euswex
eus
4 posts
deniyorum😞
Don't wanna be here? Send us removal request.
euswex · 23 days ago
Text
gölge | chanbaek
Söylemek istediklerim var.
Geç kalmışlığın sancısıyla kıvranan benliğim, sana olan aciz bağımlılığım tarafından baskılansa da söylemek istediklerim var. Yüzüme bir kova soğuk su boca edilmişçesine sarsıcı bir uyanışla edindiğim farkındalıktan sonra yüreğimde yaşadığım duygu geçişlerinin hızına yetişemiyor, senin için aklımda peyda olmuş hiçbir kelimeyi içimde tutamıyorum. Bu yüzden bu gece, beş mayısı altısına bağlayan gecede, senelerdir kutsal saydığım bugünün ilk dakikalarında okuduğun satırları kaleme alıyorum. Çünkü ben artık susamıyorum. 
Tanıştığımız günden bu yana her altı mayısta apayrı bir heyecanla dolardı ağzıma kelimeler. Sana söylenecek tonla güzel sözüm, saçının her bir telinden başlayarak ayağının küçük parmağına değin edecek iltifatlarım ve varlığınla şenlendirdiğin dünyadan bahsedecek kadar da enerjim vardı geçirdiğimiz sekiz sene boyunca. Varlığın benimkine neşe demekti. O vakitler Byun Baekhyun’un adı anılsa dahi genişçe gülümser, iri gözlerimin istemsizce ışık saçmasından memnuniyet duyardım ama ne yazık ki son birkaç aydır bırak adını duymayı, bana seni anımsatan herhangi bir şey; bir eşya, bir koku yahut da bir kelime karnıma ağrı sokuyor, daralan göğsümle birlikte aklımın farklı yerlere kayarak senden uzaklaşması için çabalıyorum.
Benden böylesi bir itiraf almayı belki beklemiyordun, belki de senin için korkulan gün geldi. Yoksa sonsuza kadar böyle kalacağımı mı düşünüyordun? Sonsuza kadar en büyük hayranın olarak kalacak, daima senin yanında ve tarafında bulunarak elini uzattığın her an kendi ellerimle sımsıkı kavrayacağımı mı sanıyordun? Şüphesiz, böyle düşünüyor olmalısın ki beni kaybetmekten hiç korkmadın. Bir gün uzattığın elinin boşluğa düşeceği ihtimalini hiç aklına getirmemiş olmalısın, diğer türlü sen de benim için çabalar, yanında bulduğun anlar hatırına minnetini gösterirdin. Ama sen, Baekhyun, sen bir numaraları müptelan Park Chanyeol’ü kaybetmeyeceğine öyle emindin ki beni görmezden gelmekte hiç zorlanmadın.
Ama ben de senin yanındaydım.
Beyninin kapalı sandıklarını aç, o narin parmaklarını geçmiş defterlerinin yıpranmış sayfaları arasında dolaştır. Dikkatli bak geçtiğin kalabalıklar arasındaki simalara. Ayrıntıları eşele biraz, eminim bir şeyler bulacağına. Endişelenme, bulacağın şeyden ürkmene gerek yok. Zira bir yabancıyla yahut düşmanla değil, benimle karşılaşacaksın. Ben de oradayım. Çevrendeki diğer insanlara, özellikle de kalbinin anahtarını yıllardır kendine zimmetleyen Zhang Yixing’e kıyasla daha az önemliyim muhtemelen. Ama yüzüm bulanık olsa da, sesim diğerlerine karışmış seçilemez titreşimler halinde kulağına ulaşsa da tam yanındayım. Kahkahalarınla aydınlattığın gecelerin karanlığına karışmış olsam da izliyorum seni. Kimi zaman destek aldığın vücut, omuzlarına bir şal bırakan el, çantanı taşıyan sırt ya da dinleyen kulak oluyorum ama hep oradayım. Yanıbaşındayım. 
Mutlu anılarında ufacık, dikkatine değmeyen bir ayrıntı olduğumun pekala farkındayım ancak… Gözünden düşen incileri sildiğim; hıçkırıklarla sarsılan bedenini sabitlemek amacıyla sımsıkı sarıldığım; kalp kırıklıklarını, kursağında kalanları dinlediğim o anlarda da mı görünmezim senin için? Muhtemelen değilim, değil mi? Esasen tamamıyla görünmez değilim senin hayatında çünkü biliyorsun, her zaman biliyordun. Moralin bozuk olduğunda, kalbin kırıldığında kime koşacağını, kimden destek alabileceğini biliyordun. Bu yüzden öpmek için can attığım dudaklarının büzülmesine mahal vermeden bana koşuyor, tesellimle şefkat arayan ruhunu besliyordun. 
İşte yüreğimde kabaran öfkenin nedeni de bu, Baekhyun: Biliyor olman. 
Güzelliğinle yarışan zekânı hep takdir etmişimdir. Ne zaman aklını kullanman gerekse parlayan gözlerine, sinsi gülüşüne de hayrandım. Beyninde birbirinden kurnaz onlarca tilki varmış da vakti geldiğinde hepsini yuvarlak bir masa etrafında toplayıp öyle sonuca varıyormuşsun gibi gelirdi bana, buna da hayrandım. Ta ki kıvrak zekânın kurbanlarından birinin de ben olduğumu idrak edene değin…
Çok kişiyi kullandın, Baekhyun. Çok kişiyi kölen yaptın, çok kişinin yarası oldun. Yixing’in senden esirgediği ne varsa başkasından aldın, armağan olarak ahlarını da yüklendiğini kafana takmadın. Karma sana hiç vurmaz sandın. Yixing’den gayrı kimseyi umursamadın, Yixing’in kollarındayken dünyanın sana ulaşamayacağı hesabındaydın ve sen, bu noktada feci yanıldın.
Yalnızca ben değildim ya görmezden geldiğin. Belli ki sen, kendi aşkının umutsuzluğunu da tilkilerinin sofrasına meze yapmamak için görmezden gelmiştin. Diğer türlü imkânı yoktu Yixing’in huysuzluklarına katlanmanın, yaptığı onca şeye rağmen peşinde koşmanın. Çok aşıksın, öyle zannediyorsun. ‘’Aşkta gurur olmaz.’’ diyerek savunmaya geçiyor, yaptığın onca rezilliğe kılıf uyduruyorsun ama bu satırları okurken kendinle baş başasın, Baekhyun. İtiraf et. Zhang Yixing’e sarılmak yalnızca bahanen, şah damarına yakın olmak istiyorsun ki zehrini uygun noktaya verebilesin.
İtiraz etmeye geçme hemen. Tilkilerinin bana hak veren cümlelerini susturma ve egonu bir kenara bırak. Yixing’i deviremediğin için kucağındasın. Ondan kopamamanın tek sebebi bugüne kadar karşına dikilmiş en güçlü rakip olması. Aşkına katlanarak artan hislerle dönmek bir yana, seni ilgisine dahi layık görmediği için zedelenen egonun intikamını almak istiyordun. Hoşlantıyla başlayan duygularının seyri bu nedenle değişti ama sen, yüzündeki masum gülümsemeyi hiçbir şeyin lekelemesine izin vermeyeceğin gibi hin düşüncelerine de müsaade etmedin ve dermansız aşık rolünü pek güzel üstlendin. Öyle iyi oynadın ki bugüne kadar kendin de aşık olduğunu sanıyor olabilirsin ama değilsin, Baekhyun. Uğruna hastalandığın adama aşık falan değilsin. 
Aşk, senin kalbinde konaklayacak kadar aşağılık bir duygu değil.
Hakaret etmişim gibi oldu, değil mi? Ama sözlerimi geri almayacak, kalbini kırdığım için af dilemeyecek, laflarımı yumuşatmayacağım. Ben bu yaşıma gözlerimin açılmasıyla girdim sayılır, sen de yeni yaşını benimle aynı şoku yaşayarak kutla. Bu farkındalık sana doğum günü hediyem olsun. Küfretme arkamdan, sonunda biri seni, sana ve bitmek tükenmek bilmeyen savunmalarına rağmen daldığın gaflet uykusundan uyandırmaya cesaret ettiği için şükret. 
Aynı savunmaları bana yapacağının da bilincindeyim tabii ki ama bu defa haklı çıkmana izin vermeyeceğim, Baekhyun. Her şeyi göreceksin. Karıştırmaya başladığın defterlerdeki tekrar okumaktan çekindiğin anıları birer birer sereceğim önüne, kafanı çevirdiğin detayları üzerine basa basa işaret edeceğim. Göreceksin. 
Çok çok uzun yıllar öncesine götüreceğim seni. Sayfaları çevirmekle uğraşma, defterin kapağını kapatıp yeniden aç ve en başa, hayır, benimle değil, Yixing’le tanıştığın sabaha dön. Tıpkı bana anlattığındaki gibi her şey hâlâ zihnindeki tazeliğini koruyordur sanıyorum. Yağmurlu bir sabahtı, şemsiyeni evde unutmanın cezası olarak sırılsıklam ıslanmış halde Sehun’un çalıştığı kafeye güç bela atmıştın kendini. Arkadaşının yeni paspasladığı yerleri ıslatmanın mahcubiyetini duymuyordun. Hatta Sehun’un o yoğun günde başına iş açtığınla ilgili söylenmeleri de vücudunun titremesinden kulaklarına ulaşmıyordu. Tek ereğin üzerindeki ıslaklıktan kurtulmak ve ısınmaktı. Montunu üzerinden atıp da kafenin sahibine yakalanmayı umursamadan tezgahın en köşesine konulmuş hırkayı almak için sallanan kapının diğer tarafına geçmen de bu yüzdendi. Sehun’a ait sanmış, sana büyük gelmesini de aynı sebebe yormuştun. 
Dakikalar sonra Yixing’in unuttuğu hırkasını almak için kafeye dönmesine ‘’Kader bu,’’ dedin. ‘’Tanrı, hayatımın aşkına kavuşabileyim diye her şeyi ayarladı.’’ Yixing’in yakışıklı sıfatını görür görmez aklında beliren cümle bu oldu. Kalbininse hırkasını giyiyor olmanın utancıyla mı yoksa çattığı kaşlarının kattığı karizmasından mı hızlandığını bir türlü çözebilmiş değilsin. Kolaya kaçıp onu da Tanrı yaptı varsayıyorsun.
Anlatırken bana takındığın göz alıcı gülümsemenin aynısını Yixing’e de sergilemiş olmalısın, ilgisini çekmemen garip olurdu. Ve maalesef, Baekhyun, garip olan yaşandı ve Yixing’in ilgisini hiç mi hiç çekemedin. Her şeyi senin için ilmek ilmek işleyen Tanrı, hayli büyük bir engebeyi de koydu önüne. İlk karşılaşmanızda senin kalbin ona hazır, bomboştu ama Yixing’in kalbi Sehun’un ilgisiyle doluydu. En yakın arkadaşın Sehun.
Çok geçmeden anladın. Doğrusu, herkese göre kolaydı anlaması. Yixing’e attığın flörtöz adımların geri çevrilmesinin nedenini bulmak için bakışlarını takip etmek yeterli oluyordu. Sen Yixing’le konuşmaya çalışıyor, ona başkasına yaptığın takdirde nefesini kesecek kurlar yapıyor ama karşılığında Sehun’un tepkisini izlerken ağız ucuyla verilmiş, gergin cevaplar alıyordun. Hayatına dahil olduktan sonra, tüm olaylara geç kalmışlıkla hakim olmaya çalışan benim dahi çabucak çözdüğüm bir sahneydi. Sehun da biliyor, sen Yixing’den hoşlandığın için özellikle geri duruyordu ama sen arkadaşın için aynı özveriyi gösteremedin. Belki de bu yüzden kaybettin.
‘’Kaybetmek’’ senin lügatında bambaşka bir anlam içeriyor olmalı. Sen kendini kazanmış sayıyorsun. Çünkü Sehun’un da Yixing’i kesin bir dille reddetmesini fırsat bilerek hamlelerini daha ustaca attın ve tabiri caizse düşkünlüğünden faydalandın ama kazandın. Senindi Yixing. Aynı masada oturduğumuzda bakışları Sehun’da oyalansa da senindi, benim senden ayrılmayan bakışlarımı hiç kıskanmasa da senindi. Güzel sözler söylemese, mesajlarına dönmese, aramalarını cevaplamasa da yani kelimenin tam anlamıyla sen yok gibi davransa da sana aitti. Ve buna sen kazanmanın hazzına doyana kadar devam etmeliydi. İlişkinize bir buçuk ay dayanıp terk etmek suretiyle senin olmayı bırakmamalıydı. Hakkı yoktu. Byun Baekhyun terk edilemezdi. 
Ayrılığınızın ardından gruba, daha çok Sehun’a çöken rahatlamayı hatırlıyorum. Jongdae ve Kyungsoo da sürekli Yixing’i dahil ederek gerginleşmesine sebebiyet verdiğin grup buluşmalarından çok sıkılmışlardı ama Sehun… İki arada bir derede kalma durumunun bittiği ve artık arkadaşlarını ekmesine gerek kalmadığı için resmen sevinmişti. Mutluluğunu bana belli etmek gibi bir hata da yaptı. Sence ben ne yaptım dersin? Arkadaşının ayrılığına sevindiği için ona kızdım mı? Ben, Sehun’dan daha büyük bir hata yaptım ve ona söylememem gereken bir şeyi açık ettim, aniden oluşan bu güven bağının tazminatını da feci şekilde aldım. Evet, aylar boyu senden hoşlandığımı, ondan katbekat fazla yansıttığım sevincim yüzünden anladı. Ben hislerimden kaçmayıp tasdikleyince daha da derin bir nefes verdi ve Yixing’in senden kurtulduğu her saniye Sehun’un yanında biterek şansını zorladığı bombasını patlattı. Ama hiçbiri senin için ‘’yeni’’ niteliği taşımıyordu.
Bunları da biliyordun.
Tanıştığımız an senden hoşlanmaya başladığımı biliyordun, Yixing’in sana Sehun’a daha yakın olabilmek için katlandığını da biliyordun. Daha sonra söylediğin üzere, Yixing’in bulabildiği her fırsatta Sehun’u zor durumda bıraktığına da bizzat şahit olmuştun ama ne sevgiline bağırıp çağırmak ne de Sehun’dan seni sırtından bıçakladığına dair bir hesap sormak tercihin değildi. Sarhoş olup ayrılığın acısına bunu da katarak omuzumda ağladın yalnızca. Çünkü senin, çok daha başka planların vardı. Zafer kupasını yeniden, kuşku barındırmayacak şekilde kaldıracağın sinsilikte planlar.
Zekân ve sinsiliğin durumu kurtardı kurtarmasına ama senin de yanıldığın -ya da egonu yaralayacak doğru ifadeyi kullanmam gerekirse insani hırslarına yenik düşerek kendini aşağılık gösterdiğin- durumlar da yaşandı. Yixing’i kıskandırmak için kaç kişiyi harcadın, Baekhyun? Tatlı sesine, samimi temaslarına kanan kaç aşığını işin bittikten sonra zorba tarafınla tanıştırdın? Kimisi umursamaz herifin tekiydi ama içlerinde Kim Jongin gibi öyleleri vardı ki, hassas bir kalple dünyaya gelme lanetinden tabağında kocaman bir pay bulunduruyordu. Fakat Kim Jongin’in şansı yahut şanssızlığı, zorba tarafınla hiç tanışmadı. Çünkü yakışıklı yüzü ve düzgün fiziğiyle Yixing’in kendine dişli bir rakip olarak gördüğü tek kişiydi.
Hassas bir kalbe görenin dönüp tekrar baktığı bir fizik de eklenince… Bir insan daha ne ister, değil mi? Senin ellerine düşmeyi istemez. Jongin bunu o zamanlar nimet sayıyordu; gösteriş yapmak için kullanılan süslü bir aksesuar olduğundan büsbütün habersiz…
Yixing’in dikkatini okuldaki namını gölgeleyen ismi tavlamanla çekmiştin, benimki ise başından beri sendeydi zaten. Yixing, Jongin’in sana nasıl baktığıyla ilgileniyordu, bense Yixing dahil kime yakınlık göstersen deli gibi kıskanıyordum. İkimiz de yanlış yolu seçtik. Yixing, sana ondaki kimi hisleri harekete geçirebileceğini açık etti; bense hislerimi senden köşe bucak sakladım. Ama söylesene, Baekhyun, ben de bildiğin bir gerçeği açığa çıkarsaydım tepkin farklı olur muydu? Anladın sanıp paniğe kapıldığım tüm o durumlarda yaptığın gibi şakaya vururdun, değil mi? ‘’Chanyeol-ie, sen benim en yakın arkadaşımsın. Seni hepsinden daha fazla seviyorum!’’ der, saniyeler evvel kalçamı gizlice avuçlamanın da tıpkı arkadaşlık çizgisini aşan diğer davranışların gibi bitmek tükenmek bilmeyen bahanelerinin ardına sığınmasını sağlardın. Açık açık söylesem çok şaşırırdın muhtemelen. Susmama, ufak bir temasınla elimi ayağımı nereye koyacağımı bilemememi izlemeye alışmıştın. Belki de cesaretimle oyunlarının artık bitmesi gerektiği için arkadaşlığımıza da son verirdin ki bu toy Chanyeol’ün yaşayabileceği en dehşet verici senaryoydu. Seni kaybetmek… Şimdi senden kendi isteğimle vazgeçiyorum.
Neyse, konuyu dağıtmayalım. Allem ettin kallem ettin, Jongin’le verdiğin cesur pozlar ve birkaç kışkırtıcı hareketle Yixing’i yeniden koluna taktın. Bu sırada Jongin’i güzel harcadın ama Byun Baekhyun’dan bahsediyoruz. Jongin’in ayak bağı olması türünden ihtimallerle uğraşamaz, Yixing’in aklının tekrar çelinmesini riske atamazdın ve sen de tilkilerinin en mantıklı bulduğu eşleşmeyi yaptın. Jongin’le çıktığın haftalar boyu oldukça usta bir işçilikle aklına kazıdığın Sehun’la önlerini açtın, ikisine de düşman kesilmeyeceğine, anlayışlı biri olduğuna dair imalarda bulundun. Hâlâ kendini tanıyamadığını da Sehun ve Jongin el ele yanımıza geldiğinde anladın. 
Gözlerinde parlayan, kimseye çaktırmamak için yandığı kadar çabuk söndürdüğün ateşi aynen hatırlıyorum. Çekingence oturduğumuz ağaç gölgeliğine doğru ilerleyen Sehun’u görüşünle, senden katbekat fazla bozguna uğramış ama senin aksine duygularını, hayal kırıklığını saklayamayan Yixing’in omuzuna yanağını dayaman arasındaki o birkaç saniyelik zaman diliminde bakanı cennetten iki taş düştüğüne inandıran gözlerin öyle hinle parladılar ki, yeni çifte sarf ettiğin tebrik sözlerinin hiçbirinin altının dolu olmadığını peşinen tasdiklediler. Tabii, yakın arkadaşına yanık olan sevgilin ateşinin farkına varmadı, zavallı Sehun ve Jongin çifti de ağzından damlayan bala kanmaya devam etti. Bir yanım Kyungsoo’nun anladığını söylüyor ama… Eminim sana konduramamıştır. Jongdae’yse sözde arkadaş grubumuzun rahatladığına seviniyordu yalnızca.
Herkes seni seviyordu, herkes sana güveniyordu… Kalplerini kırdığın insanlardan yayılan onlarca söylenti bile çevrenden birilerinin azalmasına yetmiyordu. Öyle iyi kuruyordun ki dengeyi… Yixing’le sürüp giden çalkantılı ilişkinizin de herkesçe mağduru olmuştun. Kötücül niyetinin aksine mutluluğu bulan Sehun’u yakinen seyretmeye dayanmayan Yixing seni terk ettiğinde yemeden içmeden kesiliyor, çevrene müthiş bir ‘’aşk acılı bitik çocuk’’ imajı çiziyordun. Dedikodular ve beraberinde gelen baskı Yixing’i buluyor, bazen onun arkadaşları hatta bazen de alakasız diyebileceğimiz kimseler dayanamayıp aranızı yapmaya kalkışıyordu. Bir yerden sonra Yixing’in kendisi de manipülasyonlarına inanmaya başladı, seni terk ederse yitip gideceğini sandığından çizdiğin mutlu ilişki resminin içerisinde somurtan suratıyla hapsoldu. 
Gerçi, Yixing’in sana inanmasında dolaylı değil, direkt bir etkin de var. Evet, o geceden bahsedeceğim. Hatırlıyorsun, değil mi? Bende bıraktığın devasa yarayı, kestiğin nefesimi sana vermekteki tereddüt etmeyişimi ve sonunda nasıl da ortada kalışımı hatırlıyorsun.
Sonunda okuldan mezun olmuş, iş hayatına atılmıştık birer birer. Eskisi gibi sık görüşemiyor oluşumuzdan dolayı ayağımdaki sen prangaları bir tık gevşemişti sanki. İş hayatının yoğun temposuyla dolan kafam sayesinde düşüncelerim senin yörene uğrayacak vakti bulmakta zorlanıyor, yeni ortama ve insanlara uyum sağlamaya çalışırken karşılaştığım simalar seninkinin üstüne eklenerek ilgimi dağıtıyordu. Yalan yok, bilincinde ve çok memnundum halimden. 
Bana iyi gelmediğini anlayalı bayağı oluyordu ama kabullenemiyordum bir türlü. Sehun’un, beteri Yixing’in inadına yaptığın sevgililikle ilgili herhangi bir şeye katlanmakta zorlanıyordum. Sehun ya da Yixing’le uğraşmadığında da beni hedef belliyor, senden deli gibi hoşlanmamdan faydalanarak yarattığın etkiden zevk alıyordun. Başka biriyle konuştuğumda yahut da size bakmama özsaygısını gösterebildiğimde ise dozu arttırarak gece üzüntüden uyuyamayacağım manzaralar sergiliyordun. Bütüne bütün bir sahne gösterisi haline getirdiğin ilişkinin midemde attığı sonsuz düğümler özlediğim hisler değildi ama apaçık ki sen, tıpkı ben gibi yetişkin oluşunu senden uzaklaşmak için bir gerekçe olarak kullanan Yixing’in de oyunundan kafasını çevirmesiyle delirdin. O gecenin daha makul bir izahını yapamıyorum.
Yine -kaçıncı olduğunu sayamadığım- terk edilişlerinden birinde, ancak sanıyorum Yixing’in dilinin ayarının uygun olmaktan çok uzak kaçtığı birinde, ve galiba artık ‘’tamamen bitirdiği’’ hakkında ettiği yeminlere sonunda seni inandırabildiği bir tanesinde umutsuzluğa kapılmıştın. Sayıp dökmelerle bitiremediğimden de anlaşılacağı gibi bu defa düştüğün umutsuzluğun pençeleri dört bir yanını sıkı sıkı sarmış, sana çırpındığında kurtulacağın hiçbir açık bırakmamış olacak ki son perdeyi oynayıp her şeyi ciddi ciddi bırakma kararı aldın. 
Kendini bir başkasının, benim kollarıma attın. Benden, onun sende bıraktığı izleri silmemi istedin. Ruhunda ve bedeninde Yixing’den kalan ne varsa benim bıraktığım yeni izlerle kapanmasını, seni kandırdığını, yıllardır hata yaptığını ama bu hatandan dönerek onu tamamen unutacağını, artık seni ve sevgini hak eden kişiyle birlikte olacağını söyledin.
Sen bataklığından kurtulsa da daima bir paçası batık olan benim ağzıma bir parmak bal çaldın, ben dudaklarının tatlı sarhoşluğu etkisindeyken omuzlarımdan bastırıp gerisingeri dibe yolladın. Şikayetçi değildim. Baştan ayağa battığım çamuru aşkın sanıyor, nihayet bataklıktan kurtulup da engin denizlere açıldığımın hülyasıyla aptalca sırıtıyordum. 
Sabah kollarımda seninle uyanmak… Ne imkânsız düştü… Hangi duamın kabulüydü..?
Huzurla uyuduğun kollarımda uyanıp da güneşimin ikinci kez doğmasını heyecandan karnım taklalar atarak beklemiştim. Biliyordun. Sahiden, kuruntuya ya da kuşkuya yer vermeksizin kalbimde beslediğim ne varsa hepsinden haberdardın. Alacakaranlıkta uykuya dalmadan evvel masal dinler misali dinlemiştin. Yorgunluğun da etkisiyle aşkımı anlattıkça mayışmış yüzünde ortaya çıkan tembel tebessümlerini izlemiş, belki milyonlarca kez hayalini kurduğum şekilde cümlelerim arasında verdiğim ufak molalarda dudaklarına ardı arkası kesilmeyen öpücükler kondurmuştum. Hepsinin de uykuyla uyanıklık arası beceriksizce ileri uzattığın dudaklarınla memnuniyetle karşılanması çektirdiğin onca çileyi, kalbimin bölündüğü sayısız parçayı unutturmuştu. Kollarımda, aşkımla sarmalanmış halde huzurluydun; varsın peşinden bir bu kadar daha koşturmuşsun, umursar mıydım?
Erken konuşmuşum.
Kusur bende değil ya, hayranı olduğum gözlerini açıp da nerede, kiminle olduğunu idrak eder etmez gece öpmekten harap ettiğim dudaklarından dökülen ilk sözcüğün ‘’Hataydı.’’ olacağını tahmin edemezdim. Yataktan bir hışımla kalkarak izlerimi bıraktığım bedenini yine benim gömleğimle kapatırken ‘’Unutalım. Yaşanmamış sayalım.’’ diyeceğini, ‘’Yixing bilmesin.’’ diye eklerken de gözlerime bakacak cürete sahip olabileceğini düşünememiştim. 
Kapıyı çarpıp çıktın. Ardında bir enkaz bile değil, aldığı nefesin doğruluğundan dahi emin olamayacak kadar ne yapacağını bilemeyen, dosdoğru bir tasvirle alenen kullanıp atılmış birini bıraktın. 
Peşinde koştuğum günlerin umutsuzluğu dağ olup aramızda dikiliyorken attığın tek adımla o dağı aştığımızı sanmıştım. Görmezden gelinmenin ve umursanmamanın, fenası kullanılmanın ayaklar altına serdiği gururumun üzerinde bir de ben tepinmiş, narin parmaklarının tenimi okşamasından aldığım güçle onu parça pinçik etmiştim. Senin uğruna yapılmış bir hareketti bu. Peki, sen neredeydin? Muhtemelen yapmayı sevdiğin biçimde Yixing’in göğsüne kafanı gömmenin en çabuk yöntemiyle ilgili tasarılar kuruyor, Yixing’in kalp atışlarının kendi sızlayan vicdanını bastırması için can atıyordun. Acınacak durumdaydım. Senin de benden aşağı kalır yanın yoktu.
Toparlanmayı seçebilirdim. Ortalığı ayağa kaldırıp acındırmalar ve baştan çıkarmalarla manipüle etmek için haftalarca uğraştığın Yixing’in, senin adını silinmeyecek bir kalemle çizmesini sağlayabilirdim. Sözde çok değer verdiğin, hırsların doğrultusunda hepsinin başını düşünmeden ezeceğin arkadaş grubumuzu dağıtabilir, kendim de yanında olmayarak seni yapayalnız bırakabilirdim. Mevzubahis sen olduğunda kullanmayı beceremediğim iradem herhangi birine müsaade etseydi eğer en büyük hayranın, aşığın, enayin… nasıl istiyorsan öyle adlandır, senin için neysem hayatını altüst eden düşmanına evrilebilirdim. Kırılan kalbimin, ayaklar altında hırpalanmış onurumun; sonları mutlu bitse de Sehun’un ve Jongin’in; bugüne değin üzdüğün kim varsa her birinin intikamını ağzımdan çıkacak iki-üç cümleyle alabilir, şah damarın saydığın Yixing’i senden ayırarak karmanı ödetebilirdim.
Envai çeşit hakareti hak ediyorum ancak uzatmanın manası yok, düpedüz akılsız olduğum için kıyamadım. Ya da bağımlıydım? Kalbimi atışını kontrol edemeyeceğim kadar hızlandıran aşkının hissine, gözümün gördüğü en dinginleştirici manzara olan gülüşüne bağımlı olmam; ‘’sırrımızı’’ saklayarak seninle aynı ortamlara girmeye devam edip Yixing’le yan yana görmeye katlanmama iyi bir mazeret sayılabilir. 
Ben sana bağımlıydım, sen başkasına takıntılıydın… Benziyoruz, değil mi? Seni andırdığım için mi beni görmezden gelmeyi seçiyordun? Yoksa kendinden mi kaçıyordun?
O meşum hadisenin ardından kaderin, hayır, suçu Tanrı’ya atmak saçma olur, arkadaşlarımızın bizi yeniden aynı masa etrafına topladığı gün ikimizin de hastalığı hiçbir iyileşme emaresi bulundurmuyordu. Sen mekana kolundan sürüklediğin Yixing’le girmiştin; bense aptallığımı sindirmekle geçirdiğim aylara, sizi birlikte gördüğümde kalbime saplanan sancıya, suçlu olduğunu bilen gözlerinin inatla oturduğum sandalyeden kaçınmasına rağmen paragrafın başında ‘’meşum’’ diye bahsettiğim gecenin aklıma doluşan hatırasıyla kulaklarım kızaracak mı diye endişeleniyordum. Kızarmasa da pembeleşmiş olmalı. Dikkatinden kaçmayan, gecenin devamında Yixing yerine benden seni evine bırakmamı isteyecek cesareti alabileceğin tonda bir pembelik. 
Sana ettiğim bu son sözlerimde öfkemle üreyen hakaretlerime gem vurmayacağımı belirtmiştim. Alçaksın. Öyle alçaksın ki, zehrinden damarlarını arındıramamış bir adamı kandırıp diğerinin koynuna koşacak, sonra da yine unutmasını isteyecek kadar alçaksın. Ve haftalar sonra, doyumsuz nefsinin biriyle yetinemediğinin idrakıyla aramızdakilerin gizli kalarak devam etmesini teklif edecek kadar da yüzsüzsün. Ama söyledim ya, biz aslında benziyoruz. Senden daha az alçak ya da yüzsüz olsaydım en azından beni arkadaşı sayan Yixing’in arkasından dolap çevirmeyi kabul etmek şöyle dursun, balıklama atlamazdım.
Yaptığımla övünmüyor, aksine hicap duyuyorum ancak yaptım işte. Beni kullanmana izin vermeye devam ettim, adımın başında yazdığı upuzun bir liste insanı kandırırken sana ortak oldum. 
Lafın gelişiyle dahi olsa ‘’Biliyor musun?’’ diye sormayacağım, biliyordun. Yaşam boyu tanıdığım en alçak insanın ikram ettiği şaraptan, dudaklarından kana kana içerken kendimden geçtiğimi, aklımı oynattığımı biliyordun. Aşk, arkadaşlık… insan ilişkileri hakkında öğrendiğim nice doğruları hiçe sayarken arka planda bas bas bağıran vicdanımı zorlanmadan susturdum ancak Yixing’in dudaklarının ağırlığı terazinin dengesiyle oynamış olsa gerek, aynısı senin için geçerli olmadı. Aklanmak, temizin yanından bile geçemeyecek olsan da ona yakın hissetmek istedin fakat senin tilkilerin ahlaksız, Baekhyun. O masadan çıkan herhangi bir sonuç sıradan insanların ahlak anlayışına uymuyor. Ama… Kime anlatıyorum… Tilkilerin tokalaştıktan sonra dünyanın kalanı umurunda mı ki?
Manipülasyonunun olgun meyvesi, artık kölen haline gelmiş Yixing’e ihanet etmek yüreğine ağır geldi, sana verdiğim hazdan da vazgeçemedin ve durumu eşitlemek için Yixing’i de bizim şarampolden yuvarlandığımız yoldan çıkarmaya çalıştın. Başardın da. Sarhoşluğun etkisiyle bilincini hiç kazanmamış gibi yitiren Yixing’i izi kalmış gönül yarasıyla, esas yüzünü bilmeden seninle arkadaşlığını devam ettiren ve en az Yixing kadar sarhoş olma bahtsızlığına sahip Sehun’la aynı odaya soktun. Mükemmel bir plandı. Çünkü Yixing’i etkilemek amacıyla hiçbir şey yapmamış olsa da Sehun’a da bilenmiştin, değil mi? Gecikmiş intikamını da böylece aldın. Senin aksine mutlu ve sağlıklı bir ilişki sürdüren Sehun’a muazzam bir vicdan azabı verdin. Ne de olsa Sehun’un Jongin’i kaybetmemek için bu sırrı saklayacağını biliyordun. Ayrılsalar da umursamazdın ya, neyse.
Sonra, senin dahi hesaplayamadığın bir şey oldu. Bu okuduklarını nasıl öğrendiğim gizemine kafa yormana gerek yok: Sehun sırrını paylaşmak için yine beni seçti. Bir gece kütük gibi sarhoş olup kapıma dayandı, ciğerleri çıkarcasına ağlarken olan biteni anlattı. ‘’Yardım et Chanyeol,’’ dedi, ıslak yüzü dizlerime kapanmış yalvararak. ‘’Jongin’i kaybedemem ama onu aldatmış olmayı da yediremiyorum. Ne olursun yardım et.’’
Doğru andı. Aklımı başıma toplayıp karşına dikilmek ve işlediğin sayısız günahın bedelini ödetmek için karşıma çıkan en doğru andı. Yapacak savunman yoktu, kaçacak yerin yoktu, o veya bu şekilde kandırabileceğin kimse yoktu etrafında. Yine de senin sadık enayin olmaya devam ettim. Sehun’a onu anladığımla ilgili telkinler verdim, Jongin’e söylememesi konusunda tembihledim. Ama, kötülüğünün dehşeti dudak uçuklatacak seviyeye ulaştığından çok sarsılmıştım. Biraz da… Kıskanmıştım. Diğerleri gibi değil. Seni her zaman başkalarının nazarından, Yixing’in varlığından bile kıskanıyordum fakat bu seferki ötekilere benzemiyor. Bu defa, beni Yixing kadar değerli görmediğin için, onu düşündüğün kadar beni düşünmediğin içindi.
Saçma. Pekala farkındayım. Sonuçta ben aldatılan değil aldatırken kullandığın adamım, suç ortağınım ama beni Yixing’le aynı kefeye sokan etmenlerin de olduğunu inkar edemezsin. Ben de çok aşıktım, ben de senden vazgeçemiyordum ve ben de sen tarafından kullanılıyordum. Yixing bilmeden seni paylaşıyorsa da ben göz göre göre yaparak fazladan acı bile çekiyordum. Yixing senin aşkına sahipti, yüreği dağlanmış bense acımana bile layık görülmemiştim. Hâlâ görünmezdim. Hamle yapmaya karar verdim. Yixing’in aşkıyla çirkinleşebileceğin seviyeyi görünce benim de payıma düşsün istedim ve seni kıskandırmaya çalıştım. Ofisten arkadaşım, kibarca reddettiğim flörtöz girişimlerin kaynağı Minseok sayesinde başarılı da oldum.
Yanınıza kolumda biriyle gelmemi beklemiyordun. Beni yalnız, sefalet bir biçimde karşılamaya alışmıştın. Minseok ve Yixing yanımızdayken masanın altından oramı buramı elleyerek kendini hatırlatman da bu yüzdendi. Baştan çıkarıcı dokunuşların kime ait olduğumun, kimin için yandığımın ince bir hatırlatıcısıydı. Hiç unutmasam da geri adım atmadım. Narin parmakların altında erimedim. Kolum Minseok’un omuzlarındayken gözbebeklerinde parlayan hırsını zevkle izledim. Bildiğin gerçeği yeniden itiraf etmeliyim, Minseok’la ilişkimi de aynı sebepten ilerlettim. Sonunda senden bir tepki alabilmiş, ilk kez görünür olabilmiştim. 
Sahiden çok acı… Yıllarca beslediğim saf duygular veyahut da benden faydalandığın sürüsüne bereket fırsatın hiçbiriyle dikkatini çekemeyip de başka bir çift gözün dikkatini çektiğim an bakmaya değer bulunmam… gurur kırıcı. Gurur kırıcı yanını senden bulaşan kötücül, çıkarcı hislerimin büyük bir çukurda kül edeceği kadar da harlayıcı. 
Beni Minseok’tan kıskanman… Sahiden, Baekhyun, eğer böyle basit numaraların insanı olduğunu bilseydim en başında kalbimdeki aşkına sadık kalmaz, birileriyle flörtleşir, hiç olmazsa kendimi senden gelecek ödül mamasını bekleyen sadık bir köpek yavrusu gibi hissetmezdim. Sen, benim sana duyduğum sadakati de hak etmiyordun. Kaybettikten sonra birinin olası her şartta sana bağlı kalabilmesinin değerini anladın. Üstelik Yixing ve Sehun’a yaşattığın geceyle de bu bağlılığa yalnızca ben cephesinde sahip olduğunu tasdikledin. Ama çok geçti çünkü ben, seni kışkırtmanın yolunu bulmuştum bir kere.
Minseok’la takılmam, toplu buluşmalara onunla gelmem, sosyal medyada paylaştığım birkaç gönderi ya da bana aldığı bilekliği takmam… Hatta Minseok için zar zor ayarladığın ‘’özel buluşmalarımızı’’ ekmem… Minseok’un güzel yüzü ve cesurca yaptığı kombinleriyle dikkat çekmesi, övgüler alması… Bayağı hoş çocuk ya Minseok, bir de senin bocaladığın, Yixing ve ben yüzünden kırılmaz kabuğun olan özgüvenine çizikler aldığın döneme denk gelince, Sehun da Jongin’le bozulmadan devam edince... En büyük rakibin olup çıktı. Aynadakinin hinliğine bakmadan faturayı Minseok’a kestin, tilkilerinin masasına ana yemek yaptın.
Hakikati saklamaya çalışmak manasız, feci hoşuma gidiyordu kıskanç hallerin. Minseok şu durumda kusur bulmaya haya edeceğim karakteri ve güzelliğiyle yanımda dikilirken bana ışık olmuş da varlığımı nazarında aydınlatmış gibiydi. Artık senin için görünür olmuştum. Peşinde koşan Chanyeol değildim artık. Başkalarının da istediği hatta senin olduğunu kimseye söyleyemeyeceğin için yalnızca Minseok’un sayılan Chanyeol’düm. Oyuncağı elinden alınmış, hayli de şımartılmış bir çocuk misali çıldırıyordun ama sesini çıkaramıyordun. Pasif agresif tavırlara başvurmak zorunda kaldın. Üstü kapaklı laf çarpıtmalar, aklımı karıştırma yöntemlerinden biri olan belli belirsiz temaslar, baş başa kaldığımız ihtiras dolu anlarımızda sergilediğin sahiplenici hareketler… Yine de her seferinde Minseok’a yeniden dönüyor olmam egona vurulan en sağlam darbeydi. Yixing’in sen yerine Sehun’u beğenmesinden bile daha büyük bir darbe çünkü sen bu darbeyi hiç beklemediğin yerden almıştın: Hayatında olduğunu fark etmediğin Park Chanyeol’den.
Sen, beni hayatında yalnızca bir kere gördün, Baekhyun. O da başkası sayesinde oldu.
Beni kazanmak, daha evvel tenezzül dahi etmediğin ancak denediğinde ne denli zor olduğunu anladığın bir mücadeleydi. Kaybetmemiştin, hiçbir zaman iplerim ellerinden tam manasıyla kopmamıştı ama birlikte geçirdiğimiz yıllar boyunca da hiç bu kadar gevşek olmamışlardı. Talihsiz yanı, senin kontrol edebildiğin bir mesafe değildi bu. Başaramamanın körüklediği hırsınla yıllardır bir çöp kadar değersiz olan beni, isminden başka bir şey sayıklayamayan bir kukla olduğum halime döndürmek için Yixing’i bile boşlamaya başlamıştın ama yapamıyordun. Artık parmaklarını hareket ettiremeyeceğin raddeye gelecek kadar ellerine doladığın iplerimin uzunluğu, bir türlü bana ulaşabileceğin kadar kısalmıyordu.
Yixing de afallamıştı tabii. Bense hazla kendimden geçiyordum. Yixing’in yanında olmamızı umursamadan açık seçik gösterdiğin ilgiden, benimle birkaç saat fazla geçirmek için onu ekmenden ya da senden istediği ilgiyi bana verebilesin diye uydurduğun yalanlardan öyle zevk alıyor, lanet kibrimi öyle besliyordum ki… Sanki dünyaya hükmeden bir kralmışım gibi hissediyordum. O sıralar yapamayacağım hiçbir şey yoktu. Herkesi yenmeye gücüm olmasa da inancım vardı. Senin ilgin, senin gözlerin… Biz fanilerce sahip olanın aklını tahmin edemeyeceğin şekillerde bulandıracak etmenler, Baekhyun. Biliyorsun.
Ben bırak gecemi, gündüzüme ve mevcut benliğimin her bir zerresine zuhur etmiş rüyanda kendimi kaybetmiş, Minseok’un tertemiz niyetlerle sunduğu hoşlantısı ruhumu temizler ve senin kirli ellerin bıkıp usanmadan kirletirken arada dengeyi bulduğumu sanıyor, ilerisini düşünmüyordum. Neden bununla kendimi yoracaktım ki? Piyon değildim sonuçta. Oyunun ödülü bendim. Kazanana altın tepside sunulacak, değerli ve arzulanan kupaydım ben. Neden geleceği düşünerek olumsuz ihtimallerle göğsümü kabartan bu ‘’değer’’i yok edecektim? Ama yapmalıydım. Biri, özellikle de yüzüne baktığımda karşılaşmaktan korkacağım biri üzerime bir kova su atarak kaplandığım sahte yaldızı bedenimden akıtmadan, altta yatan ucuz maddeyi ortaya çıkarmadan evvel düşünüp önlem almalıydım. Yapmadım, bu hatamla da acısını çekerek yüzleştim.
Minseok’tu görmekten korktuğum yüz. Seninki olmasını beklerdin muhtemelen. Sehun, yalan söylemesini sağladığım Jongin, beni arkadaşı sayan Yixing yahut işlediğimiz günahla artık oturup sohbet etmekten utanacağım grubumuzun diğer üyeleri. Hiçbiriniz değildiniz çünkü bana ya da diğerlerine yapılmış bir yamuğunuz olsun veya olmasın, ne kadar hicap da duysam kaşarlanmıştım. Sizlerin kötülük seviyesiyle alakası yoktu, sadece senin ilginin sahibi olmak yüzleşmeyi kolaylaştırıyordu. Belki de çevremizden birinin öğrenmesi durumunda yalnız olmayacağıma, seninle beraber hüküm giyeceğime güveniyordum ama Minseok için öyle değildi. Minseok’u gruba da diğerlerinin hayatına da ben sokmuştum. Haliyle Minseok’un hesap soracak benden başka kimsesi yoktu.
Keşke… Keşke öğle vakti kapıma dayandığında birkaç yumruk atsaydı, diyorum. İkimizi gizlice bastığı bar tuvaletinde direkt yanımıza gelip beni bir güzel benzetmeyi seçseydi de bayağı memnun kalırdım. Günlerce susup üzüntüden kendini yiyip bitirmek yerine öfkesini benden çıkarsaydı, evime geldiğinde bile nezaket çizgisinden şaşmayan kibar karakterini bir yana bırakıp ağzıma sıçsaydı vicdanım daha az sızlardı. Ama Minseok… Bizim pis zihniyetlerimizin alamayacağı bir saflıkta yetiştirmiş kendini. Evime geldi, sakince oturarak olan biteni anlattı. Nasıl etkilendiğinden ve hatta suçu kendinde aradığından da bahsetti. Sonradan doğru sonuca vararak tüm kabahatin bizde olduğuna kanaat getirmiş elbet, ama ifade ederken seçtiği kelimeler… Uyandım, Baekhyun. Minseok bana ‘’Onu seviyorsun, Chanyeol, bu çok bariz. Ama hayatınızdaki kimse için doğru olanı yapmıyorsunuz.’’ dediğinde adeta bir kabustan uyanıyormuş gibi kendime geldim. Minseok benimle ilişkisini kökünden kesmek istediğini beyan etmesinin hemen ardından, aynı anlayışlı sesiyle ‘’Aşk masum bir duygudur. Sizin onu yaşama biçiminiz pek öyle görünmüyor. Aşkınızın arkasında durmak istiyorsanız bunu duygularınıza yaraşır biçimde yapın.’’ diyerek parmaklarına bağlı iplerimi kökünden kesti.
Beynimin zaten bildiği gerçekleri başkasından duymak değildi bence etkili olan. Beni esas etkileyen şey bu çarpıcı cümlelerin masum birinin, gerçek iyi niyet sahibi birinin ağzından dökülmesiydi. Minseok’u haksız yere üzmüştüm. Sen ve ben, başımıza gelecek musibetlerin sorumlusu olsak da bataklığımıza çektiğim Minseok’un bizim pisliğimizle bir alakası yoktu. Ama yine de karşımda, bulaştığı çamur gönlünün parıltısını kapatmaya yetmemişken tüm hüsran ve zarafetiyle oturuyor, telafi edilemeyecek kadar kırılsa da yollarımız ayrıldığında benim için en iyisini diliyordu. Yaptıklarım, aptallığım, bencilliğim, sayamadığım fakat orada olduğuna yeminler edeceğim her kötü yanımdan utandım. Masum sandığım sana olan bağımlılığımın gerçek bir masumu nasıl etkilediğini gördüğümde utançtan ciğerlerim söndü sanki. Dünya beni bir nefeslik oksijen daha vermeye layık bulmuyormuşçasına nefesim daraldı.
İşte, uyanışım böyle oldu, Baekhyun. Senin, körü körüne taptığım, kendi yarattığım bir puttan ibaret olduğunu idrak edişim Minseok’un yumuşak sözlerinin yanağımda sert bir tokat olarak patlamasıyla vuku buldu. Kurtulmam gereken bir bağımlılıktın sen. Minseok’un yolculamamı beklemeden çıkıp gittiği evimde yankılanan kapı sesi uyarıcı görevi görerek bendeki bir şeyleri tersine çevirdi. Birden, seni görmek bile midemi bulandırmaya başlamıştı.
Bu hissin üzerine gitmedim. Bıraktım, beni rahatsız edebildiği kadar etsin, senden ve kendimden iğrenmemi sağlasın. Vicdan temizlemek diyebilirsin buna ama vicdanım geçen aylarda duyduğum nefrete rağmen bir iğne ucu kadar dahi ferahlamış değil. Şu an sadece Minseok’a karşı ezilip büzülmüyorum. Yixing’e, Sehun’a, Jongin’e, arkadaşlarımıza ve listenin son satırında eğri büğrü yazsam da kendime de mahcubum. Çok yanlış yaptım, çok ayıp ettim. Yıllarımı ve güzel insanları senin uğruna heba ettim. Ama artık bitti.
Bitti, Baekhyun. Bittin. Sen, benim için tamamıyla bittin. Kalbimden atması zor olsan da bittin. Başardım. Kurtuldum senden. Zihnimi meşgul edişin de bu mektup aracılığıyla içimi dökmemle son bulacak çünkü mektubun sonuna geldiğimde, seninle paylaşacak hiçbir şeyim kalmamış olacak. 
Minseok gibi güzel dileklerde bulunmayacağım, sana benzediğimi üst satırlarda birden fazla yerde yazmıştım. Ben, senin için kötülük istiyorum, Baekhyun. Pişman olmanı, başta Yixing olmak üzere tilkilerin masasına kimi yatırdıysa af dilemeni, hiçbirinden merhametle karşılık bulamamanı ve eğer mümkünse yalnız kalmanı istiyorum. Sen yanında yöresinde barınılacak biri değilsin, egon böylesi zehir saçıyorken değil. Bu yüzden yalnız kalmalı, yalnızlığınla imtihan olmalısın.
Ama buna ben karar veremem, değil mi? Defalarca zikrettiğim üç ismin yaptıklarını öğrendiğinde ardlarına bakmadan gideceklerine şüphem olmasa da Kyungsoo ve Jongdae’nin yumuşak yanları için kesin konuşamıyorum. Eh, birilerini zehirlerken insaflı davranmışsın ya da sen de hâlâ biraz sevgiyi hak ediyorsundur. Evet, hak ediyor olabilirsin. Sonuçta, kullanılıp atılması bir yana, diğerlerini kandırmanda sana yardım eden ben de şu an bir nebze sevgi için aranıyorsam… Dönüştürmene izin verdiğim adam olarak hak etmesem de, uyanmış ve teşbihte hata olmasın, yeniden doğmuş Chanyeol olarak hak ediyorum.
İnsan açgözlü ve ahmak, değil mi Baekhyun? Başkalarında sebep olduğu tonlarca yıkıma aldırmadan kendi kalbinde ufak kıpırtılar isteyebiliyor. İnsan unutkan, insan utanmaz… İnsan gerçekten arlanmaz. 
İnsanların kusurlarını kişiliğinde nasıl muhafaza edip besliyorsan, bunları da öyle biliyorsun ama artık benim için senin ve bilip görmezden geldiklerinin zerre kadar önemi kalmadı.
Senden, düşüncelerinden, bedeninin hülyasından, ruhunun kirinden… Özgürüm.
Hor kullandığın eski kuklan,
Park Chanyeol
___________________
‘’Ne yapıyor? Yine o mektubu okuyor, değil mi?’’ dedi Haerin pastanın üstüne kuruladığı çilekleri dizerken. Mutfağa henüz girmiş kardeşi Eunjung’dan kafa sallamasıyla onay aldığında ufak bir iç geçirdi.
Eunjung ablasının çalıştığı masadan bir sandalye çekip oturdu, kasedeki çileklere uzanırken mırıldandı. ‘’Kim bilir sabahtan beri kaçıncı okuyuşu bu?’’ Ablasının eline vurmasına kaşlarını çatarak ağzına bir çilek attı. Lokmasını yuttuktan sonra bir süre bekledi. ‘’Kyungsoo amca yine gelmez, değil mi?’’ 
‘’Ne zaman geldiğini gördün ki?’’ Haerin spatula yardımıyla bozduğu kremayı düzeltirken cevapladı. ‘’Yine hediyesini gönderir, her sene aynısını yapıyor.’’ Bu defa iç çeken taraf Eunjung olmuştu.
‘’Keşke oturup görüşmeyi kabul etseler. Ne zaman konusunu açsak duymazdan geliyorlar! Baekhyun amcayı anlıyorum, kazadan sonra travma kalmış olmalı, özellikle şeyden sonra…’’ Eliyle yanağına, Baekhyun’un şimdi yüzündeki aynı noktada ev sahipliğini yaptığı yaraya benzer bir şerit çizdi. ‘’Kimseye görünmek istemeyebilir. Ama Kyungsoo amca vicdansızlık yapıyormuş gibi geliyor bana.’’
Haerin kafasını iki yana salladı. ‘’Bence o sebepten değil.’’ Küçük kardeşinin anlamayan ifadesiyle devam etti. ‘’Daha derin bir şeyler olmalı. Baekhyun amcanın kazasından çok daha derin. Mesela, düşünsene, kaza biz doğmadan çok çok önce yaşanmış ama Baekhyun amca bizim evde kalmayı kabul edeli ne kadar oluyor? Beş sene mi?’’ Spatulayı havaya kaldırıp kardeşine baktı. ‘’Aralarındaki bu kopukluğa sebep olan başka bir şeyler olmalı.’’
‘’Babamdan bile uzak durmak isteyeceği kadar büyük bir kavga...’’ diye sesli düşündü Eunjung. ‘’Cidden, ne yaşanmış olabilir de aralarına kocaman duvarlar örmüşler? Yatağın altındaki fotoğraflarını hatırlıyor musun?’’ Baekhyun’un onlara taşındığı hafta sonu salondaki konsoldan ebeveynlerinin yattığı karyolanın altındaki kutulara kaldırılan çerçeveleri hatırlayıp kafasını salladı Haerin. Babası ve arkadaş grubunun gençlik fotoğrafları ara sıra çarpan özlem dolu bakışlarla yıllarca salonlarında sergilenmişti. ‘’Halbuki omuz omuza gülümsüyorlardı… Kyungsoo amca Baekhyun amcanın boynuna sarılıyordu,’’ Eunjung şimdi dirseğini masaya yaslayıp mırıldandı, ablası da onun cümlesini ‘’Babamın aralarından fırladığı fotoğraf.’’ diyerek bitirdi.
‘’Annem o fotoğrafı gördüğünde ne demişti, biliyor musun?’’ Buzdolabından yeni bir çeşit meyve almak üzere arkasını dönerken sordu, kardeşinin dikkat kesildiğini görmese de biliyordu. ‘’Hatırlarsın belki, Baekhyun amcayı Kyungsoo amcanın elinden kurtarmak için hamle yapan biri vardı orada.’’
‘’Chanyeol amcam mı? Onu tabii ki hatırlıyorum, canım! Chanyeol amcamın kulakları ve upuzun boyu gençken de belli ediyor kendini.’’ Bariz olanı dile getirdiğini sanıyordu ancak elinde birkaç muzla dönen ablasından mimikleriyle ret aldı.
‘’Diğerini diyorum. Bizimkilerin solunda kalıyor, daha kısa olan. Yanağında gamze vardı. Hatta Baekhyun amcam uzanıp onun elini tutmuştu.’’
Eunjung’un kaşları çatıldı. ‘’Neydi adı? Y ile başlıyordu sanırsam… Yi-... Ying miydi?’’
‘’Yixing.’’ diyerek düzeltti kardeşini. Yixing babalarının hayatında geçmiş bir isim olduğundan amca kullanmaya gerek duymamıştı.
‘’Yixing!’’ Parmaklarını şıklattı. ‘’Kazadan sonra Kore’yi terk ederek memleketine dönmemiş miydi o?’’
Haerin tezgaha, muzları soymaya yönelmeden önce kardeşine imalı bir bakış attı. ‘’Belki de kaçtı? Suçlu olduğu için?’’
Eunjung duyduklarıyla şaşırarak yaslandığı masadan hafifçe doğruldu. ‘’Kaçtı mı?’’
‘’Annem dedi ki,’’ Haerin elindeki muz kabuğunu tezgaha bırakıp tam olarak Eunjung’a dönmeden kapıya bir bakış attı. Belini biraz büküp sesini daha da alçaltarak yarattığı gizem havasını arttırdı. ‘’Baekhyun’un Yixing’den şikayetçi olmaması çok garip. Hem de her şey onun suçuyken.’’
Eunjung’un gözleri fal taşı gibi açılmıştı. ‘’Yixing mi yapmış her şeyi?’’ Haberin şok etkisiyle sandalye üzerinde dimdik oturdu, ifadesinde korku açık seçik okunuyordu. ‘’Yani… Baekhyun amcamı merdivenden…’’ Sesi neredeyse bir fısıltı gibi çıkmıştı. Baekhyun’un kazası, duyup da üzülmesine karşın bir önlem olarak evlerinde tabu sayılıyordu. Aslını astarını da bu sebeple hiç soramamışlardı. ‘’Cidden böyle mi olmuş?’’ 
Haerin ikinci muzu alırken omuzlarını silkti. ‘’Anneme sorduğumda ağzından kaçırdığını anlayarak konuyu geçiştirdi, ‘’Kaza anında yanındaydı sadece.’’ dedi ama… Bence öyle. Yoksa neden ülkeyi terk etsin ki? Kaçmış işte.’’
‘’İyi ama… Bizimkiler neden yakalatmamışlar ki?’’ Eunjung’un kaşları çatıldı, kararlılıkla ekledi. ‘’Babam asla yanına bırakmazdı!’’ 
‘’Bence Kyungsoo amca da susmazdı. Hatırlasana, geçen sene, babam işten kovulduğunda Kyungsoo amcayla konuşana kadar tazminatını istemekle uğraşmamakta kesin kararlıydı.’’ Duvara yaslanmış kesme tahtasını indirdi, muzları üzerine yerleştirdi. Bu sırada kaşlarını çatmış, Kyungsoo’nun taklidini yapan kız kardeşinin yüzünü kaçırsa da kalınlaştırdığı ses tonu ve birebir anımsadığı cümleden çıkarmayı başarıp kıkırdadı.
‘’Kim Jongdae! Eğer o parayı almazsan senin ben aklına-’’ Ablasıyla orada bulunmalarından dolayı cümle bitmeden Kyungsoo’nun ağzına kapanan babasının elini taklit ederek kendi sesini boğdu, bir yandan da gülüyordu. Ciddiyetini kazandığında ekledi. ‘’Evet, susmazdı gerçekten. Demek ki Baekhyun amca çok büyük bir yamuk yapmış olmalı. Yine de böyle bir durumda yalnız bırakılır mı?’’
‘’Bilemiyorum…’’ dedi Haerin, masadan meyve bıçağını almak için hamle ederken. ‘’Açıkçası denklemde çok fazla açık var. Babama ve Chanyeol amcaya da mı yamuk yapmış demektir bu? Ya da resimdeki diğerlerine? Baekhyun amca o kadar kötü biri mi ki?’’
‘’Herkes tamam da,’’ Eunjung yine masaya dirseğini yaslamış, çenesini de avuç içine konumlandırarak hülyalı hülyalı buzdolabını izlemeye başlamıştı. ‘’O yakışıklı oğlana da yamuk yapmazsın ya!’’
Haerin yarı güler yarı şaşırmış bir ifadeyle kardeşine döndü. ‘’Şapşal!’’ derken nefesinin altından kıkırdıyordu. ‘’Hafta sonu Sehun amcanın düğün davetiyesini aldık ya, haberin yok mu? Senin imkânsız aşkın artık başkasının,’’ Yalancı bir yas havası takındı. ‘’Üzgünüm…’’
‘’Saçmalıyorsun! Hani aşka küsmüştü Sehun?’’ Hararetle yaptığı savunması ablasının ‘’Sehun AMCA!’’ düzeltmesiyle bölünürken umursamadı. ‘’Ben küçükken babama onunla evlenmek istediğim için ağladığımda ‘O aşka küstüğü için kimseyle evlenemez, kızım, sen başka biriyle evlenirsin.’ demişti bana!’’
‘’Esmer olan var ya, Sehun amcayla birlikte kareli gömlek giyen, Jongin amca. Sehun amcamı affetmiş. İki senedir sevgililermiş zaten ama annemler bize söyleme gereği duymamışlar.’’ Kardeşine küçümser bir bakış attı. ‘’Belli ki sen yine ağlama diye.’’
Eunjung kollarını birbirine kavuşturdu. imkânsız ilk aşkını kaybetmiş olduğu gerçeği onda garip bir huysuzluğa yol açmıştı. ‘’Hayır, belli ki çok da ciddi bir ilişki olmadığı için.’’
‘’Evleniyorlar!’’ Eunjung, arkası dönük ablasının göz devirdiğini bu tek kelimenin söyleniş biçiminden anlayabiliyordu. Yine de neden yaptığını bilmediği savunmasını sürdürdü. ‘’Ee? Ciddi olsalardı barışmalarını hep beraber kutlardık! Bak annemin arkadaşlarına, her yeni çiftte upuzun sofralar seriyoruz! Ama ne hikmetse Sehun Jongin’i hiç buraya getirmedi, demek ki ciddi değil’’
‘’Sehun amcanın kendisi gelmiş gibi bir de Jongin amcayı getirmesinden mi söz ediyorsun cidden?’’ Doğramayı bitirdiği muzların üzerinde uzandığı tahtayla masaya adımlayıp eski yerine geçti.
Eunjung, ısrarla yaptığı savunmasında üzerine düşünmeden söylediği ‘’Biz küçükken geliyordu ama!’’ cümlesiyle bir duraksama yaşadı. Beynindeki çarklar hızla döndü, ablasıyla göz göze gelmek için kafasını kaldırdığında Haerin’in de onu beklediğini gördü. ‘’Baekhyun amca bizimle yaşamaya başladığından beri gelmiyor…’’
‘’O zaman tüm suçlu o!’’ İstemsizce yükselttiği sesiyle refleks olarak kapıya baktı, sonra normal desibeline inerek devam etti. ‘’Sorun kesinlikle Baekhyun amcada olmalı, herkes birden onunla küstüğüne göre.’’
Haerin kardeşi kadar kesin hüküm veremiyordu. Düşündü, bir süre sessiz kaldı. Sonra rahatsızlıkla konuştu. ‘’Ama bakınca… Baekhyun amca mağdur olan değil mi? Merdivenlerden yuvarlandıktan sonra tekerlekli sandalyeye mahkum kalmış, herkes tarafından terk edildiği için senelerce bakımevinde yaşamış, ailesi bile kabul etmemiş onu! Yani…’’
‘’Bizde kalabilirmiş, babam en başından beri söylüyormuş bunu! Baekhyun amca kendi uzak durmuş, demek ki suçunu biliyor!’’ diyerek ısrar etti Eunjung. ‘’Kesinlikle, babamdan bile çekineceği bir kabahat işlemiş olmalı.’’
Pastanın kenarlarına muz dilimlerini yerleştirmek için eğilmişti, kafasını kaldırmadan savını sürdürdü. ‘’Öyleyse babam niye affetsin ki? Kyungsoo amca, Jongin amca, Sehun amca, Chanyeol amca ve Yixing…’’ Saydıkça durumun ona göre absürtlüğünü vurguluyordu. ‘’Hepsini birden kendine düşman edecek kadar büyük bir şey yaptıysa, babam neden affetsin?’’
Eujung tahtadan aldığı bir dilim muzu ağzına attı, çiğnemeden konuştu. ‘’Annemle babamın tanışmasına o vesile olmuş, unuttun mu? Belki o tip bir minnet borcudur? Babam yufka yüreklidir zaten, halini görünce kıyamamıştır.’’
Omuzlarını silkti, kardeşinin ısrarla Baekhyun’u suçlamasına ikna olamıyordu. ‘’Ben hâlâ Yixing’in de bir haltlar karıştırmış olabileceği ihtimali üzerinde duruyorum. O adam boş yere kaçmış olamaz.’’ 
‘’Eh, o halde Chanyeol amca da suçlu! O da herkesten habersiz gitmemiş mi sanki? Tam oalrak nerede yaşadığını bile bilmiyorlar!’’ Eujung’un kendini haklı çıkarmak için ortaya attığı şey, ikisinin de zihninde yeni birer kapıyı aralamıştı. Yixing kaçtıysa, Jongdae’nin yalnızca yılbaşında mail almak suretiyle haberdar olabildiği Chanyeol’ün ondan bir farkı kalıyor muydu?
‘’Ya her şey onun başının altından çıktıysa?’’ Haerin daha kardeşi ona katılmasını takdir edemeden başını iki yana salladı. ‘’İmkânsız, annem hep ondan zavallı diye bahsediyor.’’ Cümlesinin ortasında çalan zille bu defa da kafasıyla dış kapının olduğu tarafı işaret etti. ‘’Bizimkiler gelmiş olmalı.’’
İşareti alan Eujung, hiçbir şey söylemeden kapıya gitti. Kucağında büyük olanın temelini oluşturduğu üç paketlik ufak bir kuleyle dikilen babasının centilmenlik yaparak önden girmesine izin verdiği annesine kısaca sarıldı, babasının elinden paketleri almak için uzandı. ‘’Kyungsoo amca bu sene cömert mi davrandı?’’ dedi merakla, normalde her sene yalnızca bir paket gelir, Baekhyun tarafından açılmazdı.
‘’Yok,’’ dedi kızına gülümseyen Jongdae. ‘’Üstteki küçükler sizin. Üzerinde isimleriniz yazıyor.’’
‘’Bizim mi?’’ Kulak misafiri olmuş Haerin hole çıkan mutfak kapısında göründü, açıklama ona bir öpücük verip pastanın durumunu kontrol etmek için mutfağa giren annesinden geldi. ‘’Dönüşte Minseok amcanlarla bir kahve içtik. Junmyeon amcanla Amerika’ya gitmişlerdi, biliyorsunuz, size de birer armağan getirmişler.’’
Eujung’un yüzü kocaman bir sırıtışla aydınlandı, Baekhyun’un hediyesini konsola bırakıp iki küçük paketle mutfağa koştu. ‘’Sizden sonra en sevdiğim çift, yahu! Hiç bizi unutmuyorlar!’’ Paketi yırtarcasına açarken peşinden giren babası ve annesine hitaben söyledi.
Kızının heyecanına kıkırdayan Jongdae uzanıp saçlarını karıştırdı. ‘’Junmyeon amcana kök söktürdüğünüz için olabilir mi acaba? Size kendini sevdirmişken unutturmak istemiyor.’’ 
Kendi paketini açmak için yıkadığı ellerini kurulayan Haerin ufak bir kahkaha attı. ‘’Minseok amca konusundaki hassasiyetimin arkasındayım. Kendisi en yakın arkadaşlarım listesinde ilk beşteki yerini koruyor.’’
‘’O da bir şey mi? Benim ilk üçte!’’ Paketten çıkan son model kulaklığı gördüğünde koskocaman açılan gözlerine ağzından kaçan hayret dolu bir nefes eşlik etti, annesinin ‘’Junmyeon amcan düşünmüş bunu almayı, özellikle belirtmemi istedi.’’ ufak notuyla ‘’Ama sanırım artık Junmyeon amcayla yer değiştirme zamanları geldi.’’ diyerek lafı çevirdi. Mutfak yeniden kahkahalarla şenlendi.
‘’Tatlım, yardıma ihtiyacın var mı?’’ Kulaklıkların yarattığı heyecan dalgası geçtikten sonra Mihee büyük kızına sordu. ‘’Neredeyse bitmiş görünüyor ama,’’ Gerçekten de Haerin son süslemeleri dışında bir şey bırakmamıştı, muzları dizmeye dönerken annesini kibarca reddetti. Onun bu dönüşü Eujung’da ebeveynleri gelmeden önce ettikleri sohbeti anımsatmış olacak ki genç kız henüz oturduğu yerinde kıpırdandı. Bir su içen babasına bir de kahve makinesinin başına geçmiş annesine baktı, dayanamayıp ortaya bir laf attı.
‘’Kyungsoo amca bu sene de gelmeyecek, değil mi? Keşke gelse… Baekhyun amca çok mutlu olurdu bence.’’ Kardeşinin lafı istediği yere getirmeden önce şöyle bir dolandırmayı seçtiğini anlayan Haerin hiç ses çıkarmadı ama babasının annesine attığı bakışı yakalamıştı. 
Mihee kahve makinesiyle uğraşmayı bırakıp eşi yerine cevapladı. ‘’Biz varız ya, Baekhyun amcan bizimle de çok mutlu.’’ Ancak kızını ikna edememişti. Eunjung’un ‘’Hiç sanmıyorum. Mumlarını bile üflemiyor, istisnasız her sene düz bir suratla teşekkür edip odasına çekiliyor. Memnun değil.’’ sözlerine bir bahane bulamayınca eşine devredip kahve makinesinde birkaç tuşa bastı. 
‘’Baekhyun amcan halinden son derece memnun. Sadece…’’ Jongdae bir yudum daha su içti. ‘’Biliyorsunuz işte, bazı sorunları var. Hoşgörülü davranacaktık, unuttunuz mu?’’
‘’Biz de ona iyilik yapmaya çalışıyoruz zaten.’’ diyerek kardeşinin başlattığını devam ettirdi Haerin. ‘’Kalabalık bir doğum günü onu mutlu etmez miydi? Kyungsoo amca lütfedip gelse, eski arkadaşlarını görse? Bence bu değişiklik onun monoton hayatına da biraz neşe katardı.’’
‘’Evet!’’ dedi Eujung, ablasına destek çıkarak. ‘’Baekhyun amcam hep çok yalnız, hep çok suratsız! Kyungsoo amcamla barışmak onu nasıl da rahatlatırdı! Bizim dışımızda da birilerini görmek isteyeceğine eminim.’’
Jongdae derin bir iç çekti, hemen konuşmamak için bardağının dibinde kalan suyunu bitirdi. Yıllardır konuşmaktan kaçındığı konu açılmıştı. Kızlarının artık bunu sorgulayacak yaşa geldiklerini, onlar küçükken yaptığı gibi basit bahanelerle geçiştiremeyeceğini biliyordu. Yine de tam olarak emin değildi. Eşinin gözlerinin içine baktı, herhangi bir onay yahut ret arıyordu. Mihee kafasını çok hafifçe eğerek, belli belirsiz bir onay vermek dışında sessiz kaldı. Jongdae masaya, Eugunj’un karşısına yerleşirken Haerin de muzları dizmeyi bitirmiş, kardeşi gibi babasına pür dikkat kesilmişti.
‘’Baekhyun amcanızın durumu biraz karışık, zaten çoktan sorgulamaya başladınız.’’ Burukça gülümsedi. ‘’Baekhyun amcanız…’’ Doğru kelime tercihi duraksıyor fakat hâlâ tam anlamıyla emin olamıyordu. Mihee’ye çevirdi başını. ‘’Kazazede demek nasıl olur? Aşk kazazedesi?’’
Fincanını eline almış mutfaktan çıkıp eşi ve kızlarını yalnız bırakmaya hazırlanan Mihee, yüzündeki garipser ifadesiyle boş elini Jongdae’nin omuzuna koydu. ‘’Canım, biz ona ‘Kendi etti kendi buldu.’ diyelim.’’
Jongdae salona adımlayan eşini gözleriyle takip ederken derin, sıkıntılı bir iç daha çekti. Doğru söze ne denirdi ki? Kızlara döndüğünde eşinin sözlerini tekrarladı. ‘’Evet, kendi etti kendi buldu.’’
Eujung dudaklarını kendini bir şey söylemekten alıkoyuyormuşçasına büzmüş, ablasına bakıyordu şimdi. Haerin duymasa da bakışın ‘’Sana söylemiştim.’’ demek olduğunu anladı, yine de babasının ağzından dökülmesini bekledi.
‘’Zamanında fazlaca çalkantılı bir aşk hayatı vardı Baekhyun amcanızın.’’ 
‘’Kiminle? Kyungsoo amcayla mı? Oha! Bu yüzden mi görüşmüyorlar artık? Oha!’’ 
Tahmin etme heyecanıyla yükselen Eujung’u elini havada sallayarak sakinleştirdi. Hiç oturup anlatmamış olsa da bu kadar yanlış yorumlanmasını beklemiyordu. ‘’İkisi arkadaş çizgisinden hiç çıkmadılar. Yixing amcanızla sevgililerdi.’’ 
Haerin, tıpkı lafı ona bırakmakta gecikmediği gibi kardeşinin büyüyen gözlerinden kazayla ilgili bir pot kıracağı çıkarımını yapmakta da gecikmedi. ‘’Çin’e taşınan arkadaşın, değil mi? Biz onu tanıma fırsatı bulamadık ama -küçükken tanışmadıysak tabii.’’
‘’Tanışmadınız. Baekhyun’la ayrıldıktan sonra hepimizle iletişimi kesti.’’ Baekhyun’un ihanetini dillendirmekten özellikle kaçınıyordu. Sanki arkadaşının suçundan kendisi utanıyordu. ‘’Onların ayrılığı gruba bomba gibi düştü sayılır.’’
‘’Chanyeol amca da ikisi ayrıldığı için mi kesti hepinizle iletişimi? Sonuçta, o da seninle veya Kyungsoo amcayla görüşmekten kaçınıyor, değil mi? Yanlış mı biliyorum?’’ Haerin daha net cevaplar almak için sorularını doğru seçmeye çabalıyordu ama Eujung’un böyle bir ereği yoktu. Pat diye ‘’Evet, o niye kaçtı? Yoksa kazadan sonra Yixing’le mi kaçtılar?’’ diye sorularını dizdi.
İşin hepten kontrolden çıktığını idrak eden Jongdae yeninden elini havada salladı, pes etmişlikle üçüncü bir nefesi ciğerlerinden saldı. ‘’Chanyeol amcanız kazadan önce gitmiş. Onun gidişiyle de kaza yaşandı.’’ Kızları tarafından yeni bir soru yağmuruna tutulacağını görünce ara vermedi. ‘’Bakın, bir kere söyleyeceğim, tamam mı? Ama ikinizi de peşinen uyarıyorum,’’ Masadaki pastayı işaret etti. ‘’Baekhyun amcanıza bu konuyla ilgili tek bir kelime dahi etmeyeceksiniz. İmalı bakışlar dahil.’’ Kelimelerle ifade etmeseler de ikisinden de söz aldı.
‘’Chanyeol ve Baekhyun… Yasak bir ilişki içerisindeymiş. Baekhyun Yixing’le sevgiliyken.’’ Kızlarının yüzlerinde oluşan şok dalgalarını anbean izledi. ‘’Sonra Chanyeol bir gün artık yapamayacağına karar vermiş, aşkı bitmiş.’’ Minseok ayrıntısını özellikle atlamıştı. Yıllar evvel yeterince dallanıp budaklanmış bu mevzuyu yeniden derinlemesine açmak istemiyordu. Kapatması hayli uzun sürmüştü. ‘’Baekhyun amcanızı bir şey okurken yakaladınız mı bugün? Hani şu her sene okuduğu mektup…’’
Haerin fısıldadı. ‘’Veda mektubu muydu? Chanyeol amcadan?’’
‘’Öyle. Baekhyun Chanyeol’ün onu terk ettiğini öğrenirken Yixing de aynı esnada aldatıldığını öğrenmiş. Mektubu okurken Yixing de yanındaymış, aynı anda okumuşlar resmen.’’ Eujung’un eli, babasının sessizce söyledikleriyle ağzına kapandı. ‘’Kavga çıkmış haliyle.’’
‘’Peki…’’ Haerin büyük bir tereddütle söyledi. Gözleri saatlerdir uğraştığı pastadaydı. Yıllar boyu haline üzüldüğü, içten içe garip bir sevgi beslediği adamın gerçek yüzünü öğreniyor, boşa gitmiş emeklerine bakıyordu. ‘’Yixing mi itmiş onu merdivenlerden?’’
‘’Hayır, hayır.’’ Jongdae düşünmedi bile. ‘’Polis de biz de Yixing’den şüphelendik ama Baekhyun uyandığında her şeyi anlattı. Kavga bayağı hararetliymiş. Baekhyun Chanyeol’e gitmek isterken Yixing durdurmaya çalışmış ve ufak bir arbede yaşanmış. Ama Baekhyun merdivenlerden düştüğünde Yixing’in ona müdahale edemeyecek kadar uzak olduğunu doğruladı.’’
Eujung suçladığı iki adamın suç ortağı olduğunu öğrendiğinde Chanyeol’ün de üzerine eşit miktarda gitmekten geri durmadı. ‘’Chanyeol amca peki? Hiç görmeye gelmedi mi Baekhyun amcamı? Sonuçta o da en az Baekhyun amcam kadar suçluymuş bu işte!’’ 
‘’Chanyeol o gün Japonya’ya gitmiş ama bunu bile bilmiyorduk, ulaşabileceğimiz tüm iletişim kanallarını kapattığı için de gidişinin ardından neler yaşandığını ruhu duymadı. Ancak üç sene sonra, yılbaşı gecesi mail aldığımda öğrendim neler yaptığını. Çok ayrıntı vermese de her sene sürdürdüğü bu gelenekle haberleşiyoruz Chanyeol amcanızla, denk gelmiştiniz birkaç kere.’’
‘’Sonradan söylemedin mi Baekhyun amcanın ne halde olduğunu? Nihayetinde iyileşemedi.’’ Haerin Baekhyun’a kızsa mı üzülmeyi sürdürse mi bilemiyordu, o an için, daha kuvvetli bir mukayese yapmadan öğrenebileceği her şeyi duymaya karar verdi. ‘’Hâlâ kazanın bıraktığı hasarla yaşıyor. Hem fiziksel hem de mental olarak.’’
‘’Aslında düşünüyordum ama ben daha karar veremeden Kyungsoo amcanız da bir mail aldığını haber vermek için beni aradı, tartıştık bu konuyu. O olaylara biraz daha mantık çerçevesinde bakıyor,’’ Jongdae, Kyungsoo ile yaptığı konuşmanın verdiği sıkıntıyı bugün dahi anımsıyordu. Her şey bir yana, vicdan azabı kalmasından endişelenmişti ama Kyungsoo’nun ikilinin yaptıklarına olan sinirine Chanyeol’ün üç sene sonra haber vermeye tenezzül etmesi de eklenince, böyle bir şeyi umursamak gibi bir derdi yoktu.
‘’Söylemediniz mi yani? Biraz acımasızlık değil mi?’’ Eujung konuşurken aklına gelen asıl acımasızın Baekhyun ve Chanyeol olduğu gerçeğini hızla geriye itti. ‘’Seviyorlarmış sonuçta. Artık aşkı bitmiş de olsa bilmek isterdi, değil mi?’’
‘’Onunla ilgili herhangi bir şey duymak istemediği için ülke değiştirmiş ya,’’ Haerin’in yorumu Jongdae’nin o yılbaşında Kyungsoo’dan duyduğuna çok benziyordu.
‘’Kyungsoo amcan da böyle düşünüyordu.’’ Ayrıca eklediği ‘’O şerefsiz de yeterince şey saklamış. Yixing’den başlayıp Jongin’e kadar hepimizi ayakta uyutmuşlar. Hak ediyorlar.’’ yorumunu da kendine saklamayı tercih etti. Kızlarına gereğinden fazla ayrıntı vermekten mümkün olduğunca kaçınacaktı çünkü bu hikaye, bir babanın evlatlarına anlatmak istemeyeceği kadar çirkinlik barındırıyordu.
Haerin hâlâ pastayı izliyordu. ‘’İyi ki doğdun Baekhyun!’’ yazmak için boş bıraktığı orta kısmı gözleriyle dolduruyormuş gibiydi. Tıpkı kardeşi gibi şaşkındı. ‘’Kyungsoo amcayı anlayabiliyorum. Ben de böyle bir arkadaşla görüşmek istemezdim.’’
Ablasının sessiz yorumuna anında katılan Eujung ‘’Değil mi?! Ben hediyesini bile göndermezdim. Sahi, baba, siz niye arkadaş kalmaya devam ettiniz ki?’’ diyerek sorguladı. Neden evlerinde kaldığını sormanın kabalık olacağını düşündüğünden o soruyu atlamıştı.
Bunun geleceğini bilen Jongdae’nin omuzları çöktü. Kızlarının şu an yaptığından tonlarca kat daha şiddetli bir beyin fırtınasına tutulmuştu zamanında. Aklen ve vicdanen rahata ereceği yolu seçmek için çırpınmıştı. ‘’Baekhyun amcanız yalnızca bu olaydan ibaret değil, kızlar. Gönül meselelerinde berbat biri olabilir ama Kyungsoo ve benimle olan arkadaşlığında gayet uyumlu ve sorunsuzdu.’’ 
‘’Tüm grubu dağıtmış!’’ diye ısrar etti Eujung. Haerin de omuzlarını silkti, babasına baktı. ‘’Yani, baba, seninle bir sorunu olmaması yaptıklarını örter mi? Ne kadar kötü biri olduğu gerçeğini değiştirir mi?’’
Jongdae ve Kyungsoo da bunu epeyce düşünmüştü elbette. Bu, üç aşamalı bir karardı. Baekhyun yoğun bakımdayken, hastanedeyken ve bakımevine geçtiğinde olmak üzere üç kere daldığı düşünce girdaplarında aklı ve vicdanı arasında parçalara ayrılmış, bocalasa da vicdanının sesini susturamamıştı. ‘’Yoğun bakıma alındığında pek bir seçenek hakkımız yoktu doğrusu. O, yarattığı kaostan habersiz uyurken bütün arkadaş grubumuz belki Sehun ve Jongin gibi on beş sene sonra barışmak, belki bir daha yüzlerimizi bile görmemek üzere parçalanıyordu.’’ Açıklamaya en başından başlarken yanlışlıkla ağzından kaçan ayrıntıları fark etmedi. ‘’Kyungsoo ve ben kime sırtımızı döneceğiz diye düşünmedik hiç. Bir yanda yaralanan diğerleri, öte yanda cezasını çeker gibi gerçek yaralarla yatan Baekhyun… Sonra da-’’
‘’Jongin ve Sehun amca ne alaka ki? Onlar neden ayrıldılar?’’ Eujung’un keskin dikkatiyle kalakalan Jongdae bir süre susmak zorundaydı. Eşini yanında istiyordu… Bu konuşmayı tek başına yapmak pek de mantıklı gelmiyordu şimdi. ‘’Durumdan onlar da etkilendi. Halihazırda sorunları da varmış, çok sorgulayamadık.’’ diyerek beyaz bir yalan söyledi. ‘’Sonradan Baekhyun’a ne olacağına yoğunlaştık hem. Biliyorsunuz, bakıma ihtiyacı vardı. Ailesiyle de kalamazdı.’’ Bununla ilgili de soru geleceğini bildiğinden ekledi. ‘’Gençken reddedilmiş, üniversiteye başlamadan.’’
‘’Sehun ve Jongin amca da arkadaşlarıydı ama sırt çevirmeyi seçmişler.’’ Haerin belirli bir noktaya parmak basma ihtiyacı duymuştu. Alttan alta babasının neden bu arkadaşlığa bu kadar tutunduğunu sorgulayan bir beyan cümlesi.
Eujung kollarını birbirine kavuşturdu. ‘’Ben artık Baekhyun amcanın doğum gününü kutlamak istemiyorum.’’ İşte, Jongdae’nin beklediği sonuç da yaşanmıştı. Haerin’e baktı, genç kızın durgunluğundan onun da hevesinin kaçtığı okunuyordu. Aralanan sır perdeleriyle birlikte kızların gözünde Baekhyun’un imajı yerle bir olmuş, yeni tanıdıkları amcalarını ise hiç sevmemişlerdi. Jongdae onlara hak verebiliyordu. Sonuçta, tüm geçmişlerine rağmen kendi bile Baekhyun’u kabullenmekte zorluk çekmişti.
‘’Bakın, Baekhyun amcanız sandığınız kadar kötü biri değil.’’ Alyansını parmağında çevirdi. ‘’Annenizle tanışmamıza vesile olan kişi oydu. Mihee’yi sevdiğimi ilk ona itiraf edebildim ben, hatta aramızı yapan da Baekhyun’du.’’ Kızların şaşkınlığı yeni bir boyut kazanıyordu, fırsattan istifade devam etti. ‘’Kazadan sonra, yürüyemeyeceğini öğrendiğinde biz yeni evliydik. Borç batağındaydık haliyle ve Baekhyun amcanız ne yaptı, biliyor musunuz?’’ Etkiyi arttırmak için kısa bir mola verdi. ‘’Bankadaki parasını kullanarak kendine bir bakımevi bulmamı rica etti ve evini bana devretmek istedi.’’
Oturdukları, büyüdükleri evin iki katlı olması kızların beyninde bir şimşek gibi çaktı, gerçekleşmesini istemedikleri bir tahmindi. ‘’Bu ev mi?’’ Haerin derince çatılmış kaşlarıyla doğrulamak için adım atan kişi oldu, babasının ağır ağır salladığı kafası dehşetlerini katladı. 
‘’Baekhyun amcam bizim merdivenlerden mi yuvarlandı?’’ Eujung’un ağzı bir karış açık kalmıştı. ‘’Salondaki merdivenlerden?’’ Jongdae yeniden kafasını kullandı. 
‘’Ve odasından her çıktığında o vahşeti yaşadığı yerle karşılaşıyor...’’ Haerin’in fısıltısı söylenebilecek tüm cümleleri yutmuştu. Baekhyun’u tekrar olay yerine getirmenin sonuçları Jongdae tarafından da hesaba katılmıştı ama imkânları dahilinde arkadaşına daha iyi bir yaşam sunabilmek için bu riski almak zorunda kalmıştı. Kızların, özellikle de Haerin’in düşünceleri başka şekillere bürünüyordu. Sessizliğe yeni bir fısıltı ekleyen de Haerin oldu. ‘’Demek ki bu sebeple odasından hiç çıkmıyor...’’
‘’Pişmanlıktan kendini cezalandırıyor da olabilir.’’ Eujung’un yapmaya tereddüt ettiği bir tahmindi. Ablasının duygusal yaklaşımına acımasız bir bakış açısı katmış gibi hissetse de babası ona katıldı.
‘’Öyle,’’ dedi Jongdae. ‘’Baekhyun amcanız pişman ve kendini hayattan izole ederek cezalandırıyor.’’
‘’Chanyeol amca da gününü gün ediyor, öyle mi? Hah! Ne acımasızlık!’’ Eujung öfkesini sadece Chanyeol’e yöneltti. ‘’Arkasında bıraktığı yaralardan haberi bile yokken gönül ferahlığıyla yaşıyor.’’ Sesinde Baekhyun yerine duyduğu kin vardı.
‘’Gerçekten.’’ Haerin de kardeşinin kinine ortak oldu. ‘’Baekhyun amca on beş senedir yaptıklarının buhranıyla yaşıyor. Yürüyemiyor bile!’’ Baekhyun’un yaşadığı hayat ve sahip olduğu engel, vicdanlarınca yaptıklarının karşılığı olarak sayılmış ve bir tık yargı indirimine sebep olmuştu. ‘’Ama Chanyeol amca ne yapıyor? Japonya’da kurduğu yeni hayatında hepimizden çok mutludur belki de.’’
‘’Bazen…’’ Jongdae kızlarını yatıştıracak bir yanıt verebilmek için düşünüyordu ama ne diyebilirdi ki? Yaşamış ve kendi yollarına ayrılmışlardı. Yargıları da bizzat kendileri tarafından kimseye bırakılmadan halledilmişti. ‘’Yaşantılar ortak olabilir ama sonuçlar herkes için aynı olamaz, değil mi? Chanyeol amcanız mutlu olduğunu falan söylemiyor ayrıca. Yaşadığını ve sağlıklı olduğunu yazıyor.’’
Kızların ikisi de ikna olmamıştı. Genç yaşlarının verdiği toylukla daha somut, daha belirgin sonuçlar görmek istiyorlardı. Chanyeol’ün de Baekhyun gibi fiziksel ya da mental, günahlarının karşılığına tabi tutulduğunu görmek istiyorlardı. Eujung burnundan hoşnutsuzluğunu belirten bir nefes koyuverdi, Haerin sözlü ifade etmeyi seçti. ‘’İşte, sorun da bu. Yaşıyor ve sağlıklı olduğunu yazabiliyor. Baekhyun amcamsa tam on beş yıldır tekerlekli sandalyeyle dolaşıyor!’’ 
Jongdae hafifçe omuzlarını kaldırdı. ‘’Ne diyebilirim ki? Chanyeol’ün hayatı hakkında cidden pek bir şey bilmiyorum. Baekhyun’dan daha kötü bir durumda da olabilir, değil mi? Bilemeyiz.’’
‘’Neden daha fazla ayrıntı istemedin ki? Biraz ısrarla dili çözülürdü bence, sayfalarca mektup yazmış zamanında, sana da yazardı bir şeyler.’’ Eujung huysuzca mırıldandı. Her geçen saniye Chanyeol’e daha fazla kuruluyordu.
Jongdae kızının yorumuna burukça gülmeden edemedi. ‘’O mektup da kalp kırıklıklarının ve aslında hayli zorla atlatılmış bir sürecin eseri, kızlar. Veda mektubu sonuçta. Chanyeol amcanız da kimi savaşlar vermiş ki böyle bir sonuca ulaşmış.’’ Bir baba olarak öğüt cümlelerini de araya sıkıştırmadan edemedi.  ‘’Yaşanmışlıkların birikimi sonumuzu hazırlar, unutmayın. Herkes hayata ne katarsa er ya da geç, onunla mutlaka yüzleşir.’’
‘’Chanyeol amca yüzleşmişe benzemiyor ama,’’ Haerin yargısının arkasında durdu. Baekhyun’un görmekten hiç hoşlanmadığı yüzüne karşın bir tarafın kendini böylesi sıyırmış olmasından da hoşlanmamıştı. ‘’Bir korkak gibi her şey açığa çıktığında kaçmış. Baekhyun amcamı herkese karşı tek bırakmış.’’
‘’Hak ettim,’’ Mutfak kapısından gelen sakin, ruhsuz sesle üçünün de ödü koptu. Gelişini büyük bir dalgınlıkla sezemedikleri ve yakalanmanın utancı ve paniğiyle yüzüne bakmaktan başka bir şey yapamadıkları Baekhyun, tekerlekli sandalyesinde düz bir ifadeyle üçlüye bakıyordu. Odasından çıkışını da, onları ne kadar süredir dinlediğini de kestiremiyorlardı ama belli ki sohbetin konusunu ve gidişatını anlamıştı. 
Jongdae anında ayaklandı, ‘’Baekhyun? Bir şeye mi ihtiyacın vardı? Seslenseydin keşke,’’ diyerek arkadaşının önündeki mahcubiyetini kapamaya çalıştı. Baekhyun’sa ona attığı kısa bir bakış ve yukarı kaldırdığı kaşlarından başka bir cevap vermedi. Şaşkınlıkla dona kalmış, babalarının durumu ele almasını seyreden kızlara döndü.
‘’Sahne ışıklarını seviyordum, tek ve daimi başrol ben olmalıydım.’’ dedi Baekhyun, tek eliyle tekerlekli sandalyesinin küçük kolunu ileri iterek mutfağa girerken. Tavrı kabullenmişlikle sabitti. ‘’Yıllar boyu gölgede kalan Chanyeol de onları tamamen bana bıraktı.’’ *************** selam?? huhhh gerginim ciddo, ne soyleyecegimi cok kestiremiorum su an exo fic yazamayali bayagi bir oluyor. cok kirgindim bu konuda,, ama golgeyle beraber bir laneti daha kirdim !! cok heves ettigim bi ficti, umarim sizin de hosunuza gitmistir her duzyazimin sonun ekliorum buna da ilistireyim -> yapici elestiriye her zaman acigim geri donuslerinizi almaktan cok mutlu olurumm kendinize COKII bakin <3
2 notes · View notes
euswex · 2 months ago
Text
tasasız birkaç gençtik; gece gündüz demeden, yorulup durmadan sokaklarda dolaştık. gözyaşı ve kederi ardımızda bıraktık.
akılsız birkaç gençtik; yüzümüzdeki gülümsemeye yüreğimiz de eşlik eder sandık. ağrıyı, sancıyı duyumsamadık. yahut çok güzel rol yaptık.
yaralı birkaç gençtik; zamanla iyileşiriz diye umduk. biz sadece kaçtık, aslında kendimizi kandırdık.
Tumblr media
4 notes · View notes
euswex · 3 months ago
Text
balkon | changjin -birinci bölüm-
Çalan zille yattığı yerden yavaşça kalktı, Hyunjin. Duvardaki saatin on ikiyi çoktan geçmiş olmasını baz alırsa kapıdaki kişinin kim olduğunu tahmin etmesi zor değildi. İki ihtimal vardı. Hangisini karşılamayı tercih edeceğini tarttı kafasında. Koridordaki minik yatağında sesten etkilenmeden huzurla uyuyan Kkami’nin yanından acelesiz adımlarla geçerken kesinlikle Jisung’u istemediğine karar kıldı. Çünkü Jisung bu saatte hayırlı bir iş için gelmezdi. Jisung’u sevgilisi Minho’nun koynundan çıkarmak ya evi terk etmesine yetecek kadar büyük bir kavga etmelerini -ki bu, arkadaşının kolay harlanan öfkesi göz önüne alındığında hiç de zor değildi- ya da Hyunjin’e gelmesini sağlayacak hayli kötü bir felaketin yaşanmasını gerektirirdi. Felaket bir yana dursun, Hyunjin’in o gece herhangi bir çift kavgasını da kaldıracak hali yoktu. Hele ki Jisung’un boşanıyormuş triplerine girerek aklınca çocukları bölüştüğü ve Minho’nun kedisi Dori’yi de kucaklayıp getireceği kadar büyükse… Bu türden kavgalarının çilesini yalnızca kendisi çekmeyip evladı Kkami de Dori’nin gazabının tadına baktığından Hyunjin’in korkulu rüyası gerçekleşmiş olurdu. En azından bu gece ev halkından birinin huzurunun kaçırılmamasını diledi.
Keşke başka bir şey dileseydi çünkü açtığı kapının ardında gerçekten de Kkami’nin huzurunu kaçıracak Dori’yi kucaklamış, ağlayarak bekleyen bir Jisung yoktu. Seo Changbin, hareketsiz bir şekilde ev sahibine bakıyordu. Varlığı gerekli açıklamayı sağlıyormuş gibi neden geldiğine dair bir bahane sunmadı. Hyunjin de sormadı zaten, sormazdı. Yavaşça kapıyı aralayarak kenara çekildi, önce koridoru sonra da ışığı açık salonu geçerek kendini açık balkon kapısından içeri atan Changbin’i evine kabul etti. Hoş geldin fasılları yoktu, Changbin bu kibar karşılamaya gerek olmadığını ilk gelişinde ‘’Misafircilik oynamaya gelmedim, kasma.’’ diyerek açıkça belirtmişti. Hyunjin’in evindeki varlığı biraz farklıydı. Aylardır kafasına esince geliyor, birkaç saat oturup gidiyordu. Genelde geceleri balkonuna konuk olmayı severdi ama bazen, müsait olması ve Hyunjin’i evde yakalayabilmesi gibi şartlar aynı anda sağlanırsa gündüzleri de uğruyordu. Buradayken yaşamak istediği misafirlik deneyimi de geliş saatleri gibi absürttü. Herhangi bir ikram ya da hoş sohbet beklemiyordu. Koltuğa devrilip yarım saat kestirdikten sonra hiçbir şey demeden gidebilir, poşet poşet getirdiği yemeklerle ikisine muazzam bir sofra kurabilirdi.
Kısacası Changbin’in sağı solu hiç belli olmuyordu ve Hyunjin de hiç sorgulamıyordu.
Aslında, ilk zamanlar Hyunjin’in kafası Changbin’in aniden ortaya çıkan ve anlamsız misafirlikleri konusunda epey bir karışmıştı. Seo Changbin hiç muhabbetinin olmadığı biri değildi, bu mahalleye taşınmadan önce şans eseri denk geldiği emlak dükkanında Changbin’den aldığı yardımın hatırına orada burada karşılaştıklarında bir kafa selamı olsun veriyordu ancak çat kapı bekleyeceği biri de değildi. Yine de evine almıştı. Samimiyetleri olmasa da Changbin’e güveniyordu. Yalnızca ev sahibiyle ahbap olan Changbin’in sağladığı kira indirimi yahut mahalledeki imajından da kaynaklanmıyordu güveni. Öyle veya böyle Changbin’de bir tehlike sezmiyordu. Sezgilerine güvenerek yabancı sıfatına çok yakın olan Changbin’i evine alması yanlış mıydı? Şüphesiz. Ancak Hyunjin hislerinde yanılmamıştı.
Mutfağa geçip ısıtıcıya su koydu. Tezgaha iki büyük meşrubat bardağı çıkardı, suyun kaynamasını beklerken bitki çaylarını istiflediği turuncu ahşap kutunun başında bitti. Evet, ne içmek isteyeceğini sormamış, Changbin’e bir seçenek sunmamıştı. Kutudan birer paket yeşil çay, yanlarına da papatya çayı çıkardı. Duruma göre farklı bitki çaylarını karıştırmayı, ilaç varsayarak içmeyi seviyordu. Bir an için misafirinin kapıdaki yüzü gözünün önüne geldi. Changbin için ada çayı da çıkardı. İhtiyacı olmalıydı. Özellikle de eli boş gelmesine bakılırsa bu gece kendini Hyunjin’in ellerine, onun aksine şifa vermediğine inandığı bitki çaylarına bırakmıştı. Yine de her seferinde dibine kadar bitiriyor, hatta keyfi yerindeyse buzları da kıtır kıtır yiyordu. Hyunjin onun bardağına limon da sıktı. Limonun yoğun aroması çayların tadını bastırıyor, şikayetlenmesini bir nebze olsun engelliyordu.
Ellerinde iki bardak buzlu çayla salonu aştı, balkona geçmeden dirseğiyle salonun ışığını kapatmayı unutmamıştı. Changbin’i tam da beklediği gibi buldu. Küçük kırmızı kilimin sol yanına biraz dışarı taşmak suretiyle çöküp Hyunjin’e yetecek bir boşluk bırakmış; köşede, duvara yaslanmış tuvalden Hyunjin’in son eserini inceliyordu. Geldiğini fark ettiğinde yavaşça döndü, uzatılan bardağını aldı. Hyunjin kendi yerine yerleşirken çoktan içmeye başlamıştı.
Balkon kısa bir süre Changbin’in yudum sesleriyle doldu. Ardı ardına, sanki boğazındaki yumruyu da yutmak istercesine aceleci yudumlar alıyordu. Yarısından çoğunu bitirdiğinde cam pipeti dudaklarından çekti.  ‘’Bu çayır çimen de hiç etki etmiyor ama…’’ Bardağı kenara koydu. ‘’Sırf sen hazırlıyorsun diye içiyorum.’’
Hafifçe kıkırdadı Hyunjin. O da kendi bardağından birkaç yudum aldı. Güzeldi, her gün içtiği gibiydi. ‘’Boğazın kurumuyor işte, fena mı?’’
Balkona bir sessizlik hakim oldu. Changbin konuşmuyor, Hyunjin ondan önce konuşmaktan çekiniyordu. Havadan sudan bir sohbet açabilirdi ama yapmadı. Derdi vardı Changbin’in ve aylardır süren etkileşimlerine dayanarak, burada da içini dökemezse hiçbir yerde yapamayacağını çıkarıyordu Hyunjin.
‘’Küçük tuvalleri bırakmışsın.’’ Yeniden balkonun köşesine dönen bakışlarıyla söyledi. Hyunjin’in uzun zamandır çalıştığı mini tuvallerden bahsediyordu. Changbin her defasında farklı renklerle boyanmış beş altı tuvali yan yana görmeye alışmıştı.
‘’Onlar öğrencilerim içindi.’’ dedi Hyunjin. ‘’Okul açıldığında hepsine birer tane hediye edeceğim.’’
‘’Cidden seviyorsun mesleğini…’’ Sesi kısıldı, devam ederse titreyeceğinden korkup çayına yöneldi. ‘’Varmış böyleleri de, he?’’ Sahte bir neşeyle devam etti. Gizlemeye, şakaya vurmaya çalışıyordu. Hyunjin de hiç bozuntuya vermeden ufak bir tebessümle dinledi. Biliyordu Changbin’in mesleğiyle ilgili hayli derin sıkıntılar içerisinde boğuştuğunu. Kendi işini ne kadar sevdiğinden bahsetmeye hayâ etti. Zaten hemen sonra Changbin’in derin bir nefes eşliğinde ‘’Biz de siktiğimin binasında sürünüp gidelim.’’ diye eklemesiyle söyleyebileceği tüm güzel cümleler de yok olmuştu.
‘’Süründüğüme yanmayacağım da…’’ Yanıyordu. Hyunjin’in aylardır dinlediğine göre Changbin kendine çok üzülüyordu. ‘’Bari bir kere olsun yaranabilseydim ya. Hani ‘Boşa sürünmüyorum.’ diyebilseydim.’’
Hyunjin de derin bir nefes verdi. Bu gece söyleyecekti. Yalnızca dinlemeyecek, anlamak için uğraşmayacaktı. ‘’Belki de yaranmaya çalıştığın kişiler memnun kalmayı beklemiyordur?’’ Aslında belkisi yoktu, Hyunjin’in yaptığı gözleme göre durum bütüne bütün bundan ibaretti. Changbin’in ebeveynlerine bir şeyleri beğendirmekten vazgeçmesi gerekiyordu.
‘’İnsan kendi evladıyla gurur duymak istemez mi ya?’’ Soru değildi. Hyunjin’in haklı olduğunun pekâlâ farkındaydı ama inanamıyordu. Bir tarafı babasının inatla onu itmesini, annesinin de destek çıkmasını kabullenemiyordu. ‘’Ne yaptık sanki? İt kopuk olup sokaklara mı düştük de memnun edemiyoruz bunları?’’
Sevilmek ve sevilmemek için sebebe ihtiyaç duymak… Burukça gülümsedi Hyunjin. Changbin, onun yıllarca yanıp çıktığı cehennemdeydi. Bu yüzdendi kıvranışı. Başkasının hislerini kendinden geçen bir sebebe bağlamaya uğraşıyor, yapamadıkça sancıyla kıvranıyordu. Ondan daha geç deneyimlemesine sevinse mi üzülse mi kestiremedi ama bir gerçek vardı ki, Changbin Hyunjin’in aksine deneyimli birine sahipti. Hyunjin şimdi sahip olduğu netliği kazanmak için yıllarca kafa yormuş, yürek ağrısı çekmişti.
‘’Gerçekten sevilmek için bir şeyler yapmış olman gerekiyor mu? Evlatları olarak dünyaya gelmen yetmiyor mu?’’ 
Sözlerinin Changbin’e bir tuğla gibi çarptığı adeta yüzüne yansıdı. Genç adam duraksadı, mecazi olarak yıkıldı ancak kafasının içindeki patlamanın sarsıntısı Hyunjin’e de vurdu. ‘’Yetmiyormuş demek ki.’’ diye mırıldanırken oturdukları balkonun çaprazında kalan apartmanın çatı katından daha büyük bir gürültü geceyi delmeseydi Changbin oracıkta ağlayacaktı.
‘’Siktiğimin kolsuzu!’’ Kalın sese eşlik eden, muhtemelen masaya geçirilen yumruğa ait vurma sesi... ‘’Vuracağın hedefi sikeyim!’’ Gecenin sakinliğini taşıyan sokağı yaran bir öfkeli haykırış daha… ‘’İyileştiriyorum ya orospu!’’ İkisinin de dikkati yanan sayılı ışıklardan biri olan çatı katındaydı. Açık pencereden duyulan şiddetli vurma sesleri artarak devam ediyordu. 
‘’Buraya gelmek için evden kaçtım. Prenses gibi parmak ucumda çıktım dışarı.’’ Changbin’in öylesine verdiği ayrıntı, Hyunjin’in nefesinin altından gülmesini sağladı. Komşusu Felix’in ailesiyle yaşadığı halde böyle davranabilmesi balkondaki ikiliye göre bir lükstü. ‘’Babama gamer olmak istediğimi söylesem ağzıma sıçardı. Aile kütüğünden sildirirdi lan beni.’’
‘’Doktor ya da mühendis de olsan kusur bulmak için bakan biri mutlaka önüne yeni bir bahane koyardı, Changbin.’’
‘’Yok ya, doktor falan olsam bir şey diyemezdi herhalde.’’ Hyunjin’e gerek kalmadan kendi savını kendi çürüttü. ‘’Gerçi ona da bir kulp bulurdu kesin. Dünyanın en iyi cerrahı falan dahi olsam ‘Sen benim şurama çare bulamadın.’ der yine itin götüne sokardı.’’ 
‘’Ama nankör denilen de sensin, değil mi?’’ 
‘’Benim tabii. Bak, gerçekten şükretmediğimden falan değil. Bana sundukları her fırsatın gayet bilincindeyim ve yemin ederim ki minnettarım ama… İnsanın gözü olmayanda da kalıyor işte götüne koyduğumun dünyasında.’’ Asabiyetle dolu ses buruk cümlelerini böldüğünde yeniden çatı katının penceresine baktı, Changbin. ‘’Kıskançlık mı denir bilmiyorum ama… Deniyorsa da densin, senden mi çekineceğim ya? İçimi dışımı öğrendin artık. Kıskandım ulan.’’ Parmağıyla pencereyi işaret etti. ‘’Ben zamanında şu Felix şerefsizini ve onun gibileri bayağı bir kıskandım.’’
Hyunjin’in de bakışları Felix’in penceresine kaydı. ‘’İnsan bazen sorgusuz sualsiz kabul edilmiş olmayı diliyor.’’ Duyduklarıyla Changbin’in boğazındaki yumru Hyunjin’e geçmiş gibi bardağına sarıldı, koca yudumlar aldı.
‘’Birey olabilmeyi becerebilmişler bunlar. Becermemişler de aslında, birey olmalarına izin verilmiş daha çok. Bak, ne görmüştüm biliyor musun? İki-üç sene önce, bir gün mal indiriyorum sokakta. Bu şerefsiz de annesiyle marketten dönüyor.’’ Şu an patronluğunu yaptığı, babasının tekstil atölyesinden bahsediyordu. Dedesinin kurduğu, mahallenin hatırı sayılır bir kısmının da ekmek yediği atölyenin patronluğu babadan oğula geçerek Changbin’e kadar ulaşmıştı. Aile büyüklerine göre hak etmiş olmak için küçüklükten itibaren her boş vaktinde çalışması gerekmişti Changbin’in. Yine o vakitlerden birinden bahsediyor olmalıydı.
‘’Tatile mi ne gideceklermiş, annesiyle uygun günü var mı diye tartışıyorlardı. Annesi ‘Şu gün çıkarız.’ diyor, Felix de ‘O gün arkadaşımın doğum günü, burada olmam lazım.’ diye burun kıvırıyor. Annesi bayağı düşündü cidden, ortak bir gün bulmaya çalıştı. Aklımı oynattım resmen. Çünkü ben babama yardım edeceğim diye son sınavı verdiğim gibi otobüse atlamıştım yolunu siktiğimin yerinde. Bırak tatil ayarlamayı, iki gün nefes almak ister miyim diye bile sorulmamıştı bana lan!’’ 
Hyunjin ‘’Bazıları şanslı doğuyor gerçekten.’’ diyebildi sadece. Başka ne dese bilememişti. Ne diyebilirdi ki? Kendi iki davranış tipine de yabancıydı. Ne anlayış görmüş ne de fazla kontrol altında tutulmuştu. Hyunjin biraz… Yok sayılmış, yok olması tercih edilmiş bir çocuktu.
‘’Değil mi? Düşünsene ailen sana soruyor neyi nasıl yapacaklarını. Senin için yapıyorlar bir şeyleri, senin dahil olmanla değil. Ulan… Bu ikisinin farkını bir kavrayabilselerdi hayatımın geleceği noktayı düşünsene.’’ Dudağını tuttu alayla. ‘’Dehşetten dudağım uçuklardı.’’
Changbin derdini şakaya vuruyordu ama yavaş yavaş Hyunjin’in ruhundaki izi kalmış yaraları da dürttüğünden bihaberdi. Hyunjin’in sadece eşlik etmek için sunduğu sahte gülüşün ardında peyda olan ‘’Acaba ailesi onun için bir şeyler yapsa -ya da yapmasa- nasıl olurdu?’’ düşüncesi göğsüne bir ağırlık bindirmişti bile. Mesela Hyunjin üzülür diye önce konuşmayı deneselerdi… ya da Hyunjin’in de evlat olduğu gerçeğini unutmayıp düşman olarak mimlemeselerdi… Nasıl olurdu?
‘’Benim de dudağım uçuklardı sanırım.’’
‘’Kendimi bildim bileli her şeyi onlar için ayarlıyorum. Daha küçücük çocukken görev bilinciyle hareket ediyordum. Babama yardım etmeliyim, babam kızmasın, annem üzülmesin, elaleme iyi görünmem gerekiyor, dedeme layık bir torun olmalıyım… Zırvalar, zırvalar!’’ Elini alnına düşmüş saçlarından geçirdi, iyiden iyiye sessizleşmiş Hyunjin’den çok kendi derdiyle meşguldü. ‘’Hep kırk farklı şey olmam gerekti.’’ 
Hyunjin’in ne olması gerekmişti? İyi bir evlat mı? İyi bir abi? Alt dudağını derince ısırdı, içindeki kasırganın acziyetle dışavurumuydu. Hyunjin’in yok olması gerekiyordu, başaramayınca zorla yok edilmişti. Nefesinin daraldığını, göğsünün geçen saniyeler boyu artan yükle ağırlaştığını hissetti. Bu gece Changbin’in dertlerini aşması için bir şeyler söylemeye, akıl vermeye kararlıydı, hepsi nereye kaybolmuştu? Neden şimdi kendi derdiyle yeniden yüzleşiyordu? Hyunjin bunları çoktan atlamamış mıydı? Atlattığını sanıyordu…
‘’Her şey oldum, bir tek evlat olamadım.’’
Changbin’in titreyen sesiyle söylediği cümle, en az onun kadar Hyunjin’in de zoruna gitmişti. Birey olamamışlardı, evlat olamamışlardı... Ailelerinden kopamadıkları gibi ailelerinde yer de bulamamışlardı. Arada kalmış yaşamlardı onlarınkisi. Ne kendilerine ait kılacak kadar dik, ne de başkasının boyunduruğuna girecek kadar yumuşak başlılardı. 
Hyunjin’in verecek cevabı yoktu, Changbin’in de bu raddeden sonra devam etmeye gücü. Sustular. Güneş doğana kadar bir yere kıpırdamadan, ara sıra bardaklarında eriyip giden buzları pipetleriyle dürterek ya da tişörtlerindeki dikişlerinden fırlayan bir parça iple oynayarak tükettiler dakikaları. Felix’in mahalleyi inleten, yan apartmandan uyarı bağırışı alan öfke nöbetlerini dinlediler. Sabah olana kadar titrek nefeslerinin, dağılan düşüncelerinin etkisiyle sakinleşerek normale dönmesini kademe kademe işittiler. Gökyüzünün rengi açılmaya başlayıp balkonun karşısındaki sokak lambası söndüğünde Changbin işaret almış gibi ayaklandı. Hyunjin’in kalkmasını beklemedi ama balkondan çıkmadan onun da bardağını kapıp mutfağa ilerledi. 
Peşinden giden Hyunjin, kapının pervazına yaslanıp sessizce izledi bardakları yıkayıp tezgahın üzerinde ters çeviren Changbin’i. Evini kullanıyor ama mümkün olduğunca yük olmamaya gayret gösteriyordu. Dış kapıya ulaşmak için yanından geçen Changbin’i gözleriyle takip etti. Bulunduğu konumdan dış kapıyı net bir şekilde görebiliyordu ve kımıldamak için fazla uykuluydu.
Changbin kapıyı açtı, çıkmadan evvel Hyunjin’e dönüp hafifçe başını eğerek sözsüz bir teşekkür etti. Hyunjin de aynı şekilde karşılık verdi. Kelimelerin ifadesine ihtiyaçları yoktu. Biri dillendirmeye dahi utanacak kadar minnettar öteki abartılı bir şekilde mütevazıydı. Changbin kapıyı kapattı, Hyunjin çöken omuzlarıyla salona gitti. Benzer dertleri paylaştığı birinin olmasının rahatlığı ve yükünü aynı anda taşıyordu.
Çalan telefonla gözlerini zar zor araladığında oldukça huysuz hissediyordu Hyunjin. Changbin’den kısa bir süre sonra hareketlenen Kkami’yi yürüyüşe çıkarmış, aç uyumamak için kahvaltı etmiş ve neredeyse saat dokuza gelirken kafasını yastığa koyabilmişti. Nefesini bile kontrol edemiyor gibi hissetmesine bakılırsa da yatağında uykusunu almaya yetecek kadar bir süre geçirmemişti. Masanın üzerinde bıraktığı telefonunu almak için ayaklandı, Jisung’un adını görünce boğazını temizlemeye gerek duymadan açtı.
‘’Hyunjin, evdesin değil mi?’’ Reddetmek istiyordu, yatağına gidip akşama kadar derin bir uyku çekmek istiyordu, ufak bir mırıldanmayla onayladı.
‘’Minho’nun oralarda işi varmış, sana geliyorum. Yemek de getiriyorum, kahvaltı yapmadıysan biraz daha bekle.’’ Jisung’un kahvaltıdan bahsetmesiyle telefonu kulağından çekip saate baktı. On bir buçuğa henüz vuruyordu. 
‘’Jisung,’’ Çatallı çıkan sesinin anlaşılamayacağı ihtimalini umursamadan konuştu. ‘’Sonra gelsen olur mu? Ben kahvaltı yaptım.’’ 
‘’Kahvaltı için mi geliyorum, salak? Yemek yanımda bonus. Yıka elini yüzünü. Bir haftadır görüşmedik.’’ Jisung’un azarını Minho’nun araya giren sesi bitirdi. ‘’Hyunjin! Biraz daha seninle dövüşmezse bana saracakmış. Kurtar, ne olur!’’
‘’Benden kurtulmak istiyorsun yani?’’ Hyunjin’in sohbetteki yeri, Jisung’un sevgilisine trip atmaya geçmesiyle bitmişti. ‘’Dikkatli gel.’’ deyip kapattı, telefonu eski yerine bıraktığı gibi kendini yeniden yatağına attı. Kıyamamıştı ya, Minho’nun bahsettiği kavga dövüş muhabbeti Jisung’un ‘’Özledim.’’ deme şekliydi, kendisini merak eden arkadaşını nasıl geri çevirebilirdi ki? Ama onu ayakta bekleyemeyecek kadar da uykuluydu. Bilinci çok sürmeden kapanırken gözlerinin önünde beliren son şey gecesini çalan adamın yüzü oldu. Neden birden aklına düştüğüne akıl yoramadı.
Jisung kendini mutfaktaki iki kişilik masanın sandalyelerinden birine atarken soluklanıyordu. Tişörtünü şöyle bir çekiştirip ‘’Yoruldum yahu!’’ dedi. ‘’Ne bitmek bilmez yolun varmış.’’
‘’Arabayla gelseydiniz ya.’’ Hyunjin arkadaşının getirdiği yemekleri sırayla mikrodalgaya koyarken konuştu. Yürüdükleri için hepsi soğumuştu. Gerçi Minho’nun restoranından Hyunjin’in evine kadar olan mesafe bu kadar soğumaları için kısaydı ama… Jisung’un boynundaki kızarıklığı gördüğünden soruşturmadı.
‘’Spor olsun diye düşündüm. Biraz kilo almışım.’’ Göbeğini pat patladı. ‘’Minho iyi bakıyor bana.’’
Hyunjin’in gülerken kafasıyla onayladı. Gerçekten de Minho sevgilisine çok iyi bakıyor, Hyunjin’in gözünü hiç arkada bırakmıyordu. Minho hayatına girdiğinden beri Jisung’un hayatının hiçbir alanında olumsuz yönde ilerlediğine şahit olmamıştı. Minho mutlaka bir çaresini bulup sevgilisini düzlüğe çıkarıyordu. 
‘’Belli. Kendisi bir deri bir kemik kaldığına göre iyi bakılan taraf sen olmalısın.’’ Çıkan bip sesiyle mikrodalgadaki tabağı yeniledi. 
‘’Hadi oradan be!’’ Takılmak için söylemişti ama bu kadarı bile Jisung’un tartışmacı kişiliğini alevlendirmeye yetmişti. ‘’Nasıl kas yaptığını görmedin tabii! Ben sevgilime o kadar iyi bakıyorum ki yakında beni ağırlık olarak kullanacak!’’
‘’Tabii tabii.’’ Tabağı masaya yerleştirirken hafifçe göz devirdi. Jisung oldu olası abartmaya bayılırdı.
‘’Dönüşte göstereceğim, göreceksin! Apartmandan çıktığımız gibi görüntülü arayacağım, biz eve girene kadar da kapatmak yasak! Minho beni nasıl taşıyor izleyeceksin!’’
Çekmeceden yemek çubuklarını alırken arkadaşının inadının ciddiyetini ölçtü Hyunjin. Yapar mıydı? Kesinlikle yapmayacağına garanti veremezdi. Han Jisung’du bu. Sağı solu belli olmuyordu. ‘’Sakın. Bana güç gösterisi yapacaksın diye çocuğun belinden olmayın sonra. Restoran sana kalınca beni de alıkoyuyorsun.’’
‘’Vermiyor muyum günlüğünü?’’ Masaya konduğu gibi kaptığı çubuklarla ağzına bir parça fasulye attı. ‘’Bir haftalık erzağını da yolluyorum yanında. Sana da yaranılmıyor.’’ Hyunjin parmağını dolu yanağına bastırırken huysuz ifadesini bozmadı.
‘’Şimdi böyle mi olduk?’’ Sabahın erken saatlerinde Changbin’in tezgah üzerine ters çevirdiği bardakları da masaya yerleştirdi. ‘’Sana yardım için gelmiyormuşum gibi konuşma, fena yaparım. Zorla veriyorsun parayı da yemekleri de.’’
‘’Minho’nun içi rahat etmiyor diğer türlü. Beleş çalıştırmak olmazmış. Diyorum ‘Hayatım boş ver, enayiyi bulmuşken kullanalım.’ ama yok. Sen yabancısındır bu tip şeylere, idealist insan falan ya hani benim sevgilim.’’ Jisung’un övünmesine karşılık verecekti ama konunun değişmesiyle sustu. ‘’Bu arada, bugün yarın tekrar çağırabiliriz seni, haberin olsun.’’ 
‘’İş mi aldınız yine? Kimden? Büyük bir yer mi?’’ Minho’nun işlettiği restoran, kimi zaman çeşitli etkinliklerin yemeğini de üstleniyordu. Minho aylık cirodan memnun kaldığında elini bu taşın altına koymuyordu ama bazı aylar mecbur kalıyorlardı. 
‘’Garantiledik. Biliyorsun, son birkaç aydır bayağı bocalıyorduk.’’ Jisung’un esas mesleği editörlük olmasına rağmen kendi işini de restoranda idame ettirdiğinden çoğul konuşuyordu. Minho da boş vakitlerinde Jisung’a yardım ediyordu. Bir nevi ikisi de birbirlerinin sağ koluydu. ‘’Seninkinden de teklif alınca geri çevirmedik.’’
‘’Benimki?’’
‘’Changbin işte.’’
‘’Changbin benimki miymiş?’’ Yeni bir biple son tabağı da çıkardı. Kaşları çatıktı. Changbin’le karmaşık ilişkileri Jisung’un ağzına sakız olalı aylar oluyordu ama Hyunjin reddetmekte kararlıydı.
‘’Bilmem, belki bunu sonraki gelişinde konuşursunuz.’’ Ağzına büyük bir parça pirinç attı, şişen yanağına kondurduğu çarpık sırıtışıyla ekledi. ‘’Konuşuyorsanız tabii.’’ Masadaki yerini alan Hyunjin’in omuzuna vurmasıyla da muzip ifadesini bozmadı.
‘’Ne teklif etti Changbin? Tekstilin yemekleri sizde mi bundan sonra?’’
Jisung omuzlarını silkti. ‘’Galiba. Minho ile konuşuyorlardır şimdi. Anlaşabilirlerse bizde.’’
Changbin’in bahsetmemesine şaşırmıştı ama bozuntuya vermedi. Bambaşka dertleri vardı sonuçta, iş için yapacağı bir anlaşmadan konuşmaya fırsat bulamaması oldukça normaldi. ‘’Tekstil biraz kalabalık değil mi? Koca bina sonuçta. Zor olacaktır.’’ 
‘’Parası da o kadar iyi olacak ama. Günlük olduğundan başka iş almak zorunda da kalmayacağız. Changbinlere yetişmek için iki eleman daha alacakmış Minho. Changbin’in babası sorun çıkarmazsa ayarlayacak her şeyi. Biraz sorunlu bir tip sanırım.’’
Çubukları havada durdu. Son cümleye değin hiçbir sorun yoktu ama Changbin'in babası mevzubahis olduğunda… Bu adam belayı da mutlaka peşinde getiriyordu. ‘’Changbin’in babası mı? Onunla mı karşılaştınız?’’ Karşılaşmamalarını, Changbin’in bir de Jisung ve Minho önünde gururunu kıracak bir durumun ortasında kalmamış olmasını umuyordu.
‘’Karşılaşmadık da…’’ Jisung da ciddileşmiş, dalgacı havasını kekremsi bir surat almıştı. ‘’Binaya yaklaştığımız sırada bir bağırış koptu, net cümle veremiyorum şu an ama içeriği ‘Bana sormadan bir halta kalkışamazsın.’ tarzı bir şeylerdi, anla.’’ 
Hyunjin ilgiyle dinliyordu. Changbin’den çok defa işittiği hikayelerin içeriğiyle öyle uyuşuyordu ki… İstemsizce morali bozuldu. Gerçekleşmeyeceğini bilmesine rağmen azarın sahibinin başka biri çıkmasını diledi.
‘’Changbin de karşılık verdi, kapıdaki kamyonun arkasındaymış meğer. Baba-oğul tartışması yaşadılar işte.’’
Basit bir baba-oğul tartışması olmadığına, Changbin’in babasının koltuğunu oğluna kendi isteğiyle devretmesine karşın sergilemekten usanmadığı güç gösterilerinden biri olduğuna emindi. ‘’Changbin sizi gördü mü?’’
Kaşlarını yukarı kaldırarak cıkladı. ‘’Bayağı bağrıştılar, babası küfür de edince Minho o hengameye dahil olmak istemedi. Olayın öznesi olarak gitsek daha mı kötü olur kestiremediğinden yolumuzu değiştirdik. Birkaç tur attık, beni sana bıraktı, kendi de Changbin’in yanına gitti.’’
‘’İyi yapmışsınız. Hoş olmazdı tartışmanın ortasına girmeniz.’’ Changbin anlaşma yapacağı birinin önünde otoritesinin sarsılmasını, daha doğrusu çocuk gibi azarlanmayı kaldıramazdı.
‘’Minho anlayışlıdır, canım. O da restoranı babasıyla açtığından biliyor ebeveynle çalışmanın illetini. Changbin’le empati yaptı bu yüzden.’’
Hyunjin de alışkanlıktan ötürü olsa gerek kolayca empati yapabilmişti. Changbin’in kötü hissettiğini biliyor, Changbin için mi yoksa Changbin ona kötü hissettirdiği için mi göğsündeki sıkıntının baş gösterdiğini kavrayamıyordu. Jisung’a belli etmeden ufak bir nefes verdi. Belki bu gece Changbin’i dinlerken anlardı. Çünkü biliyordu, Changbin muhakkak kapısını yeniden çalacaktı.
--------
ayy cok uzun zamandir bir seyler paylasmayinca insan geriliomus .
nasildi?? ben cok sevdim balkon evrenini bilmiorum,, dertlenince hyunun kirmizi kilimine kivrilirim artik. konusalim mi biraz,,, OZLEDIM DE CUNKU yorumlarinizi bekliorumm
kendinize COKII bakin <3
20 notes · View notes
euswex · 3 months ago
Text
selamlaar !! sanirim burasi bayagi kullanisliymis? siteyi yeni ogreniyorum ama cozecegim
ficler icin ayri ayri tag acarsam sizin icin bolumleri bulmanin daha kolay olacagini kesfettim mesela. ozel olarak ayiramiyorum maalesef ama tikladiginizda direkt attigim bolumler cikacak karsiniza💗 alttaki etiket kismindan simdilik su ficleri bulabilirsiniz:
balkon - changjin (yb yazamiom gölge - chanbaek (oneshot
yeni bolum geldikce de twdan duyururum <3
1 note · View note