim ilk yurtdışı deneyimim.O bankta geçirdiğim yaklaşık iki saat sürede insanları gözlemliyorum.Mutlu herkes ve sanki güneşin sıcak parıltılarının tadını çıkarırcasına sakinlikle gelip geçiyorlar önümden.Az sonra arkamda genç yaşlarda bir çocuk keman çalmaya başlıyor ve inanın bana,o an benim için daha huzurlu bir an olamazdı.Solda gördüğünüz ufak Starbucks ibaresi beni telefonumu şarj etmem için çağırıyor ve ben yüklerimle beraber zorla kapıdan geçiyoruz.Uygun bir masa bulup telefonumu şarja taktıktan sonra kahve sipariş etmeye gidiyorum ve o karton bardağın üzerinde adım altı harfken sekize çıkıyor.Elimde bir gülümsemeyle kahvemi alıp yerime geçiyorum bu arada çoğu kişi turist olduğumu anlıyor sanki ve bana gülen gözlerle bakıyorlar,benim onlara karşılığını iade ettiğim gibi.Kız geliyor tanışıp sohbet ediyoruz ve ardından evine doğru yola koyuluyoruz.Metro istasyonuna inerken buranın dünyanın en eski istasyonlarından biri olduğunu söylüyor ve gerçekten dediği gibi o hava hissediliyor renkli ve eski duvarlarında.
Fotoğrafların açısını lütfen tecrübesizliğime verin aslında etrafımdakiler bu kadar dikkatimi cezbederken bunları çekmem benim için bir mucize ama neyse..
Eve geliyoruz ve evi hayatımda gördüğüm en şirin ev olabilir.Üstten balkonumsu bir katla ayrılmış kendine ait bir yatak odası ufak bir merdivenle aşağı iniliyor.Küçücük tek oda ama iki katlı kutu gibi bir ev.Bazı işlerinden dolayı beraber pek vakit geçiremedik ama ben etrafımı keşfetmekle meşgulken hiç de şikayetçi değildim.Daha sonra kendime naçizane bir sofra kurup her anımı benimle orada yaşayan arkadaşlarımla beraber sohbete koyulduk.Bu arada bakınız o sofra;
Ha bu arada Martin Eden da benimle beraber oraları gezip geldi ama ben ona hiç vakit ayıramadım ve daha geçen gün bitirdim hayatıma ne kadar etki edeceğini bilmediğim bu kitabı..
Artık yatma vakti geldi ve ben tam o moda girerken pencere,ışık ve sokak üçlüsünün oluşturduğu o güzel manzarayı farkettim.
O gece son birkaç defa daha deklanşöre acemice basıp ertesi sabah Kraków’a yedi saatlik bir otobüs yolculuğuna koyulmak üzere uykuya daldım.
Şüphesiz okuduğum bölümde özellikle o bir seneyi yaşamasaydım hayatımda gerçekten böyle bir şeye üstelik tek başıma cesaret edemezdim.Çünkü ben ne doğuştan maceracı bir insanım ne de dışarıdaki hayata çok fazla ilgiliyim.Ama bu comfort zone’u terkedip hayatında yeni bir şeyler deneme,kendi sınırlarının dışına çıkma düşüncesi yerleştikten sonra bunu yapmak için bir saniye bile düşünmedim.Kendimi bulmak,dışarıdaki katman katman dünyayı elimde şans varken tanımak zorundaydım.Ve hiçbir anı için de pişman değilim çünkü beni şu an olduğum yeni bir ben yaptı veya benliğimde yeni bir kapı araladı ki burada daha yüzlerce kapı var açmak isteyen için.Tarihi de şöyle konumlandıralım aslında bugün 17.07.19 ama bu sayfada 16.02.19.
İyi geceler.
2 notes
·
View notes
Text
Yıllar yıllar sonra tekrar merhaba Tumblr halkı.Burada her şey bıraktığım gibi mi bilmiyorum ama bende hiçbir şey bıraktığım gibi değil zira Avrupa’yı ucundan hafifçe görüp gezmiş olmak bunun başlıca etkenlerinden ve bunun yanında bu süreçte tanıdığım insanlar ve edindiğim tecrübeler de öyle.Hazır bol bol vaktimiz varken ben de buraya ne var ne yok dökeyim dedim bakalım nasıl olacak.Şimdilik iyi geceler efendim,ha bu arada gerçekten aşkta ve savaşta her şey mübah mı?
10.07.19
3 notes
·
View notes
Photo
Valla al benden de o kadar
Pride & Prejudice (2005)
152 notes
·
View notes
Text
Aşk ve Gurur semalarında dolaştım az önce ve yine kitap karakterlerinin gerçek olamayacağı gerçeği Mr. Darcy’le beraber yüzüme vuruldu.. Ah Mr. Darcy zavallı sinirlerime hiç merhametin yok
7 notes
·
View notes
Text
Başkalarına bağlı olmadan yaşamayı öğreneceksiniz.Bahsettigim şey ekonomik olarak değil o ayrı bi konu.Duygulardan bahsediyorum ben.Ben onsuz yaşayamam,o olmadan hayatım cehennem,o varken de cehennem ama olsun yeter ki hayatımda olsun gibisinden lafları bırakın artık.Nesiniz siz? Köle mi?Onun bi bakışıyla bi hafta sırıtarak gezmek,ortamda farketmezse depresyon kafalarına girmek?Gerçekten hayata gelme amacınız bu mu? Ben her şey çok güzel toz pembe demiyorum.Sen elindeki hayatı niye kendine zehir etmeye çalışıyorsun bunu anlamıyorum.Acı çekersin tamam.İnsaniz elbette ki olacak ama bunu sonsuza kadar sürdürmenin manası ne? Hoş yaşadığın hayat da sonsuz değil ama biz çektiğimiz acıları sonsuza dek sürecekmişçesine kendimizi dibe,daha da dibe çekmeye uğraşıyoruz o ayrı bir ironi.Bunu yazan kişiyi de ya aşkı tatmamış acısını bilmiyorsun ne anlarsın gibisinden laflarla itham etmeyin.Emin olun ne yaşadınız yaşıyorsanız ben de yaşadım.Zaten bunları yaşamadan bunu yazmam olanaksız.Ben ışığı gördüm siz karanlıkta kalmayı tercih ediyorsunuz.Onun ki hayatsa sizin ki ne?Duygularınızın kölesi olmaktansa onları yönetememek niye?Silkelenip kendinize gelin.Emin olun her şey sizde basliyor,o guzel kalbinizde.Biri gelip sihirli değneğini size değdirmeyecek.Kimse sizin için gelmeyecek.Içinizde yatan o güzelliği bi keşfetseniz.. Gayret ederseniz kalbiniz zaten koşa koşa peşinizden gelecek emin olun.Çünkü o da bıktı artık o da hakediyor güzel günler görmeyi.Yaln8zca tek başına ayakta durup rahat bir nefes almayı,ardından gülümsediğindeki o sakinliği emin olun o da istiyor.Yalnizca bir şans verin buna değecek.
29 notes
·
View notes
Link
Yesterday is gone.Yani diyor ki dün geçti gitti.Arkadaşlar bazen çokta şeyapmamak lazım.
2 notes
·
View notes
Text
Uzun zamandır buralarda değildim ama dijital not defterimi gezerken aldığım bir not gözüme çarptı ve tam da durumu uygun diye paylaşmak istedim. "Sınırlarınızı zorlamadan,yaşadığınızı hissedemezdiniz."
19 notes
·
View notes
Audio
Nakarattaki tonlamaya bayıldım.Anlatacak birkaç şeyim daha var ama çokta uykum var.
031117
5 notes
·
View notes
Video
youtube
Şu ikisinin sesi odamın duvarlarında yankılanırken,kendimi kaybedip tekrar buluşumu izliyorum
6 notes
·
View notes