*...Gemiye doğru yol almaya çalışmak yerine kendimi dalgalara bırakmam gerektiğini şimdi çok iyi biliyorum...*
Don't wanna be here? Send us removal request.
Text
Geçmiş, Bir Daha Geri Gelmeyecek Zamanlar
Çoğumuzun hayatında zamanın durmasını istediği anlar olmuştur. Oyuncaklarımızla oynadığımız, annemize sarıldığımız ya da birinin elini tuttuğumuz zamanlar... Geriye dönüp baktığımda geleceğine umutla bakan, orada ne olursa olsun parlak bir hayat gören o kızı hatırlıyorum. Hayatı ne kadar dolu dolu yaşadığımı hatırlıyorum. Şarkılar, şiirler ve yazılar yazardım, okuduğum kitaplardaki gibi, sevdiğim karakterlerle uçsuz bucaksız diyarlara gider, en tehlikeli maceralara atılırdım. Peki o kız şu anki benden memnun kalır mıydı?
Seçimlerimiz, bizi bugün olduğumuz insan yapan mihenk taşları... Her seçim bizi mutlu eder mi? Bilemiyorum. Geçen zaman bir daha geri gelir mi? İşte bunun cevabı oldukça kesin. İnsanlar bilmedikleri şeylerden korkar, cevabını kesin bildikleri şey sonucu onları üzse bile rahat bir nefes almalarını sağlar. Bir sınav sonucu, uzak bir yerden beklenen bir misafir ve uzun zamandır beklenen bir haber gibi...
Küçükken dinlediğim masallar geliyor aklıma. İyi ya da kötü olmayı seçen karakterler ve başlarına gelenler. Peki hiçbiri aylak olmayı seçmez mi? Ama ana karakterler her zaman keskin seçimler yapar (ağustos böceği dışında). "Aylaklık" gibi ucuz bir mesleğe burun kıvırırlar. Ama herkesin kendisine aşık olduğu bir dönemde hangimiz ana karakter değiliz ki? Geçmişte aynalara bu kadar uzun bakar mıydı insanlar? Tek istediğimiz ne kadar güzel olduğumuzu görebilmek. Peki altına sakladığımız canavarı görebilmeye cesaretimiz var mı?
Ne çabuk geçiyor mevsimler. Eskiden mutedil olmak öğütlenirken şimdi dalgalı olmak herkesin en büyük hayali. Sevgililer birbirlerine şiirler okurken, değer verirken, şimdi birbirlerinden ne çabuk sıkılmaya başladılar? Farkında değil miyiz, ne çabuk tükeniyoruz? Ama ayrıca istersek nasıl güçleniyoruz? En son ne zaman birine gerçekten değer verdik? Onu mutlu ettik? Güzel sözler söyledik? İnsan, ismine dair her şeyi birer birer kaybediyor.
Geceleri yıldızları göremiyorum artık. Oysa hangisinin yeni doğduğunu, hangisinin en çok parladığını ve hangisinin yarın öleceğini bilirdim. Çok mu fazla umut bağlıyoruz her şeye? Şehirlere insanlara, hikayelerimize... Kimse kendi hikayesini sevmiyor. Her gün farklı tuşlarına bastığımız piyanoda, her gün farklı şarkılar çalıyoruz. Bu şarkılar kulağa bazen iyi bazen kötü geliyor. İnsan yine de yaşamaya devam ediyor. Bugün kediye benzettiğin o bulut yarın hangi şekli alır acaba? Ama... O da ne? Bulutlara bakmayı da mı unuttuk yoksa?
5 notes
·
View notes
Text
🕊 Bir martıyım ben... ༊*·˚ೄྀ࿐ ˊˎ-
Buraya yazdığım şeyleri kimse okumayacak biliyorum. Fakat burası benim dijital günlüğüm artık. Hissettiklerimi ama söyleyemediklerimi buraya yazacağım. İnsan hep içine attıklarından hasta olurmuş diyor annem. Ne varsa dökeceksin, saklamayacaksın, esirgemeyeceksin dünyadan... Bunlar bazen üzüntülerim, bazen hayallerim oluyor. Dünyayla paylaşmak istediğim öyle çok şey var ki... Hep bu öğrenme isteğimden. Ne varsa öğrenmek istiyorum. Hayata dair, sevgiye dair ve yaşamaya dair. Cahillik mutluluktur demiş ya filozof. Yanıldığı anlardan birinde söylemiş olsa gerek. Bilmemek mutluluk değildir. Her şeyden kendine pay çıkarır insan. Her yaşantısı bir şeyler katar ona. Bir kitap okursun, bir film izlersin ya da bir insan gelir yanına... Hayatın birden değişiverir. Değişim korkutur ama insanı. Farklı şeylerden hep kaçmamış mıyızdır? Bilinmezliğin getirebileceği muhtemel kötülükler huzursuz eder bizi. İyiyi düşünmeyi pek sevmeyiz çünkü. Bilmek... Bir şeyler gerçekten bilmek. Bu dünyadaki en değerli şeylerden biridir. Sadece kitaplardan okuyarak bilmez insan. Yaşaması, görmesi gerekir.
Hayaller kurup duruyoruz. Planlar yapıyoruz. En güzel halimizle, o şirin evlerde oturacağız bir gün. Bahçesi kocaman, içi sıcacık insanlarla dolu. Elde etmek istediğimiz bu hayat için ne kadar fedakarlık yapabiliriz peki? Yağmurda ıslanmaya hazır mıyız? Yolda karşımıza çıkacak zorluklar yıldırır mı bizi? Yoksa her sıkıştığımızda canımızı acıtan şarkılar mı dinleyeceğiz? Hayaller kurup durur insan. Gerçeklerden kaçmak için. Peki o gerçekler götürmeyecek mi bizi düşlediğimiz yerlere? Bazen en içinden çıkılmaz anlarda her şeyi bırakıp gitmek istediği oluyor insanın. Fakat ne kadar uzağa giderse gitsin kendinden kaçamaz insan. Ruhunu beslemiş insanlar böyle anlarda yaratıcısına sığınır. Ona inandığı sürece ve çok çabaladığı sürece her şeyin yoluna gireceğine olan inancı tamdır. En süslü sözlerin bile etki etmediği böyle karanlık anlarda ağlayınca her şeyin geçeceğini sandığımız çocuk halimize döneriz. Kendimizi üzdükten sonra acının geçip gideceğini düşünürüz. Fakat o hep bizimledir. Tıpkı küçükken takılıp düştüğümüz taşlar gibi. Bize bir şeyler öğretmiştir ve hayatımızdan öyle hızlıca çekip gitmek istemez. Diğer taşlarımızın yanına koyarız onu. Hayaller kurup dururken takılıp düştüğümüz diğerlerinin yanına.
Hayat pek çok inişler ve çıkışlarla dolu ve rotamızın hangi yöne saptığı, bu anları nasıl yönettiğimize bağlı. Çoğunlukla tatsız ama bazen güzel şeyler geliyor insanın başına hayatında. Çocukken başka tabii. O zamanlar bizim için her şey güzel. En küçük şeylerden bile mutlu olmayı bildiğimiz zamanlar. Dünya, ne çok uğraşıyor bizimle, şu yetimizi kaybedelim diye. Öyle ki en küçük şeylerden bile mutsuz oluyoruz büyüyünce. Adına büyümek diyorlar. Ruhumuz aksine küçülüyor aslında. Küçükken sahip olduğumuz mutluluğu kaybeder ve olgunlaşırız zamanla. Buna da büyümek derler. Sahip olduğu o büyük hayalleri bile unutur insan. Belki dünyanın en ünlü ressamı olmak istemiştir ya da astronot olup uzaya çıkmak Bunların ne olduğundan habersiz, sadece istemiştir o küçücük kalbiyle.
Yorgun kalbim ve karmakarışık zihnimden akan düşüncelerle dolu yazımı, yıllar önce izlemiş olduğum bir dizinin çok anlamlı bir sahnesini ile bitireceğim. Bir hayalinin olması ve onu gerçekten hissetmekle ilgili, bir martı olmakla ilgili aslında hayat. Her anını dolu dolu geçirmeli insan. En önemlisi de kaderini ve kendini gerçekleştirmek için çok çalışmalı. Hayat, hayallerini gerçekleştirsin diye verilmiş insana. Bir köşeden film gibi izlesin diye değil. Başkası değil, o yaşasın diye...
"Kaderine katlanmasını bil ve inançlı ol. İnanıyorum ben ve acı çekmiyorum şimdi. Bir görevim, bir amacım olduğunu bildikçe, hayattan korkmuyorum artık."
#dijitalgünlük#blog#yazılarım#meleklerkorusun#martı#hayaller#hayata dair#hayat#günlük#hayal kurmak#hayal
1 note
·
View note
Text
Düşünmeye ve Düşüncelere Yazılmış Bir Şiir: Dün Gibi
Bazen özellikle bir şeyler yazmak istediği anlar oluyor insanın. Hangi dilde olursa olsun buraya yazdığım düşüncelerimin anlamı değişmeyecek. Ama en güzeli de benim düşüncelerim olmaları, bana ait olmaları.
Her şeyin geçici olduğu bir dünyada kendine ait bir şeylerin olmasıdır belki de beni mutlu eden. Çünkü sanki sahip olduğum hiçbir şey benim değilmiş gibi. Şu tuttuğum kalem bile, defterim, notalarım ve arada bir unutmamak için yıllardır aynı şarkıyı çaldığım kemanım. Onu her elime aldığımda farklı şekilde çalmam öyle tuhaf gelir ki... Her gün farklı duygularla uyanması gibi insanın, hayatımızın olmazsa olmaz bir parçası olan değişim gibi tıpkı, benim de her keman çalışım, farklı bir "ben" in dünyaya seslenme çabası belki de. İzlediğim filmler, okuduğum kitaplar, karşılaştığım, hayatın debdebesi içinde nereye gideceğini bilemeyen şaşkın insanlarla dolu topluluklar... Hepsi kendini ifade etmeye çalışan insanlarla dolu. Peki benim yapmaya çalıştığım şey de bu mu? Ya da... Tüm dünyanın beni anlamak içi çok aciz olduğunu ima edecek kadar kibirli miyim? Bunun cevabını veremiyorum. Ama hepimizin içinde biraz kibir olduğu kesin. Kendimizden küçükleri küçümsediğimiz zamanlar ya da onca yıl okuyup kendimizi ifade etmeye çalışırken bu kadar zorlanan zavallı halimizle okumamış insanları küçümsediğimiz o zamanlar. Kibir en büyük günahtır der inandığımız dinler. Çoğu günahtan kaçınırken nasıl oldu da göz ardı ettik bunu?
Sürekli değişen dünyada göz ardı ettiğimiz şeyleri toplamaya kalksak başımız göğe erer de herkes ne kadar yüksekte olduğunu ve etrafında tanıdığı pek çok insanı görünce yüzü kızarır mı bilemem. Utanmayı bile unuttuk zaman içinde. Küçükken annemize yalan söylediğimizde ya da birini incittiğimize içimizde beliren o utanma duygusu, kalp kırıklığının getirdiği derin sızı, kendini beğenmişliklerin ve insanları incitmenin yetenek sayıldığı bir dünyada kendi benliğini bulmaya çalışmanın ve bu dünyaya sığamamanın verdiği o acı... Küçükken hepimiz yaşamışızdır bunu. Her insan iyi doğar derler. İyi doğduk ama iyi olamadık hiçbir zaman. Etrafımızda gördüğümüz haksızlıklara, yanlış bulduğumuz şeylere ve kalbimizi kıranlara ne zaman karşı durabildik? Ne zaman sesimizi çıkarabildik? Ghibli Studio'nun herkes tarafından unutulmuş ve sinemanın büyüsünü izleyiciye hakkıyla veren bir film izledim yakın zamanda; Only Yesterday. İzledikçe daha da anlamlı gelen asıl ismiyle film, düne dair bir anı defteri ve geçmişteki benliğimizin bize kattıklarıyla bizi biz yapan bugünün düşünceleri arasında gidip gelen Taiko'yu anlatmaya çalışıyor. Taiko'nun ara sıra çiftçilerle buluşup birkaç gün şehirden uzaklaşmak için tarım yapılan bir köye gittiği bir zaman diliminde geçiyor hikaye.
Şehrin yoğun ve yorucu düzeninden biraz uzaklaşmak için gittiği bu yerde karşılaştığı, tanıdığı veya tanımadığı pek çok insanın ona kattıkları, Taiko'nun bu insanlarda bıraktığı etki, köye yaptığı yolculuk sırasında yanında on yaşındaki halini de götürmesi, köyde insanlarla yaptığı sohbetlerle sürekli geçmişe dönük anılarını hatırlamasıyla farkına vardığı, hayatın her gün önümüze sunmak için debelendiği ama bizim elimizin tersiyle ittiğimiz küçük detaylar.
Bu film beni oturup düşünmeye sevk eden sayısız ögeyle doluydu ama içlerinde üzerimde en çok etki bırakanı, Taiko'nu geçmiş benliğine sorduğu sorular, geçmişte hissettikleri ve bugününe olan yansımaları üzerine oturup düşündüğü saatlerde farkına vardığı gerçekliklerdi. Köyde yaşayan insanlarla paylaştığı ortak şeyler üzerinden hayata dair farklı bir açısı kazanırken, geçmiş hesaplaşmalarıyla da yüzleşen Taiko, yavaş yavaş değiştiğini ve perspektiflerin hayata yön veren en önemli şey olduğunu keşfetmeye başlar.
Sadece Taiko için mi geçerli pek bu? Hayatta farklı perspektiflerden bakmanın belli konularda bize yön verdiğini pek çok defa fark etmemiş olamayız. Şu geçen yıllara bakınca, ne kadar hızlı geçtiğini düşünüp hüzünlendiğimiz zamanlar, olaylara verdiğimiz tepkilere de bakıp hüzünleniriz. Bizi üzen şey yılların, zamanın ve insanların nasıl geçip gittiği değildir. O yılları nasıl yaşadığımızdır. Seçimler, verilen sözler ve farkındalıklarla dolu geçirdiğimizi bir ömür... Oturup bakınca hala 22 olduğuma inanamadığım saatler... Zamanın çok hızlı geçtiğini ve hiçbir şeye yetişemediğimi düşündüğümde, bir zamanlar yapmaktan en çok keyif aldığım şeyleri yönelmek istiyorum; Resim yapmak, şarkı söylemek, sevdiğim bir şarkının sözlerini defterime yazmak, yeni bir dil öğrenmek, keman çalmak, piyano çalmak, fantastik hikayelerde büyülü yerlere giden karakterlerin yaşadığı maceraları yaşadığım hayallerin müziğini çalmak kafamda... Ama en çok gereken de yarın olmazsa ondan sonraki gün olacağı umuduyla yaşamak. Zaman kimseyi umursamaz, istediği gibi akar durur. Peki biz neyi umursuyoruz da akamıyoruz gönlümüzce?
#only yesterday#dün gibi#tränen der erinnerung#anime inceleme#film inceleme#anime review#anime#anime movie#ghibli studios
4 notes
·
View notes
Text
Inuyasha : İyilik ve Kötülüğün En Güzel İşlendiği Anime
Inuyasha deyince, seriyi izlemiş olanların ya da seri hakkında orada burada bir şeyler duymuş olan herkesin ilk aklından geçen şey, seride işlenen iyilik ve kötülük kavramları. Bu kavramlar her karakter üzerinde o kadar ince ve detaylı bir şekilde işleniyor ki hikâye ilerlerken karakterlerin kötülükten iyiliğe doğru geçirdikleri o yumuşak geçişi siz de onlarla yaşıyorsunuz ve kabulleniyorsunuz.
Bugün izlediğimiz pek çok anime, iyi ve kötü karakterler barındırıyor. Başkahramanlar genellikle yazarlar tarafından iyi bir örnek teşkil etmesi için yazılıyor. Zaten izleyiciler de çoğunlukla kötü karakterlerin tarafını tutmayacağı için, bu oldukça anlaşılır bir şey. Peki ya bunun tam tersi olsaydı? İzlediğiniz diziye ya da filme adını veren karakter, aslında tamamen iyi biri olmasaydı?
Inuyasha: İyi mi Kötü mü?
Hikayemiz, bir tapınakta yaşayan Kagome’nin bir kediyi ararken, tapınaklarındaki kuyuya düşmesi sonucu feodal Japonya’ya ışınlanmasıyla başlıyor. Geçmişe yolculuk temaları bugün pek çok seride karşımıza çıkıyor. Belki de yazarlar, geçmiş ve şimdi arasındaki bağın hiçbir zaman kopmaması gerektiğini ve geçmişin günümüze nasıl şekil verdiğini unutmamamız gerektiğini hatırlatmaya çalışıyor. Kagome’nin vücudunda yaşayan Kikyou’nun ruhu ise aslında hiçbir zaman geçmişten kopmanın mümkün olmadığını hatırlatır nitelikte. Kagome’nin ışınlandığı köyde köylüler, ona Inuyasha’nın kötü biri olduğunu ve kutsal mücevheri çalmak istediğini söylüyor. Bunu öğrenen Kagome, mücevheri Inuyasha’dan korumak için elinden geleni yapıyor. Sonrasında mücevherin gücüne sahip olmak isteyen pek çok karakterle karşılaşıyoruz. Sürekli başka suretlere bürünerek mücevheri alıp daha da güçlü olmak isteyen pek çok karakter Kagome’yi kaçırıp bu amacına ulaşmaya çalışıyor. Aynı amaca sahip Inuyasha ise her seferinde Kagome’yi kurtarıyor fakat mücevheri almıyor. Kötü olarak gösterilse de Inuyasha’nın hikâye boyunca başı derde giren pek çok karaktere yardım ettiğine şahit oluyoruz.
Inuyasha, Kagome ile parçalanmış mücevheri toplama yolculuklarında, başlarından geçen her olayda daha farklı birine dönüşüyor. Hikayemizin başında hem öfkeli hem de hüzünlü bir karaktere sahip olan Inuyasha aslında bu karakterinin arkasında pek çok yaşanmışlığa sahip. Küçüklüğünde iblis babasının insan annesine âşık olması sonucu dünyaya gelmiş olan Inuyasha, iblis dünyasında geçirdiği çocukluğu sırasında insan kanı taşıdığı için hep küçük görülmüş ve dışlanmış bir karakter. Sonrasında Kikyou ile tanıştığında birbirlerine hikayelerini anlatıyorlar. Kaderlerinin çok benzediğini öğrenen ikili birbirlerine âşık oluyor fakat bu hikayenin de başlamasına sebebiyet veren trajik bir olay yaşıyorlar. Inuyasha sevdiği tarafından bir ok ile ağaca saplanıyor, Kikyou ise sevdiği tarafından sırtından bıçaklanarak hayata veda ediyor. Başta, yıllar sonra Kagome tarafından uyandırıldığında, sadece mücevhere sahip olup gerçek bir iblis olmak olan amacı sonrasında Kagome’yi ve arkadaşlarını korumaya evriliyor.
Sesshomaru: Şiddetten Şefkate Doğru Bir Yolculuk
Bir başka karakter olan Sesshomaru, Inuyasha’nın bir başka anneden olan abisi. Inuyasha ile gerçek bir iblis olmadığı için sürekli alay eden ve onu küçük gören Sesshomaru’nun asıl nefreti aslında insanlara karşı. İnsan ırkını her zaman küçümseyen bir karakter olan Sesshomaru, Inuyasha ile yaptığı kılıç dövüşünde yenildikten sonra ormana sığındığında üstünde yırtık elbiseleriyle ona yardım etmeye gelen bir insanla karşılaşıyor. Başta, küçümsediği bu ırktan yardım kabul etmese de sonrasında buna izin veriyor. Daha sonra ona yardım eden kızı, babasının ona verdiği “iyilik kılıcı” ile kurtarıyor. Bu kılıç babasının Sesshomaru’ya mirası. Her zaman şiddetten yana olan ve insanları hor gören oğluna bıraktığı bu hediye her yönden oldukça manidar. Sesshomaru ise bu kılıcı nefret ettiği ırktan bir kızı hayata döndürmek için kullanıyor, ormanda kendisine yardım eden insan kızı Rin için.
İki Kardeş İki Farklı Dünya
Babalarının iyilik ve kötülüğü zıt karakterli iki oğluna iki farklı kılıç olarak miras bırakması hikâyede gözden kaçırılmaması gereken harika bir detay. Kötülüğe ve şiddete meyilli Seshhomaru, elindeki kılıçla hiçbir canlıya zarar veremezken, Inuyasha’nın kılıcı zamanında babası tarafından pek çok savaşta kullanılmış bir yıkım kılıcı. Ancak ikisinin de temelde amacı birilerini korumak veya kurtarmak. Inuyasha’ya bıraktığı kılıç, yalnızca bir insanı korumak amacıyla kullanıldığında gerçek gücünü gösteriyor. Sesshomaru’daki kılıç ise kullanıldığında rakibe zerre kadar zarar veremiyor fakat onu iyileştiriyor.
Birlikte Daha Kolay
Hikâye boyunca tüm karakterler iyilik ve kötülüğü somut bir şekilde görerek deneyimliyor. Bu bazen, tüm köy tarafından sırf görünüşü yüzünden dışlanan ve canavar ilan edilen bir yarı iblis bazen de iyi görünümüyle herkesi kandırıp kontrolu altına alan ve serideki çoğu karakterin baş düşmanı olan Naraku olarak karşımıza çıkıyor. Kagome, Inuyasha, Miroku, Sango ve Shippo başlarına gelen trajik olayların sorumlusu olan kötülüğü yenmek için çıktıkları yolculukta, iyiliği, arkadaşlığı ve insanın içindeki ve dışındaki kötülüğü yenmesinin aslında ne kadar zor ve çetrefilli fakat beraber yapıldığında ne kadar kolay olduğunu keşfediyor.
Not: Yazım aynı zamanda kesifasya.com'da da yayımlandı. Orada da yazılarımı okuyabilirsiniz.
9 notes
·
View notes
Photo
The Chronicles of Narnia: The Lion, the Witch and the Wardrobe (2005)
545 notes
·
View notes
Text
Zamanın Başlangıcı Öncesinden Bir Büyü - Narnia Günlükleri ꕥ Aslan, Cadı ve Dolap
"Burası Narnia ülkesi" dedi Faun, "lamba direğiyle Doğu Denizi kıyısındaki büyük Cair Paravel Kalesi arasında, üzerinde bulunduğumuz tüm bu topraklar. Sen - sen batının vahşi topraklarından mı geldin?" -Narnia Günlükleri: Aslan, Cadı ve Dolap
Bir dönem herkesin evindeki dolabının farklı bir dünyaya açıldığını sanmasına sebep olan o seri, Narnia Günlükleri. Serinin ilk kitabı 1950 yılında yayımlandı. İrlandalı yazar C.S. Lewis'in kaleminden çıkmış olan büyülü hikaye, içinde pek çok hristiyan miti ve çocuklar için ders çıkarılabilecek hikaye barındırıyor. Serinin ikinci kitabı olan Aslan, Cadı ve Dolap, 2005 yılında Walt Disney tarafından sinemaya uyarlandı. Hafızalardan kazınmayacak olan kült bir filme dönüşen Aslan, Cadı ve Dolap, sinemaya uyarlanan serinin ilk filmi. Aslan ismi ve türk lokumu gibi türk motifleriyle süslenmiş olan Narnia Günlükleri, ilk çıktığı zamanlar Türkiye'de de izleyicinin beğenisini toplamıştı. Bu yazımızda Lucy, Susan, Edmund ve Peter'a Narnia'nın kapılarını açan filme daha yakından bakacağız.
Ebeveynleri tarafından savaştan uzak kalmaları için kırsal bir kasabada bir tanıdıklarının evine gönderilen kardeşler, Lucy, Susan, Edmund ve Peter, ilk kez gittikleri bu evde pek çok odanın ve eski eşyanın bulunmasından çok etkilenirler. Fakat evde onları en çok şaşırtan şey, bu hikayenin de başlamasına sebep olan Narnia'ya açılan dolaptır. En küçük kardeşleri Lucy, bir gün, kaldıkları evi gezerken başka bir ülkeye açılan bir dolap bulur. Dolabın içinden geçerek dışarıda karla kaplı bir diyara geçen Lucy, ilk başta ne kadar şaşırsa da sonrasında bu durum çok hoşuna gider.
Dolaptan geçerek girdiği bu karlı ormanda Tumnus adında bir Faun'la tanışır. Faun, ona bu ülkenin Narnia olduğunu söyler. Lucy'yi evine davet eder.
"Uzaklardaki 'Boşoda' ülkesinde, sonsuz yazın hüküm sürdüğü aydınlık 'Giysi Dolabı' şehrinden olan Havvakızı, benimle bir çay içmeye ne dersin?"
Bu sırada eline aldığı flütüyle Lucy'nin uykuya dalmasına sebep olan bir şarkı çalan bay Tumnus aslında, onu kaçırmak istemektedir. Lucy uyandığında, Faun üzülerek ona her şeyi itiraf eder ve bu emri ona Beyaz Cadı'nın verdiğini söyler. Emre göre Tumnus ormanda bir ademoğlu veya havvakızı görürse yakalayıp Beyaz Cadı'ya götürmelidir. Lucy'ye, hemen kaçıp eve gitmesini söyleyen Faun, sonrasında ortadan kaybolur. Eve gittikten birkaç gün sonra bu sefer kardeşleriyle tekrar dolabın içinden geçerek Narnia'ya geçen Lucy, bay Tumnus'un kendisine yardım ettiği için Beyaz Cadı tarafından kaçırıldığını öğrenir. Bu olayla birlikte dört kardeşin Narnia ülkesindeki heyecan verici yolculuğu başlar.
"Adem'in kemikleri ve Adem'in eti, Cair Paravel'deki tahta oturunca kötü zamanlar bitmiş, gitmiş olacak."
Konuşan hayvanlar, büyülü yaratıklar ve sihirli güçlere sahip bir aslan! Bunlar hikayenin geri kalanında Pevensie kardeşlerin tanık olduğu nice olağanüstü şeyden sadece birkaçı. Disney, fantastik ve macera filmlerindeki becerisini burada da konuşturmuş diyebiliriz. Sizi günlük yaşamınızın monoton ve sıkıcı düzeninden kurtaracak bir ülke Narnia. Filmi inceleyen çoğu insan, filmde Aslan'ın H.z. İsa'yı, Pevensie kardeşlerin ise havarileri temsil ettiğini düşünüyor. Umutsuzluğa kapılmış bir ülkeyi kurtarmaya gelen bir kahraman ve havarileri... düşününce kulağa mantıklı geliyor.
"Aslan görününce düzelecek yanlışlar, kükremesiyle, yok olacak keder, dişini gösterince ölümünü görecek kış, yelesini sallayınca yeniden gelecek bahar."
Filmin sonunda dini kitaplarda 'Ebabil Kuşları' olarak bildiğimiz kuşlar savaşta Aslan'a ve Narnia'ya yardım etmeye geliyor.
Lucy'nin Tumnus'un evindeki kitaplıkta gördüğü bazı kitapların isimleri:
"...Silenus'un Hayatı ve Mektupları, Su Perileri ve Alışkanlıkları, İnsanlar, Rahipler ve Bekçiler; Halk Masalları Üzerine Bir Çalışma, İnsan Bir Mit midir?"
Narnia'yı Beyaz Cadı'dan ve ebedi kıştan kurtarmak için çıktıkları yolculukta cesaret ve erdem gibi değerleri öğrenen kardeşler için başlarından geçen olaylardan sonra artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Müzikleri, kostümleri ve senaryosuyla 1 Oscar ve 18 dalda başka ödüllere layık görülen film pek çok dini mit ve öge içermesiyle, akıcı senaryosu ve duygusal sahneleriyle izleyiciye eşsiz bir seyir keyfi sunuyor. Serinin tüm kitaplarını okumuş biri olarak hikayenin kendi başına bir baş yapıt olduğunu söylemek çok da yanlış olmaz. Hala izlemeyenlere ya da yıllardır Narnia'yı arayan herkese filmi izlemelerini öneriyorum. Kim bilir, belki de dolabınızın içinde gerçekten Narnia diye bir yer vardır!
"Cadı, Güçlü Büyü'yü biliyor ama onun bilmediği çok güçlü bir büyü daha var. Onun bilgisi sadece zamanın başlangıcına kadar gider. Fakat biraz daha geriye, zaman başlamadan önceki durgunluğa ve karanlığa bakabilseydi, orada değişik bir büyü bulabilirdi. Bir hainin yerine, hiç ihanet etmemiş biri kendi isteğiyle kurban edilirse, masanın kırılacağını ve ölümün tersine doğru işlemeye başlayacağını bilirdi."
#the chronicles of narnia#thelion thewitch and thewardrobe#narnia günlükleri#film inceleme#film#fantasy#adventure
10 notes
·
View notes
Text
ꕥ Bahar Çeker Bizi Dolambaçlı Yola ☂ Skip to Loafer - İnceleme
[SPOILER ⋆.ೃ࿔*:・]
Hepimizin gençken, başarmak istediği hayalleri, idealleri olmuştur. Bu hayaller en çok lise çağlarımızda ortaya çıkar. Yetiştiğimiz ortam, dünya görüşümüz ve arkadaş çevremize göre şekillenir. Bugün inceleyeceğimiz anime, son zamanlarda oldukça popüler olan Skip to Loafer. Büyük şeyler başarmak isteyen Mitsumi'nin kasabasından Tokyo'ya seçkin bir lisede okumak için gelmesini anlatan animemizde, karakter çeşitliliği oldukça fazla. Sıradan lise animelerine kıyasla, hayatın içinden gerçek temaları alıp hikayesine katmış olan bir seri Skip to Loafer. Başkahramanımız Mitsumi'nin, Tokyo Üniversitesi'nde hukuk okuduktan sonra memur olup kasabasını canlandırmak gibi hedefleri var! Bu yolculuğunda ona eşlik edecek arkadaşlarını da unutmamak lazım tabii. Diğer başkahramanımız olan Shima ise Mitsumi'nin tam tersi. Hayatı sadece bir şeyleri ertelemek için yaşıyor adeta. Serimiz de zaten bu iki zıt karakterin birbirlerini nasıl değiştirdiğini anlatıyor.
Shima'nın bu davranışlarının arkasında geçmişte ailesinin pek bir arada olmaması ve yalnız büyümesi yatıyor olabilir ama seri henüz tamamlanmadığı için elimizde hala yeterli bilgi yok. Fakat Mitsumi ile tanışmasının serideki diğer tüm karakterleri olduğu gibi onu da olumlu yönde etkileyeceği aşikar. ☘
Tam zıt karakteri olan Mitsumi ise oldukça çalışkan, disiplinli ve doğrucu bir karakter. Fakat inandığı bu değerler sarsıldığında dünyası başına yıkılacak kadar kendini sıkmasa, okulun ilk günü giriş törenine geç kaldığında istasyonda karalar bağlamayacaktı. Neyse ki Shima ile ilk kez istasyonda tanıştıklarında onunla beraber okulun yolunu buluyor ve - her ne kadar sonu iyi bitmese de- tören konuşmasını yapmayı başarıyor.
Mitsumi'nin okuldaki diğer arkadaşları Yuzuki, Makoto ve Mika da hayatın içinden gerçekten liseli gibi hissettiren karakterler. Yuzuki, güzelliği yüzünden insanların ona iyi davranmasına alışmış fakat onu gerçekten olduğu gibi sevecek ve kabul edecek birileri ile arkadaş olmayı tercih ediyor.
Geçmişteki tecrübelerinden insanları okumakta usta olan bu karakterimiz Mitsumi'nin samimiyetine ve saflığına hayran kalıyor ve hemen onunla yakın arkadaş oluyor. İlk başlarda Yuzuki'ye karşı ön yargılı olduğu için oldukça soğuk davranan Makoto ise sessiz ve kendi halinde takılmayı seven biri. Fakat bu sessizliğine rağmen o da büyük bir şeylerin parçası olmayı istiyor. Öğrenci birliğine katılmak için başvurması da bunun en büyük göstergesi. Mitsumi ile tanıştıktan sonra eski haline göre oldukça dışa dönük birine dönüşüyor. Yuzuki'ye olan ön yargısı ise basitçe Yuzuki'nin güzel olmasından kaynaklanıyor. Makoto her zaman güzel ve popüler insanları itici bulmuş ve onlarla arkadaş olmaktan çekinmiş biri. Mitsumi ile olan dostluğu sayesinde tanıştığı Yuzuki'ye karşı olan büyük ön yargılarına rağmen sonrasında en yakın arkadaşı olacağını nereden bilebilir ki? ✼ ҉ ҉ ✼
Bir diğer karakterimiz Mika ise geçmişte şişman ve çirkin görüldüğü için okulda zorbalığa uğramış fakat lisede eski halinden eser olmayan, bakımlı ve popüler insanlarla takılan birine dönüşmeye çalışıyor.
Mitsumi ile ilk tanışma sebebi de popüler çocuk Shima'dan hoşlanması ve onunla sevgili olursa kendisinin de popüler olacağını düşünmesi. Ancak Mitsumi'yi tanıdıkça zaman içerisinde ondan pek çok şey öğreniyor. Mika zaman içinde, başka birisi olmaya çalışmak yerine kendisi olduğunda hayatın daha eğlenceli olduğunu keşfedecek gibi.
Hayatın içinden karakterleriyle, özlediğimiz sıcak arkadaşlık ilişikileriyle, Skip to Loafer sezonun en değerli yapımlarından birisi. Animesi çıkmadan önce mangasının sıkı bir takipçisi olarak anime izleyicilerine söyleyebileceğim tek şey: Henüz en güzel kısımları görmediniz! :)) İlginç karakter gelişimlerine tanık olduğumuz bu seri, izlerken bizi lise yıllarımıza götürüyor. Lisede olanlar da karakterleri kendileriyle çok kolay özdeşleştirebiliyor çünkü seri, absürt ve karmaşık ilişkiler yerine basit ilişkileri konu alıyor. Mangasını okurken çoğu yerde kendimi sorgulamama ve düşünmeme sebep olan bu hikaye sezonun en iyi işlerinden biri! Çizim tarzıyla ve hikayesiyle, bana eski Ghibli filmlerinden Whisper of The Heart'ı anımsatması ise cabası!
Mitsumi ve arkadaşlarının kendilerini bulmak için çıktıkları bu gençlik yolculuğunda bize de onlara eşlik etmek kalıyor. ⋆.ೃ࿔*:・
#skip to loafer#skip and loafer#iwakura mitsumi#sousuke shima#mika egashira#yuzuki murashige#anime review#anime recommendation#manga review#türkçe anime inceleme#türkçe manga inceleme#manga recommendation#anime#manga#slice of life#romance#coming of age
4 notes
·
View notes