kanatlihercai
bir deniz kızının uçma tutkusu
44 posts
yaşamaya yetişmeye çalışmak gibi bir şey; yaptığım
Don't wanna be here? Send us removal request.
kanatlihercai · 3 years ago
Text
omnia mutantur, nihil interit
içim yine nasıl sıkılıyor. nasıl nasıl nasıl. ya hu anlatamam. mümkünü yok anlatamam. beni yalnız limonlar anlar. o kadar kötü yani durumum. o kadar. bu saçma cümleyi de kurdum yani. öyle.
öyle yaparım çünkü. huyum bu. üç gündür göbeğin çatladı. arasana birisini. anlatsana. yok anlatasım yok. bişeyim yok.
koşasım var. çığlık atasım. yüzesim var. sahilden bakınca uzaklarda küçük bir nokta kadar görünesiye açılasım. orada sırt üstü yatıp gökyüzünün kubbeliğini ilk fark edişimdeki gibi şaşırasım var. gözüme tuzlu su kaçana kadar güneşle göz kırpmamaca oynayasım var. ulan.
nasıl daralıyorum. kimseye anlatasım yok bunu. kimseye ağlamak istemiyorum. ikna edilmek istemiyorum. ben bişey demeyeceğim. anlatmadan anlasın. baksın görsün dinlemesin anlasın. nerdesin? kimsin? ne zaman geliceksin? seni düşünüp uykularımdan olmak istiyorum. hâlâ bunu isteyecek kadar salak mıyım. evet. lisedeki gibi değilsin. üniversitedeki gibi değilsin. (üstelik ben hâlâ üniversitedeyim) daha güzelsin. ben de daha güzelleşmiş olabilirim. kaprislerim var. mesela şu an. safi kaprisim. olsun. o kadar olur. sen de ol. bişey olmaz. beni üzmez. seni de üzmesin. bak bana. anla beni. nerdesin? kimsin? bilmiyorum.
içim sıkılıyor. ellerimi kanatmak istiyorum. kırık camları avuçlayasım var. bu sıkıntı geçene kadar saçlarımı yolasım var. bu sıkıntı geçene kadar saçlarımı okşayasın var mı? orada mısın? ben buradayım. tek kelime etmeme fırsat verme. bul beni. sen de tek kelime etme. etme. zor değil. oluyor bu. şahit oldum. gözlerimle gördüm. çok basit gibi aslında. konuşmadan olması daha iyi. anlamı parçalama. sevgiden bahsetme.
sinir krizi geçiresim var. filmlerdeki gibi değil. telefonumu fırlatamam. kendimi fırlatasım var. öyle yerden yere vurasım. sen bi karışma. yoktun ortada. yine dillendin. nereden çıktın. sus.
gece yengeçleriyle yan yan yürüyesim var. bu isteği ben de hiç anlamadım. neyse, bul beni. şu ortadan kaybolduğu bazı anlarda kendisini hiç özlemediğim sesi sustur. göz deviren, burun kıvıran, tatmin olmayan sesi sustur. benim anlamadığım isteklerimi bile anla. ertesi gün unutacağım istekleri anlamış gibi yapsan da olur. anlatmama fırsat verme. konuşmayı bırak, tek bir kelime dahi çıksın istemiyorum ağzımdan. ne oldu deme. ne istersin deme. yürüyüşe çıkalım mı deme. al beni. gerekirse kendimi yürüyüşün ortasında bulayım. sorma çünkü söylemem. allah belasını versin böyle bu insan da de. ben öyle diyemiyorum. kabul edemiyorum. sen et. bu hep böyle değil, korkma. komedi oyuncusu olmayı da öğreniyorum. komiğim de bazen. ne bileyim, ben eğleniyorum. nadiren. kaçarken. dramda iyiyim. boşver şimdi. boşver.
ne olduğunu boşver, anlatmaya başlasam çözülecek mi? al beni. anla beni. ben anlayamadım. bu gece sadece konuşmadan anlaşılmak istiyorum. şu yazıyı yazmış olmadan uyuyabilmeyi de isterdim. bunu yazdıktan sonra uyuyacağımın garantisi olmasını da.
bu gece sadece durumları ve hisleri düşünmeden ve önemsemeden ağlamak istiyorum. şey istiyorum. biri çıkıp beni ağlatacak bişey söylesin. yoksa ben çıkıp kendimi köpeklere kovalatacağım.
1 note · View note
kanatlihercai · 5 years ago
Text
dün dündür bugün bugündür
bugün dün gibi. yani sadece vakit geceyarısını geçtiği için değil. diğer günlere göre erken kalktığım günler böyle hissederim. diğer günlere göre erken kalkıp yine de erkenden uyumadığım günler. bugün dün gibi. sabah modaya gittik. dün sabah. gerçekten dün sabah. çünkü vakit geceyarısını geçti. üstünden 24 saat geçmedi ama. fark etmez. modaya gidince oradaki hiçbir şeyin değişmediğini fark ettim. insanlar hâlâ deli. çoook eski bir yazıda modadaki deli insanlardan ve kedilerden bahsetmiştim. o zamanlar epey aylaklık ederdim. çok kitap okurdum. kendi kendime konuşarak gezer, uff tam bir deliyim ben de diye düşünür, yazı yazmak için duygusal olarak dolduğumda hemen bir yere oturup yazardım. kesinlikle acemilik belirtisi. sonra o yazının linkini insanlara atar, okumalarını bekler, okumazlarsa kendi kendime onlara küserdim. takdir görmek için mi atıyordum? muhtemelen. onlara duygularımdan açıkça bahsedemediğim için okuyabilecekleri bir günlük mü sunmak istiyordum? yüksek ihtimalle. moda'da gezer ve akşam oluncaya kadar anlaşılmayı beklerdim. üstünden zaman geçince her şey o kadar saçma, o kadar gerçek dışı geliyor ki. acaba uyduruyor muyum bunları diye düşünüyorum. o zamanki elifi sevmiyorum. ama o daha samimi geliyor. şu anki elifte, nasıl anlatsam, kibir gibi bir şey seziyorum. onu asabileştiren, huysuz emekli bir balkon teyzesine dönüştüren, tüylerim ürperdi, bir gıcıklık seziyorum. bojack horseman gibi bir şey olmaktan çok korkuyorum. bağımlı olmaktan da çok korkuyorum. zaten bağımlı olmaya meyyalim, bir de âşık falan olamam. âşık olursam o eski sevmediğim günler geri gelirse ve ben kendimi bir cenderenin içinde çaresiz bulursam ve karşı taraf da bana âşık olsa bile ben bağımlı olmuş olursam. nefes nefese kaldığımı hissettiniz mi korkudan? neyse. tüm bunların ne önemi var bilmiyorum. geriye dönüp baktığımda ve "geçmişi hatırlarken kendime hikaye anlattığımda" anlam atfetme çabalarım boşa gidiyor. dipsiz bir kuyu gibi bu. başıma gelmiş her olaya mucizevi anlamlar yüklemeye bayılsam da kısacık bir an durup düşününce hiçbir şeyin bir anlamı olmadığını fark ediyorum. bu, sanırım bojack'i hayatıma dahil etmemle iyice artmış bir durum. ama hiç yok da değildi. inanın, birini sürekli ölmemesi gerektiğine ikna etmeye uğraşırken insanın kendisi de ölmeyi istemediğini sanıyor. bir konuyu arkadaşına anlatırken mantığına daha iyi oturması gibi. ama işte bu gece gibi bazı gecelerde (ki gerçekten güzel bir gündü. güzel bir iki gündü bile diyebilirim. erken kalkmak müthiş.) diyorum ki bir anlam yok. olmadığını iddia ettiğim için ispat etmeme gerek de yok. ha ha ha şimdi olduğunu iddia edenler düşünsün. biliyor musunuz bir nebze olsun rahatlamadım. eski elif bir şey yazdıktan sonra hemen uykuya dalardı. yeni elife bi boklar oldu. ben de bilmiyorum. hiç bilmiyorum.
0 notes
kanatlihercai · 5 years ago
Text
23:57'de saati görüp büyük bir sevinçle odama koştum. gece yarısını geçmeden yatağımda olursam uykumu alarak uyanırım, sabah okula giderim ve yapılacak işleri rahatça hallederim diye düşünerek. o saatten beri birazcık olsun uykum gelmedi. uykum sabaha karşı 4 gibi geliyor. buna sebep olacak hiçbir şey yok hâlbuki. eskiden uykum 4'te gelince iki saat oyalanacak bir şeyler bulur, güneş doğarken evden çıkar, hava buz gibi olsa bile keyifli keyifli yürür, bazen modada bazen caddebostanda bazen çengelköyde bazen semtsiz bir börekçinin terasında bazen bir fırının bahçesine attığı masalarda oturup sıcak hamurişlerinden birini seçer çay bardağımı avucumu ısıtacak şekilde tutup deli miyim ben bu saatte niye evden çıktım niye pudra şekeri dökülen bir börekten istiyor canım diye düşünür yine de bundan aşırı keyif alırdım. sokaklar kalabalıklaştıkça günün herkes için yeni başladığını benim içinse epeydir devam ettiğini fark eder nasıl bitecek şimdi bu uykusuz gün diye kendi kendime konuşarak yürür deli gibi davranmaktan daha az gocunur hava durumunun elverişliliğine göre bir park bahçe sahil kafe kitapçı bulur, yahut yapılacak önemli işlerimi hallederdim. son altı aydır filan sabahın 4ünü etsem bile hiç uyumadan dışarıya çıkma fikri korkunç geliyor. asla cesaret edemiyorum. zaten uykum gelirse direnemiyorum. adapazarında geçirdiğim iki gecede de sabaha karşı elimdeki kitapla uyuyakaldım. hele orada dağ tepe ağaç falan derken gün yeni doğarken dışarı çıkmak o kadar keyiflidir ki. yine de hiç mecalim yok. dün nereden çıkıp geldiğini bilmediğim iç sıkıntım geçsin diye vapura bindim. beşiktaşa gittim. biraz yürüdüm. epeydir yapmadığım bişeymiş bu galiba. abuk sabuk yazılar bile yazmıyorum dedim kendi kendime. kendi içinde tutarlılığı olan öylesine şeyleri bile anlatamıyorum artık. eskiden olsa iç sıkıntımın tahmini sebeplerini, eve dönerken durakta gördüğüm, ezeli düşmanım olan ptt memurunu her zamanki gibi bankonun ardında meymenetsizliğiyle değil de, eve giden bir amca olarak görünce bir anlık bir bakışma ve tebessümün ardından nasıl bir kırılma yaşadığımı, iç sıkıntısıyla geçirilen günlerde, insanların simalarına bakılarak geçirilen günlerde, biraz kendine dönük geçirilen günlerde her şeyin göze birdenbire nasıl farklı göründüğünü, mis gibi ıspanak kokan, balkonundaki salıncağın minderi toplanmış bir evde kışın ilk gününe girdiğimi, az sonra eve gelecek olan miniğin sevinçli çığlıklarına gebe evin o anki sessizliğinde birden içimdeki sıkıntıdan sadece tortular kaldığını, bu beşiktaş gezisini tekrar etmem gerektiğini düşündüğümü, sonra iç sıkıntısını tamamen temizleyen bir tavla davetiyle evden hızlıca hazırlanıp çıktığımı ballandıra ballandıra anlatırdım. şimdi hâl bulamıyorum. kelime bulamıyorum. daha çok kitap okusam bulurum. daha çok film izlemek derslerimi sıkı takip edip 3 denede mezun olmak patronlara da süper bir çalışan olmak istiyorum. oysa reminder'a kaydetmediğim her şeyi unutuyorum. derslere gecikiyorum. sette canhıraş bağırsam bile sesimi işine gelmeyen duymuyor. elif hoca olsa it's not your problem yani, derdi. işine gelmeyen duymuyor kısmına sadece. bak ipin ucu çoktan kaçtı. tutarlılık derken bunu kast ediyordum. neyse ki perşembe uyku polikliniğine gidiyorum. elveda uykusuz her gece elveda bozuk ve kahpe düzenler ve yaşasın hoşgelecek olan düzenli hayat.
0 notes
kanatlihercai · 5 years ago
Text
barış bıçakçıyla tanışma şansım olsaydı ona, ev arkadaşlığını henüz tatmamışken kendisi sayesinde sevmeye başladığım, seçtiği kelimelerle içimde o yıl haziran başı ilk kez gidilen yazlığın beyaz örtülerle kaplı koltuklarını açmayı bir kenara bırakıp çay demleyip balkon yıkıyormuş gibi bir his uyandırdığı, hiç beklemediğm bir anda gelen bir cümleyle hem gülümsetip hem gözlerimi doldurduğu ve bunu yazarlığının maharetiyle değil de sanki samimiyetiyle yapıyormuş izlenimi verdiği için teşekkür etmek isterdim. onu bunların hiçbirini söylemeden anlatabilecek kadar yakından tanımadığım için üzülüyor fakat bana konuşmadan anlaşabildiğim insanları hatırlattığı, ev arkadaşıma gidip sarılma ihtiyacı hissettirdiği, hiç abartılı gelmeyen veciz sözleriyle kalbimi ısıttığı, inceliklerden anlayan erkek karakterlerle tanıştırdırdığı için seviniyorum. eminim balkonda oturduğumuz geçen haftasonu yanımızda o da olsaydı, hümeyra teyzenin anlattıklarına benimle birlikte gözleri dolardı. buna sebep olan hikâyeyi ise ben anlatıp basitleştirmek istemem. onun duyup yazabilmesini çok isterdim.
0 notes
kanatlihercai · 6 years ago
Text
gökkuşağı evleri
lise birin ilk haftası. yepyeni bir muhitte el yordamıyla okula gidip gelmeye çalışıyorum. ilk gün servis evin tarifini babamdan almış, sorunsuz dönüyorum. ikinci gün farklı bir servise binmem gerekiyor. servis şoförü mahalleye girince benden tarif bekliyor. fakat hiçbir yer tanıdık gelmiyor bana. servis şoförünün söylenmelerine gıcık olunca rastgele bir yerde "burası" diyip iniyorum. tepede eylül ayına rağmen kavuran bir güneş. karşımda gökkuşağı evleri diye bir yer. hiçbir şey ifade etmiyor. okul zaten kötü geçmiş. mahalle yeni. servis şoförü gıcık. evi bulmaya çalışıyorum yokuşlu yollarda. nafile. hedeften iyice uzaklaşmış gibi hissedince ağlaya ağlaya babamı arıyorum. gelip alıyor beni, binbir türlü şaklabanlık yapıyor yüzüm gülsün diye. işe de yarıyor.
tüm bunlar 2009 eylülünde yaşanıyor, hem çok yakın hem çok uzak bir tarih gibi, her ayrıntısını hatırladığım bir rüya gibi.
geçtiğimiz pazar istanbuldan adapazarına gidiyorum. beş senedir sık sık yaptığım gibi. otobüs firmasının servisinden inip eve yürümeye koyuluyorum. gökkuşağı evleri çıkıyor karşıma. kocaman bir gülümsemeyle duruyorum. bir süre hâlâ yaz mevsiminde gibi hissettiren akşam seslerini dinliyor, bir yandan da sonbahara girdiğimizi anımsatan serinliği tatlı tatlı hissederek 2009 eylülünü düşünüyorum. saçlarını sımsıkı atkuyruğu yapmış, okul eteğinin içinde huzursuz olduğu her hâlinden belli, adapazarında olmaktan nefret eden on dört yaşındaki elifi teskin etmek, ona kaybolduğu yolda eşlik edebilmek ve "üzülme bak, çok güzel yıllar geçireceksin şimdi adım atmak istemediğin okulunda" demek, ayrıca etek giymek zorunda olmadığını, gri bir pantolonla da okula gidebileceğini söylemek istiyorum.
bu karşılaşma içimi rahatlatıyor. yirmi üç yaşındaki elife bir on sene sonrasından seslenemiyorum elbette ama her şey gerçekten geçiyor sanki diyebiliyorum ona. aheste aheste, geçtiğini fark ettirmeden.. bi bakıyorsun izler kapanmış, yeni yaralar açılmış, taze korkularla baş etmeye çalışıyorsun.
şimdi kaybolduğumu sanıp ağladığım, işin kötüsü babamı da nerede nasıl kaybolduğumu izah edemeyeceğimden arayamadığım, bir başıma düşüp kalkmaya mecal bulamadığım tüm anların gelir geçer olduğuna ikna oluyorum.
içim huzurlu, annemin geldiğim için özenerek hazırladığını bildiğim sofraya oturmak için sabırsızlanarak yola devam ediyorum.
0 notes
kanatlihercai · 6 years ago
Text
pedalla
uyandığımdan beri dışarı çıkıp biraz hava almak, yürüyüş yaparken enine boyuna düşünmek istiyordum. görmeyi hiç istemeyeceğim bir düş gördüm -kabus da diyemiyorum- unutmak için tekrar uyudum ve tek ayrıntısını unutamadan çok geç bir saatte uyandım. sonra da evin çeşitli yerlerinde kendimi ağlarken bulmak dışında pek bir şey yapmadım. en sonunda biraz güç bulup sokak kapısını açtığımda saat 10 buçuğu geçiyordu. küçücük bir kirpinin koşarak bi yere gittiğini gördüm. bu görüntü beni anlamsızca çok mutlu etti. artık ne hava almaya ne yürüyüşe ihtiyaç duyuyordum sanki. yine de çöpleri atıp bana sadece lise zamanlarımı hatırlatan yollarda biraz yürüdüm. sokak lambalarının aydınlattığı yola ufak yarasaların gölgesi düşüyordu. yokuş yukarı çıktım. aşağıda şehrin ışıkları parlıyordu. yıldızlar eğirdirdeki gibi olmasa da tek tük görünüyordu. bi taşa oturup yarım ayı ve etrafımdaki canlıları seyrettim. bu sebebi olmayan mutluluğa doğru gün boyu neden adım atmadığımı düşündüm. sorunumu bir kez daha anladım. asla hareket etmemek. kapıyı açıp eşikten geçmemek. birilerinin kapıyı benim için açmasını beklemek, hem de çaresizce. kendime öyle kızgınım ki bi yandan, bi yandan da bu öfkeyle adımlar atamayacağımı biliyorum. içimden bi ses "geçen yıllar elinden çıktı sanma" diyor. içimden bi ses bana akşam şarkılarını fısıldıyor. umut dolmaya açım. fısıltıya kulak kabartıyorum bu yüzden. gözümde büyütmekten, kendi kendime işleri yokuşa sürmekten, kırıp dökmekten, kırılıp dökülmekten, kendime öfkemden, çevreme öfkemden bitâp düşmüşüm. yaşlı bir kadının yüreğini taşıyor gibiyim. 'mother!' filmindeki o siyah kalp gözümün önüne geliyor içimi dinledikçe. kendi kendimi tamir etmeliyim. bu kızı yeniden büyütmeliyim. cesur değilim, kararlı değilim. ama olmaya hazırım. iki tekerlekli bisiklete binmeyi de uzun süre istememiş, abimin öğretme tekliflerini hep reddetmiştim. sonra bi gün ısrarlarına hayır diyemedim. illallah ettirmişti. bahçeye indik. "seni tutacağım, arkandayım" dedi. yavaş yavaş pedallara basmaya başladım. kalbim ağzımda hızlanmaya başlayıp gidonu başladığım yöne çevirdiğimde abimin epeydir benimle gelmediğini fark ettim. önce dengem bozuluyor sandım. ama kendi kendime sürebildiğimi anlayınca korkum da dindi. korku çığlıklarım kahkahalara dönüştü. şimdi hayat konusunda da böyle bir cesarete ihtiyacım var, o kadar. düşersem tutacak ellerin var olduğunu biliyorum, derinlerde bir yerde kendime inancım da var. bahçeye inebilirsem çözeceğim sanki.
0 notes
kanatlihercai · 6 years ago
Text
bir veda havasi
belirsizliklerle dolu bir yere varmak üzere yola çıktım az önce. kalbim sızım sızım sızlıyor. büyüyememekten galiba bu. sorunlarla olgunca baş edememekten. tüm bu ayrılıkları soğukkanlılıkla karşılayıp, özlemlerin karşısında dimdik durmayı öğrenemedim. kendimi koyvermemeliyim diye başladım bugüne. boğazıma kadar çıkan ağlama isteğimi güzel bir performansla bastırdım. hafızama anları kaydetmeye çalıştım. epey gerilere çekilmiş eylül gölünün kumsala varmasını izledim. dedemle anneannemin hâlâ gözlerini kapayarak öpüştüklerini, hale ablamın maydanozları bıçakla doğrarken ne kadar ciddi göründüğünü, berilin sahici kahkahalarının yüzüne getirdiği rengi, teyzemin yaş aldıkça gözlerindeki parıltının nasıl da arttığını gördüm. izledim onları. unutmaktan korkuyorum. hatırladıkça güç buluyorum. anneannem vedalaşırken değil, araba hareket edince ağladı. ben ağlamadım. büyümem gerek diye ağlamadım. teyzem ben evden çıkmadan yine o ışıl ışıl gözleriyle tebessüm etti bana. dudaklarıyla değil. bana inanıyor. inanılmak öyle güzel ki. o bana sarılırken de ağlamadım. teyzem bana sarılırken ve kulağıma haleyle berilin sesleri çalınırken bir sorun var gibi gelmiyor çünkü. beni otogara hale ve beril bıraktı. valizler bagaja sığmamış. bu durumla anlamsız bi şekilde eğlenen bir muavin dolanıyordu etrafta. epey bekleyeceğimiz belliydi. onlara yalandan "gidin siz" dedim. gitmediler allahtan. otogar neşesini bilir misiniz? valizler bagaja sığmazdı ve biz durmadan gülüşürdük gibi bir durum. bu beraber olmanın neşesi elbette. valizler yerleştikçe gülüşmelerimiz azaldı, azaldı.. vedalaşmayı kolay kılan tek şey 10 yıldır her sene bunu yaşamamız ve bir şekilde üstesinden gelindiğini biliyorum aslında ama berilin kızarmaya başlayan gözleri, benim bu sefer yoksayamayacağım, boğazıma çıkan o düğüm. bi kere gardınızı indirmeye başladığınızda ruh emici gibi tüm kaygılar ve soru işaretleri üstünüze geliyor. aşağıda sarılmalarını, bana el sallamalarını izlerken daha fazla tutamadım kendimi. berilin ağlamasına dayanamıyorum galiba. otobüs hareket ederken kucağımda anneannemin yemeklerinin durduğu bir el çantası, koridorda her şeye sinir bozacak şekilde gülen o muavin ve ben ağlıyorum. bana söyledikleri cümleler kulaklarımda. "orda sevdiğin insanlar olmasına seviniyorum" demişti hale ablam. "heey buna ben de baya seviniyorum dostum" demiştim. teyzem "hiçbir şeyden korkma, korktuğunda benim teyzem var diye düşünmeni istiyorum" demişti. benim teyzem var ve başım sıkışsa beni çekip alır kaosun ortasından. beril yazdığı mektuba "aşık ol" diye eklemiş. bunu dikkate alacağım. gerçekten. kendimi ait hissettiğim pek az yer var. birinden ayrılırken birine yaklaşıyorum. birilerini özleyecekken özlediklerime kavuşuyorum. nerden baksan tutarsızlık. nerden baksan hafifletici bir sebep. ahmet kaya sürekli yazdıklarıma müdahale ediyor bugün. bitap düşmüş hissediyorum. iyi geceler.
0 notes
kanatlihercai · 6 years ago
Text
ben yine duygulandım
hayatımız sevdiklerimize sevgimizi çaktıramadan geçiyor. gizli bahçemizde gecelerde ve yalnız açan çiçekleri vermeye az buluyoruz yahut vermeye vakit olmuyor. ben sırf bu yüzden doğum günlerine bayılırım. (bi de sevgisini çaktırabilen, net insanlara bayılırım.) sevdiğini söylemek için anlamlı ve önemli bir gün gibi gelir bana. çünkü hakiki sevgiler sanıyorum ki çok sık dillendirilmiyor fakat güzel tarafı dile gelmese de hissediliyor. ben iflah olmaz bir karamsar, inanılmaz melankolik bir başak burcu olsam da hayatta tesadüf olduğuna inanması güç bazı karşılaşmalar şükran duygusuyla dolmamı sağlıyor. bu gibi bir karşılaşma 7-8 ay kadar önce de başıma geldi. o zamandan beri pek çok şey değişti. mesela bırakın kötü gün dostunu, sevinçli bir anımı bile paylaşacak kimsem yok gibi hissetmiyorum artık. korkularımla baş etmek için "harekete geçiyorum" ya da. ilk defa bir yaz, eğirdire gitmiyorum çünkü "bu yazdan içimden çıkarır gibi bir film çıkarmak" istiyorum ve bunu yapabileceğime tuhaf bir biçimde inanıyor, inatla yazıyorum. bi de artık daha sık duygulanıyorum. çünkü bin derdi olsa da sizin bir derdinize çözüm arayan, kafasını zor kaşısa da çevresindekileri ihmal etmeyen bir insanla tanıştım. ayrıca kendisi araba kullanırken karşılaştığı her yayaya yol veriyor, yemek tabağa girer girmez tadına bakmadan tuz atıyor, kolayı soğuksa bile buzluğa koyuyor. tüm bunlara tanık olmak, tüm bunları yavaş yavaş öğreniyor olmak beni duygulandırıyor. (selim ışık ile süleyman kargı da bu yüzden duygulandırır beni. birbirini tanıma hâli) neyse. kendisiyle biraz fazla uğraşıyor. bu yüzden ben hep, onu bizim nasıl gördüğümüzü ona anlatabilmeyi, bunu sahiden büyütmediğim, abartmadığım bir gerçek, hakikat gibi önüne serebilmeyi diliyorum. (belki bir gün bunun filmini çekeriz: kendi değerini azımsayan bir insanın etrafındaki insanları 'bir kötü huyuyla' dellendirmesi. dur hemen geyik yapma elif.) burda daha önce de yazmıştım. annenizin sevgisinden bile zaman zaman şüphe ediyorsanız ve bunun sebebi kendinizi sevmemekse, kimse çıkıp sizi, sizi sevdiğine inandıramaz. hele bunu dillendirerek hiç yapamaz. ama sizi en tahammül edilemez olduğunuz zamanlarda bile sabırla dinliyorsa, sizinle dertleşiyorsa, kendinize inancınızı tazeliyor ve size güvenerek kendinize güvenmenizi sağlıyorsa, işte o zaman siz kendinizi sevmeye ve tekrar insanların sizi sevebileceğine inanmaya başlıyorsunuz. insanın kendiyle yaptığı ve en yalnız olduğu bu mücadelede, bitmek bilmeyen kavgada, çaresiz hissedişin arş-u alaya ulaştığı anlarda aniden bir mesaj "nabıyon", bir destek, bir kucaklayış, bir ben buradayım hissi uyandıran bakış. şefkate, sevgiye, iyi niyete maruz kalınca bende tabii bir ağlama isteği. devamlı şikayet eden ve memnun olmayı beceremeyen benim gibi bir insanı şükür sahibi biri hâline getirmek.. yönetmen, senarist sıfatlarıyla içimize işleyen filmler yazan, fırsatını bulunca çeken, hoca sıfatıyla bir sürü şeyi kısacık zamanda öğreten, yolumuza ışık tutan, arkadaşlığıyla ruhumu aydınlatan, içime su serpen, sesiyle kulakların pasını silen (işte benim zeki müren diyesiniz gelirse haber verin) canım hocam, sevgili elif eda'mız! iyi ki varsınız. gözlerinizin sadece neş'eden dolacağı güzelim yıllara, hep beraber, muhabbetle inşallah. (biliyorum hayatımızda keder de hep olacak. istiyorum ki baş köşede oturmasın, yatıya kalmasın. arada bir gitsin. gözler elbette hep neş'eden falan dolmayacak. biliyorum bunu. okuma yazma biliyor gibi biliyorum. ama istiyorum ki mutluluktan ağlamıyorsak kederden de bu kadar çok ağlamayalım. istiyorum ki güçlü olmak zorundalığı ortadan kalksın. istiyorum ki korkular dinsin, huzura hiç değilse bir müddet kavuşulsun. istiyorum ki eğirdire gidelim, gölün içine koyduğumuz sandalyelerde bir gece vakti oturalım. sigaramızı yakalım ve siz bi şarkı söylerken kurbağalar vıraklasın.)
0 notes
kanatlihercai · 6 years ago
Text
İki yanına ağaçlar sıralanmış dar sokaklar, sessiz sokaklar size de yazlık muhitleri hatırlatıyor mu?
Sıcağın, asfaltın, adını bilmediğiniz o yaz çiçeğinin, denizin kokusunu duyuyor musunuz?
Bir yeri özlemek, anneannemle dedemi ‘bu yaşta’ özlemeye devam etmek, için için öleceklerinden korkmak abarttığım bir şeye mi dönüşmeye başladı yoksa hiç başlamadı da karakterimin bir parçası mı abartarak yaşamak emin değilim.
Hiçbir şeyden emin değilim.
Korkuyorum.
Sevdiklerimi yaşarlarken kaybetmekten korkuyorum. Kimsesiz kalmış gibi uyanıyorum her sabah. Son bir haftadır, sabahları yastığımla kucaklaşmış hâlde buluyorum kendimi. Uyandığımdaki o his içimi kasvetle dolduruyor.
Acıyla sabit bir yaşam sürmekten korkuyorum.
Kendimi gerçekleştirememekten, başarısız olmaktan, hayatım boyunca hesabını veremeyeceğim, açıklamasını yapamayacağım şeyler yapmaktan korkuyorum.
Yalanlardan korkuyorum. Samimi olmayan gözyaşlarından ve de kahkahalardan korkuyorum.
Yolda yürürken, çat diye, sebepsiz yere ağlamaya başlamaktan korkuyorum.
Kavgamı bitiremeyeceğim, kendime mahkûm olacağım ve ben kendime mahkûm olduğumu düşünürken insanlar beni niye sevsin diye ölene kadar düşünüp duracağım diye korkuyorum.
Bu blogta, sosyal medya hesaplarımda, bu şehirde, bu ülkede, misafir olduğum evlerde, kendi içimde sıkışıp kalacağım, yazdığım hiçbir şeyden memnun kalmayacağım ve tüm bu memnuniyetsizlikler ve korkular beni en sonunda sahiden yalnız, huysuz, yanına yaklaşılmaz, baş edilmez birine dönüştürecek, hem de daha yaşlanmamışken diye korkuyorum.
Geçtiğimiz beş sene boyunca, çok çalışkanken bile tuttuğum rusça defterlerin yapraklarında gidilecek film notları, yazılacak senaryolardan cümleler, festival tarihleri olduğu gibi önümüzdeki yıllarda da istikrarlı bir biçimde hiçbir yola baş koyamayacağım diye korkuyorum.
Fakat sonra bir şey oluyor. Ömrümde ilk kez film çekmek gibi bir istek beni Eğirdir’e gitmekten alıkoyuyor. İki üç saatlik uykularla yetinebilmeye başlıyorum. Tatlı bir uykunun kucağına kendimi tam bırakacakken aklıma gelen basit bir kelime yataktan kaldırabiliyor.
Sonra bir şey oluyor. Hayat beni güzelim bir insanla karşılaştırıyor; “harekete geç” diyor.
Müsaadenizle ben şimdi, harekete geçiyorum.
1 note · View note
kanatlihercai · 6 years ago
Text
istersem başlık atabilirim ama başlık bulmayı beceremedim
uykusuzken
aklıma şu takılır:
uykusuzum
ve
uykum var cümleleri
zıt anlamlı gibi görünse de
aynı şeyi ifade ediyor
ya da bana öyle geliyor.
uykusuzken
pek çok şey
bana öyle geliyormuş gibidir.
bu sorunu aklıma sokan kuzenim haledir.
onunla bu gibi sorunlar üzerine
yeni yıkanmış bir balkonda
veya taşlık bir sahilde
uzun uzadıya ve kahkahalarla sohbet etmeyi
berille ise gece yürüyüşlerinde
veya aynı yolda pedal çevirdiğimiz anlarda
dertleşmeyi
her ikisiyle beraber uyumayı
çok özledim
bunu hislenerek ve ciddi anlamda yüreğimde bu özlemi hissederek yazıyorum
uykusuzken
özlemlerim
sevinçlerim
acılarım
ve tabii açlığım
iki katına çıkar.
bu yüzden bugün oruç tutmadım.
fakat bu yine de
özlemlerime ve acılarıma
çare değil
sevinçlerimi ise
hiç ilgilendirmiyor.
özlem somut bir şey hâline geliyor.
şu azıcık koku alan burnum sağolsun
çağrışımları tazyikli bir hortumdan üstüme fışkırtıyor
yeni biçilmiş çim
yosunlu göl
ve mangal kokusuyla
eğirdire;
yasemin kokusuyla elif hocanın ofisine ve aynı zamanda zeynep'in okula gitmeden önce üstüne boca ettiği parfüm sayesinde akyazıya ışınlanıyorum.
teknolojinin değil
çok da iyi çalışmayan burnumun sayesinde.
ışınlanmak için gerekli malzemeler:
1 güzel anılar
2 biraz da olsa koku alabilen bir burun
galiba mutluyum
yeni bir liste yapmak geliyor içimden.
uykusuzken,
içimden sürekli bir şeyler yapmak gelir
içimden gelen şeyleri yapamadan
uyuyuveririm.
yeni listem
bana hayatın bir şölen olduğunu düşündüren şeylerin üstünkörü yapılmış ikinci bir versiyonu olacak bir liste
ilk versiyonunu yazalı çok olmadı
ama hayat hızla değişiyor.
adapazarında, evde olacağım bir akşamüstüne
çengelköyden ayrıldığım bir sabahtan gidiyor olmak
tüm hüzünleri ve neşeleri
dengelemeye çalışmak
ve vedalaşmak için bir dergiyi bahane etmek
uykusuzken ve oruçlu değilken
ve bunu kimse bilmezken
ayrıca 56 saat sonunda tütüne kavuşmuşken
çok güzel
saati uydurdum. bu bilgiyi parantez içine almaya üşendim.
yaşamayı seviyorum
"yaşayabildikçe"
içimdeki ağırlığı portmantoya
asabildikçe
aynı gün içinde
sevdiğim birkaç kişiye birden
sarılma lütfuna eriştikçe
bir gece sabahlayarak
özlediğim bir yerde geçen bir senaryoyu
kusarak da olsa yazabildikçe
boğazı izlerken
çengelköyde
uykusuzken ve uykum varken
yaşamayı seviyorum
olsun.
1 note · View note
kanatlihercai · 6 years ago
Text
pıt pıt p��t
on iki yaşıma kadar abimin işkenceleriyle büyüdüm. net olarak benim için dünyanın en gıcık insanıydı. ilginç çileden çıkarma yöntemleri vardı. sadece ruhsal değil tabi bazen ciddi fiziksel sorunlar da doğurabiliyordu.
(buradan sonra abimle ilgili anekdotlar kısmı gelecek *** işaretiyle bitecek)
mesela her ikimize de maxın vanilyalısından alındığı bir gün kendisininkini önce bitirip üstüne ağaç tutkalı sürmüştü. benimki bitince getirip "al ben bitiremiyorum" deyip tutkalı yememi sağlamıştı. sonra da korkup alelacele ağzımı yıkamıştı allahtan.
asla biber yemeyen biri olarak bi keresinde ağzında yeşil bişey yanıma gelip "biberler çok güzel" demişti. ben de ailenin biber yiyen çocuğu olmakla övündüğüm için ondan aşağı kalmamalıyım düşüncesiyle hemen koşup masadaki ince uzun ve neredeyse siyah biberlerden kocaman bir ısırık almıştım. o acılık hâlâ daha damağımda sanki. kendisi salatalık yiyormuş meğer. deliler gibi gülmüştü.
bi kere beni balkona kilitlemişti. o içerde kıskıs gülerken sokakta annemi görmüş numarası yapana kadar kilitli kalmıştım. balkonu açıp, koşarak odasına kapanmıştı.
bi kere de akşam üzeri gölde yüzüyordum. eve çağırdı. biraz daha yüzmek istediğimi söyleyince 3e kadar sayacağını çıkmazsam olacaklardan sorumlu olmadığını söyledi. ciddiye almadım. sonra da korkumdan çıkamadım. biri sahile gelene kadar orda bekledi. çıktığımda her tarafım büzüşmüştü ve akşam karanlığında titriyordum. babam askerdeyken kırmızı kalemle "babama söyleyeceklerim" başlığı attığım yazı da hâlâ duruyor. abimin gıcıklıklarıyla dolu. bana bok böceği demesinden, yüzüme geyirmesine kadar türlü sinir bozucu hareket..
dolayısıyla en ufak şeye ağlar hâle gelmiştim. bazen kimsenin göremeyeceği bi anda sinir bozucu sırıtışıyla bana bakıp az sonra bişeyler yapacağını imâ ederdi. ben de mızıldanmaya başlardım.
***
bi yaz dedemden çok fena azar yedim. "yeter kız, oğlan yanından geçse ağlıyorsun. bu kadar mızmız olma" demişti. durduk yere ağlanmasından hiç hoşlanmazdı (şimdi kendi de durduk yere ağlayabiliyor). tabi abimin kaşı gözü durmuyordu ve bu imâları bi tek ben görüyordum.
"yaş gözünün ucunda akmaya hazır bekliyor, biraz güçlü ol" diye eklemişti dedem.
yıllar yıllar geçti ve elbette abim zaman zaman beni kızdırmayı başarsa da en yakın arkadaşım. hatta o 12 yılın öcünü aldığım zamanlar bile oluyor.
fakat dedemin sözünü niyeyse unutamıyorum. galiba gözümün ucundaki yaşın abimle bir alakası olmadığını anlamaya başlıyorum. gerçekten hep orda duruyor.
halamla babaannem haftasonları uzun uzun sohbet ederlerken annemle balkonda, yatakta, üçlü koltukta yurtta kalan kızlar gibi saatlerce oturup saçma sapan şeyler konuşmayı özlüyorum ve pıt. sığındığım odada başımı koyduğum yastığın üzerine bir damla düşüveriyor. ne bu oda ne bu yastık bana bir sığınak oysa.
kendimi çok sığınaksız hissediyorum.
babama âşık olduğum yaşlarda kendimi dağcı ilân ettiğim o gri ankara günlerini en çok o zaman özlüyorum. "ben dağcıyım kafam yarılmış olabilir ama dağcılar güçlü olur ve ağlamaz!" (abim beni ağlatabilen istisnai bir faktördü).
şu ara özlem çekenler için kılavuz'u okuyorum. oruç aruoba'nın özlemekle ilgili leziz cümlelerini iştahla ve bu duyguyla nasıl başedilebileceğini anlatacağı kısma gelmeyi bekleyerek okuyordum ki, şöyle demiş:
"ey bu satırların okuru (sen, Özlem Çeken), buraya kadar geldin- unutma ki, bu, elinde tuttuğun, okuduğun, yalnızca bir metin toplamıdır; yalnızca adı 'kılavuz'- bunu, özlem çekme yolunda sana yol gösterebileceğini umarak okuyorsan; bil ki, bu metinlerin yazarı da 'yol'unu bulmuş değil- sen de, kendi yolunu, bu metinlerde bulacağın bir yönlendirmeyle bulabileceğini düşünüyorsan, yol kısayken, geri dön..."
yani benim için bu, gözümün ucunda yaşla, boğazımdaki düğümle ve burnumun direğinin sızısıyla yaşamayı kabullenmek demek oluyor.
başarmayı özlemek, sevilmeyi özlemek, âşık olmayı özlemek, uzaktakileri özlemek, en kötüsü geçmişi özlemek, kendimi özlemek..
çamaşır makinasında yıkanırken karman çorman olmuş birbirine girmiş çamaşırlar gibi içim. ama o kocaman göze batan nevresim bütün duygulardan baskın özlem olsa gerek.
güzel bir günün sonunda bile 'ağlayacağım geliyor'. niçin elif niçin? güzel gün bitti diye elbet. biten şeyleri kim sever? şımarıklık yapacağım o yaşları geçtim ama. katlanılmaz bir insan olduğumun farkındayım ama bu farkındalık işleri hiç de kolaylaştırmıyor.
yine de kendim hariç suçlayacak bir şeyler buluyorum: sevgili burcum başak, sevgili yükselenim balık. birbirinden sulugöz canım anam ve babam. güzel günlerimin olmasını sağlayan ve gözlerimi mutluluktan dolduran dostlarım, ailem. e çoğu zaman geçse de her zaman kıyak geçmeyen şahane hayat.
gözümün ucundaki yaşa şükürle uyuyorum yine de. çünkü ağlayamadığım uzun dönemlerden biliyorum ki gözyaşı eşsiz bir nimet.
yazıyı sabırla sonuna dek okuyanlar için not: hâlime acınılmasından hiç hoşlanmam. şurayı günlük niyetine kullanıyorum diye istirham ediyorum bileklerimi jiletlediğim düşünülmesin. melankolik bi tip denilip geçilsin. teşekkür ederim, sizi seviyorum.
0 notes
kanatlihercai · 6 years ago
Text
içim şişme havuz gibi
çok uzun zaman oldu. ben de sana can-ı gönülden seni sevdiğimi söylerim. çekinmem bundan. elbette. fakat sana âşık değilim. bundan çekinirim. sana âşık olamamaktan değil de. bir daha âşık olamamaktan.
kafamı yastığa dertsiz koymaktan çekinirim. her şey yolunda gidiyorsa bunda bir bit yeniği muhakkak vardır. yok mudur?
her şeyin yoluna girmesini yine de çok isterim. isterim bunu. çünkü isteyenin bir yüzü. şimdi vermeyen düşünsün. yeterince istemiyor olmaktan da çekinirim. yanlış dua ediyor olmaktan çekinmem. basbayağı korkarım. (bu yüzden ağladım bugün sokakta. uzun sürmedi. eğirdirde yürüdüğümü düşleyince geçti) allahım sabır ver bana. ama allahım sabır işime yaramazsa sen bana ordan biraz cesaret tart. tövbe. seni korktuğumdan değil de mesela bir burnum olmasını sana borçlu olduğumdan sevmek istiyorum. bu da çok bencilce bir yaklaşım oldu. ama bencil olduğumu kabul etmemekten de çekinirim. sabah saat 7 ve hiç uyumamış beni mazur gör(ün).
üzgünüm. yaklaşık yedi saat sonra burada olmayacağım. burası neresi. burası benim odam. burada iyelik eklerini dilediğimce kullanma yetkim var. burada bir başka benim. istanbulda başka. herkes başka bir beni tanıyor. ben hangisini tanıyor ve muhattap alıyorum bilmiyorum.
mutluyum. yaklaşık yedi saat sonra burada olmayacağım. yaklaşık on dört saat sonra sevdiklerimle bir masada orucumu açıyor olacağım. umarım. muhtemelen buradan ayrılmamı kolaylaştıran en büyük etken onlar.
burada olmayacağım için hem hüzün hem neşe duyuyorum. bu çelişkili duygular arasında yüzmek karnımı acıktırıyor. gölden çıkıp anneannemin kısırından, patates salatasından, ev makarnasından yiyesim geliyor.
burası benim odam. odamda daha bi ben'im.
rüya görmekten çekindiğim için uyumak istemiyorum. işte çekindiğim bir şey daha. çekinmek kelimesinden hoşlanmadığımı fark ettim bu arada. insan saçmalarken kendini tanıyor gerçekten.
yaşamak niçin zahmete değer bir yer olsun diye düşünüyorum epeydir. biliyor musunuz bir sırrım var. yaşamak niçin zahmete değsin diye düşünmeye başladığım anda bir şeyler değişir. bazen bunu ben yapıyorum. çiçek kokuları almaya, kuş sesleri işitmeye falan başlıyorum.
bazen de ulan değer be diyebileyim diye sanki yaşamın kendisi çaba gösteriyor.
birdenbire güzel insanlar çıkarıyor karşıma mesela. güzel göreceli bir kavramdır gerçi ama işte şey gibi, kendinizi güçsüz ve çaresiz hissettiğiniz o anlarda sığınabileceğiniz bir oda, bir omuz gibi. varlığından şüphe duymadığınız, beraberken ağlamaktan çekinmediğiniz (allah kahretmesin şu kelimeyi. nerden dolandı dilime), en güzeli beraber susmanın da gerilimli sıkıcı bir ortam yaratmadığı...
ben bu blogta napıyorum şu an şu saatte gerçekten bilmiyorum. kendimi tanımaya başka bir yerde başka bir zaman mı uğraşsam acaba sanki? sonra utanacağım şeyler yazmaktansa.
hayırlı sabahlar.
0 notes
kanatlihercai · 7 years ago
Text
bir kötü huyum var
bugün yine o saçma uygulamaya kahve fincanımın fotoğraflarını gönderdim. "hayattan o kadar mı beklentin kalmadı da fal bekliyorsun" demişti bir arkadaşım. doğru olduğunu bildiğim şeylerin yüzüme vurulmasından hiç hoşlanmam (geçen gün de başıma geldi. bu sefer çok ağırdı. hâlâ kimseye anlatamadım. ağlarım diye. içimde kaldıkça da şişiyor. patlamasam bari). kartlarımı açık oynamaktan nefret ederim. yine de herkes zaaflarıma ve kusurlarıma aşinadır. poker face'liği beceremem. ne hissettiğim aşikardır. aslında problemin ne olduğunu biliyorum. keşfedeli epey oldu, teoride her şeyin farkındayım fakat pratikte halledemiyorum. sorun: ben kendimi sevmiyorum. geceleri huzurla hemencecik uyuyuvermeyi, yolları kafamın içinde dönen sorularla değil şarkılarla türkülerle katetmeyi ben de isterim. kendimi sevmeyi ah bir becerebilsem. desem ki evet şu şu şu kusurum vardır. böyle böyle zaaflarım da var. ama şöyle de iyi bi huyum var. içimdeki teraziyi bir dengeleyebilsem. şu treni rayına bir oturtabilsem, ölü toprağını silkeleyebilsem üstümden. mesela tekrar âşık olsam, onu her düşündüğümde gülümsesem -her kimse artık o- âşık olduğuma böylece emin olsam. bu sabah kuş cıvıltıları doldu odama. öyle uyandım. her sabah içime dolsa o cıvıltılar. teyzemin dediği gibi, aynaya bakınca gülümseyebilsem, sahiden ama. içtenlikle. benim içim niçin kadıköy pendik hattındaki kavga eden yaşlı amca ve teyzelerle dolu allah aşkına? kuzenim geçen yaz "kendini sevmeyen bir insan başkaları tarafından sevilmeyi bekleyebilir mi, mümkün değil" demişti. insanın kendisini sevmesi için neler yapabileceğinden bahsetmiştik. ben o dönem kendimi seviyordum, niyeyse. aramızdaki bu konuşmanın durup durup aklıma geliyor oluşunu sevilmemekten deli gibi korktuğuma veriyorum. kendimle ilgili bir keşif daha. anlamlı ve önemli değil. bi boka da yaramaz. ama elli ağızlı bi düşünürsek, annesinin sevgisinden dahi mahrum kalma korkusu duyan bir kızın hikayesi... cık, bir şey olmaz bundan. boşverin. sevilesi bir insan değilim eyvallah. insanın ne olmadığını bilmesi gerekirmiş. geçen bir hoca söyledi böyle, oyunculuk yönetimi dersinde. o da, böyle söylerler diye söyledi. doğru söylemişler. ne olmadığımı biliyorum. ne olduğumu duymak istemiyorum. (hale veya tila bunu okuyorsanız sakın bana beni methetmeyin) ne olacağımı artık düşünecek takatim kalmadı. falımda yüzleşme çıkmış bu arada. yüzleşecekmişim. aşk da çıkmış. her zaman olduğu gibi. kimseyle yüzleşmeye ne yüzüm ne cesaretim var ama âşık olup çalmayan şarkılarda dans ederek eve yürümeyi çok özledim hakikaten. (bir de eğirdiri. ama o başlı başına başka bir başlık.) bu arada, kendimi olmasa da sizi seviyorum. buna eminim. (şimdi tam şu an, aralık camımdan odama bahçede açılan fıskiyelerin sesi doluyor. şu saatte keyfimi yerine getirebilecek başka bir ses tahayyül edemezdim. allahım böyle kıyaklar geçtiğin için teşekkür ederim.)
0 notes
kanatlihercai · 7 years ago
Text
çorba
üniversitenin ilk senesi (ki üstünden dört buçuk yıl geçmiş şimdi, az değil) liseden kızlarla sömestr tatilinde yurtta kalalım dedik. tabii ki bu dahiyane fikir ve organizasyon bana aitti. katılımı en yüksek buluşmalarımızdan biriydi. lise yeni bitmiş, o zaman herkes hevesli tabii görüşmeye. seslerimiz kısılana kadar gülüp oyunlar oynayıp gece yarısını geçirmiştik. sonra hepimiz yataklara serildik. yattığımız yerden şarkılar söyleyip konuşurken herkes tek tek uyumaya başladı. baktım muhabbete dahil olan sesler bir bir eksiliyor. sonunda da bir ben bir de tila uyanık kaldık, kız dedim kalk uyuyanları uyandırmayalım başka bi yerde sohbet edelim (böyle yaşanmamış olabilir bu, tilaya soracağım). kalktık, yurdun boş bir odasında sabaha kadar konuştuk. sonra yine dahiyane bir fikirle çorbacıya gitmeye karar verdik. bu fikrin benden çıktığına eminim. güneş yeni doğmuş, dışarısı buz gibi ama pırıl pırıl bir güneşi doğuran bizler için soğuk mesele değil. akyazının nasıl sevdiğimi ve özlediğimi anlayamadığım sokakları nefis is ve fırından yeni çıkmış ekmek kokuyor. lisede kaçıp kaçıp salçalı pilav yemeye gittiğimiz yere gidip çorbamızı içiyoruz. (daima yaşadığın yerden mezun olup çıkıp gidiyorsun ve yaşamın bittiğini zannettiğin o alanına yeni bir anı ekliyorsun. o gün bu beni çok etkilemişti.) neyse işte tüm bunları aslında vakit geçsin diye anlattım. canım gece sohbeti çekti. kendi kendime sabahlayacak kadar genç değilim artık. kitap bitirmek için uyumadığım geceler de geride kaldı. az önce kieslowski açtım sonra dedim kapa bunu yoksa gözler gidiyor. filme yazık olmasın. benim canım bir haftadır sabah saatlerinde çorba içmek istiyor. geceleri saati altıya kuruyorum. gün doğarken çorba içmek istediğim için. elbette uyanamıyorum. uyanmak istediğinde uyanabilen, kararlı, azimli, istikrarlı bir insan olmayı çok isterdim. teselli etmeyi bilen, kıskanmayan, ne bir insanı ne bir eşyayı sahiplenen bir insan olmak da isterdim. ama değilim. belki olurum bir gün. belki bir gün kendimi de kucaklayabilirim. aynaya bakınca gülümseyebilirim. belki tabii. belki. saat şu an 4. demin 3tü. bu iyi bir şey. demek ki zaman geçiyor. şu çorbayı belki bugün içebilirim. belki. içebilirsem ne iyi olur! çorbacıda tilayı arar onu bugün ben uyandırırım. eylülde evleneceği için ona sitem eder hiç uyumadığım için beni mazur görmesini isterim. o beni mazur görür. ben de onu. ama daha çok o beni. ben büyüyemedim çünkü. ben hiç kendi başıma sorumluluk almadım. sanırım büyümek için bu gibi şeyler yapmak gerekiyor. tek gözüm kapandı. bu kötü oldu. sohbeti tazelemem lâzım soğudu böyle bu. değiştir konuyu. bunu demliğe dök, hiç içmedim bardak temiz. yenisini koy.
0 notes
kanatlihercai · 7 years ago
Text
adapazarı’nda tarifini yapamadığım hislerle doluyorum. biraz bencilce geliyor kulağa ama galiba buraya gelmeyi en çok bu tarifsiz hisleri özlediğim zaman istiyorum. 
20.03.2018 
0 notes
kanatlihercai · 7 years ago
Text
fakat yazınca/paylaşınca insan hafifliyor
içimdeki barışı istikrarla sürdüremiyorum. daimi bir savaş içindeyim. kısa süreli ateşkesler yalnızca soluklanmamı sağlıyor. dur nefes al ve devam et. bu savaşı nasıl kazanacağım bilmiyorum. bazen acziyetim karşısında hayrete düşüyorum. dirayetli güçlü dirençli insanlara hayran kalıyorum. hayat enerjisini muhafaza edenlere, etmeye gayret edenlere ve yılmayanlara. kimsenin refah içinde olmadığının ve dünya üzerinde dudak uçuklatıcı dertler olduğunun da farkındayım. yalnız ben omuzlarımda bir baskıyla sokakları arşınlarken gözlerim elbette kendi derdim için doluyor. dur elif diyorum bugün çok güzel bir gün geçirdin. hatta bak son günlerin hep çok güzel geçti ve önünde de güzel hem de güneşli günler var. güzel insanlarla güzel vakit geçiriyorsun. bunları düşününce daha çok üzüldüğümü fark ediyorum sonra. aydınlık olabilecek bir sürü güzel günün önünü kendim kesmeyi düşündükçe... deli oluyorum! saçmalama elif saçmalama! yaşamayı öyle çok seviyorum ki. henüz ısınmamış sularda yüzmeyi ve nefesim kesilene kadar kulaç atmayı mesela. elektrik direklerinin ağaç gövdelerinin apartman yığınlarının aralarından huzme huzme ruhuma tesir eden güneşi. huzurlu bir akşamüstü yaz serinliğinde hamakta yatarken sonsuz bir zaman diliminde gibi tepemdeki yaprakların ardından gördüğüm kocaman gökyüzünü. telaşeyle yağan yağmurun altında acelesizce yürüyüp tenha sokaklarda sırılsıklam oluncaya kadar gezinmeyi. rüzgarda dağılan saçlarıma asla söz geçirememeyi. yolda yürürken düşündüğü şeye tebessüm eden bir adama tesadüf edip o gülümsemenin bana sirayet etmesini. anneannemin demlediği çay kokusunu dedemin tıraş losyonu kokulu öpücüğünü kuzenlerimle aynı yatakta yatarken sabaha kadar sohbet etmeyi babaannemin komşulara kadar ulaşan şen kahkahasını.. hatta en sevmediğim şeyleri bile sevmeye başlıyorum böyle düşünürken. ve sırtımdaki yükü atamadığım için, mücadele edemediğim cesur olamadığım için tüm bunlardan vazgeçmeyi düşünmek kendimden geçene kadar ağlamamı sağlıyor. bugün mesela. müthiş bir günde ne olması gerekiyorsa vardı. sevdiklerim, yağmur sonrası açan güneş, bolca gülüşme, muhabbet. zaten müthiş bir gün tanımlamam sanırım sadece sevdiklerimden ibaret. yanında samimi ve dolayısıyla özgür hissettiğim herkese sarılıp onları sevgimle sarmalamak istiyorum. yine de eve dönüş yolunda arkadaşımın düğün tarihini söylemesi ve benim o tarihte aslında burda olmayı planlamıyor oluşum. sadece kaçmak için, cesaret edemediğim için. bugünki gibi güzel günleri ve arkadaş düğünü gibi kaçırılmayacak şeyleri kaçırmayı sırf cesaretsizliğimden nasıl olur da düşünürüm, göze alırım? öfkeliyim kendime. kendimle savaşımı bir türlü nihayete erdiremediğimden öfkeliyim. bu güzel günün ardından eve ağlaya ağlaya yürüdüğüm ve her ihtimale karşı yanıma aldığım spreyi kullanacak kadar kendimi kaybettiğim için. hayatın tadını neden çıkaramayanlardan eyledin beni allahım?
0 notes
kanatlihercai · 7 years ago
Text
belki bir yazı
hayat bence çok tuhaf bişey. ananem olsa "hıh gonuştu bizimki" derdi. bence hayat... hakikaten bu laflara da gerçek hayatta pek gülerim. yine de bir fikri olmalı insanın, ne var yani ben de insanım. sadede asla gelemeyen ve sol kulağını sağ eliyle kaşıyan bir insanım. elbette böyle yaparken diyeceğim lafı da unutuyorum. seviyorum kız kendimi. bazen. evet bence hayat harbiden güzel bir mizah anlayışına sahip. yani buna allah da denilebilir mi yoksa allahı bu meseleye hiç karıştırmamalı mı bilemiyorum. bir filozof kardeşimiz herkesin tanrısı kendisine benzer demiş. bilirsiniz filozoflar tanrı der. ben yaratıcı demeyi tercih ederdim neyse ki filozof falan değilim şükür allahıma. gördüğünüz gibi filozof olmadığımı tescilledim. aslında acaba mizah anlayışına sahip olduğunu düşündüğüm hayat ya da allah gerçekten bununla vakit kaybeder miydi? yani bizi izleyip bak hele bak şimdi öyle komik bir şey olacak ki falan.. bunlar çok insani ihtiyaçlar gibi geliyor. 7 milyar insanın hangisine kıçıyla gülsün hayat? bence (!) çok güzel saçmaladım yine. neşeli olmak çeneme vurur ama neşeli falan değilim. nasıl bir ağrı var kalbimde. sadece.. gülmeden baş edemem diyen hocamın izindeyim. aslında tam olarak değilim ama bence beni sağaltıyor. buna daha sonra değinmeyi istiyorum. bence hayat evet komik. önce diplere sürüklüyor sizi ve sonra karşınıza öyle durumlar ve insanlar çıkartıyor ki dipten çıkıyorsunuz. sanki bir grafiğin içinde gibi hissetmiyor değilim kendimi. aslında hayatı övecektim. en ummadığım en depresif anlarımda karşıma çıkan fırsatları ve de güzelim insanları sevgiyle anlatacaktım. ne olduysa yazıya minibüste başlamamla oldu. iki bostancı uzatır mısınız lütfen?
0 notes