•Paylaşamadıklarım. •Kimsenin okumayacağı saçmalıklarla dolduruyorum burayı. • Bir diğer bilinmesi gereken ise birisi için veya acıdan değil yazabildiğim için yazdığımdır. •Kelimelerde kaybolup, ruhunuzda boğulun.
Don't wanna be here? Send us removal request.
Text
...
hayatımın ne kadar iyiye gittiğini yüzümde ki yastık izlerinin derinliği ile ölçtüğüm zamanlardayım. vücudumu yataktan ayrılmak için ikna etmem, şayet başarılı olabilirsem aynı günün gecesinde o yatağa dönmek için yalvarmam gerekiyor. oldukça yorgunum fakat o kadar güzel rol kesiyorum ki bazen ben bile hiçbir şeyim olmadığına inanıyorum. işin aslı içten içe hiçbir şeyim olmadığını biliyorum. sık sık kendime kanıyor, kandığım yerden kanıyor, kendi kanımda boğuluyorum. ve bir alt perdeden anlatıyorum sana kendimi. biraz fısıldıyor, yer yer kendi kendime mırıldanıyorum. evet hala korkuyorum. kimseler duymayıversin bu halimi, senden başkası bilmeyiversin içimdeki beni. utanıp, sıkıldığım. anlatmaktan korktuğum geçmişim, boynumda bir ilmek gibi. faziletin başından, 18 yaşımdan belkide ta en başından beri vardı. bilirsin, olur bazen böyle şeyler. sanki daha yaşamadan geleceğim, geçmişim oluvermişti. anla işte canım, dünya hep omuzlarımdaydı ve ağır ve kasvetli ve matem dolu. sanki varlığı hayatıma yar, adımlayacağım puslu yollara kardı. sahi, yokken bile ne kadar çok vardı.
heyhat!
öyle ki ilk defa seni gördüğüm o gün; gerçekten ilk defa nefes aldığımı, yıllar boyu yürüdüğüm şu yolda tenimi yalayan soğuğun ilk defa, ilk defa bir nefes dolusu ciğerlerime kadar koştuğunu hissetmiştim. yeniden doğmak gibiydi. bilinçli bir şekilde doğmak. 23 yaşında bir adam olarak doğmak. bir kadın tanımıştım günün birinde ve şöyle diyordu. "Sana aşık olmasaydım, seni doğurmak isterdim." işte aynen böyleydi, sen beni doğurdun.
sen, gece gözlü güzel kaldın! sen, bana bir nefes sen yaşamaya bir heves!
heyhat, bizler tanrının tasmalı köpekleri!
ne kadar ilerlemek istersem o kadar gerilen, ileriye doğru ne kadar adımlarsam beni o kadar öldüren, fırsat buldukça beni geriye çeken düğüm düğüm bir ilmek var boynumda.
sanırım bu benim sanrım, bir alt perdeden anlatıyorum, çünkü çok ilerledik. artık ne nefes alacak ne de konuşacak yer bırakmıyor bana güzel urgan ipliğim.
istiyor, istiyorum. bir kaç adım daha yanında adımlamak, yürüdüğün yolda yanında olmak. ve hatta yürüdüğün her yolu senden önce yürümek ve sana yol göstermek. gezegen gezegen gözlerine, bu koca evrende nasıl set olunur, hangi yıldız senden daha fazla ışık saçıp sana yol gösterebilir bilmiyorum. lakin, senden önce yıpranıp. tecrübelerimle sana sarılmak istiyorum. ve hatta öyle ki, 365 gün sıraya girip and içmek, sıcakta titreyip, soğukta terlemek. kalbine Mustafa Kemal, kalbine Fatih, kalbine fetih. istiyor, istiyorum. her şeyden biraz, senden hep, senden hala..
bir alt perdeden konuşuyorum sevdiğim, iyiden iyiye sıkıyor urgan ipliğim, çünkü çok ilerledik. ne anlatıyordum? ah evet. çok konuşuyor, sık sık susuyor ve güzelliğine bir türlü değinemiyordum. son günlerde hiç iyi değilim. kafama ne zaman seni koysam, kafamı nereye koyacağımı bilemiyorum. kafamı koyduğum yerde bulamamaktan, bulsam bile içinde sensizlikle karşılaşmaktan öyle çok korkuyorum ki.
heyhat!
gün döndü, dünya kendini turladı, akrep hanım, yelkovan beye kavuştu. vakit o vakittir. haydi, sana dönelim.
tam bir içe dönüş.
ah!, gezegen gezegen gözlerinden bahsediyordum. yörüngene bile giremiyorum sevdiğim, geçmişimi geleceğime eklesem, etrafında bi' tur atabilir miyim?
olacak iş miydi şimdi bu? olurda etrafında bir tur dönersem, hayat bilgisi kitaplarında buluvereceğiz kendimizi. ah müzeyyen, güzel müzeyyen. bir ilkokul çocuğunun isyan ettiği haftasonu ödevi mi olacağız şimdi biz? doğmamış çocuklarımıza bu durumu ben değil, sen açıklayacaksın diyor ve seni senli cümlelerle sana anlatmaya devam ediyorum.
bir bilge ile tanışıp, iki duman sohbet etmiştik vaktiyle. o zamanlar hala içiyor, urgan ipliğime bol bol duman üflüyordum. bilge derdi ki: “ aynı kelimelerle, farklı kadınları sevemezsin. “ belki de sesimi bu ses kıstı. kalp nasıl ki kalpten üstünse sanırım seste sesten üstün olabiliyormuş. sana doğru kurduğum her cümlede varlığını hissederim bu ağır cümlelerin. hala bir alt perdeden anlatıyorum daha fazla adımlayamayacak gibiyim sevdiğim, çünkü çok ilerledik. öyle ki sanki sana eşsiz bir cümle kurmam, hiç kullanılmamış kelimeler bulmam ve urganımdan kurtulup seni yekpare, seni asude sevemem. tüm bunları yapamıyor olmanın altında eziliyor, seni çığlık çığlığa severken durumu ancak fısıltılarla ifade edebiliyorum. cümlelerim senden, cümlelerim benden, cümlelerim gittiği onlarca kalpten utanırda, dudaklarımdan dökülmek bilmez sanki.
seni soluma, hala dinmemişken; soluğuma, seni bana, babayasanın bilmem kaçıncı maddesinin bilmem kaçıncı fıkrasına dayanarak bu gün ve geçmişte, bilinen ve bilinmeyen inanılan ve inanılmayan, bütün parelel evrenlerde ait ilan ediyorum.
[sonu gelmeyen yazılara bir yenisi, kalanlara.]
5 notes
·
View notes
Text
...
başlığı olmayan yazılara bir yenisini daha ekliyorum bu gün, tıpkı kaderime, kederime ve hatta ruhumun duvarlarına çarparak gelen ekim gibi. ayların hissi ya da insan hayatına etkisi var mıdır bilinmez ama gelişinin, geçişinin ve hatta gidişinin bile bir etkisi olduğuna inanıyorum sevgilim.
bir doğuş, bir başlangıç. varlığım ise dünyanın hüznüne bir bağış.
başlıkların anlattıkları konuları özetleyen en vurucu cümlelerden oluştuğunu okumuştum bir keresinde. içerik hakkında fikir veren her şey okuyucuyu içerikten uzaklaştırır aslında. odaların isimlerini bilince, içerisinde ne olduğunu kestirmek gibi biraz. düşünsene; bir insan zamanından kırpıp harflere yatırım yapıyor, kalp kırıklıklarını toplayıp harflerin çukuruna atıyor ve en nihayetinde kıymetli cümleler topluluğu yaratıyor - ki her cümle kıymetlidir - bunca zahmete katlanmışken bir başlık atarak bu güzelliğii neden önemsiz yapar diye düşünüp duruyorum son zamanlarda. her düşünce biraz düşüştür zihnimde, bilirsin. düşüyorum ve bunu kahve bardağım, tuşlarını her gün sevdiğim klavyem ve sayfalarını okşadığım kitaplarımdan başkası bilmiyor.
şunu söylemeliyim ki, düşmek tek başına yapılacak eylem değil. dibi görme isteği heyecan verici ve paylaşması güç bir istek olsa da düştüğün dipten çıkma arzusu her zaman iki kişilik oluyor. insan, düştüğü dipten görünen ışığı birileri perdelesin, gölgesi bir başka gölgeye denk düşsün istiyor sık sık. çok yalnızım sevgilim, ışık sadece gözlerimi değil aynı vakitte canımı alıyor. canımı bana, ışığı kalbime, solunu soluma pay eder misin? pay demişken; her yıl eylülden romantizm, kasımdan aşk paylayan dünya insanına inat ekimden hüzün ve katiyen hiç bir aydan aşkı pay alamayışımı dillendirmek istiyorum sevgilim. dünya barışı diye bir şeyin varlığı bu kadar benimsenmişken, dünya hüznü diye bir kavram yaratıp iteleyiversek ya?
bunca kalbin kırığı, bunca reddediliş ve hayal parçalanması araya gitmemeli sevgilim, dünya hüznünü savunuyorum ben. tüm bunları biriktirip her yıl bir arada yakmalıyız. belki de kıyamayız, neticede melankolik birer piçten ötesi değiliz. fakat yinede bir araya gelip hüzünlerimizi sergilemeliyiz.
hüzün hüzünden üstündür neticede değil mi sevgilim?
tüm varlığını kıyaslayarak doğurmuş, egosunun üzerinde yükselip kafasının üzerine düşmüş insanları bir arada hayal etsene, en gösterişli yanları yerine en sefil, en üşümüş ve en kimsesiz kalmış hislerini yarıştırıyorlar. ben bu yarışı açık ara önde kapatırım demiyorum ama her birisi için tek tek üzülebilirim. içimde duygusal bir kara delik var sanırım sevgilim ve bu boşluğu hiç bir şey doyuracak gibi değil. belki 1,68x60 boylarında bir ses bire bir kapatırdı bu boşluğu ama sesin ölçüsünün tam olarak bu olduğuna emin olamıyorum. söylemiş miydim bilmiyorum ama içim kadar kafamda karışık. yinede bu detayı eklemekte fayda var, kötü günlerimden birinde beynimi mikser ile çekip, kaşık kaşık yedim. dünyanın en lezzetli şeyi olmasada, en keyifli işi olduğunu gönül rahatlığı ile söyleyebilirim. her ne kadar hayatımda gönül ferahlığı arıyor olsamda şu günlerde beyin ferahlığı yaşıyorum.
unutmadan hep kötü günler yaşıyor değilim. iyi günlerimden birinde ise tost makinesi ile koyu bir sohbete koyulduk. ekimin gelişinin o kadar da kötü olmayacağına ikna etmeye çalıştım onu. fakat daha önce de söylediğim gibi hepsi melankolik bir piçten ötesi değil. bana ekimin geçişine hatta amiyane bir tabir ile içimden geçişime odaklanmam gerektiğini, tüm bunlar olurken katıla katıla güleceğini söyledi. meraklanma sevgilim, öfkeme yenik düştüm. kontrol edebildiğim falan yok. onu fişe takıp, saatlerce sıcak tuttum. madem benim içim yanacak, içi yansın ibnenin dedim ama kafamı içinde unutmuşum. sensiz kaldığım ilk günden daha kırmızı şimdi yüzüm. diyorum ya, hüzün hüzünden üstün geliyor sevgilim. neyse, başlık atamadığım yazıya artık bir sonluk bırakmam gerekiyor. seni seviyor, kendimi çok özlüyor ve yollarına gözlerimi bırakıyorum.
ha, unutmadan; sana sevgilim diyebilir miyim sevgili okur?
[kalanlara, bir düş yağmuru.]
0 notes
Text
...
Nefesini tutmak kadar zor. Yazmamak için direnmek, bilmediğin topraklarda adımlar atıp kör bir kurşun yemek. Zor, ne bildiğini ve ne bilmediğini kestirememek. Ne bileyim, üstelemeyeyim, boğmayayım aklına gelmeyi bekleyeyim derken; beklediğin yerde kök salmaktan ve ağaç olmaktan korkmakla birlikte bu gerçek o güzel ve küçük adımların ile gelip dallarıma bir başkası için çaputlar bağlarsın diye ödü patlamak gerçekten çok zor. Bir daha hiç konuşmamak üzere ağzına dikişler atılacak sanmak.
Tuhaf.
Yani kelimenin tam anlamını bilmiyorum fakat sanırım direniyorum. Elim ne zaman telefona gitse, karalayıp geri siliyorum. Telefonu bırakır bırakmaz seni yanımda hayal edip tebessüm ediyorum. Öyle odamda, yanı başımda değil. Hayat yolu boyunca yanımda yürürcesine. Bak bunu yazmayayım diye kendi kendimi tembihlemiştim. Hatta sana yazmak bile yasaktı. Aslına bakarsan son günlerim bi hayli garip. Kendi kendime kurallar koyup çiğniyor ve daha sonra ağzıma terlikle vuruyorum. Tuhaf olan ise, canım acıyor fakat yinede vazgeçmiyorum.
Haylaz bir çocuk oldum.
Cümlelerden düşüp sık sık kolumu bacağımı kırıyorum. Disiplin delisi bir ruhum var tıpkı hiç olmayan babam gibi, kırık koluma rağmen beni dövüyor her yaramazlığımda. Birde tuhaf olan ne var biliyor musun? Kafamı gün içinde senli yerlere koyup, sonra unutuyorum. Aklımı koyduğum yerde bulamayınca çok korkuyorum. Korkunca hemen ağlıyor ve ağladığım için bir terlik dolusu daha dayak yiyorum. Ben kendi kendimi zaten dövebiliyormuşum. Bunun ışığında sana daha çok ihtiyacım olduğunu anladım.
Sahi terliklerime gelsem sana, ağzımı burnumu kırar mısın?
Tahmin ediyorum, pek çok şey gibi şiddeti de sevmiyorsun. Sevmediğin şeyleri önüne sürüp durduğum için dudaklarımda izmaritler söndürecek şu deli aklım. Dedim ya, yaramaz bir çocuk oldum. Kendimi kendimi oturtup, adam akıllı konuşmanın zamanı geldi diye düşündüm az evvel. Nitekim konuştuk, havadan sudan geçmişten, gelecekten, olmuştan ve olmasından korktuklarımızdan. Konu sana geldi, birden sustuk. Tam bir asır dolusu sustuk ve içinde senle dolu gözlerimle gözlerime baktım. Sonrada niye susuyorsun ulan diye kendi kendime giriştim. Çok gürültülü bir kavgaydı. Hala patlak dudağından kan süzülüyor kendimin.
Dedim ya yaramaz bir çocuk oldum diye. Hiç iyi değilim. Kendi kendime sorular sorup, ben bene cevap veriyorum ama cümleler hep senli. Sensizlik kadar sızlamasada, dudağımda bir hayli sızlıyordu. Dudağıma buz tutmak için mutfağa gittiğimde domatesler ile konuşurken buldum kendimi. Sen onları sevmiyorsun ya hani, onlarda seni sevmiyormuş. Çokta şey değil hani dediler senden için. Çok kızdım, oturup hepsini kestim ama yemedim. Beni yarım bırakan yarım kalmalı diyede ağır sözler söylerdim ama sen kötü söz söylemezsin. Dolabın kapağının arkasından çıkarsın da kötü sözlerimi duyarsın diye korktum.
Çocuğum daha, dedim ya daha demin, korkuyorum. Her kapının arkasından sen çıkacaksın sanıyorum. Bu kadar saçmalamayı nasıl başardın diye kafamda oklava kırmandan daha çok korkuyorum. Yinede çocuğum, bu kadar şiddete nasıl dayanırım bilmiyorum.
Demiştim, sana yazmak yasaktı. Yinede yazdım. Fakat ruhum burayı kirlettim diye beni yine üzecek. Her gün biraz daha şiddetli şiddet görüyorum.
Saçmaladım, belki. Belkide içimi döktüm. Öylesine işte, dönüp tekrar okumaya bile korkuyorum. Yazıldığı gibi giden bir yazının ertesinden iyi akşamlar diliyorum. Geldiğim gibi gitmekten, çok korkuyorum. Derya Deniz Yazılardan, Küçük Bir Damla [29.05.2018 22:30]
0 notes
Text
. . .
ılık bir bahar akşamıydı, onu ilk duyduğumda. kulaklarımda bangır bangır çalan müziğe rağmen bir sesi bu kadar derinden işitmiş olmanın verdiği şaşkınlığı hala atamadım üstümden. bazen olur, bazen bazı şeylerin etkisi hiç geçmez. çoğu zaman iyi anılar değildir bunlar. anlar vardır ve anlar. bellek hep anları çıkartır önümüze o anlara inat. onca an varken yaşanmış, kötü günlerde takılıp kalmak ne ihanet dolu bir zihin oyunudur hiç anlamlandıramadım. tuhaftır bu düşünceye tozda konduramadım. küflenip kaybolmuş o mutlu anlara inat, nasıl olur da pırıl pırıl, taptaze kalır acılar inan bilmek istiyorum, sanki bildiklerim yetmiyormuş gibi. gözlerim daldı, gözlerim doldu. uyandırdı beni hülyamdan.. çok konuşuyordu, her şeyden ve her şeyden çok konuşuyordu. çok kısa bir anda duruyor ve ona kulak vermemi istiyordu. kulak verdim, yüzümü görmek istedi. aynalardan kaçan bedenim, parmakların ile yıkanmış saçlarımın ve sakallarımın esir aldığı yüzüm ve senli zamanlara gebe çizgilerim.. tüm bunları ben bile hayal meyal hatırlarken, tüm benliğim ve arsızlığım ile yüzümü ona sundum. şimdi şaşırma sırası ondaydı. hatırladığı gibi değildim, bıraktığı gibi.. yetinmedi. insanoğlu hiç yetinmez. biliyorum, çünkü ona sevgim yet(e)medi. “ Ben artık, yaşamak istiyorum. “ diye uludu. Dalma hülyalara, gülmeyiversin yüzün. İnsan bir çığlık dolusu uluyabilir. Bu insana iyi bile gelebilir. Yer yer bağırmak gerekir, bağıramadıklarının hatırına. “Yaşa! “ dedim içimden. yaşanacak güzel günleri tüketmemiş gibi. gözlerim daldı, gözlerim doldu. boğazımın limanlarına bir yük gemisi oturdu. büyük harflerle yazıyordu, büyük büyük yazıyordu gövdesinde “ mavi rüyalar “. tükenmiştim. hiç bir şeyin tükenmeyeceğini sandığım gençliğime ironi olarak her şeyi tüketmiştim. bitmişti bir insanı dinleme isteğim. kalmamıştı artık kapıların ardında bekleyesim. her şeyin bazen olduğuna inanan sanrılarım bile kalmamıştı artık, artık her şey hep’ti. hep mutsuzdum ve hep ölesim vardı. mavi rüyalar’ın boğazımda duruşu tamda böyleydi. yıpranmıştı koca gövdesine rağmen devasa duran harfleri. her halinden belliydi, kalmamıştı yüzmek isteği. son yolculuğuna çıktığını bilmeden son bulmuştu yolculukları. hala çok konuşuyordu, her şeyden konuşuyordu. çok kısa bir anda durdu ve bana ızdırap veren isteklerinden bir tane daha buyurdu, yaklaş..., otur..., eski günlerde ki gibi.., anlaşılmıyordu, mavi rüyalar üç kez ismine gemi kornası dendiğini düşündüğüm düdüğünü üfledi. bir ses kelimeleri karalıyordu yine. hayatı boyunca kelimeleri hep karalanmış bir insandım. hep anlatacak daha önemli şeyleri vardı insanların. gülümsedim, duruşuyla bana “ seni anlıyorum “ diyen mavi rüyalar... ah, sende mi? yaklaş..., otur..., eski günlerde ki gibi.., eski günlerde ki gibi, evet. eski günlerde ki gibi dinlemediğim konuşmalardan parçalar toplayıp bütünü görmeye çalışıyordum. doymadı diye düşündüm. yetmedi. yüzümü görmek istiyor, daha yakından. bağdaş kurup karşısına oturmamı ve ne kadar eskimiş ve ne kadar ben kalmışım bilmek istiyor diye geçirdim içimden. “ içimden geçenlerin tanrısı, sanki bu sesin tınısı. . . ” ağır adımlarla yürüdüm karşısına, gözlerine bakarak oturdum. sevdiği gibi. sevdiğim gibi. bir vakit hiç sevmemiş gibi. oturdum. oturdum ama içime oturanı dışıma çıkartabilsem onu tanıdığım mahallenin yerlileri doyardı o öküzün büyüklüğü ile. öküz dedim diye yazının havası kaçmasın. öküz romantik bir imgedir. hepsinden önce içli hayvanlardır. sanırım hayvansın “ hayatım “ diye geçirdim içimden. içine düşüp düşüp durmalarım bu yüzden. sürekli kendi içimden geçiyordum ve bu normal değildi. anlıyor musun? gülümsedim, yine kendi kendime geçiriyordum içimden. oysa titriyor, titriyor ve titriyordu. “ hayal kırıklıklarımı yakayım, ısınırız güzellik “ öylede yaptım, hayattan dışarı çıkıp senli günlerimi ve devrildiğim anları ve vazgeçişlerimi ve kaybedişlerimi ve gördüklerimi ve sana dokunan ellerimi ve elimden kayıp gidenleri getirdim. yakacağımız boldu, gözlerinin kahvesi fal taşı gibi açılmıştı. işin kötüsü falımızda yol görünüyordu. ısındık. kötü olan her şeyi yakarak ısındık. ateşimiz ne vakit bize küsecek olsa; hayattan çıkıyordum. kötü günleri sürükleyip ateşe atıyordum. bakkal mehmet amcadan yediğim tokadın dumanları tüterken yavaş yavaş susmaya ve susamaya başlamıştım ve içten içe sarsılıyordum, kötülüklerin dumanı bile vuruyordu adama. acıyacak canımı; bizden önce yaktığın için ne şanslıydım. heyhat! gitmeliyiz, cehennem yakıtı olana dek! irkildim. dedim ya, bir bahar akşamıydı. havalar değişken olur bu aylarda. yüzüme vuran bir meltem, içimi titretmeye yetmişti. kendi içimde, kendimi öldürdükten sonra; kendime gelmiştim. artık daha hafiftim fakat ironiyi seven tarafım ağır ağır adımlamaya devam etti cehennem yolunu. kalanlara, hesaplaşma üzerine [1]
0 notes
Text
...
kirli elleri titriyordu, paketin içerisinde hayallerinden daha nizami dizilmiş sigaralara baktı. baştan üçüncü sırada duran afeti beğendi ve hayattan alamadığı her şeye inat, onu almaya karar verdi. üç sayısı özeldi, paketteki üçüncü sigara ona hep diğerlerinden daha istekli gelmişti zaten. üç kere üst üste, üç farklı tende, aldatılmıştı. çok mu istekliydi aldatılmaya? yoksa çok mu kıymetli? hani değerli bir antikayı acımadan para ile takaslar ya insanoğlu, sahi, öyle miydi? sevda hepten antika mı olmuştu? sevgisi, kıymet bilmeyen ellerde üç kuruşa bozdurulmaya mahkum muydu? düşünceler çok şeritli bir yolda hızla akan trafik misali akıyordu zihninden. bu sırada çoktan afet-i devran dudakları ile buluşmuş ve ateşli bir sevişmeye koyulmuştu bile. tüm ayıpların üstünü örtüyordu ciğerlerinden gelen bir tutam duman. dumanın sahibi olan izmarite ise “güzellik” ismini konduruvermişti, tamda çok güzel oldu diye düşünürken, söylenmeye başladı. iyi şeylere alışkın değildi, muhakkak bir kötülük bulup sarılmalıydı. “ boktan bir markanın, boktan bir tütünü ile sarılmış bu sigara. “ aradığı kötülüğü bulmuştu ve düşüşe devam etti. “ dibe doğru sonsuz metre dalış! “ kaldırım taşlarının simetrisinden kaynaklanan büyüden mi yoksa önündeki küçük birikintinin bir göz yaşı havuzu olduğunu hayal ettiğinden mi bilinmez, durakladı. o şekilde ne kadar kaldığı ancak tanrısal bir zaman dilimi ile ifade edilebilirdi. hareketsizce bekliyordu ve bir şeyler yapmalıydı. nitekim, hala dünyalıydı. istedi ve oldu. üflediği dumanın çokluğuna şaşırdı önce ve sonra mırıldanmaya başladı:
"içimdeki yangına yol mu gösteriyorsun güzellik? her dumanda, sevdiklerim kokuyor.. "
kendi söylemine tutulup, bir tık daha durgunlaşmıştı. bir şeyler yapmalıydı ama esaslı bir şeyler.. ve hızlıca burnunun direklerine tırmandı. yorulmuştu ama değdiğini düşünüyordu, çünkü hala oradaydı, son yarasından kalan bir kaç damla koku. durdu ve yerdeki su birikintisine bakıp, tiksindi kendinden. önce kalbinde yıllanacağını sandığı hatununun başka kollarda soluyuşunu hayal etti, sonra hala aşk ile duruşunu. önce lanetler yağdırdı, varlığına şükran duyduğu kokuya, ardından bir küfür daha savurdu gökyüzüne. bir an için, çok küçük bir an için güzelliğin konuştuğunu duyar gibi oldu.
" tehlikeli şiirler okurdu bu güzelim dudaklar, yakışmıyor bu yakarışlar.. "
siktir git. sigaranın izmariti, silüetini dalgalandırdı. tutunduğu hiç bir yürek ile buluşamayan haline acıyarak, izmariti kıskanmıştı. her iki dünyada dedi, her iki dünyadada benimlesin güzellik. adımlamaya devam etti, lakin silüeti hala o suyun üzerinde dalgalanıyordu. ve hep öyle kalacaktı. öyle olmasını isteyen bir tavırla " sigara ve adam " diye mırıldandı. unutmuştu, sigara ve ateşin aşkını. zaten, her şey bu yüzden olmuyor muydu? her kalp kıpırtısında, unutuveriyordu geçmişi. bir çift göze takılıpta düşmeye başladığı anda iyileşiyordu tüm yaraları. sonraları tekrar, kanamak için.
bir çığlık koptu arkasından; " kandığımız için kanıyoruz adam! "
bu kez emindi, güzellikti bu ve konuşuyordu. az önce seviştiği izmarite sadece bir isim değil, aynı zamanda can vermişti. uzun zamandır yabancı olduğu bir hisle, umutla dolmuştu içi. kendisi tarafından yaratılan bir can. bu düşünce onu ilk defa anlaşılacağı kanısına saatte 1500 km ile götürmüştü. alışıldık bir şekilde geriye dönüp geldiği yolu adımlamaya karar verdi. severdi geriye dönüşleri, elinden gidene, geçmişe ve keşkelere çok adımlamıştı. hem böyle şeyler çok sık yaşanmazdı zaten. düşünceleri ile vals etmeyi bırakıp arkasını döndü saatlerdir kaldırım taşlarını boş gözlerle izlediği için olsa gerek, odaklanmakta zorlanıyordu. gözlerini sımsıkı yumdu. dünyaya gözlerini yeni açmış bir bebek ağlaması duyar gibi oldu. alışıldık bir sesti bu. ona her doğum, bir ölümü hatırlatırdı. tüm bunların yaşandığı o kısa anda içinden “ evet dedi, evet ölümlüyüz. “ ve gözlerini açması ile birlikte gökten bin kere yer yüzüne çakıldı. hissediyordu, ayaklarının altında kaynayan sıvıyı ve hatta dünyanın merkezini. yangın sayılırdı bu, yanıyordu. biraz önce izmariti fırlattığı birikintinin başında birisi dikiliyordu. gecenin bu vaktinde burada kimseler olmazdı, tanıyordu bu semtin sokaklarını. (03:45) ve tanıyordu karşısında duranı! kendim..
benliği tam karşısında ona bakıyordu. bu semtin sokaklarından daha iyi tanıdığı bir şey varsa oda kendisiydi. çok şeritli o yolda trafik bir anda kesilmişti. ne düşünce ne bir his geçmiyordu ışıklardan. hissizliğini bir el silah sesi bozdu. ince bir sızı ve sert bir fısıltı yükseldi gökyüzüne. konuştu, kurşunlanan.. "siktir.."
hüznünü, keşkelerini ve melankolik yanını vurdu adam.
0 notes
Text
Kadın’a mektup
Merhaba, çocukluğundan öptüğüm. Seninle eşlik edemediğimiz şarkılardan birisi çalıyor fonda. Hoş, birlikte dinleyemediğimiz her nota için tek tek ve tekrar tekrar sevdiğimsin sen benim. Dünyanın en berbat hislerinden birisiyim bu gün. Ömrüm boyunca kaçtığım, saklandığım ve korktuğum tek şeyi yapıyorsun bana. Garip değil mi? Çok garip. En sevdiğinin, en sevmediğini yapıyor olması. Ah canım sevdiğim, çok dünyasın. - bu yeni bir deyiş, bir gün anlatacağım. - Bu gün anlattım sana, hayalimdi ondan dönüp bana gelişin. Böyle değildi ama kadın, kayıtsız şartsız benim oluyordun düşlerde. Böyle küçük hesaplar yoktu düşündüğüm, düşüp düşüp durduğum düşlerde. Ah canım sevdiğim, sevdada hesaba yer yoktur zaten. Anlamıyorum, inan. Nasıl tuttum göz yaşlarımı? O gün o kadar çok kelime ile setler ördüm ki göz bebeklerime; dökülmeyiversin yaşlar diye, seni nasıl gördüm? İnan, anlamıyorum. Ne isterdim biliyor musun sevdiğim? Kelime süsü gibi değilde, gerçekten çocukluğundan öpmek isterdim.
“ Rastlaştık, şükür. Lakin; keşke çok ama çok önce düşseydin kalbime. “ Canımı çok yakmışsın, öyle diyorlar. Dinlemeyip, konuşmamalıymışım seninle. Yüzüne yüz çevirip, kalbine sırt dönmeliymişim. Onlara diyorum ki, kalbime ben koymadım onu, kalbime düşüverdi bakışlarının gölgesine kamp kurduğum.
Bir düşüşü vardı, kuş tüyü. Bir gülüşü vardı kalbime oldu, bitki örtüsü.
Sorunlarımız var sevdiğim, sen beni bir başkasıyla kıyaslıyorsun. Sorunlu bir ikilemdesin, bir bilsen; gönül ülkemde hangi iklimdesin. Üşüyor musun sevdiğim? Boş verdiğin yüreği, hoş verip üzerine örteyim. - zippo sesi - - bir ciğer dolusu sigara dumanı - Soruyorum kendime, yıllar boyu her aşığın sorduğu soruyu; her şey bitse, her şey başlasa... Yine sever miydim? Neden seviyorum? Yine severdim, hesapsız, kitapsız. Sen bilmezsin sevgilim, bu günlerde beni soktuğun beklemeler diyarında, “insan ne çok düşünür”. Öylesine, ölesiye, yalnızlığın öfkesiyle düşünüp duruyorum Canım Kadın, anlayacağın buralar epey kalabalık. Sen seversin çokluğu bundan mütevellit kalbinin bokluğu. Her neyse, taş atmayacağım. Onlar başka bir defter kağıdında. Bir şey var sevgilim, düşünüp durduğum. Her sorduğunda kaçtığım, bahaneler ile sardığım bir şey. “ Beni neden seviyorsun? “ gibi bir şeydi değil mi sorup durduğun. Sevmek için bir sebebe ihtiyacımız varmış gibi gönlümün ortasında duruşun. Çok sordun, çok sustum. Verecek cevabım olmadığından değil, korktuğumdan. Öyle kötüsün ki Canım Kadın, sevdiğim yönleri kendinden atar beni hiçliğe sürüklersin diye korktum. Hoş, seni sırf sen olduğun için severken, beni hangi hiçlik sarar? Hâlâ, bilmiyorum. “ Bilmende fayda var, kelimeler daha yavaş geliyor. Her cümle için dakikalar harcıyorum, sen beni harcama güzel kadın! “ Sevda, aşk, sevgi senin diyarında adı her neyse, çok zor sevgilim. Kelimelere döküp, harfler ile sarması çok zor. Aklıma gelmişken “ Bir keresinde okumuştum; - eğer neden sevdiğinizi bulamıyorsanız, gerçekten seviyorsunuz demektir - “ diyordu bilmem hangi kitabın bilmem hangi yazarı. Ben yinede boğuşacağım, ben yinede kulaklarını dolduracak bir kaç cümle fısıldamaya çalışacağım. Öncelikle hatun.. Hatunum.. Kokusuna doyamadığım. Sen benim hislerimin, yoksunluk duyduğum duyguların, şefkatin, huzurun ve aklıma gelmeyen daha bir sürü iyi şeyin vücut bulmuş halisin. Sen benim yürüyen huzur-bank’ımsın. Ellerini tutup, hiç bırakmak istemediğim.. Gözlerine düşüp, bir damla aydınlık istemeyeceğim dipsiz kuyumsun.. Uzun sürüyor cümlelerin dile gelmesi, dilden harflere dönmesi.. Edebi olmak gibi bir gayem yok seni severken ama öyle darmadağınık bir haldeyim ki ne göze, ne kulağa ne de bir gönüle iyi gelmeyecek hale geldi yazım. Diyebileceğim tek bir şey var sanırım sevgilim, “ ben seni annem gibi seviyorum. “ Bir erkek daha büyük ne söyleyebilir ki? Kendisini var eden kadına duyduğu sevgiyi sana besliyorum; kızıp, sinirlensemde baş ucundan asla ayrılamayacağım kadını sevdiğim gibi, senide seviyorum cümlesinden, daha büyük ne söyleyebilir ki? Yıllar yılı cümlelerle oynadığını düşünen ben, anlatamıyorum artık Canım Kadın. Ne seni ne kadar sevdiğimi, ne de seninle neler istediğimi. Acaba diyorum, sahiden; gidişin, bitişim mi oldu? Tükendim mi? Beden beden, ruh ruh gel istiyorum. Elimden hiç bir şey gelmeyerek, dilimden tek bir cümle düşmeyerek gel istiyorum. Öyle bir gel ki, “ güz gidişinden, bahar gelişinden utansın “. Biz hiç bir gönüle böyle güzel gelmedik desinler, mevsimler kıskansın seni sevdiğim. Olur da, gelirsen... böyle başlayan o kadar çok cümle, o kadar çok hayal var ki.. Yine ve yeniden sevgilim, olur da gelirsen; bu satırları gülerek okuyalım. Zira ben gülüşlerini çok severim. Korkarak ve titreyerek söylüyorum ki, olur da... olur da seni seven bu yüreği bir kere daha ezmek istersen, bir kere daha dağıtıp, hiçe sayacak olursan... bu satırlar sevgilim, bu satırlar seni üzmesin. bir delinin kaleminden dökülen, zırvalar işte deyip, sarıl ellerini tuttuğuna. Korkuyorum sevgilim, pişman olmaktan. Ve yine korkuyorum seni pişman görmekten. Düşünsene Canım Kadın, her şeyin çaresi bulunuyor dünyada. Yavaş oluyor pek çoğu ama oluyor. Peki pişmanlık canım kadın? ona da bir çare bulunur mu dersin? Aklına her düştüğümde, “ ah etmeye “ günün birinde yaşanamayanlar için ot dergisinin, kafa , bavul ve daha nicelerinin önünden her geçtiğinde “ keşke demeye” çare bulunur mu dersin? *** Ziyan ediyorsun sevdiğim, senli benli geçecek az sayıda günü, araya o’nu bunu sokarak ziyan ediyorsun. Biz seninle ilişkimize bir isim koymadık. Aslına bakarsan biz seninle hiç tanışmadık, ben seni uzaklardan seviyorum, bindiğin otobüsün camından, pencere camına vuran nefesinin buğusundan seviyorum. Sevgilim, biliyor musun? Senli hava sahasına denk gelmek için yanından geçiyorum her gün. Ardından yayılan parfüm kokusunu hapsediyorum ciğerlerime. Burnumun direklerine asıyorum canım kokunu. Bu arada, sevgilim diyorum. Kızmıyorsun değil mi? Sensiz geçen zamanlarda öğrendiğim bir şey var ise oda şudur ki sevgililik kurumunun tek taraflı başvuru kabul ettiği :) Sen, benim sevgilimsin yarem. Bunun seninle bir alakası yok. “ Seni, seviyorum “ dağınık cümlelerle, tamamlayamadığım yazılarla, paket paket sigaralarla ... Hayat işte, yaşıyoruz hepimiz.
1 note
·
View note
Text
...
ben kalktım, “sen” yattım. sensizlik gönlüme her sabah kahvaltı, sen seversin kahvaltıyı yatakta, göndereceğim gönlümü, ilk fırsatta. bilirim, bulacaktır sende abıhayat. canım sevgili, bir damla yüreğime damlat. bil ki, sensizlik; neştersiz bir ameliyat. *** gülüşünü görmedi hiç bu ecdat. diyorlar ki lokman hekim “ hayat “ canım sevgili, bu diyara bir gülüş fırlat. olacak o gün bizlere milat. inan ki, sensizlik zor zanaat. umuduma özlemimi ekledim, yetişemiyorum... heyhat!
0 notes
Text
[kalanlara, ... ]
kimdir kalanlar? giden var ise, hep bir şeyler kalır mı ardında? edebi olmak isterdim tüm bunlara cevap verirken, efsanevi kitapta dikkat çekmeyen bir satırda olmak isterdim. freud’un düşüncelerinde bir kırıntıda.. ece ayhan şiirlerinde asi bir mısrada olurdu. tüm bunları düşünmeye gerek kalmazdı, kendimi ifade etmek için çırpınıp durmazdım hayat denen bu kanyonda. her neyse, nerede olmak istediğinizi hayal edip bulunduğunuz yeri ve güzelliklerini kaçırmayın derler, bizde öyle yapalım dostlar. yazıyorum, en derinden. faziletin başından; gençliğin en körpe yaşından..
[kalanlara, ... ] kalan, geride bırakılandır. kimi zaman unutulan, kimi zaman ise sırf acı kaynağı olsun diye gidilene sunulandır. sana uşak muamelesi yapmıyorum sevdiğim, korkma ama çok güzel bir servisti bu. kokun ile yıkanmış kıyafetler, ellerine bulaşmış kalemler ve yarım kalan sigara. acıtsın diye bıraktın, değil mi? kalana. kalanlarla eziyet etmek istedin. üzgünüm sevdiğim, dilimin ucunda bir cümle değil yüreğimin dibinde koca bir yara ile üzgünüm. eziyet edeyim derken, bir ruhu öldürdüğün için üzgünüm. bizi yazan bu esmer duvarlar seni satırlar boyunca sevdiği diye zikretmek yerine katil diye anacağı için; üzgünüm.. ~ ütopyalardan düştüm, kelimelerim kırık. devrik cümlelerim yüreğine düşsün kadın. ~ sırt sırta verip yol alırız diye düşünürdüm. mutluluk buydu o günlerde, “ seninle dolu bir gelecek, elbet gelecek .. “ beni baştan aşağı yanlış anladın sevdiğim, yol alıp gittin.. gördüğüm en güzel espiriydi bu. kahkahalarım bitti, ışıklarım söndü. bu espirinin tadı çoktan kaçtı, gel kadın. gel! sensizlik denilen illet komiklik koymuyor kalbime, bu adam toprağın dibinde unutulmuş bir define.. ölemiyorum! o nasıl bir gidişti? kendim kalamıyorum. ateşi sönmüş bir sevda artık bizimkisi, kendimi içine atıp, yana yana ölemiyorum! korkmuyorum ölüm deyince ama tedirginim. bir gülüşü yoksuza dek kaybetmekten bahsediyoruz. sevin kadın! bu bahsi sen kazandın. • ben artık yoksuzlaştırdıklarındanım... •
dilimden düşmeyen bir romandın, henüz duymadın sen benim sesimden o güzelim sevda dolu sayfaları. canım cümlelerim, canım sen! hemde her sayfasında.. “ Hava soğuk, üşüyorum diye mırıldanıp düşlemeye devam etti adam. Korkmuyordu ama tedirgindi. Sevmiyordu eskisi gibi kadını. Kalbinin derinlerinde biliyordu bunu. Bildiklerinden tiksiniyor, varlığına küfürler savuruyordu. Sevmediği sevdiceğini ne eskitebilmiş, ne de pas kondurabilmişti demir siyahı gözlerine. [kalanlara , syf. Sensizlik ] “ bizi okuyacaksın diye başlamıştım bu satırlara, şimdi, yoksuzluğunu anlatıyorum son sayfalarda. okumak istersen, gel! bir ölümü geciktireceğini bil ve öyle gel!
✘ Sensizlik denilen şey, bulutlara esir olup ; damla damla ölmek gibi. ✘ ölüm sevdiğim, ölümün ağırlığı, 21 gram.. bilirsin, matematikten çakıp durduğum o yılları. sen yardım et kadın! ruhum öyle senle dolu ki ederi var on ton. sensizliğin sürtünme katsayısı göz önüne alınırsa; daha kaç kere ölmem gerek?
1 note
·
View note
Text
bir delinin kaleminden;
Durma karşımda, öylece Bakma daha fazla, gözlerimin dibine dibine. Dayanamayacağım daha fazla, asacağım seni burnumun direklerine. En tatlı katliamım olacaksın. Kala kalacağım; karma karam ve karışıklığın üstüne sen kokan eller ile. Korkma.. Durmayacağım, yolda durmanın yolda olmak olmadığını öğrettiğin o gün dün gibi belleğimde. Çünkü; durmak anlamsızdır. yok olamıyorsan hayat bu neticede, var oluşunun son günü; var oluşunun ilk günüdür.
evet, solum ve soluğum senle dolu iken; bu gün yanımda yoksun. olsun,
burada olmasan bile, bir yerlerde hep var olacaksın. var olmak, kötüdür. var olmak, var olmaktır. üzücüdür. acı verir. kötüdür ki, -kötü müdür ki- varlığımızdan vazgeçemeyiz. çünkü insanız yaşadığımız kadar, insanız! heyhat! istikrarlı bir eylemdi seni sevmek, elem ile sevişmek gibi. düşlerimden taşıp, düşüncelerime sızardın.
ironi ironi ironi,
yüreğim sızlıyor. dayanamayacağım, duruyorum. kalakaldım. bileğimde bir toka ve sen kokan eller ile. bu eller ki; seni sevemedi doya doya! öyle sıradan bir durmak değil bu. sağa çektim yüreğimi, sessizim. kilometreler dolusu. heveslenmeyin hemen! sessizlik, eşsiz değildir. şairin sessizliği mısralar yada satırlar ile sarılı değildir. sessizlik, sessizliktir. kötüdür ki, karanlıkta öyle. bazı şeyler; sadece vardır. farklılaştıramazsın. ben öyle düşünüyorum. ölesiye düşünüyorum! tanrının tanrısızlığı bile atmıyor seni kafamdan.
ah, kadın. sen olmaya çalıştıkça yerlere serildim. ben olmaya çalıştıkça delirdim. bir delinin kalemi bu; silip atamayacağın, unutamayacağın!
Zira; her romanda ben varım. her şiirde sen. süslüsün. ben ise karma karam ve karışık. korkma! aram iyi hayat ile. duruyorum, duruyorum ve bünyemi ilaçlara alışık hale getiriyorum. zira kafam oldukça karışık.
1 note
·
View note
Text
...
Selam kadın,
Gördüm geçenlerde, bir uygulama kullanıyormuşsun. Profilime kimler baktı? heyhat, popüler kültür! Ben baktım, birde batu. Ben kaybolan hayallerimi izledim, dakikalarca. batu ise var olan umutlarını. Ben, kalbimin üzerimden geçerken kırdığın kemiklerimi saydım. batu, üzerine çıktığında yapacaklarını sayıkladı.
Günün birinde, gelinlik giyecek. Nasılda güzel olur diye sordum kendime, kendi derdime. o hayal etti, nasılda karışır teri, tenime. Adam gibi sevdim, kaldıramadığım ne varsa; kendime yedirip, yuttum. Vesselam, fizik biliyordum. Kaldıramıyorsan; parçala! o söylendi; ağzının içinde kaybeder mi beni? gülümsedim, acı kusuyoruz be amir! diye. sırttı, aptal suratlı sevdiceğin. 1 ay nazını çeksem, yeter diye.
Selam kadın,
hangimiz mutlu ettik?
…
onsuz olmaz dediğim, on şeyin onuydun sevgilim. sen ki; onlarca depresan arasında kimsesizliğme karşı alabildiğim tek antidozdun. kalbimden mezuniyetini kutlayacaktık, köşede asil bir beyazlık.
Selam kadın,
hayalini kurduğum yazlara aşinaydın. bitiremediğim yazılara karıştın. # ne kadar zorlarsam zorlayayım, sonunu getiremediğim yazılardan. #belkibirgün
#sanatsaldeğildertliyim
1 note
·
View note
Text
...
Gece kokar bazı kadınlar. Derindir, dağınıktır. Adında geçen tüm sesli harflere inat, Adının geçtiği her seferde kalbinize değin uzanan o gürültüye inat,
Sessizdir bazı kadınlar..
Siz, Daha göğü delememişken, Geceleri yırttınız. Gecenin asilliğine inat, tertemiz bedenleri yaktınız. Sahi, neydi acınız? Güne mi açtınız, yoksa tüm yokuşları düzlük edip, yüreğini önüne seren kadınlara mı kızdınız? Bacaklarını açtınız ama o'ydu sizin ana'nız. Çarpan her yüreği vatan bilip, dizlerinizde yatanınız. gece; karanlık!, pakette bir başına kalmış sigara; yalnız!, hayat ise bir ciğer dolusu nefesti.
Siz ki, ışıksız sokağın, kükreyen lambası. suya hasret bahçenin gülleri, güneş kesen papatyanın, gölgesi.. siz, kadınlar.. cennetin yerlisi, hayatın sürgüleri. Söz ki, Bir gün bileceğiz Adem’in solunun kıymetini. İşte o gün bilemekten vazgeçeceğiz, kalp kesen dilimizi. Belki dünyaları dönüp duracağızda; bulamayacağız emsalinizi. O vakit döneceğiz uçup gittiğimiz kalplere. Bir ömür merhem olacağız, göğü delen yüreklere. # Kalbi sağda atan adamın, bitiremediği yazılardan bitmeyen geceye, dinmeyen hasrete ve özleme @adax
1 note
·
View note
Text
...
Bazen, bütün ikilemlerin sebebi bir vesikalık fotoğraftan ibaret oluyor. Düşünüyorum, ya bir gün aradan 40 yıl geçmiş olursa diye. Zincirleyemiyor insan beynini, geçiyor aklından son sürat o his. “ Yıllar sonra onun olmayan çocukların elinde bulur muyum bu fotoğrafları? Hemde en köhne köşelere sakladığım anı kutusundan araklanmış halde. “ “Öyleydi o zamanlar, ölseydi o zamanlar. “
0 notes
Text
...
'karşılık bekleyerek sevdi, karışıklık içinde yitip gitti.'
0 notes
Text
...
Dünümde sen olsan, Satmazdı bugünüm iyi niyetlerini, yarına. Yorgundum, Sen gelip beni daha çok yordun. Yetmedi, Sen ki beni aşk ile yoğurdun. Cennetimken o ten benim, sen beni cehenneme sürüyordun. Olaylıydı benim dünüm. Kalbim Şems, kalbin Mevlana. Kalbim rakı, kalbin balık. Nefesim Bukowski, saçların şarap. Parmaklarım kalem, tenin hayat. Kokun günışığı, gözlerin gece. Nefesim kül, ciğerlerim duman. Kalbim vîran, boğazımdaki is yaman. Sen olsaydın dünümde, olmayacaktı bu günüm böylesine hazan. … Kadın, Gözaltlarımda var bu sıra, torba torba yokluğun. Yokluğuna denk benim; dağınıklığım,dalgınlığım, sigaram, çakmağım ve birbirine hasret göz kapaklarım. Bilirim, Hiç yorulmayacak kalbimde yokluğu def etmek için harp çıkaran, asi yanım. Olsun, ben ki yokluğunu günde üç öğün kalbine yediren adam, seni gözaltlarımda bile saklarım. Yok öyle sen gibi gamzelerim, gömemem seni yanak çukurlarıma. İstememde zaten, göremem gözlerimi her kaydırdığı da baş ucumda. Hem korkarımki, ya ‘unuturda seni’ gülersem.. ?! Düşmez misin o vakit hiç tükenmeyen yokluğa, Kaybolmaz mısın varolmaktan hiç bıkmayan o derin boşluğunda? Bilirim, Zincirleme kaza var gönlümün çıkmaz sokağında, Bilirim ki, girişler kapalı. Üzügünüm ki, son çıkışlar kokunla kaplı.
Doğmayan Güneş'e, Bir tanesinin gidişini unutamayıp, gelişlerine taş koyduğum bütün kadınlara. Acı ve sancı dolu olsun dostlar, geceniz. Bodrum, Bodrum.
1 note
·
View note
Text
Çarpışma isteği üzerine,
Yaşamak istemiyorum ama ölmeyede gönlümü razı getiremiyorum. Yaşamaktan nefret ediyorum, Sürekli nefes almak zorunda olmaktan nefret ediyorum. Tüm bunları yazarken bile nefes alıyor olmak son derece tiksinç geliyor. Sigara dumanının oksijenden az olduğu her nefes, ciğerlerimi darlıyor. Ölmek istiyorum,
Ayaklarınızı yerden kesip bu gezegeni kucağıma almak istiyorum, Ayaklarıma Venüs ve Mars’ı zincirlemeliyim. Gökyüzüne atlıyorum, Jupiter şaşkın. Belki kendisini dışlanmış bile hissediyor olabilir.
Derin bir boşluk, koca bir hiçlik. Dünya ağır geliyor, içinde kendisini bir kabusun ortasında sanan, sonun başlangıcına gittiğine inanan milyonlarca aptal barındırıyor. Sıkıldım. Düşmekten. Ama istikrarlıyım, uzay denilen yerin bir sonu olduğunu ispatlamaya lüzum var. Tanrı olacak umursamaz tipin sınırlarını bilmeliyim. Ancak o vakit karşısında fütursuzca çarpışabilirim. Çarpışma isteği üzerine; S.A
0 notes
Text
...
Hepimiz acı çekiyorduk. Her gece uyumadan evvel. Bazılarımız daha kötü durumdaydı, akrep işten yelkovanın yanına dönene kadar acı çekerdi. Yelkovan ve akrep vuslata erdiğinde acısı tavan yapar, senfoni orkestrasına taş çıkartacak bir çığlık kopartırdı acıları. Hepimiz acı çekiyorduk. Bazılarımız o kadar güzel çekiyorduk ki acımızı, acımızı dilimizde orospu edişimizi sevdiniz. Acımızı bu kadar güzel yaşıyor olmamızı bile kıskandınız. Hayatlarımıza girmek istediniz. Bırakıp, gitmek için. Istediniz ki, bu acıya acı olasınız. Istediniz ki Bir adamın dilinde rakı ile ıslanıp, satırlarca dövülesiniz. Yanıldınız. Acımızı dilimizde orospu etmeden evvel, kalbimizde otopsi ettiğimizi bilmeden, yanıldınız.
0 notes
Text
...
O ne dinleyeceğini bilirdi, ben neyi dinlemeyeceğini, O nereye gideceğini bilirdi, ben ise bana gelmeyeceğini. O neyi seveceğini bilirdi, bense devrin hiç bir kargaşasında, o minik kalbiyle beni sevemeyeceğini usumda bilir, günde üç öğün kalbime yedirirdim.
0 notes